18 Mayıs 2020 Pazartesi

GÜNEY GÜVENLİĞİ VE ENERJİ JEOPOLİTİĞİNİ İNCELEME KAFKASUS: BİR TÜRK PERSPEKTİFİ

GÜNEY GÜVENLİĞİ VE ENERJİ JEOPOLİTİĞİNİ İNCELEME KAFKASUS: BİR TÜRK PERSPEKTİFİ




Türkiye’nin Güney Kafkasya’nın Güvenliğine ve Enerji Jeopolitiğine Yaklaşımı 
Atilla Sandıklı* , 
Erdem Kaya** 
* Doç. Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı (BİLGESAM)
** BİLGESAM Araştırma Koordinatörü
ULUSLARARASI GÜVENLİK KONGRESİ - 2013 KOCAELİ..

ÖZET;


Avrupa-Atlantik güvenlik koşulları doğuya doğru genişlemesi Rusya’nın Karadeniz havzasında sınır komşularına bakınca duraksamış ve 2008 sonrası sayfada Kremlin'in Güney Kafkasya’daki nüfuzu belirgin biçimde artmıştır. Bu dönem Güney Kafkasya’da Dağlık Karabağ anlaşmazlığında, Gürcistan’ın ayrılıkçı bölgeleri Abhazya ve Güney Osetya'da yeni gerçeklikler meydana getirmiş, Batılı aktörlerin bölgedeki etkinlikte nispeten zayıfladığı gözlemlenmiştir. Azerbaycan'a karşı Rusya’nın himayesinde bulunan Ermenistan, Dağlık Karabağ ve burada işgali sürdürmekte, Batılığında bu anlaşmazlık kapsamındaki yaklaşımları Erivan’ı tutumunu gözden geçirmeye sevk edebilecek bir baskıya dönüşmüyorum.

   Rusya’nın bu bölümünde Nabucco projesinin gerçekleştirilmesi imkânsız kılmesi ve Güney Kafkasya’daki enerji jeopolitiğinde farklı açılımlara ve girişimlere  zemin hazırlanmıştır.

Giriş

Güney Kafkasya, küçük devletler ve daha büyük bölgesel bölgelerle kendine özgü ortamı nedeniyle Avrasya jeopolitiğinde Orta Asya ile enerji zenginliğini 
birbirine bağlayan güçlerin kritik bir yeri var Hazar havzası Anadolu ve Karadeniz havzası. Ortaya çıkan güvenlik riskleri çözümlenmemiş anlaşmazlıklar ve enerji 
taşıma yolları üzerindeki rekabetten Hazar havzasındaki kaynaklar bu bölgeyi çevredeki bir sıcak nokta yapıyor bölgesel güçler ve Batılı devletler.


Güney Kafkasya Haritası

Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarını işgali, çatışma ve Güney'de kalıcı barış ve istikrarın tesis edilmesine engel Kafkasya. Ne BM Güvenlik Konseyi kararları 
ne de Batı eyaletleri’nin katılım Erivan üzerinde pozisyonunu revize etmek için gerekli baskıyı yarattı Rusya’nın Ermenistan’ın uzlaşmazlığına karşı olumlu tutumu  sayesinde. Ermenistan'ın Azerbaycan ve Erivan’ın 1915’le ilgili iddialarına karşı Talysh politikasını geliştirdi Türkiye'ye karşı 2015'e yönelik olaylar ve hedefler, Önümüzdeki yıllarda Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri. Diğer büyük güvenlik Güney Osetya ve Abhazya'nın Rusya olarak statüsü üzerindeki çatışmalarda  risk gizleniyor bu iki bölgedeki ayrılıkçı eğilimleri desteklemeye devam ediyor. Böylece Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki gerilimin potansiyel yükselmesi ve olası Gürcistan'ın parçalanması, bölgenin karşı karşıya olduğu en büyük güvenlik riskleri olarak varlığını sürdürmektedir.

   Enerji rekabeti esas olarak Rusya ve Batı devletleri arasında Güney Kafkasya Hazar petrolünün işletme ve dağıtım yollarına odaklanmıştır ve gaz. 

Soğuk Savaş sonrası dönemde Batılı şirketler egemen oldu Azerbaycan petrol ve gaz rezervlerinin işletilmesi ve nakliyesinde yatırımcılar Rusya Kazak, Özbek ve 
Türkmen enerji kaynakları üzerindeki etkisini sürdürdü. Bakü-Supsa petrol boru hattı, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı, Bakü-Tiflis-Erzurum gazı boru hattı, Azerbaycan'ın enerjisini Türkiye'ye taşıyan üç ana boru hattı ve Rus kontrolü olmayan uluslararası pazarlar. Üzerinde devam eden rekabet ile
Azerbaycan enerjisine ek olarak Kazak petrolü ve Türkmen gazı dağıtım yolları Güney Kafkasya dünya enerji piyasasında ön plana çıkıyor.

Rusya’nın Güney Kafkasya’da artan etkisi ile 2008 Rusya-Gürcistan Savaşı ve Batı'nın katılımını zayıflatan, çatışmalar ve enerji jeopolitiği nedeniyle ortaya çıkan  güvenlik risklerini yeniden değerlendirmek bölge.

1. Rusya'nın Güney Kafkasya'ya Dönüşü

Sovyet sonrası alanı yurtdışına yakın olarak tanımlayan Rusya, Güney Kafkasya devletleri üzerindeki etkisi, Avrupa-Atlantik güvenlik sistemi ve Batı liderliğindeki  demokratikleşme hareketleri bölgesi. Moskova Sepa'yı destekledi Gürcistan'daki ratist hareketler geri dönmeye devam etti dolaylı olarak Ermenistan'ın Azerbaycan  topraklarını işgali ve Hazar petrol ve gazını uluslararası pazarlara taşıyarak Rus toprağı. Vladimir Putin’in liderliğinde, Rusya’nın Sovyet sonrası alan ivme kazandı. 

   2002'de Rusya, Ermenistan ile birlikte, Kolektifi Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan kurdu Askeri bir ittifak olarak Güvenlik Anlaşması Örgütü (CSTO). 

Üyeleri CSTO, topraklarını üçüncü tarafların askeri üslerine ancak diğer üyelerin rızası ve diğer ittifaklara katılmama.

2008 Rusya-Gürcistan Savaşı Moskova’nın bölgeye dönüşünü Savaşı gösterdi ki Rusya silahlı kuvvete karşı girişimlere karşı yakınlardaki Avrupa-Atlantik sistemi ile  entegrasyonu. İddia edilebilir ki Saakaşvili hükümetinin Gürcistan'ı bir NATO üyesi yapma niyeti Kremlin’in Rusya’nın Avrupa-Atlantik güvenliği tarafından ele 
alındığına dair endişeleri sistemi. Gürcistan aleyhindeki kampanyayı takiben Rusya, yurtdışındaki askeri üsler ve deniz kuvvetlerinin geliştirilmesi. 
Moskova ve Erivan, Gumry askeri üssünü genişletmeyi ve üssün kullanımını uzatmayı kabul etti Rus ordusu tarafından 2044'e kadar. Taraflar ayrıca Rus ordusunun Ermeni sınırlarını korumak. Ermenistan, bu anlaşmalar yoluyla Moskova’nın Güney Kafkasya ve Kremlin’deki stratejik dayanağı Bölgeyi Rus nüfuz alanı içinde tutma  amacı. Tanıdıktan sonra bağımsızlığı, Rusya da Abhaz kıyılarında bir deniz üssü inşa etmeye başladı Karadeniz 2 Rusya Avrupa-Atlantik güvenlik sisteminin  genişlemesine karşı imzasını sürdürdü.

Suriye krizine karşı tutumu. Rusya, büyük Müslümanlarının olası tepkilerine rağmen kriz sırasında ve Güvenlik'te Esad rejimini askeri olarak destekledi
Konsey, daha sonra kullanılabilecek hükümler de dahil olmak üzere taslak kararları veto etti. rejime karşı müdahale için yasal zemin. Donanmasını kaybetme endişesi Akdeniz'deki tek Rus üssü Tartus'taki üs, Moskova yakın ödedi Esad rejiminin hayatta kalması için gerekli araçlara dikkat edin. Son olarak, Kırım, Kremlin’in  huzursuzluk ve gizlice işgal etme potansiyelini gösterdi önemli Rus nüfusunun olduğu yerler. Rusya’nın Ukrayna Baltık ülkelerinde endişelerini artırdı ve geri kalanı  için bir örnek oluşturdu.

Güney Kafkasya da dahil olmak üzere Sovyet sonrası bölgeler. 2008 sonrası dönemde, Rusya, Rusya'nın yerleşimi için vazgeçilmez bir aktöre dönüştü.
Güney Kafkasya'daki anlaşmazlıklar. Ermenistan'daki müstahkem üsleri ile Rusya devam ediyor Açıkçası ilan edilmese de, Erivan için ana güvenlik garantörü olmak Azerbaycan ve Türkiye. Birlik varlığı ve rakipsiz etkisi sayesinde Abhazya ve Güney Osetya, Rusya'nın karar konusunda son sözü var gibi görünüyor Gürcistan ile süreçler. Gürcistan'daki 2013 cumhurbaşkanlığı seçimleri de Kremlin bu ülkedeki iç siyaseti şekillendirebilir ve Rus yanlısı aktörlerin iktidara gelmesi.

1.1. Rusya’nın Enerji Stratejisi

Rusya’nın stratejisi Hazar enerji kaynaklarının uluslararası pazarlar. 
Bu stratejinin yanı sıra, Moskova alternatiflere karşı çıkıyor Hazar enerji kaynaklarını farklı yollardan transfer etmek için boru hattı projeleri. İçinde bu açıdan Rusya, Türkiye'ye gaz ihraç etmek için Güney Akımı boru hattı 
projesini gerçekleştiriyor.

Avrupa ülkeleri Karadeniz üzerinden ve Nabucco projesini neredeyse başarmak imkansız. Türkiye de dahil olmak üzere Avrupa ülkeleri, enerji ihtiyaçları Rus arzından. Avrupa ülkelerinin bağımlılığı Rusya'nın enerji ihracatı yaklaşık yüzde 40'tır. Bu bağımlılık oranı yaklaşık Avrupa'daki bazı ülkeler için yüzde 90.

Nabucco projesinin ölümünden sonra South Stream ve Nord'un ortaya çıkışı Akış projeleri, Rusya’nın enerji stratejisinin sonuçlarıdır. Moskova çalışıyor doğal gazı sağlayarak ve Avrupa'yı koruyarak AB üzerindeki ağırlığını korumak Rusya’nın hidrokarbon kaynaklarına bağımlı ülkeler. Sınırlı tepki Avrupa ülkeleri Kremlin'e verdi Kırım krizi sonrasında bekleniyor Rusya'ya enerji bağımlılıklarının sonucu. Bu noktada da not edilmelidir Rusya'nın da enerji kaynaklarını ihraç etmek için Avrupa ülkelerine bağımlı olduğu.

Ancak kısa vadeli Moskova farklı Avrupa yaptırım yeteneğine sahiptir Bir ekonomiyi bir enerji kaynağından uyarlamak bir gecede iş olmadığı için ülkeler
başka bir. Alman endüstrisi büyük ölçüde Rus doğal gazına ve endüstri odaklı Alman ekonomisi AB ekonomisinin lokomotifidir.

1.2. Avrasya Birliği

Rusya Federasyonu Gümrük Birliği sürecini başlattı. Büyüyen Batı ve Çin'i engellemek için Avrasya Birliği'nin kurulması Sovyet sonrası alanda nüfuz. 
AB’nin Doğu Avrupa ve Güney Kafkasya'daki ülkeler ve Çin’in genişleyen ekonomik Orta Asya'ya etki alanı Moskova'daki endişe kaynaklarıdır. Vasıtasıyla
Avrasya Birliği projesi, Rusya AB'nin Karadeniz'e bir alternatif geliştirdi Sinerji ve Doğu Ortaklığı Programı ve Merkezi Asya ülkeleri Çin etkisine karşı. 

Avrasya Birliği projesi Kremlin'in Sovyet sonrası topraklardaki tünele hükmetmeyi amaçladığını gösteriyor sadece politik açıdan değil, aynı zamanda ekonomik  açıdan da Güney Kafkasya'daki ülkeler arasında bugüne kadar sadece Ermenistan Gümrük Birliği'ne ve ardından Avrasya Birliği'ne katılacak. Bununla
kararı Ermenistan, Moskova liderliğindeki ortak ile daha derin entegrasyonu tercih etti AB ile entegrasyon piyasası. Arkasındaki temel motivasyonun
Erivan’ın kararı, toprak iddialarını Azerbaycan’a karşı değil Avrasya Birliği'nden beklenen ekonomik faydalar. İmzalayan AB ile kapsamlı serbest ticaret anlaşması  yapan Tiflis, Gürcistan birliğe katılmayı düşünmüyor. Azerbaycan, önerisi, Bakü’nin önceliğinin Batı kurumlarıyla entegrasyon olduğuna dikkat çekti
ve Dünya Ticaret Örgütü'ne halen devam eden bir katılım süreci olduğunu.3
Avrasya Birliği'nin 2015 yılında Rusya, Kazakistan, Belarus ve Ermenistan bugünkü üyeler ve sonrasında Kırgızistan ve Tacikistan'ın Birliğe girmesi bekleniyor. 

Ukrayna ile Kırım krizi nedeniyle, Avrasya Birliği’nin genişleme süreci Kiev olmadan devam ediyor gibi görünüyor. Sendika, küresel bir aktör olarak kabul edilecek  kadar büyük olamazdı.4 Ancak, muhtemelen Rusya Federasyonu'nun diğer Sovyet sonrası ülkeler üzerinde daha fazla baskı yapması bekleniyor
Birliğe katılımlarından dolayı Gürcistan ve Azerbaycan dahil ülkeler.

2. Güney Kafkasya'da Batı'nın Katılımı

ABD ve Avrupa Birliği Güney'de nüfuz sahibi olmaya gayret etti Soğuk Savaş sonrası dönemde bölgeye hem güvenlik hem de enerji alemleri. Bölgenin Rus 
topraklarına yakınlığı, ABD ve Kremlin’in kontrolünden bağımsız alternatif enerji yolları projeleri Avrupa ülkeleri için bir fırsat olarak ortaya çıktı. Güney Entegrasyonu  rağmen Avrupa-Atlantik güvenlik sistemine sahip Kafkasya'nın bundan daha zor olduğu ortaya çıktı Azerbaycan ve Gürcistan Batı yönelimlerini korudular.

Rusya ile daha bağımsız ilişkiler.

Sovyet sonrası Güney Kafkasya'da ABD demokratikleşmeyi destekledi ve Demokrasi Örgütü'nün kurulmasını teşvik etti ve Azerbaycan ve Gürcistan'ın katılımıyla  Ekonomik Kalkınma (GUAM) Ukrayna ve Moldova'nın yanında. NATO’nun Ortaklık Barış programı dahil Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan ile ittifak arasındaki  etkileşimi artırdı ve bu ülkelerin askerleri. 11 Eylül saldırılarının ardından ABD, Karadeniz'de “güvenlik boşluğu” var ve Operasyonu genişletmeye çalıştı Karadeniz'de Aktif Akdeniz (Akdeniz'de konuşlandırılan). 2003 yılında, ABD, Azerbaycan ve Kazakistan ile birlikte Hazar Muhafız Girişimi'ni kurdu Hazar Denizi'nde petrol taşımacılığının güvenliğini sağlamak. Renkli ile Ukrayna ve Gürcistan'da ve Romanya’nın ve Bulgaristan’ın katılımıyla devrimler 2004' te NATO'ya ve 2007'de AB'ye, Karadeniz'deki Batı etkisi gözle görülür.

Hazar Denizi bölgesinde ABD, azaltmak için tasarlanan projeleri destekledi Avrupa'nın Rus enerji kaynaklarına bağımlılığı. ABD yetkilileri Hazar enerji kaynaklarının temini konusunda Rus tekeli ve yeni destek Hazar petrol ve gazını taşımak için Bakü-Tiflis-Ceyhan ve Nabucco gibi tedarik yolları Avrupa ve dünya pazarları. ABD şirketleri petrol ve doğal gaz sektöründe gibi Hazar havzasında sondaj ve üretim projeleri. 

Benzer şekilde AB de enerji kaynaklarını çeşitlendirmek, alternatif transfer yolları arayışında Rus toprakları. Bu nedenle Birlik BTC ve Nabucco'yu destekledi projeleri ve Avrupalı ​​ şirketler enerji üretimi ve nakliyesinde Hazar havzasında projeler.

Batı Katılımı mı İstiyor?

2008 sonrası dönemde Güney Kafkasya'daki gelişmeler Batı etkisinin azaldığına dair göstergeler. Rusya’nın artışının aksine bölgedeki uyuşmazlıkların ağırlığı, 
ABD ve AB çekimser kaldı olayların gidişatını değiştirme eylemi. Üç, gözlemciler Batı etkisinin azaldığını düşünüyorlar. 

   Birincisi 2008 yazında meydana gelen  savaşın hemen sonucu. Rusya- Gürcistan Savaşı, Güney Kafkasya'daki ülkelerin güvenliğinin olmadığını gösterdi
Rus saldırganlığına karşı güvence. Bölgedeki ülkeler Avrupa-Atlantik güvenlik sistemi ile entegrasyonun Rusya'ya karşı bağımsızlığını korumak. Bununla birlikte,  2008'deki savaşın ardından, Güney Kafkasya'daki Batılı yanlısı aktörler bu mahkumiyeti gözden geçirebilirdi Rusya'ya karşı çalışan bir kolektif güvenlik sisteminin  gerçek dışı.

İkinci büyük neden, uluslararası toplumun bölgedeki anlaşmazlıklar. Mevcut küresel ve bölgesel dengeler göz önüne alındığında, BM sistemi Güney Kafkasya'da hiçbir şeyi çözmez. BM Güvenlik Konseyi aleyhinde alınan kararlar Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali Erivan’ın duruşunu etkilemedi
ve istilada ısrar. Keza AGİT Minsk Grubu da tarafları bir anlaşmaya getirmek. Minsk Grubu Eş Başkanları -ABD, Rusya ve Fransa- Ermenistan'ı işgaline son 
vermek için baskı yapmaya istekli değil Dağlık Karabağ'ın çevre bölgelerinde bile. AGİT'in verimsizliği Azerbaycan tarafını Moskova'dan destek veya en azından  tarafsızlık almaya zorlar, Rusya ve Rusya arasındaki yakın yakınlığı Ermenistan'ı dikkate alıyor. Abhazya ve Güney Osetya davalarında yetersizlik BM sisteminin ve  AGİT'in de belirgindir. Rusya, kendi barış güçlerini koyarak 1990'ların başından itibaren, bu iki ayrılık bölgesinin bağımsızlığı. Rusya’nın arabuluculuk ve bölgedeki barışı koruma misyonları böylece BM sistemini güçsüz kılıyor ve etkisiz 

Üçüncü ana neden Amerika'nın Dağlık Karabağ anlaşmazlığı konusundaki tutumudur. ABD, Ermenistan yanlısı Dağlık Karabağ konusundaki tutumunu sürdürüyor Azerbaycan topraklarında devam eden Ermeni işgaline ve BM Güvenlik Konseyi işgal karşıtı kararlar. Ermeni lobileri ABD Washington’un konumunu şekillendiriyor ve  Dağlık Karabağ anlaşmazlığında Amerikalı politika yapıcılar. Bakü’nin Washington’un 11 Eylül sonrası dönemde terörle mücadele politikası ve Kuzey Dağıtım  Ağına ve malzemeden tedariklerde katkı Afganistan Washington’un tutumunu değiştirmedi. ABD tercih etmeye devam etti Ermeni, Azerbaycan'ın toprak  bütünlüğüne ilişkin meşru kaygıları üzerine çıkar.

Bakü ile Washington arasındaki enerji alanında istikrarlı işbirliği Güney Koridoru projelerinde kilit rol ve İsrail’in enerji güvenliğine katkı ABD'li politika yapıcıların anlaşmazlık konusundaki tutumlarını da değiştirmedi.

3. Türkiye'nin Konumu ve Endişeleri

Soğuk Savaş sonrası dönemde sicili göz önüne alındığında, Türkiye, Güney Kafkasya'da güvenlik ve enerji rekabeti. NATO olarak Türkiye üyesi ve Rusya ile iyi ilişkileri olması giderek daha fazla Azerbaycan ve Gürcistan ile stratejik ilişkileri sayesinde bölge. olmasına rağmen Ankara’nın Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirme girişimi, bölgede beklenen güven artırımı ve Ankara ve Bakü, Türkiye ve Azerbaycan kısa sürede toparlandılar ikili sağlam bağ ve ortak projelere başladı. Türkiye, Güney Kafkasya ulusal güvenliği için kritik öneme sahip Bölgedeki ülkeler, toprak bütünlüklerinin korunması ve Dağlık Karabağ, Abhazya'daki uzun süreli çatışmaların barışçıl çözümü ve

Güney Osetya.

Batı'nın zayıf katılımı ve Rusya’nın güneye dönmesi Kafkasya, Türkiye arayışında hem zorluklarla karşılaşabilir hem de fırsatlara sahip olabilir Bölgedeki anlaşmazlıkları çözmek için. Rusya şu anda bölgede baskın güç ve Kremlin’in rızası olmadan kalıcılık için zemin hazırlamak oldukça zor görünüyor bu çatışmalara çözümler. 

Bununla birlikte, aynı zamanda Abhazya'nın hayatta kalması ve Güney Osetya büyük ölçüde Moskova'ya ve birkaç ülke dışında Rusya'nın yanında hiçbir devlet ya da uluslararası örgüt bağımsızlığı tanımadı bu varlıkların. Azerbaycan ve Ermenistan arasında giderek artan gerilim sürdürülebilir değil ve Ermenistan’ın Rusya’ya bağımlılığı sonsuza dek süremez. Bunlar çatışmalar nihai bir uzlaşma gerektirir.

Türkiye, çatışan taraflarla olan olumlu ilişkilerini kullanarak Gürcistan'ın ayrılıkçı bölgelerinde, Abhazya'da ve Güney Osetya'da arabuluculuk yapmak. Ankara
Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün ve özellikle Abhazya ile iyi ilişkilerin lehine. Türkçeye yönelik yeni adımlar atmanın verimli olup olmayacağı konusunda şüpheler var.

2009 deneyiminden sonra Ermeni normalleşmesi. Türk-Ermeni ilişkileri sadece Dağlık Karabağ sorununun çözümüne paralel olarak normalleştirilmelidir.
Bununla birlikte, Ermenistan'ın işgal altındaki topraklardan çekilme planı yoktur ve Türkiye'ye karşı 1915 olaylarıyla ilgili iddialardan vazgeçti. 

Bunun yerine Ermenistan ve İran, yeni bir etnik sorun yaratmak için Talysh ayrılıkçılığını 5 destekliyor Azerbaycan. Ermenistan, Amerika ve Avrupa'daki 
diasporanın yanı sıra 1915 olayları kısa vadede ve uzun vadede tazminat almak için soykırım olarak Türkiye'den bölge kazanmak için. Ermeni tarafından kullanılan  irredentist söylemler 6 yetkililer şu anda romantik gelebilir, ancak bu söylemler gelecekteki ulusal hedeflere eğilim.

Türkiye'nin Güney Kafkasya'daki bir diğer güvenlik sorunu da PKK / KCK olabilir Ermenistan ve Dağlık Karabağ'da faaliyet göstermektedir. İle yoğun işbirliği
ASALA geçmişte eğitim, uluslararası ağ oluşturma ve silah alımında, PKK / KCK terör örgütü temel olarak fon toplama ile uğraşıyor görünüşte sivil kurumlar 
kisvesi altında faaliyet göstererek Ermenistan'daki faaliyetleri, dernek ve vakıflar. Bazı Ermeni siyasi partileri Taşnaksutyun'un (Ermeni Devrimci Federasyonu-ARF)  bağlantıları olduğu biliniyor PKK / KCK ile. Kürt milliyetçi anlatılarını kullanan terörist PKK / KCK da Ermenistan'da Yezidis'i Erivan'daki Kürt Kültür Merkezi gibi  kurumlar.7

Enerji alanıyla ilgili olarak, Türkiye'nin pozisyonu daha iyi bir tablo vaat ediyor. Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan enerji alanında stratejik bir ortaklık geliştirdi
Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum gaz boru hattı üzerinden projeler. Türkiye'nin ana stratejisi Hazar petrolünün taşınması için bir enerji  merkezi olmak Avrupa ve uluslararası pazarlara gaz kaynakları. Bu strateji için Türkiye'nin Hazar havzasında ve Güney'de barışı ve istikrarı destekleme çıkarları Bölgedeki enerji yollarının güvenliği için Kafkasya. Türkiye, Batının yanında devletleri, Hazar kaynaklarını taşımak için enerji güzergahlarının çeşitlendirilmesini  desteklemektedir.

Dış pazarlar. Türk makamları Rusya ile doğrudan karşı karşıya gelmekten kaçındı South Stream ve Nabucco, Moskova ile iyi ilişkiler kuruyor ve sürdürüyor.

Ancak Türkiye alternatif bir boru hattı projesinin inşasını başlattı -Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP) - Azerbaycan'ı ithal etmek ve aktarmak Avrupa'  ya doğal gaz. TANAP projesi, Hazar ulaşım yollarındaki rekabete rağmen Rusya ile farklı çıkarlar enerji kaynakları.

Kazakistan’ın petrol rezervlerinin ve Türkmenistan’ın doğalgaz rezervlerinin Yeni Büyük Oyun sırasında rekabetin ana nedenleri Hazar havzası. 

Bu enerji rezervleri için taşıma yolları her iki durumda da kritiktir bölgesel ve küresel aşama. Kremlin’in amacı Kazakistan’ın ve Türkmenistan’ın enerji 
kaynaklarını ihraç etmek için Rusya’ya bağımlılığı uluslararası pazarlar. İran, Hazar petrolünü taşıyan boru hatlarına sahip olmayı ve batı pazarlarına gaz 
kendi topraklarından geçer. 

Düşen düşmanlık ve ABD ve İran arasında gelişen normalleşme, Tahran'ın Hazar havzasında hırslarını gerçekleştirmesi için fırsatlar.  Çin'de kendi enerji ihtiyaçlarına göre bu iki ülkeye doğru dönüşüyor Özbekistan ve yeni petrol ve gaz taşıyan boru hatları Orta Asya. Hindistan ve Pakistan  bile Türkmen gazını Afganistan üzerinden güneye. Ve Türkiye, bölgedeki enerji merkezi, yeni taşınması için rekabete katılıyor Anadolu ve Avrupa'ya Türkmen gazı. 

Türkmen gazının en iyi yolu Hazar Denizi'nin altında, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye güzergâhı Bakü ve Aşkabat ikili sorunlarını çözer.

Kaynakça

Barbashin, Anton. “Avrasya Birliği Artık Yok mu ?,” Ulusal Çıkar, 23 Nisan,
2014. 8 Mayıs 2014 tarihinde erişildi. 
http://nationalinterest.org/feature/eurasian-union-nomore-10.296.

Bardakçı, Mehmet. “Gürcistan'da Çatışma Çözümünde AB Katılımı: A'ya Doğru
Daha Proaktif Rol. ” Uluslararası İlişkiler Beyaz Kitap Dergisi Cilt 4 Sayı 3
(Yaz 2010): 214-236.

Bugajski, Janusz. “Rusya’nın Pragmatik Yeniden Yapılandırılması.” Kafkas İncelemesi
Uluslararası İlişkiler Cilt 4 Sayı 1 (Kış 2010): 3-19.

Ismayılov, Elnur. “İsrail ve Azerbaycan: Stratejik Ortaklığın Evrimi.”
İsrail Dışişleri Dergisi Cilt 7 Sayı 1 (2013): 69-76.

Ismayılov, Elnur. “Rusya’nın Avrasya Birliği ve Ermenistan.” Bilge Adamlar
Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), 23 Mart 2014. Erişim tarihi: 20 Nisan 2014.
http://www.bilgesam.org/incele/552/-rusyanin-avrasya-birligi-projesi-veermenistan/#.
U3DQxigWeZQ.

Karabağ, Mehmet. "Kuzey Kafkasya'nın Rusya'dan Uzaklaşması." [Türkçe olarak] Akil Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), 16 Mayıs 2013. Erişim tarihi: Mart 8, 2014. 
http://www.bilgesam.org/incele/158/kuzey-kafkasya%E2%80%99ninrusya%
E2% 80% 99ya-yabancilasmasi /#. U2s3sFcWeZQ.

Kasım, Kamer. Soğuk Savaş sonrası Kafkasya. Ankara: USAK, 2009.

Kasım, Kamer. “Dağlık Karabağ Çatışması: Bölgesel Çıkarımlar ve
Barış süreci." Kafkasya Uluslararası Cilt 2 No 1 (Bahar 2012): 93-110.

Mammadov, Halit. “Bölgesel Bakış Açısından Azerbaycan-İran İlişkileri.” [içinde
Türkçe] Orta Asya ve Kafkasya Çalışmaları Dergisi Cilt 8 Sayı 15 (2013): 45-71.

Öztarsu, Mehmet Fatih. “İran Etnik Gerilimi Neden Yakıtlandırıyor?” [Türkçe] Mayıs 16, 2013. 13 Nisan 2014'te erişildi. 
http://www.fatihoztarsu.com/iran-etnik-catismayineden-
korukluyor.html.

Punsmann, Burcu Gültekin. “Türkiye'nin Güney Kafkasya'daki İlgi ve Stratejileri.”
Mayıs 2012, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV),
10 Şubat 2014. http://www.tepav.org.tr/upload/files/1336992403-
3.Turkey ___ s_Interest_and_Strategies_in_the_South_Caucasus.pdf.

“PKK Ermenistan'da başarısız oldu.” Mehmet Fatih'ten Alexander Murinson ile röportaj
Öztarsu, Stratejik Görünüm, 11 Temmuz 2012. Erişim tarihi 20 Şubat 2014.

http://www.strategicoutlook.org/interviews/news--pkk-failed-in-armenia.html.
“Rusya Abhazya'da Askeri Üs Kazanıyor.” Radyo Özgür Avrupa, 17 Şubat 2010.
Erişim tarihi: 10 Nisan 2014.
http://www.rferl.org/content/Russia_Gains_Military_Base_In_Abkhazia/1960545.html.

Sandıklı, Atilla, Elnur İsmayılov ve Orhan Gafarlı. Kafkasya'daki Gelişmeler
ve Türkiye. İstanbul: Akil Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), 2014.

“Sarkisyan: Dağlık Karabağ'ı ele geçirdik ve Dağı ele geçirmek sizin göreviniz.
Ararat, ”[Türkçe] EurActiv, 26 Temmuz 2011. Erişim tarihi: 23 Nisan, 2014.
http://www.euractiv.com.tr/yazici-sayfasi/article/sarkisyan-karabagi-biz-aldik-agriyialmak-
boyut Kaldi-020.027.

Synovitz, Roy. “Azerbaycan: Washington ve Bakü, PKK Hücreleri Hakkında
Kafkasya.” Radio Free Europe, 15 Şubat 2008. Erişim tarihi: 10 Mart 2014.
http://www.rferl.org/content/article/1079481.html.

Torbakov, Igor. “Rusya ve Türk-Ermeni Normalizasyonu: Rekabet Çıkarları
Güney Kafkasya'da. ” Insight Turkey Cilt 2 Sayı 2 (2010): 31-39.


DİPNOTLAR,

1 Atilla Sandıklı, Elnur İsmayılov ve Orhan Gafarlı. Kafkasya ve Türkiye'deki Gelişmeler
Türk]. (İstanbul: Akil Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), 2014), 36.
2 “Rusya Abhazya'da Askeri Üs Kazandı,” Radio Free Europe, 17 Şubat 2010, Erişim Nisan
10, 2014, http://www.rferl.org/content/Russia_Gains_Military_Base_In_Abkhazia/1960545.html.
3 Elnur Ismayılov, “Rusya’nın Avrasya Birliği ve Ermenistan”, Akil Adamlar Merkezi
Stratejik Araştırmalar (BİLGESAM), 23 Mart 2014, Erişim 20 Nisan 2014,
http://www.bilgesam.org/incele/552/-rusyanin-avrasya-birligi-projesi-veermenistan/#.
U3DQxigWeZQ.
4 Anton Barbashin, “Artık Avrasya Birliği Yok mu ?,” Ulusal Çıkar, 23 Nisan 2014, Erişim 8 Mayıs 2014, 
   http://nationalinterest.org/feature/eurasian-union-no-more-10296.
5 Mehmet Fatih Öztarsu, “İran Etnik Gerilimi Neden Yakıtlandırıyor?” 16 Mayıs 2013,
13 Nisan 2014 tarihinde http://www.fatihoztarsu.com/iran-etnik-catismayi-neden-korukluyor.html adresinden erişildi.
6 “Sarkisyan: Dağlık Karabağ'ı ele geçirdik ve Ağrı Dağı'nı ele geçirmek sizin göreviniz”
Türkçe] EurActiv, 26 Temmuz 2011, Erişim tarihi: 23 Nisan, 2014, http://www.euractiv.com.tr/yazicisayfasi/
haber / sarkisyan-karabagi-biz-aldik-agriyi-almak boyut-kaldi-020.027.
7 “PKK Ermenistan'da Başarısız Oldu,” Stratejik Mehmet Fatih Öztarsu tarafından Alexander Murinson ile söyleşi
Görünüm, 11 Temmuz 2012, Erişim tarihi: 20 Şubat 2014, 
http://www.strategicoutlook.org/interviews/news--PKK-başarısız-in-armenia.html.


***


17 Mayıs 2020 Pazar

İŞBİRLİĞİ Mİ? ÇATIŞMA MI? ÇEVRESEL GÜVENLİĞİN ULUSLARARASI İLİŞKİLERDEKİ ROLÜ

İŞBİRLİĞİ Mİ? ÇATIŞMA MI? ÇEVRESEL GÜVENLİĞİN
ULUSLARARASI İLİŞKİLERDEKİ ROLÜ


Sezin İba Gürsoy*
* Yrd. Doç. Dr., Uluslararası İlişkiler Bölümü, İİBF, Kırklareli Üniversitesi, Kırklareli.


Küreselleşmeyle birlikte yükselen çevre sorunları günümüzde yeni güvenlik
anlayışının önemli bir parçası olarak görülmektedir. Çevreye yönelik kaygılar aslında 1960’lardan bu yana uluslararası gündemi meşgul etse de, çevre ve güvenlik ilişkisi Soğuk Savaşın bitişinin ardından ortaya çıkan yeni güvenlik anlayışında hayat bulmuştur. 1990 sonrası güvenlik kavramının askeri olmayan konuları da içerecek şekilde genişlemesi uluslararası ilişkilerde hem tehditleri, hem de güvenliğin referans nesnesini değiştirmiştir. Bu çerçevede yükselen çevresel sorunların ve çevresel kaygıların sosyal ve ekonomik hayatı olumsuz etkilemesi sonucu uluslararası istikrarı etkileyebilecek ve çatışmaları arttırabilecek bir güvenlik tehdidi olduğu düşünülmektedir. 

Bu çalışma esasen kullanımı yeni sayılabilecek çevresel güvenlik
kavramını ve bunun uluslararası ilişkilerdeki rolünün farklı boyutlarını
değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Buradan hareketle çalışmanın ilk kısmı güvenlik kavramının nasıl ve ne şekilde genişlediğine odaklanacaktır. Sonrasında ise çevresel güvenlik kavramı tanımlanacak ve büyüyen çevresel bozulmaların uluslararası ilişkilere yansıması ele alınacaktır. Bu çalışma çevresel değişimlerin ve kaynak kıtlığının devletler arasında bir yandan gerilimi arttırdığını, diğer taraftan ise uluslararası işbirliğine de teşvik ettiğini varsaymaktadır. 

  Bu bağlamda son olarak çevre sorunlarının uluslararası güvenlik açısından işbirliği veya çatışma biçimini alma olasılığı açıklanacaktır.

Giriş

20. yüzyılın sonlarına doğru, güvenlik alanında tehditlerin algılanışında alışılan devlet odaklı güvenlik anlayışı yerini yavaş yavaş birey odaklı anlayışa bırakırken, çevresel güvenlik kavramı ortaya çıkmış ve halihazırda dönüşüm içerisinde olan klasik güvenlik stratejilerine kafa tutmaya başlamıştır. Klasik veya geleneksel güvenlik olarak niteleyebileceğimiz tehditler/tehlikeler çoğu zaman askeri tehditler olarak algılanmıştır.

Özellikle 1989 yılında Soğuk Savaşın sona ermesinin ardından, güvenliğin askeri
olmayan konuları da içine alarak genişlemesi tehditlerin açlıktan kadın sorunlarına, çevrenin kirletilmesinden ekonomik istikrarsızlıklara ve hatta salgın hastalıklara kadar geniş bir yelpazede ele alınmasını destekleyen eserlerin literatüre girmesine olanak sağlamıştır. Fakat güvenlik çalışmaları kapsamında ele alınan bu çalışmaların azlığı dikkat çekicidir. Bu çalışmada çevresel sorunların bir güvelik problemi olup olamadığı tartışılırken çevresel güvenliğin uluslararası ilişkilerdeki rolüne dikkat çekmek amaçlanmaktadır.

Çevre sorunlarının Uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde giderek önem
kazanmaktadır. Çevresel değişimlerin veya çevresel bozulmaların devletler arasındaki ilişkileri olumsuz olarak etkilemeye başlaması konunun uluslar arası toplum tarafından da ilgisinin artmasını sağlamıştır. Devletin karşı karşıya olduğu sayısız çevresel tehdit, ulusal tehditlerin aksine geniş çaplı, geri alınması çoğu zaman imkansız ve ülke sınırlarını aşan/tanımayan yapısıyla savunmayı oldukça güçleştiren nitelikteki tehditlerdir. Devletler, ulusal güvenlik politikaları ile eş güdümlü olarak, kendi sınırları içindeki maddelere dayanarak temel madde gereksinimlerini karşılamayı tercih ederler. Bu maddelerin tükenmesi komşu devletlerle giderek artan bir çatışma riskini de ortaya çıkarmaktadır. Bu anlamda çevresel sorunların uzlaşma mı çatışmaya mı yakın durduğu sorusu bu çalışma nın iskeletini oluşturmaktadır. Bu soruya cevap ararken temel varsayımım çevrenin hem çatışmaların hem de uzlaşmaların temelini oluşturduğu yönündedir.

Bu bağlamda çevresel sorunların güvenlikle ilişkilendirileceği bu çalışmada çevresel güvenlik kavramı ve özellikleri ilk olarak ele alınacaktır. Sonrasında çevre bozulmalarının veya yükselen çevre sorunlarının devletleri işbirliğine mi yoksa çatışmaya mı yaklaştırdığı incelenecektir.

Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı ve Güvenlik Çalışmaları

Güvenlik, sözlük anlamıyla “kişilerin korkusuzca yaşayabilmeleri durumu ve emniyet hali” olarak tanımlanmaktadır.1Bir başka deyişle güvenlik, varlığını koruma ve sürdürme olarak da düşünülebilir. Varlığın sürdürülmesini engelleyecek her türlü unsur ise tehdit olarak tanımlanır. Güvenlik kavramı, Uluslararası İlişkiler disiplininde ilk defa Birinci Dünya Savaşı sonrası Woodrow Wilson tarafından ortaya atılmış, Milletler Cemiyeti’nin tanımladığı “kolektif güvenlik” (common security) kavramı üzerine oturtulmuştur. İlk kez Milletler Cemiyeti Paktı’nda kullanılan ve daha sonra BM Şartı’nda (1945) geliştirilen güvenlik kavramı zaman içinde uluslararası ilişkilerin bir alt-disiplinine dönüşen Güvenlik Çalışmaları’nın temel unsuru olmuştur. Uluslararası ilişkilerin doğasında hep var olan güvenlik kavramı farklı perspektiflerden farklı tanımlarla yorumlanmıştır. Arnold Wolfers’ın aşağıdaki tanımına Güvenlik Çalışmaları alanındaki neredeyse tüm kaynaklarda atıf verilir:

“…….Güvenlik, objektif bir anlamda kazanılmış değerlere tehditlerin olmamasının
ölçülmesi, öznel anlamda ise bu tür değerleri saldırıya açık olan korkunun
yokluğudur.”2 Wolfers’dan esinlenen Baldwin de çalışmasında “Kim ve hangi
değerler için, ne kadar ve ne ölçüde, hangi tehditlere karşı, hangi araçlar yoluyla
güvenlik?”sorularına yanıt aramıştır.3 İnşaacılar (Constructivists) için güvenlik
“aktörlerin onu nasıl anlamlandırdıklarına ilişkin olarak öznelerarasıdır”.4 

Bu nedenle, güvenlik göz ardı edilemeyecek bir normatif öze bağlıdır.
Uluslararası İlişkiler kuramı içinde güvenliğin bir başka ortak anlamı, realist
perspektifin egemenliği altında olan askeri stratejidir. 1940’larda realist teorinin
varsayımlarını kullanarak Stratejik Çalışmaların bir alt dalı olarak düşünülen
Güvenlik Çalışmaları, askeri güvenlikle ilişkilendirilmiştir. Ulus-devlet düzeyinde
tanımlanan Güvenlik Çalışmaları, geleneksel yaklaşıma göre uzun yıllar nerdeyse
sadece askeri çerçeveden ele alınmıştır. Bu bağlamda, uluslararası ilişkilerde uzun yıllar varlığını sürdürmesi gereken öncelikli aktör “devlet” kabul edilirken, onun varlığına yönelen tehditler ise geleneksel anlamda askeri tehdit olarak algılanmıştır.

Soğuk Savaş boyunca askeri güç bir konu ile ilgili ise bunun bir güvenlik sorunu
olarak kabul edildiği gözlemlenmiştir. Baldwin bu dönemi “Güvenlik Çalışmaları
tarihinin en yaratıcı ve heyecan verici dönemi” olarak tanımlamıştır.5 1970’lerin
sonlarına yaklaşıldığında Soğuk Savaşın yumuşamasının da etkisiyle akademik
toplumda genişletilmiş bir güvenlik söylemi ortaya çıkmıştır. Özellikle, Soğuk Savaş döneminin son on yılında güvenlik kavramı devletlerin askeri sorunlar karşısında güçlerini arttırmaları ve kuvvet kullanmalarının ötesinde farklı şekillerde tanımlanmaya başlanmıştır. Bu dönemde Barry Buzan’ın temsilciliğini yaptığı bazı akademisyenler tarafından güvenlik kavramını genişletme çabaları gözlenmiştir.

Özelikle Buzan’ın “People, States and Fear” başlıklı kitabı ile Ullman’ın “Redefining Security” başlıklı makalesi askeri olmayan alandaki endişeleri de güvenlik kavramı kapsamında değerlendirilmiştir.6
Soğuk Savaş sonrasında uluslararası ilişkilerde tehdidin niteliğinin değişmesi ile
birlikte güvenlik anlayışında da değişiklikler gözlenmiştir. Pınar Bilgin’e göre, “yeni güvenlik” denilen bu yaklaşım, 1990’lı yıllarda güvenlik gündeminin salt askerî konuların ötesinde, insan, devlet hatta üzerinde yaşadığımız gezegenin güvenliğini ilgilendiren başka konuları da kapsayıcı şekilde geliştirilmesi çağrıları ile karşımıza çıkmaktadır.7 Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaşın bitmesiyle dünya genelinde yaşanan ekonomik ve siyasi dengelerde meydana gelen değişiklikler Uluslararası İlişkiler akademisyenlerinin caydırıcılık teorisi ve güç dengesi dışındaki konulara odaklanmasına olanak vermiştir. Bu bağlamda, 1990’lı yıllarda güvenliğin bireysel ve toplumsal boyutlarına odaklanan eserlerdeki çoğalma dikkat çekicidir.

Çevresel Güvenlik Kavramının Gelişimi

1960’lardan başlayarak çevreci düşünce ve hareketler, hem toplumların gündeminde yer almaya hem de küresel politikaların belirlenmesinde etkili olamaya başlamıştır.

Güncelleşen çevre sorunlarına yönelik olarak farklı bakış açıları ve düşünce akımları bu yıllarda gelişmeye başlamıştır. Soğuk Savaşın son yıllarında ulusal güvenliği salt askeri güvenlikle bağdaştıran anlayış sorgulanmaya başlanmış ve güvenlik gündeminin genişletilmesi yaklaşımı farklı yazarlar tarafından da benimsenmiştir.8

Lester Brown’un 1977 yılında yazdığı “Redefining National Security” yazısı bu
alandaki ilk eser sayılmakla birlikte “ekolojik stresleri, kaynak kıtlığı ve iklim
değişikliğini ulusal güvenliğinin alanına alan” ve yeni bir güvenlik anlayışını ortaya atan eserdir. Brown siyasi, ekonomik, çevresel ve sosyal konuların da ulusal güvenlik çerçevesinde ele alınması gerektiğini iddia etmiştir. 9
Çevresel güvenlik kavramının en önemli temsilcisi Thomas Homer-Dixion’dır.
Homer-Dixon’a göre çevre baskıları zaman içinde dört ana soruna yol açacaktır: Bu etkilerin başında tarımsal üretimde azalma gelmektedir. Bu anlamda gıda güvenliğinin ulus devletler için ciddi bir sorun teşkil edeceği varsayılmaktadır. Ekonomik çöküş, nüfusun yer değiştirmesi ve sosyal ilişkilerin bozulması ise diğer etkilerdir. Homer- Dixon bu etkilerin kıtlıktan kaynaklanan çatışmalar, iç savaş, etnik gruplar arası gerilim veya isyanlar gibi farklı tipte çatışmalara dönebileceğini öne sürmektedir.10

Güvenliğin genişletilmesi konusunu Thomas Homer-Dixison’un yanı sıra Ullman da ünlü makalesinde “ulusal güvenliği askeri açıdan tanımlamak (hatta öncelikle)
gerçeğin görüntüsünü yanlış aktarmaktadır” şeklinde yorumlamaktadır.11 Buna ek olarak, Ullman bir devlette yaşayanların yaşam kalitesini kısa sürede ve şiddetli olarak düşüren tehditleri ulusal güvenliğin tekrar tanımlanması gereken
durumlarından biri olarak nitelendirmiştir.12 Myers ise çoğu ülkenin ekonomisinin doğal kaynaklara bağlı olduğunu, tarım topraklarının özelliklerini yitirmesinin ve su kaynaklarının azalmasının ekonomiyi etkileyeceğini belirtmektedir. Myers, bu durumun “ekonomik büyümenin yavaşlamasının ya da durmasının” ciddi sosyal sorunlara yol açacağını düşünmekte ve bununda “siyasi sistemlere istikrasızlık kazandıracağını” ileri sürmektedir.13 

   Mathews ise güvenlik tanımının çevresel ve demografik unsurları da kapsayıcı şekilde genişletilmesini savunurken, bu çevresel kaygıların Amerikan ulusal güvenlik gündemine yerleşmesi gerektiğini belirtmiştir.14

Bu yeni görüşlere karşın, 1990’lı yıllarda hala geleneksel gündemin muhafaza
edilmesini, yani güvenlik kavramının dar tutulması gerektiğini savunan görüşler de ileri sürülmüştür. Örneğin, Stephen Walt Güvenlik Çalışmalarını genişletme
çabalarının alanın entelektüel tutarlılığına zarar vereceğini düşünmektedir.15 

Benzer şekilde Dorff da, ekonomik, ekolojik ve toplumsal konuların önemli sorunlar olduğunu kabul ederken, bunların güvenlik tehdidi niteliği taşımadığını sadece askeri sorunlarla ilişkili oldukları takdirde güvenlik sorununa dönüşebileceğini iddia etmektedir.16

Sonuç olarak, 1990’ların başından itibaren güvenlik söylemi ciddi bir dönüşüm
geçirmiştir. Özellikle Barry Buzan ve Ole Waever tarafından geliştirilen Kopenhag
Okulu’na göre güvenliğin alanı derinleştirilmeli ve bireylerin, devlet-dışı oluşumların ve grupların da güvenlik kaygılarını içerecek şekilde “insani güvenliğin” odağına almalıdır. Kopenhag Okulu devlet güvenliğinden toplumsal güvenliğe doğru yaşanan değişimi vurgulayarak, sektörel bir analiz çerçevesi oluşturmuştur. Bu bağlamda güvenliği beş boyutta (genişleme: askeri, ekonomik, çevresel, toplumsal ve siyasi) ele alan anlayış; analiz düzeyi arasında da (derinleşme: uluslararası, bölgesel, ulusal, yurtiçi gruplar, birey)bir ayrım yapmıştır. Bu noktada güvenlik kavramındaki genişlemenin özellikle iki önemli boyutu ortaya çıkmaktadır: 

(a) referans nesnesi bakımından 

(b) tehdit açısından. 

Buna göre, referans nesnesi bakımından devlet merkezli yapıdan insan merkezli bir anlayışa kayma gözlenirken, tehdit açısından da yukarıda tabloda gösterildiği üzere askeri tehditlerden ekonomik, çevresel ve toplumsal tehditlerin ön plana çıktığını söylemek yanlış olmamaktadır.

Çevresel Güvenliğin Uluslararası Boyutları

Çevresel duyarlılık 1960’lı yıllarından başında ortaya çıkmasıyla birlikte uluslararası çevre politikasının başlangıcı 1972 Stockholm Konferansı kabul edilmektedir. 1972 tarihli “BM İnsan Çevresi Konferansı” ile birlikte ilk defa çevre konusu uluslararası gündemde konuşulmaya başlanmıştır. Konferansın en önemli amacı ve hedefi; her ülkenin çevreye karşı sorumluluğunu kabul etmesi, insanın yeryüzündeki varlığını sürdürebilmesinin temel koşulu olduğu noktasında birleşilmesi dir. Konferans sonucunda ise, gelişmekte olan ülkeleri, kalkınırken çevre sorunlarının ortaya çıkmasını önlemeye yöneltmenin, zengin ve yoksul ülkeler arasındaki ayrımlar giderilmedikçe çevre koşullarının iyileştirilmesinde önemli bir ilerleme sağlanamayacağının ve kalkınmanın çevreyi korumakla çelişen bir tarafının olmadığının önemine varılmış ve bu düşünceler kabul edilmiştir.17

Çevre-güvenlik ilişkisine dikkat çeken ilk uluslararası nitelikli belge ise BM Dünya
Çevre ve Kalkınma Komisyonunun 1987 tarihli Ortak Geleceğimiz (Our Common
Future) raporudur. Bu rapor çevrenin uluslararası politikadaki yerini de belirleyen bir belge olmuştur. 1990’lara gelindiğinde ise uluslar arası evre politikasının belirlendiği dönüm noktası 1992’de Rio’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansı olmuştur. Konferansta “Sürdürülebilir Kalkınma” terimiyle çevre değerlerini tahrip etmeyen kalkınma doktrinin zirveye katılan 150’den fazla ülke tarafından benimsenmiştir.
Çevresel sorunların küreselleşmesi gibi çevresel güvenliği tehdit eden öğeler da çoğu zaman sınır ötesi özellik göstermektedirler. Çevresel Güvenlik kavramı; bugün, çevrenin doğal oluşumuna yönelik tehditler ve çevresel tehditler ulusal ve uluslararası güvenliğin ayrılmaz parçası olarak kabul edilmektedir. Çevresel güvenlik kavramını destekleyenler, “Eğer gerekli itina gösterilmezse çevresel tehditler bugün dünya üzerinde ciddi, uzun menzilli ve derin güvenlik sorunları oluşturacaktır. Bu tehditler, askeri tehditlerden daha yavaş gelişseler bile, en az geleneksel askeri tehditler kadar önemlidir. Ayrıca, insanoğlunun refahı ve sağlığı üzerindeki baskıyı artıracak kişisel olmayan sosyal ve ekonomik güçlerin ciddi çevresel yetersizliklere yol açacağı”18 tezini savunmaktadır.

İşbirliği mi Çatışma mı?

Çevresel sorunların küreselleşmesi gibi çevresel güvenliği tehdit eden öğeler da çoğu zaman sınır ötesi özellik göstermektedirler. Bununla birlikte yoksulluk, kaynak dağılımındaki eşitsizlik, ekosistemdeki bozulma beşeri güvenliğe baskı yapan konulardır. Ekonomik ve sosyal eşitsizlikler, etnik ya da dinsel farklılıklar, gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunu bölmüş ve çatışma potansiyellerini yükseltmiştir. Bunların patlamaya hazır toplumlar olduğu söylenebilir. 

  Su, toprak, orman gibi çevre kaynaklarının kıtlaşması, bu hazır bekleyen düşman gruplara tetikleme görevi yaparak çatışmayı başlatma etkeni olabilir. 

Bu noktada şu soruyu sormak gerekmektedir: iklim değişikliği, ozondaki incelme, çölleşme, biyolojik çeşitlilik, asit yağmurları, tehlikeli atıklar gibi sorunlar tek başlarına bir sorun olarak görülmese de acaba diğer etkenlerle
birleştiklerinde temel ulus yapısını sorgulayan dinamikleri tetikleyebilir mi? Bu da
istikrarsızlığa yol açarak toplumları çatışmaya sürükleyebilir mi? Başka bir değişle, çevrenin bozulması, varolan düşmanlıkları tetikleyen ve askeri çatışmaları başlatan bir tetikleyici olabilir mi?

Birçok yazar bu sorulara olumlu yanıt vermektedir. Özellikle yenilenemeyen
kaynakların tükenmesi en büyük sorunlara ve çatışmalara yol açacaktır tezi halen hâkim dir. Petrol, su, gıda gibi en önemli kaynakların kıtlaşması devletlerin yaşamsal güvenlik sorunları haline geleceği düşünülmektedir. Geçmişteki deneyimler bize göstermiştir ki, devletler kıtlaşan kaynaklar karşısında daha fazla pay alabilmek için bireysel bencil hatta zaman zaman saldırgan bir tutum izlemektedir. 19 

  Bu da geleneksel olmayan sorunlara geleneksel yöntemlerle cevap verildiğini
göstermektedir.
Bu hususta farklı bir görüş de çevresel bozulma ve kaynak kıtlığının çatışmaya yol açtığı varsayımlarının artık kabul edilmediğidir. Bu görüş devletlerin kendi başlarına çözümleyemedikleri küresel sorunlar karşısında işbirliği yolunu tercih ettiklerini iddia etmektedir. Bu iddiaya göre işbirliği yönteminin çevresel değişim karşısında şiddetli çatışmalardan daha olası kabul edilmektedir. Örneğin kirlilikle mücadele etmek, iklim değişimini durdurmak, açlıkla ve yoksullukla mücadele etmek, biyolojik çeşitliliği korumak gibi devletlerin sınırlarını aşan çevre sorunları kendini sınırlayan ulus devletin çözüm olanaklarını aşmaktadır. Şöyle ki, herhangi bir ülke, çevre sorunlarıyla baş edebilmek için yeterli ekonomik güç ve kaynağa sahip olmayabilir veya sahip olsa bile başka ülkelerin ve uluslararası örgütlerin işbirliğine gereksinim duyabilir.20 

Bu anlamda sorunlara ortak platformlarda, herkesin yararına çözümler
bulunmaya çalışılması aslında bir anlamda zorunluluk haline gelmiştir.
Esasen uluslararası hukuk da çevre konusunda gelişme göstermekte, uluslararası çevre rejimi oluşturmak amacıyla bir takım girişimlerde bulunulmaktadır. Uluslararası rejimler çevre sorunlarına çözüm üretebilmenin ötesinde, devletler arasındaki işbirliğini geliştirme ve çatışmaları önleme açısından önem arz etmektedir.21 Birçok devlet arasında, hem çevresel diplomasi çerçevesinde uluslararası düzeyde hem de kurum inşası düzeyinde işbirliği olanaklarının mevcut olduğuna dair önemli kanıtlar bulunmaktadır. 

Örneğin, Batı Şeria ve Gazze sokaklarındaki günlük çatışmalara karşın, Filistinler ve İsrailliler, ortak su kaynaklarını yönetmek için garı resmi görüşmeler yapmayı sürdürmektedirler. Dünyanın birçok bölgesinden olay çalışmaları, işbirliği ve diplomatik düzenlemelerin çatışma olasılığının araştırmaların odağında yer aldığı 1990’larda yaygın olan karamsarlığın aksine çevresel sorunlar karşısında barışçıl bir çözüm oluşturabileceğini göstermektedir. Gülgün Tuna kitabında bunu şu şekilde açıklamaktadır:

“İyimser görüşlere göre yakın gelecekte dünya devletleri çevre sorunlarını ortak bir tehdit olarak algılayacak ve çevreyi korumak için küresel düzeyde işbirliği yapmak isteyeceklerdir; ekolojik karşılıklı-bağımlılıktan dolayı bu kaçınılmazdır, çünkü hiçbir devlet tek başına küresel çevreyi koruyamaz. Örneğin bir devlet küresel iklim değişikliği sorununu tek başına çözümleyemez. Bir devletin kendi çevre değerlerini bile tek başına koruması zordur, havayı suru kirleten maddeler sınırları aşmakta, kıtlaşan kaynakların sıkıntısını tüm devletler çekmektedir.”22
Bununla birlikte çevresel sorunlara bir çözüm getirebilmek için işbirliğine bilinçli bir şekilde katılım veya taraf olmak gerekmektedir. Bu işbirliğinde aktif rol alması gereken taraflar arasında devletler, sivil toplum kuruluşları, uluslararası
organizasyonlar, ulus üstü kurumlar olmalıdır.23 Bu noktada küresel işbirliğinin
yürütülebileceği zeminlerde uluslararası örgütlerin önemi büyüktür. Çevre
sorunlarının tartışılabildiği bu örgütler konuya ilişkin bilinçlenmeyi artırarak
uluslararası bir rejim için talep yaratırlar. Çok sayıda devleti bir araya getirerek, onlar arasında işbirliği ortamının gelişmesine yardımcı olur, kurulacak çevre rejimleri için kurumsal ve hukuki modeller yaratabilirler.24

Çevre sorunlarının gerilim yaratabileceği durumları belirlemek, planlamak ve
önlemek ya da topluluklar, devletler ya da bölgeler arasında işbirliği sinerjisi
yaratmak sanıldığı kadar kolay değildir. Yukarda sayılan aktörlerin bu işbirliklerine yanaşması kolay olmamakla birlikte yapılan bir takım girişimlerin de oldukça yüzeysel olduğu görülmektedir. Bu anlamda işbirliğini güçleştiren ve aşılması gereken bir takım faktörleri sıralamak gerekmektedir.
Bunlardan ilki ulusal çıkarlardır; ciddi siyasi ve ekonomik çıkarları zedeleneceği için devletler işbirliğine yanaşmamaktadır. Şunu belirtmekte fayda vardır: Bugüne kadar yapılmış olan çevre anlaşmaları uygulanması kolay olan konularda yapılmış, siyasi ve ekonomik çıkarlara zarar vermeyen hususlarda işbirliği sağlanabilmiştir. Her ne kadar çevre rejimlerinin oluşturulması ve işbirliği yapılması için girişimlerde bulunulmasına rağmen, bu çevre anlaşmalarını güç algılamaları ve çıkar ilişkilerinden bağımsız düşünmek pek mümkün değildir. 

Örneğin, Kyoto Protokolü’nün hali hazırda kendinden beklenen etkiyi gösterememiş olması, hâkim bir gücün desteğinin yokluğuna ya da sorunun çözümü için önerilen politikaların devletlerin ekonomik çıkarlarıyla uyuşmamasına bağlanabilir. 25 Bu anlamda en önemli çevre sorunları halen masada durduğu ve devletlerin önemli çevre konularında işbirliğinden uzak olduğu bir gerçektir. Örneğin, nüfus artışı, çölleşme, toprak kaybı, deniz kirliliği gibi sorunlarda uluslararası işbirliği sağlanamamıştır. Bu bağlamda çevre rejimlerinin başarısını etkileyen en önemli unsurların başında devletlerin kendi ulusal siyasi ekonomik çıkarlarını mevcut çevre sorunlarının çözümünden daha önemli görmeleri gelmektedir.26 Bunların çözümü için devletlerin belli oranlarda kaynak aktarmaları gerekmektedir. Gerek sistemdeki egemenlik-güç ilişkilerinden gerekse ekstra maliyetten ötürü buna sıcak bakmamaktadırlar.

İkinci önemli faktör küresel çevre rejiminin oluşması için tüm dünya devletlerinin
katılımının gerekli olmasıdır. Çevrenin korunmasına yönelik anlaşmaların dünyadaki tüm devletler tarafından imzalanıp onaylanması gerekmektedir. Küresel bir işbirliğinden bahsedilebilmesi için tüm devletlerin bu anlaşmalara taraf olması gerekir. Bu uluslararası bir çevre rejiminin önündeki en önemli güçlüklerden biridir.

Bu anlamda tek bir devletin veto gücü bile diğer devletlerin çabalarını boşa
çıkarabilir, rejimi başarısızlığa uğratabilir. 27
Bununla birlikte uluslararası işbirliklerinin önündeki diğer bir faktör çevresel
konularda işbirliğinin gerçekleşmesi süre olarak çok uzun zaman almasıdır.
Devletlerin bir sorunu ortak ve küresel bir tehdit olarak kabul edip, görüşmelere
başlaması, karşılıklı müzakereler, anlaşmasının imzalanması ve onaylanması bazen 10-20 yıl sürmektedir. Bu süre zarfında da çevre sorunu giderek büyümekte ve sorunun çözümü zorlaşmaktadır. Çevresel işbirliğinde bu kadar yavaş ve uzun bir sürece yayılmasındaki en önemli neden yine devletlerin ulusal çıkarlarıdır. Her devletin kendi ulusal çıkarını kollaması sorunun çözümünü zorlaştırma ve uluslararası bir işbirliğinden uzaklaştırmaktadır.

Bunlara ek olarak çevre bozulmasının olumsuz etkilerinden her devlet eşit şekilde etkilenmemekte; bu yüzden devletlerin işbirliği istekleri farklı düzeyde olmaktadır.
Çevre tehditleri faklı devletler tarafından farklı şekillerde algılanmaktadır. Bununla birlikte halkların çevre bilincine sahip olması, sivil örgütlenmenin hükümetleri etkileme güçleri de çevre politikalarının oluşturulmasında etkilidir. Devletleri uluslararası işbirliği programları uygulama kapasiteleri açısından da kendi aralarında farklılıklar vardır. Bazı devletler diğerlerine göre avantajlıdır. Bilimsel altyapıya, vasıflı personele, finansman gücüne sahip olan ve olmayanların işbirliğine yaklaşımı farklı olacaktır. Son olarak bir anlaşmanın imzalanmış olması onun uygulanacağı anlamına gelmez. Bu noktada “kurumsal zayıflık” dediğimiz mekanizmadan kaynaklanmaktadır. 

Bu türden rejimlere hukuki bağlayıcılık verilmediğinden ya da örgüt üyelerinin kuralları ve düzenlemeleri yerine getirmedikleri durumlarda herhangi bir yaptırım uygulanamadığından rejimlerin başarıya ulaşması da son derece zor olmaktadır.28 

Anlaşmaların hukuki bağlayıcılıkları da burada ön plana çıkmaktadır.
Hukuki bağlayıcı olmayan çevresel işbirliklerinin başarıya ulaşması zordur.

Sonuç

Son zamanlarda sosyal bilimler literatüründe güvenliğin alanının genişlemesi ve
tehditlerin değişmesiyle birlikte hangi kuramsal güvenlik anlayışıyla yaklaşılırsa
yaklaşılsın yükselen çevresel sorunlar artık günlük yaşamda bir tehdit olarak
algılanmaya başlanmış, çevresel güvenlik kavramı uluslararası ilişkilerde giderek
önemli hale gelmiştir. Bilhassa azalan kaynak kıtlığı açısından değerlendirildiğinde çevre sorunlarının ekonomik ve siyasal istikrarı tehdit eden niteliği ve çevresel kaynakların bölüşülmesi konuları devletlerin çıkarlarını tanımlarken önemli bir değişken olarak öne çıkmıştır.
Yeni olarak adlandırabileceğimiz çevresel güvenlik kavramı esasen Soğuk Savaş
sonrası Uluslararası İlişkiler disiplini içinde kendine yer bulabilmiştir. İki kutuplu
sistemin bitmesiyle birlikte küresel çevre sorunları uluslararası ilişkileri giderek daha fazla etkileyen ve devletler nazarında daha çok üstüne düşülmesi gereken sorunlar olarak belirlenmiştir. Uluslararası güvenliği doğrudan etkilemese bile nüfusun artışı, göçler, yoksulluk, iklim değişikliği gibi yükselen çevre sorunları kaynak tüketilmesi ile birleşince bir güvenlik tehdidi halini almaktadır. Buna karşın, gerek küresel çevre sorunlarıyla mücadelede, gerekse bu sorunların devletler arası anlaşmazlıklara yol açmasını engellemede kullanılabilecek araçlar sınırlıdır.

Bu araçlardan en önemlisi uluslararası düzeyde işbirliğidir. Çevresel güvenlik
sorunları küresel özellik taşıdığından ancak yüksek yönetişim düzeyinde çözüme
ulaştırılabilir. Küreselleşme ile birlikte bu konunun artık çevresel problemin etkisine göre küresel, bölgesel veya yerel düzeyde işbirliği ile çözümlenmesi gerekir. 

Bu işbirliği ülkelere de ciddi bir kazanım sağlayacaktır. Fakat geleneksel yöntemlerin kullanıldığı dünya sisteminde uluslararası çevresel işbirliği henüz ciddi anlamda yetersizdir. Soruna yönelik bir kamuoyunun oluşmasının sağlanması, farklı çıkar ve önceliklere sahip devletler arasında bir işbirliği ve uzlaşı zemini oluşturulması sanıldığı kadar kolay değildir. Bunun önünde belli başlı engeller vardır. Bunların en başında ulus devletlerin siyasi ve ekonomik çıkarlarının farklı olması gelir. Bir diğer güçlük uluslararası çevre rejimlerine tüm devletlerin katılımının gerekliliğidir. 

Bu devletler arası kapasite farklılığı olması da işbirliğinin önünde ciddi bir engel
oluşturur. Özellikle gelişmekte olan toplumlarda sivil örgütlenmenin ve halk
bilincinin zayıf olması devletleri yapılan anlaşmaların uygulanabilirliliği hususunda çelişkiye düşürmekte, işbirliğine uzak durmalarına neden olmaktadır.
Çevresel konularda geliştirilecek işbirliği, devletlerin kendi gelişimlerini ve
geleceklerini riske atmadan ortak kullanım miktarlarında buluşmalarına imkân
vermektedir. Fakat devletler hala kendi ulusal siyasi çıkarlarını mevcut çevre
sorunlarının çözümünden daha önemli görmektedirler; bu da çalışmada aranan soruya bir cevap niteliğinde olabilir. Yani, yükselen çevre sorunları güvenlik tehdidi olarak görülürken, bunlara yönelik çözümlerde işbirliğinden ziyade kaynaklar üzerinde çatışmaya doğru giden bir süreç olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bağımsız egemen devletlerden oluşan sistemde ulusal çıkarların halen çok önemli olması bu süreçte karşılaşılan en ciddi güçlüklerin başında gelir. Çevre sorunlarının çözümüne yönelik politikalar, uluslararası rejimler genel olarak devletlerin ekonomik ve siyasi çıkarlarına temas ettiğinden, hassas bir mesele olarak görülmektedir. Her devlet kendi toprakları üzerinde egemenliğini sürdürmeye kararlı olduğundan küresel işbirliği ulusal çıkarların gerisinde kalmaktadır. Bu anlamda çok taraflı anlaşmaların yapılmamasının önündeki engel ulusal çıkarlarla küresel çıkarların çatışmasında yatmaktadır. Özetle küresel çevre sorunlarının diplomatik yollarla çözümlenmeye çalışılması şimdilik yetersiz olarak gözükmektedir.

Kaynakça

Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türkçe Sözlük Cilt I, Ankara, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, 2005.

Baldwin, David , Baldwin, “The Concept of Security”, Review of International
Studies, Cilt 23, No 1, 1997, s. 5-26.

Bilgin Pınar, “Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları”,
Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl 8, Sayı 14, Ocak 2010, Ankara, s. 69-96.
Brown, Lester R., “Redefining National Security”, Worldwatch Paper, 14, Ekim
1977.

Buzan, Barry, People, States, and Fear: The National Security Problem in
International Relations, Brighton, 1983.

Cali, Hasan H.,“Çevresel Güvenliğin Sınıraşan Boyutları”, Yerelden Küresele
Sınıraşan Suçlar, Polis Akademisi Yayınları, Ankara, 2010, s.235-256.

Dorff, Robert H., “A Commentary on Security Studies for the 1990s as a Model Core Curriculum”, International Studies Notes, Cilt 19, No 3, 1994.

Homer-Dixon Thomas, “On the Threshold: Environmental Changes as Causes of
Acute Conflict”, International Security, Cilt: 16:2, 1991, s.76–116.

Kaya, Yasemin Kaya, Sezin, “Uluslararası Çevre Rejimlerinde Etkinlik Sorunu”,
Uluslararası İlişkiler, Cilt 8, Sayı 30 (Yaz 2011), s.125-148.

Mathews , Jessica Tuchman, “Redefining Security”, Foreign Affairs, Cilt 68, No 2,
1989, s. 162–177.

Myers, Norman, “Environment and Security”, Foreign Policy, Cilt 74, Bahar 1989, s. 23–41.

Poerter, Gareth , Brown, Janet Welsh, Global Environmental Politics, San Fransisco, Westview Press Inc.,1991,

Sönmezoğlu, Faruk, Erler Bayır, Özgün, “Çevre Sorunlarına İlişkin Uluslararası
Rejimler”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi No:47. (Ekim 2012), s.247-289.

Tuna, Gülgün, Yeni Güvenlik Küresel Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal Tehditler, Nobel Yayın, Ankara, 2001.

Ullman, Richard H, “Redefi ning Security”, International Security, Cilt 8, No 1, 1983, s. 129–153.

Wendt, Alexander, “Anarchy is What States Make of it: The Social Construction of Power Politics”, International Organization, Cilt 46, No 2, Bahar 1992, s. 391-425.

Wolfers, Arnold Discord and Collaboration: Essays on International Politics, The
Johns Hopkins University, 1962.

“Bir İnsan Hakkı Olarak Çevre Hakkı ve Uygulaması”,
http://www.basbakanlik.gov.tr/yayinlar/insanhaklari/insanhak4.htm, (08.10.2005).

DİPNOTLAR;

1 Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türkçe Sözlük Cilt I, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2005, s. 508.
2 Arnold Wolfers, Discord and Collaboration: Essays on International Politics, The Johns Hopkins University, s.150.
3 David Baldwin, “The Concept of Security”, Review of International Studies, Cilt 23, No 1, 1997, s. 13-17.
4 Alexander Wendt, “Anarchy is What States Make of it: The Social Construction of Power Politics”, International Organization, Cilt 46, No 2, Bahar 1992, s. 391-425.
5 David A. Baldwin, a.g.e., 1997, s.9.
6 Barry Buzan, People, States, and Fear: The National Security Problem in International Relations, Brighton, 1983. Richard H. Ullman, “Redefi ning Security”, International Security, Cilt 8, No 1, 1983, s. 129–153.
7 Pınar Bilgin, “Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları”, Sarem Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl 8, Sayı 14, Ocak 2010, Ankara, s. 73.
8 Richard Ullman, “Redefining Security”, International Security, Cilt 8, No 1, 1983, s. 129–153. Jessica Tuchman Mathews, “Redefining Security”, Foreign Affairs, Cilt 68, No 2, 1989, s. 162–177. Norman Myers, “Environment and Security”, Foreign Policy, Cilt 74, Bahar 1989, s. 23–41.
9 Lester R. Brown, “Redefining National Security”, Worldwatch Paper, 14, Ekim 1977.
10 Thomas Homer-Dixon, “On the Threshold: Environmental Changes as Causes of Acute Conflict”, International Security, Cilt: 16:2, 1991, s.76–116.
11 Richard H. Ullman, Redefining Security, International Security, Vol 8, No:1, 1983, s. 123.
12 A.e, s. 133.
13 Norman Myers, “Environment and Security”, Foreign Policy, No:74, 1989, s.23-24.
14 Jessica Tuchman Mathews, “Redefining Security”, Foreign Affairs, Cilt 68, No 2, 1989, s. 162–177.
15 Walt, a.g.m., s. 213
16 Daha detaylı bilgi için bknz: Robert H. Dorff, “A Commentary on Security Studies for the 1990s as a
Model Core Curriculum”, International Studies Notes, Cilt 19, No 3, 1994.
17 “Bir İnsan Hakkı Olarak Çevre Hakkı ve Uygulaması”,
http://www.basbakanlik.gov.tr/yayinlar/insanhaklari/insanhak4.htm, (08.10.2005).
18 Gareth Porter, Janet Welsh Brown, Global Environmental Politics, 
     San Fransisco, Westview Press Inc.,1991, s.128,133.
19 Gülgün Tuna, Yeni Güvenlik Küresel Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal Tehditler,      Nobel Yayın, 2001, Ankara,s. 141.
20 Faruk Sönmezoğlu, Özgün Erler Bayır, “Çevre Sorunlarına İlişkin Uluslararası      Rejimler”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi No:47. (Ekim 2012), s.249.
21 Yasemin Kaya, Sezin Kaya, “Uluslararası Çevre Rejimlerinde Etkinlik 
    Sorunu”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 8, Sayı 30 (Yaz 2011), s.126.
22 Gülgün Tuna, Yeni Güvenlik Küresel Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal Tehditler,      Nobel Yayın, 2001, Ankara, s.131-132.
23 Hasan H. Cali, “Çevresel Güvenliğin Sınıraşan Boyutları”, Yerelden Küresele        Sınıraşan Suçlar, Polis Akademisi Yayınları, Ankara, 2010, s.250.
24 Sönmezoğlu, Erler Bayır, a.g.m., s.249.
25 Kaya, Kaya, a.g.m., s.128.
26 Sönmezoğlu, Erler Bayır, a.g.m., s.281.
27 Tuna, a.g.e., s. 132-133.
28 Sönmezoğlu, Erler Bayır, a.g.m., s.282.


***

GÖÇ VE GÜVENLİK: AVRUPA BİRLİĞİ’NDE GÖÇÜN GÜVENLİK PERSPEKTİFİNDEN YORUMLANMASI

GÖÇ VE GÜVENLİK: AVRUPA BİRLİĞİ’NDE GÖÇÜN GÜVENLİK
PERSPEKTİFİNDEN YORUMLANMASI


Tolga Sakman*
* TASAM (Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi) Avrupa Birliği Masası Uzman Yardımcısı.

Özet

21.yy’a kadar uluslararası göç, göç alan ülkeler tarafından ekonominin gelişmesi için bir araç, göç veren ülkeler için de az gelişmişliğin bir sembolü olarak görülmüştür. 2003 yılına gelindiğinde 20,5 milyon göçmen Batı Avrupa ülkelerinde yaşamaktadır. Fakat bu ülkelerde yaşanmaya başlanan siyasi ve ekonomik gelişmeler göçmenlerin de varlığı konusunda bazı sorunların yaşanmasına neden olmuştur. İlk başta yasa dışı göç ve iltica ile başlayan tartışmalar daha sonra yasal olarak bu ülkelere yerleşmiş bulunan ‘yabancılar’ için de kendini göstermeye başlamıştır. Avrupa Birliği içinde önde gelen göç alan ülkelerde (Almanya, İngiltere gibi) üçüncü ülkelerden gelenlerin yanında diğer Birlik üyesi ülkelerden gelenlere karşı dahi toplumsal ve siyasal tavır değişmekte dir. Bu tavır değişikliğinin sebepleri araştırıldığında ekonomik ve siyasi endişelerin temel teşkil ettiği görülmektedir. Ayrıca kendilerine karşı gelişen bu süreçten göçmenlerin de kaygı duyduğu ve bu kaygının varlıklarına yansıdığı da bir gerçektir. İş bu sebepten, göçün bazı siyasiler ve akademisyenler tarafından güvenlikleştirildiği görülmektedir. Bu bağlamda sorulması gereken göç ile güvenlik arasındaki ilişkinin yapısıdır: Göç, Devlete ve Ulusal çıkarlara doğrudan bir tehdit midir yoksa devletin ve toplumsal aklın refleksleri neticesinde bireyin güvenliğini de etkileyecek bir olgu mudur? Ayrıca sadece kendi ülkelerinde yaşamak yerine yasal olarak başka bir toprakta hayatını devam ettirmeye çalışmanın güvenlik çerçevesinden bakılacak bir durum olmadığı görüşünü dile getiren siyasiler ve akademisyenler de mevcuttur.

Giriş

Avrupa’nın ekonomik kalkınmasını takip eden dönemde birçok coğrafyadan
kalkınmış Avrupa ülkelerine göç başladı. Hatta bu kalkınmayı hızlandırmak için
yabancı ülkelerden işçi isteyen bu ülkelerin kendisiydi. Fakat bu göç akışının
durdurulamaması nedeniyle Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan göçmen sayısı 2003 yılına gelindiğinde 20,5 milyonu bulmuştur. Göçmenler, son yıllarda
muhafazakârlaşan bir görüş çerçevesinden, iktidarlarca yönetsellik sürecinde
kullanılmaktadırlar. Bu bağlamda göçmenler ulusal egemenliğin karşısında mutlak bir korkuya dönüştürülmüşlerdir.1

Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra güvenlik, terörizm, göç ve toplumsal korkular arasındaki sınırlar birbirine geçmiştir. Göç, 21. yüzyılın en önemli güvenlik endişelerinden biri haline gelmiştir. Bunun yanında, göçün siyasallaştırılması, demokrasinin getirdiği birlik ve çoğulculuk söylemleri arasındaki çatışmaların ulusal hükümetleri etkilemesiyle kaçınılmaz olarak ortaya çıkan bir süreçtir. Fakat bu süreçte ortaya çıkan çeşitli söylemler arasında (ekonomik fayda olarak göç, güvenlik endişesi olarak göç, göçün liberalleşmesi vb.) 11 Eylül saldırılarının da hızlandırıcı etkisiyle güvenlik söylemi baskın çıkmıştır. Avrupa Birliği’nde son yıllarda ‘ekonomileştirme’ (nitelikli işgücüne olan ihtiyacın vurgulanması) ve ‘güvenlikleştirme’ söylemleri öne çıkan söylemlerdir. 11 Eylül saldırıları ile güvenlikleştirme ağır basmaya başlasa da son yıllarda AB ülkelerinde yaslanan nüfusla birlikte genç iş gücü ihtiyacının giderek artacak olması ekonomileştirme söylemini de ön plana çıkarmaya başlamıştır. Güvenlikleştirme söyleminin baskın olmasının sebebi, ulusal hükümetlerin giderek artan göç akımını engelleme, medya baskılarını yatıştırma ve kamuoyunu göçe ilişkin korkuları konusunda rahatlatmaya ilişkin yaklaşımları ile yakından ilgilidir. 2004 yılında İngiliz İçişleri Sekreterliği görevinde bulunan David Blunkett’in de belirttiği gibi, sosyo-ekonomik açıdan sorunlu dönemlerde toplum günah keçisi arama ihtiyacını genelde göçmenlere yöneltmektedir.2

1.Siyasi Hayatın Güvenliği ve Göç

AB’nin göçü güvenlikleştiren boyutunu çözebilmemiz için temel metinlere ve
toplantılardan çıkan kararlara bakmak gerekmektedir. Bu metin ve kararlar AB’nin politikalarını şekillendirdiği düşünüldüğünde, üye devletlerin göç politikalarının güvenlikleştirilmesi adımlarını takip etmemiz kolaylaşacaktır.

Öncelikle ele alınması gereken, AB’nin kurucu anlaşması olan Maastricht
Anlaşmasıdır. Bu anlaşma, göçten söz eden ve bu konuyu iç güvenlik meselesi olarak değerlendiren bir belge niteliğindedir. Belge, ilk olarak birliğe üye olmayan üçüncü ülkelerden gelen göçmenlerin girişlerini, birliğe üye ülkelerde kalma ve çalışma şartlarını düzenlemekten söz etmektedir. K.1 maddesinin 3. fıkrasında göç konusunu düzenleyen anlaşma, AB üyesi olmayan ülkelerden gelenlerin AB bölgesine giriş ve dolaşım koşulları, aile birleşmeleri ve çalışma hakkı gibi konuları da içerecek biçimde oturma koşulları ve kontrol dışı göçle, oturma ve çalışma ile mücadele edilmesi ortaya konulmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta ise uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçlar gibi konulardaki düzenlemeler yine Sözleşmenin göç ile ilgili olan başlığının altında irdelenmiştir.3

AB’nin bir diğer temel anlaşması olan Amsterdam Anlaşması da göç konusundaki
düzenlemeleri nedeniyle incelenmesi gereken bir sözleşmedir. Amsterdam
Anlaşması’nda birinci bölümde Avrupa Anlaşması’na eklenmesi gereken maddeler bölümünde birinci maddenin beşinci fıkrasında Avrupa Birliği’nin şekillendirmesi gereken temel hedeflerden biri olarak göç konusu da yer alır. Birliğin ekonomik ve sosyal bir ilerleme sağlayarak istihdam yaratması gerektiği, ortak kimliği güçlendirerek dış ve savunma politikasını kurması gerektiğinin dillendirilmesinin ve üye ülkelerde vatandaşlık bağlamında temel hak ve özgürlüklerin korunması gerekliliğinin hemen ardından Birliğin bir özgürlük, adalet ve güvenlik alanı olmasından bahsedilmiştir. Bu alanda kişilerin serbest dolaşımının güçlendirilmesi gerektiği düşüncesi ortaya konulmuştur. Bunu yapabilmek için göç ve sığınmacıları engellemek üzere dış sınırların yükseltilmesi, suçla mücadele edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Üye olmayan devletlerden gelen kişilerin AB’ye girişlerinde uygulanması gereken vize sisteminin nasıl olması gerektiğini de anlatan sözleşme, bunu iç güvenliğin bir gerekliliği olarak ortaya koymaya çalışmıştır. Anlaşmada göç konusu birçok maddede işlenmiştir. 73 Maddesi ile sınırların güvenlikleştirilmesi bakımından
vize politikasından bahsedilmiştir. Bu politika ile sınırlardan giriş, vize politikası ile kurala bağlanacak ve AB üyesi olmayan ancak bölgeye giriş yapmak isteyen kişiler giriş yapmak istediği AB ülkesinden vize alacaktır. Amsterdam Anlaşması metnin birçok yerinde Avrupa’yı temel olarak, özgürlük, güvenlik ve adalet alanı olarak tanımını yapmıştır. Anlaşma’daki madde B’ye göre; özgürlük, güvenlik ve adalet alanı olan Avrupa coğrafyasının bu şekilde korunması, dışarıdan gelen her türlü göç için gerekli önlemlerin alınması ile gerçekleşecektir.4
Kasım 1999’da Tampere’de gerçekleşen Avrupa Komisyonu toplantısında,
Avrupa’nın bir özgürlük alanı olduğu tekrar vurgulanmıştır. Bu alanın korunması
gerektiği ve bu korumanın da bahsedilen özgürlük alanına doğru gelen ve suç unsuru teşkil eden göçmenlerin uzakta tutulması ile sağlanabileceği vurgulanmıştır. Bunu gerçekleştirmek için ise dış sınırların en iyi şekilde korunması gerekmektedir. Bu amacın ‘güvenli ve açık Avrupa’ için mutlaka gerekli olduğu belirtilmiştir. Göçün geldiği ve geçtiği transit ülkelerin de kıtaya doğru gelen göç rüzgârını önlemede önemli gören çalışma belgesi bu bölgelerde ki çalışma, yaşam, koşullarının da iyileştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Toplantı sonucunda ortak bir bakış açısı da açık ve güvenli Avrupa Birliği’nin Cenova Sözleşmesi ve diğer insan haklan enstrümanların kurallarına tam olarak uyumlu bir şekilde gelişmesi yönündedir.

Tampere’nin kilometretaşları olarak nitelenen, AB’deki özgürlük, güvenlik ve adalet alanı için temel teşkil eden konulardan 4. madde de bu doğrultuda AB bölgesinde yaşayan, hukuksal olarak oturma izni olan grupların ve kişilerin AB toplumuna entegrasyonu için ortak bir yaklaşım belirlenecektir. 10 madde ile ortak bir göç ve sığınma politikası belirlenmesinin çağrı yapan söz konusu toplantının sonuç deklarasyonunda, 11. Madde ile ortak göç politikasının belirlenmesi için sadece Avrupa bölgesinde düzenleme yapmanın yeterli olmayacağı, göçün geldiği ya da transit olarak geçtiği ülkelerde de bir takım düzenlemeler yapılması gerektiği ifade etmiştir. Bu düzenlemeler, yoksullukla mücadele, yaşam koşullarının iyileştirilmesi, iş fırsatlarının yaratılması, çatışmaların önlenmesi, kadın ve çocuk temelinde demokratik insan haklarının sağlamlaştırılması gibi noktaları içermektedir. 18. madde ile AB’nin daha etkili bir entegrasyon politikasını amaçlaması gerektiği ifade edilmiştir. Bu politika entegre edilmek istenen kişilerin hak ve sorumluluklarını AB vatandaşları ile karşılaştırılabilecek şekilde garantilemek amacını taşımalıdır. AB aynı
zamanda ekonomik sosyal ve kültürel yaşamda ayrımcılığın önlenmesini geliştirmeli ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı önlemler geliştirilmelidir.5
2002 yılında Seville’de yapılan Avrupa Konseyi’nin sonuç bildirgesinin 28.
maddesinde, mücadele kapsamında kısa ve uzun vadede alınan önlemlerin 1951
tarihli Cenova Sözleşmesi ile uyumlu olacağı ifade edilmiştir. Bu doğrultuda yasa dışı göçle mücadele ve insan kaçakçılığının engellenmesinde Birlik politikaları Birliğin ve üye ülkelerin kabul kapasiteleri doğrultusunda yasal yollarla giriş yapıldığı takdirde iyi bir yaşamın göçmenleri beklediğine dair öncelikle yasal bir istek yaratılmak istenmesi üzerine kurulur.6

AB Konseyi’nin 2003 yılında yayınladığı Güvenlik Stratejisi Belgesi’nde dış boyutu oldukça önemli görülen tehditler arasında düzensiz göç de sayılmaktadır. Söz konusu belgede, terörizm ile bağlantılı olabilecek konular arasında görülen ve suç örgütlerinin faaliyet gösterdiği alanlar arasında düzensiz göç de sayılmıştır.7
Güvenlik endişeleri, göç ve suç arasında algılanan bağlantılardan da
kaynaklanmaktadır. 2002 yılındaki Avrupa Sosyal Anketine katılanların % 70’i,
göçmenlerin bir ülkenin suç sorunlarını arttırdığına inanmaktadır. 
Bu oran Almanya, Çek Cumhuriyeti ve Norveç’te %85’in üzerine çıkmıştır.8

2. Kültürel Hayatın Güvenliği ve Göç 

Göç politikasının Avrupalılaştırılması sadece teknik ve profesyonel bir konu olmaktan çıkmış, aynı zamanda sıcak bir politik konu olarak değerlendirilmekte dir. Sosyal hayatta karşılaşılan zıtlıklar ve korunmaya çalışılan kimlik algısı nedeniyle göçün kültürel olarak güvenlikleştirilmesine neden olmaktadır. Kültürel kimliğin şekillenmesi ve korunması, göç sorununa ve ait olma politikasına bağlantılı olarak temel konulardan biri haline gelmiştir. 
Kültürel kimlik fikrinin siyasi bir malzeme olması durumunda ise göçün birçok konu ile ilişkilendirilebileceği görülebilir. Bunlar; çok kültürlülük, Avrupa kimliği, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve ırkçılıktır.
Göçün kültürel olarak güvenlikleştirilmesinin, kültürlerin birbirleri ile olan
mücadeleleri üzerinden değil, toplumun politik ve sosyal entegrasyonundaki
belirsizliği üzerinden yapıldığı ortaya çıkan bir gerçektir.
Özellikle Soğuk Savaş sonrası İslami grupların Batı medeniyeti içinde şiddet kaynağı olarak sunulması ve Batı tarzı yaşam ve değerlere ayak uydurama maları, AB’de ‘medeniyetler çatışmasını’ gündeme getirir. 
Bu çatışmaya göre Avrupa’da İslam, sivil anlamda politik bir güç olarak doğmaktadır.9 Kimlik bağlamında güvenlik söylemini oluşturmada yine medyanın çok önemli bir rol üstlenerek göçmenlerin gettolarda yaşadıklarını ve gettolaştıkları tezini toplumun gündemine sokmuştur. 

Örneğin 2005 yılında Paris’in kuzeyinde yer alan bir banliyöde Afrika kökenli göçmenler tarafından başlatılan isyan, medyada ve kamuoyunda çok ses getirmiştir. İki genç göçmen, bu banliyöde polisten kaçarken sığındıkları yerde elektrik çarpması sonucu ölmüştür. 

   Bu olay, olayın yaşandığı banliyöde ve Fransa’da birçok banliyöde isyana neden olduğu gibi, Avrupa’da, Hollanda gibi ülkelere, sıçramasına da neden olmuştur. Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği banliyölerde birkaç gün süren direnişler görülmüştür. Bu direnişleri geldikleri ülkenin düzenine bir direniş gibi gösteren medya, özellikle uyum sağlayamadıkları düşünülen 15-17 yaş arasındaki gençleri haber yaparak direnişi kamuoyuna iletmiştir. Dönemin Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy “bizimle bu ülkede yaşıyorlarsa bu ülkenin kural ve kanunlarına uymak zorundalar” 10 söylemi ile göçmenlerin uyumsuzluk larını medya aracılığı ile ilan etmiştir.

AB bilindiği üzere sosyal ve siyasi birleşmeyi yeni dönemde önüne hedef olarak
koymuştur. Ancak bu bütünleşmede dil, etnik köken, din gibi bazı kimlik alanları
hedefi etkileyebilmektedir. Avrupa vatandaşlık olgusunun gelişimi bu sorunu
giderecek bir seçenek olarak görülmektedir. Bu vatandaşlık projesi ile evrensel haklar ve çok kültürlülüğü benimseyen, aynı zamanda geleneksel ulusal kimlikten bir parça bir şeyler taşıyan bir olgunun peşine düşüldüğü söylenebilir.11

Kimlik kavramsal olarak aynı olmayı belirten bir durumun sonucudur. Kimlikle birey kendini toplumsal bir grupla ve grubun değerleri özdeşleştirmektedir.12 Kimliğin neden oluşturulduğu, ne gibi işlevlerinin olduğu sorularına güvenlik perspektifinden bakıldığında karşımıza aidiyet duygusu ve sosyal çevre faktörü çıkmaktadır: İnsanlar güvenlik ihtiyaçlarını bir gruba ait olduklarında karşılarlar ve grup, kolektif kimliğini sosyal çevreye taşımak, yaymak ister. Sıklıkla etnik, dinsel, ulusal ve diğer politik kimlikler bu sosyal çevreye yayılışta kabul edilebilir ifadelerle geleneğin kurulması, maddesel değişikliklerin gerçekleşmesi ve değişen tartışmalar çerçevesinde hizmet eder. Özellikle bu hizmet karmaşık, belirsiz zamanlarda grubun imajını oluşturmak açısından çok önemlidir.

Kimliklerini oluştururken gruplar sadece içlerindeki olumlu birleştirici öğelere, din, dil ortak geçmiş ve gelecek ülküsüne vurgu yapmazlar. Kendi tanımını kendine göre gayet açık bir şekilde ortaya koyduğunu düşünürken aslında açık ve kesin yaptığını düşündüğü tanımlama ‘öteki’nin farklılıklarından beslenerek ve dış sınırını ortaya koyarak ortaya çıkmaktadır. Diğerinin bu farklılığı, oluşturduğu dış sınır, onun kimliğini tanımlanması ve birleştirici olması açısından gereklidir.
Kimlik ve kimlikle ilgili durumların güvenlik sorunu haline gelmeden çözümlen  mesinde en önemli tema AB toplumlarının gelen göçmenleri kendi toplumlarına entegre etmesi olarak görülebilir. Örnek olarak entegrasyon yanlısı politikalar, göçü ve göçmeni sonradan gelen ve homojenize toplumu bozan, farklı
yaşam tarzı ve kültürlere sahip olduklarından dolayı toplumun iç istikrarını
kırılganlaşması ile güvenlikleştirilir.13

Avrupa’nın göç alan ülkeleri uzun süre kalacağı anlaşılan hatta yerleşik olacak
göçmenler için bu göçmenleri ülke içinde kontrol edebilme politikaları ortaya
koymaya başlamışlardır. Genellikle emperyal tarihlerinden gelen pratikleri ile de
asimilasyon, entegrasyon ya da içselleştirme gibi politikalar izlemişlerdir.
Avrupa’daki sosyal bütünleşme sürecine bakıldığında ortaya çıkan 3 temel yöntem, çok kültürlülük, asimilasyon, farklılaştırarak dışlama şeklinde görünmektedir14 ve bunların uygulama alanlarında güvenliğin olduğu da açıktır.

3.Ekonomik Hayatın Güvenliği ve Göç

Önceki iki kısımda göçün, AB’de mücadele alanı olduğu, kimlik ve sınırlar
bakımından güvenlikleştirilmesi, aslında bu kısımda ele alacağımız refah devleti
açısından güvenlikleş tirilmelerinin bir sonucudur. Weiner, ekonomik bir perspektifle göçe baktığında gönderen ülke için beyin göçü yaşanırken, alan ülke için işsizlik ve konutta yetersizlik gibi bir takım sonuçların ortaya çıktığını ifade eder.15
Gelen bu insanlar ek barınma, eğitim, ulaşım hizmetlerinin de doğmasına neden
olacaklardır. Bu ihtiyaçlar ise geldikleri refah devletinin olanakları ile karşılanacaktır.

Bu olanaklara sahip olan ev sahibi ülkenin nüfusu, kendi olanaklarını gelenlerle
paylaşmayı istememektedirler.16 Paylaşılmak istenmeyen refah devletinin tanımına bakıldığında dar anlamı ile gelir transferi ve sosyal hizmetler aracılığı ile sosyal iyileştirme olarak görülebilir. Geniş anlamda ise ekonominin yönetiminde devletin daha etkin bir rol alması olarak yorumlanabilir. Geniş anlamı ile daha çok ekonomi politik bir algının oluşması mümkün olabilir.17 Savaş sonrası oldukça başarılı bir kalkınma modeli çizen Batı Avrupa, ekonomik durgunluğun yaşamaya başladığı 1970’lerle birlikte, konut, sağlık ve işsizlik güvencesi, iş ve diğer sosyal hizmetler gibi sosyal devletin nimetlerinin rekabet konusu haline gelmesine tanık olmuştur.

Yaşanan ekonomik durgunluk, vatandaşlarla göçmenleri, emek piyasasında rakip
haline getirmiştir.18

Refah devletinin kriz ve mücadele içerisinde günümüzde dışarıdan üç kollu baskı
altında olduğu söylenebilir. Bu kollar ise Küreselleşme, Avrupa Entegrasyonu, Göç olarak görülmektedir.19 Göçmen oturma iznini aldığı, yasal olarak yaşadığı Avrupa ülkesinin refah devletinin olanaklarından yararlanmaktadır. AB’nin Doğu Avrupa ile birleşmesi önemli bir ekonomik yük olmuştur.

Özellikle Avrupa’da son dönemde yaşanan ekonomik bunalım göçmenleri iki yönden oldukça etkilemiştir. Avrupa’nın birçok ülkesinde artan işsizliğin mağduru olan, Avrupa’daki işsiz nüfusun yaklaşık iki katına çıkan işsizlik oranlarıyla göçmenler, aynı zamanda yaşadıkları ülkelerin halkı tarafından da işsizliğin nedeni olarak görülmektedir. Nitekim 2009’da İngiliz işçilerin “İngiltere’deki işler İngilizlerindir” protestoları bu durumun somut bir örneğidir.20
Avrupa ülkelerinde, kendilerine ait, milli olarak algılanan refah devleti kaynaklarının başka milletlerle o kaynakların daha zor elde edildiği bir dönemde paylaşılması ‘yabancı düşmanı’ sesleri yükseltmektedir. Bu noktada ‘Yeni Sağ Popülizmi’ birçok Avrupa ülkesinde ses bulmaktadır. Öyle ki Avrupa’da Jean-Marie Le Pen, Pim Fortuyn, Geert Wilders gibi aşırı isimlerin de etkin siyasette bulunduğu döneme girilmiştir. Bu hareket öteki, yerli olmayan, dışarıdaki kavramlarını toplum literatürüne sokmaktadır.

Bu tartışmalar refah ve sosyal haklar bakımından göçmenleri istenen (vasıflı işgücü) ve istenmeyen (sığınma talep eden düşük vasıflı) olarak ikiye ayırır. Bununla birlikte göç ve göçmenler Avrupa Birliği’nde, refah devleti, entegrasyon, ve sosyal birleşme konuları çerçevesinde incelenmeye başlanır ve göç üzerinde tartışmalar bunlar üzerinden yapılır.
Refah devleti tartışmaları kapsamında işsizlik çok önemli bir sorun olarak Avrupa
gündeminde en üst sıralarda yer almaktadır. Avrupa’daki yerel halkın işgücüne
katılımı etkileyen bir faktör olarak göçmenleri görmek ilginç bir paradigmayı ortaya çıkarmaktadır. Göçmenler sadece düşük profilli işlerde değil aynı zamanda tehlikeli işlerde çalışmaktadırlar. Onlara ödenen ücret işsiz bir Avrupalının bu işlerde çalışmasını sağlamamaktadır. Bu işlere yerli Avrupalıların talebinin artması için gerekli olan şey ücretin de artırılması olacaktır.21 Göçmenlerin çalışmaya razı olması nedeniyle ücretlerin artırılmaması ve bu işlerin cazip kılınmaması ile orta halli ve düşük vasıflı yerel nüfusun işsiz kalmaya devam ettiği söylenebilir. RWI Ekonomi Enstitüsünün ölçümlerine göre göçmenlerin yılda 461 milyar dolar gelir sağladığı, 153 milyar dolarını vergi olarak ödeyerek yerli Avrupalıya iş imkanı yaratılabilecek ekonomik katkıyı sağlamaktadırlar. Bu geliri sağlarken, yabancı Avrupalılar, yani göçmenler Avrupalıların istemedikleri işlerde çalışmaktadırlar.22

AB bir serbest ticaret alanı olmanın ötesinde bir kültürel alan olma çabası
vermektedir; çünkü farklı kültürlerin ekonomik olarak bütünleşebilmesi ve ekonomik düzene uyum sağlayabilmesi için öncelikle birlik duygusunu benimseyen, Avrupalılık kimliğini içselleştiren insan bilincine ihtiyaç vardır.
Kendi vatandaşları için istihdam sorunu yaşayan AB bir de göçmenler için bu sorunu yaşarken, bunu sınır ve kimlik politikaları ile bütünleştirerek sorunsallaştırmaktadır.

Sonuç

Göçmen sayısının artması, göçü siyaseten, iç güvenlik temelinde, kültürel, sosyal veya ekonomik açıdan Avrupa’da önemli bir sorun haline getirmiş ve söz konusu ‘yabancılar’ ile yerel halk birbirlerinin farklarını çözmeye ve anlamaya başlamışken 11 Eylül saldırıları göç olgusuna bambaşka bir boyut katmıştır. Tüm çözümleme güvenlikleştirilmiş ve göç algısı üzerinden yürütülmeye başlamıştır. Dolayısıyla bu da Göç ve göçün getirdiği sorunlardan kurtulmak için en iyi çözüm olarak göçmenlerin Avrupa Kalesi’ne girmesini zorlaştırmayı hedefleyen politikaların çok verimli sonuçlar doğurmadığı artık görülebilmektedir. Yasal göçün önüne koyulan bu sınırlar yasadışı yollar için bir baskı oluşturmaktadır.
Göçün siyasi hayatın güvenliğine etkileri yasal metinlerle düzenlenmeye çalışılmıştır.

AB ve üye ülkeler tek yönlü gerçekleşen göç için gereken önlemleri bu yolla almaya çalışmaktadır. Özgürlüğün merkezi olarak lanse edilen Avrupa’nın göçmenler için de aynı temelde yaklaştığı metinler mevcuttur. Fakat genel olarak alınan kararlara göçün Avrupa güvenliğine tehdit oluşturma potansiyeline göre şekil verilmiştir.

Göçmenlerin haklarının verilmesi konusunda isteksiz olan yönetimlerin de söz konusu güvenlikleştirme temelinde hareket ettiğini anlamaktayız.
Kültürel olarak göçün güvenlikleştirme boyutu ise çok daha etkindir. Zira Avrupa’da kimlik oluşturmak son dönemin sıcak gündem maddelerinden. Bu kimliği oluştururken kullanılan argümanlardan ortak veya karşıt değerler üzerine
geliştirilenlerin göçmenler üzerine etkisi tartışılmaz. Avrupa kimliğini oluştururken kullanılan karşıtlık, göçmenlerin bulundukları ülkelerdeki hayata adaptasyonunda büyük güçlük çıkarmaktadır. Bulundukları ülkelerin bir parçası olarak hissedemeyen göçmen grupları da bu ayrışmadan dolayı kendilerini farklı bir kültürel yere oturtmaktadırlar.

Ekonomik hayata etkileri incelendiğinde ise Avrupa halklarının göçten etkilendiği
algısı ile karşılaşılmaktadır. Refah devleti durumunu negatif etkilediği düşünülen göç için devletin kaynaklarının paylaşılması için önlemler alınması gerektiği fikri genel kanıdır. İş sahipliğini de etkilediği yorumuyla karşı çıkılan göçün söz konusu devletlerin refah devleti olabilmesi için gereken altyapının oluşmasına katkısının ne denli büyük olduğu gerçeği ile incelenmelidir. Fakat bugün Avrupalı orta sınıfı üzerindeki ekonomik baskının nedeni olarak göçmenler görülmektedir. Emekleri ve vergi gibi parasal katkıları ile devletlere olan katkılarının yanında ekonomik olarak gelişmeleri ile kurdukları işletmelerde istihdam yaratmaktadır lar. Siyasal ve kültürel alanlarda güvenlikleştirilen göç olgusunun temelinde ekonomik perspektif yattığı düşüncesi bu bağlamda güç kazanan bir olgudur.
Genel olarak Avrupa’da göçün güvenlikleştirilmesi, tüm hukuksal/siyasal çabalara rağmen göçmenlerin toplumsal hayata ve söz konusu ülkelerdeki günlük yaşama entegre edilebilmesini zorlaştırmaktadır. Özgürlük ve refah odağında hareket eden AB ise göçü güvenlik açısından ele almaya başladığında ‘Avrupa Kalesi’ ya surlarını büyütmekte ya da güvenlik kuleleri inşa etmeye başlamaktadır. Böylece de ulaşılmaz, kapalı bir toplum haline gelme olasılığından söz edilebilmektedir.

DİPNOTLAR;

1 Ayhan Kaya, “Göç: Güvenlik ve Korkunun İktidarı" Uluslararası Göç Sempozyumu Bildiriler, 8-11 Aralık 2005,İstanbul. s.25
2 Alessandra Buonfino. “Between Unity and Plurality: The Politicization and Securitization of the Discourse on Immigration in Europe”, New Political Science, Vol. 26, No. 1, 2004, s.37
3 Maastricht Anlaşması, http://www.eurotreaties.com/maastrichteu.pdf, Erişim Tarihi: 12.09.2013
4 Amsterdam Anlaşması, http://www.eurotreaties.com/amsterdamtreaty.pdf, Erişim Tarihi: 12.09.2013
5 Tampere European Council, Presidency Conclusion, 15-16 Ekim 1999,
http://www.europarl.europa.eu/summits/tam_en.htm#union , Erişim Tarihi: 12.09.2013
6 Seville European Council, Presidency Conclusion,
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/72638.pdf , 21-21 Haziran 2002, Erişim Tarihi: 12.09.2013
7 Council of European Union, European Security Strategy,
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf , 12 Aralık 2003. Erişim Tarihi: 13.09.2013
8 United Nations Development Programme, European Social Survey, 2002. s. 89
9 Thomas Faıst, “Internatıonal Migration and Security before and after September 11 2001” International Migration Review, vol.36, no.1, 2002. ss.8, 9
10 “Curfew Fails to Stop French Riot”. BBCOnline.13.11.2005. http://news.bbc.co.uk/2/hi/4432724.stm  Erişim Tarihi: 13.10.2013
11 Cris Shore, Building Europe, London, Routledge, 2000, s.72
12 F.H. Burak Erdenir, Avrupa Kimliği Pan Milliyetçilikten Post Milliyetçiliğe, Ankara, Ümit Yayıncılık, 2005, s26
13 Jef Huysmans, “The European Union and The Securization of Migration”. Journal of Common Market Studies, vol. 38, no. 5, 2000, ss.751-777. s765
14 Stephen Castles, “The Guest-Worker in Western Europe- An Obituary”, International Migration Review, vol. 20, no.4, 1986, ss.761–778.
15 Myron Weiner, “Security, Stability, and International Migration”, International Security, vol. 17, no.3, 1992-1993, s.6
16 age s.25
17 Meryem Koray, Avrupa Toplum Modeli, İstanbul, Tüses Yayınlan, 2002. s.175
18 Huysmans, age 767,768,769
19 Meıer Jaeger Mads and Jon Kvist, “Pressures on State Welfare in Post-Industrıal Societies: Is More or Less Belter?” Social Policy and Administration, vol.37, no.6, 2003, ss.555-572. s.558
20 Fatma Yılmaz-Elmas, “Avrupa’da Yükselen Duvarlar Göçmenlerin Üzerine Yıkılır mı?” , Analist, Sayı:5, Temmuz 2011, ss.4-8. s.6
21 James F Hollifield, Immigrants Markets and States The political Economy of Postwar Europe, London, Harvard University Press, 1992. ss.114-115
22 Business Week ,New York, 6 March 2000, s.92


***