ÜZERİNDEKİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÜZERİNDEKİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2017 Cumartesi

GÜRCİSTAN ÜZERİNDEKİ ABD-RUSYA REKABETİ VE ENERJİ POLİTİKALARI BÖLÜM 1




GÜRCİSTAN ÜZERİNDEKİ ABD-RUSYA REKABETİ VE ENERJİ POLİTİKALARI, BÖLÜM1 


DOĞU AKDENİZ’DE ENERJİ DENKLEMİ VE OLASI YAN ETKİLERİ,

Çağlar ÖZER*1 
*Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora Öğrencisi 

Özet 

Enerji politikası, ülkelerin dıs politika hedeflerini saptayan önemli bir faktördür. Enerji politikasının önemli bir parçası olan Enerji Güvenliği 1970’li yıllarda petrol krizi ile ortaya çıkmıs, soğuk savasın sona ermesi, Körfez savasları ve 11 Eylül saldırılarıyla hız kazanan güvenlik problemini ortaya çıkarmıstır. Enerji fiyatlarında meydana gelen dalgalanmalar, enerji arz kesintileri, enerji üretilen ve iletim hatları üzerinde bulunan ülkelerin siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkları gibi faktörler ülkelerin enerji politikalarının belirlenmesinde  önemli etkenler haline gelmislerdir. Enerji kaynakları ve bu kaynakların tasınmasını sağlayan bölgeler üzerinde hakimiyet kurma, dıs politikada etkin rol alma dürtüsü küresel güçler  arasında enerji rekabetini artıran unsurlardır. Enerjiye olan talebin artmasıyla enerji kaynaklarına sahip olmak, üretimini sağlamak ve ulastırılmasını kontrol altına almak küresel  güçlerin temel amaçları arasında yer almaktadır. Gürcistan jeopolitik konumu açısından küresel güçler için büyük önem arz etmektedir. Bu çalısmanın amacı Gürcistan’ın  jeopolitiğini, enerji kaynaklı olarak ABD-Rusya ile AB’nin bölgedeki politikalarını ve nüfus mücadelelerini incelemek, ayrıca bu mücadelenin Türkiye’ye olan etkilerini analiz etmektir. 

Anahtar Kelimeler: Enerji, Güvenlik, Türkiye, Nüfuz Mücadelesi, Küresel Güçler, Gürcistan, Çağlar ÖZER,

Giriş 

Soğuk savasın sona ermesinin ardından devletlerarası mücadele ideolojik olmaktan çıkmıs ve ekonomik güç mücadelesine dönmüstür. Bu rekabette öne çıkan unsurlar Enerji, Enerji kaynaklarına sahip olmak ve Enerji Ulasımını kontrol altına almak olmustur. Gürcistan, sahip olduğu jeopolitik konumu nedeniyle, özellikle de Hazar enerji kaynaklarının batı pazarına tasınmasındaki enerji koridorlarındaki kilit ülke konumunda olması nedeniyle küresel ve bölgesel güçlerin mücadelesine sahne olmaktadır. Enerjiye olan talebin artmasıyla 
enerji kaynaklarına sahip olmak, üretimini sağlamak ve ulastırılmasını kontrol altına almak küresel güçlerin temel amaçları arasında yer almaktadır. Avrasya bölgesinin zengin enerji kaynakları küresel güçlerin bu bölge üzerinde nüfuz etme mücadelesine yol açmıstır. Rusya sahip olduğu enerji kaynaklarıyla birlikte Avrasya bölgesindeki ülkelerin enerji kaynaklarının tasınma yolları üzerinde bulunması nedeniyle bölge üzerinde yeni bir güç merkezi olmustur. ABD; bölgedeki zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahip ülkelere yakınlasması ile bir yandan Orta Doğu ülkelerine olan bağımlılığını azaltmak diğer yandan ise Avrasya enerji kaynakları ve boru hatları üzerinde söz sahibi olmak istemektedir. Gürcistan jeopolitik konumu açısından Rusya için büyük önem arz etmektedir. Rusya, Sovyet döneminde olduğu gibi bu ülke üzerinde yeniden hâkim bir konuma geçmek istemektedir. ABD’nin Gürcistan üzerindeki öncelikli amacı ise Rusya’nın yeniden etkinlik kazanmasını önlemek ve Rusya’nın tek basına bölgede hâkim olmasına olanak tanımamaktır. AB ise Rusya’ya olan enerji 
bağımlılığını azaltmak için Hazar ve çevresi enerji kaynaklarının batıya aktarılmasında önemli bir konuma sahip olan Gürcistan’ı maddi ve siyasi olarak desteklemektedir. ABD’nin Hazar Denizi ve çevresindeki enerji kaynaklarını Rusya sınırları dısında bir bölge üzerinden dünya pazarlarına tasımak istemesi ve bunun sadece Gürcistan üzerinden geçecek bir hatla mümkün olması ABD ve Rusya arasında Gürcistan üzerinde yasanan güç mücadelesinin en önemli nedenidir. Rusya günümüzde “Yakın Çevre” politikası çerçevesinde Gürcistan’ı 
yeniden kendi nüfuzu altına almaya çalısmaktadır. ABD, Rus baskılarına karsı Gürcistan’ı koruyan güç konumundadır. Ayrıca AB’de Gürcistan’ı desteklemekte, siyasi ve iktisadi olarak Rus baskısına karsı korumaktadır. Günümüzde Gürcistan üzerine yasanan ABD, AB ve Rusya arasındaki güç mücadelesi bu sekilde cereyan etmektedir. 

1. Gürcistan 

1.1.Gürcistan’ın Konumu Ddari ve Sosyo-Ekonomik Yapısı 

Gürcistan, Karadeniz kıyısında, Rusya ile Türkiye arasında yer alan tampon ülke konumundadır. Gürcistan’ın yüzölçümü 69.700 km2 dir. Azerbaycan, Ermenistan, Rusya ve Türkiye, Gürcistan’a komsu olan ülkelerdir. Karadeniz’de olan kıyısı 310 km’dir.2 Gürcistan Cumhuriyeti topraklarında ana ülke ile Abhazya ve Acara Özerk Cumhuriyetleri, Güney Osetya Özerk Bölgesi ve 9 yönetsel bölge bulunmaktadır.3 Ülke nüfusu yaklasık olarak 4,5 milyondur.4 

Gürcistan, Ukrayna - Karadeniz - Azerbaycan - Hazar - Orta Asya Hattı, Türkiye - Rusya Hattı, Rusya -İran Hattı ve Türkiye - Azerbaycan - Hazar -Orta Asya Hattı üzerinde bulunan birçok ülkeyi birbirine bağlayan transit ülke konumundadır. Gürcistan, Doğu - Batı ve Kuzey -Güney yönlü enerji nakil hatlarının kesisme noktasında yer almaktadır.6 Gürcistan’ın sahip olduğu bu jeopolitik konum küresel güçlerin ilgisini çekmekte ve Gürcistan’a yönelik etkin politikalar izlemelerine yol açmaktadır. 

Gürcistan’ın etnik yapısına baktığımızda; ülke nüfusunun % 70’ini Gürcülerin, % 8’ini Ermenilerin, % 6’sını Rusların geri kalanının Acarların, Abhazların, Osetlerin ve diğer bazı küçük grupların olusturduğunu görürüz. 5 

Gürcistan nüfusunun % 84’ü Hıristiyan -Ortadoks, %10’u Müslüman, % 4’ü Ermeni , % 2’si diğer dinlere mensuptur.6 

GSMH; 2009 yılında, 10.649 milyon dolar, 2010’da 1.277 milyon dolar, 2011’de 

14.016 milyon dolar, 2012’de ise 15.726 milyon dolar olmustur.7 Gürcistan ekonomisi turizm, tarım, madencilik ve sanayi sektörüne dayanmaktadır. 
Gürcistan’ın ihracat miktarı 2012 yılı verilerine göre 2.377 milyon dolardır. Gürcistan’ın ihracat yaptığı ülkeler arasında % 52,4’lük oranla Azerbaycan ilk sırayı almaktadır; Azerbaycan’ı sırasıyla Ermenistan, ABD, Ukrayna ve Türkiye izlemektedir. Gürcistan’ın ithalat miktarı ise 7.842 milyon dolardır. Gürcistan’ın ithalat yaptığı ülkeler arasında % 17,8’lik oranla Türkiye ilk sırayı almaktadır. Türkiye’yi sırasıyla Azerbaycan, Ukrayna, Çin ve Rusya izlemektedir.8 

1.2. Gürcistan’ın Sosyo -Politik Yapısı 

9 Nisan 1991 tarihinde Gürcistan S.S.C.B içerisinde Baltık ülkelerinden sonra ilk bağımsızlığını ilan eden ülke olmustur.9 

1992 Ekim’inde yapılan seçimlerde Sevardnadze oyların %90’ını alarak Meclis Baskanı seçilmis ve dolayısıyla Devlet Baskanı olmustur. 

Sevardnadze göreve geldiğinde, ülke içerisinde yasanan çatısmaları durdurmak, çatısmaların ileri boyutlara ulasmasını önlemek için birtakım tedbirler almıs, bu doğrultuda toplumun her kesimini ve ülke içindeki azınlıkları kucaklayan barısçıl politikalar izlemeye baslamıstır.10 

90’lı yılların ikinci yarısında ABD Hazar Denizi ve çevresindeki enerji kaynaklarını, Ortadoğu enerji kaynaklarına alternatif olarak görmeye baslamıstır. ABD’li yetkililer Hazar enerji kaynaklarının batılı pazarlara aktarılmasında kilit rol oynayan Gürcistan’a yönelik ilgilerini de arttırmıstır. 

Sevardnadze, dıs politika alanında Rusya’yı dengeleyebilmek için ABD ve Batılı kurumlarla olan iliskilerine önem vermeye baslamıstır. 90’lı yılların ikinci yarısında Sevardnadze dıs politika alanında ABD ve Rusya arasında izlediği denge politikasıyla ön plana çıkmıstır. 1990’lı yılların ikinci yarısından sonra küresel güçler arasında Gürcistan üzerinde güç mücadelesi özellikle enerji alanında kendini göstermeye baslamıstır. 

4 Ocak 2004 tarihinde yapılan devlet baskanlığı seçimlerinde Mihail Saakasvili oyların % 97’sini alarak Devlet Baskanı olmustur.11 

Seçimlerde ABD, Gürcistan üzerinde daha hâkim bir konuma sahip olabilmek için kendi çıkarlarını göz önünde bulunduracak kadroların iktidara gelmesini istemis ve bunun için batı yanlısı olan Saakasvili’yi desteklemistir. ABD bu güç mücadelesinde Ocak 2004’teki seçimleri Saakasvili’nin kazanmasıyla bir avantaj kazanmıstır. Fakat bu gelisme sonrasında Rusya, Gürcistan’daki ayrılıkçı bölgelere desteğini arttırarak, Saakasvili Hükümetini zor durumda bırakmaya ve ülke içerisinde istikrarın sağlanmasına engel olmaya çalısmıstır. Gürcistan üzerinde Rusya ve ABD arasında kıran kırana bir güç mücadelesi baslamıstır. Bunun son göstergesi Gürcistan üzerindeki etkinliğini kaybeden Rusya’nın, 2008 yılında Gürcü ordusunun Güney Osetya’ya girmesi üzerine Gürcistan’a savas açmasıdır. 

Rusya açısından savasın ana maksadı; Rusya’nın Güney Osetya’yı kontrol altına alma, Abhazya’daki konumunu güçlendirme ve Gürcistan’ın son yıllarda gelisen askeri potansiyeline ağır bir darbe vurmaktı. Rusya savas sonrasında bir anlamda bu hedeflerine ulasmıstır.12 

Diğer yandan Rusya bu saldırılarıyla, Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya üyeliklerinin ileri bir tarihe ertelenmesine yol açmıs, Batılı ülkelere Gürcistan’ın güvenilir bir enerji koridoru olmadığı, Gürcistan’a ise ABD ve AB desteğine güvenip hareket etmemesi gerektiği mesajını vermistir. Ayrıca Rusya’nın bu müdahalesi diğer Güney Kafkasya ülkelerine, “Yakın Çevre ülkelerine” bir uyarı olmustur.13 

1.3. Gürcistan’ın İç Sorunları 

Gürcistan’ın iç sorunlarını bes baslık altında toplayabiliriz. Buna göre bu baslıklar: 

Abhazya Sorunu, Güney Osetya Sorunu, Acaristan Sorunu, Pankisi Vadisi Sorunu ve Rus Askeri Üsleri Sorunu olarak sıralanır. Gürcistan’ın iç sorunlarının da hepsi Rusya’yla bağlantılıdır. Özellikle Rusya ayrılıkçı bölgelerle ilgili sorunları, donmus çatısma alanlarını Gürcistan üzerindeki hâkimiyetini, etkinliğini devam ettirebilmek için bir koz olarak kullanmaktadır. 

1.3.1. Abazya Sorunu 

Abhazya Sorunu’nun temelinde Abhazya’nın statüsünün ne olacağı hususu yatmaktadır. Abhazlar tam bağımsızlık isterken; Gürcüler, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü korumaya çalısmakta ve federasyon-konfederasyon sistemine sıcak bakmaktadırlar. 

1.3.2. Güney Osetya Sorunu 

Güney Osetya Sorunu kısaca; Gürcistan topraklarında yer alan Güney Osetya’nın, Rusya Federasyonu içerisinde yer alan Kuzey Osetya ile birlesip, Rusya’nın egemenliği altına girmek istemesi ve Gürcistan’ın bu talebe karsı çıkması olarak tanımlanabilir. 

1.3.3. Acara Sorunu 

Rusya’nın örtülü olarak Acara Özerk yönetimini desteklemesi nedeniyle Gürcistan yönetimi ile Acara Özerk Cumhuriyeti arasında mevcut problemler devam etmekle birlikte, kısa dönemde siyasi bakımdan büyük çaplı bir sorunun yasanmasına neden olabilecek bir gelisme beklenmemektedir.14 

1.3.4. Pankisi Vadisi Sorunu 

Pankisi Vadisi Tiflis’in 190 km kuzeydoğusunda, Gürcistan -Çeçenistan sınırında yer alan 65 km uzunluğundaki bir vadidir. 11 Eylül sonrasında, 2002 yılının Subat ayında ABD’nin El-Kaide teröristlerinin de Pankisi Vadisi’nde eğitim gördüklerini açıklaması üzerine, Pankisi Vadisi hem Rusya’nın hem de ABD’nin ilgi odağı haline gelmistir. 

ABD, El-Kaide mensuplarının Pankisi Vadisi’nde olduğunu iddia ederek Gürcü birlikleri ile beraber vadide askeri operasyonlar düzenlemislerdir. ABD, Gürcistan’ın Pankisi Vadisi’nde devlet kontrolünü sağlayabilmesi için gerekli olan askeri mühimmat yardımında bulunmus ve Gürcü askerlerinin eğitimini üstlenmistir. ABD “2002 Eğitim ve Donatım Programı” çerçevesinde Amerikan ordusu mensubu 200 özel kuvvet askerini, Gürcistan ordusuna yardım etmeleri ve eğitim vermeleri için göndermistir.15 

1.3.5. Rus Askeri Üsleri Sorunu 

Rusya’nın Gürcistan topraklarındaki askeri üsleri, iki ülke arasındaki iliskilerde gerginliğe neden olmakta ve Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü tehdit etmektedir. 

Gürcistan’daki Rus askeri varlığı iki sekilde gözlenmektedir. Buna göre Rusya anlasmalar yoluyla, Sovyet dönemindeki Gürcistan’da yer alan askeri üsler üzerinde kullanım hakkı kazanmıs, diğer yandan ayrılıkçı bölgeler, Abhazya ve Güney Osetya’da barısı sağlama amacıyla varılan anlasmalar sonucunda bu bölgelerde Rus Barıs Gücü askerlerini konuslandırmıstır.16 

2. Enerjinin Jeopolitikası 

Enerji politikası, ülkelerin dıs politika hedeflerini saptayan önemli bir faktördür. Enerji politikasının önemli bir parçası olan Enerji Güvenliği 1970’li yıllarda petrol krizi ile ortaya çıkmıs, soğuk savasın sona ermesi, Körfez savasları ve 11 Eylül saldırılarıyla hız kazanan güvenlik problemini ortaya çıkarmıstır. 

Enerji fiyatlarında meydana gelen dalgalanmalar, enerji arz kesintileri, enerji üretilen ve iletim hatları üzerinde bulunan ülkelerin siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkları gibi faktörler ülkelerin enerji politikalarının belirlenmesinde önemli etkenler haline gelmislerdir. 

Enerji kaynakları ve bu kaynakların tasınmasını sağlayan bölgeler üzerinde hakimiyet kurma, dıs politikada etkin rol alma dürtüsü küresel güçler arasında enerji rekabetini artıran unsurlardır. 

Enerjiye olan talebin artmasıyla enerji kaynaklarına sahip olmak, üretimini sağlamak ve ulastırılmasını kontrol altına almak küresel güçlerin temel amaçları arasında yer almaktadır. 

Enerji politikaları içerisinde çok uluslu sirketler devletlerden daha fazla rol almaktadır. Sahip oldukları ekonomik güç ve uluslararası bağlantıları kullanarak gerek ticari anlamda gerekse devletler üzerinde siyasi nüfuzları anlamında etkin bir rol oynamaktadırlar. 

Soğuk savasın sona ermesiyle devletlerarası mücadele ekonomik rekabete dönmüstür. Bu rekabetin de stratejik unsuru ‘’Enerji‘’ olmustur. Avrasya bölgesinin zengin enerji kaynakları küresel güçlerin ilgisini çekmis, bu enerji kaynaklarının kullanımı ve tasınması projeleri rekabet unsuru olmustur. 

Türkiye, doğusundaki zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarını batıya tasıyabilecek doğal bir koridor ve aynı zamanda geçis yolları üzerinde kavsak görevine sahiptir. 

Avrasya’nın önemli enerji kaynaklarına sahip ülkeler, sermaye yetersizliği ve teknolojilerini revize edememeleri nedeniyle kaynaklarını isletebilecek ekonomik potansiyele sahip olamamıslardır. Zengin petrol ve doğalgaz yataklarını değerlendirilebilecekleri ve ulasımını rahatlıkla sağlayacakları açık denizin bulunmaması en büyük engeldir.17 

3. Bölgesel ve Küresel Aktörlerin Gürcistan’daki Nüfuz Mücadelesi 

Avrasya bölgesinin zengin enerji kaynakları Rusya, Dran, Çin, ABD, AB ve diğer güçlerin bu bölge üzerinde nüfuz etme mücadelesine yol açmıstır. Rusya sahip olduğu enerji kaynaklarıyla birlikte Avrasya bölgesindeki ülkelerin enerji kaynaklarının tasınma yolları üzerinde bulunması nedeniyle bölge üzerinde yeni bir güç merkezi olmustur. 

ABD; bölgedeki zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahip ülkelere yakınlasması ile bir yandan Orta Doğu ülkelerine olan bağımlılığını azaltmak diğer yandan ise Avrasya enerji kaynakları ve boru hatları üzerinde söz sahibi olmak istemektedir. 

ABD; Soğuk savasın sona ermesiyle bölgede daha önce sahip olmadığı bir hareket serbestisine sahip olmustur. Bölge devletlerinin dünya ile bütünlesmesini sağlama, serbest piyasa ekonomisinin gereklerini yerine getirme, bölgede enerji kaynaklarının çıkarılması ve nakli konusunda kendi sirketlerinin menfaatleri konusunda hareket etme odaklı bir dıs politika izlemektedir. 

AB; enerji güvenliğini sağlamak için enerji çesitliliğini gerçeklestirmek, bunun yanında hem kaynaklarının sınırlı olması hem de petrolde Orta Doğuya doğalgazda ise Rusya’ya büyük ölçüde bağımlı olması nedeniyle Avrasya bölgesinin enerji kaynaklarına yönelmistir. 

Rusya; Kendi enerji kaynaklarının yanı sıra bölgenin enerji kaynaklarının batılı piyasalara ulastırılmasında kendi boru hatlarının kullanılmasını sağlayarak bölge üzerinde hakimiyet ve etkinlik sağlamayı, bölgede istikrarı sağlamayı, zengin kaynaklardan yararlanmayı, yabancı güçlerin bölgeye girmesini engellemeyi ve bölgedeki ABD varlığını zayıflatmayı amaçlamaktadır. 

Türkiye enerji konusunda hem stratejik bakımdan bir geçis ülkesi hem de enerji pazarı olmaya aday bir ülkedir. Avrasya bölgesi enerji kaynaklarının batı pazarlarına iletilmesini sağlayan doğu -batı enerji koridorunun olusturulması için bir köprü görevi üstlenmistir. 

Avrasya bölgesi petrol ve doğalgaz kaynaklarının Rusya ve Dran’ı by -pass ederek Orta Asya, Hazar, Gürcistan ve Türkiye üzerinden uluslararası piyasalara 
sunulmasını sağlayan projelere ABD ve Türkiye’nin desteği ile girisilmistir. 

Enerji tedariki konusunda büyük oranda dısa bağımlı olan Türkiye özellikle son dönemde Avrasya bölgesi enerji kaynakları üzerinde yoğunlasmıstır. Geçmisten gelen kültürel ve tarihi bağlar nedeniyle yeni bağımsız devletlere karsı model olma sorumluluğu tasıyan Türkiye diğer ülke ve bölgelerle rekabet içerisine girerek politikalarını şekillendirmeye çalışmaktadır.18 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***

23 Aralık 2016 Cuma

ASİ NEHRİ’NİN TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ VE GELECEĞİ


ASİ NEHRİ’NİN TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ VE GELECEĞİ 




Beşar Esad’ın ılımlı politikalar izlemesi, iki devlet arasındaki sorunların giderilmesinde önemli aşama olarak değerlendirilmiştir. 
Yrd. Doç. Dr. Mehmet DALAR 
Abant İzzet Baysal Üniversitesi 
Uluslararası İlişkiler Bölümü 





< Fırat ve Dicle Nehirlerinin aksine Asi Nehrinde aşağı kıyı devleti konumunda olan Türkiye’ye karşı bu nehir konusunda Suriye’nin politikası ise, sözde, nehrin aktığı Hatay ilinin kendisine ait olması nedeniyle bu nehrin uluslararası nehir değil, ulusal nehir olduğu yönündedir. >

Giriş 

Lübnan’dan kaynaklanıp, Suriye’ye geçtikten sonra Türkiye topraklarında Akdeniz’e dökülen Asi Nehri, Türkiye ile Suriye’nin sınırları aşan sular konusundaki ilişkilerinde önemli bir yere sahiptir. Devletlerin sahip oldukları su kaynaklarını bütünleşme ve işbirliği aracı olarak kullanmaları noktasından hareket eden bu çalışmamızda, Asi nehrinin hidrolik niteliklerine ve nehir üzerinde yapılan çalışmalara değinildikten sonra, nehrin kullanımı ve hukuksal statüsüyle ilgili ortaya çıkan sorunların Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkileri etkileme ve yönlendirme özelliği üzerinde durulmuştur. Nehrin kullanımıyla ilgili taraf devletlerin farklı görüşleri, nehirle ilgili yapılan hukuksal düzenlemeler ile Türkiye ve Suriye’nin nehrin kullanımıyla ilgili anlaşmazlıklarının nedenleri ve bunları etkileyen faktörlerin neler olduğuna değinen bu çalışma, Türkiye ve Suriye arasında son yıllarda görülen yakınlaşma ve sıcak ilişkilerin kalıcı hale getirilmesi için, bu nehrin kullanımından kaynaklanan sorunların işbirliği temelinde bir an önce çözüme kavuşturulmasının gerekliliğine işaret etmektedir. 

Nehrin Hidrolik Özellikleri 

Asi Nehri Lübnan sınırları içinde Lübnan dağları ve Cebelüşşarki (Anti Lübnan dağları) arasındaki Beka Vadisinde Baalbek kentinin yakınlarında Rasul-Ayn ve Al-Labwah adlı akarsuların birleşmesinden oluşur. Kuzeye doğru yaklaşık 35 km aktıktan sonra Suriye topraklarına geçer ve buradaki Hama Gölünü besler. Humus kentinin sulama ihtiyacını da karşılayan nehir, Hama yakınlarında kendisini besleyen diğer ırmaklarla Ghab ovasının sulanmasında kullanılmakta dır. Bölgede genellikle güneye doğru akan nehirlerin aksine kuzeye doğru aktığı için “Asi” olarak adlandırılan ve ulaşıma elverişli olmayan bu nehir, yatağı boyunca ova ve tekne şekilli geniş vadiler ile dar ve derin boğazlar içinde akar. Asi Nehri, Türkiye ve Suriye arasında 22 km.’lik sınır oluşturduktan sonra Türkiye’ye geçmektedir. Amik Gölünün kurumasıyla Karasu, Balıklı gölü kanalı 
ve Afrin Çayının birleşmesiyle oluşan bir akarsuya dönüşen Küçük Asi kolunu alır. Toplam uzunluğu 386 km olup, bunun 88 kilometresi Türkiye’de akmaktadır. Toplam yıllık kapasitesi 2,5 milyar m3 olan nehrin sularının tamamına yakın bölümü yapılan projelerle tüketilmektedir. 

Suriye’nin kullanımı nedeniyle yaz aylarında debisi 3 m3/sn.’ye düşmesinin yanında aşırı kullanımdan dolayı nehir suları kirlenmektedir.1 
Nehrin yıllık ortalama su kapasitesiyle ilgili farklı raklamlar bulunmaktadır: Lübnan’daki kaynaklara göre, Suriye sınırını geçmeden önce nehrin ülkede ki su hacmi 512 milyon m3, Suriye topraklarında ise 414 milyon m3 tür. Suriye ise nehrin kendi ülkelerindeki hacminin 2 milyar 715 milyon m3 olduğunu belirtmektedir.2 Başka bir kaynağa göre bu nehrin yıllık kapasitesi 1.2 milyar m3 olup bunun % 6’sı Lübnan, % 92’si Suriye ve % 2’si Türkiye topraklarından geçmektedir.3 Gerçeğe en yakın ölçüm 2 milyar 470 milyon m3 olarak değerlendirilmiştir.4 Aslında ülkeler arasında su kaynaklarının miktarıyla ilgili verilerin farklı ifade edilmesi su kullanımı konusunda anlaşmazlığa yol açan etkenlerin başında gelmektedir.5 Bu nedenle su miktarı üzerinde devletlerin ortak bir anlayışa sahip olmaları Asi gibi sınır aşan suların kullanımı için hayati önem arz etmektedir. 

Suriye’nin Nehir Üzerindeki Projeleri ve Türkiye’nin İtirazı






Suriye’nin Fransız mandası altında olduğu 1930’lu yıllarda ilk kez bu nehrin potansiyelinin değerlendirilmesiyle ilgili çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. 


< Suriye’nin Asi nehrinin kaynaklarını aşırı kullanımından dolayı debisi düşmekte ve suları kirlenmektedir. >

Asi nehri boyunca Hama’dan Humus’a kadarki alan, Ghab bölgesi ve Amuk Ovası olmak üzere üç bölgedeki tarımsal arazinin sulamasını kapsayan kalkınma planıyla ilgili çalışmalar başlatılmıştır. 30-32 bin hektar (ha) bataklık alanından drenaj sularını çekerek Asi nehri sularıyla desteklenecek Ghab Projesini gerçekleştirmek için Suriye 1950 yılında dünya bankasından kredi talep etmiştir. Banka projeyi kredilendirilebilir bulmakla birlikte projenin Lübnan’dan daha fazla suyu çekmemesi ve Türkiye’yle antlaşma yapılması gerektiğini ön görmüştür.6 
Diğer taraftan Afrin suyunun da saptırılması planlanan projeye Türkiye’nin itirazları olmuştur. Türkiye’nin itirazı, projeyle ilgili inşaat çalışmaları sırasında Türk toprakları taşkınlıklara uğrayacağı ve projenin tamamlanmasıyla sulama döneminde Türkiye’ye fazla su bırakmayacağı yönündeydi. Şam’da iki ülke heyeti arasında yapılan görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanmıştır.7  Bazı kaynaklara göre görüşmelerin başarısız olmasının nedeni Suriye’nin Türk toprağı olarak kabul etmediği nehrin denize döküldüğü Hatay iliyle ilgili iddialarından kaynaklanmıştır. Suriye bu yöndeki anlaşmazlık giderilemediği için, Dünya Bankasından kredi alamamıştır.8 

<  Suriye ve Lübnan’ın sınır aşan sular konusunda Türkiye kadar hassas olmadıklarını ve çifte standartlı davrandıklarını ileri süren Türkiye, Fırat ve Dicle sularının kullanımıyla ilgili görüşmelere Asi nehrinin de dahil edilmesi durumunda bu sorunların çözülebileceğini vurgulamaktadır. >



O dönemdeki siyasal konjonktürün de etkisiyle Türkiye, Asi nehri üzerinde yapılacak projelere karşı etkin bir şekilde tavrını sürdürmemesi, Suriye’yi 
bu projeler üzerinde çalışmalarını sürdürmesini beraberinde getirmiştir.9 Bu nedenle projeyle ilgili çalışmalar 1951 yılında yeniden değerlendirmeye 
alınmıştır. Hollanda firması Nedeco’nun oluşturduğu proje planı doğrultusunda Bulgaristan, Yugoslavya ve İtalya’dan şirketler ile Sovyetler Birliği’nin malzeme desteğiyle 1955’ten 1967 yılına kadar iki baraj, iki büyük drenaj kanalı ve diğer tarımsal kanalları içeren proje tamamlanmıştır.
10 Bu nehir üzerinde Rustan, Hifaya-Mehadeh, Ziezoun ve Kastoun olmak üzere dört önemli baraj kurulmuştur.11 Suriye tarafından nehrin geniş ölçekte kullanılması beraberinde önemli bir kirlilik sorunu getirmekte içme suyu niteliğini kaybettiğinden ülkede nehir sularını içen halkta tifo, kolera gibi çeşitli salgın hastalıklar baş göstermiştir. Ghab projesi azami kapasitesine ulaşmış bulunmakta ve Suriye halkının % 12,5 oranındaki 1,5 milyonluk nüfus Ghab Vadisinde yaşamaktadır.12 Bu nedenle Suriye, Ghab Vadisi boyunca yaptığı tarımsal sulama ile Asi sularının çok azının Türkiye’ye geçmesine izin verdiğinden Hatay’daki Amik Ovası susuz kalmakta ve kurak mevsimlerde, nehir suları denize bile ulaşamamaktadır.13 

Asi Nehri’yle İlgili Suriye-Lübnan Antlaşması

Asi nehri konusunda Lübnan ve Suriye arasında yapılan görüşmeler, 1962 yılına kadar dayanmaktadır. Bu görüşmeler, ancak 1994 yılında bir antlaşmayla sonuçlanmıştır. Suriye, Lübnan’la kendisine bu nehirden daha fazla kendisine hak tanıyan antlaşmayı 20 Eylül 1994 tarihinde imzalamıştır. Aşağı çığır ülkesi olan Türkiye’yle ilgili herhangi bir düzenleme getirmeyen “Asi Sularının Paylaşılması Antlaşması” adını taşıyan bu antlaşma, 9 maddeden oluşmaktadır. 
Bu antlaşmayla nehir suları müşterek sular olarak adlandırılmış, nehrin yıllık ortalama hacminin 403-420 milyon m3 olduğu kabul edilerek bu miktar üzerinde paylaşıma gidilmiştir. Buna göre Lübnan’a ayrılan pay 80 milyon m3 olarak belirlenmiş, geri kalan önemli kısım Suriye’ye tahsis edilmiştir. 
Suyun yıllık akımının 400 milyon m3’ün altına düşmesi durumunda Lübnan’ın kullanacağı miktarın suyun düşüşüyle orantılı olarak azalacağı hükmü benimsenmiştir.14 

Buna karşı su miktarının yıllık akımın üzerinde olması durumunda Lübnan’ın kullanacağı su miktarıyla ilgili bir hükme antlaşmada rastlanmamaktadır. 
Bundan da anlaşılmaktadır ki su miktarı ne kadar artsa bile Lübnan’ın alacağı pay 80 milyon m3’ü geçemeyecektir. Lübnan aleyhinde 
antlaşmanın getirdiği önemli bir düzenleme de 

8. maddeyle hükme bağlanmıştır: Antlaşmanın yapıldığı 20 Eylül 1994 tarihinden sonra Lübnan tarafına nehirle ilgili herhangi bir tesis yapılmasına 
gerek duyulması halinde bu durumun Suriye tarafına bildirileceği ve bu tesislerde kullanılacak suyun veya yeni bir kullanımın Lübnan’ın 80 milyon m3 lük payından düşürüleceği esası benimsenmiştir. Bu antlaşmayla Suriye nehri denetleme yetkisine sahip olurken Lübnan, Asi nehri üzerinde herhangi bir tesis kurma ve bunları işletme konusunda istediği gibi davranamayacaktır.15 Lübnan’ın Suriye’nin avantajına olarak bu antlaşmayı imzalamasının nedeni, Lübnan’ın su ihtiyacının Suriye’den az olmasının yanında, Suriye yönetiminin Lübnan hükümeti üzerinde etkin role sahip olmasına bağlanmıştır.16 Türkiye ve Suriye’nin Asi Nehri’yle İlgili Anlaşmazlıkları 

Asi nehriyle ilgili önemli uluslararası düzenleme, 

Suriye’yi bağımsız yapmak isteyen o dönemin mandater ülkesi Fransa ile Türkiye arasında 19 Mayıs 1939 tarihinde imzalanan protokolün 

3. maddesidir. Buna göre Karasu Çayı, Asi ve Afrin Nehirlerinin sınır teşkil eden kısımlarında bu çay ve nehirlerin en derin noktası olan Thalweg hattı sınır olarak kabul edilecek ve sınır boyunca bu sulardan her iki taraf halkı eşit biçimde faydalanacaktır.17 Bununla birlikte söz konusu protokol, Suriye tarafından akan suların ne kadarının Türkiye’ye tahsis edileceğiyle ilgili bir düzenleme getirmemiştir. Bu sınırlar temelinde Hatay’ın Türkiye’ye katılmasına tepki göstermekle beraber Suriye, bağımsızlığını kazandıktan sonra 1944 yılında Şam’daki yabancı misyona gönderdiği bir notada Suriye hükümetinin Fransa’nın Suriye adına yaptığı uluslararası ve ikili antlaşmalara saygılı olduğunu bildirmiştir. Buna göre 1939 antlaşması da Suriye tarafından tanındığı kabul edilmektedir.18 Bununla birlikte 1950 yılından sonra Suriye, Hatay’ın Türkiye’ye katılmasına karşı çıkmış ve bu bölgenin ülkesinin bir parçası olduğunu iddia etmiştir.19 Suriye’nin bu tutumu iki yönden uluslararası hukuka aykırılık 
teşkil etmektedir: 

a) 1978 tarihli devletlerin antlaşmalara ardıl olmalarıyla ilgili Viyana Sözleşmesinin 15. Maddesi, el değiştiren ülke parçaları için sonraki 
devletin antlaşmaları geçerli olacağı şeklindeki teamül kuralını hükümselleş tirerek önceki devletin bu topraklarla ilgili antlaşmalarının bağlayıcı 
olmayacağını belirtmektedir.20 Sömürge iken bağımsızlığına yeni kavuşan devletlerin ardıllığıyla ilgili aynı sözleşmenin 16. Maddesi bu devletlerin 
önceki sömürgeci devletin yaptığı bu tür antlaşmalarına bağlı olup olmayacağı rızalarına bağlı olacağını öngörürken, 11. Maddesine göre sınır antlaşmalarının kural dışı olarak her zaman bağlayıcı olacağını hükme bağlamaktadır.21 Bu madde hükmüne göre Suriye, Hatay konusunda Fransa’nın Türkiye ile yaptığı 1939 antlaşması ve protokolü tanımak zorundadır. 

b) Yukarıda da değinildiği gibi, Suriye bağımsızlığına kavuştuktan sonra 1944 yılında Fransa’nın yapmış olduğu antlaşmaları tanıdığını bildirmiştir. 
Dolayısıyla Hatay ile ilgili Türkiye’nin imzaladığı 1939 tarihli protokol esas alınması gerektiğinden, uluslararası topluluğa yansıtılmış olan Suriye’nin iradesiyle oluşturduğu bu iç hukuk işlemi, Suriye’nin Hatay ile ilgili iddialarını hukuksal dayanaktan yoksun kılmaktadır. 

Suriye’nin Asi Nehriyle ilgili Yaklaşımı

Suriye’nin Fırat ve Asi’ye yönelik su politikası birbiriyle çelişmektedir. Ayrıca Hatay üzerindeki Türk egemenliğini tanımadığı için, Asi Nehri’ni Türkiye ile görüşmekten kaçınmaktadır.22 Fırat ve Dicle Nehirlerinin aksine Asi Nehrinde aşağı kıyı devleti konumunda olan Türkiye’ye karşı Suriye’nin politikası ise, sözde, nehrin aktığı Hatay ilinin kendisine ait olması nedeniyle nehrin uluslararası değil, ulusal nehir olduğu yönündedir.
23 Bu nehirle ilgili anlaşmazlığın temel nedenlerinden biri Suriye’nin Hatay’la ilgili bu tür iddialarından kaynaklanmaktadır.24 Suriye, aşağı 
çığır ülkesi konumunda olduğu Fırat ve Dicle bakımından sulardan faydalanma hakkıyla ilgili “doğal durumun bütünlüğü”, “öncelikli kullanım” ve “adil kullanım” doktrinlerine dayanırken, Türkiye’ye göre yukarı çığır ülkesi olduğu Asi nehri konusunda Türkiye’yi dışlayarak “mutlak egemenlik” doktrinine yakın bir eğilim göstermektedir. Türkiye’nin Hatay üzerindeki egemenliğinin tanınmamasından da kaynaklanan Suriye’nin bu yaklaşımı, sular konusunda sürekli ve istikrarlı bir politika izlememesine yol açmaktadır.25 1993 yılında Türkiye ile Suriye arasındaki su sorunlarının çözülmesiyle ilgili yapılan görüşmelerde Türkiye tarafından Fırat-Dicle nehriyle birlikte Asi nehrinin de görüşmelere dahil edilmek 
istenmesinden dolayı Suriye görüşmelerden ayrılmış ve Asi nehriyle ilgili sorunların tartışılmasını reddetmiştir.26 

Suriye’nin Dicle ve Fırat nehirlerinde aşağı kıyı ülkesi olmasından dolayı ileri sürdüğü tezler ve dayandığı doktrinler, Türkiye tarafından Asi Nehri için kendisine karşı ileri sürülmektedir. Bundan dolayı, Suriye’nin Asi nehri konusunda görüşmelere karşı çıkması, bu ülkenin kendisi için hayati önem arz eden Fırat Nehri konusunda ödün vermemek istemediğinden kaynaklandığı vurgulanmaktadır.27 Asi sularından yararlanmanın en doğal hakkı olduğunu ve nehir üzerindeki her türlü tasarrufu Lübnan ile birlikte kullanabileceğini ileri süren Suriye, 2. Dünya Savaşı başlangıcında Fransa ile anlaşarak İskenderun (Hatay) sancağını “zorla gasp ettiğini” iddia ettiği Türkiye ile Asi nehrinin görüşülmesi, Türkiye’nin Hatay üzerindeki egemenliğinin tanınması anlamına geleceğini belirtmekte ve bu sancağın Suriye’ye iade edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.28 

< İki ülke vatandaşlarına vize uygulamasının kaldırılmasıyla doruk noktasına kavuşan yakınlaşma ve birçok alanda işbirliği yapılması kararı alınması iki ülkenin bütünleşmesini beraberinde getirmiştir. 
Bu gelişmeler aynı zamanda su konusunda da daha rahat anlaşma sağlanabileceğinin işareti olarak değerlendirilebilir. >



2002 yılının haziran ayı başlarında Asi nehri üzerinde Suriye’nin yaptığı barajın yıkılması ile oluşan sel, Suriye’deki birçok yerleşim birimlerini etkilerken Hatay bölgesini de olumsuz etkilemiştir. Suriye yetkililerinin bu durumla ilgili Türkiye’ye bilgi vermemesi ve işbirliğinden kaçınmaları, konunun Suriye’nin iç sorunu olarak görmelerinden ve dolayısıyla Hatay’ı kendi toprakları olarak saymalarından kaynaklanmaktadır.29 Hatay bölgesiyle ilgili Suriye’nin iddiaları, Asi nehri konusunda Türkiye ile herhangi bir antlaşma yapılması olanağını önlemektedir. 20 Eylül 1994 tarihinde Lübnan ile yaptığı “Asi sularının paylaşılması” antlaşmasında Türkiye ile ilgili bir düzenleme yapılmamasının ve bu antlaşmadan Türkiye’nin haberdar edilmemesinin nedeni budur.30 

Türkiye’nin Yaklaşımı ve Suriye’nin Sorumluluğu 

Esasen Türkiye 1950 yılında Suriye’nin Ghab projesine itiraz etmesinden sonra itirazını 1995 yılına kadar Suriye’nin Asi nehri kullanımına ilişkin olarak etkin bir şekilde sürdürmemiştir. 1995 yılından itibaren Türk Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Hatay bölgesinin daha önceki nehir akımının ancak onda birini aldığını bildirerek, nehir akımın yıllık olarak 1,55 milyar m3’ten 0,14 milyar m3’e düştüğüne işaret etmiştir. Suriye, ise nehir akımındaki su azalmasının kendi kullanımından değil kuraklıktan kaynaklandığını savunarak Türkiye’nin suçlamalarına cevap 
vermiştir.31 Türkiye, Suriye’nin sular konusunda çelişkili davrandığını, aşağı kıyı devleti olduğu Fırat sularından daha fazla hak isterken, Asi nehrinin aşağı kıyı devleti olan Türkiye’nin sulardan faydalanma hakkını engellediğini belirtmektedir. 

Suriye’nin nehri aşırı kullanımı zaman zaman Türkiye tarafına gelen suyun tamamen kurumasına yol açmaktadır. Türkiye’ye ulaşan sularda ise yoğun olarak zehirli atık bulunmakta ve Hatay bölgesini olumsuz etkilemektedir.32 Bu durum zamanımıza kadar devam etmektedir. Son yıllarda Suriye’nin barajlarında su tutması ve aşırı sıcaklar, Türkiye’nin en verimli topraklarına sahip Hatay’daki Amik ovasını sulayan Asi nehrinin tamamen kurumasına yol açmıştır. 

Türkiye’nin Fırat ve Dicle üzerindeki barajlarla su hakimiyetini sağlamasının ardından iki ülke arasında yaşanan su gerginliği, Suriye’nin Asi nehrinin üzerine Katina, Moharda, Mostar, Direslin ve Elzeyzun barajlarını yapmasıyla doruk noktasına ulaşmıştır. Kışın, zaman zaman doluluk nedeniyle 5 barajın kapağını birden açan Suriye, aynı barajları yazın kapatmaktadır.33 Suriye’nin bu
kullanımı, kendisinin taraf olduğu 1997 tarihli suyollarının ulaşım dışı amaçlarla kullanılmasına dair BM sözleşmesinde geçen “önemli zarar vermeme” ve suların “ Adil ve Makul ” kullanımını öngören hükümlerine aykırıdır. Bu sözleşmede öngörülen zararın somut ve ölçülebilir olmasının unsurları yukarıda da işaret 
edildiği gibi oluşmuştur. Bölgenin kurak olmasının da etkisiyle tarımsal kullanımdan dolayı su miktarında azalma olması mümkün olmakla birlikte, akan sularda zehirli atıkların bulunması Suriye’yi sorumlu kılmaktadır. Sularda zehirli atıkların bulunması açık ve somut zarardır. 

Ayrıca yukarıda da değinildiği gibi Suriye’nin yıkılan barajlarıyla ilgili Türkiye’ye bilgi vermemesi veya Türkiye’ye haber vermeden baraj kapaklarını 
açması sonucunda Hatay bölgesinde nehirden kaynaklanan taşkınlıkların yol açtığı zararlar da bu türden somut zararlardandır. Yukarı devletler suları kullanırken, aşağı devletlere zarar vermeme yükümlülüğü altındadır.34 Türkiye’nin üzerinde durduğu diğer konu ise, Suriye’nin Asi nehriyle ilgili yaptığı projeler ve imzaladığı antlaşmalar konusunda kendisine bilgi verilmemesi, Türkiye’ye karşı iyi niyetli yaklaşım sergilenmemesi ve bu tür işlemlerde kendisinin göz ardı edilmesidir.35 Açıktır ki Suriye’nin bu tutumu, taraf olduğu söz konusu BM sözleşmesinin suyollarının kullanımında devletlerin katılım ve işbirliğinde bulunmaları gerektiğiyle ilgili 5. Madde hükmüyle çelişmektedir.36 

Türkiye, Asi ve Fırat nehirleriyle ilgili bir kıyaslamada bulunarak, Fırat’ın debisinin saniyede 100 m3e indiği zaman bile 500 m3/sn tutarındaki 
suyu Suriye’ye bıraktığına dikkat çekerek, Asi sularının Suriye ve Lübnan tarafından tamamen tüketilerek Türkiye’nin göz ardı edildiğini belirtmektedir. 
Bu devletlerin sınır aşan sular konusunda Türkiye kadar hasssas olmadığı ve çifte standartlı davrandığını ileri süren Türkiye, Fırat ve Dicle sularının kullanımıyla ilgili görüşmelere Asi nehrinin de dahil edilmesi durumunda sorunların çözülebileceğini vurgulamaktadır.37 

Son yıllarda Suriye’den kaynaklanan kirliliğin giderilmesi için Türkiye tarafından yürütülen çalışmalar kapsamında planlanan Antakya Belediyesi’nin başlattığı Asi Nehri Islah Projesinin önemli bir parçası olan Lastik Set Barajın temel atma töreninde konuşan Hatay Valisi, kirliliğe büyük ölçüde Suriye’nin neden olduğunu, konunun son yıllarda Türkiye’nin iyi ilişkilerinin bulunduğu Suriye makamlarına iletildiğinde onların da kirliliğe sebep olduklarını doğruladıklarını ve Asi Nehri’nin ekolojik dengesinin korunması için çalışma yapacaklarını belirttiklerini bildirmiştir.38 

Değişik amaçlarla Suriye tarafında kurulan sanayi tesislerinin nehre karıştırdıkları zehirli atıklarının Hatay bölgesinde neden olduğu önemli 
çevresel zararların giderilebilmesi için Suriye’nin Türkiye ile işbirliği yapması gerekir. Türkiye’nin aşağı kıyı devlet, Suriye’nin ise ara havza devleti 
durumunda olduğu Asi Nehriyle ilgili politikaya Türkiye şu nedenlerden dolayı önem vermektedir:39 

a. Türkiye, Fırat ve Dicle Nehirleriyle ilgili yapılacak herhangi bir antlaşmaya Asi Nehri’ni de dahil etmek istemektedir. 

b. Türkiye, Fırat sularının paylaşılmasını isterken Asi Nehri’nin kullanımı ve paylaşımı konusunda aynı politikayı izlemek istemeyen Suriye’yi, uluslararası 
alanda sorunun kaynağı olarak göstermektedir. 

c. Suriye, nehrin sularını Türkiye’ye yetmeyecek kadar aşırı kullanması nedeniyle Hatay bölgesinin tarımsal arazilerinin zarar görmesine ve bölgede 
önemli kuraklığa yol açmaktadır. 

Sonuç 

Su potansiyeli Fırat’tan çok küçük olmakla birlikte, Türkiye’nin aşağı-kıyıdaş konumda olduğu Asi Havzasının durumu yukarıdaki hususlar açısından özel önem taşımakta ve Suriye ile su görüşmelerinde tartışılacak birçok yönü bulunmaktadır. Kaldı ki Türkiye, Asi Havzasında 165,000 hektar arazinin sulanmasını öngörmekte [Devlet Su İşleri (DSİ)-1995] olduğundan, bunun tamamının Türkiye’den kaynaklanan sularla sulanması pek mümkün değildir. Türkiye’den Ortadoğu’ya hangi kaynaktan ne kadar suyun aktarılacağı konusunda yapılacak antlaşmalarda, Türkiye’ye ek yük getirilmeden, Asi Havzasının durumunun da kesinliğe kavuşturulması gerekmektedir.40 Ne var ki şimdiye kadar bu konuda henüz bir antlaşma yapılmış değildir. 

Suriye’nin Asi Nehri konusunda Fırat ve Dicle Nehirleriyle ilgili izlediği politikadan ayrılması, sular konusunda Türkiye ile antlaşma zemininin oluşmasını zorlayan önemli nedenlerden biridir. Bununla beraber son yıllarda Türkiye ile Suriye ilişkilerinde bir yakınlaşma gözlemlenmiş, Devlet Başkanı Hafız Esad’ın ölümü sonrasında yerine geçen oğlu Beşar Esad’ın babasından farklı olarak ılımlı politikalar izlemesi ve 6 Ocak 2004 tarihinde Türkiye’yi ziyareti, iki devlet arasındaki sorunların giderilmesinde önemli aşama olarakdeğerlendirilmiştir. Ayrıca uluslararası hukuk doğrultusunda ülke tanımlarının yer aldığı çifte vergilendirmenin önlenmesi ve yatırımların karşılıklı teşviki ve korunması anlaşmalarının imzalanması, Suriye’nin Hatay konusundaki iddiasından geri adım atacağı41 sonucunu doğurabilir. İki ülke vatandaşlarına vize uygulamasının 
kaldırılmasıyla doruk noktasına kavuşan yakınlaşma ve birçok alanda işbirliği yapılması kararı alınması 42 iki ülkenin bütünleşmesini beraberinde 
getirmiştir. Bu gelişmeler aynı zamanda su konusunda da daha rahat anlaşma sağlanabileceğinin işareti olarak değerlendirilebilir. 

Asi nehrini da içerecek Dicle ve Fırat nehirleriyle ilgili yapılacak kapsamlı ve kalıcı antlaşmanın yapılması, her iki ülkenin ekonomik ve sosyal entegrasyonunu güçlendireceği gibi bölgede sürekli ve istikrarlı bir barışın kurulmasını mümkün kılacaktır. Türkiye ve Suriye’nin sular konusunda 
yapacağı işbirliği, Ortadoğu’nun hem su kaynaklı hem de diğer sorunlarının çözümüne önemli ölçüde katkı sağlayacaktır. 


DİPNOTLAR; 

1 Salha, Samir , Türkiye, Suriye ve Lübnan İlişkilerinde Asi Nehri Sorunu, Dış Politika Enstitüsü y. , Ankara 1995, s.13.; AnaBrtitannica, Hürriyet Gazetesi Yayınları, 1993, İstanbul, C. 3, s. 153.; Bilen, Özden, Ortadoğu Su Sorunu ve Türkiye, TESAV y. , Ankara 1996, s. 103.; Ezeli Azarkan, “Asi Nehri Sorunu”, 
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, s.7, 2003, s. 5. 
2 Salha, a. g. e. , s. 15. 
3 Azarkan, a. g. e. , s. 5.; Salha, a. g. e. , s. 15. ; Akmandor, Neşet, “Su Sorununun Fiziksel Boyutları”, Ortadoğu Devletlerinde Su Sorunu, TESAV y., No.4, Ankara, 1994, s. 27. 
4 Salha, a. g. e. , s. 15. 
5 İbrahim Mazlum, “Türkiye’nin Güvenlik Algılamaları Açısında Sınıraşan Sular Sorunu”, En Uzun On Yıl, der: Gencer Özcan-Şule Kut, Büke yayınları, İstanbul, 2000, s. 378. 
6 İbrahim Mazlum, Water in the Middle East: The Scarce Resource of Region, Marmara University, unpublished Master Thesis, 1996, s. 88 
7 Ibid., s. 88. 
8 Greg Shapland, Rivers of Discord International Water Disputes in the Middle East, published by C.Hurst&Co., London, 1997, s. 146; 
http://suriye.ihh.org.tr/turkiye/sondonem/su/su.html
9 Shapland, a. g. e. , s. 147. 
10 Mazlum, age, s. 89. 
11 Salha, a. g. e. , s. 11. 
12 Arnon Soffer, Rivers of Fire, pub. by Rowman and Littlefield, 1999, Maryland, s. 208. 
13 Özkan, Naki, “Türkiye su zengini değil” , 24 Mart 2000, 
www.milliyet.com.tr 
14 Salha, a. g. e. , s. 26. 
15 Salha, a. g. e. , s. 27. 
16 Münevver Aktaş Acabey, Sınıraşan Sular, Beta yayınları, İstanbul, 2006, s. 272. 
17 Orhan Tiryaki, Sınır Aşan Sular ve Ortadoğu’da Su Sorunu, TSK yayınları, Cem ofset matbaacılık, İstanbul, tarihsiz, s.59. 
18 Ömer Osman Umar, Türkiye-Suriye İlişkileri (1918-1940), Fırat Üniversitesi Orta-Doğu Araştırmaları Merkezi yayınları, Elazığ, 2003, s.250.; Azarkan, a. g. e. , s. 12. 
19 Umar, a. g. e. , s. 250. 
20 Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, III. Kitap, 3.baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 1999, s. 36.; Salha, a. g. e. , s. 42. 
21 Pazarcı, a. g. e. , s. 32 ve s. 34. 
22 Özkan, Naki, “Türkiye su zengini değil”, Milliyet Gazetesi , 24 Mart 2000, www.milliyet.com.tr 
23 Salha, age, s. 22.ve 23. 
24 İbrahim Kaya, “Türkiye’nin Sınıraşan ve Bölgesel Sular Politikası: Hidropolitik ve Hukuksal Bir Yaklaşım”, 19802003 Türkiye’nin Dış, Ekonomik, Sosyal ve İdari Politikaları, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2003, s. 107. 
25 Azarkan, a. g. e. , s. 9-10.; Konuralp Pamukçu, “Su Sorunu Çerçevesinde Türkiye, Suriye ve Irak İlişkileri”, Türk Dış Politikasının Analizi, Der: Faruk Sönmezoğlu, Der yayınları, no. 137, İstanbul, 2004, s. 265. 
26 Ali Çarkoğlu ve Mine Eder, “Domestic Concerns and the Water Conflict over the Euphrates-Tigris River Basin”, Middle Eastern Studies, Vol. 37, No. 1, (Jan., 2001), s. 68. 
27 Azarkan, a. g. e. , s. 12. 
28 Salha, a. g. e. , s. 38.Tiryaki, a. g. e. , s. 218.; Azarkan, a. g. e. , s. 12; Shapland, a. g. e. , s. 146. 
29 Kaya, a. g. e. , s. 107. 
30 Salha a. g. e. , s. 21. 
31 Shapland, a. g. e. , s. 147. 
32 Salha a. g. e. , s. 40. 
33 Asi nehri çöle döndü, 2007-08-09, 
http://www.yenibursa.com/Asi-nehri-cole-dondu-7855.html 
34 Mehmet Dalar, Su Sorununda Ulusal ve Uluslararası Legal Perspektifler: Fırat ve Dicle, Alfa Aktüel Yayınları, Bursa, 2007, s. 69, s. 78, s. 250. 
35 Salha a. g. e. , s. 37. 
36 Dalar, a. g. e. , s. 69. 
37 John Bulloch and Adel Darwish, Su Savaşları, çev: Mehmet Harmancı, Altın kitaplar y., 1994, İstanbul, s. 64.; Tiryaki, a. g. e. , s. 218. 
38 Mehmet Hüseyin Zorkun, 17.07.2007, http://www.flasgazetesi.com.tr/haberDetayMiddle.asp?ID=399 
39 Salha, s. 23-24. 
40 Öziş, Ünal ; Baran, Türkay ; Özdemir, Yalçın ; Fıstıkoğlu , Okan ; Türkman, Ferhat ve Dalkılıç, Yıldırım, “ Türkiye’nin Sınır - Aşan Sularının Su Hukuku ve Su Siyaseti Açısından Durumu ”, s. 6, 
www.suvakfi.org.tr/sinira-san.DOC, 03.Aralık 2002. 
41 NTV, “Ankara-Şam ilişkilerinde yeni dönem”, 31 Ocak 2004, 
http://www.ntvmsnbc.com/news/251405.asp. ; Kaya, a. g. e. , s. 107.; Veysel Ayhan,“Türkiye-Suriye İlişkilerinde Yeni Bir Dönem:Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi”, Ortadoğu Analiz, Orsam y., (Kasım 2009), sayı 11, s. 27. 
42 Ayhan, a. g. e. , s. 27. 

...