1 Ocak 2020 Çarşamba

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI, BÖLÜM 3

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI,  BÖLÜM 3



Amerikalı yetkililer de gösterilerin bastırılmasında yardımcı olmak üzere çok sayıda eğitimci, danışman ve Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Ordusu mensuplarının Suriye’ye gönderildiğini iddia etmiştir. ABD, Kudüs Ordusu’nun gösterilerin bastırılmasında önemli bir rol oynadığını ileri sürmüştür.55 Amerikalı yetkililerin iddiasına göre Kudüs Ordusu komutanı Kasım Süleymani, Ocak 2012’de Şam’a giderek Esad dâhil üst düzey yetkililerle görüşmüştür. Bu ziyaret İran’ın Suriye’ye verdiği askeri desteğin bir nişanesi olarak değerlendirilmekte dir. 56

< İddiaya göre İranlı askerler eylemlere müdahale etmek için hem harekât planlamasında yer almakta hem de bizzat eylemcilere müdahale etmektedir.  >

İran güvenlik birimlerinin isyanın bastırılmasında rol oynadığına inanan ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri Suriye ile ilgili aldıkları yaptırım kararlarının kapsamına İranlı yetkilileri de dâhil etmiştir. Bu çerçevede Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani ve Kudüs Ordusu Harekat ve Eğitim komutanı Muhsin Çizari, Suriye’de insan hakları ihlallerindeki ve halka karşı güç kullanılmasındaki rolleri nedeniyle Amerikan yaptırımları kapsamına alınmıştır.57 DevrimMuhafızları Komutanı Tuğgeneral Muhammed Ali Jafari, Kasım Süleymani ve Devrim Muhafızları İstihbarat Komutanı Hossein Taeb Suriye rejimine malzeme ve destek sağlayarak protestoların bastırılmasına yardımcı olmaları nedeniyle Haziran 2011’de AB yaptırımlarına dâhil edilmiştir.58 

İran, Suriye’de isyanın bastırılmasına yardımcı olduğu iddialarını birçok defa reddetmiş ve aksine diğer ülkeleri, özellikle ABD ve İsrail’i Suriye’deki “terörist” eylemleri desteklemekle suçlamıştır.59 Gerçekten de İran’ın Suriye’ye sağladığı teknik ve lojistik destek iddiaları makul ve mümkün görünmektedir. İki ülke arsındaki güvenlik işbirliği dikkate alındığında İranlı askerlerin harekât planlamasında yer aldığı iddiaları da itibar kazanmaktadır. Buna mukabil, enformasyon ile dezenformasyonun son derece karıştığı Suriye’de İranlı askerlerin bizzat gösterilere müdahale ettiğine dair iddialar bağımsız 
kaynaklar tarafından henüz doğrulanmamıştır. Bununla birlikte İran’dan Suriye’ye en açık askeri destek gösterisi 18-19 Şubat 2012’de iki İran savaş gemisinin Tartus limanına demirlemesi ve Suriye Deniz Kuvvetleri ile ortak bir tatbikat yapması olmuştur.60

4.3. Diplomatik Destek

İran’ın Esad yönetimine verdiği diplomatik desteğin yabancı ülkelerin Suriye’nin içişlerine karışmasının önlenmesi; Suriye’ye yabancı, özellikle Amerikan, askeri müdahalesinin engellenmesi ve Suriye’nin yalnızlaştırılması girişimlerinin boşa çıkarılması olmak üzere üç boyutu vardır. Suriye’deki isyanın kısa sürede uluslararasılaşması, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye gibi bölge ülkelerinin yanı sıra Arap Birliği, Avrupa Birliği ve ABD’nin sürece dahil olması Suriye’ye yönelik askeri müdahale spekülasyonlarına yol açmıştır. Bu spekülasyonların yaygınlaş  ması üzerine İranlı yetkililer Suriyeli muhaliflerin bir kısmının yabancı müdahalesi ne zemin hazırlamak için çalıştığını ve Batı basınının da uluslararası müdahaleye zemin hazırlamak için olayları bilinçli bir şekilde abarttığını ileri sürmüştür. İşte bu minval üzere Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Suriye halkının ve hükümetinin aralarındaki problemleri yabancı müdahalesi olmaksızın 
kendi aralarında çözebilecek kadar olgun olduklarını ifade etmiştir.61

< İran güvenlik birimlerinin isyanın bastırılmasında rol oynadığına inanan ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri Suriye ile ilgili aldıkları yaptırım kararlarının kapsamına İranlı yetkilileri de dâhil etmiştir. >

Suriye’de protesto gösterilerinin yaygınlaşması ve sorunun uluslararasılaşması üzerine İran bir taraftan sorunun çözümü için Suriye yönetiminin muhalefetle diyaloğa geçmesini isterken, diğer taraftan Batılı güçlerin müdahalesini önlemek amacıyla soruna “bölgesel çözüm” arayışlarına girmiştir. Bu yöndeki ilk açıklama İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Alaadin Burucerdi’den gelmiştir. Burucerdi 16 Ağustos 2011’de Kahire’de yaptığı açıklamada bölge ülkelerinin iç problemlerin çözülmesi ve istikrarın tesisi için Suriye yönetimine yardımcı olmasını ve bu ülkeyi ABD veya NATO müdahalesine karşı desteklemesini istemiştir. Keza Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ramin Mihmanperest Suriye’de güvenlik ve istikrarın sağlanması için bölge ülkeleri arasındaki işbirliğinin önemine dikkat çekmiştir.62 Benzer şekilde İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Başbakan Erdoğan’ı 22 Ağustos 2011’de telefonla arayarak Batılı ülkelerin bölge işlerine müdahalesinin durumu daha karmaşık hale getirdiğini savunarak bölgesel sorunların çözümü için iki ülke arasında daha sıkı işbirliği yapılmasını istemiştir.63 

< İran’ın Suriyeli muhaliflerle problemli ilişkisi sorunun çözümünde aktif rol almasına mani olurken, Esad yönetimi ile sıkı ilişkisi ve Esad’a verdiği tavizsiz destek İran’ın soruna bölgesel çözüm arayışlarının dışında tutulmasına neden olmuştur. >

Fakat İran’ın Suriye sorununun çözümü için bölgesel işbirliği arayışları çerçevesinde sadece birkaç (İran, Türkiye ve Irak) ülkeyi işaret etmesi, İran’ın esas gayesinin hasımlarını Suriye’den uzak tutmak olduğunu göstermektedir. Diğer bir tabirle, İran’ın bölgesel çözümden kastı Suriye’de statükonun sürdürülmesi, İran’ın rakipleri ile düşmanlarının dışarıda tutulması ve rejim muhaliflerine verilen desteğin önlenmesidir. Aşağıda da değinileceği üzere İran’ın Suriyeli muhaliflerle problemli ilişkisi sorunun çözümünde aktif rol almasına mani olurken, Esad yönetimi ile sıkı ilişkisi ve Esad’a verdiği tavizsiz 
destek İran’ın soruna bölgesel çözüm arayışlarının dışında tutulmasına neden olmuştur. 
Bununla beraber, Esad’ın iktidardan çekilmesini istemeyen uluslararası ve bölgesel girişimleri memnuniyetle karşılayan İran, ülkede şiddetin tırmanmasından Esad yönetimini sorumlu tutarak Esad’ın iktidardan çekilmesini isteyen girişimlerin karşısında olmuştur.

Dışişleri Bakanı Salihi, Kaddafi’nin NATO destekli operasyon ile düşürülmesinden kısa bir süre sonra 28 Ağustos 2011’de yaptığı açıklamada NATO’yu Suriye’ye müdahale etme ihtimaline karşı uyarmıştır.64 Suriye’yi Ortadoğu’da İsrail’e karşı direnişin öncü devleti olarak tanımlayan Salihi, NATO’nun saldırı tehdidi ile bu ülkenin gözünü korkutamayacağını söylemiş, böylelikle İran’ın Esad rejimine verdiği siyasi desteği yinelemiştir.

Arap Birliği’nin Suriye krizine müdahil olmasına ve 16 Kasım’da Suriye’nin üyeliğini askıya almasına İran’dan eleştiri gelmiştir. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mihmanperest, bu gelişmenin Suriye’deki sorunun çözümüne yardımcı olmak yerine durumu daha karmaşık hale getireceğini iddia etmiştir.65 

İran, Ocak 2012’de Suriye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine alınmasına şiddetle karşı çıkmış ve Güvenlik Konseyi’nde Suriye aleyhine düzenlenen karar tasarısının Çin ve Rusya tarafından veto edilmesini memnuniyetle karşılamıştır. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mihmanperest yaptığı açıklamada bu iki ülkenin sorumluluk duygusuyla hareket ederek sair ülkelerin Suriye’nin işlerine karışmasının önünü aldığını söylemiştir.66 
Hatta Arap basınında BMGK’da Suriye hakkındaki karar görüşülürken İran’ın Çin’in kararı veto etmesini sağlamak amacıyla piyasa değerinin altında ucuz petrol verme teklifinde bulunduğu iddia edilmiştir.67

BM İnsan Hakları Konseyi’nin Suriye hakkında hazırladığı raporun Genel Kurul’da gündeme getirilmesi üzerine İran’ın BM’deki Büyükelçisi Mohammed Hazai söz konusu girişimin teamüllere uygun olmadığını iddia etmiştir. Hazai, raporun tek taraflı olduğunu ileri sürmüş, Suriye’deki “terör” olaylarına dikkat çekmiş ve başta Halep olmak üzere Suriye’de terör eylemleri yüzünden çok sayıda insanın hayatını kaybettiğini, yaralandığını ve kamu mallarının zarar gördüğünü söylemiştir. Bu ülkede uzun sürecek istikrarsızlığın ve karışıklığın bütün bölgeyi olumsuz etkileyeceğini savunan Hazai, mevcut krizin barış içinde ve yabancı müdahalesi olmaksızın çözümü için herkesin çalışması gerektiğini ifade etmiştir. Hazai yaptırım uygulamanın ve Şam üzerindeki diğer baskıların yanı sıra ülkenin içişlerine karışılmasının Suriye’deki siyasi ve sosyal krizi sadece daha derinleştireceğini ileri sürmüştür. Bu krizden tek çıkış yolunun Suriye halkının ve yöneticilerinin katılacağı siyasi bir süreç olduğunu vurgulayan Hazai, 
BM’nin gerçek yükümlülüğünün soruna Suriye eksenli bir çözüm bulmak için siyasal grupların hükümet ile diyaloga girmelerini sağlamak olduğunu söylemiştir.68

İran’ın Esad yönetimine verdiği diplomatik desteğin bir boyutu da Suriye’nin yalnızlaşmasını önlemek ve Esad yönetimine bölgesel destek sağlamaktır. Bu bağlamda İran’ın bölgedeki diğer müttefiklerini Esad yönetimine destek vermeleri için yönlendirdiği düşünülmektedir. İran’dan sonra Esad yönetimine en büyük destek Hizbullah’tan gelmiştir. 

< Suriye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine alınmasına şiddetle karşı çıkmış ve Güvenlik Konseyi’nde Suriye aleyhine düzenlenen karar tasarısının Çin ve Rusya tarafından veto edilmesini memnuniyetle karşılamıştır. >

Hizbullah’ın Lübnan siyasetinde etkili olması, bu ülkenin Suriye krizinde daha 
ihtiyatlı bir tutum almasına neden olmuştur. Suriye krizi sırasında Esad yönetimine bir başka destek de dolaylı da olsa Irak yönetiminden gelmiştir. Maliki yönetimi Arap Birliği’nin Suriye aleyhine aldığı yaptırım kararlarına uymayacağını ilan etmiştir. 

Başbakan Maliki’nin Mart ayında Bağdat’ta yapılması planlanan Arap Birliği Zirvesi’ne Esad’ın da katılmasını umduğunu söylemesi, Irak yönetiminin Suriye rejimine verdiği desteğin göstergesi olarak değerlendirilmiştir.69 Suriye’deki gelişmeleri “durumun kötüleşmesi” şeklinde gören Maliki, Suriye yönetimi ile Arap Birliği arasında arabuluculuk yapmaya girişmiş, fakat bu girişim Arap devletleri nezdinde karşılık bulmamıştır.70 

5. İRAN’IN SURİYE DESTEĞİNE BAKIŞ: DIRENIŞ VE Şİİ HİLALİ YAKLAŞIMLARI 

Suriye’de isyanın çıkmasından sonra İran’ın Esad Yönetimine verdiği desteği açıklamaya dönük olarak iki farklı söylem ortaya çıkmıştır: Direniş ekseni ve Şii hilali. Söylemlerde çok büyük farklılar görünse de konu detaylı bir şekilde incelendiğinde aslında her iki söylemin de aynı jeopolitik ve jeostatejik temeller ile benzer kaygılara dayandığı görülmektedir.

5.1. Mezhepçi Yaklaşım ve “Şii Hilali” Söylemi

İran’ın Baas rejimine verdiği desteği mezhepçi bir bakış açısıyla açıklamaya çalışan bu yaklaşım şu satırlarda net olarak görülmektedir: “İran’a hâkim olan Caferi Şiiliğe yakınlığıyla bilinen … Alevi/Nusayri azınlık tarafından yönetilen Suriye rejimini desteklemek, aslında İran’ın Şiici ideolojisinin bir gereği olarak öne çıkmaktadır.”71 İran ile Suriye arasındaki ittifak ilişkisini mezhep faktörü ile açıklamaya çalışan bu yaklaşım yeni değildir. 1980-1982 yıllarında İhvan’ı Müslimin hareketinin önceliğinde Baas rejimine karşı başkaldırı girişimi şiddetle bastırılmış, İran yönetimi o zaman da isyana karşı Hafız Esad yönetimine destek vermiştir. İran’ın o dönemde “Sünni” ayaklanmalara destek vermemesi, İran-Suriye ittifakının mezhep ekseninde (Şii ekseni) değerlendirilmesine 
neden olmuştur.72 

< Söylemlerde çok büyük farklılar görünse de konu detaylı bir şekilde incelendiğinde aslında her iki söylemin de aynı jeopolitik ve jeostatejik temeller ile benzer kaygılara dayandığı görülmektedir.  >

Bu yaklaşımın iki temel varsayımı vardır. Bir kere İran’ın mezhep eksenli bir dış politika izlediğini ve bu çerçevede Ortadoğu’da Lübnan, Suriye, Irak, İran ve Körfez Şiilerini kapsayan bir “Şii hilali” oluşturmaya çalıştığını kabul etmektedir. İlk defa Ürdün Kralı Abdullah tarafından 2004’te dile getirilen bu iddia, 2005’te Ahmedinejad’ın iktidara gelmesi ve devrimci dış politika anlayışını (İsrail ve Batı karşıtı, İslamcı, popülist) canlandırmaya çalışmasıyla revaç bulmuştur. Gerçekten de İran dış politikasında Şiiliğin önemli bir yeri vardır. Şiilik devrimci ideolojinin, dolayısıyla İran dış politikasının şekillenmesinde etkili bir rol oynadığı gibi İran dışındaki Şii topluluklar İran dış politikasının ilgi alanında özel bir yer almıştır. Devrim sonrası “İslam birliği” ülküsü çerçevesinde mezhepçi bir söylemden kaçınmışsa da İran’ın devrimci mesajları Şii dünyasında daha 
çok kabul görmüştür. Fakat İran’ın Şii dünyasının bir kısmında karşılık bulan bu yaklaşımı Şii dünyasının birleşmesini amaçlayan Pan-Şii bir hareketin sonucu değil, statükoya meydan okuyan, anti-emperyalist ve popülist bir siyasetin sonucudur. Bu nedenle İran Hizbullah’ın yanı sıra Filistinli direniş örgütleri ve Şiiliği siyasi bir kimlik olarak görmeyen Suriye Baas rejimi ile ittifaka girmiştir. Rafsanjani ve Hatemi’nin cumhurbaşkanlığı dönemlerinde İran dış siyasetinde pragmatizmin yükselmesine paralel olarak devrim ihracı önemini kaybetmiş, anti-emperyalizm ve popülizmin tonu azalmıştı. 2005 yılında Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı ile birlikte İran dış politikası yeniden radikalleşme eğilimine girdi, fakat bu dönemde Ortadoğu’da Şiiliğin yükselişi, Pan-Şii bir  hareketin ya da İran’ın doğrudan çalışmalarının eseri değil, bölge jeopolitiğinin iç ve dış dinamikler sonucunda değişmesinin bir eseri olmuştur.73 Dolayısıyla İran’ın Pan-Şii bir siyaset izlediği ve Esad yönetimine Şii olduğu için destek verdiği iddiaları açıklayıcı gücünü kaybetmektedir.

< Şiilik devrimci ideolojinin, dolayısıyla İran dış politikasının şekillenmesinde etkili bir rol oynadığı gibi İran dışındaki Şii topluluklar İran dış politikasının ilgi alanında özel bir yer almıştır. >

Mezhepçi dayanışma söyleminin ikinci varsayımı ise Suriye’deki Esad yönetiminin Şii olduğu önkabulüdür. Bir kere ortak tarihsel ve kültürel bağlara karşın Nusayrilik (Alevilik) ve Şiilik süreç içinde oldukça farklılaşmış, Aleviliğin Şiiliğin aşırı uç bir formu olarak görülmüştür.74 Bazı Şii alimlerinin Aleviliği Şiiliğin meşru bir unsuru olarak ilan etmiş olmalarına rağmen bu kanaat Şii dünyasının geneline hakim olmamıştır. Diğer taraftan Alevi Baascıların mezhepsel kimliği ile siyasi yaklaşımı arasında bağlantı kurmak zordur. Baascılar, Alevi toplumunun çıkarlarını Şii dayanışmasında değil Arap milliyetçiliğinde görmüştür. Ayrıca Baas rejiminin laik niteliği dolayısıyla Suriye yönetiminin siyasi kararlarında dini motivasyonlar etkili bir rol oynamamıştır.75 

Baas rejiminin Arap milliyetçisi ve laik tutumuna rağmen İran, Suriye yönetimi ile iyi ilişkilerini kullanarak özellikle Beşar Esad döneminde bu ülkedeki kültürel faaliyetlerini artırmıştır. Şiilik propagandası söz konusu kültürel faaliyetlerin önemli bir kısmını teşkil etmiştir.76 Fakat bu faaliyetler Suriye’de bir “Şii uyanışı” yaratacak düzeye ya da İran Şiiliği ile Suriye Aleviliği arasında ulus aşırı bağların kurulması düzeyine varmamıştır. İran’ın Suriye’deki kültürel etkisinin artmasına rağmen Şiilik, iki ülke arasındaki ittifakı güçlendiren bağlardan birisi haline dönüşmemiştir. Bununla birlikte Mart 2011’de başlayan isyan sürecinde Suriye’de yaşayan halklar arasında mezhep kimliğinin öne çıktığı gözlemlen mekte dir. 77 Fakat Alevilik ile Şiilik arasında ulus aşırı bağların yokluğu 
ve Aleviliğin “yerel” niteliği nedeniyle “mezhep ortaklığının” İran’ın Suriye yönetimine verdiği desteği açıklayıcı gücü sınırlıdır.

Bu noktada dikkat çekici hususlardan birisi de İran’ın özellikle bölgesel rakipleri tarafından Şii hilali siyaseti gütmekle suçlanmasına karşın İran’dan gelen bazı seslerin bunun tam aksini iddia etmesidir. Mesela Şiilik tarihi uzmanlardan Rasul Jafarian, Suudi Arabistan ve Katar’ın bölgede Şiiler ile Sünniler arasında topyekûn bir savaş çıkarmaya çalıştığını ileri sürmektedir.78 Bu iddiaya göre Suudi Arabistan, Sünnileri seferber ederek Suriye’nin tasarrufunu ele geçirmek ve böylece hem Irak Şiilerini hem de Lübnan Şiilerini sınırlamak ve kontrol altına almak istemektedir.79 

5.2. Direniş Ekseni Söylemi

İranlı yetkililerin beyanatlarında Suriye yönetimine verilen desteğin “Şii” dayanışması veya Şii jeopolitiği politikası çerçevesinde verildiğine dair bir dayanak bulmak pek mümkün değildir. Bilakis, İranlı yetkililer öncelikle Suriye’nin Arap dünyasında yıllardır İsrail’e “direnen” tek ülke oluşunu takdir etmekte, ardından Suriye’ye yapılan saldırıları direniş eksenine yapılan saldırılar olarak değerlendirmekte ve nihayet bu saldırılara karşı Suriye rejiminin desteklenmesi gerektiğini ileri sürmektedir.

Haziran 2000’de babasının ölümünden sonra iktidara gelen Beşar Esad bu süre zarfında sekiz kez İran’a gitmiştir. Ekim 2010’da son Tahran ziyaretinde Lübnan ve Filistin milletlerine desteğinden, yani “direniş cephesine katkılarından” dolayı Esad’a İran’ın en yüksek onura sahip Devlet Nişanı verilmiştir. Bu ziyaret sırasında Esad’ı kabul eden Hamenei Suriye’nin dış baskılar karşısındaki metanetini takdir etmiş ve ABD’nin Ortadoğu’da direniş hareketini zayıflatma girişimlerinin sonuçsuz kalacağını söylemiştir.80 

<  Ekim 2010’da son Tahran ziyaretinde Lübnan ve Filistin milletlerine desteğinden, yani “direniş cephesine katkılarından” dolayı Esad’a İran’ın en yüksek onura sahip Devlet Nişanı verilmiştir. >

Bu görüşmeden beş ay gibi kısa bir süre sonra Suriye’de hükümet karşıtı gösterilerin çıkması, İran’da dış güçlerin (ABD, Batı Avrupa ülkeleri, İsrail ve bazı bölge ülkeleri – öncelik sırası sık sık değişmesine rağmen liste pek değişmiyor) direniş hareketini zayıflatmak amacıyla giriştikleri yeni bir komplo olarak görülmüştür. Nitekim Hamanei, Suriye’deki isyanla ilgili yaptığı bir değerlendirmede Suriye’deki gelişmeler dikkatli birşekilde incelendiğinde bu ülke üzerindeki Amerikan projesinin rahatlıkla görülebileceğini ve bazı bölge ülkeleri nin de bu komploya dâhil olduklarını iddia etmiştir. Hamanei, ABD’nin esas amacının direniş hattının kırılması olduğunu, Suriye’nin Lübnan’daki 
İslami direniş ile Filistin direnişine destek verdiği için hedef alındığını savunmuş ve Suriye hükümetinin Filistin ve Lübnan’da direnişe desteğini keseceğine dair söz vermesi durumunda Batılılar için bütün sorunun çözüleceğini ileri sürmüştür.81 


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI, BÖLÜM 2

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI,  BÖLÜM 2



3. İRAN’IN SURIYE İSYANINA İLIŞKIN TUTUMU

Mısır’da ve Tunus’ta devrimcilere destek verdikleri halde İranlı yetkililer ve İran basını Mart ayının başlarında Suriye’de ortaya çıkan rejim karşıtı gösteriler hakkında bir müddet sessiz kalmıştır.12 İran’dan gelen ilk resmi açıklamalarda da Suriye’de rejim karşıtı muhalefetin önemi göz ardı edilmiştir. 12 Nisan 2011’de basın açıklaması yapan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ramin Mihman perest, Suriye’deki ayaklanmaların çok sınırlı olduğunu; olayların dışarıdan, özellikle Batılılar, Amerikalılar ve Siyonistler tarafından kışkırtıldığını ve medyanın olayları abarttığını söylemiştir.13 Mihmanperest daha sonra yaptığı bir başka açıklamada ise “görüşlerini barışçı şekilde ifade edenlerin şiddetle bastırılmasına karşı olduklarını” belirtmiş, ama Batı medyasının çok cılız ve zayıf olan muhalefeti abarttığını ve onları Suriye halkının çoğunluğunun taleplerini 
yansıtıyormuş gibi gösterdiğini iddia etmiştir. İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi de yabancıların Suriye’de kargaşa çıkarmaya çalıştıklarını söyleyerek Mihmanperest’in açıklamalarına destek vermiştir.14 

< Böylece bir tarafta kendilerine “direniş cephesi” diyen İran, Suriye ve Hizbullah, diğer tarafta statükocu Arap rejimleri, yani Körfez ülkeleri,  Ürdün ve Mısır, olmak üzere bölgede iki rakip kutup şekillenmeye başlamıştır. >

İran’ın muhalefete karşı ilgisizliğinde gösterilerin seyri ve eylemciler ile güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar etkili olmuştur. Gösterilerin öncelikle taşrada ve sınırlara yakın bölgelerde çıkması ve Halep, Şam gibi büyük şehirlere yayılmamış olması nedeniyle isyanı yabancıların kışkırttığı iddiaları revaç kazanmıştır. Bu arada isyancıların yer yer silahlanması ve hükümet birlikleri ile çatışmaya girmesi, isyancıların dışarıdan destek aldığı iddialarını güçlendirmiştir.

Suriye’deki rejim karşıtı gösterilere karşı İran’ın kayıtsız kalmasının bir başka sebebi de İran siyasi seçkinleri arasında bu meseleye dair ortaya çıkan kafa karışıklığıdır. Suriye’de isyan söz konusu olunca İran’ın dış politikasına ve Ortadoğu siyasetine yön veren iki temel ilke çatışmıştır.15 Bu ilkelerden birisi emperyalizme, Siyonizme ve İsrail’e karşı mücadeledir ki Suriye-İran ilişkilerinin temeli bu prensibe dayanmaktadır. İkinci ilke ise (özellikle emperyalistler dayanışma içindeki) otoriter rejimlere karşı mazlum halkların savunulması, mazlum halkların kurtuluş ve özgürlük mücadelelerinin teşvik edilmesidir. Fakat Suriye’de halk ayaklanmasının desteklenmesi, “Siyonizme karşı mücadeledeki” 
tek müttefiki Esad yönetimi aleyhine tavır almayı gerektireceğinden İran 
böyle bir siyaset izlemeyi benimsemedi.16 Diğer yandan Suriye’de rejimi desteklemek bir diktatörlüğü desteklemekle aynı idi ve bölgedeki halk hareketlerinin desteklenmesi prensibine ters düşüyordu.17 

Ayrıca Suriye’de çıkan rejim karşıtı isyan İran’ın bölgedeki stratejik çıkarlarını tehdit ediyordu. Irak savaşının yıkıcı etkisinden edindiği tecrübeye dayanarak İran yönetimi, savunma stratejisini caydırıcılık esası üzerinden düşmanın sınırları dışında karşılanması şeklinde kurmuştur.18 Bu stratejide İran’ın Filistin, Lübnan ve Suriye’deki müttefiklerinin önemli bir yeri vardır.19 Dolayısıyla, Esad yönetiminin düşmesi, İran için sadece stratejik bir müttefikin kaybı değil, aynı zamanda direniş örgütleri ile bağlantı noktasının kaybı anlamına geliyordu.

