Sürgünler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sürgünler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Aralık 2018 Pazartesi

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 10

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri,  BÖLÜM 10


ABDULLAH YILMAZ'İN MEKTUBU (1)

Ankara, 14 Kasım 1966

Muhterem Yarbayım,

Zatıalinizin bugün Akşam gazetesinde, karakter Ölçüsü her zaman tartışılabilen
çürümüş bir paşanın, 22 Şubat olayları üstüne yaptığı açıklamaya karşı cevap
yayımlamıştır. Doğruluğu apaçık bu cevabi yazınızdaki olayları çocuk yaşta yaşadım.
Kuşku yok ki politikacı tiplerini ve çürümüş yaşlı asker zihniyetini en iyi
yansıtmışsınız.

Ama ben bu satırları gerçek Atatürkçülüğün ne olduğunu açık kapı bırakmadan
anlattığınız için yazıyorum. Ve ben zaman olduğu üzere saygılarımın kabulünü
diliyorum.

Muhterem yarbayım, Atatürkçülük artık 1966'Iarda kalın çizgilerle ortadadır. Siz bunu, kendinize has ölçü içinde, yine kalın çizgilerle yazdınız, kamuoyuna duyurdunuz.
Anti-emperyalizmi, iktisadi yapıdaki değişikliğin gereğini, din sömürgenliğini ve
düzenin bozuk olduğunu ağza alamayan, ağır sayılabilecek vartalar atlatan Atatürkçü geçinenlerimiz var aramızda. Bu gardrop Atatürkçüleri, hiç bir zaman devrimci olamamış ve abesin savunucuları olmuşlardır. Aydemir'in hatıratı arasında "Kemalizm doktrininin" yorumu, bu tip insanların gayretkeşliği ile yayımlanmamıştır.
Bu konuda İstanbul'dan bir arkadaşım -doğruysa- aydınlatıcı bilgiler vermiştir bana mektubuyla. Aman bize aşın damgası vurulmasın
1. O dönemde yazdıklarım gerçekte, 27 Mayıs 1960, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 olayları nedeniyle TSK'dan tasfiye edilmiş binlerce genç subay ve Harp Okulu öğrencisini ilgilendirmesine karşın sadece değerli bir genç subay olan Abdullah Yılmaz duygulandığım yazılı olarak açıklamak cesaretini gösterebilmiş tir. Çünkü o dönemde 6 emniyet görevlisi tarafından izleniyordum ve mektuplarını kontrol ediliyordu...
kuşkusu sarmış bünyelerimizi. Türkiye gerçeği, bu arada katakulli yollarla
savsaklanmak eğilimine gidilmiştır. Zatıaliniz, bu tür sömürmeleri Önleyici
önemlisiniz dir.
1966'da artık iyice anlaşılan, Türkiye'nin vardığı berbat çizgidir. Statükocu
şampiyonlarının, çıkmaya felah yolu bulacak en ufak eğilimleri görülmemektedir.
Devrimciler burada çıplak gerçeği ifade edemiyorsa, durumu daha da karanlıklasın Devrimci, her zaman en önde ve en ilerde sayıldığına göre...
Davasına her zaman bağlı bir genç insan olarak, büyüklerimizden böyle gerçeğe dair ilerici bilimsel atılımları derin saygıyla karşılıyorum. Karınca kaderince yararlılığım dokunursa, onu yapmaya çalışmakla şeref duyarım.
Muhterem yarbayım, başarılar temenni eder, derin saygılarımın kabulünü bilhassa istirham ediyorum. (2)

Abdullah Yılmaz"

Adres:
Simel Limited Sirkeli
ZiyaGökalp Cad. No.: 19
Yıldızhan Kat:5 Personel Servisi
YENİŞEHİR-ANKARA
Y.n.: Abdullah Yılmaz, halen Londra'da yaşamakladır.

2. Abdullah Yılmaz'ın duyarlılığını yansıtan bu mektubunu 22 Şubat 1967 günü yanıtladım.

İHTİLALCİLER ARASINDA BİR GAZETECİ (BEDİİ FAİK'İN KİTABI-1967-)(1)

Paltomun içinde büzülerek, insanın nefesim kesen tipi altında, Merkez
Kumandanlığı'nın kapısına geldiğim zaman, motoru çalışır vaziyette ve arka kapısı ardına kadar açık siyah bir otomobilden Selçuk Atakan'ın gür sesi geldi:
- Atla..atla..çabuk!
Karanlıkta sadece sesi vardı. Ve biner binmez tipiye dalan otomobilde az sonra
arabayı kullanan erden gayrı üç kişi olduğumuzu fark ettim. Albay Selçuk, dizi üzerine çektiği battaniyenin bir ucunu da bana uzatırken, önde şoförün yanında dimdik oturan arkadaşını tanıttı:
— Kurmay Yarbay Talat Turhan.
—Tabii biliyorsun, Talat Turhan Milli Savunma Bakanının emir subayıdır. (2)
Talat Turhan'la el sıkıştık ve az sonra gördüm ki, o da gittikçe artmakta olan ordu içi gerginliklerden azap duyanlar arasındadır. O da had dereceye varmak üzere olduğunu gördüğü bölünmelerden yakınmakta ve Ordunun parçalara ayrılmasındaki tehlikeyi belirtmekteydi. Az önce doğru Selçuk Atakan'a gelmiş ve:
—En kötü durumdasınız, çünkü kararsızsınız. Bir karara varın ve durumu aydınlatın.

Ama unutmamalı ki, İsmet Paşa ve etrafındakiler yekpare bir ordu kütlesini
mütemadiyen bölerek, bizi birbirimize vurdurmaya kadar işi vardırabileceklerdir, size, bize, hepimize düşen her şeyden önce bunu önlemek, bu ayrılıkları kaldırmaktır!., demişti.
Atakan, bunun üzerine benim de Ankara'da okluğumu ve şimdi kendisine geleceğimi bildirerek bütün bunları birlikte konuşmamızı daha uygun görerek, şu tipi altında semtlerini büsbütün şaşırıp karıştırdığım Ankara'yı otomobille dolaşmak yolunu seçmişti.
Talat Turhan'ı da ilk defa tanıyordum. Ama onun en çok ordu içi bölünmelerden
kaygılandığı ve o sıralarda asıl görevin bu ayrılıkları süratle ortadan kaldırmak
olduğuna inandığı konuşur konuşmaz anlaşılıyordu. (1)

Atakan'a:

—Şimdi Avni Doğan beyle konuştum. Üzerinizdeki tazyikin, bunu yapanlar tarafından bir sonuç alınmadan kalkacağın: sanmıyor. Bilakis Hava Kuvvetleri'nden bir kısmıyla. İnönü'nün bugünlük en yakınlarından olan Turhan Feyzioğlu ve arkadaşlarının, şu sıralarda hâlâ toplantı halinde bulunmalarrıa bakılırsa, bu tazyikin bilhassa bu gece büsbütün artacağına inanmak kolaylaşır zannederim.

Albay Selçuk, Talat Turhan'a dönerek:

—Gördün mü? dedi, Havacıların bir koluyla mütemadiyen bizi zorlamaktadırlar, ama böyle bir zorlanmaya bizim dayandığımız kadar, o zorlamanın ortadan kalkmasına da çalışmak lazım geldiğini düşünen yok. Sanki sadece bizim dayanma gücümüzü ölçmeye kalkışmışlardır.
Talat Turhan fevkalade üzgün bir sesle, bana dönerek:
- Bu nifakçılık bitmezse, Ordu içi bölünmeler çok uzayabilir, yazık, dedi.
Selçuk Atakan'a sordum:
—Bana öyle geliyor ki, ilk tedbir olarak sizleri yerlerinizden koparıp almayı
deneyeceklerdir. O takdirde ne yapacaksınız?
Karanlıkta yüzünü pek iyi göremiyordum ama, susmasından, bir bildiğim olup
olmadığını daha iyi anlayabilmek için yüzümü seçmeye çalıştığını fark ediyordum. Bir süre sonra:
—Evet dedi, denemeleri mümkündür ama. bunun artık bütün bağlan kopana ve bütün namus sözlerini yerle bir edici pek açık bir manası olur ki, (4) o takdirde varılacak bir karan benim şimdiden bilmem
mümkün değildir. Böyle bir karar ancak hep birlikte verilebilir. Talat Turhan'la adeta bir ağızdan:
—inşallah buna lüzum kalmaz demiştik ama, işin oraya dayanmasının ne kadar
pamuk ipliğine bağlı bir halde durduğunu görmemek de gerçekten güçtü.
Selçuk Atakan:
—Şimdi dedi senden ricamız şu, İstanbul'a varır varmaz, burada sarılı olduğumuz müşkülat çemberini arkadaşlara anlat. Bilsinler ki, zorlayan değil zorlanan bizleriz.
Lütfen, Mucip Ataklı ile Haydar Tunçkanat'ın resmi elbiselerini giyerek, (5) Halim
Menteş ve Feyzi Arsın'la birlikte Hava Kuvvetleri karargâhında olduklarını,
Genelkurmay Başkanı'na bir hareketin başlamak üzere olduğu haberinin ısrarla
iletildiğini, Meclis'teki Muhafız Birliği'ne havacılar tarafından alarm emri verildiğini anlat ve bütün bunlara rağmen henüz tahammül gücümüzü tüketmediğimizi de söyle...
Kolunu tutarak:
—Tanrı sabrınızı arttırsın dedim, bildiklerimin ve gördüklerimin hepsini söyleyeceğim.
(6) İnşallah bütün bunlar bir kabus gibi gelip geçecek ve ilerde sadece boşuna
endişelenmiş insanlar olarak hepsini hatırlayıp güleceğiz.
Düğüm Noktası İsmet Paşa'da Talat Turhan:
—Evet dedi, herkes tehlikeleri görüp bunları önlemek hususundan üzerine düşeni
yapsa ve bir takım hırslı tahrikçilikleri bırakırsa. yavaş yavaş iyilik emareleri başlar ama...
—Bence dedim, meselenin düğüm noktası İsmet Paşa'dadır. Ordu içinde karacı havacı gibi bir ayrılığın yaratacağı tehlikeleri, açacağı yaraları, İsmet Paşa'nın iyi
bilmesi kadar tabii bir şey olamaz. Bana öyle geliyor ki, ya durum bütün vahametiyle ona gösterilmemektedir, yahut da kendisi kavrayamadığımız bir hesabın içindedir. İnönü gibi tecrübeli bir adamın, bugün kendisini destekler durumda

Kendisinden Ankara'da gözlemlediği havayı yansıtması isteniliyor.
görünenlerin yarın pekala karşı bir güç teşkil edebileceklerini hiç değilse bir üstünlük duygusu içinde yanlışlıklar, haksızlıklar yapabileceklerini ve bu sefer onlara karşı da yepyeni bir grup teşekkül ederek bunun sürüp gideceğini düşünemez olması akim kolay alacağı işlerden değildir. (7)

Ve birden Talat Turhan'a sordum:

— İlhami Sancar(8) acaba ne düşünüyor?
— Şu anda ben de onu düşünüyorum, dedi. Bunun üzerine Atakan ona dönerek:
—Galiba senin oraya yaklaşıyoruz dedi, bütün bunları ağa'na olduğu gibi
anlatmalısın, paşasıyla konuşsun ve her şeyden Önce ne yaparlarsa yapsınlar şu
bölünmeyi önlesinler.
Bir iki dakika sonra, karanlıklar içinde yükselen bir binanın önünde karları savurarak güçlükle duran arabadan atlarken. Talat Turhan dostça bağırıyordu:
— Allah memleketi korusun.
Araba beni yoluma yetiştirmek üzere Ankara Palas'a dönerken Talat Turhan yaveri olduğu Milli Savunma Bakanı İlhami Sancar'ın huzuruna varmıştı bile. Bakan sırtında yünlü bir ropdöşambr olduğu halde karşıladığı yarbayın:
—Beyefendi buraya yanınızda görevli bir subay olarak değil, bir küçük kardeşiniz
olarak geldim. Bizi birbirimize vurdurtmak istiyorlar, bilhassa Hava Kuvvetlerine nifak sokanlara dikkat ediniz, bu adamlar yekpare bir kütleyi bölmekte ve orduyu birbirine kırdırtmak istemektedirler. Allah aşkına bunu enleyiniz.
Deyişini dikkatle dinlemiş ve derhal hazırlanarak, hiç vakit kaybetmeden durumu
bildirmek üzere İsmet Paşa'nın evine koşmuştu.

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1. Aktarılan bu konuşma 21-22 Şubat 1962 gecesi yapılmıştır.
2. Özel Kalem Müdürlüğü görevin deydim.
3. Tüm bu girişimlerimize karşın ertesi gece (22/23 Şubat 1962) Kara Kuvvetlerim ile Hava Kuvvetleri karşı karşıya getirilmiş iktidar bu dehşet dengesi üzerinde yaşamını sürdürebilmişti.
4. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay, dönemin kudretli albaylarına hiçbir zarar verilmeyeceğine dair namus sözü vermişti...
5. O tarihte bu iki kişi Tabii Senatördü.
6. Bedii Faik'in 9 Şubat 1962 tarihli protokole imza koyan İstanbul'daki komutanlarla da ilişkisi vardı.
7. Nitekim zamanla Hava Kuvveti erinden 11 Subay tasfiye edildi.
8. Milli Savunma Bakanı.


11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

2 Aralık 2018 Pazar

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 9

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri,  BÖLÜM 9



"Ben Ankara Etimesgut'ta 12'nci Hava Ulaştırma\Üssünde görevli Hv. Uçucu
Seyrüseferci Yzb. rütbesinde bulunmaktaydım.
"Bahis konusu bu askeri silah ve malzemeler üssümüzdeki C-47 Dakota uçakları ile Lübnan'ın Beyrut üssüne taşındı.
"Uçaklarımız Etimesgut'ta yüklenirken, ilk sortilerde Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu nezaret ediyordu. Ve kararı halktan gizlemek için geceleri uçuyorduk. Mart ayının kötü hava şartlarında ve korsan uçuş olarak görev yapıyorduk.
"Her uçak iki ton kadar yükü ile Beyrut hava alanına iniyor, yükümüzü Lübnanlılar boşaltırken ve yakıt ikmâli alırken. Türk düşmanı Ermenilerin sabotajı için uçak başından ayrılmıyorduk.
''1958'deki bu savaşta, egemen güçler tarafından Lübnan halkı zaman zaman bu
durumlara düşürülüyordu. Demokrat Parti hükümetleri kendisini milliyetçi ve
muhafazakâr, hatta mukaddesatçı olarak millete takdim ettiği halde nasıl oluyor da Müslümanların öldürülmesi için Hıristiyanlara silah veriyordu?"
Sorumu yineliyorum. Demokrat Parti iktidarı Müslüman mıydı?
Kitabımın "Giriş" bölümünde başlangıçta küreselleşmenin gizli örgütlerinden,
yandaşlarından söz ettim. Emperyalist hıyanet ağını oluşturan örgütler sayılmakla bitmez. Bu dönemde NGO'ların kum gibi çoğalması nasıl açıklanabilir? "Küresel Soygunu" göz ardı ederseniz; her türlü örgütü kurabilir, istediğinizi yapabilirsiniz. Hem de dünya çapında örgütlen örgüte akçalı ilişkilerden pay da alabilirsiniz. Bunu başaramazsanız Örgütler arası toplantılara çağrılıp bedava turistik gezi seçeneğinden yararlanabilirsiniz...
Bu bölümde 27 Mayıs 1960'tan itibaren yaşamımdan kesitler vermeye çalıştım ki, uğraşlarımın değerlendirilmesi kolaylaşsın, kitapta yer alan yazılar arasında bağ kurabilsin.

27 Mayıs'ı gerçekleştiren güçler, 141er, 22 Şubatçılar, 11'ler, Genç Kemalistler, 21 Mayısçılar, boykot ve işgalle üniversite ve tüm eğitim sorunun düzeltilmesini isleyen öğrenciler, kendisi için sınıf olma mücadelesi veren bilinçli işçiler, inançları uğruna sokaklarda kurşunlanan gençler, mütegallibenin toprağım işgal eden yoksul köylüler, yargıçlar, boykottaki polis öğrencileri, iktidara alet polisin kurşununu yiyen emekçiler, bütün yurtta boykot eylemini yürüten öğretmenler, direnen memurlar, aydınlar, yazarlar, "dokuzlar" ve bu güçlerin düşün ve eylem çizgisinde olan bütün vatandaşlar, gerçekte bilinçli ya da bilinçsiz "İkinci Kurtuluş Savaşı"nın birer eri olarak görevlerini yapıyorlar...
Kitabın son bölümüne tarihsel bir sürece damgasını vuran belgeleri ekledim ki
gerektiğinde başvurulsun. Bu belgelerin bile tek başına ülkemizde demokrasinin
yerleşmediğini kanıtlamaya yeterli olduğunu sanırım...
Aydın olabilmek çabası içinde, tanığı ve sanığı olduğum süreçte gerek eylem gerekse düşünce bağlamında katılımcı olmayı bir misyon olarak algıladım.
Okuyucularıma yararlı olabilirsem mutlu olacağım...

Talat Turhan
Kuzguncuk, 30 Nisan 2001


SİLAHLI KUVVETLER BİRLİĞİ VE 21 MAYIS*

Türkiye'de yıllar yılı cunta hareketlerinin bil memesinde, bütün ordu tarihiyle birlikte 27 Mayıs'ın da özel bir önemi vardır. 27 Mayıs'tan sonra, yönetimi sivillere devretmemek ten yana olan 14'lerin tasfiyesinin hemen ardından. "Silahlı Kuvvetler Birliği" kurulmuş ve fosa zamanda asıl gücü eline geçirmişti. Şubat ve Mayıs girişimlerinde, bu yarı gizli örgütün üyeleri etkindi. Aydemir'in asılmasından sonra, hukukta yeri olmayan bir ayrım pratikte yerleşti. Ordu müdahalesi emir-komuta zinciri içinde gerçekleşirse "cunta" olmaz. 12 Mart'ta bu ayrımın nasıl etkili olduğunu birçok yerde, ama en net biçimiyle Celil Gürkan'ın Cumhuriyet gazetesine anlattığı anılarda görüyoruz. 60-70 arasının çalkantılarım, hemen hemen hepsine taraf olmuş, su anda cunta etkinliğini eleştiren ve böylece kendi eleştirisini veren emekli yarbay Talat Turhan'ın ağzından sunuyoruz..

Yeni Gündem: Silahlı Kuvvetler Birliği nasıl kuruldu?

Talat Turhan: Şimdi efendim, şöyle söyleyebiliriz Milli Birlik Komitesi Slh. K.'ler adına ordunun vekili olarak 27 Mayıs'ta iktidara e! koydu. Ama Komite kendi arasında parçalandığı andan itibaren, bir anlamda yasallığını yitirmiş oldu. Ve olası yeni bölünmelerin de ortamı hazırlandı. O zaman genel bir kanı doğdu. MBK üyelerinde bu durumda 'vekalet görevini yapamıyor, asiller işe sahip olsun' kanısı yerleşmeye başladı. Genelde şöyle düşünülebilir: Mîllî Birlik Komitesi üyesi olması gereken kişiler yanında, bu nitelikten yoksun kişiler çoğunlukta idi. Bu oluşum bir anlamda Silahlı Kuvvetler Birliği Örgütü'nün kurulmasını kolaylaştırdı. Burada kişisel
* Y.n.: - Dili düzeltilerek sadeleştirilmiş ve yeniden düzenlenmiştir.
-Yeni Gündem dergisinin 15–28 Kasım 1585 günlü sayısında yapılan söyleşi.
ihtirasların rolü düşünülebilir. Yukarıdan aşağı bir oluşum değil, ama aşağıdan yukarı bir oluşum. O zaman MBK'da kalan 23'ler bu oluşumun farkına varıyorlar ve bu oluşumun zaman içinde kendi aleyhlerinde sonuçlanacağını anladıklarında teyakkuza geçiyorlar. Silahlı Kuvvetler Birliği 6 Haziran 1961'e kadar Hv. K. K. Orgeneral İrfan Tansat'e ulaşmış ve Tansel'i örgüte almıştı. Karşıdaki güçler ve MBK, eğer Silahlı Kuvvetler Birliği örgütünün tepesindeki adamı budarsak, örgütü dağıtmamız kolaylaşır anlayışıyla Tansel'i Washington'a tayin ediyorlar ve gerekli kararname de çıkıyor. Cumhurbaşkanı da Cemal Gürsel. Bu olay üzerine Silahlı Kuvvetler Birliği bir ültimatom veriyor Cumhurbaşkanı'na. Aslında bu kararı alanlar legaliteyi temsil ediyorlar, karşı taraf illegal. Bu kararı alan İşgal güçlere karşı SKB örgütü altı maddelik ültimatom veriyor: Buna İmza koyan Milli Savunma Bakanı' ve buna karşı çıkan Kara Kuvvetleri Komutam1 emekliye sevk edilecek. Bu olacak, şu olacak şeklinde. O arada jetler Çankaya'yı ütülüyor, bütün herkes tükürdüğünü yalıyor ve Silahlı Kuvvetler Birliği fiilen sahneye çıkıyor. Ve böylece Silahlı Kuvvetler Birliği gizli örgülü legaliteyi teslim aldığı andan itibaren iktidar, illegaliteyi temsil eden Silahlı Kuvvetler Birliği'ne geçiyor. Neden o zaman MBK'yi dağılıp da SBK'nın iktidara oturmadığı sorulabilir? Bunu anlamak mümkün değil "Nikah birinin üzerinde, bacakları başkasının üzerinde". Belki de dış dünyaya karşı öyle darbe üzerine darbe görüntüsü vermemek için böyle arkada kalıp öndekileri gütmeyi yeğlediler.

Y.G.: Her rütbeden adam var mıydı?

T.T.: Yarbaydan aşağısı yok. Bütün generaller örgütün içinde... Ve bu arada tabii
Org. Cevdet Sunay giriyor devreye. Bakıyor, çok önemli bir güç, kendini emniyete almak için SKB örgütüne üye oluyor."'
1.Emekli Orgeneral Muzaffer Alankuş ültimatom sonucu emekliye ayrıldı,
2.Korgeneral Celal Alkoç ültimatom sonucu emekliye ayrıldı.
3.Oysaki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay SKB Gizli Örgütü'nün Tansel olayı nedeniyle vermiş olduğu ültimatomun muhataplarından biriydi, İrfan Tansel'in Washington'a atama kararnamesine imza koyan da Sunay. Ültimatomu kabullenip K.K.K, Korgeneral Celal Alkoç'un emeklilik kararnamesine imza koyan da yine Sunay...
Genelkurmay Başkanlığı düzeyinde yaşanan bu tarihi çelişkiyi göz ardı edip, bu kişinin güce boyun eğme niteliğini herkes kullanmakta sakınca görmedi... AP ve Demirel desteğiyle Cumhurbaşkanı bile yapılan Sunay, 12 Mart 1971 günü Demirel'i Başbakanlıktan alacağı eder muhtıra verildiği gün çaresizdi...

Y.G.: Başına da geçiyor...

T.T.: Evet. Bu sırada Genelkurmay Başkanı çıkarını gayet iyi hesap eden bir adam gerçekte. Bir yerlerde kalmasını bilmek kolay değil Türkiye'nin o günkü koşullarında.
Genelkurmay Başkanı bu Örgütün prensiplerini yaysın dedik. Resmen, yazılı olarak yaydı. O anda gizli örgütten de bahsedilemez artık; Silahlı Kuvvetler'e Genelkurmay Başkanı 'nın emriyle mal olmuş benzeri bulunmayan bir Örgütlenme...
Bu arada seçimler oldu. Seçimler sonucunda, İstanbul'da bulunan komitenin başında Gn. Faruk Gürler(4) ile yirmi-otuz general, albay protokol imzaladılar. Bu yapıdaki bir meclisin 27 Mayıs felsefesine, 27 Mayıs Anayasasına sahip çıkamayacağını karara bağlayıp, seçimleri geçersiz sayıp TBMM'nin açılmasını önleme karan aldılar.
Protokol imzalandı. Örneğin Battır 21 Ekim protokolü için İstanbul'a çağrıldığını, ama gitmediğini söylüyor. Zaten bu örgüte üye olmadığım, ama toplantılarına katıldığını belirtmiş. Oysa üye olunmadan bir gizli Örgüt toplantısına katılmak olanaksızdır.
Ayrıca İstanbul'daki protokolün koşutu Mürted Protokolü'nde İmzası var. Demek ki demokrat görünmeyi bugün için daha yararlı görüyor.
Neyse, bu sırada İsmet Pasa araya girdi. Çankaya'da bir toplantı yapıldı; generallerle politikacılar dört madde üzerine pazarlığa oturdular...
Y.G.: Bu sizin Uğur Mumcu'yla konuşmanızda saydığınız maddeler mi?
T.T.: Evet. Yalnız orada bu olayı anlatmadım, maddeleri saydım. Pazarlık sonucu
generaller geriledi, TBMM açıldı. Şimdi sorun 4. Tuğa. Faruk Gurlar Silahlı Kuvvetler Bitliği Gizli Örgütü'nün başkanlığını yapmış, İstanbul'dan
kaynaklanan ültimatom ve müdahale protokollerine öncülük etmiş, Ankara'daki örgüt üyeleri bu girişimleri ciddiye almış ancak İstanbul Grubu sonra yan çizmiştir. Örneğin: İstanbul Grubu'nun 9 Şubat 1962 günlü protokolü olmasaydı, Kur, Alb Talat Aydemir 22 Şubat 1962'de başkaldırın azdı.
Faruk Gürler'in ürkek ve ikircikli tavrı sonunu hazırlamış ve de Bomba Davası'nda Marksist-Leninist bir cuntanın başkanı olarak iddianameyle sanık ilan edilmiştir...
5. Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur'un "Anılar ve Görüşler" adlı kitabında yer alan ve gerçeği yansıtmayan bu açıklamayı "Silahlı Kuvvetler Birliği Gizli Örgülü ve Muhsin Batur" ballıklı yazı ile yanıtladım- Bu yazıyı kitapta bulacaksınız. şu: TSK ile politikacılar anlaşmışlar, karşı taraf anlaşmayı bozarsa protokolde imzası bulunan komutanlar imzasına sahip çıkar. Ben protokolde yer alan ilkelere sahip çıktım. Generallerin imzalarının arkasında durmaması T. Slh. K.lerinde daha sonraki dalgalanmalara neden oldu.
TBMM açılınca generaller Sunay'a doğru kaymaya başladılar. Albaylar da, Aydemir'e doğru, Generaller "Silahlı Kuvvetler Birliği"ni bitmiş saydı, Albaylar sürdüğünü kabul etti. Üç ay sonra, 19 Ocak 1962'de ortak bir toplantı yapıldı. (6) Bu toplantıdan Sunay,
"Ben, Silahlı Kuvvetler'in İsmet Paşa'nın emrinde olduğunu söylemeye gidiyorum."
diyerek ayrıldı. Yirmi gün sonra İstanbul SKB Örgütü İhtilâl kararı aldı. Başlarında da Gn. Faruk Gürler var. Bu karar alınmasa 22 Şubat'ta Kur. Alb. Talat Aydemir ortaya atılmazdı.' Ama İstanbul SKB Örgütü geri çekildi Aydemir açıkta kaldı.
Gürler'in karakterini bildiğim için, Gn. Celil Gürkan(7) Ankara'ya atandığında Gürler konusunda kendisini bilgilendirdim. Başka memlekette adamı ipe çekerler, burada yalnız emekli ediyorlar. Onun için burası darbeci cenneti. 22 Şubat'ta ben de emekli listesine alınmıştım. Ama Milli Savunma Bakanı İlhami Sancar, beni korumuş.
Afyon'a sürdüler. Gn. Memduh Tağmaç da arkama ajanlarım koydu. Gene de
Afyon'da çabalarımı sürdürdüm. Bu meyanda Aydemir'le de görüştüm. (8) "Harekete geçmeyin Slh. K.'lerdeki potansiyeli deşarj edersiniz." dedim. İkna edemedim. "Sen merak etme. Orada sen bizim Garp Cephesi Kumandanımızsın" diye yanıtladı. Darbe yapacağını bildiğim İçin, belki etkisi olur diye eşimi Ankara'ya Aydemir'in
6. Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı'ndaki bu toplantıya Ankara'da bulunan tüm generaller ile SKB üyeleri katıldılar. Bu toplantıda ben de vardım...
7. Tümgeneral Celil Gürkan’la 1969–70 yıllarında birlikte olduk, 1970'te Ankara'ya giderken o zaman K.K.K. olan Orgeneral Faruk Gürler'in ikircikli karakteri hakkında kendisini ikaz etliğimi anımsıyorum.
1970–1971 yıllarında. Ankara'daki Cunta sivil İhtilâlcilerle ilişkiyi kesme kararı aldı. Aslında bu karar bir anlamda onların sonunu hazırladı. Bu dönemde Gen. Celil Gürkan’la bir iki temasımız oldu. 12 Mart sağdan geldiği için soldan vurmak isteyen Cuntacılar yargılanmak istendi. Dengeler buna izin vermedi.
Bomba Davası adlı 'vitrin' bir davada 12 Mart'ın sol kanadının hesabım vermek bana düştü. Cuntacılar da benim davada tanıklık yaptılar... Küçük burjuva’nın kaynak tavrı dedikleri bu olsa gerek...
8. 16 Mart 1963 gecesi Ankara'da hareket halinde bir araba içinde gerçekleşen bu buluşmada Em. Kur, Alb. Aydemir'den başka Cevat Kırca (Em. Kur. Alb.) ve Fethi Gürcan (Em. Sv. Bnb), Bahtiyar Yalta (Em. Kur. Bnb'da bulundular.
evine gönderdim. İzmir'e gittim oğlu, Hv. Lisesi öğrencisi Metin Aydemir'i uyardım.
Ama sonuç değişmedi.
O sıra "Genç Kemalistler Ordusu" diye bir bildiri yayınlamaktan gözaltına alınmıştım.
Tam salıverileceğim akşam 21 Mayıs 1963 darbe girişimi oldu. Bunun üzerine beni de Org. Cemal Tural'ın emriyle içeride tuttular. İdam kararları verildiğinde (9) idam hücrelerini dolaşarak arkadaşların mesajlarım alıp ailelerine götürdüm.
9. 5 Eylül 1963 günü 21 Mayıs olayları için mahkeme karar vermişti. Bu kararda idamlar da olduğu için, Talat Aydemir. Fethi Gürcan... idam hücrelerine alınmıştı. Mamak Hapishanesi’nde hava kurşun gibi ağırdı... Bütün hücre ve koğuş kapılan kilitlenmişti. Bu ortamda "Genç Kemalistler Ordusu" davasından İçerde yatım iten ve sekiz kişiye tahliye kararı geldi. Bana izin verdiler. Arkadaşlarımla  görüştüm. Aslında bu 'izin' bana verilmek istenilen bir gözdağı idi...



