10 Mayıs 2020 Pazar

Doğu Akdeniz’de Değişen Enerji Jeopolitiği ve Türkiye BÖLÜM 2

Doğu Akdeniz’de Değişen Enerji Jeopolitiği ve Türkiye BÖLÜM 2




Bugün Doğu Akdeniz’de yetki alanlarının ve enerji kaynaklarının kullanımına ilişkin ihtilaflara sebep olan ilk adım GKRY’nin Avrupa Birliği’nin desteğini alması ve Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bölgedeki haklarını görmezden gelerek 21 Mart 2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere tek taraflı münhasır ekonomik bölge ilan etmesi olmuştur. Yunanistan’ın içinde bulunduğu ekonomik dar boğazdan müttefik ülke olarak yakinen etkilenen GKRY, bölgedeki enerji kaynakları üzerinde yürüttüğü iş birlikleri ve çalışmalarla ekonomik kazanım elde etmenin yollarını aramaktadır. Bu amaç doğrultusunda, Kıbrıs Rum kesimi ilan ettiği sözde münhasır ekonomik bölgeyi tek taraflı olarak 13 parsele bölerek İtalyan, Fransız ve Amerikan enerji devleri Eni, Total ve Exxon Mobil / Noble’e keşif ve sondaj ruhsatı vermiştir.20 Adanın tek temsilcisi olarak kendisini konumlandıran GKRY 17 Şubat 2003 tarihinde Mısır, 17 Ocak 2007 tarihinde Lübnan  21 ve 17 Aralık 2010 tarihinde İsrail ile MEB sınırlandırma antlaşmaları imzalamıştır.22 Yine buna paralel olarak, GKRY Yunanistan ile birlikte hem bölgedeki, hem de uluslararası alandaki aktörlerle eş güdümlü olarak enerji temelli bölgesel iş birlikleri oluşturmaya çalışmaktadır. 

Bu doğrultuda Yunanistan ve GKRY bölgede başta İsrail olmak üzere Mısır ve Ürdün’le ayrı ayrı üçlü iş birlikleri oluşturmuş ve bu bağlamda hem AB’nin, hem de ABD’nin desteğini almıştır. Ayrıca GKRY, Yunanistan, İsrail, İtalya Filistin ve Mısır, bölgede açık deniz alanlarındaki yeni enerji kaynaklarının keşfi ve mevcut kaynakların en uygun kullanımı hususunda koordinasyonu sağlamak adına Ocak 2019 tarihi itibariyle Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurmuş bulunmaktadır. 

GKRY hâlihazırda 13 parsele böldüğü sözde MEB’de, uluslararası enerji şirketlerine sekiz farklı araştırma ruhsatı vermiş durumdadır (Bkz. Şekil 1). Bu ruhsatlardan ilki 2008 yılında Afrodit olarak da adlandırılan 12. parsel için Amerikan enerji şirketi Noble Enegy’e verilmiş ve firma 2013 yılında 3,6 ile 6 trilyon kübik kadem doğal gaz rezervi tespit etmiştir.23 Bugün itibariyle 12. parselde Noble Energy ile birlikte Holanda-İngiltere ortaklı Shell ve İsrail menşeli Delek ve Avner şirketleri faaliyet göstermektedir. Yine 2013 yılında İtalyan ENI ile Güney Koreli KOGAS şirketlerinin oluşturduğu konsorsiyuma 2., 3. ve 9. parseller için arama izni verilmiştir. Son olarak da 2017 yılı itibariyle yapılan ruhsatlandırmada 8. parsel ENI’ye, 6. ve 11. parseller ENI ile Fransız Total ortaklığına, 10. parsel ExxonMobil ve Katar Petroleum’a ve 13. parsel ise Noble Energy’e verilmiştir. Şubat 2018 tarihinde ENI & Total konsorsiyumu 6. parselde yaptığı aramalarda 4,8 ile 8,1 trilyon kübik kadem doğal gaz rezervi tespit etmiştir.24 En son olarak ise ExxonMobil ve Katar Petroleum ortaklığı 2019 yılının Şubat ayında 10. parseldeki Glaucus-1 bölgesinde 5 ile 8 trilyon kübik kadem (142-127 milyar metreküp) değerinde doğal gaz rezervi olduğunu 
bildirmiştir.25 




Şekil 1: 2018 Yılı itibariyle GKRY’nin Araştırma Ruhsatı Verdiği Parseller26 


Doğu Akdeniz’de GKRY ile eşgüdümlü hareket eden Yunanistan ise deniz yetki alanlarının belirlenmesi konusunda Girit, Kaşot, Çoban, Rodos ve Meis adalarının sınırlarını baz alan ortay hat ile bölgedeki yetki alanını genişletmeyi hedeflemektedir. Bu amaçla Yunanistan, hâlihazırda Mısır ve Libya ile diplomatik görüşmeler başlatmıştır; ancak bu teşebbüsü, Türkiye’nin itirazları sebebiyle şu an için sonuçlanmamıştır.27 Bu noktada Yunanistan’ın bölgedeki asli amacı Anadolu’dan başlayarak Rodos ve Meis adaları arasından bir ortay hat çizerek bu adaların güneyinde kalan MEB alanlarını Mısır ve GKRY ile yapacağı antlaşmalar la sınırlandırmaktır. Böylece Yunanistan ve GKRY’nin eşgüdümlü politikası bir anlamda Türkiye’yi bölgeden dışlamaya ve sadece Antalya Körfezi ile sınırlandırılmış bir kıta sahanlığı ve MEB alanı içerisinde hapsetmeye matuftur. Bir diğer yandan, Yunanistan ile Türkiye arasında yıllardır Ege’de karasuları ve 
kıta sahanlığına ilişkin süren ihtilaf da göz önünde tutulduğunda Türkiye’nin Ege ve Doğu Akdeniz’deki varlığı adeta yok hükmüne indirilmeye çalışılmaktadır.28 

Doğu Akdeniz enerji denkleminin diğer bir önemli aktörü ise şüphesiz İsrail’dir. İsrail’in deniz yetki alanında yapılan ilk keşif Ocak 2009 tarihinde ABD menşeli Noble Energy ve İsrailli ortakları Delek Drilling ve Avner Oil’in Hayfa Kenti’nin 50 mil açığında Tamar isimli gaz sahasının keşfiyle olmuştur. Noble Energy’nın Tamar sahasında yaptığı keşif sonucunda 283 milyar metre küp gaz rezervi tespit edilmiş ve mevcut kaynağın İsrail’in 20 yıllık gaz ihtiyacını karşılayacağı öngörülmüştür.29 Bunu takip eden ikinci önemli keşif Tamar gaz sahasının batısında Leviathan isimli bir başka bölgede 623 milyar metreküp miktarında doğal gaz rezervinin bulunmasıyla gerçekleşmiştir. 

Bugüne kadar Noble Energy ve yerli ortakları İsrail’in denizel alanında, başta Tamar (2009) ve Leviathan (2010) olmak üzere Dalit (2009),    Dolphin (2011), Noa 2 (2011), Tanin (2012), Pinnacles (2012) ve Karish (2013) gibi birçok doğal gaz sahası keşfedilmiştir (Bkz. Şekil 2). 

    Bugün toplam 1 trilyon metreküpü bulan ispatlanmış doğal gaz rezervi ile İsrail, Fosil yakıt ithalatçısı konumundan uzun vadede ihracat potansiyeline sahip bir doğal gaz üreticisi ülke pozisyonuna gelmiştir.30 İsrail hâlihazırda Tamar sahasından doğal gaz çıkarmakta ve boru hattı ile kıyı yakınındaki tesisine taşımaktadır. Sadece Tamar sahasından elde edilen yıllık gaz üretimi 2016 tarihi itibariyle 9,4 milyar metreküpe ulaşmış durumdadır ve İsrail elektrik üretiminin % 49,9’u doğal gazdan gelmektedir.31 Bunun yanı sıra İsrail Leviathan, Tanin ve Karish sahalarındaki doğal gazın boru hattı ile kıyıya taşınması ve bu noktada ihracat imkânlarının oluşturulması için ayrıca çalışmalar yürütmektedir.32 




Şekil 2: İsrail’de keşfedilen Doğal Gaz Sahaları ve Deniz Yetki Alanları33 
Açıklama: C:\Users\User\Desktop\makale gavur\Adsız.pngbbbxxl.png


Deniz yetki alanları üzerindeki hâkimiyetini güçlendirmek ve sahip olduğu enerji kaynaklarından ekonomik gelir elde etmek adına İsrail bilhassa Tamar ve Leviathan sahalarının keşfedilmesinin akabinde MEB koordinatlarını gösteren bir listeyi 12 Temmuz 2011 tarihinde Birleşmiş Milletler’e (BM) iletmiştir. Her ne kadar İsrail, 17 Aralık 2010 tarihinde GKRY ile münhasır ekonomik bölge antlaşması imzalamış ise de bölgede diğer kıyıdaş devletlerle herhangi bir anlaşma imzalamış değildir. Bu bağlamda İsrail’in bilhassa Lübnan ve Filistin ile deniz alanlarının sınırlanması konusunda anlaşmazlıkları mevcuttur. Uzun yıllardır resmî olarak savaşan ülke konumunda olan İsrail ile Lübnan arasında diplomatik ilişki bulunmamakla beraber bu iki ülke arasında deniz alanlarını sınırlamaya ilişkin bir anlaşma da mevcut değildir. 

Lakin önceden de zikredildiği gibi Lübnan hükûmeti 2007 yılında GKRY ile karşılıklı olarak MEB sınırlandırma anlaşması imzalamıştır. 

Her ne kadar bu anlaşma Lübnan parlamentosunda onaylanmasa da Lübnan hükûmeti 2010 yılında çıkardığı bir kanunla kendi deniz alanları dâhilinde petrol ve doğal gaz kaynaklarının araştırılmasını uygun görmüş ve deniz yetki alanlarını belirleyen haritayı BM’ye sunmuştur. Lübnan’ın BM’ye sunduğu harita ortay hat sınırlarını esas alarak GKRY ile yapılan MEB anlaşmasıyla benzer hatlara sahip olsa da güney sınırının 17 kilometre genişletilmesi sebebiyle İsrail’in deniz yetki alanıyla çakışan ihtilaflı bir bölge yaratmıştır (Bkz. Şekil 2). 

Yine., 
İsrail Levant Havzası’nda doğal gaz rezervlerine ilişkin bir başka uyuşmazlığı Filistin Yönetiminin egemenlik alanında olan Gazze Şeridi’nin deniz alanında yaşamaktadır. Filistin yönetimi 1999 yılında İsrail ile Mısır arasında sıkışmış olan Gazze Şeridi’nin kıyı ötesinde petrol ve doğal gaz araması yapılması için British Gas’a ruhsat vermiştir. 2000 yılında British Gas Gazze’nin 20 deniz mili açığında 
Gaza Marine sahasında iki farklı kuyuda, mali değeri 4 milyar doları bulan 28 milyar metreküplük gaz rezervi keşfettiğini duyurmuştur.34 

Bölgedeki gaz rezervlerinin varlığını bağımsız bir Filistin devleti için fırsat kabul eden Yaser Arafat idaresindeki Filistin yönetimi, 2002 yılında rezervlerin işletilmesi için Filistin Yatırım Fonu (% 30), Lübnan Consolidated Contarctors (% 10) ve British Gas (% 60) iş birliğinde bir ortak yatırım fonu oluşturmuştur.35 

Ancak rezervlerin kendi kontrolü dışında çıkarılmasına ve dolayısıyla Filistin yönetimine maddi kazanç sağlanmasına karşı çıkan İsrail müteaddit kez yapmış olduğu girişimlerle British Gas ile yapılan antlaşmayı geçersiz kılmak ve hem 
Hamas hükümetini, hem de Filistin yönetimini devre dışı bırakmak amacında dır.36  Bu çerçevede Gazze sularındaki askerî varlığını artıran ve 2000’li yılların başından bu yana Gazze deniz sahasındaki yasa dışı ablukasını ağırlaştıran İsrail, Filistin Yönetiminin kendi rezervlerini kullanmasına ve bölgede yeni rezervlerin keşfedilmesine engel olmaktadır.37 

Son olarak bölgede kilit konumunda olan bir diğer aktör ise Doğu Akdeniz’de en uzun sahil şeridine sahip ikinci ülke olan Mısır’dır. 

Özellikle Ağustos 2015 tarihinde, İtalyan enerji devi ENI’nin Port Said kentinin 190 kilometre açığında, Zohr adı verilen bir alanda Doğu Akdeniz’in en büyük gaz rezervini bulduğunu açıklamasıyla Mısır’ın Doğu Akdeniz enerji denkleminde ki yeri köklü bir şekilde değişmiştir (Bkz. Şekil 3).38 

Daha yakın zamana kadar ulusal ölçekli elektrik sıkıntıları ve güç kesintileri yaşayan Mısır, denizsel alanında gerçekleşen bir dizi yeni keşifle şimdilerde bölgesel enerji merkezi (energy hub) olmaya aday konumdadır. Zohr ismi verilen ve 100 kilometrekarelik alanı kapsayan süper dev doğal gaz sahasında yapılan keşiflere göre toplam 5,5 milyar varil petrol eş değeri ya da 850 milyar metreküp değerinde doğal gaz rezervi bulunmaktadır.39 2017 yılının Aralık ayında ilk gazın elde edildiği Zohr sahasında bugün günlük 2,9 milyar kübik 
kadem değerinde doğal gaz üretilmektedir.40 

Yine yakın zamanda Mısır’ın denizsel alanında doğal gaz rezervlerine ilişkin bir dizi yeni keşifin gerçekleşmesiyle Mısır, ithalatçı ülke konumundan ihracatçı ülke konumuna gelmiştir. Bilhassa 2019 yılında yapılan son keşifte Sina Yarımadası ’na 50 kilometre uzaklıkta Mısır’ın Akdeniz açıklarındaki Nour sahasında (Şekil 3) yüklü miktarda gaz rezervinin bulunduğu ve ilerleyen dönemlerde Mısır’ın gaz üretimi hususunda bölgede lider konuma yükseleceği ifade edilmektedir.41 


Şekil 3: Mısır’ın Deniz Yetki Alanında Keşfedilen Doğal Gaz Rezervleri42 
Açıklama: D:\dogu akdenız4\egypt-offshore-eni-blocks-sep18.jpg


Zohr sahasında üretime geçilmesi ve bölgede yeni rezervlerin keşfedilmesiyle beraber enerji merkezli yoğun bir diplomasi trafiği de kendini göstermeye başlamıştır. Mısır ilk MEB anlaşmasını GKRY ile 2003 yılında gerçekleştirmiştir. Her ne kadar Arap Baharı süresince yaşanan yönetim değişikliği sonrasında, GKRY ile ilan edilen sınırlara ilişkin itirazlar yükselmiş olsa da 2013 yılında gerçekleşen darbe sonrasında Abdel-Fattah al-Sisi’nin yönetime gelmesiyle GKRY, İsrail ve Mısır arasında kayda değer bir yakınlaşma gözlemlenmiştir. 

Ekonomik anlamda sıkıntılar yaşayan Mısır, ilk etapta Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile enerji boyutlu zirveler düzenlemiş ve uzun vadeli bir ittifakın temellerini atmıştır. Öte yandan enerji boyutlu kurulan ittifakı güvenlik bağlamında da güçlendirme hedefinde olan Mısır, bölgede askerî ve siyasi açıdan güçlü bir aktör olan İsrail ile yakınlaşmış ve Yunanistan, GKRY ve Mısır arasındaki enerji boyutlu iş birliği sürecine İsrail de dâhil olmuştur. Bu bağlamda Müslüman Kardeşler adayı Muhammed Mursi’nin 2013 yılında görevden 
uzaklaştırılmasının ardından iktidara gelen Sisi yönetimi, İsrail ile kurduğu yakın ilişkiler sayesinde ABD ve AB nezdinde meşruiyet zemini oluşturmaya çalışmıştır. Nitekim Mısır’ın girişimiyle 14 Ocak 2019 tarihinde Kahire’de gerçekleştirilen Doğu Akdeniz Gaz Forumu zirvesine İsrail’in de davet edilmesi bir yönüyle bu çabanın bir parçasıdır. 

  Bu noktadan hareketle hidrokarbon rezervlerinin keşfi ile birlikte yeniden şekillenen Doğu Akdeniz jeopolitiği, küresel aktörlerin de müdahil olduğu enerji eksenli bir bölgesel güç ve egemenlik mücadelesini beraberinde getirmiştir. Özellikle Doğu Akdeniz havzasında tespit edilen kaynakların boyut ve mali değerinin her geçen yıl önem kazanması kıyıdaş ülkeler arasında çok boyutlu bir iş birliği ve çatışma ortamını doğurmuş ve başta ABD, Rusya ve AB olmak üzere bölge dışı aktörlerin de dâhil olmasıyla zaman zaman bölgeyi de aşan bir 
güvenlik sorunu haline dönüşmüştür. Gelinen bu süreçte doğal gaz rezervlerinin keşfi, ticarileştirilmesi ve öncelikle AB olmak üzere uluslararası pazarlara ulaştırılması konusunda Yunanistan, GKRY, İsrail ve Mısır arasında dikkate değer bir yakınlaşmanın yaşandığı gözlemlenmektedir. 

Hâlihazırda bölgede, GKRY-Yunanistan-İsrail ve GKRY-Mısır-Yunanistan olmak üzere görünürde iki farklı ama aslında aynı amaca hizmet eden üçlü iş birliği mekanizmaları geliştirilmiştir. 43 

  Yunanistan, GKRY, İsrail ve Mısır’ın ortak hedefi bölgede yer alan doğal gaz kaynaklarını iş birliği içerisinde işletmek ve Avrupa’ya uzanacak bir doğal gaz boru hattı ile ihraç edebilmektir. Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmak ve enerji temini konusunda kaynak çeşitliliğini sağlamak isteyen ABD ve AB bu noktada Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya pazarlanması fikrini desteklemekte dir.44 

Ancak bu iş birliği sürecinin temelinde, uluslararası hukuk ihlallerinin olması, başta Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Lübnan olmak üzere bölgeye kıyıdaş diğer devletlerin hak ve menfaatlerinin gözetilmemesi ve son olarak da ABD ve Rusya gibi iki küresel aktörün bölge üzerindeki çatışan emelleri kapsayıcı bir bölgesel iş birliği ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Bu yönüyle Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji rezervleri, her ne kadar kıyıdaş devletlerin refahı için umut olsa da bölgedeki gerginliğin bir hayli artmasına neden olmuştur. 
Suriye’deki iç savaş ve siyasal istikrarsızlık, Mısır’daki politik gerilim, İsrail-Gazze çatışması, Kıbrıs meselesi ve deniz yetki alanlarının paylaşımı sorunu enerji faktörünün de devreye girmesiyle daha da karmaşık bir hal almıştır. Buna paralel olarak bölge, özellikle 2000’li yılların ikinci yarısından başlayarak giderek artan oranda ikili ve üçlü askerî işbirliklerine ve müşterek deniz eğitim ve tatbikat faaliyetlerine sahne olmaktadır.45 Doğu Akdeniz’deki nüfuz alanlarını genişletmek isteyen bölge ve bölge dışı aktörler askerî alanda faaliyetlere ağırlık vermektedir. 

Bu noktada, bölgede yaşanan enerji odaklı güç mücadelesi ve askerî haraketlilik bağlamında özellikle ABD ve Rusya olmak üzere iki büyük küresel gücün ön plana çıktığını ifade etmek gerekir. NATO’nun güney kanadının güvenliğini temin etmek ve Orta Doğu’daki bölgesel gelişmelere müdahale edebilmek adına önem arz eden Doğu Akdeniz Havzası, ABD için stratejik değerde bir bölge olmuştur. Soğuk Savaş’tan bu yana bilhassa 6. Filo ile bölgedeki askerî varlığını devam ettiren ABD özellikle Suriye’de yaşanan gelişmeler ve Levant havzasında 
hidrokarbon rezervlerinin keşfinden sonra bölgede daha aktif rol oynamaya çalışmaktadır. Doğu Akdeniz’de Rus etkinliğini azaltmak, 


Suriye’de yeniden mevzi kazanmak ve Rus gazına bağımlı Avrupa ülkelerine alternatif enerji güzergâhı temin etmek amacı taşıyan ABD bölgedeki askerî ve ekonomik varlığını artırmaktadır. İsrail ve Kıbrıs adası açıklarındaki doğal gaz rezervlerinin tespiti ve çıkarılmasında rol alan ABD menşeili Nobel Energy şirketinin Leviathan’da % 40, Tamar’da % 36, Afrodit’te ise % 70 hissedar olması şüphesiz ABD’nin bölgedeki kaynaklar üzerinde söz sahibi olma isteğinin bir parçasıdır.46 Yine aynı şekilde İsrail-GKRY-Mısır ekseninde yapılan enerji yatırımlarını ve işbirliklerini destekleyen ABD, Doğu Akdeniz bölgesini uzun vadede Rusya’nın Kuzey Akım-2 projesine alternatif bir enerji tedarik merkezi 
haline dönüştürmeyi amaçlamaktadır.47 Bu bağlamda ABD, AB’nin Rus doğal gazına bağımlılığını azaltmayı ve dolayısıyla Rusya’nın enerji kartını bir politik baskı aracı olarak kullanmasını önlemeyi hedeflemektedir. 

Aslına bakılırsa, ABD açısından değerlendirildiğinde Doğu Akdeniz, hidrokarbon kaynaklarının paylaşımı ve enerji nakil güzergâhlarının kontrolünün ötesinde, daha derin bir jeostratejik öneme sahiptir. ABD’nin küresel hâkimiyet stratejisi açısından Doğu Akdeniz, Hint Okyanusu, Basra Körfezi ve hatta Asya Pasifik arasında kuvvet kaydırmak için kritik bir geçiş güzergâhı ve bilhassa Avrasya 
merkezli güç mücadelesinde kilit bir noktadır. Bu açıdan bakıldığında Doğu Akdeniz’e hâkim olmak, ABD’ye Orta Doğu coğrafyasına hızlı müdahale etme imkânı verdiği gibi Atlantik ittifakı için tehdit oluşturan Rusya’yı geniş Avrasya coğrafyasında sıkıştırma olanağı da sunmaktadır. 

Dolayısıyla hidrokarbon rezervlerinin paylaşımı ve enerji nakil güzergâhlarının kontörüyle beraber düşünüldüğünde geniş ölçekli bir küresel güç mücadelesinin parçası olarak ABD ve Atlantik İttifakı’nın Doğu Akdeniz’de artan askerî varlığı daha derin bir anlam ifade etmektedir. 

Nitekim bugün bölgede ABD’nin 10 savaş gemisi, 130 savaş uçağı ve yaklaşık dokuz bin askerî personeli bulunmaktadır.48 

Ayrıca bölgede ABD ile eşgüdümlü hareket eden Birleşik Krallık ve Fransa’nın da fizikî varlığını artırdığı ve başta GKRY olmak üzere bölgede askerî ittifak ilişkilerini derinleştirdiği gözlemlenmektedir. Hâlihazırda İngiltere’nin Kıbrıs adasında, statüsü Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşması ile belirlenen ve Limasol ve Lakarna’da konuşlanan iki adet (Ağrotur ve Dikelya) askerî üssü bulunmaktadır.49 Bölgedeki gelişmelerle paralel olarak adadaki askerî varlığını kuvvetlendirmek isteyen İngiltere, üslerin modernizasyonu için son beş yılda 330 milyon sterlin tutarında masraf yapmış ve 2019 sonbaharına dek 121 adet F-35 tipi savaş uçağını Ağrotur Üssü’nde konuşlandıracağını açıklamıştır.50 
Aynı şekilde, Doğu Akdeniz’in değişen enerji jeopolitiğinde söz sahibi olmak isteyen Fransa, GKRY ile yakın diplomatik ilişkiler içinde olup 2018 yılında yapılan bir anlaşma ile savunma alanındaki iş birliğini derinleştirmiştir. 2010 yılından bu yana adanın güneybatısında bulunan Andreas Papandreu Hava Üssünü kullanan Fransa, 2018’de yürürlüğe giren anlaşma ile Larnaka-Limasol yolu üzerinde bulunan Evangelos Florakis Deniz Üssü’nün kullanım hakkını da elde etmiştir.51 Fransız-Rum ortak girişimiyle modernize edilmesi planlanan deniz üssünün Fransızların bölgeye getireceği Firkateyn ve uçak gemisinin yanaşmasına elverişli hale getirilmesi ve Fransız enerji şirketi Total’in bölgedeki 
faaliyetlerine hizmet etmesi düşünülmektedir.52 

Şüphesiz Doğu Akdeniz’de göze çarpan etkinliğe ve önemli askerî varlığa sahip olan bir diğer ülke de Rusya’dır. Rusya’nın son yıllarda Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de nüfuz alanını genişletmek adına yapmış olduğu askerî manevralar ve bölgesel ittifaklar başta ABD ve AB olmak üzere uluslararası arenada ciddi rahatsızlık uyandırmaktadır. Doğu Akdeniz bulunduğu konum itibariyle Rusya 
için hem askerî hem ekonomik çıkarlarının birleştiği bir noktada bulunmaktadır. Rusya’nın bölgedeki varlığı her ne kadar Suriye özelinde kritik bir önem taşısa da daha geniş ölçekte değerlendirildiğinde hem enerji boyutuyla hem de Rusya’nın Avrasya coğrafyası üzerindeki hâkimiyet mücadelesi açısından Doğu Akdeniz kilit bir konumdadır. Bilhassa Suriye iç savaşında Şam rejimine yakın destek veren Rusya, Suriye ve dolayısıyla da Doğu Akdeniz’deki etkinlik alanını genişletmeyi ve bölgede kendisini çevrelemeye yönelik atılan adımları bertaraf etmeyi hedeflemektedir. Nitekim Suriye’deki iç karışıklığı fırsat bilen Moskova yönetimi bölgede hava, deniz ve kara kuvvetleriyle askerî yapılanma içerisine girmiştir. En önemli askerî varlığı Suriye’de olan Rusya’nın bölgede S-300 ve S-400 gibi gelişmiş hava savunma sistemleri, özel kuvvetlere bağlı taktik birimleri ile Tartus ve Lazkiye Limanlarında konuşlu donanma gücü mevcuttur.53 


Rusya, 1971 yılından bu yana Tartus Limanı’nı askerî üs olarak kullanmaktadır. Bununla birlikte bölgede yaşanan gelişmelerle paralel olarak bilhassa 2006 yılından sonra Rusya’nın Tartus ve Lazkiye Limanlarına olan ilgisi artmıştır. 2009 yılında Şam yönetimiyle anlaşma imzalayan Rusya, Tartus Askerî Deniz Üssünü yeniden yapılandırmış ve yüksek tonajlı gemilerin yanaşmasına uygun bir 
şekilde modernize etmiştir.54 Bölgede NATO ülkelerine alternatif bir güç oluşturmak isteyen Rusya ayrıca Tartus Askerî Üssü’nün 90 kilometre kuzeyinde bulunan Lazkiye Limanı’nda da deniz kuvveti bulundurmaktadır.55 

Son on yılda Doğu Akdeniz’deki deniz gücünü tedrici olarak tahkim eden Rusya, siyasi olduğu kadar enerji kaynakları bağlamında da bölge üzerindeki ekonomik çıkarlarını güvence altına almaya çalışmaktadır. Hidrokarbon rezervlerinin özellikle de gaz ihracatının Rus ekonomisindeki ağırlıklı payı göz önünde bulundurulduğunda Rusya’nın Doğu Akdeniz politikası Suriye meselesinin çok ötesinde enerji kaynaklarının paylaşım ve kullanımında yer alma isteğinin bir parçasıdır. Nitekim bütçe gelirlerinin % 40’dan fazlasını enerji kaynaklarından sağlayan ve tek başına AB’nin doğal gaz ihtiyacının % 41’ini karşılayan Rusya uzun vadede enerji gelirlerinin devamlılığını sağlamak ve Avrupa doğal gaz pazarındaki konumunu korumak adına bölge devletleriyle ikili ilişkiler geliştirip enerji projelerine dâhil olmaya çalışmaktadır.56 Bölgede oluşan enerji denklemini kendi menfaatleri doğrultusunda şekillendirmeye çalışan Rusya, Suriye’deki varlığını sürdürürken bir yandan da Türkiye, Mısır ve İsrail gibi ülkelerle kurduğu ilişkiler üzerinden nüfuz oluşturmaya ve bölgedeki enerji kaynaklarından pay alma düşüncesiyle Rus petrol şirketleri vasıtasıyla enerji projelerinde yüklenici ve hissedar olmaya çalışmaktadır.57 


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder