Türkiye PKK ve PYD’ye Ne Yapmalı?
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Hoşgeldin, DUATEPE
Aboneliklerim
Amerika Araştırmaları Merkezi
Türkiye PKK ve PYD’ye Ne Yapmalı?
Şanlı Bahadır Koç
Amerika Araştırmaları Merkezi
ajp1914@yahoo.com
31 Temmuz 2015 Cuma
ABD ile görüşmeler ve anlaşma nihayetlenmiş değil tabii ama henüz ABD'den somut olarak ne aldığımızı anlamak kolay değil. Şu anda görünen ABD PYD'den vazgeçmiş veya vazgeçecek gibi değil, bahsedilen bölgeyi ve sivilleri korumak ve Esad'ı vurmakla ilgili herhangi bağlayıcı bir taahhüde girmeyi reddediyor. Adı bir kere telaffuz edildikten sonra ABD’nin artık İncirlik’i de cebe atacağını
varsayabiliriz. PYD'nin söz konusu bölgeye girip girmeyeceği bile belli değil.
Ayrıca bu bölgede sadece siviller ve muhalifler için havadan ve dışarıdan
korumayla istenilen düzeyde bir korunma sağlanabileceği şüpheli. ABD’nin
Türkiye'nin istediği grupların buraya hakim olmasını kabul edip etmeyeceği
meçhul. PKK-PYD’ye "yine açığa düştünüz, ABD yine sattı sizi” denecek bir şey henüz yok.
Bu arada anlaşmanın varlığının belli olmasından sonra yerli ve yabancı medyaya
çelişkili, muğlak ve havada denebilecek bazı bilgi, değerlendirme ve demeçler
yansıdı. Bunların kısmen tarafların pazarlık pozisyonlarını güçlendirmek için
sızdırıldığı ve manipüle edildiği düşünülebilirse de, tarafların gerçekten
anlaştılar mı, varılan ön mutabakattan farklı şeyler mi anladılar, biri öbürünü
ya da bizi kandırıyor mu, yoksa kervan yolda mı dizilecek, bu tam belli olmadı.
Bu yazı yayınlandığında resim bir parça daha netleşmiş olabilir ama müzakere
sürecinin haftalar ve hatta daha uzun sürmesi de sürpriz olmaz çünkü aslında
tarafların pozisyonları, amaçları, öncelikleri ve olayları değerlendirmeleri
arasında önemli farklar var. Türkiye’deki koalisyon görüşmeleri, PKK ile yeni
çatışma durumu, ABD-İran anlaşmasının geleceği ve IŞİD’in bölgede yaratmaya
devam ettiği yıkım da olayların seyrini etkileyebilecek ve araya sürprizler
sokuşturabilecek faktörler arasında.
PKK
“Çözüm süreci” denilen şeyin ve çatışmasızlığın PKK’ya ne kadar yaradığı artık
herkes için açık olmalıdır. Bunun neden ve şekillerini daha önce yazmıştık. Daha
çok demokrasi, açılım, müzakere ve süreç PKK’yı zayıflattı mı, güçlendirdi mi?
Efendim? Demek ki, liberal şablonlar, planlar ve teoriler her zaman doğru
çıkmıyormuş değil mi? PKK en son 2011’de vurulmuştu. Örgütü böylece kendi haline bırakmanın onun palazlanması, eğitim, siyasi yayılma, alan kontrolünü ele geçirme, meşrulaşarak yabancı ortaklarla bir kısmı gizli bile olmayan ilişkiler
geliştirme, sadece kendi seçmeni değil halkın geneli gözünde de imajının kısmen rehabilite etme, ona oy vermenin sadece Batı’daki Kürtler için değil “Nişantaşı ve Cihangir’deki beyaz Türkler” için bile kabul edilebilir bir şey haline
gelmesi gibi sonuçları oldu. Bunların çoğu kolaylıkla tahmin edilebilirdi. PKK
arada ayrıca kahraman, kadın ve hatta çevre hakları savunucusu oldu.
Türkiye'nin, o da şimdi değil ileride, PKK'yla yapabileceği müzakereyi en
azından önemli bir süre için çatışmasızlık olmadan yürütebilmesi gerekiyor.
“Türkiye PKK'ya ölçülü, orantılı ve kısa cevap vermeli" diyenler ciddi şekilde
yanılıyor. NATO’nun da Türkiye’ye orantılı ve sınırlı tepki vermesinin istenmesi
anlaşılır gibi değildir. Bir terör örgütüne askeri tepki verirken, eğer
sivillere zarar verme de söz konusu değilse, neden ölçülü olunsun ki? Ayrıca
örneğin ABD tarihte kendisine yapılan hangi saldırıya sadece orantılı cevap
vermiştir? PKK sana tokat attığında senin ona sadece tokatla karşılık vereceğini
bilirse ve sen bunu caydırıcılık sanırsan çok -çook!- tokat yersin. Türkiye'nin
PKK’ya karşı haklı, gerekli ve ertelenemez nefsi müdafaası güçlü, orantısız, ucu
açık olmalı. Bu çatışmada insiyatif bizde olmalı, çatışmanın temposunu –elbette
tamamen değil ama büyük ölçüde- biz belirleyebilmeliyiz ve “tırmandırma
hakimiyeti” (“escalation dominance)” Türkiye’de olmalı. PKK’nın bu çatışma
safhasından ciddi yara, kayıp ve gerilemeyle çıkmaması bizim için yenilgi olur.
Büyük ölçüde kendine fazla güvenerek başlattığı bu çatışmadan sonra PKK’nın
Türkiye’ye karşı aynı şeyi bir daha aklından bile geçirmemesi gerekiyor. Tabii
bunları böyle ifade etmek kolay da nasıl başaracağız bunu? Ve tabii PKK’nın da
eli armut toplamıyor. Ayrıca unutmayalım PKK için ne kendi ne ortadaki ve ne de karşıdaki insan hayatının önemi var. Bu “iğrenç” bir şey ama bu tür bir
mücadelede belki de önemli bir avantaj da onun için.
Bu nedenle başlangıçta şunu sormalıyız kendimize, gelecekte, belki de yakın
gelecekte yaşanabilecek büyük çaplı askeri ve sivil kayıplara rağmen bu
mücadeleyi sürdürmek istiyor muyuz gerçekten? Çünkü eğer işi yarı yolda
bırakacak ve tekrar 1. kareye döneceksek o zaman bütün bu insanlar bir hiç için
ölmüş olur. Çatışmanın amacının PKK’yı masaya getirmekle sınırlı olması
gerektiğini söyleyenler de yanılıyor. Çünkü aslında PKK zaten pazarlıktan
kaçıyor sayılmaz. Sorun onun (aslında anlaşılır bir şekilde) Türkiye’nin
mücadele etme iradesini kaybettiğini düşünmesinde ve bunu masada kendince
kazanımlara tahvil etme isteğinde. Operasyonların amaçları arasında kamu
otoritesinin şüphe bırakmayacak derecede tekrar tesis edilmesi gerekiyor. Bu
otoritenin hem de göz göre göre kaybolması AKP’nin belki de en büyük hatasıydı.
Artık AKP’nin bölgedeki tabanı ve liderleri de bunu açıkça belirtip şikayet
ettiklerine göre bu konuda ciddi olduklarını umabiliriz. Bunun dışında PKK’nın
askeri olarak ülke dışına çıkarılması da gerekiyor. Türkiye’nin artık PKK ile
örgütün silah tehdidinin gölgesi altında taktik düzeyde olanlar hariç esaslı
hiçbir müzakereye girmemesi gerekiyor.
PKK liderlerinin yarına sağ çıkamayabileceklerinden korkmaya başlamaları hem bu ara amaçlara ulaşmak ama hem de makul nihai sonuca varmak için gerekli. PKK verdiği alt düzeyde kayıpların yerini çok zorlanmadan doldurabiliyor. Bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel dokusu bunu daha uzun süre mümkün kılabilir. O nedenle PKK’lı militanları öldürmek tek başına örgütün moral gücünü, amaçlarını, taleplerini ve bunlara ulaşma umudunu azaltmıyor. Terörle mücadele literatüründe liderlerin ortadan kaldırılmasının terör örgütlerinin gücü, devamlılığı, talepleri ve performansına nasıl etki yaptığı konusunda farklı görüşler var.
Bize göre PKK liderlerini hedeflemeyen, hatta buna öncelik vermeyen bir
mücadelenin sonuç alması çok zor olur. Bayık ve ekibinin kalbine korku salmadan onları makul bir müzakere kıvamına sokmak neredeyse imkânsız. Bunun için de liderleri sürekli takip etmek, onlarla ilgili anlık ve nokta istihbarat
üretebilecek durumda olmak gerek. Bu kolay değil ve şimdiye kadar Türkiye’nin bu yeteneği geliştirememiş olması gerçek bir skandal. MİT ve askeri istihbaratın
başına getirilecek kişilerden belki de ilk önce PKK liderlerine yönelik
istihbaratın geliştirilmesi istenmelidir. Bu sağlandığında da, PKK ile o anda
müzakere ediyor bile olsa yüksek değerde hedef tespit edildi mi vurmaktan
kaçınmamak gerek. PKK'nın her saldırısı ya da tehlikeli hamlesine misliyle
karşılık verebilecek istihbarat, ateşgücü, koordinasyon ve kararlılığa sahip
olmamız gerekiyor. Bu arada tabii dağa çıkmanın yaz kampına gitmek olmadığı,
gidenlerin beyninin kayaların üstünde yapışıp kalabileceğini düşündürmek de
önemli. Ama bölgedeki insanlarda oluşan, “bu savaşı PKK’nın kazanacağı”na dair algının kırılması ise hayati. Sonuçta PKK’nın askeri varlığının sonlandırılması
elbette müzakereyle olacak ama bu kesin ve kaçınılmaz bir şey değil. Şunu kabul edelim, Türkiye’nin bu savaşı kaybetmesi özellikle yapageldiği hata ve
eksikliklerde ısrar ederse ciddi bir olasılıktır. Bu aşamada Türkiye’nin uzun
bir süre müzakereden bahsetmemesi gerekiyor. Müzakere konusunu çok çabuk ve istekle dile getirmek karşı tarafa bizim savaşma irademiz, sabrımız, kayıp
vermeye ve acıya dayanıklılığımız konusunda arzu edilmeyen olumsuz sinyaller
gönderiyor. Hâlbuki Suriye ve Irak’ta eli dolu olan ve işi tırmandırırsa ABD ile
girdiği yeni ilişkiyi riske edecek olan taraf PKK. Türkiye şu anda askeri dikkat
ve enerjisini büyük ölçüde PKK’ya odaklayabilir. Elbette IŞİD de var ve
Suriye’deki “bölge”yle ilgili olarak gireceğimiz taahhütler de askeri yükler
getirecek ama onlar ikincil önemde. Sonuçta PKK için ne kendi ne de bu taraftaki insan kaybının önemi var. O yüzden liderlerin peşinden gidip onlara ölüm korkusu salmak gerekiyor. Yani ceviz ağaçlarının altında yayılıp meyve yerken korkmalı PKK liderleri ki masaya geldiğinde makul olsunlar. Tabii sadece bu değil ve bu da kolay bir şey değil ama gerekli ve mümkün. Liderlere yönelik nokta, vur-kaç komando operasyonları lazım, bunun için de eğitimli, çok çok iyi eğitimli personel, cesaret (çünkü riskli) ve tabii nokta ve anlık istihbarat. Önümüzdeki dönemde MİT’in artık barış istihbaratından önce savaş istihbaratına odaklanması gerekiyor: Hedefler, ilişkiler, toplantılar, şemalar, siyasi ve askeri planlar, adresler, kamplar, eylem hazırlıkları, hücreler, silah sevkiyatları, elektronik haberleşme, para transferleri, düşünme biçimleri ve karar alma mekanizmaları istihbaratı. PKK’nın üst düzey yetkililerine yönelik istihbarata önem verilmesi gerekiyor. IŞİD Türkiye’ye ABD’ye olduğundan daha büyük bir tehdit mi? Evet. Ama PKK da, hem IŞİD’e göre hem de tüm radikal örgütlerinin toplamının ABD’ye olan tehdidinden daha büyük bir tehdit Türkiye için. Bu kadar basit, adeta matematik kadar kesin ve açık bir şeyi anlamak o kadar eğitimli anlı şanlı entelektüel için niye bu kadar zor oluyor? IŞİD bu oyunda sadece karakter oyuncusudur (“tecavüzcü Coşkun”?), tabii engellenmelidir, etkisiz hale getirilmelidir. Ama Türkiye için esas büyük uzun dönemli tehdit o değildir. Ona bakarak ve odaklanarak PKK’yı gözden kaçırmanın açıklaması olamaz.
Bu arada Türkiye’de kurulacak hükümetin bu mücadeleyi kararlılık ve ustalıkla
sürdürecek türden olması da çok önemli. Bu nedenle PKK ile mücadeleyi önemseyen partilerin mevcut tercihlerini gözden geçirmeleri gerekebilir. Bu konuda son olarak şunu söyleyelim: Türkiye "iyi insan" olarak PKK’yı yenemez. Savaşı kazanmak için PKK’ya karşı zalim, şımarık, dengesiz, küstah ve kinci olmalıyız.
Bunlar kulağa hoş gelmeyen sıfatlar olabilir ama başarı için gereklidir. PKK’nın
başarılı olma umudunu kırmalıyız, ki şu anda bu tarihi olarak en zirve
noktalarından birinde, belki de yükseğindedir. Başarılı olmanın ahlaki getirisi
bu belki rahatsız edici sıfatların önemini azaltacak ve onları affettirecektir.
Zayıflık, yavaşlık, erteleme, kararsızlık, gevşeklik, sabırsızlık, yumuşaklık,
unutkanlık, bağışlayıcılık gibi şeyler çatışmanın uzamasına ve çok daha fazla
insanın ölmesi veya hayatının mahvolmasına neden olmaktadır. İşte tam bu
nedenle terörle mücadelede teröriste karşı yumuşak olmak sadece teknik değil
ahlaki bir kusurdur da. “İyi olmaktansa korkulan ve saygı gören olmalıyız.”
Yoksa bu kavgayı ya kaybederiz ya da sonuçlandıramadan çok kayıplar verir ve acı çekeriz. İlk jest ve şirinlikte hemen yine çözüme dönecekmiş gibi davranmayalım ve dönmeyelim. PKK ile mücadele konusunda HDP dışındaki partilerin aralarındaki tüm husumet, şüphe ve görüş ayrılıklarını bir kenara bırakarak bir araya gelebilmeleri ve temel konularda anlaşabilmeleri gerekiyor. Bunu yapamazlarsa da bu konuda kimin hangi pozisyona sahip olduğunun net bir şekilde ortaya çıkması ve seçmenin de sandıktaki tercihini belirlerken bunu biliyor olması iyi olur.
HDP
HDP’nin şiddeti desteklememesi, ki bunun doğruluğu bile tartışılır, yeterli mi?
Şiddete net, aktif ve istikrarlı bir biçimde karşı çıkması da gerekmiyor mu?
HDP’nin “elinde silah yok.” Burada hukuki bir suçlamanın hazırlığı anlamında
değil analitik olarak soralım. HDP’nin PKK’dan farklı hangi konuda neyi var,
talep, pozisyon, prensip, amaç ve felsefe olarak? HDP, PKK’yı “dinliyor” mu?
Kullanıyor mu? En önemlisi onun kurduğu fiziki ve psikolojik baskıyla oy alıyor
mu? HDP, PKK’dan bağımsız mı? Farklı mı? Ona yardım ediyor mu? Ondan yardım alıyor mu? HDP’nin hızlı ya da yavaş bir şekilde çözümün içeriği konusunda PKK’dan farklılaştığı iddia edilebilir mi? HDP PKK’yı eleştiriyor mu? Ona silah bırakma çağrısı yapıyor mu? PKK eylemlerini kınıyor mu? Seçim sürecinde Demirtaş’a şu sorular tekrar tekrar sorulmalı değil miydi? PKK’ya yönelik eleştirileriniz neler? Onlarla direk görüştüğünüzde de bunları söylüyor
muydunuz? Hiç PKK’dan emir aldınız mı? Bu arada acaba PKK ile yapılan
görüşmelere 1) HDP dışındaki partilerin ortak oluşturdukları talep ve
pozisyonlarla çıkılabilse sonuç ne olurdu? Hatta bu görüşmelerde diğer parti
temsilcileri de gözlemci olarak katılsa bu teknik ve lojistik olarak imkansız mı
olurdu? Görüşmeler bu şekilde yapılsa ve yine sonuç çıkmasa bu “çözümsüzlük”
Türk tarafı için çok daha meşru ve silahlı mücadeleye başvurmak daha kolay,
erken, güçlü ve etkili olmaz mıydı? Bunlar birçok kulağa masal gibi gelebilir
ama bizce daha çok “devlet adamlığı yaratıcılığı eksikliği” olarak görülebilir.
Barzani
Bu arada Barzani kendi otoritesini giderek daha açıktan sarsan PKK’dan tehdit
algılama, Ankara’yla kendi açısından hayati enerji ve ticaret ilişkisi, Bağdat
ile yaşadığı gerilimlerden bunalma ve hatta İran’ın artan etkisinden duyduğu
rahatsızlık gibi nedenlerle son krizde Türkiye’ye destek verdi. Sonuçta PKK’nın
davranışlarının savunulamayacak türden olması da bir faktör olabilir. Ama
PKK’dan sadece askeri değil artık belki siyasi olarak da çekinen Barzani’nin
bazı durumlarda bu tavrını değiştirmesi de şaşırtıcı olmaz.
Bir de Barzani’nin içinde yaşadığı iç ve dış sıkışıklıktan tüm açmaz, zorluk ve risklerine rağmen bağımsızlık kartını çekerek çıkmayı denemesi ihtimalini de göz önünde tutmalı.
Hatta belki bunun için kafasında bir takvim belirlemiştir de Türkiye’ye açık
desteği bununla ilgilidir. Düşük de olsa bu ihtimal gerçekleşirse Türkiye’nin
PKK karşısında sözlü destek aldığı Barzani’ye nasıl tepki vereceğini önceden
kararlaştırması doğru olabilir. Bu cevabın olumlu olmaması gerekir diye düşünüyoruz ama bu konu belki üzerinde biraz düşünmeyi tartmayı gerektirebilir.
PYD
ABD’lilerin ikili görüşmelerde PYD-PKK ilişkisi –aslında birliği- konusu
açıldığında tam ne dediklerini bilmek ilginç olurdu. Tabii burada konunun
ayrıntılı olarak konuşulduğu ve kendileriyle istihbarat bilgilerinin
paylaşıldığını varsayıyor ve bunun henüz -hala!- olmadığını düşünmek bile
istemiyoruz. Acaba bu toplantılarda bize, “sunduğun kanıtlar yetersiz” mi
deniyor, “eskiden öyleyse bile bunlar artık PKK değil, sen de fazla uzatma” mı?
Yoksa iki örgütün aslında aynı şey olduğu kabul ediliyor ama sadece IŞİD’e karşı savaşan başka etkin güç olmadığı için bu durumu kabullenmemiz gerektiği mi?
Washington’daki basın toplantıların katılan muhabirlerin sözcüleri bu tür
sorularla açması belki enteresan yeni tartışmalar ve gerçeklerin kapısını
açabilirdi. ABD’nin kendisinin de bilmemesi mümkün olmayan PYD-PKK birliği
konusunda yeterince sıkıştırılmış ve utandırılmış olmamasını Türk devleti ve
medyasının ciddi boyutta ortak bir ayıbı ve beceriksizliği olarak görmeliyiz.
Konuyu uzatmak istemiyoruz ama örneğin Obama’nın kendisinin bu yönde bir soruya ABD’nin pozisyonunu bizim lehimize az da olsa esnetmeden ve bazı itiraflarda bulunmadan cevap ver(e)meyeceğini zannediyoruz. Tabii burada bununla ilişkili şu başarısızlığı da hatırlayalım: Washington Post gibi gazetelerde ABD’nin üstünü çizdiği radikal Suriyeli grupların sözcüleri bile kolaylıkla dertlerini anlattıkları yazılar yayınlatabilirken (kaçırdıysak lütfen affola) Türkiye’nin resmi temsilcileri ya da Türk uzman ve yazarların Türkiye’nin IŞİD, PKK, PYD, terörle mücadele, Suriye gibi konulardaki pozisyon, iddia, öneri, eleştiri, uyarı ve savunmalarını içeren tek bir yazı yayınlanmamış olmaları acıklıdır.
(Bu arada tam bu yazı yayına hazırlandığı sırada Davutoğlu’nun Washington Post gazetesinde Türkiye’nin terörle mücadele pozisyonunu anlattığı yazısı çıktı, 31 Temmuz 2015). Bu durumun Türkiye’ye duyulan ön yargı gibi mazeretlerle açıklanması mümkün değildir. Türkiye PYD konusundaki imaj savaşını şu anda ciddi olarak kaybetmiş durumdadır. Bu konuda dünyanın önyargılı olduğu doğruysa bile bizim de iyi bir performans gösteremediğimiz söylenebilir. PYD’nin Esat karnesi, PKK ile ilişkisi, yaptığı etnik temizlik, tüm şirin ve ultra ilerici görüntüsü altında Barzani’ye yakın Kürtlere bile alan bırakmaması, yaptığı suikastlar ve tehditler yeterince anlatılamadı.
ABD’ye şunu kameraların önünde açıkça sormalı değil miyiz? Sen şimdi bu PYD’nin PKK olmadığına ve Türkiye’ye karşı hiçbir şekilde şiddete başvurmayacağına “kefil” misin? Değil misin? O halde beni ne hakla engelliyorsun? Tabii burada akla şu soru da geliyor: Türkiye ABD’ye PYD’ye ilişmeyeceğinin sözünü verdi/verecek/vermeli mi gerçekten? Gerçi, PYD’ye, şu aşamada askeri bir harekât yapmanın,
1) Bu örgütün dünyada “şirin” bir imaja sahip oluşu,
2) Bize şu an için ivedi bir saldırı tehdidi olmayışı,
3) Bunun da etkisiyle Türkiye’nin saldırgan ve kavgacı taraf olarak görülme riski,
4) Bölgedeki ABD varlığı ve ABD’nin PYD’yi korumak için neler yapabileceğinin açık olmaması,
5) PYD’yi vurmanın Ankara’nın IŞİD’in koruyucusu olduğu yolundaki temelsiz ama yaygın kanıyı daha da güçlendirme ihtimali ve
6) Aslında Türkiye’nin de yüzlerce kilometre genişlikte yeni bir cephe açmaya askeri, siyasi ve psikolojik olarak hazır olmaması gibi nedenlerle denenmemesi / ertelenmesi anlaşılabilir.
Ama bize göre Türkiye PYD konusunda kendini bağlayıcı bir taahhüde girmemelidir. ABD PYD’ye PKK ve Türkiye ile ilgili olarak ne kadar baskı yapıyor? Ama aslında bir de şu var: PYD’nin şu anda “uslu ve cici” görünmeyi başarabilme si bizim için iyi bir şey midir? PYD açık verse ve gerçek doğası ve niyetini kussa bizim için daha iyi değil mi? PYD hem ABD desteğini korumak hem de kendine ikinci bir cephe açmamak için şu aşamada PKK dışı görünmeye çalışacak ve Türkiye’ye ilişmeyecektir. Biz de “bu PYD bize saldırmıyor, iyi çocuklar bunlar, özyönetim, kadın askerler” vs diyecek “faydalı olağan aptallar” olacaktır. Eğer bunun geçici ve yanıltıcı bir sessizlik ve huzur olacağına inanıyorsak o halde ne
yapmalıyız PYD’nin gerçek yüzünü kusması için?
Türkiye kendisine karşı aktif silahlı eylemlere katılmış PYD üniformalı
PKK’lıları isim isim ayrıntısıyla biliyor mu? Türkiye’nin elinde kaç PYD’linin
kaydı var? Bu kayıtla ne kadar ayrıntılı? Bu teröristlerin database’i ne kadar
özenli tutuluyor, ne kadar güncel, ayrıntılı, kullanışlı ve analitik? Ne kadar
sık kullanılıyor? MİT PKK-PYD ilişkisini somut olarak dokümante edemiyorsa ne
için var diye sorası geliyor insanın. Kadro, doktrin, amaç, lider, strateji,
kumanda sistemindeki benzerlik ve hatta birliği, aradaki haberleşmelere
dayanarak kanıtlamak ve ABD’nin ve dünyanın önüne koymak ve bunu gecikmeden yapmak gerekiyor. Gerçi ABD (zaten halihazırda sahip olması gereken bu istihbaratla yüzleştiğinde bile pişkinliğe vurarak, “haklı olabilirsin, ama napalım bu işler böyle, bu arkadaşlara ihtiyacım var, alış bu duruma” diyebilir.
Hatta neredeyse kesinlikle böyle diyecektir. PKK-PYD ilişkisi kanıtlanıp ABD
önce utandırılıp sonra bunlarla iş tutmaktan vazgeçirilmeye mi çalışılmalı,
yoksa bu hiç ya da çok denenmemeli mi? ABD PYD’den vazgeçebilir mi?
Vazgeçmeyecekse ilişkileri germeye değer mi? ABD’yi bu konuda zorlamamanın onu PYD’den tamamen vazgeçirmesi değilse bile ona telkinde bulunmaya ve onun davranışlarını sınırlamaya zorlaması ve desteğini sınırlaması gibi faydaları
olabilir. Geçen yazıda söylediğimiz gibi bu aşamada ABD’yi -o da bir parça-
suçlu hissettirmekten fazla şeyler ummak doğru olmayabilir.
Bu arada, Türkiye’de bazılarının sandığı gibi, IŞİD’e karşı Türkiye’nin gönülsüz
ve sınırlı da olsa desteği PYD’nin sağladığından daha önemli mi gerçekten ABD
için? Bundan emin olmayalım. Kaldı ki, artık Türkiye IŞİD’e karşı aktif
mücadeleye katıldıktan ve İncirlik’i operasyonlara açtıktan sonra kolay kolay
burada geri adım atamaz. Ama ABD dolaylı ve imalı olarak da olsa şunu diyebilir:
“PYD yerine seni seçmemi istiyorsan onun ‘yerde’ yaptığını yapabilmen lazım. Yok bunu bana veremiyorsan o zaman kusura bakma ben PYD ile ilişkimi devam
ettiririm. En fazla İncirlik karşılığında bunun ölçek ve alanını sınırlayabilirim. O da benle çok sıkı pazarlık yaparsan. Gevşek olursan onu da unut.”
Bir de şu soruyu soralım ki peşin hükümlü olduğumuz, değişime ve umuda tamamen kapalı olduğumuz düşünülmesin: PYD PKK’dan esasta, kalıcı ve müspet şekilde farklılaşabilir mi? Bu ne olursa mümkün olabilir? Bunu en etkili nasıl talep, teşvik ve tespit edebiliriz? PYD PKK geçmişinden sıyrılabilir ve artık PKK’lı değil gibi düşünüp hareket edebilir mi? Daha ileri gidelim, PKK’nın kendisinin şimdi PYD’nin olduğu iddia edilen türden “cici” bir şekle bürünmesi mümkün olabilir mi? Son hafta içinde yaşanan olayların gösterdiği ise bunun çok düşük ihtimal olmasının yanında zaten PKK’nın kendisi tarafından da istenmediğidir.
Şu aşamada PYD konusunu kabullenmek ve zamana bırakmak dışında bir yol yok gibi düşünülebilir. PYD rahat mı bırakılmalı? Peki rahat bırakmanın parametreleri ve kuralları ne olacak? Türkiye PYD’ye aşılmasına kesinlikle tahammül göstermeyeceği açık bazı çizgiler çizmeli, hem coğrafi hem aktvite hem de söylem olarak. Bunlar aşıldığında da ABD dahil hiçbir gücün PYD’nin hem de orantısız sertlikte cezalandırılacağını engelleyemeyeceği bilinmeli. PYD konusunda sürekli iddia, talep, uyarı, sınırlama, ceza ve mühlet verme gibi yollarla uyanık, ihtiyatlı, tetikte, aktif ve talepkar olmak mümkün ve gerekli. PYD’nin Türkiye’ye karşı dokunulmazlığı de fakto, de jure ve hatta zımnen dahi olmamalı. PYD tarafından Türkiye’ye yapılabilecek en ufak saldırının çok sert karşılık bulacağı açık olmalı. PYD’nin ilerleyen askeri kapasitesine yönelik operasyonlar yapılmalı. Hatta bazen sırf Türkiye’nin caydırıcılığını periyodik bakıma almak için ve rakibi çaresiz hissettirmek için kaprisli olunmalı ve “incir çekirdeğini doldurmayacak bahanelerle” kaprisli bir şekilde PYD vurulmalı ve ABD’nin varlığına rağmen burada patronun kim olduğu hatırlatılmalı.
Gerçi bu tür önerilerin Türk karar alıcılar tarafından uygulanmayı bırakın
anlaşılabileceğinden bile umutlu değiliz.
Düşmanı çaresiz bırakma, tüm umutlarını tüketme amaçlı bu tür adımlar kendileri için fazla riskli, anlamsız ve gereksiz bulunacaktır.
Uzman Hakkında
Şanlı Bahadır Koç
Amerika Araştırmaları Merkezi
ajp1914@yahoo.com
Uzmanın Diğer Yazıları
Türkiye PKK ve PYD’ye Ne Yapmalı?
Kuzey Suriye’de İmarlı Kelepir Kantonlar: PYD ile Modus Vivendi Nasıl Olmalı?
Türkiye-İran-Suudi Arabistan Üçgeninde Rekabet ve İşbirliği
PKK’yla Silahlı Mücadele ve “Süreç”: Zorunlu Hareketler, Artistik Hareketler
Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan
Stratejik Dehlizlerde Derinlik Sarhoşluğu: Bir AKP Dış Politikası Eleştirisi
Ukrayna Krizi: ABD Hegemonyasının Sonunun Başlangıcının Sonu?
ABD’nin Orta Doğu’dan “Doğum İzni”
Bin Ladin’in Öldürülmesi Üzerine 15 Kısa Not
Türkiye Beşar’a Ne Demeli? Suriye'de “52 Cuma” Reformsuz Geçmez
Amerika-Sonrası Dünyanın İlk Krizi: Libya
Türkiye Libya’da Ne Yapmalı?
Bahreyn’e Suudi Müdahalesi
“Demokratikleştiremediklerimizden misiniz?”: Orta Doğu’daki Değişim Dalgasının
Neden, Şekil ve Olası Sonuçları
Enerji ve Güvenliği Üzerine Notlar
Arşivden - Ermeni Tasarısına Karşılık ABD’ye Niye ve Nasıl Sert Karşılık
Vermeli?
Çay Partisi: "İki Ucu Keskin Kılıç"
Ara Seçimlerin ABD Dış Siyasetine Muhtemel Etkileri
Füze Savunması Üzerine 20 Soru ve 5 Seçenek
Obama Ekibinde Yaprak Dökümü - Beyaz Saray’dan Kaçış mı?
Alon Liel: "Erdoğan Kürt Devletine (Eyaletine) Hazır"
Mullen’ın Ankara Ziyareti
Financial Times Haberinin Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Düşündürttükleri
Bay Netanyahu Washington’a Gitti: Böyle mi Olacaktı, Obama?
Rus Casusluk Olayı: "John Le Carre mi, Austin Powers mı?"
“Mahalleye Hoş Geldin”:Türkiye’nin Orta Doğu’da İlk Günü - Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ
Nükleer Takas: Müttefiklerimiz Yenildiği İçin Biz de Yenik mi Sayılacağız?
İSRAİL-ABD GERİLİMİNİN ESAS NEDENİ “İRAN MESELESİ” Mİ?
ABD Irak’tan Çekilirken Riskler ve Hesaplar
OBAMA ORTA DOĞU BARIŞI KONUSUNDA ŞEREFLİ MAĞLUBİYETTEN FAZLASINI İSTİYORSA
Obama’nın Nükleer Cazibe Taarruzu: Bardağın Üçte Biri Dolu
ABD-İsrail İlişkilerinde “Tektonik Kayma” mı?
Orta Doğu Barış Süreci ve ABD: “Yanlış Giden Neydi?”
Irak Seçimleri: Sonun Başlangıcı, Başlangıcın Sonu
ERMENİ KARAR TASARISI ÜZERİNE NOTLAR, YORUMLAR VE ÖNERİLER
Ahlatlıbel Mah. 1830. Sokak No:39 İncek/Çankaya ANKARA canlı tv
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta:
bilgi@21yyte.org
***