Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2017 Çarşamba

Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları BÖLÜM 1



Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları BÖLÜM 1 



Prof. Dr. Veysel Ayhan 
ORSAM Ortadoğu Danışmanı 
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 


Bugün, Basra körfezi ülkelerinin toplumsal siyasal ve rejim sorunlarını tartışıcaz, birlikte görüş alışverişinde bulunacağız. 

Dersin adı bilindiği üzere körfez ülkelerinin toplumsal siyasal ekonomik yapıları olarak geçmektedir. Temel soru şu biz niye körfez ülkeleri diyoruz? 

Bunun bir adı yok mu? 

Bunun adı arap körfez ülkesi mi? Basra körfez ülkesi mi veya iran körfezi mi? Dolayısı ile burada literatürde kullandığımız 3 kavram karşımıza çıkıyor. 
Araplar buna Arap körfezi, İranlılar İran körfezi veya Fars körfezi ve bizlerde Basra körfezi diyoruz. Aslında her kavramın kendince tarihsel bir gelişimi var ve 
aynı zamanda belirli bir ideolojik yansıması var. 

Ama buna rağmen aslında kavram uluslararası literatürde kullanımı itibari ile tektir. Yani belirli bir kavram üzerinden açıklama yapılır. Diğer kavramların 
tümü yalnızca genel olarak o toplumların kullanmış olduğu kavramlardır ve aslında uluslararası hukuk ve uluslararası toplum tarafından kabul görmeyen 
kavramlar olarak karşımıza çıkar. Uluslararası toplum tarafından kullanılan nitelendirme göz önüne alındığında sizce hangi kavram bölgeyi nitelendiriyor? 
Uluslararası hukuk itibari ile buraya bir Basra körfezi diyemeyiz, buraya Arap körfezi diyemeyiz. Arapların kurmuş olduğu Körfez İşbirliği Konseyi gibi bir örgütlenme var. Neden bunun ismi Arap körfez İşbirliği Konseyi değil de Körfez İşbirliği Konseyi örgütlenmesidir? “KİK” dediğimiz Körfez İşbirliği Konseyi vardır, madem Araplar buraya Arap Körfezi diyorlarsa neden buraya Arap Körfezi İşbirliği konseyi olarak adlandırmıyorlar? Diyemezler çünkü hem Birleşmiş Milletler metinlerinde hem uluslararası hukuk metinlerinde hemde uluslararası toplum bakımından buranın ismi Fars körfezi olarak geçer. Çünkü bu özellikle çok önemli bir kavramdır. Uluslararası hiç bir metinde buraya siz Arap körfezi veya Basra körfezi diyemezsiniz. Buna rağmen toplumlar, biz Irak’ı, Irak’ın Basra vilayetini Osmanlı döneminde denetim altına aldıktan sonra 2 seçenekle karşı karşıyaydık. Ya buraya Arap körfezi diyecektik ya da buraya Fars körfezi diyecektik. Biz Basra vilayetinden hareket ederek buraya Basra kavramını kullanmaya başladık ve o günden bugüne Basra kavramı özel literatürde kullandığımız bir kavram olarak geçiyor. O dönemde bir Araplık kavramı ki o zamanda Arapçayı, arap kavramını kullanmıyorlardı. 

Buraya en modern dönemde Arap körfezi denmeye başlanmıştır ki oda Farslarla İranlılar arasındaki çatışmanın son dönemlerde derinleşmesi ile birlikte Araplar baskın bir şekilde buraya Arap körfezi kavramını kullanmaya başlamışlardır. Tarih kitaplarına baktığımız vakit, milattan sonraki dönemlerde 10. Yüzyılda ondan sonraki dönemlerde yazılan birçok kitapta oranın ismi Fars körfezi olarak geçer. Dolayısı ile aslında bizim literatürde yok, ingilizce literatürde Fars körfezi türkçe literatürde Basra körfezi demeyi devam ederiz. Ve böyleliklede hala o kavramla nitelendirmeyi sürdürürüz. 

Dolayısı ile buraya biz bir anlamda isim olarak nereden geldiğine bakacak olursak ontolojik açıdan yukarıda anlattığım gibidir. Zaten herşeye ontolojik 
olarak bakmak gerekir. Bir kavramın nereden çıktığını, nasıl çıktığını, ne anlama geldiğini bilmediğimiz takdirde, ne bölgeyi iyi bir şekilde analiz edebilirsiniz, 
ne de bölge üstündeki devletlerin temel hak taleplerini buraya hangi misyonu yüklediklerini ortaya koyamayız, dolayısıyla buraya bir anlamda İranlılar kendi iç körfezi, kendi iç denizi olarak nitelendirmişler ve böyle görmüşlerdir.

 Nitekim 1945lere kadar körfezde yaşayan bir kişinin hiç bir kimlik, pasaportu olmadan İran tarafından, Arap tarafına geçmesi serbestti. Burada bir sınırlama yoktu çünkü İran bu bölgede yaşayan herkesi İranlı olarak görüyordu. İran kültürünün bir parçası olarak görüyordu ve dolayısıyla bunlara herhangi bir sınırlama koymayı düşünmüyordu. 1945, yani savaştan sonra değişen güç pozisyonları ve çatışan tarafların farklılaşması ile birlikte geçişler yasaklandı ve nitekim sınırlar dediğimiz, ilk kez modern anlamda Basra körfezine sınırları, İran’la diğer Arapların sınırlarının belirlendiği bir dönem başlamış oldu. 
Dolayısıyla burası bir anlamda Fars körfezidir. Burada kimler yaşıyor diye baktığımız anda, aslında Ortadoğu’nun birçok bölgesinde şöyle bir analiz, 
mantık var; homojen bir yapı varmış gibi sınırları İngiliz veya Amerikalılar tarafından çizilmiş, cetvelle çizilmiş, cetveli koyup bölgeleri hangi devletlere 
verileceğini belirlemişler ve bu devletleri ortaya çıkarmışlar gibi bir algı var bizim toplumumuzda ama böyle bir şey yok. Buradaki toplumsal yapılar, 
bu toplumsal yapıların dayanmış olduğu tarihsel geri plan ve burada ki devletleşme süreçleri İngiltere daha bu bölgeye gelmeden önce vardı. Hatta Osmanlı bu bölgeye gelmeden önce vardı. Dolayısıyla burada şunu bilmemiz gerekir buraya yaklaşırken genellemeci yaklaşmamak gerekir, buraya yaklaşırken ayrıntılara inmek lazım ve burada yaşayan toplumsal yapıların bu bölgedeki siyasal faaliyetlerini tarihsel geri planlarını mutlaka ve mutlaka bilme
miz ve göz önünde bulundurmamız lazım. Buradan hareket ederek körfez dediğimiz bölgeyi nereden başlatıp, nerede bitirmemiz lazım sorusuna cevap 
verecek olursak, İran’ı da içine alıyor, Umman’ı da kesen bir tarafta hat çizerek bir bölge denetimi içine alıyor. Buradan başlayarak ilk etapta buradaki toplumsal yapılar üzerinde durmamız gerekiyor. Bugün Ortadoğu’da yaşayan bütün bu halk hareketlerinin temelinde toplumsal dinamikler yatar. 
Bu toplumsal dinamiklerin temelinde de faklılaşan mezhepsel, farklılaşan etnik farklılaşan kabilesel, mezheplerinde kendi içinde farklılaşan yanları yatar. 

Dolayısı ile bunu iyi kavrayabilmemiz için buradaki toplumsal yapıları iyi bir şekilde görmemiz lazım. Burada kimler yaşıyor? Bu soruya net cevap 
vermek lazım, bu soruya net cevap verebilmek içinde bölgeyi detaylı bir şekilde kendi içerisinde ayrıntılı bir şekilde ayırmamız lazım. Ki buradaki toplumsal 
yapıları bildiğimiz vakit, buradaki kültürel yapıları, buradaki mezhepsel yapıları, buradaki dinsel yapıları buradaki siyasal faaliyetleri, bu siyasal faaliyetlerin ne tür sonuçlar doğurduğunu, bölge dışı ülkelerin bu ülkelerdeki hangi toplumsal gruplarla ilişki kurabileceğini veya kurduğunu daha iyi ortaya koyabiliriz. Dolayısı ile bir çalışmaya başlarken, bir bölgeyi tanımaya başlarken, ilk önceliğimiz buradaki toplumsal yapıyı çıkarmak, herşeyi bir köşeye bırakıyoruz çünkü bu somut bir şeydir. Duyguya, önyargıya gerek yoktur. Objektif bir araştırma, objektif bir bakış, buradaki toplumsal yapıların somut bir şekilde ortaya konulması ile başlayabilir. Bizim akademik hayatta yaptığımız en büyük yanlışlardan bir tanesi kendimiz bu bölgenin toplumsal yapılarının da öyle ya da böyle olduğunu tam doğru olmadan ortaya koyup siyasal analizler yapıyoruz eğer temel zaten yanlışsa toplumsal yapıyı zaten ortaya koymakta hatalıysak, önyargılıysak, bilgisizsek zaten ondan sonra gelecek bütün analizlerimiz tüm ortadoğu analizlerimiz sapar, yanlış olur. Dolaysıyla bugüne kadar ciddi şekilde Ortadoğu çalışmalarının, politik anlamdaki olayların çözümlenemeyişi, çözemeyişimiz bu bölgeyi, altında yatan temel neden buradaki toplumsal yapıları görmememiz. Bölgeye bakacak olursak; bu bölgede kim yaşar? Berduşlar yaşar, Beduci dediğimiz bölücü gruplar yaşar. Pakistan ile İran sınırları arasında dağlık bir bölgede yaşarlar ve Berduşlar Beducistan dediğimiz kendilerine göre Beducistan toprakları içerisinde bir devlet kurma mücadelesi hem Pakistan’da hem de İran’da yürüttüler. Ve bu gruplar hem İran rejimi için tehdit oluşturuyorlar hemde Pakistan rejimi için tehdit oluşturuyorlar ve her iki rejimde de bunlar siyasal alanda temsil edilmeyen gruplardır. Dolayısıyla bir ülkede bir toplumsal grup siyasal, ekonomik alanda temsil edilmiyorsa bu ülkede toplumsal istikrarsızlık unsuru vardır. Toplumsal istikrarsızlık unsuru barındırıyordur. Ve her an bu ülkede ciddi sorunlar yaşanabilir. Bugün yaşanmıyor diye, yarın yaşanmayacak anlamınada gelmiyor. 

Neden körfez önemli? 

Çünkü burada ciddi anlamda toplumsal istikrarsızlık unsurları var. Toplumsal istikrarsızlık unsurlarının en temel başlangıç noktası, bu grubun siyasal, 
bu grubun ekonomik, bu grubun idari temsili var mıdır, yok mudur? Yoksa ozaman bu grup her zaman rejim karşısında bir tehittir. Bunu net bir biçimde 
ortaya koymamız gerekir. Eğer biraz önce bahsettiğimiz noktadan başlayacak olursak buradaki toplumsal yapı Berduşlardır. Beducistanda dediğimiz 
berduşlardır. Berduşlar sunni bir topluluktur. 

Burada bir ara hatırlayacak olursanız burada üst düzey subayları bombalı eylemler yapıldı. Bundan yaklaşık 7-8 ay önce, biara Dubai’den bir tane yine 
birisini yakalayıp getirdiler Yunanlı ajanlar, bunların hepsi Berduş kökenliydi. Şu anda ki durumları, rejimlere karşılar, rejim karşısında askeri anlamda bir karşı koyuşları var, ama ciddi bir örgütlenmeleri yok, sınırlı bir askeri yapıları var. Buna rağmen rejime karşı nokta operasyonlarını ciddi bir şekilde ger-
çekleştirebiliyorlar. Ve burada toplumsal yapı aslında bu hereketi destekliyor. Baskı nedeni ile şu an çok yaygın bir toplumsal destek bulamıyor ama İran rejimi burada istikrarlı bir kontrol kurabilmiş değildir. Ve burada her zaman istikrarsızlık unsurunu kendi içerisinde barındırıyor. Bu bölgenin biraz daha yukarısına çıktığımızda özellikle Irak sınırından başlar, bu bölge Huzistan dediğimiz bölgedir. Ve bu Huzistan bölgesinde araplar yaşar, ve bu araplarda 
şii kökenli araplardır. Saddam Hüseyn 25 Eylül 1980’de İran’ı işgal ederken bir hat çizdi, Huzistanı içine aldı ama sonradan bu bölgeyi dışarda bıraktı çizdiği 
sınırda çünkü bu bölge zaten fars değil, araptı. Ama İran tabi sonuna kadar savaşı sürdürdü. 

Bu bölgede yaşayan Arapların, islamiyet ile birlikte daha güçlü bir şekilde bölgeyi islamlaştırma adına bölgeye giden araplar olduğu, islamlaştırabilmek için birleşen araplar olduğu, halkın karşısına çıktığını ve şuan ki toplumsal yapıları Şiidir. 1980- 1988 arasındaki savaşta aslında Şiiler İran’dan geri aldılar, 
Şiilik bunlar açısından birincil öneme sahip bir kavramdır, Şiilik bunlar açısından önemli olmakla birlikte, Araplık bilincininde hala farkındadırlar. Buna rağmen şiilik , kimlik tanımlamalarında, aslında bunlar şiiliği birinci sıraya koyuyorlar, ikinci sıraya araplığı koyuyorlar. Tabi aşağıdada belirticem, körfezin arap kısmında yaşayan şiilerin pekte mutlu olmadığını görüyoruz. Bunlar arap olduğu için hiçbir hak veya çok büyük haklar elde ettiği de olmuyor, böyle olduğu içinde İranlıl’arla şiilik kimliği üzerinde uzlaşarak birlikte yaşamanın daha uygun olacağı düşüncesindeler. Ayrıca tarihsel olarak çok uzun yıllardır Farslarla birlikte yaşıyorlar. Bu yüzdende rejimi reddeden bir varlık olarak karşımıza çıkmıyor. Mesela şu anda Irak’ta yaşayan şiilerin, hani bunlar İran’la yapılan savaşta ki ondan önce 1977- 1975 deki bu ayaklanmalarda 200- 300 bin Iraklı şii arap bölgeye gitmiş. Ondan sonra önemli bir kısım kendi içlerinde evlendiler, yani şuanda o bölgede Iraklı şiiliği ile toplumsal anlamda yeni her ikisininde karışımı çok ciddi bir nüfus var, 1 milyonu aşan bir nüfus var, iç içe geçmiş bir durumla karşı karşıyayız ki Basra körfezinden başlayıp Dialaya kadar yukarı çıkabilecek olan bir bölgeyi kapsar. Bu alandan haritada yukarı çıkıyorsunuz iç bölgeye girdiğiniz vakit toplumsal anlamda Farslarla karşı karşıya kalıyorsunuz, biraz daha Basra körfezinin dışına çıkan bir bölge burası, Fars ondan sonra Türkmenler vardır bu bölgede, biraz daha içeri doğru gidersek haritada Azerbaycan’ıda içerisine alan hatta Azerbaycan’ın hem doğusu hem batısını içine alacak kadar ciddi bir azeri nüfustanda söz etmek mümkündür. Burada yaşayan Azeriler eskiden kendi içlerinde bir bütündü, sonra İran rejimi bunu kendi içerisinde doğu batı ve bir eyalet daha olmak üzere 3 eyalete böldü kendi içerisinde ama körfeze çıkışları yok, bunların tam tersi Azerbaycan’a, Tebriz bunların merkezinde yer alır. Eğer İran’ın tarihsel geri planına bakacak olursanız, İran’ı her zaman Azeriler kurmuştur. En son 1925’lerde Farslar... Fakat şunu söylemeliyiz, İran’da Azeri ya da Fars dediğiniz vakit ciddi bir fark görmüyor sunuz, iç içe geçmiş bir yapı var. Çünkü yüz yıllardır Azeriler zaten bu ülkeyi Farslarla birlikte yönetiyorlardı, iç içe geçmiş bir toplumsal yapıları var, özellikle şiiliği, yani farsları kim şii yaptı? Azerileri kim şii yaptı? Farsları şii yapan Şah İsmail’dir. Azeriler, Farsları şii yaptı. Bugün şiiliği farsların savunduğuna bakmayın bugün dini rehber Azeridir. İrandaki dini rehbere baktığınız vakit azeridir. En büyük, en üstün otorite olan kişidir aynı zamanda. 

Dolayısı ile şiilik Azeriliğe özgü bir şeydir aslında. Çıkışı Şah İsmail, çıkışı yayılışı, güçlenmesi, etkili bir hale dönüşmesi Azerilerin çabalamaları sonucu gerçekleş miştir. Pek fazla farslar burada etkili değildir tabi farslar farklıdır yani birçok alanda çok önemli bir toplumdur yani bunuda göz ardı etmememiz gerekir. Haritada bu bölgenin de biraz aşağısına indiğimizde kim yaşar bu bölgede? 

Bu bölgede Kürtler yaşar ve bunlarda rejimle iç içe geçtiğini düşündüğümüz vakit, rejimle sorunlar yaşayan bir diğer topluluktur. Yani berduşlar gibi rejimle uzlaşamayan, rejimle ciddi problemleri olan ve aynı zamanda berduşlar gibi sunni kökenli olan çok az feyhi vardır yani şii kökenli olan vardır. Onun dışında hepsi sunni kökenlidir ve bunlarda rejimle ciddi anlamda sorun yaşayan bir kesimdir. Sınır boyları Türkiye’ye kadar uzanır. Doğu Beyazıt’a kadar uzanan bir bölgede yer alırlar. O bölgede küçük köylerde ermenilerde yaşar. Azeriler vardır, kürtler ve ermenilerde mevcuttur bazı bölgelerde, böyle bir dağılım gösterir. Körfezden inen bölgeye kadar bir dağılım gösterir buradaki toplumsal yapı. Hattı çizip, Iraka gittiğiniz vakit, bu bölgede çoğunluklu olarak %80 – 85’i şii araplar yaşar. Bağdat’ın aşağısına indiğimizde, Kuveyt’e kadar Basra vilayeti dahil olmak üzere olan bölgeyi şii arapların nüfusun % 80 – 85 ini oluşturmaktadır. Burada sunni Araplar da yaşar ama çoğunluk şii araplardadır. Dolayısı ile Irak’ın diğer 
tarafında sunniler yaşar, kürtler yaşar, türkmenleryaşar, ama körfez kısmını da şiiler oluşturur. Ondan sonra Kuveyt’e iniyorsunuz, Kuveyt’te nüfusun %70 sunni araptır. %30’u şii araptır. Kuveyt’ten sonrada Suudi Arabistan çıkıyor karşımıza, Elhasra, Kadir dediğimiz bölgelere, vilayetleri bu bölge şiidir. 
Bu bölgenin üstüne çıktığınız vakit bunlar kabiledir ve sunni araptır, mezhep olarakta vahabidir. Kendi iç bölgelerinde( Meç dediğimiz bölgeyi kapsar). 
Bunlar gene bu hat boyunca şemman dediğimiz birçok farklı kabile vardır. Bunlarda sunni arap kabilelerdir. Bunların kökeni Mekke, Medine, Yemen 
kökenlidir. Ama bunlar bu hat boyunca geldiğiniz vakit şiiliğin en önemli 2. Merkezi ile karşı karşıya kalırsınız. 1. Mekke merkezi, Necef, Kerbela, 
Küfe bölgesi ise 2. Bölgesi de bu körfezdir. Yani Bahreyn’de dahildir. Bu nedenle Bahreyn çok önemlidir. Bunlar iç içe geçmiş ailelerdir aynı zamanda. 

Ondan sonra Katar’a baktığınız vakit Katar nispeten daha bütüncüldür, vahabidir. Ve belli kabileler vardır bu bölgede. Birleşik Arap Emirlikleri ise, çok 
dağınıktır. Yerleşkesi çok fazla olmayan ama vahabi olan aynı zamanda sunni ve şii varlığınıda kendi içerisinde barındıran ama buna rağmen 7 ayrı emirlik 
olan bir ülkedir. 7 ayrı emirlik, gevşek kompederasyon, halende yaşayan 7 ayrı emirlik, sonra Umman’a geliyoruz. Burada nüfusun önemli bir kısmı ibaridir yani Hariciliğin bir koludur. Sonra Suur bölgesi birazcık daha vahabi sunni kökenli kesimler vardır. Hatta orada 3 – 4 ay önce bir ayaklanma çıkmıştı. Bu bölgedede Yemenli Zeydi kabileler yaşar. Toplumsal yapıları bir toparlıycak olursak, Ortadoğu’da hiç bir ülke homojen bir toplumsal yapıya sahip değildir. Mekke ise tarihsel köken itibari ile baktığımız vakit her zaman Sünniliği ya da Şiiliğin en önemli merkezlerinden bir tanesidir. Vahabiler buraya zorla girmiştir. Ve her zaman vahabiliğe karşı hayır diye ciddi bir tansiyon orda vardır. Orada 4 mezhep vardır ama buna rağmen vahabilik o bölgede ortaya çıkmış bu bölge toplumsal dengesini sağlamış bir mezhep değildir. Çünkü zaten sunni dünyasının en önemli merkezi burasıdır, şiilerde gider oraya ama vahabiler için burası problemli bir yerdir aslında. Her zaman sorun yaşadıkları bir bölgedir burası. 

Katılımcı: 

İnanç olarak düşündüğümüz zaman vahabilik farklı ama ticari olarak veya mezhepsel olarak düşündüğünüz zaman vahabilik, islamiyetin diğer grupları 
tarafından benzer birçok uygulama var. Kabeyi yağmalıyorlar, tüm değerli eşyaları alıyorlar, onlara göre bu tür yani caminin olması veya ibadet yerlerinin 
olması, mezarların olması, bunlara karşı insanların gelip, sürekli dini inançlarını göstermesi, dinsel anlamda yani mezhepsel anlamda kabul edilebilecek 
bir şey değil. Dolayısıyla, Kabenin böyle çok fazla öne çıkartılması sunni dünyasından ve diğer inançlardan bu bölgeye gelinmesi onlar tarafından kabul 
görülmüyor, mezhepsel anlamda görülmüyor. O nedenle bazı Sunniler, vahabiliğinde harici olarak veya aşırı Serefi bir akım olarak görürler yani sere-
filer çok sade, hiç bir şey yok onlar için ve bu tür binalarda yok. Binaya benzeyen bir mekanlarıda yoktur. Yani onlar için herşey sadedir. Bir yere gidilir, 
oturulur öyle çok fazla birşey istemezler. 

Katılımcı: 

Biz suudi arabistan devletinin uygulamaları demiyoruz. Vahabi mezhebinin uygulamaları diyoruz. Fark bu. Bir devletin uygulaması ile bir mezhebin 
inançtan yaklaşımı farklıdır. 

Katılımcı: 

Suudi Arabistan’da, Zeydiler mi yaşar? Suudi Arabistan’da Şiilerde yaşar, Suudi Arabistan’da Sünnilerde yaşar, Suudi Arabistan’da Hıristiyanlarda yaşar. 

Katılımcı: 

Şiillerle bakacak olursak; Şiiliği, Vahabi din adamları, fetva vererek din dışı olarak görürler, bu çok önemli birşey yani toplumunuzda, %25’ini veya 
islamiyetin önemli bir kesimini siz din dışı olarak nitelendiriyorsunuz. Din dışı olarak gördüğünüz vakit tüm haklarınıda elinden alıyorsunuz. Yani bu 
adamaları artık kutsal görmüyosunuz ve kutsal görmediğinize karşı, Hıristiyan da görmüyorsunuz. 

Katılımcı: 

Şiiler zaten orayı çok kutsal görürler, oranın korunması gerektiğine inanırlar, o yüzden ordaki camide Şiilere yönelik çok ciddi olaylar yaşandı. İki sefer 
orda çok ciddi öldürme olayları gerçekleşti; biri 1980’lerde gerçekleştirildi, biri de 1990’larda gerçekleşti, sonra birde İran’lı Şiiler yaşadı bu sorunları, 
İranlı Şiiler gelip orda çok büyük problemler yaşadılar, o nedenden Şiileri zaten buradan atamazsın burayı onlar kutsal olarak görürler. 

Veysel AYHAN: 

Güvenlik birimlerinde Şiilere ayrımcılık yapıldığı çok net ortada hem dinsel hem siyasi hem ekonomik hem idari anlamda. Kişi yani bu dediğimiz tümü için geçerlidir, berduşlar içinde geçerlidir diğerleri içinde geçerlidir. Kendi kimliklerini ön plan plana çıkarmasa, sistemde hareket edebilmesi, sistemde bir noktaya gelebilmesi kolaydır, problem yaşamazlar. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Sistemle sorun yaşamaya ne zaman başlanıyor, bu tür ayrımcılık politikalarına karşı çıkmaya başladığınız andan itibaren başlıyorsunuz. Eğer bu ayrımcılık politikalarına karşı çıkmazsanız sorun yok zaten, sistemle sorununuz olmaz ki; sistem sizi polise yapar, sistem sizi bir noktaya kadarda taşır. Çünkü siz orada yaşanan ayrımcılık politikalarına karşı gelmiyorsunuz. 

Gelmediğiniz takdirde de bir sorun yok zaten. İstediğiniz noktayada çıkarsınız, bu dünyanın her yerindede böyledir. Amerika’dan daha çok 
Amerikacı olursanız Obama gibi başada geçersiniz. Yeter ki siz Amerika’nın çıkarlarını savunun, en başa en tepeyede sizi getirir. Bu böyle. Buradan hareketle bölgedeki ekonomik yapılara değinelim. Buradaki ekonomik yapının önemli bir kısmı petrol ve doğal gaz kaynaklarına dayanır ve petrol şuan dünyadaki en önemlii tüketim maddeleri içerisinde en önemlisidir. Dünya petrol ve doğalgaz kaynaklarının önemli bir kısmı Basra körfezinde bulunur. 
Yani petrolde %56 doğalgazda %40- 41 e kadar çıkabilcek bir orandır. 

Bunların tümüne baktığınız vakit, Basra körfezinde yoğunlaşmış alanlarda bulunmaktadır. 

Şunu söylüyoruz çoğu zaman; Ortadoğu dünya enerji kaynakları açısından çok önemli bir bölgedir. Aslında doğru olan Basra körfezi dünya petrol ve doğal gaz kaynakları açısından önemli bir bölgedir. Çünkü Ortadoğu dediğiniz vakit; çok geniş bir coğrafya içerisine giriyor. O zaman Suriye’de de, Ürdün’de de, İsrail’de de, Mısır’da da petrol olsun. Ama yok. Demek ki petrol ve doğal gaz dünya enerji kaynaklarının iki önemli ham maddesi, yalnızca ve yalnızca Basra körfezi ülkelerinde bulunur. Dolayısı ile dünya petrol ve doğal gaz kaynaklarının dünyada ve Ortadoğu’da adil bir şekilde dağıtılmadığını görmekteyiz. Ne anlama geliyor bu; Dünyada doğal gaz ve petrol tüketen önemli ülkelerin başında baktığımız vakit ABD, Avrupa sonra Asya Pasifik ülkeleri geliyor. O açıdan bunların gelişmişlik düzeylerini sürdürebilmeleri için, en temel ihtiyaçları olan doğal gazı ve petrolü güvenli erişim yollarını politikalarını, güzergahlarını, her zaman ellerinde tutmak veya en azından buna erişmek istiyor. Ve bu açıdan Ortadoğu dünya siyaseti açısından her zaman hayati öneme sahip bir bölge olarak karşımıza çıkıyor. Ondan önce, Hindistan’a giden ticaret yollarının geçiş güzergahları yine kullanılıyordu. Özelliklede bu kralların oluşturulması ile ama günümüz itibari ile düşündüğümüz vakit; burası neden bu kadar çok önemli, 
çünkü bu bölge ciddi anlamda dünyadaki enerji tüketimini karşılayacak. Peki, ne zaman biter? Bilemiyoruz 1900’lerin başında 40 yıl sonra bitecek deniliyordu. 
Ama bitmedi. Yarın yeni teknolojileer bulunur, yeni kaynaklar bulunur. 

Bir 50- 60 yıl sonra biter diyorlar. Ama biz bugün yaşıyorsak  bugüne bakacaksak,  bu politikalar üzerinden, bu bölgeye dünya bağımlıdır. Yani dünyadaki gelişmiş ülkeler, bu bölgeye, bugün AB’nin tümünü daha doğrusu Avrupa kıtasının tümünü düşünecek olursanız, tümünde 15 milyar varillik petrol vardır. Ama körfez ülkelerinin her hangi bir tanesini düşünecek 
olursanız. Bugün 101 artı 103 - 104 milyar varillik petrol vardır. Bu muazzam bir rakam. 100 milyar varilin üstünde bir kaynak var. Birleşik Arap Emirlik’lerine 
baktığımız zaman böyle, Suudi Arabistan zaten bilindiği üzere dünyadaki en önemli petrol kaynaklarını bulunduran ülke ve 236 milyar varil petrol varillerine sahip. Dünyadaki en önemli, yaklaşık dünya petrolünün %25ini elinde tutan bir ülkeden bahsediyoruz. Irak’a baktığımız vakit; 1970’lerde yapılan aramaların sonucundaki, petrol rezervleri 115 milyar varil ki bugün yeni araştımalar yapılırsa, bu miktarın çok daha üste çıkabileceğini öngörebiliriz. Dolayısı ile bu bölgenin, Basra körfezinin en önemli özelliği, bu toplumsal yapıyı bir kenara bırakacak olursak, bu bölge dünyadaki enerji tüketimini karşılayan bölge çünkü bunlar üretiyor, tüketmiyor. Mesela Avrupa üretiyor da, tüketiyor da ve bir sanayisi var. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

29 Aralık 2016 Perşembe

Mısır Devriminin Ayak Sesleri BÖLÜM 2





 Mısır Devriminin Ayak Sesleri BÖLÜM 2

 Mübarek İçin Oyunun Sonu: Tunus’tan Sonra İkinci Ocak Devrimine Doğru 

Tunus’ta yaşanan iktidar değişikliğinden hemen sonra Mısır’da da halk gösterilerinin başlaması bir çok kesimin devrimin domino etkisi üzerine 
analiz yapmaya itmiştir. Ancak yukarıda da değinildiği üzere Mısır’da birincisi Arabi Paşa, ikincisi Nasır dönemi dışında genelde yabancıların Mısır siyasetine etkin olduğu dönemler yaşandığı ve Mübarek ile birlikte bu etkinin doruğa çıktığını belirtmek gerekir. Tunus’ta da bağımsızlığın kazanıldığı 1956 sonra yalnızca iki ayrı lider iktidar da olmuş buna karşın Raşit Gannuşi gibi muhalefet liderlerinin yıllardır sürdürdüğü protesto eylemlerinin halk üzerinde ciddi tesirleri olmuştur. Her iki rejimde otoriter olmalarına karşın bir Suriye ile ya da Umman’la karşılaştırılamayacak ölçüde demokratik kurumlara sahiptiler. Örneğin, Mısır’da yargı ve sendikal federasyonları gelişmiş bir muhalefet hareketini içlerinde barındırmaktadırlar. Rejimler totaliter bir anlayıştan uzak olduğu gibi toplumsal alanda da muhalefetin farklı şekillerde örgütlenmesine 
müsaade edilmiştir. Halen yasaklı olan Müslüman Kardeşlerin Mısır’daki vakıf veya dernekler adı altında 1000’e yakın kuruluşu bulunmakta ve bu kuruluşların tümü doğrudan İçişleri Bakanının onayı ile kurulmuştur.11 Ayrıca her ne kadar demokratik olmazsa de her iki ülkede de genel seçimler yapılmaya devam etmiş ve muhalefet gruplarının seçime katılımları kısmi olarak sağlanmaya çalışılmıştır. 

Bu kapsamda Mısır’daki halk eylemleri ile Tunus Devrimi arasında önemli benzerlikler olmasına karşın ikisi arasında doğrudan bağ kurmak 
ve Mısır halkının Tunus devriminin ardından sokaklarına döküldüğünü ifade etmek yeterli değildir. Ancak Tunus devriminin ardından Mısırlıların 
daha güçlü ve daha kararlı bir şekilde değişimi gerçekleştireceklerine olan inançlarının artığını belirtmek gerekir. Nitekim göstericiler tarafından atılan sloganlara ve taşınan pankartlara bakıldığında Tunus Devrimini öne çıkartıldığı ve “Mısırlıların Tunuslulardan daha zayıf olmadığını” veya “Tunuslular başarmışsa Mısırlılar da başaracak” şeklinde yazıldığı dikkat çekmektedir. Dolayısıyla Tunus’daki başarının Mısırlıları daha güçlü bir şekilde bir kez daha sokağa döktüğünü ve kaçınılmaz olarak Hüsnü Mübarek çekilene kadar eylemleri sürdürme konusunda cesaretlendirdiğini belirtmek gerekir. Tunus devrimi sonrası Mübarek’in yerini koruması oldukça güçtür. 

Bununla birlikte Mısır’daki gösteriler ile Tunus’daki devrim arasında oldukça önemli farklılıklar olduğunu görmek gerekir. Yaklaşık 30 yıldır ülkeyi olağanüstü hal yasalarıyla yöneten Hüsnü Mübarek döneminde Mısır iç ve dış politikada bağımsız davranma yetisini yitirmiştir. 

Ekonomik olarak yaklaşık 40 milyon Mısırlının gündelik 2 doların altında bir para ile hayatlarını sürdürmek zorunda kalması ciddi bir toplumsal sorun oluşturmaktadır. Yolsuzluklar, rüşvet ve hukuksuzluk Mısırlıların gelecek beklentilerinin tükenmesine yol açacak ölçülerde olmuştur. Mısır’ı bir şekilde ziyaret eden her kes havaalanından başlamak üzere otel odalarındaki bireylere kadar bahşiş adı altında bir para dağıtmak zorunda kalması Mısır’da rüşvetin yasal bir durum olduğu izlenimini güçlendirmektedir. Diğer yandan dış politikanın yürütülmesinde de Mısır halkı ile rejim arasında ciddi bakış açıları farklılığı bulunmaktaydı. Halk Filistin sorunu başta olmak üzere bölgesel gelişmeler karşısında daha hassas ve rejimden farklı olarak daha pro aktif bir tutum içerisindeydi. Özellikle 2008 sonu 2009 başında İsrail’in Gazze saldırılarına Mısır yönetiminin verdiği destek Filistin konusunda Mısır halkının yönetime olan tepkisini en üst seviyeye çıkartmıştır. Bir çok bölgede Mübarek karştı gösteriler yaşanmış ve hatta bazı Arap liderleri Mübarek’i devirmeleri yönünde Mısır halkını teşvik etmiştir.12 Aynı durum daha önceleri Filistin 
seçimlerinden hemen sonra Hamas’a karşı uygulanan yaptırımlara Mısır yönetiminin de destek vermesiyle yaşanmıştı. Söz konusu tepkinin üst düzey bürokratlardan askeri bürokrasiye kadar geniş bir kesimde var olduğunu görmek mümkündür. Bu kapsamda Mısır’daki eylemlerin ülkenin içerisinde sürüklendiği ekonomik ve sosyal durumun aynı sıra Hüsnü Mübarek döneminde izlenen iç ve dış politikadan bağımsız olmadığını da görmek gerekir. 

Devrimi Giden Süreçte İç Politikadaki Gelişmeler 

Yaklaşık 30 yıldır otoriter bir yönetim altında yaşayan insanların korku eşiğini aşarak kitlesel katılımlarla sokaklara dökülmesini organize olmayan, 
lidersiz ve örgütsüz kalabalıklar olarak değerlendirmek yetersiz bir tespit olur. Sokak gösterilerinin arkasında en azından amaçta birleşmiş 
bir örgütlü kesimin olduğu ileri sürülebilir. Bu bağlamda halk eylemlerinin arkasında yer alan bazı bireylerin iktidar çemberinin içinde 
yer aldığı öngörülebilir. Özellikle askeri ve sivil bürokrasinin değişim taleplerini görmek gerekir. Ancak halı hazırda değişimin nasıl olacağının 
netleşmemesi bu yöndeki varsayımları bir süre daha dile getirilmesini zorlaştırmaktadır. Her ne kadar El Bradey’in, Müslüman Kardeşlerin, 
82 yaşındaki bir liderle birlikte hareket etmek yerine daha dinamik ve siyasal yönden daha tartışmasız bir liderle işbirliği yapmak isteyen 
başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin de Mübarek sonrası döneme yatırım yapmaya başladıkları yaptıkları açıklamalardan açık bir şekilde anlaşılmaktadır. 

Aymar Nur’un ve Wafd Partisinin sokağı yönlendirme çabası varsa da sonuçta değişimin son aşamada Mübarek’in çekilmeye razı olması ve 
serbest seçimlerle gerçekleştirilmesi olasılığı daha ağır basmaktadır. Böyle bir olasılıkta Batı’nın ve Mısır’daki değişimden birincil derecede etkilenecek 
ülkelerin sürece müdahale etmesi kuvvetle muhtemeldir. 

Ayrıca Mısır’da Mübarek’in istifasını isteyen gösterilerin başlangıç tarihini Ocak 2011’de başlatmak yerine 2005 seçimleri öncesinde yaşanan 
olaylarla birlikte başlatmak yerinde olacaktır. Özellikle 2006 sonrası dönemde tekstil işçileri tarafından ekonomik koşulların iyileştirilmesi 
için düzenlenen genel grevler halkın Mübarek karşıtı sokağa dökülmesinde önemli bir başlangıç tarihi oluşturmaktadır. Söz konusu eylemler 
1946’dan sonraki en önemli sivil grevler olmuş ve yaklaşık 30 bin kişi eylemlere katılmıştır. Ayrıca gene 2007’de organize edilen 6 Nisan Hareketine 
dikkat çekmek gerekir. Bir internet grubu olarak ortaya çıkmasına karşın 6 Nisan hareketinin de çağrısıyla 6 Nisan 2008’de düzenlenen mitinge 
Sendikaların da destek vermesi sonucu binlerce insan ekonomik koşulların değiştirilmesinin yanı sıra siyasal taleplerle de meydanları doldurmuştur. 
Söz konusu eylemde 3 göstericinin yaşamını yitirmesi her yıl yeni anma törenlerinin de düzenlenmesine yol açmıştır. 

Bunların yanı sıra avukatların, öğretim üyelerinin de yönetimin uygulamalarını protesto eden eylemler düzenlemesi halkın yönetim karşıtı sokağa dökülme 
güvenini kazanmasında önemli bir rol oynamıştır. Dolayısıyla Ocak 2011’de bir kez daha yoğun katılımlarla düzenlenmeye başlayan sokak gösterilerinin 
bir tarihsel geri plan ve toplumsal gruba sahip olduğunu belirtmek gerekir. 

Devrime giden süreçte rol oynayan en önemli olay hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in iktidarı oğluna devretme isteği ve bu yöndeki girişimleri 
gelmektedir. 30 yıldır ülkeyi olağanüstü hal yasaları ile yöneten Hüsnü Mübarek kendisine karşı bir darbenin yolunu kapatmak içinde hem 
polis ve istihbarat gücüne ağırlık vermiş hem de Anayasa’da belirtilmesine rağmen iki gün öncesine kadar bir Cumhurbaşkanı yardımcısı atama-
mıştır. Devlet Başkanlığı yardımcılığının boş bırakılmasının arkasında yatan en önemli nedenin bu mevkiye getirilecek kişinin iktidarı ele geçirme 
olasılığı veya Cemal Mübarek’in son aşamada bu koltuğa getirilme amacından kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in 
iktidarı babadan oğula geçirme hedefi başta Mısır halkı olmak üzere Mısır’ın sivil ve askeri bürokrasisinde yer alan bir çok kesimin ciddi tepkisine 
yol açmıştır. 82 yaşına gelmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in iktidarı elinde tutma istediği ve barışçıl dönüşüme karşı çıkması, Mısırlıların 
değişim için sokağa dökülmesinde önemli bir rol oynamıştır. 

Tüm bunların üstüne bir de seçimlerde uygulanan baskı ve usulsüzlükler halkın sözde demokratik olan sürece olan güveninin büsbütün çökmesiyle 
sonuçlanmıştır. Bu durum Mısırlıların demokratik yöntemlerle değişim olacağına olan inançlarının tükenmesine yol açmıştır. Aynı duygular Mübarek sonrasının hesabını yaban liderlerde de yaşanmış ve nitekim 2011 Eylülünde gerçekleşmesi öngörülen seçimlere katılma isteğini ifade eden Muhammed El Baradey’in de 25 Ocak gösterilerinden hemen sonra Mısır’a dönmesine ve Mübarek’e iktidarı terk etme çağrısında bulunmasına yol açmıştır. 


<  Devrime giden süreçte rol oynayan en önemli olay hiç şüphesiz Hüsnü Mübarek’in iktidarı oğluna devretme isteği ve bu yöndeki girişimleri gelmektedir. 82 yaşına gelmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in barışçıl dönüşüme karşı çıkması, Mısırlıların değişim için sokağa dökülmesinde önemli bir rol oynamıştır. >


Baradey’in dışında 28 Ocak’taki gösterilere aktif katılım gösteren Müslüman Kardeşlerin de Mübarek sonrası dönemin planlarını yapmaya başladığını göstermektedir. 

Artan işsizlik oranları, düşen ekonomik gelirler ve tüm bunlara rağmen ülke içinde anti demokratik uygulamaların sürmesi halkın rejim karşıtı 
eylemler içerisinde yer almasında önemli bir neden olmuştur. İşçi sendikalarının düzenlediği geniş katılımlı gösterilerin yanı sıra günde iki dolardan 
daha az bir gelirle geçinmek zorunda kalan Mısırlıların içine düştüğü yoksulluk sokaklarda rejim karşıtı güçlü bir kesimin oluşmasına yol 
açmıştır. Ayrıca 25 milyon internet kullanıcısının bulunduğu Mısır’da ağırlıklı olarak gençlerin daha iyi bir gelir ve daha fazla demokrasi söylemlerini 
desteklemesi ve bu taleplerini internet aracılığıyla sosyal muhalefet ağına dönüştürmeleri dikkat çekicidir. Yarın Partisi tarafından organize 
edilen “ Yeter Hareketi”nin yanı sıra Halid Said gibi hiçbir partiye üye olmayan bireylerin sokak ortasında güvenlik kuvvetleri tarafından dövülerek 
öldürülmesi halkın tepkisinin genişlemesine yol açmıştır.13Mübarek karşıtı kesimler Halid Said gibi olayları iyi bir şekilde kamuoyun yönlendirilmesinde 
kullanmayı başarmışlardır. 

Nitekim Halid Said adına kurulan internet siteleri üzerinden örgütlenen kesimlerin çağrısıyla düzenlenen hükümet karşıtı gösterilere binlerce kişinin katılması da oldukça önemlidir. Eylemcilerin İçişleri Bakanının istifasını talep etmelerinin arkasında yatan en önemli neden de Mısır’da gerçekleştirilen 
insan hakları ihlalleri ve polislerin aşırı şiddet kullanması olduğunu belirtmek gerekir. 

Dış Politik Gelişmeler 

Mısır’a bakıldığında 1880’lerdeki gibi iç ve dış politikada bağımsız davranma istediğini dile getiren kesimlerin Kahire’nin Filistin politikasını, Sudan 
politikasını, Irak işgali sırasında izlediği politikaları ve özellikle de ABD ile ilişkileri ciddi şekilde sorguladıkları görülmektedir. Hüsnü Mübarek 
yalnızca Mısır’ın değil bir o kadar Irak’ta yaşanan Amerikan işgalinin de dolaylı olarak sorumluları arasında yer almaktadır. 1990 Temmuzunda Kuveytli 
yetkilileri Irak’ın Kuveyt’i işgal etmeyeceği yönünde yönlendiren Mübarek Kuveyt’in her hangi bir acil savunma stratejisi geliştirmesini 
dolaylı olarak engellemiş olmaktaydı.14 

Bu bağlamda Hüsnü Mübarek döneminde Mısır’ın İsrail’in güvenliğini sağlamaya çalışan bir politika izlediği Filistin sorununda bağımsız bir 
politika geliştirmediği gibi sorunun çözümünde de İsrail yanlısı bir dış politikaya sahip olduğu bir çok Mısırlı tarafından eleştirel bir şekilde dile 
getirilmekteydi. Başta Mısır Dışişleri yetkilileri olmak üzere akademik çevre ve entelektüel kesimi izlenen Filistin politikasının yanlışlığını 
dile getirmesine rağmen Hüsnü Mübarek’in bu konuda adım atmaması Mısır’ın Orta Doğu’daki ve uluslararası alandaki prestij ve etkisinin zayıflamasına 
yol açtığı Kahire’den de net bir şekilde görülmektedir. Ayrıca ilk başlarda Filistin politikalarını eleştirmek için İsrail karşıtı başlayan 
gösterilere Mısır polisinin müdahale etmesi kısa sürede göstericilerin Mübarek karşıtı söylemeler ve protesto eylemleri yapmalarına yol açmıştır. 
Özellikle Hamas’ın seçim zaferinden sonra İsrail tarafından Filistinlilere karşı izlenen siyasi ve askeri saldırılar Mısır’da Mübarek karşıtı gösterilerin de 
artmasına ve daha fazla taraftar toplamasına yol açmıştır. 

Dışsal tepkilerden biri de Mısır ile ABD arasındaki ilişkilerdir. Irak işgalinin insan hakları ihlali boyutuyla sürdüğü bir dönemde Mısırlılar ülkelerinin 
ABD ile olan ilişkilerini ciddi şekilde sorgulamaya başlamıştır. Lübnan krizi, İran’ın bölgede artan etkisi tüm bunlara karşı Mısır’ın zayıflama 
devam eden etkisi ve gücü Mısır bürokrasisinde Mübarek karşıtı güçlü bir muhalafetin oluşmasını sağlamıştır. Ayrıca Sudan’da yaşanan 
bölünmeye Hüsnü Mübarek’in sessiz kalması ve tüm ilgisini iç politikaya yöneltmesi de milliyetçi kesimlerin tepkisinin artmasına yol açmaktadır. 
Nasır dönemine vurgu yapan ve öyle bir dönemin Mısır’ını özleyen entelektüel elitler ve bürokratlar Hüsnü Mübarek ile bunun gerçekleşmeyeceğinin 
farkına varmış ve değişim için sokakların örgütlenmesinde rol oynamış olabilir. 

Bu noktada eylemler sırasında ordunun izlediği role dikkat çekmek gerekir. Eylemlerin başladığı günlerde Washington’da bazı temaslarda bulunan 
Genelkurmay Başkanlığı heyeti aynı gün dönmek yerine birkaç gün daha görüşmelerde bulunmayı sürdürmesi dikkat çekicidir. Ordunun 
meydanlarda toplanan halk ile henüz itibariyle doğrudan doğruya karşı karşıya gelmemeye özen gösterdiği gözlemlenmektedir. Kahire’de 
Ulusal Demokrat Partisi’nin merkezinin ateşe verilmesine, sıkı yönetim ve sokağa çıkma yasağına rağmen ordu güçleri göstericileri zor kullanarak 
dağıtmamasını not etmek gerekir. Bununla birlikte sokağın büsbütün denetimsiz ve kontrol dışına çıkarması durumunda ordunun müdahale 
etmekten çekinmeyeceği düşünülmektedir. Olaylar sırasında insan kaybının henüz ciddi oranda olmaması da Ordunun izlediği politikalardan 
bağımsız olmadığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla bu kesimde de ciddi bir değişim isteği olduğu öne sürülebilir. 

Sonuç Yerine: Mübarek Dönemi Kapandı Mı? 

2011 Ocağında gerçekleşen kitlesel protesto eylemleri Mısır’da Mübarek döneminin kapanma-sına yol açacaktır. Nitekim son birkaç günde ya
şanan gelişmeler de Mübarek yönetiminin ardı sıra tavizler vermeye başladığını ve inisiyatifin sokağın eline geçtiğini göstermektedir. En öncelikli 
talepler arasında yer alan ikinci bir Mübarek dönemine hayır stratejisinin başarıya ulaştığı görülmektedir. Böylelikle Cemal Mübarek’in babasının 
yerine Mısır’ın yönetimine gelmesinin artık mümkün olmadığını belirtmek gerekir. İkincisi İçişleri Bakanı Habib El Adli’nin istifası yönünde 
somutlaşan bir başka talebinde doğrudan hükümetin istifasının istenmesiyle gerçekleştiği görülmektedir. Her ne kadar yeni hükümet 1973 
Savaşında İsrail uçaklarını düşürdüğünden dolayı bir savaş kahramanı olarak bilinen Ahmed Şefik Başkanlığında kurulmuşsa da göstericileri 
tatmin etmeye yetmemiştir. Yıllardır Mübarek’le birlikte çalışan bireylerin sokağı tatmin etmesi beklenmemektedir. Eylemcilerin verilecek tavizler 
yerine doğrudan Hüsnü Mübarek’in istifasını veya mümkün olan en kısa süre içerisinde özgür ve serbest seçimlerin yapılarak yeni devlet başkanını 
belirlemek istedikleri görülmektedir. 

Bu kapsamda özellikle muhalefetin eylemlerine dikkat çekmek gerekir. 2011 Eylülünde yapılması öngörülen seçimlere katılma iradesini ortaya 
koyan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Muhammed el Baradey’in 25 Ocakta yoğunlaşan gösterilerin hemen ardından Mısır’a dönme 
kararı vermesi ve döndükten sonra da tek çözümün Mübarek’in istifasıyla olacağını dile getirmesi Mübarek rejiminin sona doğru yaklaştığının 
önemli bir göstergesidir. 2005 Nobel Barış Ödülü sahibi Baradey’in Mısır’a dönme kararını vermesinden ardından sokak gösterilerine liderlik yapma çabası dikkat çekicidir. Doğrudan Mübarek’in istifa etmesini dile getirmesi ve sokak eylemlerinin arkasında yer almasına rağmen yalnızca ev hapsinde tutuluyor olması da düşündürücüdür. 

Diğer yandan son yıllarda rejimle uzlaşma çabaları içinde olan Müslüman Kardeşlerin de uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra 28 Ocak Cuma günü düzenlenecek gösterilere katılım yapılması yönünde bir çağrıda bulunması da oldukçaönemlidir. Ülkedeki en örgütlü muhalif grupların başında gelen Müslüman Kardeşlerin sokağa dökülme çağrısı gösterilere İslami kesimden verilen desteğin genişlemesine yol açmıştır. Esasında böyle bir çağrı yapılmasının arkasında yatan olgunun Müslüman Kardeşlerin de Hüsnü Mübarek rejiminin sona doğru yaklaştığına dair bir değerlendirme içine girmiş olmasından kaynaklanmış olduğu düşünülebilir. Örgüt liderlerinden Muhammed Nursi’de yaptığı bir açıklamada kendilerinin gösterilere önderlik etmediğini ancak içerisinde yer almayı sürdüreceklerini ifade etmesi önemlidir. Örgütün resmi internet sitesinde de protesto eylemlerine verilen aktif destek aktif destek verildiği 

Yeter Hareketine liderlik yapan El-Ghad Party (Yarın Partisi) üyeleri de sokak gösterilerinde önemli bir rol oynamışlardır. Ayman Nur Ocak gösterilerine de liderlik etmeye çalışan bir lider olarak karşımıza çıkmaktadır. Uzunca bir dönem tutuklu kalan Nur ‘‘Göndermek istediğimiz mesaj tek bir kelimeden oluşuyor: Gidin. Başkan Mübarek’ten gitmesini istiyoruz. Sizi istemiyoruz. Sizi ve rejiminize artık katlanamıyoruz,

Barışçı bir değişimin kapılarını kapattınız’ ‘ cümlelerine yer vererek eylemlerinin Mübarek istifa edene kadar sürdürme kararlılığında olduklarını 
göstermiştir.15 

Toparlayacak olursak Mısır’daki eylemlerin tarihsel bir geri planı olduğu ve toplumsal bir tabanı bulunduğu görülmektedir. Göstericilerin 
ulaşmaya çalıştıkları hedeflerin oldukça açık olduğu ve bu konuda bunların önemli bir kısmını elde ettikleri ve Mübarek rejiminin ciddi şekilde 
sarsıldığını belirtmek gerekir. Ayrıca 82 yaşındaki bir liderle birlikte hareket etmek yerine daha dinamik ve siyasal yönden daha tartışmasız bir 
liderle işbirliği yapmak isteyen başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin de Mübarek sonrası döneme yatırım yapmaya başladıkları yaptıkları açıklamalardan 
açık bir şekilde anlaşılmaktadır. 

DİPNOTLAR 

1 Gamal Essam El-Din, “Testing the Ties”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 716, 11 - 17 November 2004. 
2 Bu konuda bkz., William L. Cleveland, A History of Modern Middle, East San Francisko: Westview Press, 1994, ss. 
92-97; Roger Owen, “Egypt and Europe: from French Expedition to British Occupation, Ed.: Albert Hourani, Philip 
S. Khoury, and Mary C. Wilson, The Modern Middle East, Berkeley: California Press, 1993.ss.111.124 
3 Cleveland, loc. cit. 
4 Constitutional history at a glance”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 732, 3 - 9 March 2005 
5 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, İstanbul: Alfa Yay, 2004., ss. 181-182 
6 Peter Calvocoressi, World Politics Since 1945, 7th ed., New York: Longman Puplishing, 1996, s. 371 
7 Gamal Nkrumah, “A leap for democracy”, Al-Ahram Weekly, Issue No. 732, 3 - 9 March 2005; Al-Ahram Weekly 
“Constıtutıonal Change:Full Coverage”, Issue No. 732, 3 - 9 March 2005. 
8 BBC Haber, “Mısır’da Gözlemcilere İzin Yok”, 05 Eylül 2005, 
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2005/09/050905_egypt_monitors.shtml 
9 Yeni Şafak Gazetesi, “Hüsnü Mübarek Seçimden Zaferle Çıktı”, 
http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2005/eylul/20/ kronikmedya.html 
10 NTV Haber, “Mısır’da Zafer Mübarek’in”, 
http://www.ntvmsnbc.com/news/340617.asp 
11 Müslüman Kardeşler hakkında bkz.., Mehmet Dalar, “Mısır’da Müslüman Kardeşler Hareketinin Demokrasi Anlayışı 
ve Sisteme Etkisi”, Ortadoğu’da Toplumsal Hareketler, Alternatif Politika Dergisi, Cilt 2, (Kasım 2010), ss. 48-73. 
12 Bkz., Al Manar News, “Mr. Mubarak, Tear Down That Wall”, Lebanon, 
http://www.almanar.com.lb/newssite/ArticlePrintPage.aspx?id=68644 
13 Issandr El Amrani, “The murder of Khaled Said”, June 14, 2010 
http://www.arabist.net/blog/2010/6/14/the-murder-of-khaled-said.html 
14 Yazar tarafından Mart 2009’da Kuveyt’te saha araştırmaları sırasında dönemin Kuveytli bir yetkilisiyle gerçekleştirilen bir mülakatta ifade edilmiştir. 
15 Euro News, “Mısır muhalefetinin simgesi Ayman Nur”, 28.01.2011, 
http://tr.euronews.net/2011/01/28/misir-muhalefetinin-simgesi-ayman-nur/ 


***

Mısır Devriminin Ayak Sesleri BÖLÜM 1



Mısır Devriminin Ayak Sesleri 



Mübarek’in Yerini Koruması oldukça güç görünüyor. 
Doç. Dr. Veysel AYHAN 
ORSAM Ortadoğu Danışmanı 
Abant İzzet Baysal Üniversitesi U.İ.B. 






İsrail’den sonra bölgede en fazla Amerikan desteği alan Mısır’da yaklaşık 30 yıldır iktidarda olan Hüsnü Mübarek yönetimine ABD ve Batı ülkelerinden verilen destek, bu ülkenin demokratikleşmesi önündeki en önemli engeli oluşturmakta dır. 

Mısır’da Halk Hareketinin Tarihsel Arka Planı: Yeni Bir Arabi Paşa Devrimi mi? 

İsrail’den sonra bölgede en fazla Amerikan desteği alan Mısır’da yaklaşık 30 yıldır iktidarda olan Hüsnü Mübarek yönetimine ABD ve Batı ülkelerinden 
verilen destek, bu ülkenin demokratikleşmesi önündeki en önemli engeli oluşturmaktadır. 

Mısır’daki demokratik sürece ilişkin Kasım 2003’te Heritage Institute for Democracy’de konuşan eski Amerikan Başkanı George Bush sürpriz bir şekilde Mısır’ın Orta Doğu’daki barış sürecini büyük bir katkı sağladığını ve şimdide Mısır’ın demokrasi için bir şeyler yapmasının zamanın geldiğini söylemişti.1 ABD’nin Mübarek rejiminin demokratik açılımlarına yaptığı vurguya 
karşın 2005-2011 arası dönemde gerçekleştirilen genel ve yerel seçimlerde Ulusal Demokratik Partisi’nin sürekli bir şekilde %80’lerin üstünde oy alması Washington’un demokrasi anlayışı ile Mısır halkının demokratik anlayışının farklı olduğunu ortaya koymuştur. Esasında Mısır’daki parlamenter sistemin kökeni 1840’lara kadar geri gittiğini ve bu sürecin Batılı ülkelerin Mısır’a 
müdahalesiyle sonlandırıldığını görmek gerekir. 

Özellikle 1789 tarihinde Napolyon’un Mısır’a asker çıkartmasından sonra Osmanlı İmparatorluğu 1805’de Mehmet Ali Paşa’yı Mısır’a Vali olarak atamasından sonra danışma meclislerinin oluşturulması ve kadınların iş hayatında erkeklerle birlikte çalışmasına izni verilmesine dikkat çekmek gerekir. Ali Paşa’dan sonra eğitim ve politik alandaki reform hareketleri Hıdiv İsmail döneminde en üst seviyesine ulaşmıştır. İsmail Paşa döneminde Mısır’ın Avrupalılaşması yolunda ekonomik ve sosyal alanda önemli adımlar atılırken, bir yandan da ciddi anlamda Avrupa lılardan borç alınması ileriki yıllarda ülkenin işgal edilmesine yol açacaktır. Hıdiv İsmail Mısır’ı modernleştirme girişimlerinde Batının değerlerini referans almasına karşın Batının askeri ve ekonomik hegemonyasına da karşı çıkmaktaydı. 1842 tarihinde açılan hemşirelik okulundan sonra 1873’de kız öğrenciler için ayı bir okul açılması, aynı zamanda binlerce öğrencinin yurt dışına eğitim almaları için gönderilmesi ve eğitim bütçesinin artırılması da bu anlamda önemli olmuştu. Hıdiv İsmail döneminde 1866 tarihinde bir Şura Meclisi’nin açılmış olması Mısır’daki parlamenter yaşam için bir dönüm noktası olmuştur. Her ne kadar Hıdiv İsmail Şura Meclisi’ni kendi kararlarını onaylayan bir kurum olarak görmüşse de sonuçta Mısırlıların iktidar üzerinde etkisini genişletmeleri olumlu bir gelişme olmuştur. Ancak Mısır’ın modernizasyon çalışmalarını sürdürmesi sonucu yaşanan ekonomik sorunlar en sonunda Mısır ekonomisinin iflas etmesi ve ardından da 1876 tarihinde Süveyş Kanalı’nın açılmasından 7 yıl sonra İngiliz ve Fransızların Mısır maliyesini yönetmesiyle sonuçlanmıştır. 
İki ülke bir de borç komisyonun çalışmasını sağlayabilmek adına hükümette iki bakanla temsil edilmekteydiler. 1876-1882 arası dönemde Mısır halkı bir yandan Batıların ülke ekonomisi ve siyaseti üzerindeki etkilerinden rahatsız olmuş diğer yandan da artan vergilerin yaratmış olduğu ciddi bir yoksullaşma sorunuyla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Hıdiv İsmail’in Batıların Mısır 
üzerindeki etkisini azaltma girişimlerine sert tepki veren İngiltere ve Fransa’nın işgal tehditleri üzerine Osmanlı İmparatorluğu bir fermanla yönetimi İsmail’in oğlu Teyfik’e devrederken bu durum Mısır milliyetçilerinin tepkilerinin daha da artmasına yol açmıştır. Tepkilerin merkezinde 

Tunus Halkının başarısı Mısırlıları Cesaretlendirdi. 





Mısır’ın ekonomik ve siyasal bağımsızlığını kaybettiği eleştirileri bulunmaktaydı.2 

Avrupalıların Mısır ekonomisi ve siyaseti üzerindeki etkisini kaldırmak isteyen Hıdiv İsmail’den sonra bu kez El-Ezher’de eğitim almış ve ardından da orduya katılmış Albay Arabi Paşa’nın sesini yükseltmesi gündeme gelmiştir. Mısır milliyetçiliği temelinde örgütlenen kesimler “Mısır Mısırlılarındır” sloganı ile hareket eden Arabi Paşaya destek vermişlerdir. Hareket içerisinde köylülerden, 
askeri bürokrasiye kadar geniş bir kesim doğrudan yer almıştır. Arabi Paşa etrafında toplanan muhalefet temelde iki talepte bulunmaktaydı. Mısır’ın ekonomik ve siyasi bağımsızlığını kazanmak ve Hıdiv’in yetkilerini hazırlayacakları bir anayasa ile sınırlandırmaktı. Dolayısıyla bir anlamda Hıdiv’in yetkilerinin sınırlandırıldığı anayasal bir düzen kurmayı hedeflemekteydi 
ve bu konuda 1881 yılında başarılı da oldular. Tüm Mısırlı kesimlerin yoğun desteği karşısında Hidiv Teyfik ise Arabi Paşayı Genelkurmay Başkanlığı görevine kadar getirmek zorunda kalınca İngilizlerin ve Fransızların da tepkisi yükselmeye başlamıştır. Arabi Paşa döneminde yeni bir Anayasa hazırlanarak Mısırlıların iktidarla ilişkilerine farklı bir düzen getirilmeye çalışılmıştır. 
Ancak, 1879 sonrası dönemde Mısır’ın iç ve dış politikasında bağımsız bir yön verme çabaları Haziran 1882’e gelindiğinde İngilizlerin askeri tehditleriyle karşı karşıya kalınmasına yol açmıştır. İngiltere’nin Osmanlı’dan Arabi Paşa’yı etkisizleştirecek bir askeri harekatta bulunma talebi doğrudan Abdulhamid tarafından Müslümanların kanının akıtılmasına rıza verilmeyeceğinin 
açıklanması üzere ise Batılı güçlerin Mısır işgali de başlamıştır. 

< Mısır halkının Tunus devriminin ardından sokaklarına döküldüğünü ifade etmek yeterli değildir. Ancak Tunus devriminin ardından Mısırlıların daha güçlü ve daha kararlı bir şekilde değişimi gerçekleştireceklerine olan inançlarının artığını belirtmek gerekir. >

İlk önce İskendire’nin top atışına tuutlması ve işgal edilmesiyle başlayan olaylar en sonunda Arabi Paşa’ya bağlı kuvvetlerin yenilmesiyle sonuçlanmıştır. 1882 Eylülünde son bulan olaylardan sonra Mısır de facto olarak 1950’lere kadar sürecek olan bir İngiliz işgal dönemi yaşayacaktır.3 

İngiltere’nin Mısır’ı işgal etmesinde emperyal çıkarları ve Süveyş Kanalı’nı denetim altında bulundurmak istemesinin yanı sıra Mısırlıların bağımsız politika izleme ve Batıların Mısır ekonomisi ve siyaseti üzerindeki etkilerini kaldırma çabaları gelmiştir. İngiliz işgaline rağmen 19 Nisan 1923’de Mısır’da güçler ayrımı prensibine ve Parlamentonun üstünlüğüne dayanan yeni bir 
anayasa kabul edilmişti.4 Anayasa uyarınca 1924 Ocağında yapılan ilk seçimlerde ise Mısır’ın İngiltere’den bağımsız olmasını savunan Vafd Partisi parlamentoda çoğunluğu sağlayarak hükümeti kurmuştu. Ancak bu demokratik deneyimin ömrü beklendiği gibi uzun süreli olmadı. 

Vafd Partisi hükümeti kurduktan kısa bir süre sonra Sudan nedeniyle İngiltere ile sorun yaşamaya başlamasından sonra Mısır’ın Sudan üzerindeki taleplerini çıkarlarına aykırı bulan İngiltere hükümeti de ilk etapta baskı ile hükümeti istifaya zorladı ardından da 1924 Kasımındaki karşı bir darbe ile 1923 Anayasasını rafa kaldırmıştır. Vafd üyelerinin istifasıyla kıs bir süre sonra ise 
Mısır’da yeni hükümet İngiliz emperyalizmine bağlı kesimlerin Ulusal Birlik Partisi tarafından kuruldu.5 Böylelikle Mısır’daki demokratik süreç dönemin İngiliz çıkarları uğruna sona ermiş olmaktaydı. 1924’ten sonra birkaç kez demokratik bir sürecinin başlamasına dönük girişimler olmuşsa da, bunlar İngiltere’nin müdahaleleri sonucu uzun ömürlü olamamıştı. 




Ancak, II. Dünya Savaşı sonrası bölgede baş gösteren Arap-İsrail Savaşı ve Savaşta Arap güçlerinin büyük bir mağlubiyet alması, tüm Orta Doğu’da olduğu gibi Mısır’da da milliyetçi kesimler ile İngiliz destekli Monarşi arasındaki iktidar krizini derinleştirmişti. Mısır’daki gerginlik, 26 Temmuz 1952’de Hür Subaylar Hareketi adı altında bir grup askerin Kral Faruk’u dokuz aylık oğlu Ahmed Fuad adına tahttan vazgeçip sürgüne göndermesi ile son buldu.6 Mısır’da iktidarı ele geçiren Genç Subaylar farklı siyasi görüşlere sahip olmakla birlikte temelde hepsi Mısır milliyetçisi ve İngiltere karşıtıydı. Bir anlamda Mısır’ın ekonomik ve siyasal bağımsızlığını korumak isteyen farklı kesimlerin bir araya geldiği bir yapı sergilemekteydiler. Albay Nasır siyasal partileri serbest bırakmanın ötesinde dönemin en önemli muhalefet grubunu oluşturan Müslüman Kar-deşlere de Devrim Komite Konseyi’nde yer almaya davet etmişti. Ancak, kısa bir süre sonra Monarşinin ortadan kaldırılmasından sonra Albay Nasır liderliğinde Mısır bir yandan Bağlantısızlar hareketinin kurucuları arasında yer alırken diğer yandan da Mısır milliyetçiliği temelinde bölgesel bir güç olmak için tüm Orta Doğu olaylarında taraf olmaya başlamıştı. Süveyş Savaşı’yla Mısır üzerindeki İngiliz ve Fransız etkisini ortadan kaldırmayı başaran Nasır döneminde Arabi Paşa da 
tarih kitaplarında ulusal bir halk kahramanı ve Mısır devriminin öncüsü rolünü Nasır’dan sonra alan ikinci bir lider olarak yerini almıştır. Nasır döneminde Mısır’ın hem SSCB hem de Batı’dan bağımsız politikalar geliştirme çabası kısa sürede 
Mısır ordusunun halkla doğrudan doğruya karşı karşıya gelmemeye özen gösterdiği gözleniyor. 

Kahire’nin dönemin en önemli politik aktörleri arasında yer almasına yol açmıştır. 

Nasır sonrası dönemde Enver Sedat iktidara geçmiş ve 1970’lerin sonuna kadar Nasır dönemi gibi olmazsa da bağımsız bir dış politikaya izlemeye çalışmıştır. Ancak İsrail’in 1967’den beri 
Sina üzerindeki işgali ve savaş bütçesi Mısır’ın Amerikan politikalarına yaklaşmasını da beraberinde getirmiştir. Nitekim 1973 Savaşı sonrası dönemde Mısır’ın ABD ve İsrail ile dost bir ülke haline gelmesi için yürütülen çabalar en sonunda neticelenmiş ve Mısır İsrail ile kapsamlı bir barış anlaşması imzalamıştır. Her ne kadar bu anlaşma Enver Sedat’ın öldürülmesine yol açmışsa da Sedat’tan sonra iktidarı devralan Hüsnü Mübarek Mısır’ı ABD ve İsrail yörüngesinden çıkartmamaya büyük bir çaba harcamıştır. İsrail’den sonra en önemli Amerikan desteğini alan ikinci ülke konumunda olan Mısır’ın Hüsnü Mübarek ile birlikte siyasal ve ekonomik özgürlüğünü kaybetmenin de ötesinde hem iç hem de dış politikada Amerikan ve İsrail politikalarına öncelik 
vermesi başta Mısırlı milliyetçiler olmak üzere Mısır’daki bir çok kesimin tepkisini çekmekteydi. Kontrollü Demokratikleşme: Mübarek’in Eleştirileri Geçiştirme Girişimleri yapma ihtiyacı hissetmiş ve bu konuda bazı adımlar atmıştı. 

 < Mısır’da Hüsnü Mübarek yönetimi artan tepkiler üzerine 2005 seçimlerinde bir takım düzenlemek Mısır’a bakıldığında 1880’lerdeki gibi iç ve dış politikada bağımsız davranma istediğini dile getiren kesimlerin Kahire’nin Filistin politikasını, Sudan politikasını, Irak işgali sırasında izlediği politikaları ve özellikle de ABD ile ilişkileri ciddi şekilde sorguladıkları görülmektedir. >

Nitekim dönemin koşullarına uygun olarak Hüsnü Mübarek de, Anayasanın 189. maddesinin kendisine tanıdığı yetkiye istinaden Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin gizli oy yöntemi ve çok adaylı şekilde yapılması yönünde yasa değişikliği teklifi sundu. 2005 Şubatında Anayasanın 76. maddesinin değiştirilmesiyle çok adaylı seçim süreci de başlamış oldu. Mısır’da daha önce cumhurbaşkanı adayı parlamento tarafından belirleniyor; halk, yapılan referandumda kendilerine sunulan adayı kabul veya reddediyordu. 

76. maddenin değiştirilmesi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde diğer partilerinde aday gösterebilmesi açısından oldukça önemli olmasına karşın, aday gösterme süreci de ciddi şekilde sınırlandırılmıştı. Örneğin, yasa gelecek seçimlerde (2011) cumhurbaşkanı adayı gösterecek partinin Parlamento seçimlerinden en az %5 oy almasını öngörmektedir. Buna rağmen Mübarek’in demokratik reform adı altında giriştiği yasal düzenlemek başta ABD olmak üzere Avrupa’da büyük bir ilgi ile karşılanmıştı. Avrupa Birliği Dış Politika Yüksek Temsilcisi Havie Solana Mübarek 
tarafından önerilen değişikliğe atfen, Mısır’ın Orta Doğu’nun demokratikleş tirilmesin de öncü bir rol oynadığını açıklamıştı. 7 Oysa Mısırlılar Hüsnü Mübarek’in iktidarını güçlendirmek için bu tür düzenlemeler yaptığını fark etmişlerdi. 7 Eylül 2005’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerine Mübarek’in dışında 9 aday katıldı. 9 Eylülde açıklanan seçim sonuçlarına göre Mübarek oy kullanan seçmenlerin %88.7’sinin oylarını alarak yeniden altı yıllığına Cumhurbaşkanı oldu. Mübarek, tek aday olarak girdiği 1999 seçiminde ise oyların yaklaşık %93’ünü olarak seçilmişti. 

Yalnızca alınan oylar değil seçim sürecinde yapılan uygulamalar da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ileri sürüldüğü gibi demokratik olmadığını 
da göstermektedir. Seçimlere gölge düşüren olaylardan biri Mısır’da seçim komisyonunun, mahkeme kararına rağmen, bağımsız grupların, 
cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gözlemci bulundurmasına izin vermemesi olmuştur. Üyeleri yönetim tarafından atanan seçim komisyonu, daha 
önce de yerel veya yabancı sivil toplum örgütlerinin seçim merkezlerine gözlemci göndermesini yasaklamıştı. Seçimlerden önce bir açıklama yapan 
Seçim Komisyonu Başkanı Usame Atteviye, seçim merkezlerinde sadece denetçiler, adaylar ya da temsilcilerinin bulunmasına izin verileceğini 
açıklamıştı.8 



 <  Mısır’daki gösterilere “ Kefen ” giyerek katılan bazı gruplar ölmeye hazır oldukları mesajı veriyor. >

Ayrıca seçimlerde, kayıtlı 32 milyon seçmenden yalnızca %23’ü oy kullanması, halkında demokratik olduğu ileri sürülen sürece inancını göstermektedir.9 Seçimlere katılımın düşük olmasının bir diğer nedeni de bazı muhalif partilerin, ilk kez birden çok adayla yapılan seçimlerin, demokratik olmadığı gerekçesiyle boykot edilmesini istemelerinden kaynaklanmıştı. Boykot kararı katılımı düşürüp, seçimin meşruiyetini gölgelemek amacıyla alınmıştı. Ancak tüm bu açıklamalara karşın Washington’un yanı sıra Havie Solana ve Fransa Cumhurbaşkanı 
Jacques Chirac da, seçimleri demokrasi alanında atılmış çok önemli bir adım olarak niteledi.10 Mısır’da Başkanlık seçimlerini takiben 454 üyeli Halk Meclisi içinde de seçimler yapıldı. Üç aşamalı seçimler Aralık ayında tamamlandı. Diğer seçimlere nazaran daha demokratik bir süreçte tamamlanan seçimlerden, iktidar partisi çoğunluğu gene elde etti. Ancak, yasaklı olduğu için seçimlere bağımsız aday göstererek katılan Müslüman Kardeşlerin 88 sandalye kazanması ise dikkatleri Kahire’deki seçimlere çekti. Ancak 2010 yılında bu kez 264 üyeden oluşan Şura Meclisi’nin üçte ikisi için yapılan seçimlerden Ulusal Demokrat Partisinin 80 milletvekilliği kazanması dikkat çekicidir. Geriye kalan 44 üyeyi 
doğrudan atama yetkisini kullanarak belirleyen Hüsnü Mübarek böylelikle Şura Meclisinin 132 üyesinden 124’ünü kazanmış olmaktaydı. 

2010 yılında ayrıca üye sayısı 518 çıkartılan Halk Meclisi için de seçimler gerçekleştirildi. Yapılan seçimlerin arından Ulusal Demokrat Partisi 440 
milletvekili çıkartırken seçimleri boykot eden muhalefet güçleri beklendiği gibi oldukça sınırlı sayıda sandalye kazanmıştı. Bununla birlikte seçimlerin 
geniş bir kesim tarafından boykot edilmesi seçimlerin meşruiyetinin sorgulanmasını da beraberinde getirmiş ve seçim sonuçlarını 
önemsizleştirmiştir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***