KARA KUVVETLERİ ESKİ KOMUTANI KORG. CELAL ALKOÇ'UN GAZETECİ BEDİİ FAİK'E YANITI
Dünya, 29 Aralık 1966


Sayın Bedii Faik,

"İhtilalciler arasında bir gazeteci" başlıklı yazılarınızı dikkatle okumaktayım.
20, 21 Aralık 1966 tarihli Dünya gazetesinde, sırf adımdan bahsedildiği için buna ait 
bir iki hususu açıklayacağım. Şöyle ki:
1- 27 Mayısl960 İhtilalinden sonra Orduda, en sorumlu görev almış olanlardan biri 
sıfatıyla yürekten inandığım demokratik düzenin yeniden kurulması ve ordunun 
politika dışına çıkarılması için bütün gücüm ile çalıştım. Bunun aksini hiç kimse ispat 
edemez.
2- Hiç kimse ile, hiç bir şahıs veya zümre aleyhine bir ittifak ve anlaşma yapmadım.
Bahsettiğiniz yirmi havacı subaydan Agasi Şen(1) hariç hiç birini tanımam.
3- İrfan Tansel'in(2) tayinini, her şey olup bittikten sonra ben de, 1 Haziran 1961 günü 
pek çok kimselerle beraber öğrendim. Bu tarihte orduda gizli bir teşkilatın mevcudiyeti 
hakkında, bu teşkilat mensupları dışında kimsenin bilgisi yoktu. Tansel'in bu teşkilatın 
bir mensubu olduğunu sonradan öğrendim. Tansel'in bu gizli teşkilatın bir mensubu 
olduğu için değil, başka sebepten dolayı görevinden alındığım da sonradan 
Öğrendim.
4- Kara Kuvvetleri Kumandanlığına geldikten kısa bir müddet sonra 1961 Nisan ayı 
başlarında, İstanbul ve Ankara'da Subaylar arasında gizli bir yeminleşmenin
yapıldığını haber verdiler. O tarihlerde ihbarlar salgın bir hastalık halindeydi, ben
böyle bir şeye ihtimal vermedim. Çünkü Türk Ordusu 27 Mayıs sabahı, demokratik 
nizamı yeniden kuracağına dair millete şeref sözü vermişti. O tarihten bu yana bunu 
önlemek isteyen engeller bertaraf edilmişti. Kurucu Meclis kurulmuştu. Anayasa 
çıkmak üzereydi. Yeni seçim elle tutulur bir hale gelmişti. Artık bu gidişe mani olmak, 
kimsenin kudreti dahilinde ve haddi değildi.
Nitekim kendilerine, büyük bir kuvvet, kudret ve hamiyet ifade edilen "Silahlı
Kuvvetler Birliği Teşkilatı" mensupları dahi, 21 Ekim 1961

1. Hv. Kur. Alb. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in başyaveri, Mason...
2. Hv. K.K. Orgeneral İrfan Tansel. 
İstanbul, Ekim 1961 Mürted, 9 Şubat 1962 



Balmumcu protokollerine imza ve başlarını 
koymalarına rağmen bu gidişe mani olamamışlardır.
5- "Silahlı Kuvvetler Birliği Teşkilatı"nın varlığını, bu teşkilata girmem hususunda
bana çok büyük şeyler vaad edilerek yapılan teklif üzerine, 3 Haziran 1961 günü
Öğrendim. 
Böyle bir teşkilatın, Orduyu politika batağına büsbütün batıracağına, Ordu disiplininin 
temelinden yıkacağına, Kumandanlık otoritesini, şeref ve haysiyetini ayaklar altına 
alacağına inandığım İçin bu teklifi şiddetle reddettim.
Bütün askerlik hayatımda hiç kimsenin önünde eğilmedim. Hangi şartlar altında
olursa olsun astlarımın önünde eğilmeyi ise, maslahat icabı bir dirayet ve kiyaset
saymayı, benim askerlik anlayışım ve havsalam asla kabul etmedi.
İşte ben bundan dolayı emekli oldum.
Bunu yaptığımdan dolayı asla pişman değilim. Bugün başım yukarıda emekli bir
asker olarak huzur içinde yaşamaktayım.

Saygılarımla.
Celal Alkoç
Kara Kuvvetleri Eski K.


General Celal Alkoç'un Açıklamasına Bedii Faik'in Yanıtı:

Sayın Celal Alkoç'un mektubunda şahsına ait öne sürdüğü noktalara aykırı bir şey 
yazmamış olmama rağmen, göndermek zahmetine katlandığı açıklamaya, teşekkür 
ederim. Tansel olayı sırasında Kara Kuvvetleri Kumandanı bulunan Sayın Alkoç'un 
Agasi Şen dışındaki diğer havacılarla bir ittifak yapması esasen bahis konusu değildi.
Mektubunda da belirttiği gibi O, meselenin prensibine ve dolayısıyla temeline karşı idi 
ve böyle olduğu için de başka düşüncelerle aynı meseleye karşı olanlarla bir 
paralelde gözükmüştür. Bununla bir ittifak arasında karlı dağlar olduğunu ise biraz 
dikkati olanlar bile, hemen görebilirler!..

Bedii Faik

Not:

21 Mayıs 1963 kalkışması başarısızlıkla sonuçlanmış, sabah aydınlığı başlamış
durumdadır. Hv. K. Kom.. Org. îrfan Tansel'in makam odası Emniyet Genel
Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın bulunduğu caddeyi olduğu gibi
görmektedir. Cadde üzerinde Hava K. Komutanlığı Karargah binası yönünde bir
birliğin geldiğini görünce havada bulunan uçakları bizzat bu birlik üzerine
yönlendirerek hiç gerek olmadığı halde ateş ettirir; ateş sonucunda hükümet
kuvvetlerine mensup kişiler de ölür.

Tansel'in bu tavrını anlamak güçtür. Açıklandığı gibi aslında Tansel'i 6 Haziran 1961 
olaylarında kurtaranların başında Talat Aydemir bulunmaktadır. Bitmiş bir olayda 
insan hayatına kasteden bu tavrının hesabı kendisinden ne yazık ki, sorulamamış tır.
Bunun gibi 22 Şubat 1962 gecesinin basın tarafından kahramanı gösterilen bu kişi o 
gece Eskişehir'e sığınmıştır. O geceden kalan kompleksini tatmin için mi kraldan 
ziyade kralcı bir tavırla vatan evlatlarının şehit olmasına sebep olmuştur?


Bu nedenle Tansel'in ilişikteki bu emri, bu bilgiler ışığında değerlendirilmelidir...


10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 8

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 8


Bu kişilerden dördünü hiç tanımıyordum. Bir ay süreyle sorgulanmışlardı. Gelişmeleri bana aktarıyorlardı... Sonuçla isteğimi kendilerine., Alttaki yazıyla..,


T.C.
M. S. B.
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI KARARGÂHI
ANKARA


ACELE 24 Nisan 1963
PR : 7200.63 DİSPMOR 1. Ks.-362

KONU: DİSİPLİN.

1. Orduyu parçalayıcı, Devlet nizamını yıkıcı fikirleri ihtiva eden bir beyannamenin bazı subaylar tarafından dağıtılması üzerine duruma el konularak gerekli adli tahkikata başlanmış ve alâkalı görülenlerin sorgularını müteakip tevkif edilmişlerdir.
Bu subaylar, 22 Şubat 1962 olayından sonra Afyon Batı Menzil Komutanlığına
atanan Kur. Yb. Talat Turhan ile Ulş. Bnb. Ferhan Yırtlaz, Prs. Bnb. İsmet Şahin, Mu, Ütğm. Halil Hatipoğlu ve J. Ütğm. Sedat Özbek'tir.
2. İstanbul'da bazı disiplin dışı hareketlerden dolayı beş deniz subayı da tevkif
edilmiş ve haklarında gerekli adli tahkikat başlamıştır.
3. Büyük ve yekpare Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir kaç subayın bu hareketleri, asıl ordu kitlesinin birlik ve beraberliğini asla sarsamayacağını ve aziz Vatanımızın bekçisi, güven ve istikrar unsuru ordumuzu haleldar etmeyeceğine inancımız tamdır.
Silahlı Kuvvetlere mensup bütün arkadaşlarımın inancını yıkacak her türlü teşebbüs ve davranışın karşısında olduklarına güvenim vardır.
Yıkıcı her türlü teşebbüs ve hareketin nereden ve ne zaman gelirse gelsin en şiddetli kanuni takibata maruz kalacağım bütün ordu mensubu şahısların bilmesini ve komutanların bu hususta çok dikkatli ve hassas bulunmalarını önemle rica ederim.

DAĞITIM:

GEREĞİ BİLGİ İmza
K.K.K M.S.B. CEVDET SUNAY
Dz. K.K. ORGENERAL
Hv. K.K. GENELKURMAY BŞK.
J. Gn. K. Gn. Kur. Mrk. 

Teşkilatına ulaştırdım: "Buradan kurtulmak için istediğiniz kadar bana yüklenebilirsiniz. Ama buradaki dokuz kişinin ona çıkarılmaması koşuluyla..." Amacım Kütahya'daki asıl nüveyi korumaktı, Öyle de oldu... Asımda soruşturmayı yürüten Askeri Savcı Zeki Güngör, sanıkları, "Bizim sizinle işimiz yok, patrondan söz edin kurtulun" diye yönlendirmeye çalışmıştı.

21 Mayıs'ın lider kadrosu uzun süre birbirinden ayrı "ihtilattan men" tutulmuştu. Bu evrede benimle ilgili soruşturma hızlandırıldı. Sonuçta alman ifadelerin tümünde 21 Mayıs Olayı ile ilgimin bulunmadığı, aksine olayın oluşunu engellemek için çaba gösterdiğim ortaya çıktı. Cemal Tural'ın niyeti kursağında kalmıştı. Astığı astık, kestiği kestik korkunç bir baskı rejimi uyguluyordu. Öylesine ki hapishanenin mutfağına kadar karışıyordu. Ispanak yemeği piştiği vakit karavanının dibinde bir parmak çamur tortusu görülürdü. Çünkü komutan(!) sebzelerin yıkanmasını da yasaklamıştı...

Mamak Askeri Ceza ve Tutukevinde 21 Mayıs Olayı sanıklarıyla kalıyorduk. Tural'ın dilekçe verenlere çok kızdığını bildiğim için her gün bir konuda boşluk bulup dilekçe gönderip yasa dışı uygulamaları belgelemek istiyordum. Bu tavrımın O'nu müthiş huzursuz ettiğini bildiğim için bir tür öç alıp keyifleniyordum. Tural, en sonunda patladı. Cezaevi Komutan Yardımcısı P. Bnb. Necdet Erzeren'i yanma çağırıp "bir daha dilekçe kabul etmemesini" emretti. Onurlu bir subay olan Erzeren direndiği için sürüldü. Amasya'nın Carcurum garnizonuna gönderildi. Cezaevi konusunu da burada bırakıyorum... Tural yargıçlara emir verdi: "Ayrı bir dava açın bu adanılan mahkûm edin" diye...

Turgut Sunalp, Memduh Tağmaç, Fahri Özdilek, Cevdet Sunay'dan oluşan
hasımlarıma bir de Cemal Tural eklenmişti. Görünürde hepsi de ağır toptu (!)
Kendilerine şans getiriyordum. Benimle uğraştıkça rütbe ve makamları büyüyordu. Bu kural kullandıkları adanılan için de geçerliydi. Bana karşı adeta bir "sektör" oluşmuştu. Geriye bakıp düşündüğümde bugüne kadar yaşamımı sürdürebilmeyi kendi adıma beceri ve basan olarak değerlendiriyorum.
5 Eylül 1963 günü 21 Mayıs Olayları için mahkeme kararını verip sanıklar ölüm
hücrelerine alındığında Mamak hapishanesinde kurşun gibi bir hava vardı. Tam bu sırada Cezaevi Müdürü Koğuşumuza geldi. Genç Kemalistler Ordusu sanıklarının tahliye kararını tebliğ etli... İki gün sonra sabah saat 10.00'da Sıkıyönetim Komutanlığı As. Savcılığı'nda olmamız isteniliyordu.
Askeri Savcı İskenderun'da tanıştığımız Turgut Akan idi. 2İ Mayıs Olaylarında da
savcıydı. Bize Genç Kemalistler Ordusu iddianamesini (!) tebliğ etti. Benimle baş başa kalmak gereksinimi duydu. Arkasındaki kara tahtada 21 Mayıs kararlarının şematik dökümü vardı. Ne düşündüğümü öğrenmek istiyordu. Topu kendisine attım. Bana "Savcının isteğini aşan kararların nadir olduğunu, 21 Mayıs Olayları Davası kararının bunlardan biri olduğunu" açıkladı. Böylece hakkında "'soruşturmaya mahal olmadığı karan" verildiğini bildiğim bir yapay
davada üç buçuk yıl yargılama süreci başladı... Yekta Güngör Özden, Teoman
Evren, Suphi Artuk ücret almaksızın savunmamızı kabul ettiler. Minnet ve şükran
duygularımı sırası gelmişken yineliyorum. Tam bu sırada bir tayin emri aldıra: "Afyon Askerlik Şubesi nezdinde misafir." Afyon'a gittim. Durumu öğrenmeye çalıştım. "Evimde oturacağımı, Afyon'u terk etmeyeceğimi aydan aya şubeden maaş alacağımı" öğrendim. Aslında gene birileri beni kollamış fam maaş alabilmem için bu formülü bulmuştu. Fakat ben bu onursuzluğu kabul
edemezdim, Sanırım Türkiye'de ilk kez belki de son kez bir kurmay subay -sağlık
nedeni dışında- Askerlik Şubesi'ne atanmıştı. Yasalara göre açığa alınıp yarı maaş almam gerekiyordu... İlgili makamları dilekçe bombardımanına tuttum. Ya açığa alınmamı ya da görevime atanmamı istedim. Bu yasal kavga aylarca sürdü. Afyon'da eski görevime döndüm. Ama defterimin dürüleceğini bile bile inanılması güç bir şevkle işime koyuldum. Tüm yaşamım boyunca çok hızlı, üretken, yapıcı ve yaratıcı, zaman sının tanımayan bir tempoda çalışmayı şiar edindim. Bu tavrım askerliğin sıkı disiplin kurallarına rağmen bana bir ayrıcalık tanınmasına neden oldu, özgürlüğümü son sınırına kadar kullanmaya çalıştım. Bugün geriye baktığımda yaptıklarımdan pişmanlık duymuyorum.

Göreve başladığımda bir sürprizle karşılaştım. Cezaevinde ve Askerlik Şubesi'nde
bulunduğum şiire içinde Batı Menzil Komutanlığı karargâhındaki odam kapalı
tutulmuş ve kapı üzerindeki isim levham sökülmemişti. Hayatınım en mutlu
anlarından birini yasıyordum. Komutan ve mesai arkadaşlarımın Özellikle şube
müdürüm Kur. Alb. Hayrettin Erdoğan'ın bu tutumu askerlikle göze alınacak türden bir risk değildi...
30 Ağustos geliyordu. Tüm bu olumsuz, koşullara karsın olumlu sicil almıştım.
Albaylığa yükselmem gerekiyordu. Bu kadarına hamlarım tahammül edemezdi, Çare arandı; 42 sayılı yasa ile 14 Ağustos 1964 günü emekliye ayrıldığıma dair emir bana tebliğ edildi Emekliye ayrıldığımda kıdem sıra kitabında devremdeki kurmay subayların en başında bulunuyordum.
1960 yılında çıkarılan anti demokratik bir yasa olan 42 sayılı yasanın beş yıl
yürürlükte kalması öngörülmüştü. Bu yasaya göre 27 Mayıs'tan sonra toplu emeklilik gerçekleştirilmişti. Aslında yürürlük süresi geçmediği halde bu yasa bana uygulanamazdı. Çünkü 27 Mayıs'tan sonra istenilen emekli dilekçesini vermemiştim.
Danıştay'a açtığım dava geri döndü. O dönemde davama bakan kanun sözcüsüne bir yerde rast geldim. "Talat Bey davanız bende, sizi orduya döndürmekle meslek yaşamımın en şerefli hizmetini yapacağım" diyordu, -ismi bende saklı- Aslında kendisinin davama baktığını bile bilmiyordum. Bunun yanında bir hukukçu olduğu için ''ihsası rey" yapmaya da hakkı yoktu. Dava aleyhime sonuçlandı... idari yargıyı da bu olayla değerlendirme olanağını bulmuştum.

Avukatım Suphi Artuk, Danıştay'da açtığı ikinci bir davada albaylığa yükseltilme mi istemişti. Bu kez de aldığını yanıt ''müşteki albay olmaya hak kazanmıştır: ama yasal süresi olan 90 gün içinde başvurmadığı için dava düşmüştür" şeklinde idi.
Peki TSK'da yükselme otomatik olduğuna göre kazandığım hak neden verilmemişti'.'
Bu sorunun yanıtını hiç bir devirde öğrenemedim; çünkü hukuk zorlanmıştı.
Avukatıma, "neden 90 gün içinde dava açmadın" diye sordum, O'nun yanıtı, "nasıl olsa beraat edip tüm haklarımızı alacaktık" oldu. Sonuçta bu kadar yıl süre
küçümsenemeyecek boyutta maddi kayba uğradım.
Başvuracağım son makam TBMM dilekçe komisyonu idi. Bu kadar adaletsizliğin
yaşandığı ülkemizde maddi bir sorunum için TBMM'ye başvurmayı içime
sindiremedim.
Emekli olduktan sonra işadamı bir dostum, Afyon'da kalmamı ve birlikte çalışmamızı önerdi. Kabul ettim, ancak, arkadaşımın benden uzak durduğunu görünce ve durumu araştırınca Ankara'dan aleyhimde korkunç suçlamalar içeren bir mektubun Afyon Valiliği, Emniyet Müdürlüğü ve sonuçta Batı Menzil Komutanlığınca soruşturulduğunu öğrendim. Gerçi suçlamaların gerçek olmadığı Ankara'ya bildirilmişti; ama daha soruşturma evresinde mektup işadamı arkadaşıma gösterilip istenilen amaç elde edilmişti.
Bu arada, Genç Kemalistler Ordusu Davası Ankara'da devam ediyordu. Mahkemeler bu uydurma davaya bakmak istemiyorlardı. Hukukî ihtilaf, selbi ihtilaf diye paslaştıkça paslaşıyorlar dı.
Mahkeme Başkanı Tuğg. Faik Türün'dü; Cevdet Sunay ile Memduh Tağmaç'a yakın olduğu biliniyordu. Aslında onu 1960'tan bu yana tanıyordum. Dünya görüşlerimiz farklıydı. Süregelen adaletsizlikler başkaldırı güdümü öne çıkarmış, her şeyi göze alan, inceldiği yerden kopsun tavrı içinde mahkemede sert bir tutum sergiliyordum. Beni uyarmakla görevli Mahkeme Başkanı sessiz kalacak kadar akıllıydı. Çünkü müdahale ettiği anda aynı tonda karşılık vereceğimi anlamıştı. Böyle bir durumda itibarı sarsılacak ve daha üst rütbelere çıkması tehlikeye düşecekti. Hasımlarıma bir kişi daha katılmıştı: Faik Türün.
Türün sabırlı adamdı, bekledi. Orgeneralliğe kadar yükselip 12 Mart 1971 Muhtıra sal Darbesi'nden sonra İstanbul Sıkıyönetim Komutanı oldu. Ünlü Zihni Paşa işkence köşkünde beni bir ay konuk(!) edip hem kendi adına hem de ülküdaşları Sunay'lar, Tağmaç'lar, Sualp’lar adına öcünü aldığını sandı. Tüm gücümü, aklımı ve yeteneğimi kullanıp Türün'ü kamuoyunun tanımasını sağlamaya çalıştım. Yaptıklarına bin pişman olduğunu düşünüyorum.
Mahkeme sürerken Afyon'dan İstanbul'a taşınıp babamın mütevazı evine sığındım.
1965 yılında Ankara'daki bir şirketin muhasebe müdüründen -Nezih Topçu- masonluk önerisi aldım, şiddetle reddettim... Ulusallığı ve devrimciliği ilke edinmiş bir kişinin uluslararası emperyalist bir örgüte üye olması düşünülemezdi... Aynı yıl Sanayi Bakanı Mehmet Turgut'tan iş teklifi aldım. Kabul etmedim. Günümüzde hiç gereksinimleri olmadığı halde bankaların yönetim kurullarında görev almış üst düzey generalleri, amiralleri anlamakta güçlük çekiyorum. Eriştiğim son rütbenin onurunu korumak için 37 yıldır emekli maaşıyla yaşıyorum. Bu nedenle, Mehmet Turgut'un bana önerdiği görevleri açıklarsam iki kuruş para uğruna sanık durumuna düşen kişiler utanırlar diye düşünüyorum.

İstanbul, Kuzguncuk'ta oturuyordum. O günlerde çok daha tenha, sessiz sakin bir semtti. Ama beni izlemek için 6 polis görevlendirmişlerdi. Tüm eski Kuzguncuk Tular görevlileri tanıyordu. Karargâh kurdukları berber hariç, tüm esnaf onların davranışlarını anında bana yansıtıyordu. Biri hariç hepsi insan evladıydı. Daha karşılaşmamızda elimi öpmeye çalıştıklarını anımsıyorum. İzledikleri kişinin daha öncekilerine benzemediğinin ayırdına varmışlardı ama görev görevdi... Bir gün bir iş kazası(!) sonucu açık verdiler. Evime ziyarete gelen İstanbul Eski Emniyet Müdürü Kur. Alb. Muammer Şahin'i izlediklerini saptadım. Şahin'in İçişleri Bakanı Faruk Sükan’la dost olduğunu bildiğim için iznini alıp bu durumu Bakan'a yansıttım.

Daha sonra Faruk Sükan gerçeği açıkladı. Org. Cemal Tural, MİT'ten benim
izlenmemi istemiş, MİT'de İstanbul Emniyeti'ne emir verdiği İçin uygulama başlamış...
Faruk Sükan Diyarbakır'a giderken kendisine verilen mektubumu birkaç kez okuyup etkilenmiş ve telefonla durumu öğrendiğinde İstanbul Emniyeti'ne emir verip uygulamayı durdurmuştu... Mektubumu kitapta bulacaksınız.
Her yerde Cemal Tural karşıma çıkıyordu...

Bu dönemde Cemal Tura!, Sıkıyönetim Komutanlığı'ndan kazandığı deneyimleri
sürdürüyordu. Darbe yapma hevesine kapılmış, sivil kurulları denetliyor, TRT Genel Müdürü'nü demeçlerinin tümünü yayınlamadığı için "Büyük adamların konuşmaları sansür edilmez" diye azarlıyordu. Bu arada 21 Mayıs hükümlülerinin affına da karşı çıkıyordu. Bizler de o dönemde af için girişimlerimizi sürdürüyorduk. Tural'a Kur. Alb. Selçuk Alakanla ortak imzalı bir açık mektup yazdık. (76) Bu mektup kuşkusuz zamanın hükümetini memnun etmişti.
Bir gece saat 24.00'te Ankara'da kaldığım otele Emniyet Müfettişi Hakkı Kütük geldi.
Bakanın benimle konuşmak istediğini söyledi. Zamanını sorduğumda makamında
beklediğini söyledi. İçişleri Bakanlığı'na gittim. Saatlerce konuştuk. Sonuçta sadede gelindi. Cemal Tural'ı emekli etmeye karar verdiklerini, bu konuda kendilerine yardımcı olmamı istiyorlardı... Nereden nereye... TSK'nın bu durumda tepkisini Ölçmek istiyordu. Verdiğim yanıtla bakanı rahatlattım. O geceki konuşmanın tümünü açıklarsa sevinirim. Çünkü aralarının açık olduğunu bilmediğim halde Başbakanı Süleyman Demirel'i yer miştim. Şellefyan'dan söz etmiştim.

Daha sonra 21 Mayıs’çıların affı ve hatta onlara iş bulunması konusunda da
yardımlarını gördüm. Bu konuya ilişkin mektupları da kitapta bulacaksınız.
Faruk Sükan'a halk "zehir hafiye" ismini takmıştı. "Solcuların nefesini dinliyorum" dediği için... Ama ideolojik farklılığımıza karşın uygarca ilişki kurabilmeyi başarmıştık.
Bu arada Genç Kemalistler Ordusu Davası devam ederken, Ankara'da Kızılay'da bir Askeri Yargıç dostça yaklaştı. Hatırımı sordu. Muhabere Subayı iken As. Yargıç olmuştu. 1950 yılında İzmir, Gaziernir'de motor kursuna birlikle katılmıştık. Kursta her sınıftan 50 subay vardı. Bunlardan 16'sı ulaştırma sınıfındandı. O kursla birinci olmam olay olmuştu. Söylenildiğine göre bu olay tek örnek olarak kaldı. Bu nedenle müşterek kurs gördüğümüz subaylar -ulaştırma sınıfı dışında- bana sürekli saygı duymuşlardır. B.Ö. onlardan biri idi. Kendisine ilgisi için teşekkür ettim ve izlendiğim için uyardım. Caddede bağırıyordu:

"Talat abi hepsinin anasını..........ben onları da bilirim seni de, kimseden korkum
yok!.."

B.Ö.'ye nerede olduğunu sordum. Çankırı'da görevli olduğunu öğrendim.
Bir yıl sonra Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi"nin yargıçlığına B.Ö.
atanmıştı. Ve ben bu mahkemede yargılanıyordum. Mahkeme olumlu bir seyir izliyor.
Prof. Yavuz Abadan, Prof. İlhan Arsel ve Doç. Dr. Feyyaz Gölcüklü'den oluşan
bilirkişi heyeti "Genç Kemalistler Ordusu Bildirisi"nde suç olmadığı hakkında iki kez rapor vermişlerdi. B. Ö. öldü gitti... Kendisini bu şekilde anmak istemezdim.
Mahkeme kararını verdi. Askeri Ceza Kanunu'nun 148. maddesi uyarınca 4 ay ile
cezalandırılmıştım. Eğer o günden bu yana TSK'da siyaset yapanlar varsa hepsinden alacağım var. Çünkü onlar adına da "günah keçisi" seçilip, mahkûm edilmiştim.

Cevdet Sunay Cumhurbaşkanı, Memduh Tağmaç Genelkurmay Başkam, Faik Türün 1. Ordu Komutanı olmuştu. Bu koşullarda okumak ve yazmaktan başka seçeneğim yoktu; bu işe koyuldum, çok da iyi oldu. Şimdi tüm etkinliklerimi bu kitapla sizlere sunmaya başlıyorum...
DP'nin "Küçük Amerika" olma maskesi ardına sığınan, ABD kaynaklı destekle
beslenen, Atatürk karşıtı, mandacı, uydu kapitalist emperyalist politikası iflas etti.
DP'nin devamı olduğunu iddia eden ve iflas ettiği kesinleşen bir politikayı ısrarla
sürdürdüler. Ülkeyi batırdıkça hatırdılar.
12'li darbeleri uluslararası kapitalizmin gizli örgütleri ve onların emrindeki istihbarat örgütleri yönlendirdi. Bugün yaşanan kaosun baş sorumluları kanımca dünyadan haberi olmayan faşist cuntacılardır. Onlar yönettiklerini sandılar ancak, belki de bilmeden yönetiliyorlardı!..
12 Mart'ta Özellikle Org. Faik Türün dönemindeki tüm belgeleri inceleyiniz, Atatürk'ün ağza alındığını belki göremezsiniz. Türün'ün tarikatlara sempati duyduğu, militan boyutlarda AP sempatizanı olduğu daha sonraki evrede ortaya çıktı.
12 Eylülcülerin lideri fetva verir gibi söylevlerle bazı çevrelere göz kırpıp sempati
toplamaya çalışırken, öte yandan heykel ve rozetçilere para kazandırıyordu. Atatürk ilkelerini yozlaştırmayı gerçekten çok iyi becerdiler.
1973-1974'lerde "umut" olarak önümüze sürülenlerin pili bitti. 1974 yılında Ecevit "çok şeyi değiştireceğini" açıklıyordu. Gerçekten de çok şeyi değiştirdi. Herhalde becerisini onaylayan güçler var ki hâlâ kutup yıldızı gibi yerinde duruyor.
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel hastalandığında o zaman doğal prosedür işletilmiş bir sağlık kurulu raporu alınıp görevinden uzaklaştırılıp yerine başkası seçilmişti...
Politika piyasasına durmaksızın umut pompalayanlar halkı kandırıyorlar. Ecevit bile umudu tükendiğinde nevzuhur bir başka umuda sarıldı...
"Dört katlı apartman"(!) kuruldu. Made in USA patentli prenslere ekonomimiz teslim edildi; talan, soygun, rüşvet düzeninden paylarını alanlar paçaları sıkışınca "Anavatan"larına kaçtılar. Rantiye sınıfı türedi, tüm etik değerler yozlaştırıldı. Bakan rüşvetleri, TBMM soygunu ve benzerlerine -'dört katlı apartman" anlayışı eşlik etti;
tarikat mensubu bir kişinin iktidara egemen olması irticaya ivme kazandırdı... 1990'lı yıllarda Özal Silivri'de Uluslararası Lions Örgütü tarafından Amerika'dan gönderilen "Melvin Jones Fellow" adına verilen dostluk Ödülünü aldığı zaman yaptığı konuşmada;
"Türkiye'nin çıkış yolunun kendisine Amerika gibi ülkeleri örnek almasında olduğuna inanıyorum" diye konuşmuştu. (77)
ABD pekâlâ ikinci bir by-pass ameliyatı ile Özal'ı bir süre daha yaşatabilirdi. Ama üç ay önce birilerine haber gönderdi. "Hazırlığını yap" diye.
17 Nisan 1993 günü Malatya'da SHP'nin düzenlediği bir panelde konuşmacıydım.
SHP il başkanı Mahmut Alikaşifoğlu, Özal'ın ölümünden beni haberdar etti.
Yukarıdaki senaryoyu daha değişik biçimde kendisine yansıttım. Daha sonra
medyada bu doğrultuda haberler çıktı...
Tam bu sırada Mesut Yılmaz'ın "Modern felsefenin dışlayıcı ve ayrıştırıcı karakteri
rehabilite edilerek İslâmi içerikle hizmet şemsiyesi altına alınmalıdır" görüşü basında
"Özal tipi Müslümanlık" şeklinde yorumlandı. (78)
ABD korumacılığında Müslümanlığın din adına yapılan en büyük takiyye olduğunu düşünüyorum. Açık konuşalım Nakşibendilik mi yoksa Fethullahçılık mı öne çıkarılmak isteniyor? Bir kaç günde Cavit Çağlar'ı palas pandıras Türkiye'ye iade eden ABD, Fethullah Gülen'i neden bağrına basıyor. Hıristiyan bir ülkenin himayesini dini bütün hoca efendi nasıl içine sindirebiliyor?
—Başbakan Ecevit neden hâlâ Fethullah Gülen'e arka çıkmaya devam ediyor?
—Fethullah Gülen'in yurda getirilmesi için yasal girişim başlatılmış mıdır?
—Gerçekten de yazıldığı gibi Fethullah Gülen'e koruma verilmiş midir?
—Mevcut hükümet 28 Şubat sürecine karşın Nakşibendi tarikat şeyhi Prof. Esat
Çoşan'ı Süleymaniye Camisi avlusuna gömme kararını nasıl alabilmiştir?
Bir zaman geldi politikaya baba imajı pompalandı. Kardeşler, yeğenler, enişteler,
manevi evlatlar, aile çevresinden oluşan ahbap çavuş kapitalizminin bugünlerde iyice ipliği pazara çıktı...
Cavit Çağlar'ın 28 Nisan 2001 günü DGM'deki sorgusunda Murat Demirel'i suçladığı medyada yer aldı...
Bir ara "bacı" imajıyla toplum oyalandı. Sonuçta deniz bitti...
Aslında "Sorun'un kapitalist düzende" olduğunu, küresel işbirlikçi aymaz politikacılara anlatamazsınız. "Küresel coğrafya" dışında bırakılmış
coğrafyadaki politikacılar akıl almaz bir aymazlık içinde "Yeni Dünya Düzeni"nin
patronlarının değirmenine su taşımayı iktidarlarının önkoşulu sayıyorlar. Bu anlayışla süregelen kriz periyodundan çıkmayı olası görmüyorum. Küreselleşmişler dünya hükümetine doğru(80) adım adım yürüyorlar. Az gelişmiş ülke iktidarları eli kolu bağlı bu anlayışa taşeronluk yapıyor.
Soğuk savaş döneminde ABD gizli servislerinin yönlendirmesi ve finansmanıyla
politik, ekonomik, sosyal, kültürel vb. gibi... alanlarda örgütlenen "Antikomünist"
yapılanma bugün küreselleşmeci oldu, baş kal aştı...
Bazıları iki Bilderberg üyesinden oluşan bu iktidarda ne işi var diye soruyorlar. MC iktidarlarından itibaren süregelen kadrolaşmanın parti politikasına yaran olgusu kuşkusuz tartışılmaz...
Ancak gelmiş geçmiş parti liderlerinin astronomik servetlerinin, yoksul halkın
siyasetten soğumasına neden olan etkenlerin başında geldiği de bir gerçektir.
Bu bağlamda MHP, Başbuğlarının servetini mercek altına almak zorundadır. Sorun aile içi bir miras kavgası şekline indirgenemez. MHP, Türkeş'in servetinin kaynağını halka açıklamak yükümlülüğü ile karşı karşıyadır. (81)
1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yaptığım Savunmada da benzer düşünceler açıklıyordum:
"Amerikan yanlısı bir iktidardan ulusal çıkarlara uygun çözüm beklemek boşunadır...
Amerikan çıkarlarım koruyan iktidarlar yaşatılacak, ona karşı olanlar devrilecektir.
CIA'ya ajanlık yapanlar politik ve idari kadroların kilit noktalarını koruyacak bir yandan Amerikan dolarları ile beslenecek, devrimciler, yurtseverler hapishanelerde, mahkemelerde sürünecektir. Ne zamana kadar?
Gerçek demokrasi kuruluncaya kadar..." (82)
Kuzey Irak'ta .500 ajanı olan CIA'nın Türkiye'de kaç ajanı olduğunu hiç düşündünüz mü?

Ülkemizde özellikle Demokrat Parti iktidarından bu yana dinin politikaya alet edildiği yadsınmaz. DP liderleri Atatürk düşmanı bir tarikat liderinin elini öpmekten inanmamışlardır.
Saidi Nursi bir risalesinde;"
"Amerika gibi din lehinde ciddi çalışan muazzam bir devleti kendine hakiki dost
yapmak, iman ve İslamiyetle olabilir" şeklinde fetva vermektedir(l)..
ABD yanlısı iktidarın, ABD hayranı bir tarikat şeyhinin birlikteliği doğaldı. Kuşkusuz ABD'nin kendisinden yana olan bu dini cemaate her bakımdan(!) destek olması da doğaldı... Bu nedenle Nurcuların etkisi arttıkça arttı.
Fethullah Gülen'in görüşlerinin Saidi Nursi'yle örtüşmesinin kuşkusuz bir anlamı
olmalıdır.
Fethullah Gülen daha açık kart oynuyor, ABD'den aldığı destekle okullar açtığını itiraf ediyor... (84)
Tüm bu gerçeklere karşın propaganda etkisinde kalmış saf ve temiz halk çoğunluğu Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle ibadet özgürlüğünün serbest kaldığına inanmaktadır.
Acaba Demokrat Parti gerçekte İslâmdan yana mıydı?
1958 yılında Lübnan'daki Müslümanlarla Hıristiyan Araplar arasında süregelen iç
savaşta Demokrat Parti'nin Hıristiyanlara silah ve cephane yardımı yaptığını bu
operasyona katılan Pilot Yüzbaşı Hüseyin Avni Güler'den" öğrendiğimde şaşırmıştım.
Tüm uğraşıma karşın medyaya konuyu yansıtamadım.
Güler'den yaşadığı bu tarihsel olayı bir mektupla bildirmesini rica ettim:
"1958 yılında Lübnan'da iç savaş başlamıştı. Müslüman Araplarla, Hıristiyan Araplar zaman zaman bu ülkede çatıştıkları için ve ABD de Hıristiyan Araplardan yana olduğu için Türkiye'de Amerika'nın kararı ile bu ülkeye silah verme kararı almıştı.
"Celal Bayar-Adnan Menderes yönetimindeki Türkiye'de halkın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve hükümetin haberi olmadan Bayar-Menderes-Zorlu ekibinin gizli karan ile Amerika'nın bu emri uygulanmıştır.

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

76. Akşam, 6 Aralık 1965.
77. Hürriyet, 3 Haziran 1990.
78. "Hedef Özal tipi Müslümanlık", Milliyet, 8 Mart 2001.
80. "BM, 2000'de yapılacak zirve öncesi ulusal demokrasi yetine küresel demokrasi çağrısında bulundu" Cumhuriyet, 17 Ağustos 1999.
81. Neo Nazism Dossier, Patrick Sharoffe.
82. Talat Turhan'ın Savunması 8. Klasör.
83. "Beyanat ve Tenvirler." Saidi Nursi.
84. Nevval Sevindi, ''Fethullah Gülen ile Newyork Sohbeti," Sabah Kitapları, 1997.
85. Em. Hv. Alb., eski milletvekili
Y.n.: Bu mektupla emekli oldukları sonra ilk kez yazmaya başladım.


9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 7

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 7


24 Şubat günü emekliye ayrılan kişiler arasında benim ismim de onaylaması için
MSB İlhami Sancar'ın önüne konulduğunda Sancar tepki göstermiş, en yakın mesai arkadaşının kendisine sorulmadan emekli edilmeye çalışılmasını kınamış, ismimi listeden silmiş, daha da ileri giderek; "Talat Turhan'dan başka önüme kimi getirirseniz imzalarım" demiş, emekli edilmemi engellemişti. Bunun üzerine Afyon'a sürgün edildim. Derhal Ankara'yı terk etmem isteniyordu. 28 Şubat 1962 günü Afyon'da yeni görevime başladım.
Bu arada Ankara'da ne oldu sorusunu yanıtlamak, gerek... Aslında neler olmadı ki şeklinde sormamız daha doğru olurdu. Bu soruyu tümüyle yanıtlamak için bir kaç kitap yazmak gerekir. Bu nedenle bir kaç çarpıcı örnekle durumu açıklamak
istiyorum.
SKB örgütü döneminde seçimlerden önce, 20 general 80 kurmay albaydan oluşan bir emekli listesi hazırlanmıştı. Sunay bu listeden 10-15 kişinin emekliliğini onadı.

"Ardakalanları seçimlerden sonra parti parti emekli edelim" demişti. 22 Şubat'da Talat Aydemir ve arkadaşları tasfiye edilince bir ölçüde rahatlamıştı TSK'daki
dalgalanmaların kökünü kazımak için yeni bir Örgütlenmenin gerektiğine inanıyordu, Tağmaç'la paralel düşünüyorlardı.
Formül bulundu; bu kesimin emekliye ayrılması için teke tek temas edilip karşıt bir örgütlenmenin temeli atılmaya çalışıldı. Aslında bu anlayış 12'li darbelerde
meyvelerini verdi.
Üç general bir ay süreyle Türkiye'yi dolaşıp emekli edilmesi düşünülen general ve kurmay albaylarla ilişki kurup "Talat Aydemir sizi emekli edecekti: ama Sunay paşa sizi kurtardı" teması işlenip bu kişilerin canla başla işe sarılmaları sağlandı. Bir anlamda Sunay-Tağmaç cuntası oluşturuldu...
22 Şubat'dan sonra Memduh Tağmaç bir ay süreyle sadece muhbirleri kabul etti.
Odasında özel bir düzenleme yapılmış, bir paravana arkasına silahlı iki subay
yerleştirilmiş ve teyp konulmuştu. Muhbirleri ürkütmemek için aratmadan içeri
aldırıyordu. Eğer silahlı bir eyleme kalkışacak olan olursa, muhbirin görmediği
subaylar onu öldüreceklerdi. Muhbirin oturacağı yer de bana göre düzenlenmişti.
Akşamlan teyp çözülüyor, zapta bağlanıyor ve odadaki subaylar imza atıyorlardı.
Odadaki subayların biri benim dostumdu... Çok yakın bir sınıf arkadaşımın benim
hakkımdaki suçlamalarına tanık olmuş ve bu durumu bana ulaştırmıştı. Böylece
Sunay-Tağmaç cuntasının(!) alt kadroları da muhbirlerden sağlanmıştı. Türkiye
bölgelere ayrıldı. Bu muhbirler üçer kişilik gruplara bölündü. Altlarına birer jip ve
harcırah verildi. Görevleri garnizonları dolaşmak, kişisel arkadaşlık ilişkilerini kullanıp yemekli içkili toplantılar düzenleyip, 22 Şubat'a yandaş olanlarla karşıt olanları saptamaktı. Böylece Sunay-Tağmaç cuntasının üçüncü halkası oluşturuldu, karşıtlar saptandı. Bir taşla bir kaç kuş vurulmak isteniyordu. Batı bölgesindeki ekibin başında benim muhbirim vardı.
Afyon'u atlayıp Denizli'ye geçtiler. Oradaki yemekli toplantıda muhbir aleyhimde
konuşmaya başlayınca bir yargıç üsteğmen muhbire hitaben; "bu gibi konular içki sofralarında konuşulmaz, bizler sizi tanımıyoruz; ama Talat Turhan'ı tanıyoruz. Yarın duruşmam yok. Mahkeme salonunda bu konuyu tartışmak üzere sizleri -muhbirlerive durumu uygun olan sofradaki arkadaşları toplantıya çağırıyorum" diye hitap etmiş, ertesi gün muhbir ekibi toz olmuştu... Bizimkiler Batı Anadolu bölgesinde aradıklarım bulamadan Ankara'ya döndüler.
22 Şubat'tan sonra GKB Orgeneral Cevdet Sunay, MAH Başkanı Tümgeneral Naci Aşkun'u çağırır. Aralarında ilginç bir diyalog geçer:
-Cevdet Sunay: "22 Şubat belası senin yüzünden başımıza geldi.
-Naci Aşkun: Ne demek istiyorsunuz?
-C.S.: Ben kaç defa sana MAH'ı TSK'nın peşine tak dedim, ama beni dinlemedin.
Ordudan haberimiz olsaydı tedbir alırdık.
-N.A.: Bir harekât olacağından haberiniz yok muydu?
-C.S.: ........ Şimdi sana emir veriyorum. Milli Emniyet'in yüzde 60'ını TSK'nın peşine takacaksın.
-N.A.: Yarından itibaren emrinizi uygulamaya başlayacağım. Yalnız unutmayınız ki, sizde Sili. K. Terin bir mensubusunuz onun için izlemeye sizden başlayacağım." Ben ise, bu konuyu "Genç Kemalistler Ordusu" davası ve "Bomba Davası"nda dile getirmiş: "MİT'in Silahlı Kuvvetler mensuplarını takip ettiğini bu yöndeki girişimlerinin her geçen gün artacağını ve MİT'in görevini kötüye kullanan parazitlerden temizlenmesi gerektiğini, Anayasa'yı ihlal ettiğini ve 'Genç Kemalistler Ordusu olaylarında tıpkı bu günkü gibi yasadışı olarak sorguların MİT'te yapıldığım" belirtmiştim.*
Açıkladığım diyalogu Naci Aşkun bana anlatmış o arada Örgütüne yayınladığı emrin el yazılı aslını bana vermişti. O dönemdeki üst düzeydeki ilişkilere ışık tutan bu tarihsel belgeyi kamuoyuna maletmek için yayınlıyorum.
Afyon'da Batı menzil komutanlığı yeni kurulmuştu. Komutan, 27 Mayıs Öncesi ünlü "dokuz subay olayı" nedeniyle hapse girmiş ve beraat etmişti. İlk anda ortak geçmiş nedeniyle beni olumlu karşıladı. Bu tavır çalışmalarıma daha da güç kattı. Üç ay sonra çok sevgili Tümgeneral İlhami Barut'la baba-evlat ilişkisi içine girmiştik.
Öylesine ki, gerektiğinde yetkilerini kendisine sormadan kullanıyordum. Kuşkusuz bu itimadı hiçbir zaman da kötüye kullanmadım. Bu birliktelikten asker, sivil herkes memnundu; Tağmaç'ın ajanlarından başka!..
Uzun süre Afyon, Batı Anadolu'da sürgün yeri olarak kullanıldığı için sivil halkın
sürgün edilen kişiye karşı sempatisi vardı. Öylesine bana sahip çıkmışlardı ki pey
verip ev kiraladığını halde, "ev sahibi sana layık değil" deyip peyimi yakmışlardı.
Bana Diş Tabibi Ahmet Karayiğit'in (70) evini uygun görmüşlerdi. Karayiğit ölünceye kadar yaşamımın en kötü dönemlerinde hep yanımda oldu. Kardeşten daha yakındı, Afyon'daki cenaze töreninde O'na gösterilen iç-tenlikli sevginin başka bir politikacıya nasip olduğunun tanığı olmadım. Karayiğit'i ve Afyon'da tanıştığını kişilerin dostluğunu kazanmak şansımdı. 39 yıl geçti. Hâlâ Sayıoğlu ve Alimoğlu aileleriyle dostluğumuz sürüyor, bundan da onur duyuyorum.

* 8 Eylül 1964 günü "Genç Kemalistler Olayı" nedeniyle GKB Askeri Mahkemesi'nde yılığım savunma 1975 yılında "Bomba Davası" savunmasına aktarılmıştır. (Bomba Davası Savunması Klasör 8).

MİLLİ EMNİYET REİSİ NACİ AŞKUN'UN EMRİ

Ankara, 03 Temmuz 1962

1. Servisin üst kademelerinden bir arkadaş ile Genelkurmay Başkanlığı arasında
vuku bulan illegal bir liyezonun servise faydalı hizmetleri olmuş arkadaşlara zarar verdiğine şahit oldum. Bu liyezonun* tezahürü karşısında üst makam açıklamada bulundu. Fakat yapılan beyanın hakikatle de ilgisi olmadığını da gördüm. Bir ihbar mektubu vesilesiyle servis örf ve adeti dışında, askeri icaplar ve talimatlar dışında yeni bir atlama daha oldu.
2- Yukarıdaki olayları ve rol sahiplerini tahkike lüzum görmüyorum. Böyle bir tutumu abesle iştigal addederim. Bütün bu olaylara sırtımı çevirip servisi bugünkü imkân ve şartlar içerisinde mümkün olanı yapmaya esas vazife edinirim. Gerek servis içerisindeki ve gerekse dışındaki erkeklik dışı davranış ile bağdaşmacağından esasesen sıhhi durumum da bozuk olduğundan en geç Ağustos’ta ayrılmayı kararlaştırdım.

3- Merkez amirlerinden ricam şudur:
Bu emir merkez, yuva amirlerine kadar duyurulacak, bu süre içerisinde teşkil, tesis, teçhiz ve talimatlanma bakımından teklifleri ve destekleme ihtiyaçlarını....
kademelerinden almak isterim.
Yapılacak tekliflerde arkadaşlarımın şahsi ve hissi ihtiyaçları dışında bulunmalarını rica edeceğim.

Gereğini rica ederim.
Naci Aşkun
Tümgeneral
Milli Emniyet Hizmet Reisi
Dağıtım:
A, B,Tek, srv.ve
merkez şefliklerine
* Y.n.: ilişki, bağlantı (Fr.).


TSK'nın genç kademesindeki kaynama devam ediyordu. 22 Şubat olayından sonra emekli edilen Talat Aydemir'in bir darbe hazırlığı içinde olduğunu Öğrenmiştim. Talat Aydemir'in girişiminin başarılı olamayacağını, ülkedeki ilerici potansiyeli heder edeceğini ve son çözümlemede karşıdevrim sürecine katkıda bulunacağım öngördüğüm için tedirgindim. Bu nedenle kendisi, eşi, oğlu nezdinde sürdürdüğüm girişimlerden olumlu sonuç alamadım.(71)

Kütahya Er Eğitim Tugayı'nda da genç subaylar Hv. P. Yzb. Salih Zeki Yılmaz'ın
önderliğinde bir araya gelmişlerdi. Salih Zeki Yılmaz yaşıtlarını 5-10 kez katlayacak ölçüde kültürlü, sürekli okuyan, okuduğunu Özümseyen, liderlik yeteneğinde, ilerici yurtsever bir halk çocuğu idi. (72) ABD'de kursa gitmişti. Orada bilinci daha da ışımış, ABD'nin emperyalist emelleri ve ulusal çıkarları için yabancı subaylardan yararlanmak istediğini algılayan ve bu kanısını açıkça ifade etme yürekliliğini gösteren belki de tanıdığım ilk subaydı. Türkiye'deki yönetimden memnun değildi. Bir şeyler yapmak gerektiğine inanıyordu. Bu inançla özünde Atatürkçülüğü benimseyen "Genç Kemalistler Ordusu" adlı bir bildin hazırlamış bu düşünce etrafında subay, astsubay, sivil herkesi toplayıcı, İttihat Terakki benzeri bir yapılanma düşlüyordu. Bir gün Afyon'da bana geldi. Bildirisini okuttu, üzerinde birkaç satırlık düzeltme yaptım. Aslında Salih Zeki Yılmaz'ın bildirisinin altına imza atmayacak Atatürkçü, devrimci, ilerici bir kişi düşünülemezdi. Bana liderlik teklif etti. "Bir alay kadar güçlenin, sonra konuşalım" dedim. (73) Salih Zeki Yılmaz'ın önerisi karsısında iki tür davranış
biçimini sergileyebilirdim. İlki ihbar etmek ki, bu tavır bizim kitabımızda yazmazdı.

İkincisi onu içtenlikli girişimlerinde serbest bırakmak... Bu yolu önerdim.
Aslında ben de ordudaki benzer ve paralel bir çaba içinde tüm Batı Anadolu'daki
kaynaşmayı algılayıp gerektiğinde yönlendirmeyi düşlüyordum. Gerek Komutanla dostluğum ve gerekse görev icabı bölgeyi sık sık dolaşmam bölgedeki aynı amaçlı çabalarla örtülüyordu.
Bir gün, Isparta’da bulunan Eğitim Tümen Komutanı, Harp Akademisi'nden sınıf
arkadaşım Tümg. Hayati Savaşçı'yı ziyarete gittiğimde kuşkulu ve tedirgin olduğunu gördüm. 22 Şubat sonrası bir kısım genç subaylar da Isparta'ya sürülmüştü.

Aralarında bir yemekli toplantı düzenleyip komutanlarını da davet etmişlerdi.
Tümgeneral K. muavininin ihbarından çekindiği için davete icabet edememişti. O
dönemde genç subaylara yakın durmak Komutanın geleceğini karartabil irdi. Aslında genç subayların hiç birini şahsen tanımıyordum; ama onlar kendileri gibi sürgün edilmiş yüksek rütbeli bir kurmay subaya içten saygı ve hayranlık duyuyorlardı.
Tümg. Hayati Savaşçı'ya bir öneri getirdim... "Arzu ederseniz emrinizdeki genç
subaylarla aranızdaki kopukluğu gidereyim" dediğimde hemen kabullendi. Çünkü bu durumda kendisini denetlemek için görevlendirildiğinden kuşku duyduğu muavini karşısında güçlü olacaktı. Eğitim tümeninde görevli Top. Bnb. L.P.'ye bu görevi önerdiğimde' duraksamadan kabullendi... Bir ay sonra Tümen Komutanı ile emrindeki genç subaylar zoraki değil gönüllü birliktelik içine girmişlerdi... Her ne kadar yaşadığım bu olaylar disiplinle bağdaşmasa da, o günlerin gerçeği böyleydi... Daha sonra Gn. Hayati Savaşçı'yı farklı kulvarlarda görecektik. Cuntacılık batağında bu tür sürprizler olağandı...

Girişimlerim sonuçsuz kalmış, Talat Aydemir'i darbe düşüncesinden
vazgeçirememiştim. 22 Şubat'ta yapılanları içine sindirememişti. İntikam duygulan taşıyordu. Harp Okulu'nun bir bölümü ile genç subayların kendisine olan sempatisi devam ediyordu. Harp Okulu Öğrencileri mezun olup dağıldığında gücünü yitirecek, darbe yapma şansı azalacaktı.
Bir şeyler yapabilmek, bu olumsuz gidişi engellemek için zamana gereksinim vardı.
Komutanlık Emir Subayı Ulş. Bnb. Ferhan Yırtlaz olağanüstü bir yetenekti. Her
yönden anlaşıyorduk. Birlikte İzmir'de ameliyat olup hava değişimi almaya karar
verdik. Bu arada hareketliliğimiz dikkat çekmiş, Genç Kemalistler Ordusu
Bildirisinden bir suret ele geçirilmiş. MİT soruşturması başlamış ve aranan fırsat
bulunmuştu.
Ameliyat sonrası İzmir Askeri Hastanesi'nde 19 Nisan 1963 günü gözaltına alınıp
uçakla Ankara'ya götürüldük. Konu 21 Mayıs'a kadar basının gündemini oluşturdu. (74)
Sunay-Tağmaç ikilisi aradıkları fırsatı yakalamıştı. Genelkurmay Başkanlığı'nın
yayınladığı emirde bu niyet açıkça görülüyor. Yaşadığım dönemde hukuktaki
"masumiyet karinesine" saygı duyan bir yetkiliye rastlamadım. Ayrıca bu bildiri yargıyı etkileyici nitelikle idi. Ama burası da Türkiye idi... (75)
Bir ay süreyle Ankara Merkez Komutan Muavini'nin odasında ayrıcalıklı bir konumda gözaltında tutuldum. Soruşturma sürdürüldü. Suç unsuruna rastlanılmadığı için "Soruşturmaya mahal olmadığı kararı" verildi. Bu müjdeyi vermek üzere GKB'de As. Yargıç Yüzbaşı Afyon'dan dostum Durmuş ..... 20 Mayıs 1963 gecesi Ankara'da Bahçelievler'de 65. sokakta arkadaşım Turgut Ulusoy'un evinde kalan eşimi ziyarete gidip, G.K.O. davasında "Soruşturmaya mahal olmadığı" kararı verildiğini, bu kararı bütün kademelere İmzalattığını Gn. Kur. Bşk.'ını bulamadığı için de ertesi gün (21 Mayıs 1963) onayını alacağını, tahliye olacağımı ve de davanın kapanacağını açıkladı... Türkiye'de dürüst ve ilkeli yargıçlar vardı...
O gece Talat Aydemir'in 21 Mayıs başkaldırısı başarısızlıkla sonuçlandı. Yaşamım
altüst oldu. Tabii sıkıyönetim ilan edildi; Ankara Komutanlığına Orgeneral Cemal
Tural getirildi. Bizim karar rafa kaldırıldı. Tural'ın bu konudaki ilk emri; "Bunlar da 21 Mayıs'çılarla birlikte hareket etmişlerdir. Davaları birleştirin ve Talat Turhan'a da idam karan verin" şeklindeydi. Tüm koşullar değişti. Mamak Askeri Ceza ve Tutuk evi'ne alındım, Orada benimle birlikte dokuz kişinin Genç Kemalistler Ordusu davası nedeniyle tutuklandığını öğrendim. 


BU BÖLÜM DİPNOTU;

70. Daha sonra AP Milletvekili ve Köy İşleri Bakanı.
71. Talat Aydemir'le en son 16 Mart 1963 gecesi görüşmüştüm. Kullandığımız araba Ahmet Karayiğit'indi. Siyasi görüşlerimiz farklı olmasına karşın, benim ülkü aleyhine bir girişim içinde bulunmayacağıma inanıyordu.
72. Sivas'ın Şarkışla ilçesinin Harun köyünden...
73. Alb. ve Yrb. bir alaya komuta edebilirdi. Bir alayda birkaç bin kişi bulunurdu. Amacım O'nun şevkini kırmadan zaman kazanmaktı. Aslında deşifre olmuş, arkasına ajanlar takılmış bir kişinin geride durması daha mantıklı idi. Gerçekte Salih Zeki Yılmaz'ı hem koruyor, hem taraflar kazanması için yüreklendiriyor dum.
74. "Genç Kemalistler Ordusu Davası" üç buçuk yıl sürmüş ilginç bir dava olduğu için ayrı bir kitaba konu olabilir. Bu konuyu kitaplaştırmayı iki yıl önce üstlenen bir arkadaşım daha sonra vazgeçti. Bu nedenle; elinizdeki kitaptaki yazıların alt yapısını oluşturan ortamı yarışılacak kadar konuyu açıklamakla yetiniyorum...
75. Örneğin bildiride adları geçen Ulş. Bnb. Ferhan Yırtlaz ve Prs. Bnb. İsmet Şahin beraat edip albaylığa kadar yükseldi. Ferhan Yırtlaz Kıbrıs'ta sancaktarlık yaptı.



8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 6

27 Mayıs 1960'tan 28 Şubat 1997'ye Devrimci Bir Kurmay Subay'ın Etkinlikleri, BÖLÜM 6


27 Mayıs'tan bir kaç ay sonra TSK'da büyük çaplı bir tasfiye yapıldı.


238 general ve 5000 kadar subay bir gecede emekliye ayrıldı. 39. Tüm. Komutanı Tümgeneral Vahit Kıratlı'yı bir gece yarısı uyandırıp emekliliğini tebliğ etmek bana düşmüştü. Kanımca bu utanç verici ve aşırı bir uygulama idi. Yıllarca devletine şerefle hizmet etmiş bir generale emekliliği pekala gündüz de bildirilebilir di...

Bu hatanın daha sonra bu kişilerin bazılarının Adalet Partisi kadrolarında yer
almasına neden olduğu konusunun da günümüze değin irdelendiğini sanmıyorum.
Ancak 27 Mayıs sonrası emekliye ayrılan Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın Adalet Partisi başkanlığına getirilmesi 27 Mayıs'a karşı başlatılan politik başkaldırının Önemli bir kilometre taşım oluşturdu...

1960 yılının Eylül ayında Ankara'ya, Genel Kurmay Başkanlığı, Harekât Daire
Başkanlığı'nda plan kısım amirliğine atandım. Görevimin çok önemli olduğunu işime girer girmez anladım. Mesai saatleri içinde işimi arzu ettiğim gibi bitirmem
olanaksızdı. Eve dosya da götürmek yasaktı. Benden önce bu görevde bulunan
Turgut Sunalp dahil hiç kimsenin şikayeti olmamıştı. Daire Başkanım Kur. Alb İsmail Hakkı Güngör eşine az rastlanır değerde ve yetenekteydi. Onunla çalıştığım dönemi askerlik yaşamımın altın ayları diye anımsarım. İznini aldım, görevimi değiştirdim. Bu arada, başta Cevdet Sunay olmak üzere Genel Kurmay'ı tanımış oldum.

Yeni görevim Milli Savunma Bakanlığı Kara Emir Subaylığı idi; ama Özel Kalem
Müdürü olmadığı için bu göreve vekâlet ettim.

Özel Kalem Müdürlüğü'nde ilk kez Örtülü ödenekle tanıştım. DP döneminden kalan 5.500 TL.'yi teslim aidim. Gerçekte MSB'nin yıllık Örtülü Ödenek miktarı 500.000 TL. idi; bu para yetmezse Başbakanlık Müsteşarlığı'ndan daha da istenilebiliyordu. İki yıl bu görevde kaldım. En az 1.000.000 TL'yi istediğim gibi kullanabilirdim. Ben Başbakanlıktan iki yıl hiç para istemedim. Bana devredilen 5.500 TL ile çalıştığım dört bakam idare edip, ayrılırken de 1.500 TL. kadar devrettim. Bizim felsefemizde "Devlet malı deniz yemeyen domuz" anlayışı yoktu. 1905 yılından 1943 yılına kadar 38 yıl savcı ve yargıçlık yapan babam ancak borçla köhne bir ev satın alabilmişti...( 59 )

Oysa ki DP döneminde örtülü ödenek hortumcularının Yassıada duruşmalarında
domuzlukları ortaya çıkmıştı... (60) Zaman içinde iktidarlar ülkeyi domuz çiftliğine çevirdiler. Örtülü ödenek hortumcuları "Domuz Şirketleri"
kurdular... Zamanla "Domuzlar mafyası" düzene egemen oldu. Böyle bir düzenin
dışında yaşamayı becerebildiğim için mutluyum...
Bir gün bakanlıkta otururken Hv. Emir Sb. Nevzat Dereli'ye İstanbul'dan bir konuk geldi. Öğle üzeriydi. Hep beraber Bulvar Palas'a(61) yemeğe gittik, Konuğumuzu İK'ye tüm otel ve restoran personeli tarafından bakanlara bile gösterilmeyen ilgi gösteriliyordu. Kimliğini merak ettiğimde DP döneminde bir süre MSB'de Emir Subaylığı ve Özel Kalem Müdürlüğü yaptığını öğrendim. Şaşırmıştım, muhatabım devam etti. Görevde bulunduğu sürede; bir süit daireyi, Bulvar Palas'ta hem de İstanbul Park Otel'de emrinde tuttuğunu, her hafta uçak ya da resmî araçla İstanbul'a gittiğini ve de bu olanaklarından arkadaşlarını da yararlandırdığını söyledi...

Şaşırmıştım! Diğer harcamalar da buna görevdi... Bizim domuzlar hortumlarıyla
denizi bile tükettiler... Uluslararası finans kuruluşlarının kapılarını aşındırıyorlar.
Karşılığında ödün üzerine ödün veriyorlar... Ülkemizi bu duruma düşürenlere lanet olsun!...

İlk bakanım Em. Korg, Hüseyin Ataman'dı. Değerli, onurlu ve şerefli bir generaldi, İstanbul'daki evinde görevliler bakan olduğunu tebliğ ettiklerinde onu evine aldığı odunu, odunluğuna yerleştirirken görmüşlerdi. Üzerinde sadece bir takım sivil elbisesi vardı. Düzene uyamadığı belirgin bir şekilde görünüyordu.
Bir gün Başbakanlık'tan gelen zarfı açtığımda içinde 1000 TL çıktı. Yan falan yoktu,

Bu işlerin acemisi olduğum için Başbakanlık Özel Kalem Müdürü'nden(62) sordum. "Sayın bakanın elbisesi olmadığını biliyoruz. O parayı bu amaçla kullanınız” dedi.,. Bakanlara Kemal Milaslı adlı ünlü bir terzi elbise dikerdi o günlerde. Kumaşı dahil 250TL'ye... Bakanımın sivil elbisesi giderek beş tane olmuştu. Hüseyin Ataman’la çok uyumlu bir birliktelik içinde çalıştık. Sonra bakanlık görevinden ayrıldı, 22 Şubat 1962 gecesi ziyaretime gelmişti. Kendisim tanıtmasına karşın nizamiyeden yanıma göndermiyorlardı. Telefonla orda olduğunu öğrendim, odama çıkardım, perişan bir durumda idi. Çünkü oğlu Harp Okulu Öğrencisi olduğu için başkaldıranlar arasındaydı. Kendisini yatıştırdım ve rahatlattım. Daha sonra oğul Oktar Ataman'ın general olduğunu öğrendim.

İkinci bakanım Em. Org. Muzaffer Alankuş'tu. Onun döneminde Eskişehir'deki Emekli Sandığı'na ait otelin mefruşatıyla 6 milyon TL'ye alınıp Hava Kuvvetleri'ne
devredildiğinin tanığı oldum. Halen orduevi olarak hizmet veriyor.
Bugünkü Harbiye Orduevi'nin bulunduğu yerde kapalı manej vardı. Bir sabah
buluştuğumuzda gece rahat edip etmediğimi sorması özerine yattığım yeri
gösterdiğimde utanmıştı. Yattığım yer şimdi açıklaması gereksiz bir ilkellikte idi.
Benim yanımda 1. Ordu Kom. Cemal Tural'a kapalı manej'in yıkılarak orduevi
yapılması emrini verdi. Bir gün birlikte 28. Tümen Komutanlığı bölgesinde yapılmasına karar verilen ceza ve tutukevinin yerini görmeye gittik. Bana yerin uygun olup olmadığını sorduğunda, olumsuz yanıtladım. Bugün ünlü Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi'nin yerini birlikte saptadık. İki yıl sonra o hapishanenin konuklan arasındaydım...

Gene Alankuş döneminde yeni GATA binasının inşası gündemde idi. Genel kanı
binanın Harp Okulu ile bugünkü Özel Kuvvetler Komutanlığı arasında inşaatın
yapılması yönünde idi.

Bir arkadaşım(63) Etlik'te İnzibat Karakolu Komutanıydı. İzimi kaybettirmek
gerektiğinde oraya sığınırdım. Karakolun önünde göz alabildiğince büyük, düz bir
arazi bulunuyordu. Bakana bu araziyi gösterdim. Yerin uzak olduğunu söyleyen oldu.
Sonuçta Gülhane binası bu arazide inşa edildi, geliştikçe gelişti. Övünç duyulan bir düzeye ulaştı... Gülhane'nin oluşmasına yaptığım bu küçük katkıdan onur
duymuşumdur. Konuya ilgi duyanlarla giderayak bu anımı paylaşmak istedim.
Bakanlıkta çalışma bakan gidinceye kadar sürer. Alankuş genellikle saat 22.00'den
Önce bakanlıktan ayrılmıyordu. Bakanlık kadrosunda iki sivil memurdan birisi nöbete kalıyordu. Fazla mesai ücreti veremiyorduk. DP döneminde örtülü ödenekten bu haksızlık karşılanıyormuş. O kapıyı kapadığıma göre, bu haksızlığı gidermek için bakanlık kadrosunda bulunan iki sekreteri de nöbet listesine aldım. Yaptığım iş yasaldı. Dört günde bir her çalışan bakan makamım terk edinceye kadar görevini sürdürecekti.

Nöbete dahil ettiğim bir sekreter, birkaç gün mesaiden sonra be-tahsis KKK
koridorlarında dolaşmaya başlıyor. Amacı, bu durumu K. K Kur. Bşk. Tümg. Memduh Tağmaç'a şikayet etmek olduğu için O'nun çıkışını bekliyor. Tağmaç çıkınca o saatte karargâhta benzerine rastlamadığı şekilde sekreter hanımı görünce nedenini soruyor. Sekreter ağlayıp beni şikayet ediyor. Ertesi gün öfkeyle odama girdi. Kendisinden beklemediğim bir üslupta sekreterleri nöbetten çıkarmamı istedi. Kendisine yaptığım işin yasal olduğunu, amirim olmadığını bu nedenle bana emir veremeyeceğini anımsatıp ilk amirim olan MSB Müsteşarı Gn. Nusret Bulca'yla görüşmesini söyledim.

Sunalp'tan soma ikinci bir düşman daha edinmiştim Tağmaç'ın kini yaşamı boyunca sürdü. Tüm yetkilerini kullanıp benimle uğraştı. Sonradan öğrendiğime göre Tağmaç beni hem müsteşara hem de bakana şikayet ediyor. Ancak verdiğim emir yasal olduğu için bana bu konuda bir şey söylemiyorlardı.
Bir gün bakan odasından, imzadan bir piyade binbaşısı çıktı. Sevinçliydi, bana
hitaben 10 gün süreyle görevli olarak Paris'teki NATO Karargâhı'nda bir toplantıya katılacağımızı söyledi. Kurmaylık yaşamımda ilk ve son kez yurtdışına çıkışımdı.

Paris'e gittiğimde görevin turistik olduğunu ve beni susturmak için yemleme amacını güttüğünü anladığımda pişman oldum. Daha önce fark etseydim bu seyahati kabul etmezdim.

Yurda dönüşümde sekreterlerin nöbetten çıkarıldığını gördüm. Kişiliğimin
zedelendiğini sezinledim. Sekreterleri yeniden nöbete yazdım. Müsteşar ve bakan bu konuda sessiz kalmayı yeğlediler. Çünkü o dönemde makam ve rütbesi ne olursa olsun görevliler birbirine kuşkulu bir tedirginlik İçerisinde yaklaşıyorlardı. MBK'nın, Cunta'nın (Silahlı Kuvvetler Birliği) adamı gibi algılanmak insanlara görünmez bir dokunulmazlık kazandırıyordu. Gerçekte devrim havasını koklamak bile insanları daha onurlu ve kişilikli yapıyordu...

Bir gün bakanım Muzaffer Alankuş, o dönemin teknolojisi içinde diafon yardımıyla GKB, GKB II. Bşk, KKK, K.K. Kur. Bşk. ve müsteşarla mikrotelefonu eline almadan konuşmak istediğini bu amaçla girişimde bulunmamı emretti. Yasal formaliteleri yerine getirip işe başladığımda özellikle Org. Cevdet Sunay ile Tümg. Memduh Tağmaç tedirgin oldular. Bakanı muhatap almıyorlardı. Benim 
adına (SKB) (64) makam odalarına alet koyup kendilerini dinleyeceğim kuşkusuna kapılmışlardı...
Üçüncü düşmanımı da böylece kapanmıştım: Cevdet Sunay.
Sorunun en fazla üzerinde durulacak yönü o dönemde bana dokunamayacak
derecede güçsüz olmalarıydı...
Alankuş'un özel İstekleri bitmiyordu. Makam odasına bir teyp konulmasını istedi.
Teyp istenildiği anda telefondan kayıl yapabilecek, makam odasının değişik
yerlerinde gerektiğinde ayakla da komuta edilip konuşulanlar kayda alınacaktı. Bu istek de tüm yasal işlemler yerine getirildikten sonra Muhabere Ana Deposu'na emir verilip yerine getirildi. Bakanın teybi kullanmaya ömrü yetmedi. 6 Haziran 1961 Tansel Olayı'ndan sonra ültimatomla görevine son verildi.
Yerine aynı zamanda Başbakanlık(65) görevinde bulunan Fahri Özdilek atandı.
Bakanlık Dz. Emir Subayı'ndan. Özdilek'i teybin varlığından haberdar etmesini ve
istiyorsa kullanma şeklini göstermesini rica ettim.
Özdilek'in de kuşkuya kapılıp kendisinin cunta tarafından dinlenmek için odasına teyp yerleştirildiğinden kuşkulandığım yıllar sona öğrenecektim. Bu konudaki girişimlerimi daha sonraki sayfalarda okuyacaksınız.

Bilmeden dördüncü düşmana sahip olmuştum.

Oysaki Özdilek'le de samimi görünen mesafeli bir dostluk ve uyum içinde çalışmıştık. Aslında belki de tek sucum eski emir subayları gibi mesai dışı zamanımın çoğunu evinde geçirmemem idi...
1961 yılı Temmuz ayında Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan kıtlık haberleri geliyordu.

Başbakan Fahri Özdilek, Tarım Bakanı Prof. Osman Şahin, Ticaret Bakanı Mehmet Baydur'un da bulunduğu bir heyetle 10 gün bölgeyi denetledik; havadan ve karadan 10 il, 20 ilçeye uğradık. Gerçekten durum içler acısı idi, Vatandaştan 380 dilekçe topladığımı anımsıyorum. Başbakanlıkla bu dilekçelerin gereğini yapmak için bir büro kurmama karşın tam anlamıyla sonuç aldığımı söyleyemem. 27 Mayıs'a karşın devlet çarkı işlemiyordu; işletilemiyordu.
Erciş'in bir köyüne geldiğimizde köy, herkes tarlada çalışmakta olduğu için bomboştu.

Evler toprak damlı, yeraltında ve mağara görünümündeydi ve de kapıları açıktı. Özgün ve yetkin bir kişilik olan Prof. Osman Şahin tek tek evlere
girip bir şey arıyordu. Sonuçta buldum diye bir tarım aleti getirmişti. Açıklaması bizleri dehşete düşürmüştü... Bu aletin M.Ö. 2000 yılında da bu bölgede kullanıldığım söylüyordu... DP'nin görülmemiş kalkınma edebiyatı boşlukta kalıyordu... O dönemde Erciş'in köyüne traktör girmemişti.

Dönüşte Fahri Özdilek'le uçakta yan yana oturuyorduk. Umutsuzdu... "Memleketin halinin ne olacağını" soruyordu. "Çare bulacak makamda oturuyorsunuz" yanıtını verdiğimde yüzü kıpkırmızı olmuştu. Ne zamana kadar bu soruyu birbirimize soracağız?!

O dönemde Silahlı Kuvvetler Birliği Örgütü kurulmuştu. Ben de bu örgüte üye
olmuştum. Bu konunun da bir kısım ayrıntısını kitapta bulacaksınız.
Türkiye'nin gündemini Yüksek Adalet Divanı'ndan çıkan idam kararlarının infazı uzun süre işgal etti. Yetkili makamlara imzasız tehdit mektupları yağıyordu. Şahsen MSB'ye gelen imzasız hiç bîr mektubu okuduğumu anımsamıyorum. Şu kadarını ifade etmeliyim ki, bu kampanyayı yürütenlerin silahlan ters tepmiş ve belki de bir ölçüde infazları hızlandırmıştır.

İnfazlardan soma 15 Ekini 1961 günü seçim yapıldı. Seçim sandığından karşı devrim çıkmıştı. SKB seçimleri iptal karan aldı. Sonuçta komutanlarla siyasi parti liderleri pazarlığa oturdu. 26 Ekim 1961 günü "Çankaya Protokolü" imzalanıp, TBMM açıldı. Bu kez Milli Savunma Bakanı İlhami Sancar olmuştu. Gerçek bir devlet adamının tüm niteliklerini taşıyordu. Birlikte çalıştığımız dönemde karşılıklı sevgi, saygı ve uyum içinde bulunduk.

Dostluğumuz vefatına kadar sürdü. Kaldı ki, 27 Mayıs'tan sonra CHP'den beklediğini bulamayan subaylarla SKB örgütü üyeleri CHP'ye de karşı tavır alınışlardı. Buna rağmen SKB, CHP'li bir bakanla dost olmayı başarmıştı.
Seçimlerden sonra TSK'daki dalgalanma bitmedi. Özellikle 27 Mayıs'a karşı olan
politikacılar orduyu tahrik için her yolu deniyorlardı. Bu oluşum TSK'yı yeniden
TBMM'ye müdahale karan almaya itti. 9 Şubat 1962 "Balmumcu Protokolü" ile
ordunun bu niyeti açığa çıktı, Özellikle İstanbul'dan kaynaklanan müdahale girişimleri içinde en üst rütbeli kişi olan dönemin İstanbul Valisi Refik Tulga'nın da mason olması üzerinde bugüne kadar durulmamıştır. Oysa "Balmumcu Protokolü" doğrultusunda ve paralelinde eyleme geçen Kur. Alb. Talat Aydemir'in sırtında yumurta sepeti vardı. Yani genç subaylar onun hiyerarşisini kabullendiğinde attığı adımlardan geri dönemezdi. İstanbul'daki protokolcülerin böyle bir derdi yoktu. 9 Şubat 1962 günü attıkları imzanın arkasında duramadıkları için, Talat Aydemir'in liderliğinde 22 Şubat 1962 kalkışması başarısızlıkla sonuçlandı...

O dönemde hem bakanlıktaki görevimi sürdürüyor, hem de Ordu Dil Okulunda
İngilizce programına devam ediyordum. Ankara kaynıyordu; herkes belirgin bir kuşku içinde safını belirlemek için bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Bu nedenle 22 Şubat'tan bir hafta Önce Ordu Dil Okulu'nun öğretmeni olan subaylar Kur. Yb. Sadri Karakoyunlu'yla(66) ve benimle konuşup' aydınlanmak gereksinimi duymuşlardı.

Sonuçta arkası gelmeyen somlardan bunaldığımdan; ''27 Mayıs'ta operasyon yapan cerrah midede makas unutmuş, hastanın sağlığına kavuşması için yeni bir operasyon gerekiyor" deyip tartışmayı noktaladım. Bir anlamda 22 Şubat'ın geleceğini açıklamıştım.

Sonra Sadri'yle baş başa kaldık. Bana Öğretmen arkadaşlara verdiğim yanıttan
tatmin olmadığını ifade edip gerçek niyetimi sordu. Ben de, "bak Sadri, önümüzde bir harekât kaçınılmaz görünüyor. Her ikimiz de karargâhta olduğumuz için bu eylem içinde bulunmamız düşünülemez. Ama SKB örgütü üyesi olduğumuz için, herkes bizleri Harp Okulu safında görüyor. Bildiğim kadarıyla her ikimizin de karakterinde döneklik yok. Bu yapımızın gereğine uymaya çalışacağız" deyince, Sadri susmayı yeğledi...

Benim gençliğimde Sabetaycı ünlü bir gazeteci vardı. Mübarek herif(!) rüzgar gülü gibi durmadan dönerdi, çıkarına göre... Gazeteci X fıkra konusu olmuşlu: "Dönerle gazeteci arasında ne fark var?" diye sorup yanıtlarlardı: "Döner döndükçe kızarır, gazeteci X döner fakat kızarmaz..."

Ankara'nın 27 Mayıs sonrası siyasal kargaşası içinde ve olaylar çığırından çıktığı,
herkesin bir şeyler beklediği bir günde -18 Şubat 1962- Naci Aşkım yine ziyaretime geldi. Benimle görüş alışverişi yapmak niyetinde olduğunu anladım ve arka odaya aldım. Koridorda dolaşarak konuşmamızı yeğledi. Onun gibi deneyimli bir istihbaratçı bunu nasıl yapmıştı, bugün dahi anlamış değilim... Bana göre sorun yoktu. MSB'den KKK koridoruna geçtik, O benim koluma girdi. Koridorda U çizerek tam bir saat mevcut durumu tartıştık, iki asker gibi değil, iki dost gibi önerilerimi söyledim ve ayrıldık. Ama tüm Kara Kuvvetleri Komutanlığı karargâhı subayları dehşet içinde idiler. Herkesin kara kara geleceğini düşündüğü bir dönemde sivil elbiseli bir tümgeneral, resmi elbiseli bir yarbayla kol kola bir şeyler tartışıyor. Acaba ne konuşuluyordu? Kapılar açılıp kapanıyor, dikkatli, çekingen ve kaçamak bakışları fiskoslar izliyordu... Ayrıldık... (67)
Aynı gece (38 Şubat 1962) evime, çok değer verdiğim arkadaşlarım ziyaretime geldi.
Ben daha önce SKB örgütüne üye olduğumu bu örgütte onların desteğiyle temsilci gibi çalışacağımı açıklayıp onaylarını almıştım. Zaman zaman da fikir alışverişinde bulunuyorduk. Arkadaşlarım. "Sunay'ın safına geçtiklerini" benim de "kendilerine katılmamı" öneriyorlardı. Kendilerini "yollarımız ayrıldı, arkadaşlığımız devam edecektir" şeklinde yanıtladım, onları lojmanın kapısına kadar da uğurladım.

22 Şubat'tan iki gün önce 17 yıllık MSB şoförü Yusuf Efendi Bakan İlhami Sancar'ı bir yere götürmektedir. Arabada Dz. Yzb. Vedat Alkışlar da vardır. Yusuf Efendi, Bakan'dan söz ister: "Baa bak bakan bey ortalık karışayi sonra baa kalleşlik yaptın demeyesun, Talat Yarbay nereyeyse ben de orayayım." ilk yandaşım Yusuf Efendi açıkça tavrını koymuştu.
22 Şubat olayı patlak verince Bakan arabasını istediğinde Yusuf Efendi bir asker
şoförle başka bir arabayı göndermiş, kendisi emrime girmek için aracını Bakanlık
Önüne çekmiş, bana ulaşmaya çalışıp başarılı olamayınca evime gidip, bana telefon edip, emrimde olduğunu açıklamıştır. Teşekkür edip evine gitmesini salık verdim.

Bu olayı anlatmamın iki nedeni var; Birincisi döneklerin kol gezdiği ve itibar gördüğü bir ortamda Yusuf Efendi gibi sınıf ahlâkına sahip kişilerin varlığını açıklayıp geç kalmış bir teşekkür borcunu yerine getirmek. Konunun ikinci yönü daha önemli: Yusuf Efendi'nin bu tavrını MSB İlhamı Sancar yok saymış, 22 Şubat olayından sonra da Yusuf Efendi yıllarca makam şoförlüğü yapıp emekli olmuştur.
22 Şubat 1962 olayı geldi çattı, İki seçeneğim vardı: Ordu Dil Okulu'na gidip etliye sütlüye karışmadan öğrencilerle birlikte geceyi geçirmek ve sorumluluktan kaçmak karakterime uymazdı. Bakanlıkta görevimin başında bulunmayı yeğledim. Tüm anılarım ciltlere sığmaz, kitapta 22 Şubat olayına ilişkin bir bölüme yer verdim. 22/23 Şubat gecesi yaşadığım ve yaşamımda olumsuz bir dönüm noktası oluşturan bir olayı yinelemek istiyorum:
18 Şubat günü" MAH Başkanı Tümg. Naci Aşkun'la görüştüğümü açıklamıştım. 22 Şubat saat 22.00 sıralarında telefon etli. Aramızda ilginç bir diyalog oluştu. Odamda bulunan en az 15 kişi bu konuşmaya tanık oldu;
—Naci Aşkun: "Memleket batıyor, çare bul!"
—Talat Turhan: "Benim emrimde dört sivil memur, iki hademe var, bunlarla mı çare bulacağım?"
—N.A.: "Benimle bu şekilde konuşma!"
—T.T.: "Ben yarbayım, siz omuzu çaprazlı yarbaysınız (Tümgeneral olduğunu
değişik bir biçimde açıklıyorum). Türkiye'nin en etkin örgütünün basındasınız."
—N.A.: "Ne yapabilirim?"
—T.T.: "Ne yapılması gerektiğini size 19 Şubat günü açıklamıştım. Önerimi dikkate alsaydınız bu olay oluşmazdı."
—N.A.: "Çözüm Önerisi istiyorum..."
—T.T.: "Olayın patlamasına atamalar neden oldu. Atamaları durdurun. Sonra ben başkaldırının liderleriyle görüşüp olayın büyümesini engellemeye çalışırım."
—N.A.: "Sana nasıl yardımcı olabilirim?"
—T.T.: "Önerimi Gn. Kur. 2. Başkanı Memduh Tağmaç'la görüşün(68) kabul ediyorsa ayrıntıyı onunla görüşürüm."
—N.A.: "Memduh Paşa'yla görüşüp seni tekrar arayacağım." Yarım saat sonra telefon geldi:
—N.A.: "Memduh Paşa'ya ulaşamadın!. Zeki Paşa'yla(69) görüştüm. Seni bekliyor. Kendisiyle GKB'ye git önerini benim adıma kendisine ilet."
—T. T.: "Arabuluculuk mu öneriyorsunuz?"
—-N.A.: "Evet."

KKK’Iığı ve GKB'de panik yaşanıyordu. Tanığı olduğum bu paniği batan bir
denizaltındaki denizcilerin psikolojisine benzetirim.
Çok değer verdiğim eski komutanımın isteğini kabul etmem aslında
hayatımın en büyük halalarından biriydi. Çünkü Tağmaç beni hasım kabul ediyordu.

Aramız açıktı...

İlk önce Tuğg. Zeki İlter'in makam odasına gittim. Oda kalabalıktı. İçerde belirgin bir panik havası yaşanıyordu. Birlikte Genel Kurmay'a geçtik. Memduh Tağmaç koridorda makam odasının önündeydi. Etrafında Alb. ve Yb. rütbesinde 8–10 kurmay subay vardı. Aşkun'un önerisini kendisine aktardım. Aslında demoralize durumda olan Tağmaç beni görünce tepesine kan hücum etmiş bir durumda bana hitaben:
-"Sen ne biçim kurmaysın" diye yanıt verdi. Aynı tonla:
-"Ben bu etrafınızdaki kurmaylara benzemem, ST101-5 talimnamesinde yazılı olan kurmay niteliklerini taşıyorum. Fikir ve kanaatlerini açıkça söylüyorum. Siz bana bu şekilde hitap edemezsiniz. Ancak önerimi kabul ya da reddedersiniz" diyerek GKB 'yi Zeki İlter'le birlikte terk ettim. Daha sonraki dönemde yakın çevresine o gece kendisini öldürmek için GKB'ye gittiğimi, sonra etrafındakileri görünce vazgeçtiğimi söylediğini öğrendim. Oysa önerimden saatlerce sonra Ekrem Alican'dan ara bulucu olarak yararlanmıştı...

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

59. O dönemde bir daire 30–35 bin TL idi.
60. Yasıada Duruşma Tutanaklarına bakınız.
61. O dönemde Ankara'nın en iyi otel ve restoranı olduğu için politikacıların devam ettiği bir mekândı.
62. Belleğim beni yanıltmıyorsa, Necdet Calp'ti.
63. P. Yzb. Hulusi Sayın.
64. O tarihte SKB üyesi değildim.

65. Cemal Gürsel hastalandığı için 
64. O tarihte SKB üyesi değildim.
65. Cemal Gürsel hastalandığı için
66. K.K.K.'lığı Erkân Şube Müdürü idi ve O da kursa devam ediyordu, 22 Şubat olayından sonraİzmit'e sürgün edildi. Daha sonra general oldu.
67. Talat Turhan, Emperyalizmin Bataklığında İstihbarat Örgütlen, Sorun Yayınları, 1999, s. 34-35.
68. O gece Gn. Kur. Bşk. Org. Cevdet Sunay ortada yoktu. Sonrakin Bartın'da Deniz Üssü'ne sığındığı söylendi; ama doğrulanamadı.
69. K.K. Kur. Bşk. Tümg. Zeki İlter.

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***