10 Mayıs 2020 Pazar

Doğu Akdeniz’de Değişen Enerji Jeopolitiği ve Türkiye BÖLÜM 3

Doğu Akdeniz’de Değişen Enerji Jeopolitiği ve Türkiye BÖLÜM 3




2. Doğu Akdeniz’de Değişen Enerji Jeopolitiği ve Türkiye Açısından Ortaya Çıkan Fırsat ve Tehditler 


Doğu Akdeniz enerji jeopolitiğinde esaslı bir değişiklik getiren hidrokarbon rezervlerinin keşfi, hem bölgeye, kıyıdaş ülkeler hem de bölge dışı aktörler adına şüphesiz bir dizi ekonomik ve siyasal fırsatlar sunmaktadır. Doğal gaz rezervleri nin varlığı bilhassa enerji hususunda dışa bağımlı olan ve son zamanlarda ekonomik sıkıntı yaşayan bölge ülkelerinin iktisadi kalkınmalarında önemli bir fırsat olarak ortaya çıkmaktadır. Öyle ki keşfi gerçekleşen rezervlerinin işletilmesi sadece kıyıdaş ülkelerin iç taleplerinin karşılanması ve dolayısıyla enerji konusunda dışa bağımlılıklarının ortadan kaldırılması anlamına gelmeyip enerji ihracatçısı konumuna yükselmesi muhtemel ülkelere uzun vadede geniş çaplı refah ve ekonomik kalkınma getirmesi beklenmektedir. Hâlihazırda birçok sahada arama çalışmalarının da devam etiği ve yeni sahaların keşfi ile toplam rezerv miktarının daha da artacağı düşünüldüğünde kıyıdaş ülkeler adına Doğu Akdeniz havzasının barındırdığı ekonomik fırsatlar her geçen gün daha da önem kazanmaktadır. 

Dolayısıyla hidrokarbon rezervlerinin keşfine yönelik Doğu Akdeniz’de son dönemde yaşanan bu gelişmeler, bölgede en uzun kıyı şeridine sahip olan ülke olarak Türkiye açısından da bir dizi fırsat ve tehdidi beraberinde getirmiştir. Her şeyden önce Doğu Akdeniz’de hem Türkiye’nin, hem de Kıbrıs Türklerinin menfaatlerini korumak ve bölgede oluşan enerji denkleminde etkin şekilde rol almak Türkiye’nin enerji politikası ve uzun dönemli ekonomik çıkarları açısından elzem durumdadır. Nitekim enerji konusunda % 72 oranında dışa bağımlı bir 
ülke olan Türkiye için bilhassa petrol ve doğal gaz tedarikinde kaynak çeşitliliğini sağlamak ve enerji bağımlılığını mümkün olduğunca en aza indirmek öncelikli politika tercihidir.58 Özellikle Türkiye’nin büyüyen ekonomik yapısı ve artan gelir düzeyi göz önünde bulundurulduğunda enerji arz güvenliğinin temin edilmesi ve kendi Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde (MEB) yeni enerji kaynaklarının keşfi gerekli bir hal almıştır. Her ne kadar Doğu Akdeniz’de kanıtlanmış doğal gaz 
rezervlerinin miktarı 3-4 trilyon metreküp arasında olsa da bu miktar bile Türkiye’nin yaklaşık 572 yıllık, Avrupa’nın ise 30 yıllık doğal gaz ihtiyacını karşılayabilecek seviyededir.59 Dolayısıyla Doğu Akdeniz’de süregiden yeni keşifler ve bölgenin sahip olduğu yüksek enerji potansiyeli göz önünde alındığında bölgede etkin varlık göstermesi Türkiye için uzun vadede önemli ekonomik fırsatlar doğuracaktır. 60 

Bunun yanı sıra, Doğu Akdeniz’de var olan doğal gaz kaynaklarının Avrupa pazarına nakli husussu da Türkiye’ye önemli rol üstlenebilecek konumdadır. Coğrafi konumu itibariyle Türkiye ispatlanmış petrol ve doğal gaz rezervlerinin dörtte üçüne ev sahipliği yapan üretici bölgeler ile Avrupa’daki enerji ithalatçısı ülkeler arasında bulunmaktadır.61 TANAP, Türk Akımı, Enerji Borsası, FSRU (Floating Storage Regasification Unit) ve doğal gaz depolama tesisleri ile Türkiye kendisine biçilen enerji koridoru rolünden sıyrılarak enerji ticaret merkezi olmayı hedeflemektedir. Dolayısıyla coğrafi konumunun sağladığı avantajları ve sahip olduğu potansiyeli kullanması durumunda Türkiye, Doğu Akdeniz gazının transferi konusunda da söz sahibi ülkelerden biri haline gelebilir. Bölgede yürüteceği başarılı enerji diplomasisi ile Türkiye mevcut konumundan istifade edip ve Avrupa’nın enerji arz güvenliğine katkı sağlayabilir. TANAP, TAP ve 

Türk Akımı projeleriyle doğu ve kuzeyden gelen doğal gazı Avrupa’ya transfer etmeye hazırlanan Türkiye buna bir de Doğu Akdeniz gazını ekleyerek bölgesinde önemli bir enerji ticaret merkezi olabilir.62 

Son olarak KKTC’nin çıkarları ve Türkiye’nin güvenliği bağlamında Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulabilmesi artık hidrokarbon kaynaklarının yönetimi ve enerji nakil güzergâhları nın belirlenmesi meselesinden bağımsız düşünülemeyecek bir hal almıştır. 

Bir anlamda hidrokarbon rezervlerinin keşfi, Kıbrıs meselesinin karmaşık ve çok boyutlu bir mahiyet kazanmasına sebep olmuştur. Bugün gelinen noktada, adadaki Türk varlığının korunması ve keşfi gerçekleştirilen doğal gaz rezervlerinin ortak kullanımının temin edilmesi hem KKTC, hem de Türkiye açısından stratejik değerde fırsatlar sunmaktadır. Her şeyden önce, Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından Kıbrıs adası hayati öneme haizdir. Jeostrateji açısından değerlendirildiğinde, İskenderun Körfezi’ne doğru uzanan bir uçak 
gemisine benzetilen Kıbrıs adası Türkiye’nin güney sahillerinin güvenliğinin teminatı olmanın yanı sıra Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de meydana gelebilecek olası krizlere müdahale etme imkânı sunmaktadır. 

Bu açıdan değerlendirildiğinde, ada çevresinde tespit edilen hidrokarbon 
kaynaklarının araştırılması ve işletilmesine yönelik ortak bir çözüme gidilmesi; hem Kıbrıs’ta kalıcı bir siyasal çözümün kapısını aralayacak, hem de Kıbrıs Türklerinin ve dolayısıyla da Türkiye’nin çıkarlarını güvence altına alacaktır. 

Enerji güvenliğinin temini ve refah düzeyinin artması hususunda bir dizi fırsatlar sunan ve Kıbrıs sorunu bağlamında önemli bir uzlaşma zemini oluşturabilecek olan hidrokarbon rezervlerinin keşfi, tam aksi yönde bölgedeki sorunların derinleşmesi ve bilhassa da Türkiye adına yeni tehdit ve mücadele alanlarının doğmasıyla sonuçlanmıştır. Özellikle son 10 yılda bölgede tedrici olarak şekillenen Türkiye karşıtı koalisyon, Türkiye’yi ve Kıbrıs Türklerini Doğu Akdeniz enerji denkleminin dışında bırakıp yalnızlaştırmayı hedeflemektedir. 

Bugün gelinen noktada Türkiye, Doğu Akdeniz’de adeta bir cenderenin içine sıkıştırılmak istenmektedir. Türkiye açısından değerlendirildiğinde, bölgede özellikle son yıllarda öne çıkan risk ve tehditlerin temelinde, Yunanistan ve GKRY ile olan deniz yetki alanları uyuşmazlığı ve Kıbrıs Sorunu yatmaktadır. Yunanistan’ın Ege’de ve Rum yönetiminin de Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuka aykırı şekilde deniz alanlarını belirlemeye çalışılması Türkiye ve KKTC’nin meşru haklarının gasp edilmesi neticesini doğurmaktadır. Nitekim Akdeniz ve Ege’de Lozan dengesini bozucu adımlar atan Yunanistan, Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis adalarının sınırlarından oluşturulan ortay hat ile deniz yetki 
alanlarını belirlemeyi amaçlayarak Türkiye’yi Ege ve Akdeniz’den dışlamak istemektedir.63 Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte hareket eden Yunanistan; hakkaniyet, orantısallık ve coğrafyanın üstünlüğü ilkelerine aykırı olarak belirlediği ortay hat ile Türkiye’yi adeta Antalya Körfezi’ne sıkıştırmak, orada hapsetmek istemektedir (Bkz, Şekil 4). 




Şekil 4: Türkiye’nin Muhtemel MEB’i ve Yunanistan-GKRY İkilisinin Türkiye İçin Öngördüğü MEB64 

Hâlbuki deniz yetki alanlarının belirlenmesine ilişkin Yunanistan’ın dikkate aldığı Meis Adası’nın hukuki statüsü tartışmalı olmakla beraber, ortay hattın belirlenmesinde esas alınan adalar Türkiye ve Yunanistan anakaraları arasındaki ortay hattın “ters tarafında” yer alması sebebiyle uluslararası hukuk açısından kıyı oluşturamaz ve kıta sahanlığına sahip olamaz.65 

Ayrıca ister eşit uzaklık, ister başka bir sınırlandırma metodunu seçilsin MEB ve kıta sahanlığının belirlenmesinde coğrafyanın üstünlüğü prensibinin de dikkate alınması gerekmektedir. Coğrafyanın üstünlüğü prensibi gereği iki ülke arasında sınırlandırmaya konu olan deniz alanındaki anakara coğrafyasının esas alınması gerekir ve bu noktada en önemli coğrafi unsur ana kara kıyılarının uzunluğu dur.66   
Yine benzer şekilde dikkate alınması gereken bir başka husus da “kapatmama” prensibidir. Bilhassa kıta sahanlığının belirlenmesinde sınırlandırma çizgilerinin her ülkenin kıyılarına yakın alanları bırakması ve kıyıların önünü kapatmaması gerekmektedir.67 

Ancak, yukarıda zikredilen deniz hukuku normlarına aykırı hareket eden Yunanistan ve GKRY, uluslararası aktörleri kendi amaçları doğrultusunda yönlendirerek Türkiye’nin asgari 104.000 kilometrekare olması tahmin edilen deniz yetki alanını 41.000 kilometrekare ile sınırlandırmak istemektedir (Bkz, Şekil 4). 

Konu Kıbrıs bağlamında değerlendirildiğinde, bölgede hidrokarbon kaynaklarının keşfi maalesef gerilimin daha da tırmanmasına ve adadaki çözümsüzlük sürecine yeni bir boyut eklenmesine neden olmuştur. 

Adanın yönetiminde, tek taraflı olarak karar alma ve anlaşma yapma yetkisi olmamasına rağmen Rum yönetimi, Kıbrıs Türkleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ve hukukunu yok sayarak sözde MEB’ini ilan etmiş ve Mısır, Lübnan ve İsrail ile sınırlandırma anlaşmaları imzalamıştır. İlan ettiği sözde münhasır ekonomik bölgelerin varlığını uluslararası kamuoyunda kabullendirmek isteyen Rum Yönetimi, Amerikan, Fransız ve İtalyan menşeli uluslararası şirketlere gaz arama ihaleleri vererek, Türkiye’yi uluslararası kamuoyu ile karşı karşıya getirecek bir 
oyun kurgulamıştır. GKRY’nin bu tutumu apaçık Türkiye ile Kıbrıs Türklerinin haklarını gasp etmeye matuftur. Her şeyden önce GKRY adanın tamamını temsil eden bir devlet olmadığı için adayı çevreleyen deniz alanlarında MEB tespit etme ve ihale etme hakkına sahip değildir. 

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunda iki toplumun da iştirak ettiği göz önünde tutulursa hem Kıbrıs Adası’nın sahip olduğu zenginlikler, hem de deniz alanlarındaki canlı ve cansız kaynaklar üzerinde Kıbrıs Türklerinin Rum kesimi ile eşit haklara sahip olduğunu ifade etmek gerekir.68 Nitekim Kıbrıs Adası çevresindeki kaynakların iş birliği ve uzlaşı ortamı içerisinde çözümlenebilmesi için çaba gösteren Türkiye, Kıbrıs Türklerinin en az Rumlar kadar eşit haklara sahip olduğunu ve adayı çevreleyen deniz alanlarındaki zenginliklerden müşterek bir şekilde yararlanılması gerektiğini ifade etmiştir.69 

   Ancak, Ankara ve Lefkoşa’dan yapılan tüm çağrılara rağmen mevcut tutumunu değiştirmeyen GKRY, her ne kadar Türk tarafına hak edilen payın 
verileceğini ifade etse de temsilde adaletin olmadığı bir siyasal yapıda, hakça bir paylaşımın tahakkuk etmesi zor görünmektedir.70 

Ayrıca GKRY, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin kara parçalarına uygulanan hükümlerini dikkate almaksızın oluşturduğu MEB ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki egemenlik haklarını gasp etmektedir. Yarı kapalı bir coğrafya olan Doğu Akdeniz dikkate alındığında karşılıklı kıyıların uzunluğu 400 deniz milinden azdır ve MEB belirlenirken prensip gereği sahildar devletler arasında ilk önce 
karşılıklı mutabakat sağlanması gerekmektedir. Ayrıca Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi çerçevesince bir ada devleti olan Kıbrıs’ın kıta sahanlığı yoktur ve sadece uzlaşma ile münhasır ekonomik bölge ilan edebilir.71 Ancak uluslararası hukuktan doğan mevcut gerçeklere rağmen GKRY yaptığı ikili anlaşmalar ile Türkiye’nin ve KKTC’nin bölgedeki haklarını yok sayarak fiili durum yaratmaya çalışmaktadır. GKRY’nin bu tutumu karşısında ise Türkiye kendi kıta sahanlığının ve KKTC’nin hak ve menfaatlerinin ihlal edildiği gerekçesiyle yapılan anlaşmalara ve verilen doğal gaz arama ihalelerine karşı çıkmaktadır.72 

Bu kapsamda Türkiye uzun süre Doğu Akdeniz’de MEB ilanı yoluna gitmemiştir. Lakin 2019 yılı Kasım ayında Türkiye ile Libya arasında imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkil Mutabakat Muhtırası ile Türkiye Doğu Akdeniz enerji denkleminde önemli bir kazanım elde etmiştir. Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin deniz yetki alanlarının batıdaki sınırlarının bir bölümünün belirlenleyen bu antlaşma bir anlamda bölgede Türkiye ve KKTC’nin çıkarlarını destekler mahiyette olmuştur. Zira GKRY’nin bölgede sondaj çalışmalarına 
başlamasının ardından Türkiye, 21 Eylül 2011 tarihinde KKTC ile “Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması” imzalamıştır. Deniz yetki alanlarının belirlenmesine ilişkin Libya ile yapılan mutabakat, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile imzaladığı anlaşmadan sonra bu konuda yaptığı ikinci önemli hamle olmuştur. Başta BM olmak üzere ilgili uluslararası kuruluşlar ve devletler nezdinde girişimlerde bulunan Türkiye, 32 derece 16’18” D boylamı ile 33 derece 40’K enlemi arasında kalan alanın kendine ait olduğunu müteaddit kere ifade etmiş ve hem kendi karasularında, hem de KKTC’ye ait deniz alanlarında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) arama ruhsatları 
verilmiştir.73 Dolayısıyla Şekil 5’te de görülebileceği üzere GKRY’nin 13 parsele bölüp ve uluslararası şirketlere lisans verdiği alanlar, hem Türkiye’nin kıta sahanlığı (1, 4, 5, 6 ve 7) hem de KKTC’nin TPAO’ya verdiği ruhsat alanlarıyla (1, 2, 3, 8, 9 ve 13) çakışmaktadır. 




Şekil 5: Kıbrıs’ta Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Sorunları74 

Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını savunmak hususunda kararlı olan Türkiye, deniz yetki alanlarına ilişkin uyuşmazlığın diplomatik yol ve yöntemlerle, hak ve hakkaniyet çerçevesince çözümlenmesini müteaddit kere dile getirse de Rum kesimi attığı gayri meşru adımlar ile Kıbrıs Türkleri’nin ve Türkiye’nin bölgedeki haklarını gasp etmeye devam etmektedir. Ne yazık ki, Türkiye’nin, kendi kıta sahanlığını ve KKTC’nin hak ve menfaatlerini koruma adına şu ana dek yapmış olduğu diplomatik girişimlerden fiili anlamda sonuç elde edilebildiğini söyleyebilmek zor görünmektedir. 

Nitekim Kıbrıs çevresindeki hidrokarbon rezervlerinin paylaşımı ve kullanımı meselesini bir oldu-bittiye getirmek isteyen Yunanistan ve GKRY tüm itirazlara rağmen tek yanlı parselleştirme girişimlerine devam etmekte ve bu alanları yabancı şirketlere ihale ederek yapmış oldukları hukuksuzluklara meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadırlar. Yunanistan ve GKRY’nin takınmış olduğu bu tutum hem Akdeniz’e kıyıdaş diğer ülkeler, hem de ABD ve AB gibi bölge dışı güçlerce destek görmektedir. Bugün gelinen noktada, Türkiye ve Kıbrıs 
Türkleri’nin bölgede yalnızlaştırıldığı ve kasıtlı olarak Doğu Akdeniz enerji denkleminin dışında bırakıldıkları gözlemlenmektedir. Bilhassa Türkiye’nin, İsrail ve Mısır ile bozulan ilişkilerini fırsat bilen Yunanistan-GKRY ikilisi, bölgedeki dengeleri kendi lehlerine çevirmeye çalışmaktadır. Bu noktada özellikle 2010 yılından itibaren GKRY, Yunanistan ve İsrail, enerji ve güvenlik konularında ortak strateji yürütmeye başlamıştır.75 Yine 2013 yılında Mısır’da Müslüman Kardeşler adayı Muhammed Mursi’nin askerî darbeyle görevden uzaklaştırılmasının 
ardından bozulan Türkiye-Mısır ilişkileri sonrası, GKRY-Mısır-İsrail arasında önemli bir yakınlaşmanın yaşandığı gözlemlenmektedir.76 

Nitekim Yunanistan-GKRY-Mısır-İsrail ekseninde şekillenen bu yakınlaşma 2019 yılı başında Türkiye karşıtı bir bölgesel iş birliği mekanizması olarak Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun kurulmasıyla sonuçlanmıştır. 

Doğu Akdeniz’de enerji alanında iş birliği sağlamak ve bölgesel doğal gaz piyasası oluşturmak amacıyla kurulan Gaz Forumunun temel motivasyonunun esasında bölgedeki en önemli aktörlerden biri olan Türkiye’yi ve dolayısıyla Kıbrıs Türk toplumunu oluşan enerji denkleminin dışında bırakmak olduğu söylenebilir.77 Nitekim 2019 yılının temmuz ayında ikinci kez Kahire’de toplanan forumda, kıyıdaş ülkeler olarak İsrail, İtalya, Yunanistan, Mısır, GKRY, Filistin yönetiminin yanı sıra, ABD Enerji Bakanı Rick Perry, AB Komisyonu Enerji Genel Müdürü Dominique Ristori, Fransa ve Dünya Bankası’ndan temsilciler yer alırken Türkiye ve KKTC’den herhangi bir yetkilinin davet edilmemesi bunun en büyük emaresidir. İleri vadede uluslararası bir örgütlenme seviyesine yükseltilmesi düşünülen ve birden fazla paydaşın ve uluslararası aktörün yer aldığı Akdeniz Gaz Forumu esasında Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hareket alanını kısıtlamaya yönelik önemli bir girişim olmuştur. 

Bu süreçte kendisini dışlamaya yönelik tüm çabalara rağmen Türkiye, Doğu Akdeniz’de haklarını korumak adına hem kendi kıta sahanlığında, hem de KKTC’nin Türkiye Petrolleri’ne verdiği ruhsat alanlarında arama ve sondaj faaliyetlerine devam etmektedir. Diplomatik teşebbüslerin başarısız olması sebebiyle tavrını artık eylem sahasında koymak zorunda olan Türkiye, Barbaros Hayrettin ve Oruç Reis sismik araştırma gemileri ile Yavuz ve Fatih sondaj gemileri ile bölgede arama çalışmaları yürütmektedir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, 2019 yılının başından bu yana hızlandırdığı sondaj çalışmaları, yalnız Yunanistan ve GKRY ile olan ilişkileri değil, Avrupa Birliği ve ABD ile olan ilişkilerin de gerilmesine sebep olmuş ve Türkiye’yi Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarından mahrum etmeye yönelik bir dizi karşı hamleyle sonuçlanmıştır. GKRY lehine açık tavır sergileyen Avrupa Birliği, Türkiye’nin bölgedeki doğal gaz arama faaliyetlerini Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarını ihlal ettiği iddiasıyla “yasa dışı” olarak nitelendirmiştir.78 

   Kıbrıs’ın Avrupa Birliği üyesi olduğunu vurgulayan AB yetkilileri, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz sondaj çalışmaları sebebiyle Türkiye’ye karşı 
bir dizi yaptırım kararı almıştır. AB Dışişleri Bakanları düzeyinde alınan bu kararlar Türkiye ile üst düzey temaslara bir süreliğine ara verilmesi, Hava Taşımacılık Anlaşması müzakerelerinin askıya alınması, AB’nin Türkiye’ye sağladığı katılım öncesi fonlarında kesintiye gidilmesi ve Avrupa Yatırım Bankası’nın Türkiye’deki kredi faaliyetlerinin gözden geçirilmesi gibi bir dizi cezai önlemi içermektedir.79 Almış olduğu yaptırım kararlarıyla Ankara üzerinde baskı oluşturmak isteyen AB, Doğu Akdeniz’de yaşanan uyuşmazlıkları uluslararası arenaya taşıyarak Türkiye’nin bölgede yürütmekte olduğu arama ve sondaj faaliyetlerine son vermeyi amaçlamaktadır. Avrupa Birliği’ne nazaran daha itidalli bir dil kullanan ABD dışişleri yetkilileri, her ne kadar enerji kaynaklarına ilişkin paylaşımın iki toplum ve komşu ülkeler arasında gerçekleşecek bir 
diyalog süreciyle yürütülmesi gerektiğini ifade etse de, Doğu Akdeniz’de İsrail Yunanistan-Kıbrıs ittifakını destekler mahiyette adımlar atmaktadır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerinden rahatsızlık duyduğunu defaten ifade eden ABD, senatosundan geçen Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji Ortaklığı yasa tasarısıyla Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail’in bölgede kuracağı enerji ve savunma ortaklığına açıktan destek vermektedir. ABD Senatosu Dışişleri Komitesi tarafından kabul edilen yasa tasarısıyla Doğu Akdeniz’de Enerji Merkezi kurulması, GKRY’ne yönelik silah satışı ile ilgili kısıtlamaların kaldırılması, Yunanistan’a üç milyon dolar tutarında doğrudan askerî yardım yapılması ve 2020-2022 yılları arasındaki mali dönemde, Yunanistan ve Kıbrıs’a yönelik Uluslararası Askerî Eğitim yardımı yapılması kararı verilmiştir.80 

Dolayısıyla AB ve ABD’nin GKRY-Yunanistan-İsrail ittifakı lehine almış oldukları bu açık tutum, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yalnızlaşması ve bölgede oluşan yeni enerji denkleminin dışında kalması tehlikesini beraberinde getirmiştir. Türkiye’yi bölgede çevrelemeye yönelik atılan mevcut adımlar, enerji kaynakları nın paylaşımı ve kullanımının ötesinde kaynakların transferi hususunda da Türkiye’yi oyunun dışında bırakmaya matuftur. Nitekim kaynakların uluslararası piyasalara nakli konusunda, bölge ülkeleri ve uzmanların ortaya koyduğu birden fazla senaryo81 olmasına rağmen AB ve ABD’nin özellikle Doğu Akdeniz Boru Hattı projesini hayata geçirmek hususunda göstermiş olduğu ısrarlı tutum düşündürücüdür. Halihazırda hem maliyet, hem de güvenlik açısından en optimal seçeneğin İsrail-Kıbrıs-Türkiye rotası üzerinden gazın Avrupa’ya nakil edilmesi uzmanların üzerinde mutabık kaldığı genel bir görüştür. 

Buna rağmen daha çok siyasi motivasyonlarla hareket eden Yunanistan-GKRY-İsrail üçlüsü, AB ve ABD’nin desteğini de alarak Doğu Akdeniz Boru Hattı  projesinin gerçekleştirilmesi noktasında kararlı görünmekte dir. EastMed olarak adlandırılan ve 2025 yılında tamamlanması öngörülen proje ile Doğu Akdeniz gazının İsrail, GKRY, Yunanistan ve İtalya arasında kurulacak iki bin kilometrelik bir boru hattı ile Avrupa pazarına ulaştırılması hedeflenmekte dir.82 

Maliyet bakımından 15 milyar doları bulması düşünülen projenin bölge ülkeleri tarafından üstlenilmesi her ne kadar zor görünse de proje, AB Komisyonu’nun Müşterek Menfaat Projeleri (Projects of Common Interest, PCI) kapsamında destek görmektedir.83 Ayrıca Ağustos 2019 tarihinde Atina’da gerçekleştirilen enerji bakanları zirvesinde enerji kaynakların dan sorumlu ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Francis Fannon, Yunanistan-GKRY-İsrail üçlüsünün güçlü ortağı olarak East-Med projesine destek verdiklerini açıkça ifade etmiştir. Dolayısıyla bölgesel barışı ve ekonomik maliyetleri göz ardı ederek oluşturulan East-Med projesinin kabul görmesi bölgede Türkiye’nin devre dışı bırakıldığı bir enerji ticaret rotasının da ortaya çıkmasıyla sonuçlanacaktır. 

Bölgede yaşanan tüm bu gelişmeler değerlendirildiğinde Türkiye ve KKTC’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru haklarının bir oldu-bittiyle gasp edilmek istendiği gayet açıktır. Bugün gelinen noktada Türkiye ve KKTC sadece enerji kaynaklarının paylaşımı hususunda değil kaynakların uluslararası piyasalara sevkiyatı konusunda da oyunun dışında bırakılmak tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. 
Tüm bu gelişmelerin farkında olarak Türkiye’nin enerji kaynaklarının paylaşımı ve yönetimi hususunda bölgesel barış ve iş birliği temelinde yapmış olduğu girişimlerin şuan için tam anlamıyla olumlu neticeler doğurduğunu söyleyebilmek zor görünmektedir. Nitekim bölgede GKRY-Yunanistan-İsrail ekseninde oluşan bir geniş koalisyonun Türkiye’nin ve KKTC Türklerinin meşru hak ve çıkarlarına rağmen hareket ettiği ve Türkiye’nin deniz yetki alanlarına ilişkin ortaya koyduğu kararlılığı görmezden geldiği aşikârdır. Bu noktada Türkiye’nin bilhassa 
son yıllarda bölgede gerçekleştirdiği arama ve sondaj faaliyetleri ve çıkarlarını korumak adına diplomatik, siyasi ve askeri alanlarda yapmış olduğu karşı manevralar bu konudaki kararlılığını ortaya koymak adına şüphesiz önemlidir. 

Bilhassa Türkiye’nin Libya ile deniz yetki alanlarını belirlemek adına 27 Kasım 2019 tarihinde imzalamış olduğu mutabakat bölgedeki dengeleri değiştirmeye yönelik kritik bir hamle olmuştur. Türkiye ve Libya arasında yapılan bu mutabakat ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz'deki deniz yetki alanlarının Yunanistan dışında kalan batı sınırı bir ölçüde belirlenmiştir. Libya’nın Derne-Tobruk ve Bardiyah kıyı hattından Türkiye'nin Marmaris-Fethiye-Kaş kıyı hattına uzanan deniz alanları bu iki ülkenin kıta sahanğılı olarak tespit edilmiştir. 

Yapılan anlaşmayla deniz alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin Türkiye’nin önceden beri ifade ettiği ve uluslararası hukukun ilgili prensipleriyle de 
örtüşen hukuki yaklaşımı somut bir içerik kazanmıştır. Türkiye ve Libya arasındaki deniz sınırını yaklaşık eşit uzaklık cizgisine tekabül edecek biçimde belirleyen bu anlaşma ayrıca Kıbrıs adasının batısına yönelik yapılacak yetki alanı sınırlamasında Türkiye’nin tutumunu destekler mahiyette olmuştur. Öte yandan Doğu Akdeniz’de ortay hattın ters tarafında kalan Yunan adalarına uluslararası hukukun ilgili kuralları gereği kara suları dışında deniz yetki alanı verilemeyeceğine ilişkin Türkiye’nin ortaya koyduğu tutum bu mutabakat ile devam ettirilmiş ve Libya tarafından da kabul görmüştür. Böylece Türkiye, deniz yetki alanlarına ilişkin maksimalist bir tutum sergileyen Yunanistan ve GKRY’nin oldubittiye dayanan tek taraflı adımlarına müsaade etmiyeceğini göstermekle kalmamış söz konusu bölgede yapacağı doğal kaynak arama ve işletme faaliyetlerine meşru bir zemin kazadırmıştır. Ayrıca Libya ile yapılan mutabakatın devreye girmesi Türkiye’yi bir anlamda “bypass” eden East Med projesini de perdelemeye yönelik önemli bir adım olmuştur. Nitekim Doğu Akdeniz'den 
çıkarılacak doğal gazın Avrupa ülkelerine taşınmasını öngören EastMed boru hattının geçeceği güzargahıın, Türkiye’nin Libya ile belirlediği deniz yetki alanı ile çakışması projenin işlerliğine gölge düşürmüştür.84 

Bu yönüyle Libya mutabakatı Doğu Akdeniz’deki tarafları müzakere yapmaya zorlamış ve hakkaniyete dayalı ortak bir çözüm süreci başlatılmasına kapı aralamıştır. Sonuç itibariyle son dönemde Libya ile yapılan mutabakatın Türkiye açısından ilerleyen süreçlerde olumlu yansımaları olacağını tespit etmekle beraber Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de çıkar ve güvenliğini teminat altına alması ve bölgede oluşan denklemi tam anlamıyla lehine çevirebilmesi adına kısaca şu stratejik öneriler ortaya konulabilir: 


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder