asker etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
asker etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Aralık 2016 Perşembe

İran’da Asker–Siyaset İlişkileri ve Devrim Muhafızları’nın Yükselişi BÖLÜM 1


İran’da Asker–Siyaset İlişkileri ve Devrim Muhafızları’nın Yükselişi BÖLÜM 1 




Bayram SİNKAYA
* Atatürk Üniversitesi / ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi, 
ORSAM Ortadoğu Danışmanı

Devrim Muhafızları’nın İran siyaseti üzerindeki etkisi 1990’ların ortalarından beri belirgin bir şekilde artmıştır. Devrim Muhafızları Hatemi’nin liderliğindeki 
reformcu hükümet ile çatışma içerisinde iken onun yerini alan Ahmedinecad liderliğindeki radikal hükümetle işbirliği içerisinde olmuştur. Bu makale, Devrim 
Muhafızları’nın siyasi yükselişinde etkili olan faktörleri ve Devrim Muhafızları siyaset ilişkilerinin nasıl şekillendiğini incelemektedir. Makalede Muhafızların 
İran siyasetindeki yükselişi Devrim Muhafızları Ordusu ekseninde ve devrim sonrası ortaya çıkan dinamikler çerçevesinde tartışılmaktadır. 1990’lı yıllarda 
kurumsallaşmasını tamamlayan ideolojik düzeyi yüksek devrimci ordunun, siyasi elitler arasındaki bölünme ve şiddetli rekabet ortamında öneminin arttığı 
görülmektedir. Böyle bir ortamda İran rejimine yönelik tehdit algılarının niteliğinin değişmesi; askeri tehditlerin yerini kültürel saldırı, kadife devrim girişimi gibi “yumuşak” tehditlere bırakması, Devrim Muhafızları’nın hızla siyasal alana yönelmesine neden olmuştur. Devrim Muhafızları’nın ideolojik-siyasi bakışı ile hükümette egemen elitlerin ideolojik duruşları arasındaki fark veya uyum Devrim Muhafızları’nın hükümetle ilişkilerinin niteliğini belirlemiştir. 

Anahtar Kelimeler: Devrim Muhafızları, İran, Asker, Siyaset, Hatemi, Ahmedinecad. 


Bayram Sinkaya, “İran’da Asker-Siyaset İlişkileri ve Devrim Muhafızları’nın Yükselişi”, Ortadoğu Etütleri, Ocak 2010, Cilt 2, Sayı 2, ss. 115-142. 
Bayram Sinkaya 
İran’da Asker–Siyaset İlişkileri ve Devrim Muhafızları’nın Yükselişi 

Giriş 

1979 Devrimi’nden sonra İran siyasal örgütlenmesinde “devrim” ve “devlet” merkezli olmak üzere ortaya çıkan “ikili yapı”ya paralel olarak askeri 
sistemde de iki farklı kurum ortaya çıkmıştır.1 Bir tarafta eski rejimden kalan Ordu varlığını korurken diğer tarafta, Ordu’nun Devrim’e yönelik muhtemel 
tehditlerini dengelemek ve Devrimci rejimin yerleşmesine zorlayıcı güç olarak yardımcı olmak üzere İslam Devrimi Muhafızları Ordusu (Sipahi Pasdarani 
İnkılabı İslami) kurulmuştur. Paramiliter bir yapıda kurulan Devrim Muhafızları Ordusu zamanla gelişerek büyük bir askeri kuruma dönüşmüştür.2 Ordu 
profesyonelliğini koruyup siyasete uzak dururken ideolojik niteliği ön planda olan Devrim Muhafızları’nın gerek İran siyasetinde gerekse İran ekonomisinde 
ağırlığı giderek artmıştır. 

İran siyasetinde ve ekonomisinde Devrim Muhafızları’nın ağırlığının arttığına dair tartışmalar İran siyasi literatüründe son yıllarda yaygın bir konu haline 
gelmiştir. Öyle ki 1990’lı yıllar boyunca İran siyaseti hakkında yapılan çalışmalarda Devrim Muhafızları’ndan neredeyse hiç bahsedilmezken bugün Devrim Muhafızları’na değinilmeksizin bir kısa yazı bile yazılmamaktadır. 




Devrim Muhafızları, İran siyasi literatüründe İran-Irak savaşının sona ermesinden sonra ilk olarak 1999 yılının Temmuz ayında meydana gelen öğrenci olaylarından sonra Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’ye gönderdikleri eleştiri ve uyarı mektubuyla gündeme gelmiştir. Yine bu dönemde Devrim Muhafızları 
komutanları zaman zaman yaptıkları açıklamalarda Hatemi’nin uyguladığı “liberalleşme” ve “ Batı ile diyalog politikalarını ” sert bir şekilde eleştirmiştir. 
İlerleyen zamanlarda Muhafızların siyasete ilgisi eleştirel/söylemsel olmaktan çıkmış, Mayıs 2004’te yeni açılan İmam Humeyni Uluslararası Havaalanı’nın 
güvenlik gerekçesiyle hükümetin iradesi dışında işgal edilmesiyle müdahaleci bir hal almıştır. Bu arada Devrim Muhafızları’nın eski mensuplarının da siyasete ilgisinin büyük ölçüde arttığı ve gündelik siyasette daha aktif olmaya başladıkları görülmüştür. Eski Devrim Muhafızları 2004 yılında yapılan Meclis seçimlerinde sandalyelerin neredeyse üçte birini kazanmıştır. Yine benzer şekilde 2005 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde resmen aday olan sekiz kişinin dördünün eski Devrim Muhafızı olması büyük dikkat çekmiştir. 

Bir süre Devrim Muhafızları’na katılmış olan Mahmud Ahmedinecad’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ile kabinede ve yönetimde Devrim Muhafızları mensuplarına önemli pozisyonların verilmesi ile Muhafızların İran siyasetindeki etkisinin belirgin bir şekilde arttığı görülmüştür. Buna paralel olarak Devrim Muhafızları’nın ekonomik faaliyetleri de büyük ölçüde yaygınlaşmış; Devrim Muhafızları şirketleri ekonominin hemen her alanında faaliyet göstermeye başlamıştır.3 

Devrim Muhafızları’nın siyasetteki etkisi neden bu denli artmıştır? İlgili literatürde Devrim Muhafızlarının İran siyasetinde yükselişine dair argümanlar üç grup altında toplanabilir. 

İlk olarak Devrim Muhafızları’nın zamanla pretoryan bir orduya dönüştüğü iddia edilmektedir. Buna göre Devrim Muhafızları, kendi üzerinde Rehber Ayetullah Ali Hamanei dışında hiçbir otoriteyi tanımamaktadır ve Hamanei kendi iktidarını korumak ve pekiştirmek için Devrim Muhafızları’na dayanmaktadır.4 Bu yaklaşım Hamanei’nin politikalarına ağırlık verirken siyasal alandaki gelişmeler ile Devrim Muhafızları’nın kurumsal kimliğini ve ideolojik yapısını ikinci plana itmektedir. Pretoryen ordu yaklaşımına paralel bir diğer yaklaşım ise Muhafızların, Rehber’in liderliğindeki muhafazakâr kamp ile siyasi ittifak içinde olduğunu ileri sürerek, Devrim Muhafızları’nın reformcu hükümete karşı mücadelesi ile Ahmedinecad hükümetine verdiği desteği bu ittifak ilişkisiyle izah etmeye çalışmaktadır.5 Bu yaklaşımın muhafazakârları kendi içinde bütün bir siyasi hareket olarak değerlendirerek “muhafazakârlar” arasındaki rekabeti göz ardı ettiği görülmektedir. 

Devrim Muhafızları’nın İran siyasetinde yükselişini açıklamaya çalışan üçüncü yaklaşım ise İran’da Devrim’den sonraki nesil değişikliğine dikkat çekerek eski 
Muhafızlar üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu yaklaşıma göre Devrim Muhafızları, devrimi gerçekleştiren gençlerin akın ettiği devrimci örgütlerden birisidir. Bu 
gençler yeterince tecrübe sahibi olmadıkları için ülkenin yönetiminde doğrudan söz sahibi olmamışlar, ancak İslamcı rejimin en büyük destekçisi olmuşlardır. 
İran’ın Irak ile sekiz yıl süren savaşı ise Devrim Muhafızları kadrolarının oldukça büyümesine neden olmuştur. 

Savaştan sonra bu gençler yarım kalan eğitimlerini tamamlamış ve çeşitli sahalarda uzmanlaşmıştır. Böylece bir zamanlar Devrim Muhafızları saflarında yer alan bu gençler Devrimden 20 – 25 yıl sonra İran’ın yeni elitlerini oluşturmuştur. Bu nedenle Muhafızların İran siyasetinde yükselişi tabii bir gelişmedir.6 
Bu yaklaşımın Devrim Muhafızları’nın eski mensupları üzerine yoğunlaştığı ancak bir kurum olarak Devrim Muhafızları’nı ihmal ettiği görülmektedir. Dolayısıyla bu yaklaşım bir kurum olarak Devrim Muhafızları’nın ne reform hükümetlerine karşı tutumunu ne de Ahmedinecad hükümetlerine verdiği desteği açıklamak için yeterli olmaktadır. 

Bu makalede ise diğer yaklaşımlardan farklı olarak Muhafızların İran siyasetindeki yükselişi Devrim Muhafızları Ordusu ekseninde ve devrim sonrası 
ortaya çıkan dinamikler çerçevesinde tartışılmaktadır. 1990’lı yıllarda kurumsallaşmasını tamamlayan ideolojik düzeyi yüksek devrimci ordunun, siyasi elitler arasındaki bölünme ve şiddetli rekabet ortamında öneminin arttığı görülmektedir. Böyle bir ortamda İran rejimine yönelik tehdit algılarının niteliğinin değişmesi; askeri tehditlerin yerini kültürel saldırı, kadife devrim girişimi gibi “yumuşak” tehditlere bırakması, Devrim Muhafızları’nın hızla siyasal alana yönelmesine neden olmuştur. Devrim Muhafızları’nın ideolojik-siyasi bakışı ile hükümette egemen elitlerin ideolojik duruşları arasındaki fark veya uyum Devrim Muhafızları’nın hükümetle ilişkilerinin niteliğini belirlemiştir. 

Devrim Muhafızları’nın Kurumsallaşması 

1979 İran Devrimi kısa bir sürede gerçekleştiği, Şah yönetimine karşı silahlı mücadele verilmediği için Devrimciler 11 Şubat’ta zafer ilan ettiklerinde bu zaferi koruyacak silahlı güçten yoksundu. Polis kuvvetleri dağılmış, Ordu büyük ölçüde yıpranmıştı. Öyle olmasaydı bile Şah’a bağlılık yemini eden ve devrimci 
ideoloji dışındaki etkilerin tesirinde kalmış olan bu güçlere güvenilemezdi. Nitekim Ordu içinden bazı generaller devrim karşıtları ile işbirliği yaparak 
birçok darbe teşebbüsünde bulunmuştu. İkincisi devrim karmaşası sırasında İslamcı ya da solcu birçok militan karakolları ele geçirmiş, bazı askeri depoları 
basarak silahlanmıştı. Bu militanlar devrim komiteleri kurarak mahallelere ve sokaklara hâkim olmuştu. Devrimin zaferinin ilan edilmesinden sonra düzenin 
yeniden tesis edilmesi ve güvenliğin sağlanması, kolluk güçlerinin resmi ve merkezi bir çatı altında toplanması için Devrim yönetiminin güvenebileceği 
“kolluk” kuvvetlerine ihtiyacı vardı. Devrimin liderliğini ele geçiren İslamcı din adamları radikal solculara güvenemezdi. Bilakis, özellikle Halkın Mücahitleri 
ve Halkın Fedaileri gibi güçlü solcu gruplar İslamcı iktidara büyük bir tehdit arz ediyordu. 

Bernard Hourcade,“ The Rise to Power of Iran’s‘ Guardian sof the Revolution,” Middle East Policy, Cilt 16, No.3,Güz 2009, ss. 58-63. 

Böyle bir ortamda bir muhafız gücünün oluşturulmasına karar verildi ve 5 Mayıs 1979’da Devrim Muhafızları’nın kurulduğu resmen ilan edildi. Bu muhafız 
gücünün çekirdeğini İslamcı devrim komiteleri oluşturmuştur. Devrim Muhafızları gönüllük esasında kurulmuştur ancak gönüllülerin İslam ideolojisine; İslam 
Cumhuriyeti’ne ve Devrimin İslami niteliğine inanmaları şart koşulmuştur. Kuruluş yasasında bu ordunun görevi ülkeyi saldırılara ve işgale karşı korumak 
ve güvenliğin sağlanmasında, karşı devrimcilerin tutuklanmasında, İslam Cumhuriyeti’ne karşı silahlı hareketlere karşı mücadelede hükümet ile işbirliği 
yapmak şeklinde tanımlanmıştır. Devrim Muhafızları’nın kuruluşunun amacı ise İslam Devrimi’ni kollamak ve onu İslam ideolojisi ekseninde yaymak ve 
İslam Cumhuriyeti’nin isteklerini yerine getirmek olarak belirtilmiştir.7 Devrimin yerleşmesine kadar geçici bir yapı olarak düşünülen Devrim Muhafızları Aralık 
ayında Anayasa’nın uygulamaya girmesi üzerine 150. Madde’ye göre “devrimi ve kazanımlarını korumakla yükümlü” sürekli anayasal bir kurum haline 
gelmiştir. 

Esasında bir kolluk gücü olarak düşünülmesine rağmen Devrim Muhafızları’nın görev alanı “İslam devriminin ve kazanımlarının ve orijinal İslami ideoloji ekseninde devrimci değerlerin korunması ve yayılması” şeklinde tanımlandığı için kolluk faaliyetlerinin çok ötesine geçmiştir. Zira Muhafızlar devrimci 
çizgiden sapmaların önlenmesini de kendi görev alanı içinde görmüştür.8 Bu bağlamda Devrim Muhafızları’nın faaliyetleri ideolojik ve siyasi alana doğru 
yayılmıştır. Kültürel faaliyetler de bu kurumun çalışmaları arasında önemli bir yer tutmuştur.9 

Resmi görev tanımları bir yana Devrim Muhafızları din adamlarının iktidarı tamamen ele geçirmelerine katkıda bulunmuştur. Zira bu ordu hükümetin değil 
üyeleri Humeyni tarafından atanmış ve çoğu radikal din adamlarından oluşan “Devrim Konseyi”nin kontrolüne bırakılmıştır. Devrim Muhafızları’nın kuruluşu 
çalışmaları öncelikle Geçici Hükümete verilmişse de Humeyni bir süre sonra 

Ayetullah Hasan Lahuti’yi bu projeye temsilcisi olarak göndermiştir. Lahuti’den sonra da Ali Hamanei ve Haşimi Rafsanjani Devrim Muhafızları’nın faaliyetlerini 
İmam’ın temsilcisi olarak gözetlemek üzere görevlendirilmiştir. İmam’ın temsilcileri de değişik kademelerde kendi din adamı temsilcilerini görevlendirmiştir. 

Diğer taraftan Devrim Muhafızları kuruluşu sırasında farklı gruplar bir araya getirildiği için uzun süre komuta düzeyinde istikrar sağlanamamıştır. 
Nihayet Haziran 1981’de Muhsin Rezai’nin Komutan olarak atanmasıyla istikrarsızlık sona ermiştir. Devrim Muhafızları ülkede hassas merkezlerin, siyasi 
liderlerin, hükümet binalarının, radyo ve TV binalarının, hatta askeri garnizonların korumasını üstlenmiştir. Bu güvenlik görevlerinin yanı sıra İslam kültürünün ve mirasının yayılmasına çalışarak ideolojik bir misyon ifa etmiş ve ülkenin az gelişmiş bölgelerinde kalkınma ve inşa faaliyetleri yürütmüştür. 

Ülke içerisinde isyanların bastırılmasında önemli roller oynayan Devrim Muhafızları, Eylül 1980’de Irak’ın İran’a saldırmasıyla başlayan savaş sırasında bir taraftan cephedeki yerini almış diğer taraftan seferberlik çalışmalarını organize etmiştir.10 Bu dönemde, İran’ın savunmasını sağlamak üzere gönüllülerden kurulu “20 Milyonluk Ordu” kampanyası başlatılmış ve Besic denilen bu gönüllü ordusu Devrim Muhafızları’nın komutasına verilmiştir. Savaş sırasında ortaya çıkan ihtiyaçlara göre Devrim Muhafızları’nın kurumsallaşma süreci devam etmiştir. İlk olarak Kasım 1982’de Devrim Muhafızları ile hükümet arasında koordinasyonun sağlanması ve Muhafızların lojistik ihtiyaçlarını karşılamak üzere Devrim Muhafızları Bakanlığı kurulmuştur. Devrim Muhafızları zamanla kendi eğitim imkânlarını kurmuştur; 1982’de lise düzeyinde okullar açılmış, 1985’te askeri akademi ve 1986’da İmam Hüseyin Üniversitesi kurulmuştur. Diğer taraftan askeri malzemelerin onarımı ve üretimi için kendi savunma sanayisini geliştirmiştir. Eylül 1985’te Devrim Muhafızları bünyesinde Ordu’dan ayrı hava ve deniz kuvvetleri kurulmuştur. Böylece savaş bittiğinde Devrim Muhafızları büyük ve tam teşekküllü bir ordu haline gelmiştir. 

Savaşın son yılında İran tarafında yaşanan kayıplar üzerine Ayetullah Humeyni Haziran 1988’de Haşimi Rafsanjani’yi Başkomutan Vekili ve fiili komutan 
tayin etmiştir. Rafsanjani’ye verilen görevlerin en önemlisi kaynak israfını önlemek ve silahlı kuvvetlerin tek bir karargâhtan sevk ve idaresini sağlamak üzere bir takım düzenlemeler yapmaktı. Bu bağlamda ilk olarak Müşterek Komutanlık Karargâhı kurulmuştur. Savaş Temmuz 1988’de sona erdikten sonra da yeniden yapılanma çalışmaları devam etmiştir. 

   Bu çerçevede Savunma Bakanlığı ile Devrim Muhafızları Bakanlığı; Devrim Komiteleri ile polis ve jandarma kuvvetleri tek bir çatı altında birleştirilmiştir. 
İki orduyu birleştirme çabaları ise, Haziran 1989’de Ayetullah Humeyni’nin ölümünden sonra Rehber seçilen Ayetullah Ali Hamanei’nin Devrim Muhafızları’nın ayrı bir kurum olarak varlığını sürdürmesini istemesi üzerine sonuçsuz kalmıştır.11 Bununla birlikte, yeni dönemde Devrim Muhafızları’nın “ Profesyonelleşmesi ” ve askeri niteliklerinin güçlendirilmesi yönünde askeri hiyerarşinin tesisi ve rütbelerin düzenlenmesi gibi bir takım adımlar atılmıştır. 

Devrim Muhafızları’nın 1990’lı yıllardaki faaliyetleri üç başlık altında gruplanabilir; güvenliğin sağlanması; ülkenin imarına katkıda bulunmak ve teknik imkân ve kabiliyetlerinin geliştirilmesi.12 Güvenlik faaliyetleri kapsamında bu dönemde, rutin güvenlik görevlerinin (Devrim liderlerinin korunması; hava ve hava yolları güvenliğinin sağlanması; iç güvenliği sağlamakla yükümlü Disiplin Güçleri’ne yardımcı olmak) yanı sıra Kürdistan, Batı Azerbaycan, Huzistan, Belucistan, Horasan ve Körfez’deki adalar gibi istikrarsız sınır bölgelerinin güvenliği Devrim Muhafızları’na bırakılmıştır. İmar faaliyetleri kapsamında ise 1990 yılında Devrim Muhafızları bünyesinde Hatem’ul Enbiya Karargâhı kurulmuş ve birçok sivil inşa faaliyetini üstlenmiştir. Böylece Devrim Muhafızları’nın ekonomik faaliyetleri başlamıştır. Teknik imkân ve kabiliyetlerinin geliştirilmesi kapsamında Devrim Muhafızları balistik füze teknolojisi gibi yeni silahlar üzerinde çalışmaya başlamıştır. Devrim Muhafızları bünyesindeki iki üniversite (İmam Hüseyin ve Bakiyetullah Tıp Bilimleri) ve birçok araştırma merkezi bu kapsamda faaliyet göstermektedir. 

Devrim Muhafızları ve Siyaset İlişkileri 

Kurumsallaşmasını tamamlamış Devrim Muhafızları, bugün itibariyle, Devrim Muhafızları Komutanlığı, Rehberin Devrim Muhafızları’ndaki Temsilcisi, Güvenlik 
ve İstihbarat Birimi ile Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri, Kudüs Ordusu ve Besic ile bunlara bağlı birimlerden oluşmaktadır. Devrim Muhafızları, aynı zamanda silahlı kuvvetler başkomutanı olan Rehber’e bağlıdır. Rehber, Devrim Muhafızları’nın üst düzey komutasını doğrudan kendisi belirlemektedir. 

Rehber’in kurumun hemen her düzeyinde bulunan temsilcileri bu konuda en büyük yardımcılarıdır. Rehber’in temsilcileri Devrim Muhafızları’nın ideolojik 
ve siyasi eğitimi ile siyasi denetiminden sorumludur. Devrim Muhafızları’nın disiplin açısından denetimi ise kendi iç denetim mekanizmaları ve askeri yargı 
yoluyla yapılmaktadır. Cumhurbaşkanı’nın Devrim Muhafızları üzerinde herhangi bir etkisi ve yetkisi yoktur, ancak Devrim Muhafızları güvenliğin sağlanması 
ve adli kararların icrası konusunda hükümet ile işbirliği yapmaktadır. Meclis’in ise Devrim Muhafızları üzerinde bütçesini görüşme ve genel araştırma 
yapma hakkı gibi düzenlemelerden doğan dolaylı etkileri vardır. 

Devrim Muhafızları’nın Rehber ile ilişkilerinde herhangi bir sorun görülmezken, Cumhurbaşkanı, hükümet ve Meclis ile ilişkileri değişiklik arz etmekte 
ve zaman zaman sorunlu olabilmektedir. Bu sorunlar genellikle Devrim Muhafızları’nın siyasete, siyasi nitelikli açıklamalar ve bildiriler yoluyla müdahil 
olmasından kaynaklanmaktadır. Basının Devrim Muhafızları – siyaset ilişkisi açısından önemli bir yeri vardır ve Muhafızların siyasallaşmasına ilişkin tartışmaların önemli bir kısmı basın üzerinden yapılmaktadır. 

Muhafızların siyasete müdahalelerinin 1990’lı yıllarda arttığı görülmektedir. Özellikle Muhammed Hatemi’nin Mayıs 1997’de Cumhurbaşkanı seçilmesi 
bu açıdan önemli bir dönüm noktası olmuştur. Komutan Rezai seçimlerden sonra yaptığı bir açıklamada, Hatemi’nin yardımcılarından bazılarının velayet-i 
fakih rejimini sorgulamasının kabul edilemez olduğunu ve ciddi şekilde endişelendiklerini belirtmiştir.13 Buna benzer endişeler zaman zaman diğer komutanlar tarafından da ifade edilmiştir. Bu dönemdeki tartışmalarda halk oyunun, meşruiyetini ilahi hükümlerden aldığı iddia edilen veli-yi fakih’ten daha önemli olduğunun dile getirilmesi Muhafızların endişelerini pekiştirmiştir. Devrim Muhafızları’nın siyasi nitelikli açıklamalarında Cumhurbaşkanı Hatemi genellikle 
doğrudan hedef alınmamışsa da bazı zamanlarda Hatemi bizzat eleştirilerin hedefinde olmuştur. Mesela, Ocak 1998’de Hatemi’nin meşhur CNN röportajında Tahran’daki Amerikan Elçiliği’nin 4 Kasım 1979’da radikal öğrenciler tarafından basılmasından ötürü üzüntü duyduğunu ifade etmesi Muhafızların tepkisini çekmiştir.14 Yine, Temmuz 1999’da öğrenci protestolarıyla başlayan süreçte Hatemi, doğrudan Devrim Muhafızları’nın hedefi olmuştur. Bu olay İran’da asker – siyaset ilişkilerinde en önemli dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir. 

8 Temmuz Olayları ve Devrim Muhafızları’nın Hatemi’ye Mektubu 

8 Temmuz 1999’da “reformcu” Selam gazetesinin yayınının Basın Mahkemesi tarafından durdurulması ve sansürü kolaylaştıran bir basın kanunun Meclis’te 
kabulü üzerine Tahran’da üniversite öğrencileri protesto gösterileri düzenlediler. Ancak 9 Temmuz gecesi güvenlik güçlerinin eşliğinde bir grup İslamcı militanın 
Tahran Üniversitesi’nin öğrenci yurtlarını basarak protestocu öğrencilere saldırması daha şiddetli ve büyük gösterilere yol açtı. Hatemi dahil hükümet 
yetkilileri ilk yaptıkları açıklamalarda öğrencilere sempatilerini gösterdiler ve olayların sorumlularının tespit edilmesini istediler. Beş gün boyunca süren 
gösteriler bir süre sonra rejim karşıtı ve Hamanei aleyhinde sloganların atıldığı bir isyana dönüştü. Gösteriler sırasında Hamanei “katilleri” korumakla itham edildi ve yetkilerini bırakması istenildi. Gösterilerin niteliğinin değişmesi göstericilere karşı hükümet çevresindeki sempatinin de kaybolmasına neden 
oldu. Nihayet gösteriler güç kullanmak marifetiyle bastırıldı. 

Gösterilerin rejim karşıtlığına dönüşmesi ve Hamaney aleyhinde sloganlar atılması üzerine Devrim Muhafızları’nın üst düzeyde 24 komutanı 13 Temmuz’da 
Cumhurbaşkanı Hatemi’ye bir “uyarı” mektubu yazdı. Cumhurbaşkanlığı ofisi tarafından “gizli” olarak sınıflandırılan bu mektup 19 Temmuz’da Keyhan ve 
Cumhuri İslami gazetelerinde yayımlandı.15 Bu mektupta komutanlar yetkililerin protestoculara karşı gösterdikleri sempatiler karşısında hayal kırıklığına 
uğradıklarını belirtmiş ve Yüksek Güvenlik Konseyi’nin Devrimin temellerine karşı yapılan saldırıları göz ardı ederken gösterilerin bastırılması sırasındaki hataları ve ihlalleri öne çıkarmasını eleştirmiştir. Öğrenci yurduna saldırılmasının bir hata olduğunun belirtilerek kınandığı mektupta bunun rejimin kutsallarına 
ve temel ilkelerine yapılan saldırılar karşısında oldukça önemsiz olduğu ifade edilmiştir. Komutanlar, veli-yi fakih’e yapılan saldırılar ve “on dört asırdır 
Şiilerin ve Müslümanların çektikleri cefalarla yeşeren bir çiçeğin soldurulması karşısında elleri bağlı ve sessiz kalmaktan duydukları rahatsızlığı” ifade etmişlerdir. 

Son gelişmelerin devrimciler ve karşı-devrimciler arasında bir mücadele olarak nitelendirildiği mektupta komutanlar, “kendi çıkarlarını korumakla 
meşgul basiretsiz siyasetçilerin” durumu daha da kötüleştirdiğini belirterek Hatemi’den etrafındaki bazı dostlarının ve öğrenci mitinglerine katılan siyasetçilerin kanunsuzluk ve kaosu teşvik eden konuşmalarına dikkat etmesini istemiştir. Mektubun sonunda komutanlar “sabırlarının tükendiğini” söyleyerek 
“eğer bu mesele halledilmezse daha fazla tahammül edemeyeceklerini” belirtmişlerdir. 

Cumhurbaşkanlığı ofisi Hatemi’nin bu mektuba karşılık Devrim Muhafızları Komutanı’na yazdığı bir mektup ile aynı gün cevap verdiğini ve farklı kurumların 
görevlerini ve yetkilerini hatırlattığını bildirmiş, ancak Hatemi’nin mektubunun içeriğine ilişkin detaylı bilgi vermemiştir.16 Olaylardan birkaç hafta sonra 
yaptığı bir konuşmada da Hatemi askerlerin siyasete müdahale etmekten sakınmaları gerektiğini belirtmiştir.17 

Hatemi’nin destekçileri komutanların mektubunu ve gizli olduğu belirtilen bu mektubun ifşa edilmesini Cumhurbaşkanına ve hükümete karşı yürütülen 
komploların bir parçası ve darbe provokasyonu şeklinde nitelendirmiştir. İslam Devrimi Mücahitleri Örgütü yaptığı açıklamada “gizli mektubun yayınlanmasının 
rejimin itibarına zarar verdiğini” iddia etmiştir. Bu iddiaya göre mektup, “yazarlarının siyasi işlerdeki karmaşıklığı anlayamadıklarını” göstermiştir. 
Örgüt açıklamasında Devrim Muhafızları’nın “saf devrimci hislerinin ve sorumluluklarının perde arkasındaki kimseler tarafından suiistimal edildiğini 
ve İran’ın ulusal zararlarına büyük zararlar verdiğini” belirterek Muhafızların siyaseti siyasetçilere bırakmalarının daha iyi olduğunu ifade etmiştir.18 

Devrim Muhafızları Komutanı Yahya Rahim Safavi daha sonra yaptıkları açıklamalarda Hatemi’yi hedef almadıklarını belirtmiş ve Cumhurbaşkanı Hatemi’yi desteklemenin görevleri olduğunu ve Hatemi’nin ve hükümetinin zayıflatılmasına izin vermeyeceklerini ifade etmiştir.19 Nitekim mektupta Hatemi ile taraftarları arasında ayrım yapılmış ve Hatemi’den taraftarlarına müdahale etmesi istenilmiştir. 

Bu mektup Muhafızların “güç” kullanmaya hazır olduğunu ve “güç kullanma tehdidinin nasıl meşrulaştırıldığını” göstermiştir.20 Daha da önemlisi mektubun 
emir-komuta zinciri içinde gönderilmemiş olmasıdır. Devrim Muhafızları mektubun gizli olduğu iddialarıyla ilişkili olarak Basın Mahkemesi’ne verdiği cevapta mektubun gizli olmadığı ve mektubu yazan kişilerin yetkilileri haberdar etmeksizin gönderdikleri belirtilmiştir.21 Nitekim mektubu imzalayanlar arasında Komutan Safavi ile yardımcısı Zolqadr’ın imzalarının olmaması ilginçtir. 

16 Nisan Bildirisi 

Devrim Muhafızları Temmuz 1999 olaylarının şokunu atlatamadan Şubat 2000’de yapılan 6. Meclis seçimlerinde reformcular Meclisteki sandalyelerin 
çoğunluğunu kazandılar. Seçim sonuçlarıyla birlikte 7 – 8 Nisan tarihlerinde Berlin’de düzenlenen “Seçimlerden Sonra İran Konferansı” İran’daki gelişmeleri 
yakından etkilemiştir. Konferansa İran’dan aralarında Ekber Genci, Yusuf Eşkvari, Mehrengiz Kar’ın bulunduğu on yedi gazeteci ve yazar katılmıştı. 
Konferansın ikinci gününde İran diasporasından kalabalık bir grup konferans salonunu basarak İslam Cumhuriyeti aleyhinde sloganlar atmış ve gösteri 
yapmıştır.22 İranlı katılımcıların rejim hakkındaki eleştirel konuşmaları ile birlikte diasporanın düzenlediği bu protestolar İran’da büyük tepki çekmiş, konferansa katılanlar İran’a döner dönmez yargı önüne çıkarılmıştır. 

Böyle bir atmosferde, Devrim Muhafızları 16 Nisan 2000’de en çarpıcı bildirilerinden birisini yayınlamıştır. İslam devriminin en kutsal değerlerini “alaya alan” basını ve yazarları hedefe alarak yayınladığı bildiride Muhafızlar şöyle demiştir; “Zamanı geldiğinde, sevgili Liderimiz ve Rehberimiz onay verdiğinde, İslam Devriminin düşmanları en büyüğünden en küçüğüne kadar İslam Devriminin balyozunu enselerine öyle bir yiyecekler ki sonsuza dek komplo kuramayacak ve ihanet edemeyecekler.”23 

Muhafızların bildirisine karşılık reformcu hareketin öncülerinden İslam Devriminin Mücahitleri Örgütü sert bir açıklama yapmıştır. Devrim Muhafızları’na hitaben yapılan açıklamada şöyle denilmiştir; “Sizin adınızla yayınlanan bildiriden sonra hepimiz, Devrimin dostları Muhafızların akıbeti ve bu popüler kurumun geleceği hakkında endişelendik. Muhafızlar, yazarları sindirip, gazeteleri yasaklayarak, gözdağı verip korku salarak kendi güçlerini artırmaya çalışan üçüncü dünyanın kaba kuvvete dayanan askerleri düzeyine düşürülebilir mi? İktidar mafyası bizim şanlı Muhafız Ordumuzu Türkiye ve Pakistan ordularını andıracak şekilde resmetmeye çalışmaktadır. İktidar mafyası din kılıfı altında kendi diktatörlüğünü kurmak için 2 Hordad Hareketine (reformcu hareket) karşı askeri darbe yaparak nafile hayallerini gerçekleştirmeye çalışmaktadır.” Bildiride Devrim Muhafızları ve komutanlarının çoğunluğu İslam, Devrim ve reformların destekçisi olarak nitelendirilmiş, 2 Hordad ve Cumhurbaşkanını destekleyen halk ile uyumlu olmakla övülmüş ve Devrim Muhafızları’nın “hiçbir şekilde siyasi ihtilafların çözümü içim iktidar mafyasının elinde bir araç olmayacağı” ifade edilmiştir.24 

Bu bildiri Ayetullah Hamanei’nin 14 Nisan’da yaptığı bir konuşmada güç kullanımını savunması ile birlikte değerlendirildiğinde darbe korkularının ortaya 
çıkmasına neden olmuştur. Devrim Muhafızlarının açıklamalarının hedefi olarak görülen reformcular, siyasi gruplardan birisinin Muhafızları etkileyerek siyasetin 
içine çekmeye çalıştığı ifade edilmiş ve Devrim Muhafızları uyarılmıştır. Askeri bir kurum olarak Devrim Muhafızları’nın siyasete karışmaması istenilmiştir. 
Muhafızların benzer nitelikteki açıklamalarının daha sonra da devam etmesi üzerine reformcular Devrim Muhafızları’nı siyasi cenahlardan birisi gibi 
hareket etmekle suçlamaya başlamıştır. Nitekim eski Muhafızlar ve görevden yeni ayrılan Devrim Muhafızı komutanları 2004 Meclis seçimlerine ve 2005 
cumhurbaşkanlığı seçimlerine aktif olarak katılmıştır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

23 Ekim 2016 Pazar

Post Modern Ordu, Asker- Demokrasi ve 28 Şubat Değerlendirmesi






Post Modern Ordu, Asker- Demokrasi ve 28 Şubat Değerlendirmesi


ONUR DİKMECİ

Ulusal Güvenlik ve Strateji

 Bugünki demokratik kurumlar, liberal serpintiler taşıyan anayasal düzenlemeler ve gelişmiş sivil toplum hareketleri dünün kesif kategorizasyon ile sınıfsal çatışmacı tecrübelerinin tatbiki neticesinde husule gelmiştir. İmparatorluklar bünyesinde yaşayan İmparatorluk ile aynı din ve etnistiye haiz tebaa, emek ve ürünü oranında daha sağlıklı iktisadi düzenlemeler talebi ve bu suretle Tek Otorite Monarşiye ortak olma gayreti 1789 Fransız ihtilâli ve 1830-1848 ihtilâlleri olarak belirir. Burjuva ve Prolererya ihtilâlleri olarakta adlandıralan bu dönem, siyasi partilerin, adil olamasada siyasi seçim sisteminin, yazılı mutabakatların doğduğu toplumsal değişimlerin tarifidir. " Ben ordumun çokluğu ile övünürüm" görüşünü benimsemiş Avrupa kıtasının en büyük ordusunu var etmiş Büyük Frederik'in ölümünden sonraki evre artık Sanayi Devriminin olgunlaştığı süreç, modern teçhizat ile donatılacak Yurttaş Asker tipi ile Uluslaşma sürecinin katalizörüdür. 

Bu denli İhtilâl mirasının sahibi Avrupa kıtasının günümüzde Sosyal Demokratik devlet pratiğinin temsilcisi olması herhalde yadırganamaz. Bu oranda da Ordu - Sivil ayırımının başarı katsayısı artar. Bu ayırım süreç ilede alakalı olabilir. Özellikle soğuk savaş evresinde askeri uzmanların etkinliği Asker/Sivil ilişkisinde Ordunun ayrıcalıklı konumuna işaret eder. Amerika Birleşik Devletleri'nin Ulusal Güvenlik algısını Sivillerden ziyade ağırlıklı olarak Hava Kuvvetleri inşaa eder. Türkiye'nin Nato'ya ilk başvurusunun kabül görmemesi Amerikan sivil unsurlarının görüşüyken, Amerikan Hava kuvvetlerinin, Türkiye'nin kilit konumu sebebiyle istihbari avantajına işaret eden raporu, sivil siyasetçilerin görüşünü değiştirir. Keza burada altın soru ordunun dış politika aracılığı ile sivilleri etkin yönlendirmesi veyahut yönetmesi ülkenin demokratik mekanizmasının zaafiyeti olarak yorumlanabilir mi? Şüphesiz bu sorunun cevabı liberallere göre Evet iken, leninist, milliyetçi veya devletçi görüşteki bireylere göre kuvvetli sorun teşkil etmez. Soğuk savaşın akabinde normalleşen süreçte sivil kontrolün ve sivilleşen algının iddiası anayasal delillere haizdir. Batı'da bu zaman diliminde ordular darbe yapmazlar, fakat ordunun olduğu her ülke teorik olarak darbe veya askeri müdahale ihtimali taşır. Elbette bu denli kuvvetli demokratik-sosyal devlet mekanizması, siyasi tıkanıklığın siyasi girişimle açılabilmesine olanak tanır. Fakat ordunun siyasal platformda, beliren yeni güvenlik tehditleri sebebiyle yeniden aktif rol alması liberalleri hayal kırıklığına uğratmıştır. Birleşik Devletlerde siyahilerin polis tarafından öldürülmesiyle başlayan ayaklanmalar neticesinde ordu, birliğinden çıkarak şehir merkezlerinde görülmüştür. Polisin ağır silahlarla donatılacağı talimatıyla militer polis teşkilatının oluşturulduğu eleştirisi, toplumsal anarşinin bazı durumlarda yükseldiği Fransa'da Jandarma'ya yetki verilmesi, Almanya'da askeri istihbarat teşkilatı MAD'in öncelikli konuma getirilip, Orduya talimat verilmesi, farklı hayal kırıklıklarıyla birleşmiştir. 

Türkiye, Osmanlı hanedanlığının hüküm sürdüğü dönemde yerli sermaye birikiminin sağlanmaması ve dini referans alan bürokratik kadronun vesayetlerini devam ettirebilmek için fikri ve tekniki gelişmişliklerin "ithaline" en kuvvetli direnci oluşturması sebebiyle değişim hakkında Reayanın talebi olmamıştır. Son dönemde de Batı'daki hukuk, sosyal, fenni manada gelişmelerin Ordu subayları tarafından benimsenip halka idraki arzusuyla, Asker aydınlanmanın öncüsü olarak görülmüştür. Yani Çağdaş Ordu, Güçlü asker algısı bugünün değil bir asır evvelinin ürünleridir. Bu algı ve sınıfsız sistemde modern siyasi kurgu projesi, Sosyal Devlet, Siyasi bilinç ve Sivil toplum tanımlarının zayıf kalmasını doğurur. Coğrafik açıdan istikrarsız bölgelere yakın Türkiye'nin doğal olarak güvenlik bürokrasisi üzerinde yükselmesi Asker Toplum zihniyetinin ispatıdır. Soğuk savaş döneminde ordusal modernizasyonu hız kazanan Türkiye'de en mühim unsuru olan Ordu ayrıcalıklı konumundan istifade ederek, siyasal istikrarsızlık tespit ettiği anda siyasi hayata müdahalede bulunmuş kitlesel tepkiyle karşılaşmamıştır. 1990'lardan sonra ise odak terör pkk olarak tespit edilmiş, güçlü, motive bir ordunun mutlak varlığı teröre karşı en büyük panzehirdir teorisi, OHAL gibi uygulamalar ile siyasetin öznesi Ordu'dur anlayışının devamı olmuştur. 


28 ŞUBAT VE İSRAİL, ASKERİ MÜDAHALELER BATI'NIN OYUNU MU? 

Siyasi ombudsmanlık gibi bir huviyete sahip Ordu, Refah Partisi iktidarını söylem ve fiili bazı girişimlerle ( Sincan ve tanklar hadisesi) değiştirmekle gösterilir. Bu teoriye göre İsrail, Necmettin Erbakan'dan rahatsız olarak müdahalesini Türk Ordusu aracılığıyla sağlamıştır. Amerikan Yahudi Kongresi başkanı Abraham Foxman'ın " Türkiye nihayet Erbakan'dan kurtuldu" açıklamaları ile dönemin kudretli Orgenerali Çevik Bir'in açıklamaları bu teoriyi besleyen envanterin mühim parçaları olarak sunulur. Hükümeti kurduktan sonra Erbakan'ın ilk resmi gezisini İran'a gerçekleştirilip 23 milyar dolarlık doğalgaz anlaşmasına imza atması İsrai'in güvenlik paradigması açısından sarsıcıdır. Fakat Türkiye'nin İslâm birliği hulyalarıyla rejim ihracı prensibine yasal anayasasında yer veren İran ile muazzam yakınlaşma, göstermesi, Türkiye'nin bölge liderliği açısından daha büyük bir sarsıntıdır. Ordu'nun İsrail veya Pentagon ile temaslarının ihtimali bulunsa da, 28 Şubat'ın her evresinin doğrudan İsrail mamulü olduğu anlayışının Türkiye'yi küçümsemekle eş değer olduğunu düşünüyorum. Burada temel eleştiri Ordu bir siyasi parti konumunda olmadığından, değişik ülkelerle temasta bulunarak siyasi girişimde bulunmamalıdır düşüncesi olabilir. Fakat bu da başka bir soruyu doğurur. O halde resmi bir siyasi partinin, politik kaygıları için yabancı ülkelerle ilişki kurması normal bir süreç midir? 
Ordu, Erbakan'ı devirdi diyenler aslında Erbakan'ı, Ordunun parlattığını bilmeyenler ya da bildiği halde değinmek istemeyenlerdir. Milli Nizam partisinin kapatılmasından sonraki ( Aynı evrede Türkiye İşçi partiside kapatıldı. Radikal partilere müsamaha gösterilmemesi olarak yorumlanabilir) süreçte Hava kuvvetlerinden iki rütbeli komutanın( T.S. Ve M.B.), Erbakan'ı ziyaret ederek yeni partisi olacak Milli Selamet Partisinin kurulması fikrini paylaştıkları tarihi vesikalarla sabittir. Eleştiri,  yine bunun askerler aracılığı ile gerçekleştirilmesine yöneltilebilir. Sanayi devrimini yaşayamamış bir Ortadoğu ülkesinden, Britanya tipi demokratik bir model beklemek en azından o dönemler için küçük bir çocuğa çok büyük boyutlu kıyafetleri giydirmek değil midir? 

    28 Şubat 1997 MGK kararları toplumun belki yüzde 80'nin benimseyeceği içeriktedir fakat asıl antipati bunun askerler aracılığıyla gerçekleştirilmesinden ötürüdür. Bu durum demokrasi açısından elbette eleştirilebilir fakat bu tecrübeler, bugünkü ve gelecekteki demokratik algımızın yeşerebilmesini sağlayacaktır. Bir diğer husus dış politikanın hissi duygulara mı rasyonel uygulamalara mı dayandığıdır? Hissiyat İsrail aleyhtarlığı gerektiriyorsa bunun Türkiye Cumhuriyeti'ne katkısı var mıdır? İsrail ile artık Filistin bile dialog kurma gayreti içerisindeyken belirli ülkelerin katı muhalifliği üzerinden üretilen retorik ancak siyasi partilerin seçmenlerini konsolide etmesinden ibarettir. 

    28 Şubat döneminde oluşturulan Batı Çalışma Gruplu Genelkurmay ile bugünün, Şah Fırat operasyonu neticesinde Başbakan'ın şükür namazı kıldığı Genelkurmay kıyaslaması ve normalleşme sürecini kutsayan ifadeler ile salt iç dinamik vurgusu doğru değildir. 

Günümüz post modern toplum tipi post modern orduları var etmiştir. Eskinin katı seküler tutumlu ABD ordusunun artık kadrosunda müslüman din adamlarının bile bulunduğu ibadet serbestinin sağlandığı, farklı inanç ve kültürlerin eritilmesi yerine kabul edildiği çoğulcu yaklaşımla Ulus modelinin kaynağı haline gelmiştir. Seküler Ordu ve Din ayırımının artık kalmadığı veyahut azaldığı modern dünyaya uyum elbetteki Türkiye açısından da dahil olunmak mecburiyeti hissedilen davranıştır. Din ile sorunu olmayan post-modern ordu tipinde savaşçı generaller yerini bilim adamı veya akademisyen komutanlara bırakırken, daha küçük fakat profesyonel kuvvetten müteşekkil dinamik huviyetli yeni model oluşmuştur. Bütün yazılanlardan hareketle şu neticeleri çıkartabiliriz:

1) Dış ve iç politik zihniyet coğrafya ve toplumların geçmişlerinin ürünüdür. Bu sebeple Ordunun bu zamana değin ayrıcalıklı konumu doğal sürece uygun olandır. 

2) Dünya'da ve Türkiye'de yeni kurulan hükümet veya rejimlerin meşruiyet telebiyle ulus dışı arenada gerçekleştirdiği arayış askerlerin meşruiyetlerini pekiştirmesinde de görülür. Bu sebeple bütün askeri müdahaleler topyekün dış destekli olarak nitelendirilemez. Bu teori Türkiye'yi küçümsemekle aynıdır. 

3) 28 Şubat süreci İsrail devletiyle farklı ve olumlu ilişkiler sağlayabilmeyi gösteren pencere açmıştır. Bu pencereden bakmak veya bakmamak siyasi iradenin takdiride olsa asli olan Zulmu Uğrayan Halkların hamiliği veya şaşalı söylemi değil Ulusun çıkarıdır. 

4) 28 Şubat sürecinde Polis üzerinden kurgulanacak senaryoyla kurumsal çekişmeye sebebiyet veren bir yönetim zaafiyetiyken aynı zamanda bu coğrafyanın realitesidir. 

5) 28 Şubat'ın büyük bir darbe olarak nitelendirilmesi kabul edilirse, üçlü koalisyon döneminde yaratılan kaotik ortamla erken seçim uygulamasının da darbe olarak anılması gerekmez mi? Troyka operasyonu ve bağlantıları için de Mecliste komisyon kurulup yargılama yolunun açılabilmesi olası mıdır? 

6) Türkiye'de asker sivil ilişkilerinin düzenlenmesi çağın gerekliliyken ordunun siyasi konumu inkar edilemez. Çünkü bütün ordular aynı zamanda siyasal kurumlardır. 

7) Demokrasinin yegane faktörleri parti içi demokratik değerler ile dinamik yenilikse Türkiye'nin bu kategorilerde notları nedir? Siyasi tecrübelerle sabittir ki, Türkiye bu hususlarda pek iptidaiyken Asker/Sivil ilişkilerinin tasnifini en çağdaş liberal değerlere göre yapabilmesi siyasi riyakarlık, paradoks veya farkındalıktan uzaklık olarak tanımlanabilir mi? 

8) 28 Şubat sürecinde yetkin kişilere her daim brifing veren İstihbarat teşkilatı neden sorgulanmamaktadır? 

9) 28 Şubat süreci büyük sermaye gruplarının Anadolu sermayesi olarak adlandırılan kesiminin engellenmesi olarak adlandırılırsa küçük sermaye gruplarına " Demokratik hassasiyet" gereği savunmacı insiyatifle yaklaşanlar olabilir. Siyasetin temel öznesi siyasi partiler olduğuna göre küçük siyasi partilerin yok olmaya yüz tutması neden aynı hassasiyet üzerinden değerlendirilmez ? Örneğin sermaye hassasiyetliği yapan grup ve destekçilerinin adil olmayan seçim/baraj sistemi hakkında somut girişimleri neden gözlenememiştir? 

10) Fişlemeler kötü birer suçtur. 28 Şubat ve Askeri Fişleme algısı oluşturulurken Sivillerin gerçekleştirdikleri fişleme hususu hakkında ne gibi tez ve anti tezler sunulabilir? 

Askeri mahkemelerin sivilleri yargılayamaması, Ordu'nun Sayıştay denetimine tabi tutulması, profesyonel ordu düzenine geçiş uygulamaları, inanç ve kültürleri bağrına basmış model post-modern tipe uygun olandır. Eski uygulamaların kinci ve hissi perspektiften irdelenmesi bir kenara bırakılarak modern Ulus toplumun geleceğini ele almak rasyonel olandır. İç ve dış tehdid algıları yeniden tanımlanabilir. Bürokratik çekişmeler ve bürokratik hizipleşmelerin kısa ve orta vadede de değişmeyeceği bilindiğine göre, dönüşüm doğal sürecinde sancılıda olsa gelecek daha parlak görülebilir . 


21 Kasım 2014 Cuma

TÜRKİYE’Yİ AĞLATAN ŞİİR!.



TÜRKİYE’Yİ AĞLATAN ŞİİR!.

turkiyeyi_aglatan_siir
15 Aralık 1993, Hürriyet, tam sayfa başlıktan: “Sızma harekatı: Hakkari’de PKK’ya son yılların en büyük darbelerini vuran güvenlik güçleri, önceki gün de ilk defa gece sızma harekatı gerçekleştirerek PKK’yı pusuya düşürdü. 200 kişilik PKK grubu Hakkari’nin Çukurca İlçesi Üzümlü karakoluna baskın için gelirken, Kuzey Irak’a sızma harekatı gerçekleştiren komandoların pususuna düştü. İlk anda PKK’ya 17 kayıp verdirdiler.”
Üzümlü’de 12 Aralık 1993 gecesi saat 21.30’da Kuzey Irak’a sızan iki komanda timinde bulunan ve çarpışmalar sırasında şehit olan; 1972 Sakarya doğumlu, Mustafa oğlu, Jandarma Komando Onbaşı Zekeriya Gülyaman’ın (1972-4 tertip) şahsi eşyaları bir çantayla ailesine gönderilmek için hazırlanırken, küçük bir el defterinde kendisinin yazdığı bir şiir çıktı..
Zekeriya’nın, herkesin tüylerini ürperten, inanç, duygu ve sanat yüklü şiiri, 1993-1995 yılları arasında, Hakkari Dağ ve Komando Tugay Komutanı ve Hakkari Güvenlik Komutanı olan genel Başkanımız Sayın Osman Pamukoğlu tarafından 10 binlerce çoğaltılarak Hakkari’de görev yapan subay, astsubay, uzman erbaşlar ile tüm askerlere, ceplerinde taşımak üzere verildi. Kışla ve karakolların tamamına her şekilde görülebilecek yerlere, özel levhalar üzerine yazıldı. Dağ ve Komando Tugayın girişindeki duvara pirinç pano üzerine, Hakkari’den ayrılmadan önce yaptırdıkları “İsimleriyle Güneşi Yükseltenler” Anıtına, mermer pano üzerine kabartma harflerle yazılarak, yerleştirildi. Zekeriya’nın şiiri sonraki aylar ve yıllar içinde gazetelerde de zaman zaman yazıldı. Televizyonlar da okundu. Genel Başkanımız yıllar sonra yayımlandığı, “Hakkari ve Kuzey Irak Dağlarındaki Askerler / Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok” kitabında, Zekeriya’nın şiirine yer vererek bir kez daha bellekleri tazelediler..
İşte, Türkiye’yi ürperten ve ağlatan şiir:
KOMANDO OLMAK ONURUMDUR
Olur ya bir çatışmada ölürsem
Arkamdan yas tutmayın
Bırakın, toprağım da rahat için de yatayım
Bedenimden komandomu çıkarmayın
Onlar benim gururumdur
Botlarımı çıkarmayın
Onlar nice yollar aşacaklar
Şehit olursam sırat köprüsünden geçecek
Elimden tüfeğimi almayın
O benim namusumdur
Ölünce mezarıma sembol olacak
Yaramın kanını silmeyin
Ahirette hesabı sorulacak
Göğsümden kör kurşunu çıkarmayın
O benim madalyam olacak
Bir de bugün Türkiye’nin PKK meselesinde getirildiği yere bakın.. Ne bir söz ne de bir hareket, aziz şehidimizin bu şiiri kadar; siyasetçi, bürokrat, gazeteci, televizyoncu, medya patronu gibi vicdansız işbirlikçilerin suratına tüküremez!.
Tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun.
İşi ahirete bırakmayacağız! Kalbimiz nöbette…
HEPAR GENÇLİK KOLLARI.,
http://hepar.org.tr/turkiyeyi-aglatan-siir.aspx

.