İran’ın Suriye isyanına bakışını şekillendiren faktörlerden belki de en önemlisi, üçüncü aktörlerin, yani İsrail, ABD, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri’nin isyan karşısında aldıkları tutum olmuştur. Özellikle saltanatla idare olunan ve İran ile ilişkileri geçen birkaç yıl zarfında bir hayli kötüleşen Suudi Arabistan’ın isyana destek vermesi, İranlı liderlerin isyanın niteliği hakkındaki kuşkularını iyice artırmıştır.20 

Suudi Arabistan, ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin rejim karşıtı gösterilere ve muhaliflere destek vermesi, İranlı yetkililerin aynı gösterileri direniş ekseni, dolayısıyla İran aleyhine tertip edilmiş büyük bir plan olarak görmesine neden olmuştur.21 

Esad rejiminin yıkılmasının İsrail’in çıkarlarına hizmet edeceğini düşünen İran, bölgede İsrail’in faydasına olduğunu düşündüğü her şeye karşı çıktığı gibi Esad rejimini hedef alan isyana da karşı durmuştur. İran’ın eski Umman Büyük elçisi Morteza Rahimi “Suriye’de İsrail’in zararına olan şey bizim faydamızadır ve İsrail’in faydasına olan şey bizim aleyhimizedir” diyerek bu tutumu özetlemiştir. 22 İran ile İsrail arasındaki gerilimin son yıllarda arttığı dikkate alınırsa 
Esad yönetiminin düşmesi sadece İsrail’in güçlenmesi anlamına gelmiyordu; aynı zamanda İran’ın pozisyonunun İsrail karşısında zayıflaması şeklinde değerlendiriliyordu.

  <  Suriye’de halk ayaklanmasının desteklenmesi, “Siyonizme karşı mücadeledeki” tek müttefiki Esad yönetimi aleyhine tavır almayı 
gerektireceğinden İran böyle bir siyaset izlemeyi benimsemedi.  >

Bununla birlikte İran’ın bölgesel rakiplerinin ve düşmanlarının hep birlikte bölgedeki tek müttefiki olan Esad yönetimine cephe alması, İranlı elitler arasında İran’ın stratejik çıkarlarına tehdit olarak görülmesine, hatta asıl hedefin İslam Cumhuriyeti olduğu endişesine yol açmıştır.23 Dolayısıyla, Suriye isyanı üzerinden Esad yönetiminin tehdit altında olması sadece bölgedeki tek müttefikinin değil, aynı zamanda İran’ın güvenlik meselesi olarak görülmeye başlanmıştır.

İran siyasetinin en tepesindeki kişi olan “İslam Devrimi Rehberi” Ayetullah’il Uzma Seyyid Ali Hamanei, Haziran 2011’de İran’ın Suriye isyanı karşısındaki pozisyonunu net bir şekilde ortaya koymuştur. ABD ve İsrail’in çıkarlarına hizmet eden bütün eylemlerin yanlış ve hatalı bir yolda olduğunu belirten Hamanei, İran’ın destek vereceği halk hareketlerinin niteliklerini şöyle sıralamıştır; İslami olmak, Amerikan ve Siyonist karşıtı olmak ve halkçı olmak. Hamanei, Suriye’deki eylemlerin ABD, İsrail ve Arap ülkeleri tarafından tertiplendiği ve Amerikan ve İsrail menfaatlerine hizmet ettiği için İran’ın Suriye rejiminin yanında olacağını beyan etmiştir.24 Hamenei tarafından çizilen bu çizgi, kısa süre içerisinde diğer siyasi liderler ve rejim yanlısı basın tarafından benimsenmiştir.

Temmuz 2011’de Suriye Petrol Bakanı Sufyan Alav ile Tahran’da bir araya gelen İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Muhammed Rıza Rahimi, Suriye’deki mevcut karışıklıkları, “küstah güçler tarafından yönlendirilen ve düşmanların burunlarını soktuğu olaylar” diye nitelendirmiştir. Rahimi, “İran ve Suriye iki ayrılmaz ülke ve müttefiktir. İran, dost ve komşu Müslüman ülke olarak her halükarda Suriye’nin yanında duracaktır” diyerek İran’ın Suriye konusundaki tutumunu bir kez daha net bir şekilde ifade etmiştir.25

< Hamanei, Haziran 2011’de İran’ın Suriye isyanı karşısındaki pozisyonunu net bir şekilde ortaya koymuştur. >

İranlı yetkililer Esad’ın güvenlik tedbirleri ve reformlarla gelişmeleri kontrol altına alabileceğine inanıyordu. Gösterilerin büyük şehirlerde kontrol altında olması, güvenlik birimlerinin bütünlüğünü koruması, muhalefetin dağınıklığı, hükümetin hassas bölgeler üzerindeki kontrolünü sürdürmesi ve Esad lehine yapılan gösteriler bu inancı pekiştirmiştir. Bu nedenle İranlı yetkililer uzun bir süre Esad yönetiminin “yanlışları” ve muhalefete karşı aşırı güç kullanması hakkında pek konuşmadılar.26 

Ancak İran’ın Suriye isyanı karşısından benimsediği bu tavrın bazı olumsuz etkileri oldu. Bir kere Suriye’deki gelişmelerin diğer Arap devrimlerinden farklı tutulması, İran’ın Arap dünyasındaki imajına zarar verdi. Filistinli direnişçilere ve Hizbullah’a verilen destek Arap kamuoyunda İran’a yaygın bir popülarite kazandırmıştı. Fakat İran’ın Suriye’de ortaya çıkan “halk hareketi” karşısında “statükocu” bir güç olarak durması, devrim heyecanı ile “coşan” Arap kamuoyunda İran karşıtı bir hava oluşmasına neden oldu. İkincisi Suriye’deki muhalefetin asli unsurunu Sünnilerin oluşturması, diğer taraftan Alevi kimliği öne çıkarılan Esad yönetiminin muhalefete karşı sert tutumu, Şii-Sünni çatışmasının bir yansıması olarak görülmeye başlandı.27 İran’ın Suriye’ye verdiği desteğin böylece mezhepçi bir çerçevede değerlendirilmeye başlaması İran’ın mezhepler üstü bir direniş cephesi kurma politikasına zarar verdi.28 Üçüncüsü, İran’ın Suriye politikası İran kamuoyunda da tepki çekmeye başladı. Son olarak, Esad yönetimine karşı bölgesel ve uluslararası tepkiler güçlenirken İran’ın Esad yönetimine verdiği kayıtsız şartsız desteğin sürdürülmesi giderek zorlaştı.29

İran’ın Suriye’deki isyan karşısında aldığı tavrın olumsuz etkilerinin yanı sıra isyanın ülke geneline yayılması ve muhalefetin örgütlenmeye başlaması üzerine İran’dan farklı sesler gelmeye başlamıştır. Önce Dışişleri Bakanı Salehi, “Suriye halkının çoğunluğunun meşru taleplerine” Beşar Esad hükümetinin karşılık vermesi gerektiğini belirtmiştir. Fakat Salihi, Esad yönetiminin durumu düzeltmek için verdiği sözleri yerine getirdiğini ve Suriye gibi ülkelerde halkçı ayaklanmalar ile durumu suiistimal etmek isteyen hareketler arasında ayrım yapılması gerektiğini söyleyerek Suriye rejimine destek vermeye devam etmiştir.30 İran’dan en farklı açıklama Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’dan 
gelmiştir. Ahmedinejad 24 Ağustos 2011’de Al-Manar televizyonuna verdiği 
mülakatta Suriye yönetiminin muhalefetle oturup uzlaşmasını ve her iki tarafın da yıkıcı eylemlerden kaçınmasını teklif etmiştir. Kısa bir süre sonra Dışişleri Bakanı Salihi, Suriye hükümetinin muhalefetin meşru taleplerine karşılaması gerektiği yönündeki görüşünü tekrar etmiştir. Bu açıklamalar, o zamana kadar Suriye muhalefetini yabancı güçlere alet olmakla suçlayan ve küçümseyen İran’ın, Suriyeli muhaliflere karşı tutumunun değişmesinin habercisi olarak değerlendirilmiştir.31

<   İran’ın Suriye’de ortaya çıkan “halk hareketi” karşısında “statükocu” bir güç olarak durması, devrim heyecanı ile “coşan” Arap kamuoyunda İran karşıtı bir hava oluşmasına neden oldu.  >

Gerçekten de Ağustos ayından itibaren İran’dan gelen açıklamalarda muhalefeti yabancıların piyonu olarak gören yaklaşım yerini muhalefeti ciddiye alan ve Suriye hükümetini muhalefet ile diyalog kurmaya ve reform yapmaya teşvik eden bir yaklaşıma bırakmıştır. Her ne kadar muhalefet dikkate alınmaya başlamışsa da isyanı yabancıların kışkırttığı söylemi kullanılmaya devam etmiştir. Bununla birlikte, Suriye rejimine karşı uluslararası tepkilerin güçlenmesi ve Suriye’ye “müdahale” tartışmalarının başlaması üzerine her türlü yabancı müdahalesine karşı çıkmak, İran’ın Suriye politikasının temeli olmuştur. Hamanei, 1 Şubat 2012’de yaptığı bir değerlendirmede İran’ın Suriye ile ilgili pozisyonunu “halkın yararına olan reformların desteklenmesi ve ABD ile müttefiklerinin Suriye’nin iç işlerine karışmasına karşı çıkılması” şeklinde ifade etmiştir.32 

Sonuç olarak, Suriye içindeki toplumsal huzursuzluklar ile ekonomik, sosyal ve siyasi sorunların varlığını kabul etmesine rağmen İran yönetimi, Suriye’deki krizin bu ülkenin iç dinamiklerinden ziyade dış faktörlerden kaynaklandığı kanaatine varmıştır.33 Bu değerlendirmeden hareketle İran’ın Suriye politikasında söylemsel olarak şu hususlar öne çıkmıştır: Esad yönetimine desteği sürdürmek, rejim ile muhalefet arasında diyalog kurulmasını sağlamak, reform sürecini desteklemek ve Suriye’nin içişlerine her türlü yabancı müdahalesine karşı çıkmak. Bu söylemin pratikte tek bir sonucu vardır; 
Suriye’de statükonun korunması ve Esad yönetiminin iktidarda kalmasının sağlanması. Böylece İran hem kendisine dost bir rejimin iktidarda kalmasını sağlamayı hem de bölgedeki stratejik çıkarlarını korumayı hedeflemiştir. Bu yaklaşım İran’ın, rejim muhaliflerine karşı Esad yönetimine her türlü desteği vermesine neden olmuştur.

4. İRAN’IN ESAD YÖNETİMİNE VERDİĞİ DESTEĞIN MAHİYETİ

İran’ın Esad yönetimine verdiği destek, ekonomik, güvenlik (askeri) ve diplomatik (siyasi) destekler olmak üzere üç grupta değerlendirilebilir. Bu destekler arasında ekonomik destek ve diplomatik destek açık bir şekilde ortada olmasına rağmen güvenlik desteğinin mahiyeti ve kapsamı oldukça tartışmalıdır.

4.1. Ekonomik Destek

Siyasi ve stratejik temellere dayanan İran-Suriye ilişkilerinde ekonomik kaygıların pek bir önemi yoktur.34 Nitekim 2010 yılı itibariyle Suriye’nin toplam 30 milyar Avroluk toplam dış ticaret hacmi içerisinde İran 800 milyon Avro civarında payı ile on birinci sırada yer almıştır.35 İki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin önemli bir kısmını İran’ın Suriye’ye sunduğu mühendislik hizmetleri oluşturmaktadır.36 İran’ın Suriye’de enerji, inşaat, otomotiv ve turizm sektörlerinde yatırımları bulunmaktadır. İran’ın yatırımlarının iki otomotiv fabrikası, çimento fabrikası ve Venezüella ile birlikte yürüttükleri petrol 
rafinerisi inşaatı ile birlikte 1,5 milyar doları aştığı tahmin edilmektedir.

   <  Suriye içindeki toplumsal huzursuzluklar ile ekonomik, sosyal ve siyasi sorunların varlığını kabul etmesine rağmen İran yönetimi, Suriye’deki krizin bu ülkenin iç dinamiklerinden ziyade dış faktörlerden kaynaklandığı kanaatine varmıştır. >

Suriye’de isyanın çıkmasından hemen önce 8-9 Mart 2011’de Suriye Başbakanı Naji Otri, 13. İran-Suriye Yüksek Konseyi’ne katılmak üzere Tahran’a gitmişti ve iki ülke arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesine yönelik müzakereler yapmıştı. Kısa bir süre sonra Suriye’de hükümet karşıtı gösterilerin çıkması ve ülkede birçok noktaya yayılmasına rağmen iki ülke arasındaki işbirliği arayışları devam etmiştir. Batı basınında Temmuz 2011’de çıkan haberlerde Hamanei’nin Suriye’ye 5,8 milyar dolarlık yardım yapılması planını onayladığı ileri sürülmüş, ancak bu haber teyit edilememiştir.37 İran’dan böyle bir yardımın yapıldığına dair bir bilgiye de ulaşılamamıştır. İran’ın Suriye’ye ekonomik desteği doğrudan mali yardım şeklinde değil, ekonomik ilişkilerin geliştirilerek sürdürülmesi 
olarak tezahür etmiştir.

Bu çerçevede 25 Temmuz 2011’de İran, Irak ve Suriye arasında imzalanan 10 milyar dolarlık doğalgaz mutabakat zaptı İran’ın Suriye’ye desteğini göstermesi açısından anlamlı olmuştur. Mutabakat Zaptı, İran’ın Asaluye’deki doğalgaz sahasından Irak’a ve Suriye’ye döşenecek boru hattı ile bu ülkelere gaz satışını öngörmektedir.38

Aynı doğrultuda bir başka gelişme ise İran Meclisi’nin Aralık 2011’de Şam ile Tahran arasında beş yıl süreyle “ticaretin serbestleştirilmesini” öngören bir karar almasıdır. Bu kararın Meclis’te görüşülmesi sırasında Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanı Alaadin Burujerdi, anlaşmanın önemine işaret etmek için “İslami ve devrimci bir ülke olarak İran’ın Amerikan komplolarına karşı Suriye’ye tam destek vereceğini” beyan etmiştir.39 Bu beyan, kararın aslında Suriye’ye verilen bir destek olduğunu net bir şekilde göstermektedir. Meclis kararından bir hafta sonra, 17 Aralık 2011’de iki ülke arasında “Serbest Ticaret Anlaşması” imzalanmıştır. Bu anlaşma ile siyasi desteğin gösterilmesinin 
yanı sıra AB, ABD ve Arap Birliği ekonomik yaptırımlarının olumsuz etkisinin 
bir ölçüde kırılması hedeflenmiştir.40 Nitekim Suriye Başbakanı Adel Saffar İran’ın desteğinin Şam üzerindeki ekonomik yaptırımların etkisini azalttığını ifade etmiştir.41

<  İran’ın Suriye’ye ekonomik desteği doğrudan mali yardım şeklinde değil, ekonomik ilişkilerin geliştirilerek sürdürülmesi olarak tezahür etmiştir. >

Suriye ile ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi suretiyle Esad yönetimine destek verilmesi siyaseti çerçevesinde Şubat 2012’de iki ülke arasında (Aralık 2011’de Humus kentinde mühendisleri kaçırılan) İranlı MEPNA şirketinin Suriye’de yeni bir santral (484 MW kapasiteli) ve rafineri inşa etmesi için 400 milyon Avro değerinde bir anlaşma imzalanmıştır.42 Keza Şubat 2012’de Tahran’da İran, Irak, Suriye ve Lübnan arasında İran’dan bu ülkelere elektrik enerjisi aktarımını öngören bir anlaşma yapılmıştır.43 Suriye’de hiçbir şey olmamış ve her şey normalmiş gibi ekonomik işbirliğinin sürdürülmeye çalışılması, İran’ın Esad yönetimini desteklemekte ne kadar kararlı olduğunu göstermiştir. 

4.2. Güvenlik Desteği

İran’ın Suriye’de isyanın bastırılması için çeşitli şekillerde yardım yaptığı hem Suriyeli muhalifler tarafından hem de Amerikalı ve İngiliz yetkililer tarafından isyanın çıkışından beri sık sık dile getirilmektedir. İran’ın Suriye’ye verdiği güvenlik desteği iddiaları üç grupta değerlendirilebilir. 

Birincisi, İran’dan Suriye’ye silah ve mühimmat temin edildiğine dair iddialardır. Aslında İran’dan Suriye’ye silah transfer edildiği iddiaları yeni değildir ve bu transferler iki ülkenin ittifak ilişkileri kapsamında direniş örgütlerine silah temin edilmesi çerçevesinde değerlendirilebilir. Fakat rejim karşıtı gösterilerin çıkmasından sonra Suriye’ye yapıldığı iddia edilen silah transferleri, İran’ın göstericilere karşı Esad yönetimine verdiği aktif lojistik desteğin bir parçası olarak görülmüştür. Bu bağlamda Türkiye Mart 2011’de, Tahran’dan Halep’e giden iki uçağı Diyarbakır’a indirterek arama yapmıştır. 

Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından bu uçakların birinde bir miktar hafif silah tespit edildiği ve BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a ve İran’dan her türlü silah transfer edilmesini yasaklayan 1929 sayılı kararına istinaden söz konusu silahlara el konulduğu duyurulmuştur.44 
Keza Nisan 2011’de Hizbullah’a ulaştırılmak üzere İran’dan Suriye’ye 
silah taşıdığı iddia edilen bir kamyonun Kilis’te durdurulduğu ortaya çıkmıştır.45 Buna benzer şekilde BM İran Yaptırımlarını İzleme Komitesi’nin hazırladığı raporda İran’dan Suriye’ye silah transfer edilmeye çalışıldığına dair altı ayrı olayın rapor edildiği bildirilmiştir.46 
Silah transferi iddialarının yanı sıra çift yönlü (dual use) ürünlerin Suriye’ye 
transferi de sorun olmaya başlamıştır. 7-8 Ocak 2012’de Suriye’ye giderken Kilis’te durdurulan dört İran tırında füze ve kimyasal silah yapmaya yarayan malzemenin bulunduğu iddia edilmiştir.47 
Benzer nitelikteki iddialar hala devam etmektedir. Son olarak İngiltere Başbakanı David Cameron, Akdeniz’de durdurulan gemilerden elde edilen 
kanıtlara göre İran’ın Suriye’ye silah sağladığını ve bu suretle BM yaptırımlarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.48 Silah sevkiyatlarının engellemelerle karşılaşması üzerine iki ülkenin silah sevkiyatlarını güvence altına almak için Ağustos 2011’de anlaşma yaptığı iddia edilmiştir.49 Bu iddiaya göre Lazkiye’de bir askeri üs inşa edilmesi; 2012 yılı sonuna kadar inşaatın tamamlanması ve buraya İran’dan Suriye’ye silah transferlerini kontrol etmekle yükümlü Devrim Muhafızlarının yerleşmesi öngörülmüştür.

<  Rejim karşıtı gösterilerin çıkmasından sonra Suriye’ye yapıldığı iddia edilen silah transferleri, İran’ın göstericilere karşı Esad yönetimine verdiği aktif lojistik desteğin bir parçası olarak görülmüştür. >

İran’ın Suriye’ye sağladığı iddia edilen güvenlik desteğinin ikinci boyutu Suriye güvenlik birimlerine teknik destek verilmesidir. Bu çerçevede kimliği belirtilmeyen bazı Amerikalı yetkililer, Nisan 2011’de İranlı asker ve istihbaratçıların Suriyeli meslektaşlarına, muhaliflerin gösterileri organize etmek için kullandıkları telefon ve mail gibi iletişim sistemlerinin izlenmesini mümkün kılacak teknik yardım sağladığı ve toplumsal olayların bastırılması yöntemleri konusunda tavsiyelerde bulunduğunu ileri sürmüştür.50 
İran yardımıyla oluşturulan Facebook ve Twitter hesapları üzerinden bilgisayar-
izleme yöntemiyle çok sayıda Suriyelinin tutuklandığı belirtilmiştir. Ayrıca gösterilerin kontrol altına alınmasında kullanılmak üzere İran’ın Suriye’ye miğfer, gaz bombası ve cop temin ettiği iddia edilmiştir.51

Son olarak, İranlı yetkililerin bizzat alanda bulunarak gösterilerin bastırılmasında rol aldığı iddia edilmektedir. İddiaya göre İranlı askerler eylemlere müdahale etmek için hem harekât planlamasında yer almakta hem de bizzat eylemcilere müdahale etmektedir. 
İlk defa, Dera’da güvenlik güçlerinin göstericilere müdahalesinin ardından muhalifler Devrim Muhafızlarının ve Hizbullah militanlarının gösterilerin bastırılmasına bizzat yardım ettiklerini ileri sürmüştür.52 Suriye Ulusal Konseyi sık sık İran’ı Esad yönetimine destek vererek Suriye’deki katliama ortak olmakla suçlamıştır. Özgür Suriye Ordusu’nun Ocak 2012’de yayınladığı bir video kaydın da, Sajjad Amirian isimli İranlı bir şahıs Suriye’deki protestoları bastırmak la görevlendirilen timin bir üyesi olduğunu itiraf etmiştir. Keza Şubat 2012’de Kudüs Ordusu’na bağlı 15 bin askerin muhaliflere karşı savaşmak üzere Şam’a gittiği iddia edilmiştir.53 Bu tür iddialara dayanarak Suriyeli muhalifler İranlı yetkililerden Devrim Muhafızları’nı Suriye’den çekmelerini istemiştir.54

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI, BÖLÜM 1

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI,  BÖLÜM 1



<  Suriye krizinin ortaya çıkmasından beri taraflar arasında çok sayıda ikili görüşme yapılmıştır, fakat bu görüşmelerde ne Türkiye, Tahran’ı  Esad’a verdiği destekten vazgeçmeye ikna edebilmiş ne de İran, Ankara’yı Suriye muhalefetine destek vermekten vazgeçirebilmiştir.  >


BAYRAM SİNKAYA
SETA  ANALİZ
SETA-Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı
www.setav.org | Nisan 2012



Serkan Fidan
Sayı: 53 | Nisan 2012

ARAP BAHARI SÜRECİNDE İRAN’IN SURİYE POLİTİKASI
BAYRAM SİNKAYA

İÇİNDEKİLER

1. GIRIŞ | 4

2. İRAN-SURİYE İLİŞKİLERİNİN TEMELLERİ | 5

3. İRAN’IN SURİYE İSYANINA İLİŞKİN TUTUMU | 8

4. İRAN’IN ESAD YÖNETİMİNE VERDİĞİ DESTEĞİN MAHİYETİ | 12

4.1. EKONOMİK DESTEK | 12

4.2. GÜVENLİK DESTEĞİ | 14

4.3. DİPLOMATİK DESTEK | 16

5. İRAN’IN SURİYE DESTEĞİNE BAKIŞ: DİRENİŞ VE Şİİ HİLALİ YAKLAŞIMLARI | 19

5.1. MEZHEPÇİ YAKLAŞIM VE “ Şİİ HİLALİ” SÖYLEMİ | 19

5.2. DİRENİŞ EKSENİ SÖYLEMİ | 21

6. İRAN – ESAD YÖNETİMİ İLİŞKİSİNİN SINIRLARI | 23

7. SURİYE MUHALEFETİ VE İRAN | 26

8. İRAN’IN SURİYE POLİTİKASININ BÖLGESEL ETKİLERİ | 29

9. İRAN’IN SURİYE POLİTİKASININ TÜRKİYE’YE ETKİLERİ | 32

10. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME | 36


ÖZET

Arap baharı ile başlayan toplumsal ve siyasal değişim süreci Ortadoğu’da egemen olan siyasal rejimlerin kimi yerlerde devrilmesine, kimi yerlerde de sarsılmasına neden olmuştur. Bu sürecin tetiklediği halk isyanları kısa süre içerisinde Suriye’ye de yayılmış ve bu ülkede hakim olan Baas rejimini 
tehdit etmiştir. Fakat Baas rejimi değişim talebiyle ortaya çıkan isyana karşı şiddet kullanarak mücadele etmek yoluna gitmiş ve bu yolda en büyük siyasi desteği İran’dan almıştır.

Yıllardır bölgede statükoya karşı çıkan ve bu nedenle “İslami uyanış” addettiği Arap baharını destekleyen İran yönetimi Suriye söz konusu olunca “statükonun” sürdürülmesinden yana tavır almıştır. İran’ın bu tavrı kimi çevrelerde mezhep ekseninde siyaset izlemesiyle izah edilmeye çalışılırken İran makamları 
tarafından İsrail’e ve ABD’ye karşı duran sözde direniş hattının müdafaası şeklinde savunulmuştur.

Farklı ideolojik boyutlarına karşın gerek mezhepçi yaklaşım, gerekse direniş hattı söylemi İran’ın bazı jeopolitik kaygılarına işaret etmektedir. Arap baharının tetiklediği değişim süreci bölgenin jeopolitik yapısında köklü değişikliklere yol açmış, dolayısıyla bölgesel ve küresel aktörlerin Ortadoğu politikalarını yeniden değerlendirmelerine neden olmuştur. Bu değişim süreci bölgedeki tek müttefiki 
olan Suriye’ye gelene kadar İran jeopolitik çıkarlarına hizmet ederken Suriye’deki muhtemel bir değişim İran’ın jeopolitik çıkarlarını tehdit etmektedir. Bu nedenle İran, Arap baharı Suriye’ye geldiğinde farklı bir tavır almıştır.

İran’ın bölgeye yönelik jeopolitik kaygıları ise ideolojik ve stratejik faktörler tarafından belirlenmektedir. İran’ın devrimci/ideolojik duruşu onun İsrail’i, ABD’yi ve bölgedeki Amerikan müttefiklerini “düşman” olarak görmesine neden olmaktadır. İran devriminden bu yana sözde düşmanları ile İran arasında ortaya çıkan gerginlikler ve çatışmalar, taraflar arasındaki karşılıklı husumet ilişkisine tarihsel bir boyut kazandırmıştır. Bu minval üzere son on yılda Ortadoğu’da İran ve müttefikleri ile Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Mısır, Ürdün gibi İran karşıtları arasında kamplaşma ve soğuk savaş ortaya çıkmıştır. Böyle bir ortamda İran’ın savunma stratejisinde Suriye ve Hizbullah ile geliştirdiği ittifak ilişkisi önemli bir yer edinmiştir. İran’ın savunma stratejisinde kritik öneme haiz olan Suriye’de ortaya çıkan isyanın İran’ın dostu Esad yönetiminin devrilmesini talep etmesi ve bölgedeki karşıtlarının da isyancılara destek vermesi İran yönetiminin isyancılara karşı Esad’a destek vermesine neden olmuştur.

İran yönetimi Suriye’deki gelişmeleri bölgesel gerginlikler ve hesaplaşmalar üzerinden okurken Türkiye’nin Suriyeli rejim muhaliflerinin yanında yer alması, iki ülkenin karşı taraflarda durmasıyla sonuçlanmıştır. Bununla birlikte her iki ülkede mevcut hükümetlerin Türkiye ile İran’ı doğrudan karşı karşıya getirecek eylem ve söylemlerden kaçındığı gözlemlenmektedir.

1. GİRİŞ

2011 yılına damgasına vuran “Arap baharı” ile başlayan toplumsal ve siyasal değişim ve dönüşüm süreci Ortadoğu bölgesinin jeopolitik yapısını büyük ölçüde değiştirmiştir ve değiştirmeye de devam etmektedir. Bu jeopolitik kırılma nedeniyle bölgesel ve küresel aktörler konumlarını yeniden değerlendirerek politikalarında önemli değişikliklere gitmiştir. Bununla beraber Arap baharının meydan okuması bölgede kimi yerlerde büyük bir dirençle karşılaşmıştır. 

Bu direnç noktalarından en önemlisi de Suriye’de ortaya çıkmıştır. Arap isyan ateşinin Suriye’ye sıçramasına ve kısa sürede yayılmasına rağmen bu ülkedeki Baas rejimi “direnmeye” devam etmektedir. Baas rejimi bu direnişi sırasında en büyük siyasi desteği İran’dan almaktadır. 

İran yönetimi 1979 İslam Devrimi’nden ilham aldığını iddia ettiği ve “İslami uyanış” diye adlandırdığı isyanları Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Bahreyn’de desteklemiştir.1 
İran yönetimi İslami uyanış çerçevesinde değerlendirse de buralardaki isyanların ortak özelliği statükocu, otoriter ve yozlaşmış yönetimlere karşı siyasal özgürlük, siyasal katılım, ekonomik ve sosyal adalet talebi ile tabandan gelen hareketler olmasıdır. Arap baharı sürecinde gerçekleşen devrimleri ve halk isyanlarını genellikle destekleyen İran yönetiminin yine otoriter bir rejime karşı “tabandan gelen isyan” karşısında Suriye rejimine destek vermesi zihinlerde birtakım sorulara yol açmaktadır. İran, Suriye isyanı karşısında neden farklı bir tutum almıştır? Diğer bir deyişle, İran’ın isyan karşısında Suriye rejimine destek vermesinin nedenleri nelerdir? Bu sorularla bağlantılı başka bir soru daha ortaya çıkmaktadır: İran’ın Suriye’ye verdiği desteğin kapsamı nedir ve ne zamana kadar devam edecektir?

Bu çalışmada Arap baharı sürecinde İran-Suriye ilişkilerinin analiz edilmesi suretiyle yukarıdaki sorulara cevaplar bulunması hedeflenmiştir. Bu amaçla öncelikle iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin temelleri, İran’ın Suriye isyanı karşısındaki tutumu ve Esad yönetimine verdiği desteğin mahiyeti incelenmiştir. Ardından İran’ın Esad yönetimine verdiği desteği açıklamaya dönük yaklaşımlar ile İran-Suriye ilişkilerindeki sorunlar ele alınmıştır. Son olarak Arap baharı sürecinde İran’ın Suriye politikasının bölgeye ve Türkiye’ye yansımaları tartışılmıştır. 

2. İRAN-SURİYE İLİŞKİLERİNİN TEMELLERİ

Mart 2011’de Suriye’de neredeyse elli yıldır hâkim olan Baas rejimine karşı isyanın çıkmasından sonra Beşar Esad yönetimine destek veren ülkelerin başında İran gelmektedir. İranlı yetkililerin son zamanlarda yaptığı açıklamalar dan anlaşıldığı kadarıyla İran’ın Esad’a verdiği desteğin önümüzdeki günlerde de sürmesi beklenmektedir. 
Bu süreç, bölgede en uzun süreli ittifak olan İran-Suriye stratejik işbirliğinin ne kadar güçlü olduğunu bir kere daha göstermiştir. İran ile Suriye arasındaki ilişkilerin neden bu kadar güçlü ve uzun soluklu olduğunu anlayabilmek için iki ülke arasındaki işbirliğini destekleyen tarihsel, ideolojik ve stratejik temellerin incelenmesi gerekmektedir. Zira bu arka plan, İran’ın süregelen Suriye politikasında belirleyici faktörlerden birisi olmuştur.

İran-Suriye dostluğu İran devrimi ile başlasa da İranlı devrimciler ile Baas rejimi arasındaki ilişkiler daha öncesine dayanmaktadır. İmam Musa Sadr başta olmak üzere İranlı İslamcı devrimcilerin bir kısmı, İran devrimi başlamadan önce, Lübnan iç savaşından mağdur olan Şiilere yardımcı olmak ve İsrail’e karşı savaşmak için Lübnan’a gitmiş ve orada Hafız Esad yönetimindeki Suriye’den destek almıştır. İranlı devrimciler ile Esad arasındaki ilişki devrim sırasında ve sonrasında da sürmüştür. Nitekim Suriye, devrim sonrası İran’da yeni rejimi tanıyan ilk ülkelerden birisi olmuştur.2

İlk bakışta İslamcı İran ile sosyalist-milliyetçi Baas rejimi arasında ortaya çıkan yakınlaşma tuhaf gibi görünse de her iki ülkede hâkim olan ideolojiler arasında ortak bir yön vardır. Farklı kaynaklardan beslenmesine ve farklı hedeflere matuf olmasına rağmen Siyonizm ve Amerikan karşıtlığı devrimci ve İslamcı İran ile Baas rejimi yönetimindeki Suriye’yi aynı noktada buluşturmuştur. Üstelik Mısır’ın Camp David süreciyle İsrail’e karşı “direniş cephesi”nden ayrılması ve Irak ile arasındaki gerginlikler nedeniyle Suriye’nin kendisini İsrail karşısında yalnız hissetmeye başladığı bir dönemde gerçekleşen İran devrimi, Esad yönetimi tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Devrimci İran’ın Filistinli direniş örgütleri ile temas kurmak ve devrim ihraç etmek suretiyle Siyonizme 
karşı mücadelede bilfiil aktif rol oynamaya başlaması, hâlihazırda İsrail’e karşı defalarca savaşa girmiş, topraklarının bir kısmını kaybetmiş ve ülkesini direniş örgütlerine açmış Suriye’yi doğal bir dost haline getirmiştir.3 İdeolojik ortaklığın yanı sıra İran ile Suriye arasında kayda değer sorun olmaması da bu dostluğun uzun süreli olmasında etkili olmuştur.4 Devrim ihracı politikasının zirvede olduğu dönemlerde dahi İran’ın Suriye’ye karşı bu siyaseti izleme yoluna gitmemesi, iki ülke arasında ortaya çıkması muhtemel pürüzleri önlemiştir.

< Arap baharı sürecinde gerçekleşen devrimleri ve halk isyanlarını genellikle destekleyen İran yönetiminin yine otoriter bir rejime karşı “tabandan gelen isyan” karşısında Suriye rejimine destek vermesi zihinlerde birtakım sorulara yol açmaktadır. >

Siyonizm ve Amerikan karşıtlığı temeli üzerine inşa edilen İran-Suriye dostluğu, iki devletin stratejik çıkarlarının örtüşmeye başlaması ve ortak tehditlere karşı işbirliği yapmaları nedeniyle ittifaka dönüşmüştür. İran-Suriye ilişkilerinin stratejik bir ittifaka evrilmesi sürecindeki dönüm noktalarından birisi, her iki ülkenin de Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak ile karşı karşıya gelmiş olmasıdır.5 Baas Partisinin Suriye ve Irak kolları arasında ortaya çıkan “ideolojik” fikir ayrılıkları ve iki ülke arasındaki bölgesel rekabetten dolayı Saddam Hüseyin yönetimi ile ilişkileri bozulmuş olan Esad yönetimi, Irak 
askeri güçlerinin Eylül 1980’de İran’a saldırması üzerine İran’a destek vermiştir. Esasında aralarındaki husumetten dolayı Saddam Hüseyin’i dengelemek üzere Esad’ın İran’a verdiği bu destek, birkaç açıdan önemli olmuştur. Bir kere büyük güçlerle ilişkilerinin bozulması nedeniyle silah temininde güçlük çeken İran, Suriye üzerinden Doğu bloku menşeli silahları transfer edebilmiştir. İkincisi, Suriye’nin petrol boru hattını kapatmak suretiyle Irak’ın petrol ihracatına darbe vurması, Saddam Hüseyin’in savaşı sürdürmek için ihtiyacı olan maddi kaynakları zayıflatmıştır. Son olarak, Saddam Hüseyin’in İran-Irak savaşını bir Arap-Fars çatışması olarak lanse etmeye çalışmasına karşın Suriye’nin 
İran’ın yanında yer alması, bu propagandanın etkisini azaltmıştır. Bu desteğine karşılık Suriye, 1982-85 yılları arasında İran’dan ucuz petrol ile bir miktar maddi yardım almıştır.6

Temmuz 1982’de İsrail’in Lübnan’ın güneyini işgal etmesi Suriye-İran ilişkilerini perçinleyen bir başka faktör olarak ortaya çıkmıştır. Suriye açısından Lübnan’ın işgali, İsrail tarafından kuşatılmak anlamına gelmiştir. Bu yüzden Suriye, İsrail’e ve İsrail ile işbirliği yapan Beşir Cemayel hükümetine karşı Lübnanlıları seferber etmek istemiştir. Lübnanlı Şiilerin İsrail’e karşı seferber edilebilmesi için Suriye, ideolojik ve lojistik desteğe ihtiyaç duymuştur. İran ise Lübnan’a giderek İsrail’e karşı direnişçilere destek vermeyi, devrimci ve manevi bir sorumluk olarak görmüştür. Ayrıca, bu sayede Lübnan’a devrim ihraç edebileceğini ve Siyonizme karşı mücadelede önemli bir üs kazanabileceğini düşünmüştür.7 Bu noktada Suriye, İran’ın Lübnanlı Şiilere ulaşmasını engelleyebilir veya kolaylaştırabilirdi ki, Esad yönetimi ikinci yolu tercih etmiştir. Böylece, farklı beklentilerle 
de olsa ortak düşmana karşı mücadelede işbirliği, Suriye ile İran arasındaki 
ilişkilerin en önemli temellerinden birini oluşturmuştur.

< Farklı kaynaklardan beslenmesine ve farklı hedeflere matuf olmasına rağmen Siyonizm ve Amerikan karşıtlığı devrimci ve İslamcı İran ile Baas rejimi yönetimindeki Suriye’yi aynı noktada buluşturmuştur. >

İran, devrim ihraç etme ve İsrail’e karşı mücadele siyaseti dâhilinde, Suriye ise Lübnan’da etkinliğini sürdürmek ve İsrail’e karşı denge sağlamak amacıyla Lübnanlı Şiilere destek vermek üzere uzlaşmıştır. Bu uzlaşı, İslam Devrimi Muhafızları Ordusu’ndan küçük bir birliğin Suriye üzerinden Lübnan’a girmesi ve orada Hizbullah’ı organize etmesiyle sonuçlanmıştır. Giderek Lübnan Şiileri arasında etkinliğini artıran Hizbullah, hem Suriye’nin hem de İran’ın Lübnan’daki nüfuz unsuru ve ortak siyasi değerlerinden birisi olmuştur. 

1990’ların ilk yarısında başlayan “Ortadoğu Barış Süreci”ne Suriye’nin dâhil olması, İran-Suriye ittifakının “sallanmasına” ve öneminin azalmasına neden olmuştur. Suriye’nin bu görüşmelerde İran, Hizbullah ve diğer direniş örgütleriyle ilişkilerini pazarlık unsuru olarak kullanması, iki ülke liderleri arasındaki güveni sarsmıştır. Bu süreçte İran’ın en büyük endişesi, Suriye’nin Golan’dan çekilmesi karşılığında İsrail ile anlaşma yapmasıydı. İran açısından bakıldığında Suriye ile İsrail arasında sağlanacak başarılı bir anlaşma, Hizbullah’ın ve Filistin direniş örgütlerinin silahsızlandırılarak kontrol altına 
alınması anlamına geliyordu ki böyle bir gelişme İran’ın bölge siyasetinin temellerini sarsabilirdi.8 Bununla birlikte aynı dönemde Haşimi Rafsancani liderliğindeki İran dış politikasında pragmatizmin yükselmesi ve Batı ile ilişkilerini geliştirme arayışına girmesi, İran’ın Suriye’ye karşı sert tepki göstermesini önlemiştir. 

Barış sürecinin sonuçsuz kalması ve zamanla hem İran’ın hem de Suriye’nin Batı ile ilişkilerinin bozulması, iki ülke arasındaki ittifakın yeniden canlanmasına neden olmuştur. Özellikle 2003 yılından sonra her iki ülkeye yönelik olarak Amerikan tehditlerinin artması, özü itibariyle Amerikan karşıtı olan bu ittifakı güçlendirmiştir. Şubat 2005’te Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesinden Suriye’nin sorumlu tutulması, Beşar Esad yönetimi üzerindeki uluslararası baskının artmasına neden olmuştur. Aynı dönemde İran’da cumhurbaşkanı olan Mahmud Ahmedinejad’ın dış politikada Siyonizm 
karşıtlığı üzerinden radikal bir söylem benimsemesi ve İran nükleer programından kaynaklanan sorunda kendinden önceki yönetimin uzlaşmacı yaklaşımını terk etmesi, İran ile Batılı ülkeler arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olmuştur. Böylece hem Suriye hem de İran üzerinde artan uluslararası baskılar, iki ülkeyi birbirine daha çok yaklaştırmıştır. 

Giderek güçlenen İran-Suriye ittifakının yanı sıra 2005’ten sonra Irak’ta İran ile bağlantılı Şii siyasi hareketlerin etkili olduğu hükümetlerin kurulması, Ortadoğu’daki güç dengesinin bu ülke lehine değişmesine neden olmuştur.9 Bölgesel güç dengesinin bu şekilde değişmeye başlaması, İran’ın Şii hilali oluşturarak bölgede kendi hegemonyasını kurmaya çalıştığından endişelenen, Batı ile iyi ilişkilere sahip, geleneksel ve statükocu Arap rejimlerini rahatsız etmiştir. Aynı dönemde İran’ın nükleer programı ile füze programlarının hızla ilerlemesi bu ülkelerin rahatsızlığını daha da artırmıştır. Bunun üzerine, Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri, Ürdün ve Hüsnü Mübarek 
yönetimindeki Mısır, İran’ın bölgede yükselişini durdurmak için yeni arayışlara girmiştir. 

<  İran açısından bakıldığında Suriye ile İsrail arasında sağlanacak başarılı bir anlaşma, Hizbullah’ın ve Filistin direniş örgütleri nin silahsızlandırılarak kontrol altına alınması anlamına geliyordu ki böyle bir gelişme İran’ın bölge siyasetinin temellerini sarsabilirdi. >

Böylece bir tarafta kendilerine “direniş cephesi” diyen İran, Suriye ve Hizbullah, diğer tarafta statükocu Arap rejimleri, yani Körfez ülkeleri, Ürdün ve Mısır, olmak üzere bölgede iki rakip kutup şekillenmeye başlamıştır.10 Ortadoğu’daki bu kutuplaşma, İsrail’in Temmuz 2006’da Lübnan’a saldırması ve Aralık 2008’de Gazze’ye düzenlediği askeri operasyon esnasında net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Statükocu Arap rejimleri Hizbullah’ı ve Hamas’ı İsrail saldırılarını provoke etmekle ve İran’ın uydusu gibi davranmakla suçlarken İran ve Suriye, bu örgütlerin mücadelesine “direniş” çerçevesinde destek belirtmiştir. 

Şubat 2010’da Ahmedi nejad’ın Şam’a yaptığı ziyaret sırasında İran, Suriye ve 
Hizbullah arasındaki sıkı ilişki ve dayanışma bir kez daha ilan edilmiştir.11

Bölgede ortaya çıkan bu kutuplaşma, Arap baharı sürecinde İran’ın Suriye’ye verdiği desteğin anlaşılmasındaki önemli hususlardan birini teşkil etmektedir. Zira Suudi Arabistan ve Katar başta olmak üzere statükocu Arap rejimlerinin Esad yönetimine karşı Suriyeli isyancıları desteklemesi, İran tarafında “direniş cephesi”ne yapılan yeni bir saldırı olarak değerlendirilmiştir.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***