17 Mayıs 2020 Pazar

SİLAHLI ÇATIŞMALAR HUKUKUNUN UYGULANMASINDA AD HOC MAHKEMELERİN ROLÜ BÖLÜM 1

SİLAHLI ÇATIŞMALAR HUKUKUNUN UYGULANMASINDA  AD HOC MAHKEMELERİN ROLÜ BÖLÜM 1


Arda Özkan *
Araştırma Görevlisi, Giresun Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, 
(e-posta: ardaozkan83@hotmail.com).


Özet

İnsanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım ve savaş suçları işleyen bireyleri cezalandırmak amacıyla İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Nuremberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Mahkemeleri ile Soğuk Savaş sonrası dönemde kurulan Eski Yugoslavya ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemeleri, genel olarak uluslararası hukuk, özelde ise uluslararası ceza hukuku prensiplerinin oluşumuna önemli katkılarda bulunarak, söz konusu suçların detaylı ve esaslı bir biçimde kategorize edilmesi açısından inceleme alanı yaratmışlardır. Uluslararası insancıl hukukta uygulama alanı bulan ve uluslararası toplum tarafından kınanmış en ciddi suçları işleyen bireyleri yargılamak için kurulan ad hoc mahkemelerin işlevsel rolünün ele alınacağı bu çalışma; bireysel cezai sorumluluk ilkesi
çerçevesinde uluslararası suçları işleyen kişilerin hangi davalarda ve ne şekilde
yargılandığını ortaya koymayı hedeflemektedir. Bu kapsamda, Nuremberg ile Tokyo ve Eski Yugoslavya ile Ruanda Mahkemeleri gibi uluslararası nitelikteki yargı kuruluşlarının uygulamalarının silahlı çatışmalar hukukuna katkıları incelenmiştir.


Giriş

Ad hoc nitelikteki uluslararası ceza mahkemelerinin uygulamaları, özellikle savaş suçları, soykırım ve insanlığa karşı suçlar gibi uluslararası suçların sınıflandırılması ve bu tür suçların bireysel ceza sorumluluğunun uygulanabilmesi açısından önemli bir rol oynamıştır.1 Ad hoc mahkemeler aracılığıyla uluslararası hukukta ilk defa insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve soykırım suçlarının içeriğinin tespit edilmesi, her bir suçun ayrı, bağımsız ve sistematik olarak sınıflandırılması ve bir suç kategorisi içerisinde belirlenmesi gerçekleşmiştir. Bireysel cezai sorumluluğunun uygulanabilmesi açısından çok önemi haiz bu mahkemeler, uluslararası insancıl hukuk prensiplerinin oluşturulmasına da zemin hazırlamıştır.

Silahlı çatışmalar hukukunun uygulanmasında önemli rol oynayan bu mahkemelerden birincisi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Alman savaş suçlularını yargılamak üzere kurulan Nuremberg Uluslararası Askeri Mahkemesi’dir. Statüsü’nün 6. maddesinde düzenlendiği gibi, Nuremberg Mahkemesi’nin yargı yetkisine giren suçlar; barışa karşı suçlar, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlardır. Mahkeme, 24 üst düzey Nazi yetkilisini yargılamış, bunların 11’i hakkında ölüm, 3’ü hakkında müebbet, 7’si hakkında ağır hapis ve 3’ü hakkında beraat kararı vermiştir.2

İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan bir diğer mahkeme Tokyo Uluslararası Askeri Mahkemesi’dir. Japon savaş suçlularını yargılamak amacıyla kurulan bu mahkeme, Nuremberg Mahkemesi örnek alınarak kurulmuştur. Bu yüzden her iki mahkemenin statüleri, suçların tanımlarındaki bazı küçük değişiklikler haricinde aynıdır. Tokyo Mahkemesi’nin yargı yetkisine giren suçlar; barışa karşı suçlar, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar olarak tanımlanmıştır. 

Tokyo Mahkemesi’nde 1928 ile 1945 yılları arasında Japon hükümetinde önemli yerlerde görev yapmış 28 Japon vatandaşı yargılanmış, 7’si ölüm, 16’sı müebbet, geri kalanları ise hapis cezasına çarptırılmıştır.3

Soğuk Savaş sonrası dönemde ise yaşanan aşırı milliyetçilik eylemleri özellikle Balkan coğrafyasında etkisini yoğun bir biçimde göstermiştir. Eski Yugoslavya topraklarında yaşanan etnik milliyetçi politikalar yüzünden ülke bölünmüş, dağılma sürecinde yaşanan çatışmalarda yüz binlerce kişi ölmüştür. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 808 sayılı kararla Birleşmiş Milletler Şartı’nın 7. Bölümüne dayanarak, eski Yugoslavya toprakları üzerinde işlenen ağır insancıl hukuk ihlallerini gerçekleştiren bireyleri yargılamak üzere bir mahkemenin kurulmasına karar vermiştir. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yetki alanına giren suçlar; 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin ağır ihlalleri, savaş hukuku ve örf-adet hukuku kurallarının ihlali, soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlardır.4

BM Güvenlik Konseyi tarafından Soğuk Savaş sonrası dönemde kurulan bir başka ceza mahkemesi de Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi’dir.5 Ruanda’da Hutular ile Tutsiler arasındaki anlaşmazlıklar, 1994 yılında çatışmaya dönüşmüş, Hutular 5 ay gibi kısa bir sürede beş yüz binden fazla Tutsi’yi katletmiştir.6 BM, çatışmaların sona ermesinden sonra Güvenlik Konseyi’nin 955 sayılı kararıyla 1994’te mahkemeyi kurmuştur. Ruanda Mahkemesi, Yugoslavya Mahkemesi’ni model alarak kurulduğundan yapı itibariyle oldukça benzemektedir. Her iki mahkemenin savcılığını aynı kişinin üstlenmesi benzerliği gözler önüne sermektedir.7

Bireylerin uluslararası nitelikli cezai yargılama yetkisine sahip bir organ tarafından sorumluluklarının tescil edilmesi ve insancıl hukuku ihlal eden bireylerin yargılanmalarını sağlamak açısından ad hoc mahkemelerin insanlık tarihinde çok önemli bir yere sahip oldukları açıktır.8 İnsanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım ve savaş suçları işleyen bireyleri cezalandırmak amacıyla kurulan Nuremberg ve Tokyo Mahkemeleri ile Yugoslavya ve Ruanda Mahkemeleri, uluslararası ceza hukuku prensiplerinin oluşumuna önemli
katkılarda bulunmuştur. Bireysel cezai sorumluluğun uygulanabilmesi açısından çok önemli yargılamalar icra eden bu mahkemeler, daimi bir Uluslararası Ceza
Mahkemesi’nin kurulmasına, usul hukuku kurallarının oluşmasına, en ağır uluslararası suçları işleyen kişileri yargılamasına ve onları cezalandırmasına da yardımcı olmuştur.

1. Uluslararası Suçlar Üzerinde Ad Hoc Mahkemelerin Uygulamaları

1.1. İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar

İnsanlığa karşı işlenen suçların cezalandırılması koşulları, günümüze kadar bu suçlarla ilgili özel bir anlaşma yapılamadığı için büyük ölçüde gerçek kişileri yargılamak üzere oluşturulan ad hoc uluslararası mahkemelerin statülerinde yer alan tanım niteliğindeki hükümlerden ortaya çıkan unsurlar ile belirlenmiştir. İnsanlığa karşı suçların tanımlanması, Nuremberg Mahkemesi Statüsü9 ile başlamıştır. Daha sonra çatışmaların ve suçların niteliğinde meydana gelen değişmeler ve genel olarak uluslararası hukuktaki gelişmeler dikkate alınarak, söz konusu tanım diğer uluslararası belgelerde birtakım değişikliğe uğramıştır. Çeşitli uluslararası belgelerde getirilen tanımlar arasında farklılıklar olmasına rağmen, birtakım insanlık dışı fiillerin herhangi bir nüfusa karşı yöneltilmiş yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak işlenilmesi, insanlığa karşı
işlenen suçların cezalandırılabilmesinin unsurları olarak ortaya çıkmıştır. 

Bu unsurlar, insanlığa karşı işlenen suçları adi suçlardan ayırt edebilmek için getirilmiş unsurlardır.10
Nuremberg ve Tokyo Mahkemeleri Statüleri’nde insanlığa karşı işlenen suçlar iki
kategoride ele alınmıştır. Bunlardan birincisi, sivil nüfusa yönelik olarak suç teşkil eden eylemler; ikincisi ise, siyasal, ırkçı ve dinsel sebeplerden dolayı işlenen fiillerdir. Nuremberg Mahkemesi yargılamalarında, insanlığa karşı işlenen suçları diğer suçlardan ayıran bazı özellikler belirtilmiştir. Buna göre insanlığa karşı suçlar; doğrudan insan varlığına karşı işlenen, insanları yaşam koşulları ve sağlıkları için gerekli mallardan yoksun bırakan suçlardır. Öte yandan insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş ile bağlantısının bulunmasından dolayı savaş öncesi dönemde de meydana gelen suçlardır. Ayrıca, bu suçları işleyen kişiler, vatandaşı oldukları devletteki yasal konumlarından dolayı cezalardan muaf tutulamazlar.11

Yugoslavya Mahkemesi Statüsü’nde,12 ister iç silahlı çatışma niteliğinde olsun, isterse uluslararası nitelikte olsun, silahlı çatışmalar sırasında herhangi bir sivil halka karşı işlenen; kasten adam öldürme, topluca yok etme, köle etme, sürgün, hapsetme, işkence yapma, ırza geçme, siyasal, ırkçı ve dinsel sebeplerle zulmetme ve diğer insanlık dışı muameleler insanlığa karşı işlenen suçların maddi unsuru olarak kabul edilmiştir. Öte yandan, Ruanda Mahkemesi Statüsü’nde ise insanlığa karşı işlenen suçlar, Yugoslavya

Mahkemesi Statüsü’nde sayılan eylemler gibi sayılmıştır. Ancak burada insanlığa karşı suçlar bakımından silahlı bir çatışmanın varlığı ön şart olarak koşulmamış tır. Bu sebeple, Yugoslavya Mahkemesi Statüsü’nün aksine, barış zamanında işlenen fiiller bakımından da insanlığa karşı işlenen suç söz konusu olabilmekte dir.13

Uluslararası ceza hukukunda “insanlık dışı muamele” terimi ilk olarak Yugoslavya
Mahkemesi tarafından Celebici Camp Davası’nda tanımlanmıştır. Mahkeme’ye göre; “insan onuruna ciddi bir saldırı oluşturan, zihinsel veya fiziksel ızdırap veya yaralamaya neden olan suçlar, objektif bir şekilde değerlendirildiğinde, kasten veya ihmal şeklinde işlenen fiiller” insanlık dışı muamele olarak kabul edilmiştir. Ayrıca, bir fiilin insanlık dışı muamele olarak kabul edilebilmesi için, işkence suçunun unsurlarından olan bir cezalandırma amacıyla bilgi veya itiraf elde etmek için veya bir kamu görevlisi veya bu sıfatla hareket eden bir kimse tarafından işlenmesine de gerek yoktur.14

Diğer taraftan, Yugoslavya Mahkemesi Statüsü, insanlığa karşı işlenen suç fiilinde bir silahlı çatışmanın varlığını da aramaktadır. Mahkeme, Tadic kararının temyizinde, uluslararası örf-adet hukukunun, insanlığa karşı işlenen suç hususunda silahlı bir mücadelenin varlığını aramadığı tespitini yapmıştır. 

Bu yönüyle, Yugoslavya Mahkemesi, insanlığa karşı suçları kendi Statüsü’nün uluslararası örf-adet hukukunun gerektirdiğinden daha dar yorumladığını tespit etmiştir. Bununla birlikte yine de Yugoslavya Mahkemesi Statüsü’ne uygun olarak, insanlığa karşı işlenen suç için, fiille silahlı çatışma arasında genel olarak suçun işlendiği yer ve zaman kapsamında bir bağlantının mevcut olması şartı
aranmıştır. Yugoslavya Mahkemesi, Foca kararında, insanlığa karşı işlenen suçlardan biri olan köleleştirme suçunun unsurları olarak, maddi unsurun bir kişi üzerinde mülkiyet hakkına dayalı yetkilerden birini veya tamamını kullanmak; manevi unsur olarak da, kasti olarak bu yetkiyi kullanmak olduğunu ifade etmiştir. Bu kararda, denetim ve şahıs üzerinde mülkiyetin kullanımının göstergeleri; şahsın özerkliğini, seçme özgürlüğünü ve seyahat özgürlüğünü çoğu zaman failin menfaatine olarak sınırlandırma ya da kısıtlamalar, köleliğin belirtileri olarak sayılmıştır. Yugoslavya Mahkemesi Kunarac kararında ise, daha önceki içtihatlarından ayrılmış, işkencenin resmi bir devlet görevlisi tarafından yerine getirilmiş olması şartını aramamıştır.15
İnsanlığa karşı işlenen suçun herhangi bir sivil nüfusa karşı yöneltilmiş “yaygın veya sistematik bir saldırının parçasını oluşturması” unsurunun ilk defa açıkça ifade edildiği uluslararası belge ise, Ruanda Mahkemesi Statüsü’dür. 

Mahkeme’ye göre, insanlığa karşı işlenen bir suçun oluşabilmesi için “ilgili eylemin sivil nüfusa karşı yöneltilmiş yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak işlenmiş olması” ve “failin, eyleminin sivil nüfusa karşı yöneltilmiş yaygın veya sistematik bir saldırının parçasını oluşturduğunu bilmesi veya parçasını oluşturmasına niyet etmiş olması” gerekmektedir.16

Yugoslavya Mahkemesi Statüsü mad. 5’te bu yönde bir açıklama bulunmasa da,
Yugoslavya Mahkemesi Yargılama Dairesi, önce Tadic Davası’nda, ardından da Blaskic Davası’nda Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun 1996 tarihli Taslak Yasası’nda insanlığa karşı işlenen suçların sistematik bir biçimde veya büyük bir ölçekte işlenmesi koşuluna bağlandığına da atıfla, bu suçların hedefinin nüfus olmak zorunda olması gerekliliğinin, yaygın veya sistematik bir saldırı gerekliliğini ortaya çıkardığını kabul etmiştir. Ruanda Mahkemesi ise, yaygın veya sistematik saldırıyı, “sık sık tatbik edilmiş, geniş kapsamlı fiiller olarak birçok mağdura yönelik ciddi bir şekilde gerçekleştirilmiş olması gerektiği”
şeklinde tanımlamıştır. Mahkeme, sistematik kavramının ise, kamu ve özel kaynakların kullanılmasını içeren genel bir politika gözetilerek, organize ve düzenli bir şekilde birbirini takip etmesi anlamına geldiğini ifade etmiştir.17
Ruanda Mahkemesi, saldırı kavramını ilk kez Akayesu Davası’nda açık bir biçimde tanımlamıştır. Mahkeme, failin fiilinin yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak işlenmiş olması gerekliliğini vurguladıktan sonra, Yugoslavya Mahkemesi Statüsü’nün aksine saldırı ile silahlı çatışma arasında bağlantı kurulmasına gerek olmadığını, saldırının “adam öldürme, imha, köleleştirme” gibi Ruanda Mahkemesi Statüsü madde 3’te sayılan türde hukuka aykırı bir fiil olarak tanımlanabileceğini kabul etmiştir. Ruanda Mahkemesi
Kayishema Davası’nda saldırının “sayılan suçları içeren bir olay” olduğunu belirtmek suretiyle saldırının sadece adam öldürme gibi aynı suçların çokluğundan değil, Statü’de sayılan adam öldürme, ırza geçme ve sürgün gibi farklı suçların birikiminden de oluşabileceğini kabul etmiştir.18

Yugoslavya Mahkemesi Statüsü’nde yaygın ve sistematik saldırının bir parçası olarak işlenme açıkça öngörülmemiş olmasına rağmen, Mahkeme kararlarında bu gereklilik yine de kabul edilmiştir. Yugoslavya Mahkemesi, Tadic Davası’nda yaygın saldırıyı tanımlarken, mağdurların sayısına atıf yapmıştır. Kunarac Davası’nda ise, benzer bir biçimde “yaygın kavramının saldırının büyük ölçekli yapısı ve mağdurların sayısı anlamına geldiğini” belirtmiştir. Ruanda Mahkemesi tarafından Akayesu Davası’nda yaygın saldırı daha kapsamlı bir biçimde tanımlanmıştır. Buna göre yaygın saldırı, “önemli ciddiyet ile kolektif olarak yürütülen ve mağdurların çokluğuna karşı yöneltilen ağır, sık sık meydana gelen ve büyük ölçekli eylemler”dir. Ruanda Mahkemesi, Kayishema Davası’nda da “yaygın saldırının mağdurların çokluğuna karşı yöneltilmiş olmak zorunda olduğu” açıklamasında bulunmuştur. Gerek Yugoslavya, gerekse Ruanda
Mahkemesi, yaygın saldırının mağdurların çokluğuna işaret ettiğini kabul ederken, Yugoslavya Mahkemesi Blaskic Davası’nda “mağdurların çokluğu bir dizi insanlık dışı fiilin neticesinde ortaya çıkabileceği gibi, olağanüstü önemdeki tek bir insanlık dışı fiilin neticesinde de ortaya çıkabilecektir” görüşünü de belirtmiştir.19

Yugoslavya Mahkemesi, Blaskic Davası’nda bir saldırının sistematik olarak
nitelendirilebilmesi için dört kriter geliştirmiştir. Bu kriterler; politik bir hedefin,
saldırının izlediği bir planın veya bir topluluğu yok etme, ona zulmetme ya da onu zayıflatma ideolojisinin varlığı; suç oluşturan fiilin bir grup sivile karşı çok büyük bir ölçekte işlenmesi veya birbirine bağlı insanlık dışı fiillerin tekrarlanarak ve devam ederek işlenmesi; askeri veya diğerleri olsun, kayda değer kamu ve özel kaynakların hazırlanması ve kullanılması; düzenli planın tanımlanmasına ve oluşturulmasına yüksek seviyede politik veya askeri yetkililerin karışmasıdır.20

1.2. Soykırım Suçu

Soykırım, insan gruplarının yok edilmesine dayanan bir fiil olarak insanoğlunun varlığını tehdit eden bir suçtur. Soykırım suçu; “ulusal, etnik, ırki veya dini bir grubu, kısmen veya tamamen yok etmek amacıyla” işlenmesidir. Bu fiiller şunlardır: 

i) Grup üyelerini öldürmek, 21 

ii) Grup üyelerine ağır bedensel veya zihinsel zarar vermek,22 

iii) Grubu fiziksel olarak tamamen veya kısmen yok etmeye yönelik yaşam koşulları altına kasten koymak,23 

iv) Grup içerisinde doğumları engellemeye yönelik önlemler dayatmak,24 

v) Grubun çocuklarını zorla başka bir gruba nakletmek.25

Soykırım aslında, yapılmış bir plan doğrultusunda ulusal, ırksal, etnik veya dinsel bir grubun yaşantısının temel unsurlarını ortadan kaldırmak amacıyla, özel olarak hedef alınan bu grubun kültür, dil, ulusal duygu, din ve ekonomik hayat gibi sosyal kurumlarını dağıtmak ve kişisel güvenliği, özgürlüğü, sağlığı, grubu ve grup mensuplarının hayatlarını yıkmayı bilme ve isteme iradesidir. Ancak bu suçun oluşması için genel kasıt yeterli olmamakta, özel kastın varlığı da gerekmektedir. Soykırımın özel kastı, failin söz konusu dört gruptan (ulusal, ırksal, etnik ve dinsel) belli bir grubun üyelerini yok ettiğini bilmesi
ve istemesi iradesidir.26 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesiyle birlikte, devletlerin çoğunluğunun taraf olduğu bu sözleşmenin soykırımı yasaklayan hükümlerinin uluslararası örf-adet hukuku kuralları haline geldiği, hatta aksine sözleşme dahi yapılamayan jus cogens (buyruk kuralları) niteliğinde olduğu kabul edilmektedir.27

Soykırım, Nuremberg ve Tokyo Mahkemeleri Statüleri’nde açıkça yer alan bir suç
değildir. Soykırımdan dolayı ilk iddianame Yugoslavya Mahkemesi’nde kabul edilmiş, ilk yargılama ve cezalandırma ise yine bir ad hoc mahkeme olan Ruanda Mahkemesi tarafından yapılmıştır. Bu anlamda, Ruanda Mahkemesi’nin Akayesu Davası uluslararası düzeyde soykırım suçu dolayısıyla bireylerin cezai sorumluluğunu tesis eden ilk karar olması nedeniyle tarihi bir anlam ve öneme sahiptir. Yugoslavya Mahkemesi Statüsü ise, soykırım suçunu kabul ederken, Soykırım Sözleşmesi’nin ilgili maddelerini aynen tekrarlamıştır. Evrensel bir yargı kuruluşu olarak görev yapan Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü de, Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesini aynen aldığı gibi, soykırım ile olarak ayrıntılı düzenlemeler getirip hukuktaki tüm boşlukları kapatmıştır.28 

Bu anlamda tarihte ilk defa gerek ulusal, gerekse uluslararası düzeyde bireylerin soykırım suçu dolayısıyla sorumlu tutuldukları ve gerekli müeyyideye çarptırıldıkları gözlemlenmektedir.29

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder