17 Mayıs 2020 Pazar

İŞBİRLİĞİ Mİ? ÇATIŞMA MI? ÇEVRESEL GÜVENLİĞİN ULUSLARARASI İLİŞKİLERDEKİ ROLÜ

İŞBİRLİĞİ Mİ? ÇATIŞMA MI? ÇEVRESEL GÜVENLİĞİN
ULUSLARARASI İLİŞKİLERDEKİ ROLÜ


Sezin İba Gürsoy*
* Yrd. Doç. Dr., Uluslararası İlişkiler Bölümü, İİBF, Kırklareli Üniversitesi, Kırklareli.


Küreselleşmeyle birlikte yükselen çevre sorunları günümüzde yeni güvenlik
anlayışının önemli bir parçası olarak görülmektedir. Çevreye yönelik kaygılar aslında 1960’lardan bu yana uluslararası gündemi meşgul etse de, çevre ve güvenlik ilişkisi Soğuk Savaşın bitişinin ardından ortaya çıkan yeni güvenlik anlayışında hayat bulmuştur. 1990 sonrası güvenlik kavramının askeri olmayan konuları da içerecek şekilde genişlemesi uluslararası ilişkilerde hem tehditleri, hem de güvenliğin referans nesnesini değiştirmiştir. Bu çerçevede yükselen çevresel sorunların ve çevresel kaygıların sosyal ve ekonomik hayatı olumsuz etkilemesi sonucu uluslararası istikrarı etkileyebilecek ve çatışmaları arttırabilecek bir güvenlik tehdidi olduğu düşünülmektedir. 

Bu çalışma esasen kullanımı yeni sayılabilecek çevresel güvenlik
kavramını ve bunun uluslararası ilişkilerdeki rolünün farklı boyutlarını
değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Buradan hareketle çalışmanın ilk kısmı güvenlik kavramının nasıl ve ne şekilde genişlediğine odaklanacaktır. Sonrasında ise çevresel güvenlik kavramı tanımlanacak ve büyüyen çevresel bozulmaların uluslararası ilişkilere yansıması ele alınacaktır. Bu çalışma çevresel değişimlerin ve kaynak kıtlığının devletler arasında bir yandan gerilimi arttırdığını, diğer taraftan ise uluslararası işbirliğine de teşvik ettiğini varsaymaktadır. 

  Bu bağlamda son olarak çevre sorunlarının uluslararası güvenlik açısından işbirliği veya çatışma biçimini alma olasılığı açıklanacaktır.

Giriş

20. yüzyılın sonlarına doğru, güvenlik alanında tehditlerin algılanışında alışılan devlet odaklı güvenlik anlayışı yerini yavaş yavaş birey odaklı anlayışa bırakırken, çevresel güvenlik kavramı ortaya çıkmış ve halihazırda dönüşüm içerisinde olan klasik güvenlik stratejilerine kafa tutmaya başlamıştır. Klasik veya geleneksel güvenlik olarak niteleyebileceğimiz tehditler/tehlikeler çoğu zaman askeri tehditler olarak algılanmıştır.

Özellikle 1989 yılında Soğuk Savaşın sona ermesinin ardından, güvenliğin askeri
olmayan konuları da içine alarak genişlemesi tehditlerin açlıktan kadın sorunlarına, çevrenin kirletilmesinden ekonomik istikrarsızlıklara ve hatta salgın hastalıklara kadar geniş bir yelpazede ele alınmasını destekleyen eserlerin literatüre girmesine olanak sağlamıştır. Fakat güvenlik çalışmaları kapsamında ele alınan bu çalışmaların azlığı dikkat çekicidir. Bu çalışmada çevresel sorunların bir güvelik problemi olup olamadığı tartışılırken çevresel güvenliğin uluslararası ilişkilerdeki rolüne dikkat çekmek amaçlanmaktadır.

Çevre sorunlarının Uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde giderek önem
kazanmaktadır. Çevresel değişimlerin veya çevresel bozulmaların devletler arasındaki ilişkileri olumsuz olarak etkilemeye başlaması konunun uluslar arası toplum tarafından da ilgisinin artmasını sağlamıştır. Devletin karşı karşıya olduğu sayısız çevresel tehdit, ulusal tehditlerin aksine geniş çaplı, geri alınması çoğu zaman imkansız ve ülke sınırlarını aşan/tanımayan yapısıyla savunmayı oldukça güçleştiren nitelikteki tehditlerdir. Devletler, ulusal güvenlik politikaları ile eş güdümlü olarak, kendi sınırları içindeki maddelere dayanarak temel madde gereksinimlerini karşılamayı tercih ederler. Bu maddelerin tükenmesi komşu devletlerle giderek artan bir çatışma riskini de ortaya çıkarmaktadır. Bu anlamda çevresel sorunların uzlaşma mı çatışmaya mı yakın durduğu sorusu bu çalışma nın iskeletini oluşturmaktadır. Bu soruya cevap ararken temel varsayımım çevrenin hem çatışmaların hem de uzlaşmaların temelini oluşturduğu yönündedir.

Bu bağlamda çevresel sorunların güvenlikle ilişkilendirileceği bu çalışmada çevresel güvenlik kavramı ve özellikleri ilk olarak ele alınacaktır. Sonrasında çevre bozulmalarının veya yükselen çevre sorunlarının devletleri işbirliğine mi yoksa çatışmaya mı yaklaştırdığı incelenecektir.

Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı ve Güvenlik Çalışmaları

Güvenlik, sözlük anlamıyla “kişilerin korkusuzca yaşayabilmeleri durumu ve emniyet hali” olarak tanımlanmaktadır.1Bir başka deyişle güvenlik, varlığını koruma ve sürdürme olarak da düşünülebilir. Varlığın sürdürülmesini engelleyecek her türlü unsur ise tehdit olarak tanımlanır. Güvenlik kavramı, Uluslararası İlişkiler disiplininde ilk defa Birinci Dünya Savaşı sonrası Woodrow Wilson tarafından ortaya atılmış, Milletler Cemiyeti’nin tanımladığı “kolektif güvenlik” (common security) kavramı üzerine oturtulmuştur. İlk kez Milletler Cemiyeti Paktı’nda kullanılan ve daha sonra BM Şartı’nda (1945) geliştirilen güvenlik kavramı zaman içinde uluslararası ilişkilerin bir alt-disiplinine dönüşen Güvenlik Çalışmaları’nın temel unsuru olmuştur. Uluslararası ilişkilerin doğasında hep var olan güvenlik kavramı farklı perspektiflerden farklı tanımlarla yorumlanmıştır. Arnold Wolfers’ın aşağıdaki tanımına Güvenlik Çalışmaları alanındaki neredeyse tüm kaynaklarda atıf verilir:

“…….Güvenlik, objektif bir anlamda kazanılmış değerlere tehditlerin olmamasının
ölçülmesi, öznel anlamda ise bu tür değerleri saldırıya açık olan korkunun
yokluğudur.”2 Wolfers’dan esinlenen Baldwin de çalışmasında “Kim ve hangi
değerler için, ne kadar ve ne ölçüde, hangi tehditlere karşı, hangi araçlar yoluyla
güvenlik?”sorularına yanıt aramıştır.3 İnşaacılar (Constructivists) için güvenlik
“aktörlerin onu nasıl anlamlandırdıklarına ilişkin olarak öznelerarasıdır”.4 

Bu nedenle, güvenlik göz ardı edilemeyecek bir normatif öze bağlıdır.
Uluslararası İlişkiler kuramı içinde güvenliğin bir başka ortak anlamı, realist
perspektifin egemenliği altında olan askeri stratejidir. 1940’larda realist teorinin
varsayımlarını kullanarak Stratejik Çalışmaların bir alt dalı olarak düşünülen
Güvenlik Çalışmaları, askeri güvenlikle ilişkilendirilmiştir. Ulus-devlet düzeyinde
tanımlanan Güvenlik Çalışmaları, geleneksel yaklaşıma göre uzun yıllar nerdeyse
sadece askeri çerçeveden ele alınmıştır. Bu bağlamda, uluslararası ilişkilerde uzun yıllar varlığını sürdürmesi gereken öncelikli aktör “devlet” kabul edilirken, onun varlığına yönelen tehditler ise geleneksel anlamda askeri tehdit olarak algılanmıştır.

Soğuk Savaş boyunca askeri güç bir konu ile ilgili ise bunun bir güvenlik sorunu
olarak kabul edildiği gözlemlenmiştir. Baldwin bu dönemi “Güvenlik Çalışmaları
tarihinin en yaratıcı ve heyecan verici dönemi” olarak tanımlamıştır.5 1970’lerin
sonlarına yaklaşıldığında Soğuk Savaşın yumuşamasının da etkisiyle akademik
toplumda genişletilmiş bir güvenlik söylemi ortaya çıkmıştır. Özellikle, Soğuk Savaş döneminin son on yılında güvenlik kavramı devletlerin askeri sorunlar karşısında güçlerini arttırmaları ve kuvvet kullanmalarının ötesinde farklı şekillerde tanımlanmaya başlanmıştır. Bu dönemde Barry Buzan’ın temsilciliğini yaptığı bazı akademisyenler tarafından güvenlik kavramını genişletme çabaları gözlenmiştir.

Özelikle Buzan’ın “People, States and Fear” başlıklı kitabı ile Ullman’ın “Redefining Security” başlıklı makalesi askeri olmayan alandaki endişeleri de güvenlik kavramı kapsamında değerlendirilmiştir.6
Soğuk Savaş sonrasında uluslararası ilişkilerde tehdidin niteliğinin değişmesi ile
birlikte güvenlik anlayışında da değişiklikler gözlenmiştir. Pınar Bilgin’e göre, “yeni güvenlik” denilen bu yaklaşım, 1990’lı yıllarda güvenlik gündeminin salt askerî konuların ötesinde, insan, devlet hatta üzerinde yaşadığımız gezegenin güvenliğini ilgilendiren başka konuları da kapsayıcı şekilde geliştirilmesi çağrıları ile karşımıza çıkmaktadır.7 Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaşın bitmesiyle dünya genelinde yaşanan ekonomik ve siyasi dengelerde meydana gelen değişiklikler Uluslararası İlişkiler akademisyenlerinin caydırıcılık teorisi ve güç dengesi dışındaki konulara odaklanmasına olanak vermiştir. Bu bağlamda, 1990’lı yıllarda güvenliğin bireysel ve toplumsal boyutlarına odaklanan eserlerdeki çoğalma dikkat çekicidir.

Çevresel Güvenlik Kavramının Gelişimi

1960’lardan başlayarak çevreci düşünce ve hareketler, hem toplumların gündeminde yer almaya hem de küresel politikaların belirlenmesinde etkili olamaya başlamıştır.

Güncelleşen çevre sorunlarına yönelik olarak farklı bakış açıları ve düşünce akımları bu yıllarda gelişmeye başlamıştır. Soğuk Savaşın son yıllarında ulusal güvenliği salt askeri güvenlikle bağdaştıran anlayış sorgulanmaya başlanmış ve güvenlik gündeminin genişletilmesi yaklaşımı farklı yazarlar tarafından da benimsenmiştir.8

Lester Brown’un 1977 yılında yazdığı “Redefining National Security” yazısı bu
alandaki ilk eser sayılmakla birlikte “ekolojik stresleri, kaynak kıtlığı ve iklim
değişikliğini ulusal güvenliğinin alanına alan” ve yeni bir güvenlik anlayışını ortaya atan eserdir. Brown siyasi, ekonomik, çevresel ve sosyal konuların da ulusal güvenlik çerçevesinde ele alınması gerektiğini iddia etmiştir. 9
Çevresel güvenlik kavramının en önemli temsilcisi Thomas Homer-Dixion’dır.
Homer-Dixon’a göre çevre baskıları zaman içinde dört ana soruna yol açacaktır: Bu etkilerin başında tarımsal üretimde azalma gelmektedir. Bu anlamda gıda güvenliğinin ulus devletler için ciddi bir sorun teşkil edeceği varsayılmaktadır. Ekonomik çöküş, nüfusun yer değiştirmesi ve sosyal ilişkilerin bozulması ise diğer etkilerdir. Homer- Dixon bu etkilerin kıtlıktan kaynaklanan çatışmalar, iç savaş, etnik gruplar arası gerilim veya isyanlar gibi farklı tipte çatışmalara dönebileceğini öne sürmektedir.10

Güvenliğin genişletilmesi konusunu Thomas Homer-Dixison’un yanı sıra Ullman da ünlü makalesinde “ulusal güvenliği askeri açıdan tanımlamak (hatta öncelikle)
gerçeğin görüntüsünü yanlış aktarmaktadır” şeklinde yorumlamaktadır.11 Buna ek olarak, Ullman bir devlette yaşayanların yaşam kalitesini kısa sürede ve şiddetli olarak düşüren tehditleri ulusal güvenliğin tekrar tanımlanması gereken
durumlarından biri olarak nitelendirmiştir.12 Myers ise çoğu ülkenin ekonomisinin doğal kaynaklara bağlı olduğunu, tarım topraklarının özelliklerini yitirmesinin ve su kaynaklarının azalmasının ekonomiyi etkileyeceğini belirtmektedir. Myers, bu durumun “ekonomik büyümenin yavaşlamasının ya da durmasının” ciddi sosyal sorunlara yol açacağını düşünmekte ve bununda “siyasi sistemlere istikrasızlık kazandıracağını” ileri sürmektedir.13 

   Mathews ise güvenlik tanımının çevresel ve demografik unsurları da kapsayıcı şekilde genişletilmesini savunurken, bu çevresel kaygıların Amerikan ulusal güvenlik gündemine yerleşmesi gerektiğini belirtmiştir.14

Bu yeni görüşlere karşın, 1990’lı yıllarda hala geleneksel gündemin muhafaza
edilmesini, yani güvenlik kavramının dar tutulması gerektiğini savunan görüşler de ileri sürülmüştür. Örneğin, Stephen Walt Güvenlik Çalışmalarını genişletme
çabalarının alanın entelektüel tutarlılığına zarar vereceğini düşünmektedir.15 

Benzer şekilde Dorff da, ekonomik, ekolojik ve toplumsal konuların önemli sorunlar olduğunu kabul ederken, bunların güvenlik tehdidi niteliği taşımadığını sadece askeri sorunlarla ilişkili oldukları takdirde güvenlik sorununa dönüşebileceğini iddia etmektedir.16

Sonuç olarak, 1990’ların başından itibaren güvenlik söylemi ciddi bir dönüşüm
geçirmiştir. Özellikle Barry Buzan ve Ole Waever tarafından geliştirilen Kopenhag
Okulu’na göre güvenliğin alanı derinleştirilmeli ve bireylerin, devlet-dışı oluşumların ve grupların da güvenlik kaygılarını içerecek şekilde “insani güvenliğin” odağına almalıdır. Kopenhag Okulu devlet güvenliğinden toplumsal güvenliğe doğru yaşanan değişimi vurgulayarak, sektörel bir analiz çerçevesi oluşturmuştur. Bu bağlamda güvenliği beş boyutta (genişleme: askeri, ekonomik, çevresel, toplumsal ve siyasi) ele alan anlayış; analiz düzeyi arasında da (derinleşme: uluslararası, bölgesel, ulusal, yurtiçi gruplar, birey)bir ayrım yapmıştır. Bu noktada güvenlik kavramındaki genişlemenin özellikle iki önemli boyutu ortaya çıkmaktadır: 

(a) referans nesnesi bakımından 

(b) tehdit açısından. 

Buna göre, referans nesnesi bakımından devlet merkezli yapıdan insan merkezli bir anlayışa kayma gözlenirken, tehdit açısından da yukarıda tabloda gösterildiği üzere askeri tehditlerden ekonomik, çevresel ve toplumsal tehditlerin ön plana çıktığını söylemek yanlış olmamaktadır.

Çevresel Güvenliğin Uluslararası Boyutları

Çevresel duyarlılık 1960’lı yıllarından başında ortaya çıkmasıyla birlikte uluslararası çevre politikasının başlangıcı 1972 Stockholm Konferansı kabul edilmektedir. 1972 tarihli “BM İnsan Çevresi Konferansı” ile birlikte ilk defa çevre konusu uluslararası gündemde konuşulmaya başlanmıştır. Konferansın en önemli amacı ve hedefi; her ülkenin çevreye karşı sorumluluğunu kabul etmesi, insanın yeryüzündeki varlığını sürdürebilmesinin temel koşulu olduğu noktasında birleşilmesi dir. Konferans sonucunda ise, gelişmekte olan ülkeleri, kalkınırken çevre sorunlarının ortaya çıkmasını önlemeye yöneltmenin, zengin ve yoksul ülkeler arasındaki ayrımlar giderilmedikçe çevre koşullarının iyileştirilmesinde önemli bir ilerleme sağlanamayacağının ve kalkınmanın çevreyi korumakla çelişen bir tarafının olmadığının önemine varılmış ve bu düşünceler kabul edilmiştir.17

Çevre-güvenlik ilişkisine dikkat çeken ilk uluslararası nitelikli belge ise BM Dünya
Çevre ve Kalkınma Komisyonunun 1987 tarihli Ortak Geleceğimiz (Our Common
Future) raporudur. Bu rapor çevrenin uluslararası politikadaki yerini de belirleyen bir belge olmuştur. 1990’lara gelindiğinde ise uluslar arası evre politikasının belirlendiği dönüm noktası 1992’de Rio’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansı olmuştur. Konferansta “Sürdürülebilir Kalkınma” terimiyle çevre değerlerini tahrip etmeyen kalkınma doktrinin zirveye katılan 150’den fazla ülke tarafından benimsenmiştir.
Çevresel sorunların küreselleşmesi gibi çevresel güvenliği tehdit eden öğeler da çoğu zaman sınır ötesi özellik göstermektedirler. Çevresel Güvenlik kavramı; bugün, çevrenin doğal oluşumuna yönelik tehditler ve çevresel tehditler ulusal ve uluslararası güvenliğin ayrılmaz parçası olarak kabul edilmektedir. Çevresel güvenlik kavramını destekleyenler, “Eğer gerekli itina gösterilmezse çevresel tehditler bugün dünya üzerinde ciddi, uzun menzilli ve derin güvenlik sorunları oluşturacaktır. Bu tehditler, askeri tehditlerden daha yavaş gelişseler bile, en az geleneksel askeri tehditler kadar önemlidir. Ayrıca, insanoğlunun refahı ve sağlığı üzerindeki baskıyı artıracak kişisel olmayan sosyal ve ekonomik güçlerin ciddi çevresel yetersizliklere yol açacağı”18 tezini savunmaktadır.

İşbirliği mi Çatışma mı?

Çevresel sorunların küreselleşmesi gibi çevresel güvenliği tehdit eden öğeler da çoğu zaman sınır ötesi özellik göstermektedirler. Bununla birlikte yoksulluk, kaynak dağılımındaki eşitsizlik, ekosistemdeki bozulma beşeri güvenliğe baskı yapan konulardır. Ekonomik ve sosyal eşitsizlikler, etnik ya da dinsel farklılıklar, gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunu bölmüş ve çatışma potansiyellerini yükseltmiştir. Bunların patlamaya hazır toplumlar olduğu söylenebilir. 

  Su, toprak, orman gibi çevre kaynaklarının kıtlaşması, bu hazır bekleyen düşman gruplara tetikleme görevi yaparak çatışmayı başlatma etkeni olabilir. 

Bu noktada şu soruyu sormak gerekmektedir: iklim değişikliği, ozondaki incelme, çölleşme, biyolojik çeşitlilik, asit yağmurları, tehlikeli atıklar gibi sorunlar tek başlarına bir sorun olarak görülmese de acaba diğer etkenlerle
birleştiklerinde temel ulus yapısını sorgulayan dinamikleri tetikleyebilir mi? Bu da
istikrarsızlığa yol açarak toplumları çatışmaya sürükleyebilir mi? Başka bir değişle, çevrenin bozulması, varolan düşmanlıkları tetikleyen ve askeri çatışmaları başlatan bir tetikleyici olabilir mi?

Birçok yazar bu sorulara olumlu yanıt vermektedir. Özellikle yenilenemeyen
kaynakların tükenmesi en büyük sorunlara ve çatışmalara yol açacaktır tezi halen hâkim dir. Petrol, su, gıda gibi en önemli kaynakların kıtlaşması devletlerin yaşamsal güvenlik sorunları haline geleceği düşünülmektedir. Geçmişteki deneyimler bize göstermiştir ki, devletler kıtlaşan kaynaklar karşısında daha fazla pay alabilmek için bireysel bencil hatta zaman zaman saldırgan bir tutum izlemektedir. 19 

  Bu da geleneksel olmayan sorunlara geleneksel yöntemlerle cevap verildiğini
göstermektedir.
Bu hususta farklı bir görüş de çevresel bozulma ve kaynak kıtlığının çatışmaya yol açtığı varsayımlarının artık kabul edilmediğidir. Bu görüş devletlerin kendi başlarına çözümleyemedikleri küresel sorunlar karşısında işbirliği yolunu tercih ettiklerini iddia etmektedir. Bu iddiaya göre işbirliği yönteminin çevresel değişim karşısında şiddetli çatışmalardan daha olası kabul edilmektedir. Örneğin kirlilikle mücadele etmek, iklim değişimini durdurmak, açlıkla ve yoksullukla mücadele etmek, biyolojik çeşitliliği korumak gibi devletlerin sınırlarını aşan çevre sorunları kendini sınırlayan ulus devletin çözüm olanaklarını aşmaktadır. Şöyle ki, herhangi bir ülke, çevre sorunlarıyla baş edebilmek için yeterli ekonomik güç ve kaynağa sahip olmayabilir veya sahip olsa bile başka ülkelerin ve uluslararası örgütlerin işbirliğine gereksinim duyabilir.20 

Bu anlamda sorunlara ortak platformlarda, herkesin yararına çözümler
bulunmaya çalışılması aslında bir anlamda zorunluluk haline gelmiştir.
Esasen uluslararası hukuk da çevre konusunda gelişme göstermekte, uluslararası çevre rejimi oluşturmak amacıyla bir takım girişimlerde bulunulmaktadır. Uluslararası rejimler çevre sorunlarına çözüm üretebilmenin ötesinde, devletler arasındaki işbirliğini geliştirme ve çatışmaları önleme açısından önem arz etmektedir.21 Birçok devlet arasında, hem çevresel diplomasi çerçevesinde uluslararası düzeyde hem de kurum inşası düzeyinde işbirliği olanaklarının mevcut olduğuna dair önemli kanıtlar bulunmaktadır. 

Örneğin, Batı Şeria ve Gazze sokaklarındaki günlük çatışmalara karşın, Filistinler ve İsrailliler, ortak su kaynaklarını yönetmek için garı resmi görüşmeler yapmayı sürdürmektedirler. Dünyanın birçok bölgesinden olay çalışmaları, işbirliği ve diplomatik düzenlemelerin çatışma olasılığının araştırmaların odağında yer aldığı 1990’larda yaygın olan karamsarlığın aksine çevresel sorunlar karşısında barışçıl bir çözüm oluşturabileceğini göstermektedir. Gülgün Tuna kitabında bunu şu şekilde açıklamaktadır:

“İyimser görüşlere göre yakın gelecekte dünya devletleri çevre sorunlarını ortak bir tehdit olarak algılayacak ve çevreyi korumak için küresel düzeyde işbirliği yapmak isteyeceklerdir; ekolojik karşılıklı-bağımlılıktan dolayı bu kaçınılmazdır, çünkü hiçbir devlet tek başına küresel çevreyi koruyamaz. Örneğin bir devlet küresel iklim değişikliği sorununu tek başına çözümleyemez. Bir devletin kendi çevre değerlerini bile tek başına koruması zordur, havayı suru kirleten maddeler sınırları aşmakta, kıtlaşan kaynakların sıkıntısını tüm devletler çekmektedir.”22
Bununla birlikte çevresel sorunlara bir çözüm getirebilmek için işbirliğine bilinçli bir şekilde katılım veya taraf olmak gerekmektedir. Bu işbirliğinde aktif rol alması gereken taraflar arasında devletler, sivil toplum kuruluşları, uluslararası
organizasyonlar, ulus üstü kurumlar olmalıdır.23 Bu noktada küresel işbirliğinin
yürütülebileceği zeminlerde uluslararası örgütlerin önemi büyüktür. Çevre
sorunlarının tartışılabildiği bu örgütler konuya ilişkin bilinçlenmeyi artırarak
uluslararası bir rejim için talep yaratırlar. Çok sayıda devleti bir araya getirerek, onlar arasında işbirliği ortamının gelişmesine yardımcı olur, kurulacak çevre rejimleri için kurumsal ve hukuki modeller yaratabilirler.24

Çevre sorunlarının gerilim yaratabileceği durumları belirlemek, planlamak ve
önlemek ya da topluluklar, devletler ya da bölgeler arasında işbirliği sinerjisi
yaratmak sanıldığı kadar kolay değildir. Yukarda sayılan aktörlerin bu işbirliklerine yanaşması kolay olmamakla birlikte yapılan bir takım girişimlerin de oldukça yüzeysel olduğu görülmektedir. Bu anlamda işbirliğini güçleştiren ve aşılması gereken bir takım faktörleri sıralamak gerekmektedir.
Bunlardan ilki ulusal çıkarlardır; ciddi siyasi ve ekonomik çıkarları zedeleneceği için devletler işbirliğine yanaşmamaktadır. Şunu belirtmekte fayda vardır: Bugüne kadar yapılmış olan çevre anlaşmaları uygulanması kolay olan konularda yapılmış, siyasi ve ekonomik çıkarlara zarar vermeyen hususlarda işbirliği sağlanabilmiştir. Her ne kadar çevre rejimlerinin oluşturulması ve işbirliği yapılması için girişimlerde bulunulmasına rağmen, bu çevre anlaşmalarını güç algılamaları ve çıkar ilişkilerinden bağımsız düşünmek pek mümkün değildir. 

Örneğin, Kyoto Protokolü’nün hali hazırda kendinden beklenen etkiyi gösterememiş olması, hâkim bir gücün desteğinin yokluğuna ya da sorunun çözümü için önerilen politikaların devletlerin ekonomik çıkarlarıyla uyuşmamasına bağlanabilir. 25 Bu anlamda en önemli çevre sorunları halen masada durduğu ve devletlerin önemli çevre konularında işbirliğinden uzak olduğu bir gerçektir. Örneğin, nüfus artışı, çölleşme, toprak kaybı, deniz kirliliği gibi sorunlarda uluslararası işbirliği sağlanamamıştır. Bu bağlamda çevre rejimlerinin başarısını etkileyen en önemli unsurların başında devletlerin kendi ulusal siyasi ekonomik çıkarlarını mevcut çevre sorunlarının çözümünden daha önemli görmeleri gelmektedir.26 Bunların çözümü için devletlerin belli oranlarda kaynak aktarmaları gerekmektedir. Gerek sistemdeki egemenlik-güç ilişkilerinden gerekse ekstra maliyetten ötürü buna sıcak bakmamaktadırlar.

İkinci önemli faktör küresel çevre rejiminin oluşması için tüm dünya devletlerinin
katılımının gerekli olmasıdır. Çevrenin korunmasına yönelik anlaşmaların dünyadaki tüm devletler tarafından imzalanıp onaylanması gerekmektedir. Küresel bir işbirliğinden bahsedilebilmesi için tüm devletlerin bu anlaşmalara taraf olması gerekir. Bu uluslararası bir çevre rejiminin önündeki en önemli güçlüklerden biridir.

Bu anlamda tek bir devletin veto gücü bile diğer devletlerin çabalarını boşa
çıkarabilir, rejimi başarısızlığa uğratabilir. 27
Bununla birlikte uluslararası işbirliklerinin önündeki diğer bir faktör çevresel
konularda işbirliğinin gerçekleşmesi süre olarak çok uzun zaman almasıdır.
Devletlerin bir sorunu ortak ve küresel bir tehdit olarak kabul edip, görüşmelere
başlaması, karşılıklı müzakereler, anlaşmasının imzalanması ve onaylanması bazen 10-20 yıl sürmektedir. Bu süre zarfında da çevre sorunu giderek büyümekte ve sorunun çözümü zorlaşmaktadır. Çevresel işbirliğinde bu kadar yavaş ve uzun bir sürece yayılmasındaki en önemli neden yine devletlerin ulusal çıkarlarıdır. Her devletin kendi ulusal çıkarını kollaması sorunun çözümünü zorlaştırma ve uluslararası bir işbirliğinden uzaklaştırmaktadır.

Bunlara ek olarak çevre bozulmasının olumsuz etkilerinden her devlet eşit şekilde etkilenmemekte; bu yüzden devletlerin işbirliği istekleri farklı düzeyde olmaktadır.
Çevre tehditleri faklı devletler tarafından farklı şekillerde algılanmaktadır. Bununla birlikte halkların çevre bilincine sahip olması, sivil örgütlenmenin hükümetleri etkileme güçleri de çevre politikalarının oluşturulmasında etkilidir. Devletleri uluslararası işbirliği programları uygulama kapasiteleri açısından da kendi aralarında farklılıklar vardır. Bazı devletler diğerlerine göre avantajlıdır. Bilimsel altyapıya, vasıflı personele, finansman gücüne sahip olan ve olmayanların işbirliğine yaklaşımı farklı olacaktır. Son olarak bir anlaşmanın imzalanmış olması onun uygulanacağı anlamına gelmez. Bu noktada “kurumsal zayıflık” dediğimiz mekanizmadan kaynaklanmaktadır. 

Bu türden rejimlere hukuki bağlayıcılık verilmediğinden ya da örgüt üyelerinin kuralları ve düzenlemeleri yerine getirmedikleri durumlarda herhangi bir yaptırım uygulanamadığından rejimlerin başarıya ulaşması da son derece zor olmaktadır.28 

Anlaşmaların hukuki bağlayıcılıkları da burada ön plana çıkmaktadır.
Hukuki bağlayıcı olmayan çevresel işbirliklerinin başarıya ulaşması zordur.

Sonuç

Son zamanlarda sosyal bilimler literatüründe güvenliğin alanının genişlemesi ve
tehditlerin değişmesiyle birlikte hangi kuramsal güvenlik anlayışıyla yaklaşılırsa
yaklaşılsın yükselen çevresel sorunlar artık günlük yaşamda bir tehdit olarak
algılanmaya başlanmış, çevresel güvenlik kavramı uluslararası ilişkilerde giderek
önemli hale gelmiştir. Bilhassa azalan kaynak kıtlığı açısından değerlendirildiğinde çevre sorunlarının ekonomik ve siyasal istikrarı tehdit eden niteliği ve çevresel kaynakların bölüşülmesi konuları devletlerin çıkarlarını tanımlarken önemli bir değişken olarak öne çıkmıştır.
Yeni olarak adlandırabileceğimiz çevresel güvenlik kavramı esasen Soğuk Savaş
sonrası Uluslararası İlişkiler disiplini içinde kendine yer bulabilmiştir. İki kutuplu
sistemin bitmesiyle birlikte küresel çevre sorunları uluslararası ilişkileri giderek daha fazla etkileyen ve devletler nazarında daha çok üstüne düşülmesi gereken sorunlar olarak belirlenmiştir. Uluslararası güvenliği doğrudan etkilemese bile nüfusun artışı, göçler, yoksulluk, iklim değişikliği gibi yükselen çevre sorunları kaynak tüketilmesi ile birleşince bir güvenlik tehdidi halini almaktadır. Buna karşın, gerek küresel çevre sorunlarıyla mücadelede, gerekse bu sorunların devletler arası anlaşmazlıklara yol açmasını engellemede kullanılabilecek araçlar sınırlıdır.

Bu araçlardan en önemlisi uluslararası düzeyde işbirliğidir. Çevresel güvenlik
sorunları küresel özellik taşıdığından ancak yüksek yönetişim düzeyinde çözüme
ulaştırılabilir. Küreselleşme ile birlikte bu konunun artık çevresel problemin etkisine göre küresel, bölgesel veya yerel düzeyde işbirliği ile çözümlenmesi gerekir. 

Bu işbirliği ülkelere de ciddi bir kazanım sağlayacaktır. Fakat geleneksel yöntemlerin kullanıldığı dünya sisteminde uluslararası çevresel işbirliği henüz ciddi anlamda yetersizdir. Soruna yönelik bir kamuoyunun oluşmasının sağlanması, farklı çıkar ve önceliklere sahip devletler arasında bir işbirliği ve uzlaşı zemini oluşturulması sanıldığı kadar kolay değildir. Bunun önünde belli başlı engeller vardır. Bunların en başında ulus devletlerin siyasi ve ekonomik çıkarlarının farklı olması gelir. Bir diğer güçlük uluslararası çevre rejimlerine tüm devletlerin katılımının gerekliliğidir. 

Bu devletler arası kapasite farklılığı olması da işbirliğinin önünde ciddi bir engel
oluşturur. Özellikle gelişmekte olan toplumlarda sivil örgütlenmenin ve halk
bilincinin zayıf olması devletleri yapılan anlaşmaların uygulanabilirliliği hususunda çelişkiye düşürmekte, işbirliğine uzak durmalarına neden olmaktadır.
Çevresel konularda geliştirilecek işbirliği, devletlerin kendi gelişimlerini ve
geleceklerini riske atmadan ortak kullanım miktarlarında buluşmalarına imkân
vermektedir. Fakat devletler hala kendi ulusal siyasi çıkarlarını mevcut çevre
sorunlarının çözümünden daha önemli görmektedirler; bu da çalışmada aranan soruya bir cevap niteliğinde olabilir. Yani, yükselen çevre sorunları güvenlik tehdidi olarak görülürken, bunlara yönelik çözümlerde işbirliğinden ziyade kaynaklar üzerinde çatışmaya doğru giden bir süreç olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bağımsız egemen devletlerden oluşan sistemde ulusal çıkarların halen çok önemli olması bu süreçte karşılaşılan en ciddi güçlüklerin başında gelir. Çevre sorunlarının çözümüne yönelik politikalar, uluslararası rejimler genel olarak devletlerin ekonomik ve siyasi çıkarlarına temas ettiğinden, hassas bir mesele olarak görülmektedir. Her devlet kendi toprakları üzerinde egemenliğini sürdürmeye kararlı olduğundan küresel işbirliği ulusal çıkarların gerisinde kalmaktadır. Bu anlamda çok taraflı anlaşmaların yapılmamasının önündeki engel ulusal çıkarlarla küresel çıkarların çatışmasında yatmaktadır. Özetle küresel çevre sorunlarının diplomatik yollarla çözümlenmeye çalışılması şimdilik yetersiz olarak gözükmektedir.

Kaynakça

Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türkçe Sözlük Cilt I, Ankara, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, 2005.

Baldwin, David , Baldwin, “The Concept of Security”, Review of International
Studies, Cilt 23, No 1, 1997, s. 5-26.

Bilgin Pınar, “Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları”,
Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl 8, Sayı 14, Ocak 2010, Ankara, s. 69-96.
Brown, Lester R., “Redefining National Security”, Worldwatch Paper, 14, Ekim
1977.

Buzan, Barry, People, States, and Fear: The National Security Problem in
International Relations, Brighton, 1983.

Cali, Hasan H.,“Çevresel Güvenliğin Sınıraşan Boyutları”, Yerelden Küresele
Sınıraşan Suçlar, Polis Akademisi Yayınları, Ankara, 2010, s.235-256.

Dorff, Robert H., “A Commentary on Security Studies for the 1990s as a Model Core Curriculum”, International Studies Notes, Cilt 19, No 3, 1994.

Homer-Dixon Thomas, “On the Threshold: Environmental Changes as Causes of
Acute Conflict”, International Security, Cilt: 16:2, 1991, s.76–116.

Kaya, Yasemin Kaya, Sezin, “Uluslararası Çevre Rejimlerinde Etkinlik Sorunu”,
Uluslararası İlişkiler, Cilt 8, Sayı 30 (Yaz 2011), s.125-148.

Mathews , Jessica Tuchman, “Redefining Security”, Foreign Affairs, Cilt 68, No 2,
1989, s. 162–177.

Myers, Norman, “Environment and Security”, Foreign Policy, Cilt 74, Bahar 1989, s. 23–41.

Poerter, Gareth , Brown, Janet Welsh, Global Environmental Politics, San Fransisco, Westview Press Inc.,1991,

Sönmezoğlu, Faruk, Erler Bayır, Özgün, “Çevre Sorunlarına İlişkin Uluslararası
Rejimler”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi No:47. (Ekim 2012), s.247-289.

Tuna, Gülgün, Yeni Güvenlik Küresel Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal Tehditler, Nobel Yayın, Ankara, 2001.

Ullman, Richard H, “Redefi ning Security”, International Security, Cilt 8, No 1, 1983, s. 129–153.

Wendt, Alexander, “Anarchy is What States Make of it: The Social Construction of Power Politics”, International Organization, Cilt 46, No 2, Bahar 1992, s. 391-425.

Wolfers, Arnold Discord and Collaboration: Essays on International Politics, The
Johns Hopkins University, 1962.

“Bir İnsan Hakkı Olarak Çevre Hakkı ve Uygulaması”,
http://www.basbakanlik.gov.tr/yayinlar/insanhaklari/insanhak4.htm, (08.10.2005).

DİPNOTLAR;

1 Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türkçe Sözlük Cilt I, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2005, s. 508.
2 Arnold Wolfers, Discord and Collaboration: Essays on International Politics, The Johns Hopkins University, s.150.
3 David Baldwin, “The Concept of Security”, Review of International Studies, Cilt 23, No 1, 1997, s. 13-17.
4 Alexander Wendt, “Anarchy is What States Make of it: The Social Construction of Power Politics”, International Organization, Cilt 46, No 2, Bahar 1992, s. 391-425.
5 David A. Baldwin, a.g.e., 1997, s.9.
6 Barry Buzan, People, States, and Fear: The National Security Problem in International Relations, Brighton, 1983. Richard H. Ullman, “Redefi ning Security”, International Security, Cilt 8, No 1, 1983, s. 129–153.
7 Pınar Bilgin, “Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları”, Sarem Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl 8, Sayı 14, Ocak 2010, Ankara, s. 73.
8 Richard Ullman, “Redefining Security”, International Security, Cilt 8, No 1, 1983, s. 129–153. Jessica Tuchman Mathews, “Redefining Security”, Foreign Affairs, Cilt 68, No 2, 1989, s. 162–177. Norman Myers, “Environment and Security”, Foreign Policy, Cilt 74, Bahar 1989, s. 23–41.
9 Lester R. Brown, “Redefining National Security”, Worldwatch Paper, 14, Ekim 1977.
10 Thomas Homer-Dixon, “On the Threshold: Environmental Changes as Causes of Acute Conflict”, International Security, Cilt: 16:2, 1991, s.76–116.
11 Richard H. Ullman, Redefining Security, International Security, Vol 8, No:1, 1983, s. 123.
12 A.e, s. 133.
13 Norman Myers, “Environment and Security”, Foreign Policy, No:74, 1989, s.23-24.
14 Jessica Tuchman Mathews, “Redefining Security”, Foreign Affairs, Cilt 68, No 2, 1989, s. 162–177.
15 Walt, a.g.m., s. 213
16 Daha detaylı bilgi için bknz: Robert H. Dorff, “A Commentary on Security Studies for the 1990s as a
Model Core Curriculum”, International Studies Notes, Cilt 19, No 3, 1994.
17 “Bir İnsan Hakkı Olarak Çevre Hakkı ve Uygulaması”,
http://www.basbakanlik.gov.tr/yayinlar/insanhaklari/insanhak4.htm, (08.10.2005).
18 Gareth Porter, Janet Welsh Brown, Global Environmental Politics, 
     San Fransisco, Westview Press Inc.,1991, s.128,133.
19 Gülgün Tuna, Yeni Güvenlik Küresel Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal Tehditler,      Nobel Yayın, 2001, Ankara,s. 141.
20 Faruk Sönmezoğlu, Özgün Erler Bayır, “Çevre Sorunlarına İlişkin Uluslararası      Rejimler”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi No:47. (Ekim 2012), s.249.
21 Yasemin Kaya, Sezin Kaya, “Uluslararası Çevre Rejimlerinde Etkinlik 
    Sorunu”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 8, Sayı 30 (Yaz 2011), s.126.
22 Gülgün Tuna, Yeni Güvenlik Küresel Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal Tehditler,      Nobel Yayın, 2001, Ankara, s.131-132.
23 Hasan H. Cali, “Çevresel Güvenliğin Sınıraşan Boyutları”, Yerelden Küresele        Sınıraşan Suçlar, Polis Akademisi Yayınları, Ankara, 2010, s.250.
24 Sönmezoğlu, Erler Bayır, a.g.m., s.249.
25 Kaya, Kaya, a.g.m., s.128.
26 Sönmezoğlu, Erler Bayır, a.g.m., s.281.
27 Tuna, a.g.e., s. 132-133.
28 Sönmezoğlu, Erler Bayır, a.g.m., s.282.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder