11 Mayıs 2020 Pazartesi

ARAP – KÜRT KARŞITLIĞI TEMELİNDE IRAK’IN PARÇALANMASINA GİDEN YOL VE TÜRKİYE BÖLÜM 1

ARAP – KÜRT KARŞITLIĞI TEMELİNDE IRAK’IN PARÇALANMASINA GİDEN YOL VE TÜRKİYE BÖLÜM 1




Yazan: Yrd.Doç.Dr. İhsan Şerif Kaymaz* 
* Yrd.Doç.Dr.İhsan Şerif Kaymaz, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi. 



Özet 

Aşağıdaki makalede parçalanma sürecine girmiş olan Irak’ın durumu ve bu sürecin Türkiye üzerindeki olası etkileri değerlendirilmiştir. 

İngilizler tarafından 1921’de kurulan Irak’ın nüfusu ile ilgili genel bilgiler verildikten sonra, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan iki ana etnik grubun 
–Araplar ile Kürtlerin– göreli durumları tarihsel süreç içinde ele alınıp incelenmiştir. 

Sii Arapların Irak’taki konumları 1921’den günümüze değin yasanan gelişmeler ışığında irdelenmiş, bunların Sünnî ağırlıklı merkezi yönetimle 
uyuşmazlıkları, kendi aralarındaki anlaşmazlıkları ve Baas yönetiminin etkili politikaları sonunda giderek Arap ulusal kimliğini benimsemeleri 
anlatılmıştır. 
Bugün ülkede faaliyette bulunan baslıca Şii gruplar ve bunların ülkenin geleceği üzerindeki olası etkileri tartışılmıştır. 

Kurulusundan beri devleti sıkı bir merkeziyetçilikle yöneten Sünnî Arapların yönetim politikalarında süreç içinde meydana gelen değişiklikler özetlenmiş, bugün gelinen noktada Sünnî ve Şii Arapların Irak’ın parçalanması tehlikesi karsısındaki yaklaşımları ele alınmıştır. 

Arapların ardından Kürtlerin durumu değerlendirilmiştir. Kürt kimliği ve Kürt sorunu hakkında özet açıklamalar yapıldıktan sonra, Irak Kürtlerinin 
devletin kurulmasından buyana merkezi yönetimle çatışmaları ve bu süreçte bölge dısı emperyalist müdahalelerin rolü yine özet olarak anlatılmıstır. 

Birinci Körfez Savası’nı izleyen dönemde ülkenin kuzeyinde bir “de facto” Kürdistan Devleti’nin kurulusu, bu olumsuz gelismeye Türkiye’nin katkısı 
ve tepkisi, ortaya çıkan “de facto” oluşumun yasama sansı irdelenmiştir. 

Amerikan isgali sonrasında temel parametrelerin değismesi ve bu değisikliğin Kürt sorununa kazandırdığı yeni boyutlar ele alınmıstır. Kürdistan Devleti’nin 
“de facto” bir olusum olmaktan çıkıp, resmen tanınması olasılığı ve Irak’ın bölünmesi anlamına gelecek olan böyle bir durumun Türkiye’ye maliyeti 
değerlendirilmistir 


Giriş 


Irak, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı 
Musul, Bağdat ve Basra vilayetleri üzerinde, bölge dısı bir güç olan İngiltere tarafından kurulmuş yapay bir devlettir. Ülke toprakları, Dicle ve Fırat nehirlerinin olusturduğu vadi boyunca uzanmaktadır. Irak’ın coğrafî bütünlüğünü sağlayan Mezopotamya adı verilen bu nehir sistemidir. 

Günümüzde, Irak toprakları üzerinde yeni bir siyasal yapılanma süreci 
yasanmaktadır. Bu süreci yönlendiren ise yine bölge dısı bir güçtür. ABD’nin Irak’ın geleceğine iliskin hesaplarının, son derece karısık olan nüfus yapısından ve Kürtlerle Araplar arasındaki tarihsel düsmanlıktan yararlanarak ülkeyi bölmek ve kuzeyde bütünüyle kendisine bağımlı yeni bir yapay devlet yaratmak olduğu anlaşılmaktadır. 

Aşağıdaki makalede, Irak’ın nüfus yapısı ile ilgili genel bilgilerin ardından, 
ülkedeki iki ana etnik grubu oluşturan Araplar ile Kürtlerin Irak tarihindeki ve 
parçalanma sürecinin yasanmakta olduğu günümüzdeki göreli konumları ele 
alınmıstır. Ayrıca, Türkiye’nin, ulusal çıkarlarına bütünüyle aykırı olan bu süreçte izlediği ve hâlen izlemekte olduğu politikalar irdelenmis, genel bazı değerlendirmeler yapılmıştır. 

I. Irak Nüfusunun Yapısı 

Çesitli kaynaklar, tarihinin en parlak dönemini yasadığı 8. ve 13. yüzyıllar 
arasında, Mezopotamya vadisinin toplam nüfusunun 20 milyona yaklastığını ileri 
sürmektedirler.1 Aynı kaynaklar, Moğol istilasının yol açtığı büyük yıkımın ardından bölge nüfusunun hızla azaldığını ve 19. yüzyılın ortalarında 1,3 milyona dek düstüğünü belirtmektedirler. Osmanlı İmparatorluğu’nda 1881–82/1893 döneminde yapılan genel nüfus sayımında elde edilen sonuçlar, yukarıdaki saptamayı doğrular niteliktedir. İlkel sayım teknikleri kullanılarak yapılan ve esas itibarıyla nüfusun dinlere göre dağılımının belirlenmesinin hedeflendiği bu sayımda Musul, Bağdat ve Basra vilayetlerinde toplam 1,5–2 milyon kisinin yasadığı anlasılmıstır.2 

Birinci Dünya Savasında bölge Dngiliz isgali altına girmistir. Dngilizlerin 1919– 
1921 yılları arasında yaptıkları üç nüfus saptamasında yaklasık nüfus 2,5 milyon 
olarak hesaplanmıstır. Bir sonraki nüfus saptaması, Irak’ın Dngiltere’den kağıt üzerinde bağımsızlığını kazandığı 1932 yılından üç yıl sonra –1935’de – gerçeklestirilmi ve ülke nüfusunun 3,5 milyona yükseldiği görülmüstür. Irak’ta modern anlamda ilk genel nüfus sayımı 1947’de yapılmıstır. Bunu 1957, 1965 ve 1977 sayımları izlemistir. Irak’ın nüfusunun 1947’de 4,8 milyon, 1957’de 6,3 milyon, 1965’de 8 milyon, 1977’de ise 12 milyon olduğu belirlenmistir. Bu tarihten sonra, sürekli savasların ve ambargoların pençesinde kıvranan Irak’ta sağlıklı bir nüfus sayımı yapılmasına olanak bulunamamıstır. Çesitli uluslar arası kaynaklar, Irak’ın nüfusunun 1987’de 16,3 milyona, 2000 yılında ise 22,7 milyona çıktığını belirtmektedir. Yıllık ortalama nüfus artı hızının %3 ila %4 gibi çok yüksek düzeylerde seyrettiği Irak’ta bugün yaklasık 26 milyon insanın yasadığı ve bunun da %60’ını 20 yasın altındakilerin olusturduğu tahmin edilmektedir.3 

Aynı dönemde, nüfus artısına kosut olarak ülkede köyden kente hızlı bir göç 
yasanmıstır. 19. yüzyılın sonunda nüfusun 1/3’ünden fazlasını göçebe kabilelerin olusturduğu, kentsel yerlesimin ise %20’nin altında kaldığı belirtilmektedir. Ancak bu görünüm, son 100-150 yılda büyük değisikliğe uğramıştır. Dicle ve Fırat nehirlerinin olusturduğu vadi boyunca kurulu olan kentlerde yasayanların toplam ülke nüfusuna oranı 1957’de %28, 1965’de %44, 1977’de %64 olarak hesaplanmıstır. Bugün ise kentsel nüfusun % 80’in üzerinde olduğu sanılmaktadır.4 Fakat kırsal nüfusun hızla kentlere akması geleneksel aşiret bağlarının kırılmasını sağlayamadığı gibi, nüfusun kültürel açıdan kentleşmesi  anlamına da gelmemektedir. Tersine, Türkiye’de ve benzeri tüm ülkelerde olduğu gibi bu durum toplumsal, kültürel, ekonomik ve çevresel 
anlamda çok ciddî bozulmalara ve yozlasmalara yol açmıstır. Bu bozulma, Irak’ın son 25 yıldır içinde bulunduğu olağan dısı kosullarla birlesince, sorunlar dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. 

Etnik dağılımı itibarıyla, Irak nüfusunun %75’i Arap, %18’i Kürt, %5’i Türkmen, 
%1’i Asurîdir. Kalan %1’i ise Dranlı, Ermeni, Yahudi gibi çesitli küçük topluluklardan oluşur. Dinsel dağılım incelendiğinde ise nüfusun %98’inin Müslüman; %1’inin Yezidî, %1’inin Hristiyan olduğu görülür. Müslümanların %60’ı Siîdir. Arapların yaklasık % 60’ı ile Türkmenlerin bir kısmı Siîdir. Türkmenlerin ve Kürtlerin çoğunluğu Sünnîdir. 
Yezidîler etnik olarak Kürttür. Hıristiyanlar ise çoğunlukla Asurîdir. Irak nüfusunun 26 milyon olduğunu varsayarsak, nüfusun dağılımı kabaca söyledir:5 

Nüfus(000) % 

Siî Araplar 15,250 59 
Kürtler 4,500 17 
Sünnî Araplar 4,250 16 
Türkmenler 1,250 5 
Yezidîler 0.250 1 
Asurîler 0,250 1 
Diğerleri (Dranlı,Yahudi) 0,250 1 


II. Araplar 

Irak’a demografik açıdan kimliğini kazandıran Araplardır. Her dört Iraklıdan 
üçü etnik kökeni bakımından Araptır. Ancak ülke nüfusunun ana bloğunu 
olusturmalarına karsın, son yıllara değin Araplar arasında ortak bir ulusal kimlik 
algılaması gelismemistir. Bunun temel nedeni, tarihsel kökleri çok eskilere dayanan mezhep ve asiret ayrısmasının asılamamasıdır. Söz konusu ayrısmanın ana eksenini Sünnî–Siî karsıtlığı olusturmaktadır. 

A. Şiîler 

1. Irak Devletinin Tarihinde Siîlerin Yeri 

Daha çok ülkenin güneyinde yasayan Siîler, hem ülke genelinde, hem de 
baskent Bağdat’ta çoğunluğu olusturmalarına karsın, sayısal ağırlıklarını yönetime yansıtamadıkları için Irak devletinin kurulusundan bu yana dinsel bir azınlık görünümündedirler. Ekonomik ve toplumsal gelismislik düzeyleri Sünnîlerin gerisindedir. Ayrıca aralarında bir bütünlük de yoktur. 

İngiliz isgalinin ilk yıllarında, isgal yönetimine karsı, Siî din adamlarının basını 
çektiği çok büyük bir ayaklanma çıkmıştır.6 1920 Haziranında baslayıp ancak ertesi yılın baslarında bastırılabilen bu ayaklanmanın hemen ardından Dngilizler, Sünnî Arapların ağırlıkta olduğu Irak Krallığını kurarak basına da Serif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı geçirmişlerdir. 50 yıl önce Mithat Paşanın yaptırdığı Bağdat Sarayında, İngiliz Yüksek Komiseri Percy Cox tarafından Faysal’a taç giydirildiği tarih olan 23 Ağustos 1921, Irak Devleti’nin resmî kurulu tarihi sayılmaktadır.7 

Ehl-i beyt anlayısında yani Dslâm’ın Sia yorumunda, dinin devletle iliskisi; ehl-i 
sünnet anlayısına göre daha mesafelidir.8 Devletin Sünnî ağırlıklı olarak yapılanması, Siîlerin devlete daha da büyük bir kuskuyla yaklasmalarına yol açtı. Baslangıçta, pasif itaatsizlik sergileyerek, Faysal yönetiminin islevsellik kazanmasını engellemeye çalıstılar. İngilizler, buna tepki olarak Siî toplumunun önderi konumundaki din adamlarını aileleriyle birlikte İran’a sürdü. Bassız kalan Siî toplumunu denetim altına almakta da güçlük çekmediler. 1924 yılında, Siî din adamlarının siyasetle uğrasmamaları, Faysal’dan özür dilemeleri ve yönetime bağlı kalmaları kosullarıyla Irak’a dönmelerine izin verildi. 

Gerek monarsi (1921–1958), gerekse cumhuriyet (1958–2003) dönemlerinde, 
Sünnî ağırlıklı Irak yönetimiyle Siî din adamları arasındaki kusku ve güvensizlik hiç eksik olmadı. Siî din adamları devletin merkeziyetçi ve seküler politikalarına soğuk yaklasırken, Sünnî yöneticiler de Siî din adamlarının İran’la olan yakın iliskilerini her zaman kuskuyla izlediler. 

İslâm dünyasında dinin siyasallasmaya basladığı 1950’li yıllarda, Siîler de 
kendi partilerini kurdular. Ayetullah Muhammed Bekir el Sadr tarafından kurulan Dava Partisinin temel hedefi, — siyasal İslâm’ı bayrak edinen tüm benzerleri gibi— seriata dayalı bir İslâm toplumu ve devleti yaratmaktı. Partinin siyasal söylemleri hiçbir zaman dar mezhepçilik kalıplarının ötesine geçemedi. 1960’lı ve 1970’li yıllar, Dava Partisinin etkin olduğu yıllardı. Özellikle 1968’de yönetime el koyan Baas Partisinin Siî din adamları üzerindeki baskıyı artırmasından sonra Parti, tepkisel kitle eylemlerine ağırlık verdi. 1974 ve 1977 yıllarındaki Hüseyiniye ve Asura törenleri, Baas yönetimini hedef alan protesto gösterilerine dönüstü.9 Buna karsın, Baas yönetiminin baskısı daha da arttı. 1978’de Dran’ın dinî lideri Ayetullah Humeyni Irak’tan sınır dısı edildi; 1979’da da Siî din adamlarına karsı geni çaplı bir tutuklama kampanyası baslatıldı. 1 Nisan 
1980’de Irak’ın dısisleri bakanı bir suikast sonucu öldürüldü. 4 gün sonra yapılan cenaze törenine ise bombalı saldırıda bulunuldu. Bunun üzerine, Dava Partisinin tüm faaliyetleri yasaklandı ve partinin kurucu lideri Ayetullah Muhammed Bekir el Sadr tutuklanarak idam edildi. Dava Partisi, 1982’den itibaren eylemlerini İran’da sürdürmeye basladı.10 Partiden ayrılan Ayetullah Muhammed Bekir el Hakim de yine aynı yıl Tahran’da Irak İslâm Devrim Yüksek Konseyini (IDDYK) kurarak İran’ın desteğiyle Baas yönetimine karsı silâhlı direnise basladı. Iraklı Siîler arasından toplanıp, Dran tarafından silâhlandırılan gönüllülere Kuzey Irak’ta Mesut Barzani’nin denetimindeki bölgede askerî eğitim verildi. Bedir Tugayları adıyla olusturulan paramiliter güç, İran–Irak Savası boyunca Irak içinde birçok silâhlı saldırı ve sabotaj eylemi gerçeklestirdi.11 

İran–Irak Savası, Irak’ta Arap ulusçuluğunun gelisimine katkıda bulundu. 

Savaş boyunca, Irak tarihinde ilk kez, Arap ulusal kimliğinin, dinsel-mezhepsel 
kimlikleri asan bir üst kimlik olarak algılanmaya baslandığını görüyoruz. Bu algılama değisikliğinin etkilerinin Baas yönetimine yansıması gecikmedi. Saddam Hüseyin’in, Irak yönetimini tek basına ele geçirdiği 1979 yılında, ordunun üst düzey komuta kadrosu Sünnî Müslümanlardan olusuyordu. Alt kademedeki subaylarla eratın 2/3’ü Siîydi. Bu durum, İran–Irak Savası sırasında Irak ordusunda ayaklanma çıkacağı beklentisini yaratmıstı. Ama öyle olmadı. Şiî askerler Irak ordusuna bağlı kaldılar. 
Hatta sava sırasında bir ara İran Ordusunun isgali altına giren ve nüfusunun 
tamamını Siîlerin olusturduğu güneydeki sınır bölgelerinde halk, Bağdat yönetimine bağlı kalmayı sürdürdü. İran’ın Irak Siîlerini hedef alan ve onları İslâm devrimine katılmaya çağıran yoğun propagandası da etkisiz kaldı. 

Savaş boyunca, çok sayıda Şiî komutan Irak ordusunda kilit roller üstlendi. 1982’deki büyük İran saldırısını püskürten Irak ordusunun komutanı bir Şiîydi. Bütün bunlar, savaş sırasında ulusal duyguların dinsel duygulara ağır bastığını gösteriyordu. Irak İslâm Devrim Yüksek Konseyine bağlı Bedir Tugaylarının yukarıda sözü edilen saldırı ve sabotaj eylemleri de, bunların arkasında İran’ın olduğu bilindiği için, Irak’taki Siî halk tarafından desteklenmedi.12 

Birinci Körfez Savasının hemen arkasından, Mart 1991’de IDDYK tarafından 
kıskırtılan bir kısım Şiî halk, kuzeydeki Kürtlerle eszamanlı olarak ayaklandı. Fakat bu ayaklanma, sanılanın ve umulanın tersine Şiîlerle Sünnîler arasında bir gerilim yaratmadı. Baas yönetiminin laik ve merkeziyetçi uygulamalarından rahatsız olan kimi Sünnî çevreler de Siîlerle birlikte hareket etti. Şiî ayaklanması denmesinin nedeni, Siî bölgesinde çıkması ve katılanların çoğunun da Siî olmasıydı. Diğer bir ifadeyle bu, kuzeydeki Kürt ayaklanmasından farklı olarak devleti değil, rejimi hedef alan ve rejim karsıtı tüm Arap unsurların katıldığı bir ayaklanmaydı. Bu yüzden de Batılılarca desteklenmedi ve Saddam Hüseyin tarafından kolayca bastırıldı. 

Ayaklanmanın ardından Baas yönetiminin, laik ve merkeziyetçi politikalarını 
yumusatarak, dinsel motifleri daha yoğun biçimde kullanmaya basladığını ve 
Sünnîlerle Siîleri ortak bir Irak–Arap kimliği altında birlestirmeyi amaçlayan politikaların uygulanmaya basladığını görüyoruz. Esasen, İran–Irak Savası böyle bir ulusal bütünleşmenin zemininin mevcut olduğunu kanıtlamıstı. Aradaki gelismislik farkını ortadan kaldırmak için, Şiîlerin kendilerini daha fazla gelistirmelerine ve yönetime daha etkin bir biçimde katılmalarına olanak sağlayan adımlar atıldı. Saddam Hüseyin liderliğindeki Devrim Komuta Konseyinin yapısı, üç Siî Arap, üç Sünnî Arap, bir Kürt ve bir Asurî olarak yeniden düzenlendi. Yönetimden açıkça dıslanan tek grup Türkmenlerdi. 

Baas Partisinin yerel yönetim organları olan Bölge Komuta Konseylerinin, Siî nüfusun yoğun olduğu yerlerdeki merkezlerinde yerel Siî unsurların çoğunluğu olusturmaları sağlandı. İçisleri Bakanlığı da Siîlere ayrıldı. Siîlerin yönetimdeki etkinliklerinin artmasına kosut olarak, Irak ekonomisindeki ağırlıkları da 
artmaya basladı. Eğitim düzeyi bakımından da Sünnîlerle Siîler arasındaki fark giderek kapandı. Bu gelismelere bakarak, Baas yönetiminin Siîleri kazanmak ve her iki mezhebi kapsayan ortak bir Arap ulusal kimliği yaratmak yönündeki politikasının basarılı olduğunu söyleyebiliriz.13 Bu politikanın basarısının en somut göstergelerinden birisi, Amerikan Ordusu’nun Irak’ı isgali sırasında Siîlerin isgale karsı, Sünnî Araplar kadar, hatta yer yer onlardan bile daha kararlı bir direni sergilemiş olmalarıdır. 

Saddam Hüseyin’in Şiîlere yönelik politikasının temelinde, doğrudan doğruya 
Siî halkını ve orta sınıfını muhatap alarak Siî halkı temsil ettikleri savındaki geleneksel dinsel ve asiretsel önderleri devre dısı bırakma anlayısı yatıyordu. Baas yönetimi sırasında baskı altında tutulan bu feodal önderler, Amerikan isgalinden sonra yeniden güç ve etkinlik kazandılar ve Şiî halkı temsil etme konusunda aralarında çetin bir rekabete giristiler. 

2. Başlıca Şiî Gruplar 

Amerikan isgali sonrasında Siîleri temsil ettikleri savıyla aralarında rekabete 
girisen baslıca gruplar şunlardır. 

a. Sadr Grubu: Baas yönetiminin, feodal Siî önderlere yönelik baskı 
politikasının baş hedefi Necef’teki Sadr ailesiydi. Çünkü 1980’lere değin, Siî direnisinin simgesi durumunda olan Dava Partisini kuran ve Irak Siîlerinin dinsel liderliğini yapan kisiler bu aileden çıkmıstı. Ayetullah Muhammed Bekir el Sadr 1980’de; Ayetullah Muhammed Sadık el Sadr 1999’da öldürüldü. Ailenin ikinci derecedeki birçok üyesi de Saddam Hüseyin döneminde öldürüldü. Hâlen ailenin liderliğini, 30 yasını henüz doldurmu olan Mukteda el Sadr yapmaktadır. Amcası Bekir el Sadr ve babası Sadık el Sadr gibi o da, Siî toplumunun liderliğini üstlenmek istemektedir. Mensup olduğu ailenin Siîler arasındaki saygınlığından ve “Havza” denilen Necef’teki Siî din okullarının denetimini elinde bulundur masının ona sağladığı avantajdan yararlanarak, siyasal ağırlığını artırmaya çalısmaktadır. Karizmatik bir kisiliğe sahip olmasının yanı sıra çok genç ve hırslıdır. Genç olması nedeniyle dinsel hiyerarsideki yeri alt sıralardadır. Irak’taki Şiîler arasında en fazla taraftarı olan kisi odur. Sadr yanlılarının en güçlü olduğu yer, baskent Bağdat’ın, Saddam Hüseyin döneminde “Saddam Kenti” 
olarak adlandırılırken, Amerikan isgalinden sonra “Sadr Kenti” adını alan bölgesidir. 
Burada yasayan iki milyonu askın Siî, Mukteda el Sadr liderliğindeki Cemaat el-Sadr el-Tani örgütünün üyeleridir. Ayrıca Sadr’ın, Necef, Kerbelâ, Kûfe, Nasıriye gibi kentlerde de belli bir etkinliği vardır. 

Mukteda el Sadr, Amerikan isgaline karsı Sünnî Araplarla iş birliği yapmaktan çekinmemistir. Ama onun Irak’ın geleceği ile ilgili hesapları Sünnîlerden çok farklıdır. 
O, Siî kimliğinin ağır bastığı yani Ayetullah’lar tarafından yönetilecek olan Dslâmî bir Irak istemektedir. Bu noktada Sünnîlerle uzlasması olanaksızdır. Fakat Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve yabancı isgalden kurtarılması konusunda Sünnîlerle görüş birliği içindedir. Ortak düsman ve ortak tehlike sürdükçe, geleceğe iliskin hesapların ikinci plana atılmaya çalısıldığı görülmektedir. 

Mukteda el Sadr, hem ABD tarafından baslatılan Irak’ın yeniden yapılandırılması 
sürecine, hem de geçici Irak yönetimine katılmayı reddederek tavrını 
açıkça ortaya koymustur. Emrinde, sayıları on binlerle ifade edilen, Mehdî Ordusu adlı silâhlı bir güç bulunan Sadr, zaman zaman Amerikan isgal güçleri ve rakip Siî gruplarıyla çatısmaya girmektedir. 2004 yılının Nisan–Mayıs ve Ağustos aylarında iki kez güç gösterisinde bulunduysa da basarılı olamamıstır. Bu basarısızlıklar, Mehdî Ordusu’nun çok iyi örgütlenmi ve silâhlanmı durumdaki isgal güçleri karsısında fazla şansı olmadığını göstermistir.14 

b. Hakim Grubu: Irak islâm Devrim Yüksek Konseyi (IDDYK) adı altında 
örgütlenmi olan grubun lideri Ayetullah Muhammed Bekir al Hakim yukarıda 
belirtildiği gibi, 1982 yılında Dava Partisinden ayrılarak, eylemlerini Dran destekli olarak sürdürmeye baslamıstı. Saddam Hüseyin’in devrilmesinden kısa bir süre sonra 23 yıldır sürgünde yasadığı iran’dan Irak’a döndü ve döner dönmez de —23 Ağustos 2003’de— düzenlenen bir suikast sonucu öldürüldü. Onun ölümü üzerine IDDYK’nin basına kardesi Abdülaziz el Hakim geçti. 

Hakim Grubu da tıpkı Sadr Grubu gibi, iran örneğine uygun bir Siî Dslâm 
devleti kurulmasını amaçlamaktadır. Ancak Abdülaziz el Hakim, aynı zamanda 
akrabası olan Mukteda el Sadr’dan farklı olarak, geçiş döneminde ABD ile sorun 
yasanmaması gerektiğini düsünmektedir. Bu yüzden, geçici Irak Yönetim Konseyine üye olmayı kabul etmistir. Böylece Irak’ın yeniden yapılandırılması sürecinde etkinliğini artıracağını hesaplamaktadır. Oysa, öldürülen Ayetullah Muhammed Bekir el Hakim’in bu görüste olmadığı biliniyordu. 

Grubun en önemli dayanağını, Bedir Tugayları adı verilen ve sayıları 10–15 
bin olarak tahmin edilen silâhlı paramiliter güç olusturmaktadır. Fakat geçmiste İran’la ve Kürtlerle i birliği yapmı olması, Siî Araplar gözündeki saygınlığını önemli ölçüde zedelemistir. Bugün de, ABD ile ılımlı iliskiler içine girdiği için hem Siî grupların birçoğu ile, hem de Dran ile arası açılmıstır.15 

c. Ayetullah Mirza Ali el Sistani: Irak’taki Siî din adamlarının en kıdemlisi ve 
Necef’teki “havza”nın da lideridir. Siîlikte, Sünnîlikten farklı olarak içtihat kapısı 
kapatılmamıstır ve taklit edilecek müçtehidin de hayatta olması kosulu vardır. Sistani, bugün için Irak Siîleri tarafından en yüksek dinsel otorite olarak kabul edilen ve “Mercii Taklid” unvanını tasıyan kisidir. Siîler, “Merci-i Taklid”e humus adı verilen ve gelirlerinin 1/5’ini olusturan bir tutarı ödemekle yükümlüdür. “Merci-i Taklid” bu parayla gereksinimi olan yoksullara yardım eder. Dolayısıyla, “Merci-i Taklid”in dinsel otoritesiyle bağlantılı bir ekonomik gücü de vardır.16 Kısacası, Sistani’nin emrinde Sadr ve Hakim’in sahip olduğu gibi silâhlı güçler yoktur. Onun gücü, “Merci-i Taklid” olarak sözlerinin ve davranıslarının önemsenmesinden kaynaklanmaktadır. Sistani, ABD’nin inisiyatifinde gerçeklestirilecek bir siyasî düzenlemeye karsıdır. O, serbest seçimlere ve çoğulculuğa dayanan demokratik bir yapılanmayı savunmaktadır. 

Çünkü böyle bir yapılanmanın, sayısal üstünlükleri sayesinde Siîlerin 
ve doğal olarak da kendisinin, yönetimde etkinlik kurması sonucunu doğuracağını hesaplamaktadır. Onun bu yaklasımı, ABD’yi zor durumda bırakmaktadır; çünkü Sistani’nin istemi doğrudan doğruya, liberal, temsili demokrasinin gereği olan bir istemdir. Irak’a demokrasi getirmek için müdahale ettiğini iddia eden ABD, Sistani’nin bu isteğine açıkça karsı çıkamamıs, ama kabule de yanasmamıstır. Çünkü, ABD’nin gerçek niyeti, süreç içinde Irak’ı bölmektir. Demokrasi yalnızca, propaganda amaçlı siyasî bir slogandır. Nitekim Geçici Ulusal Meclis serbest seçimler yerine, partilerin gönderdiği üyelerle olusturuldu. Yapılan seçimin de ne ölçüde demokratik olduğu tartısmalıdır. ABD’nin gerçek niyetinin ortaya çıkmasına karsın tavrını değistirmemesi, 
hele Amerikan ordusunun Irak’ta gerçeklestirdiği ve televizyonlar aracılığıyla tüm dünyaya ulasan insanlık dısı davranıslar karsısında sessiz kalması, Sistani’nin saygınlığına gölge düsürmüstür.17 2005 Ocak ayında yapılan seçimlerin açıklanan sonuçları, Sistani’nin etkinliğini her seye karsın koruduğunu göstermistir. Ama Irak’ın bugünkü resminde, görünenle görüntünün ardında gizlenen gerçek çok farklı olabilir. 

ç. Dava Grubu: Irak’ta yasaklandıktan sonra, Dran’da yeniden faaliyete geçen 
Dava Partisi, 1984’ten itibaren Batı’ya yaklastı. Partinin baskanlığına getirilen Dr. Muvaffak el Rubai de Londra’ya yerlesti. Mart 1991’de Beyrut’ta; Haziran 1992’de Viyana’da; Eylül 1992’de de Saklava’da Batı güdümünde yapılan Irak Muhalifler Kongresine katılan Dava Partisi yöneticileri, aynı yıl Amerikan güdümünde kurulan Irak Ulusal Kongresinin yürütme kuruluna üye verdi ve Kongrenin Ekim 1992’de Selahaddin kentinde yapılan toplantısına da katıldı. Parti, 1993’te Irak Ulusal Kongresinden ayrıldığını açıkladı.18 Buna karsın Batı ile yakın iliskilerini sürdürdü. 

Amerikan isgalinden sonra Irak’ta yeniden faaliyete geçen Dava Partisi, Irak’ın 
yeniden yapılandırılması sürecine katılma ve geçici Irak Yönetim Konseyine üye 
verme kararı aldı. Konseyde Dava Partisini İbrahim el Caferî temsil etti. Batı ve 
Amerikan bağlantısı nedeniyle, partinin Siî halk üzerinde bir etkisi bulunmamaktadır. 

d. Irak Ulusal Kongresi: 1992’de, tüm Irak muhalefetini tek çatı altında 
toplamak düşüncesindeki ABD’nin girisimiyle kurulan ve merkezi Londra’da bulunan örgütün basına Ahmed Çelebi getirildi. Örgütün Irak halkı üzerinde hiçbir etkisi bulunmamaktadır. ABD, geçici Irak Yönetim Konseyinde baskanlık yapan Ahmed Çelebi’yi, geçi hükümetinin de basına geçirmeyi tasarlıyordu. Ama, Ürdün ve Mısır’da banka dolandırmaktan kesinlesmi cezaları bulunan, üstelik Siî halk tarafından da bir iş birlikçi olarak görülen Çelebi’nin kendisine yararlı olamayacağı sonucuna vararak onu gözden çıkardı.19 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder