21 Ekim 2020 Çarşamba

TÜRK UÇAK GEMİSİ TAMAM SIRADA NÜKLEER SİLAH MI VAR

TÜRK UÇAK GEMİSİ TAMAM SIRADA NÜKLEER SİLAH MI VAR 


Türk Uçak Gemisi tamam, Sırada Nükleer silah mı var? 

Prof.Dr.Sait Yılmaz 
17 Kasım 2019 



Giriş..

 
 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Eylül ayı başında Türkiye.nin nükleer silah edinmekle ilgilendiğini ima etti. Bütün gelişmiş ülkelerin nükleer başlık taşıyan füzeye sahip olduğunu söyledi. Barış Pınarı Harekâtı başlamadan önce Cumhurbaşkanı Erdoğanın açıklamalarında şöyle bir ifade vardı; “Bazı ülkeler nükleer füzelere sahip ama Batı sen sahip olamazsın diye ısrar ediyor, bu kabul edilemez.” Bu ifade sanki “İsrail’in var da bizim neden olmasın” düşüncesi ile yapılmış bir açıklama. Türkiye, nükleer silah yapabilir mi? Zor ama yapabilir. Türk savunma sanayi önemli atılımlar içinde. Özellikle deniz kuvvetlerinde gemi ve denizaltı yapımı konusunda ciddi gelişmeler sağlandı. Mayıs 2019 da ise uçak gemimizi suya indirdik. Ankara, sık sık 2023 yılına kadar savunma alanında bağımsız olma hedefini tekrarlıyor. 

Türk Silahlı Kuvvetleri.nin yüksek teknolojili yeni silah ve araçlara kavuşması, üstelik bunu kendi mühendisimiz savunma sanayimizle üretmesi bizlere gurur düşmana korku verir. 

Son yıllarda Türkiye.nin girdiği sınır ötesi çatışmalarda ürettiğimiz insansız hava araçlarından (İHA) önemli faydalar sağlıyoruz. Ruslardan aldığımız S-400.ler ise Türkiye.nin hem ABD hem de NATO ile ilişkilerini sarsacak tepkiler doğurdu. Aslında bütün bu gelişmeler kökleri Atatürk.e ve 1970.lerde Amerikan ambargosuna karşı başlayan bağımsız savunma sanayi kendi kendine yeterli olma gayretlerimizin sonucu. O zamanlar atılan tohumların ürün verdiği bir dönemdeyiz. Konu hükümetin denizcilik sektörüne bakışı ile de ilgili. Ancak, işler doğru 
mu yapılıyor? Uçak gemisi ne işe yarayacak? Türkiye bir nükleer silah yapmak peşinde mi ya da yapmalı mı? İşte bu makalede bunları sorgulayacağız. 

Savunma ve Teknoloji.. 

 Pek çok ülkenin savaş kültürü sadece kendileri ve komşuları için önemlidir. Amerikalılar için silahlar, cesaret ve komutanlık yeteneğinden önce gelir1. 

İngilizlerin donanma tecrübeleri, Almanların kurmayları, İsviçre ve İsrail.in yedek asker sistemleri, Vietnam.ın hafif piyade gücüne dayanması, onlar ve düşmanları için önemlidir ama taklit edilecek modeller değildir. Nitekim pek çok ülke ordusu tarihi yanlış savaşlara hazırlanmanın örnekleri ile doludur. Örneğin ABD, Soğuk Savaş boyunca Varşova Paktı.ndaki ulus-devletlerle yapılacak konvansiyonel savaş için üstün teknolojileri kullanan bir ordu hazırladı. Ama bu ordu Vietnam, Irak ve Afganistan.da ayaklanmacılar ya da yamalı bohça ordular ile savaştı. Türk ordusu da Soğuk Savaş boyunca konvansiyonel bir savaş için hazırlık yapmıştı ama 40 yıldır terörle mücadele ile meşguldür. 

Askeri stratejiyi belirlerken şu üç soruyu kendimize sorarız; hedefler nelerdir (sonuçlar), bu hedefleri nasıl ele geçirebiliriz (yöntemler) ve bunu başarmak için hangi unsurlarımız (vasıtalar/silahlar) var. Silahlı Kuvvetlerin öncelikli varlık nedeni savaşmadan ülke çıkarlarını korumaktır ki buna caydırıcılık diyoruz. 

Caydırıcılık ancak savaşa hazır olmakla ve böyle olduğuna karşı tarafı ikna etmekle mümkündür. Bunun için silahlı kuvvetler barış zamanında gerekli şekilde organize olur, eğitim yapar, savaş kabiliyetlerini artırır. 

Başarılı silahlı kuvvetler, eski silah sistemleri ve doktrinleri her zaman atıp, sosyal karmaşa yaratmadan, yeni fikirlere ve personele uyum sağlayabilendir. Ancak, hiçbir ordu bunu sürekli olarak gerçekleştiremedi. Teknoloji, silahlı kuvvetler için önemli olmakla birlikte, tek başına yeterli değildir. Taraflar ile ilgili nitelik ve nicelik faktörleri de önemlidir. Teknoloji, ancak bir operasyonel göreve hizmet ediyorsa faydalıdır. 

Ülkelerin silahlı kuvvetlerinin etkinliğini asker sayısına dayalı olarak derecelendirmek artık mümkün değildir. Bir ülkenin askeri gücünün uluslararası düzeyde etkinliğini belirleyen faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz; 

(1) Nükleer silahlara sahip olma. 
(2) Dış ülkelerde askeri varlık bulundurma, güç projeksiyonu (üsler, denizaşırı varlıklar vb.) ve stratejik kuvvet kaydırma (ulaştırma) ve takviye yeteneği. 
(3) Stratejik ve taktik haberleşme kabiliyetleri. 
(4) Modern teknolojinin keskin uçlarını kullanan (rakipsiz veya karşı konulamaz) çevik ve etkili (isabetli ve tahrip gücü yüksek) ateş desteği ile takviye edilmiş manevra kabiliyetleri. 
(5) Süratli, zamanında ve emniyetli bir şekilde kuvvetlerinin lojistik desteğini, barınma ve idamesini sağlayacak kabiliyetler. 

Savaş tipini coğrafya belirler. Savaşların coğrafyası ve sosyal paternleri değişmektedir. Dağlarda gerillalardan çöllerde kabilelerin gönlünü kazanmaya kadar pek çok savaş yapılmaktadır. Artık konvansiyonel savaş yapacak arazi kalmadı. Melez savaş; düzenli ve düzensiz savaşın birlikte olduğu savaş, her yerde ve her şekilde savaşmak gerekiyor. 

Savaşlarda artık daha fazla drone veya insansız araçlar, mini drone yığınları, yeni bilgisayar teknolojileri, tanka karşı tank taktikleri ve yeni tanksavar füzeleri, elektronik savaş, düşman uçak ve uzun menzilli füzelerine karşı silah sistemleri, yönlendirilebilir topçu ve füzeler öne çıkmaktadır. Savaş tarzlarında büyük değişimler olurken, savaşın ebedi ve ezeli temeli değişmeyecektir. Savaşçının özellikleri yine cesaret, kendini adama ve acı çekmek olacaktır. Teknoloji, insanların savaş ve ölüm şekillerini değiştirir ama savaşın dehşetini ve zafer 
duygusunu ya da ölüm gerçeğini asla değiştirmez. 

 Türk Ordusunun Kabiliyetleri.. 

Açık kaynak bilgilerine göre 80 milyonluk Türkiye nüfusunun yaklaşık 35 milyonu askerliğe elverişlidir. Türk Silahlı Kuvvetleri.nin mevcudu ise 410 aktif asker, 185 bin yedek şeklindedir. TSK.nın ana silah ve araçları arasında yaklaşık rakamlarla şunlar bulunmaktadır; 3.778 Tank, 7.550 Zırhlı Savaş Aracı, 1.700 parça Topçu, 1.007 çeşitli uçak, 500 çeşitli helikopter, 194 gemilik donanma. Son yıllarda Türk Kara Kuvvetleri.nin mevcudu 370.000-260.000.e düşürüldü ve tamamen mekanize bir güce dönüşmektedir. Hava Kuvvetleri de yaklaşık 300 F-16 savaş uçağı ile bölgenin en güçlülerinden biridir. Keza Deniz Kuvvetleri de bir düzineden fazla denizaltı ve Deniz Piyade Tugayı ile Doğu Akdeniz.in en güçlülerinden biridir. 

TSK.da bulunan en güçlü beş silah şu şekilde sıralanabilir 2; 

 - SOM-J Cruise Füzesi; F-35 programının parçası olarak Roketsan ve Lockheed Martin tarafından geliştirildi. Türkiye.nin ilk seyir füzesi, kara ve deniz hedeflerine 
yöneliktir. Bu füzeni F-16.lar tarafından kullanılabilecek diğer tipleri de dizayn edildi. SOM-J Cruise.in menzili yaklaşık 300 km. ve iyi korunan hedeflere karşı etkili olacak. 
- Leopard 2 Tank; Alman Leopard 2 tanklarının geliştirilen versiyonu ana muharebe tankı olarak üzerine kompozit matriks zırh, 120 mm. top var. 
- F-16 Savaşan Şahin; ABD.den sonra Türkiye en çok F-16 filosuna (yaklaşık 270 uçak, bunların 87.si eğitim amaçlı) sahip olan ülkedir. F-16.yı aynı zamanda üretebilen Türkiye, kendi yerli savaş uçağı T-FX.i 2019.da Paris.teki Hava Gösterisi.nde tanıttı. Türkiye, T-FX hazır olana kadar F-16.ların yerini F-35.ler ile doldurmak istemektedir. 
- Type 209/214 Denizaltıları; Türkiye, 14 adet 209 tipi denizaltı ile Akdenizdeki en büyük denizaltı filolarından birine sahiptir. Bunların bir kısmı 2000.li yıllarda 
yenilendi, en eski 6 adedi ise 214 Tipi Reis sınıfı yeni denizaltılarla değiştirilmektedir. 
- B-61 Nükleer Bomba; Türkiye, kendi nükleer silahı olmamasına rağmen, Soğuk Savaş boyunca ABD taktik nükleer silahlarına ev sahipliği yaptı. Bu bombalar tamamen ABD.nin kontrolünde kullanılabilir. 

Türkiye insan sayısı itibarı ile NATO.nun ikinci büyük ordusudur. Ancak kuvvet ve kabiliyetleri ile NATO içinde üçüncü güçlü ve etkin ülkedir. 2018 yılında TSK.nın 
düzenlediği Efes Tatbikatı.na 24 ülke katıldı ve bunu NATO.da yapacak çok az ülke var. Terörle mücadele yanında son yıllarda yapılan sınırdışı birçok harekâtın sağladığı tecrübesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri sadece silah ve donanımı ile değil, etkinliği ile de bölgesinde önemli bir caydırıcı güçtür. Özellikle istihbarat teknolojileri alanında insansız hava araçlarını (İHA) kendisi üreten Türkiye, milli uyduları vasıtası ile de anlık istihbarat sağlayabilmektedir. Frekans atlamalı sistemler ile otomatik kodlama kullanılarak haberleşme güvenliği artırılmıştır. Sağlanan teknolojik gelişmeler etkinliği artırmak yanında milli üretim olmaları nedeni ile mühendis, analizci vb. gibi pek çok uzman kadronun da 
yetişmesini sağlamıştır. 

Türk Uçak Gemisi suya indi.., 

Mayıs 2019 başında suya indirilen TCG Anadolu için Savunma Sanayi Müsteşarlığı web sayfasında3 şu bilgiler yer almaktadır. Çok Maksatlı Amfibi Hücum Gemisi; Ege, Karadeniz ve Akdeniz harekât alanlarında ve gerektiğinde Hint Okyanusu (Arap Yarımadasının kuzeyi, Hindistan'ın batısı) ile Atlantik Okyanusu.nda (Avrupa'nın batısı, Afrika'nın kuzeybatısı) kullanılabilecektir. TCG Anadolu, bir Amfibi tabur ile gerekli muharebe ve destek araçlarını ana üs desteği olmadan kriz bölgelerine taşıyabilecek, hava araçlarının gece ve gündüz operasyon yapmasına olanak sağlayacak bir uçuş güvertesine sahip olacaktır. TCG Anadolu ile Türkiye; bölgesel güç aktarım kabiliyetini, orta ölçekli küresel güç aktarımına çevirebilecek tir. TCG Anadolu, Silahlı Kuvvetlerimizin envanterinde yer alan en büyük deniz platformu olacaktır. 

 Türkiye nin bir uçak gemisi üretmesi konusu 1990.lar da tartışılmaya başlandığında ben de Genelkurmay Başkanlığı.nda çalışıyordum. O dönemde çeşitli senaryolar dâhilinde Akdeniz bölgesinde tutulması düşünülmüştü. Ancak, ABD örneğine bakarak, uçak gemisi idame ettirmek kolay gözükmüyordu. ABD, bir uçak gemisi ile birlikte 17 gemiyi etrafında gezdirmek ve havadan korumak zorundadır. ABD Deniz Kuvvetleri, Soğuk Savaş boyunca genellikle üç öbek yapılanması ile hareket etti. Bu öbekler İran Körfezi/Hint Okyanusu, Pasifik ve Atlantik muharebe grupları halinde oluşturuldu. Bu yapının istisnaları 1990.larda ve 2011.de Libya ve harekâtında Akdeniz.de oluşturulan güç projeksiyonları oldu. Öbekler, gerektiğinde kriz bölgelerini takviye edecek, ileri üs kuvvetleri olarak görüldü. Ancak, Suriye krizinde olduğu gibi Doğu Akdeniz.e yanaştırılan uçak gemilerinin tek bir atış yapmadan kaybedilme riski vardır. Bu yüzden yeni bir strateji hazırlıyorlar4. 

 Ortadoğu ya son yıllara kadar girebilen tek uçak gemisi Amerikalılardı. Onlara Fransız ve Rusların yalnız uçak gemilerini dâhil oldu. ABD, 24 adet uçak gemisine Rusya, Çin ve Fransa ise birer tane büyük ölçekli uçak gemisine sahip. Fransız Charles de Gaulle gemisi 40 adet Dassault Rafale çok rollü savaş uçağı taşıyabiliyor. Rus Amiral Kuznetsov gemisi pek çok eksiğine rağmen, önemli bir askeri kabiliyet olmaya devam ediyor. TCG Anadolu bunların yanında küçük ölçekte kalmakta ama biz de diğer bazı orta ölçekli ülkelerle birlikte uçak gemisi olanlar grubuna katıldık. Temmuz 2017.de yerli yapım Korvet.ten sonra Türkiye kendi uçak gemisini yapma kararını açıklamıştı. TCG Anadolu, İspanyol Juan Carlos I modeli bir amfibi taarruz gemisi. Türkiye.nin uçak gemisi dikine inip kalkabilen 6 adet F-35 JSF savaş uçağı taşıyabilir. Ayrıca İtalya ile birlikte üretilen T129 silahlı helikopterlerini ve Chinook ağır nakliye helikopterlerini taşıyabilir5. 

 Türkiye.nin savunma programının gerisinde bölgesel ve bölge ötesinde bir güç projeksiyonu geliştirme planı olduğu değerlendiriliyor. Türkiye.nin Somali.de El Şaab.a karşı eğitim verdiği bir askeri üs yanında Katar.da da yeni bir askeri üs kurdu. Ayrıca, Irak ve Suriye içinde askeri unsurları var. Türkiye.nin deniz savunmasına yönelik girişimleri karşısında bölgesel rakipleri Mısır, İsrail ve İran olabilir. Türkiye.den sonra İsrail ve İran da kendi uçak gemilerini yapma ya da satın alma peşine düştü 6. 

Türk uçak gemisi üzerinde taşıdığı F-16.lar ile Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve Karadeniz.de Suriye, Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail, Mısır ve Rusya.ya yönelik askeri senaryolar için güç projeksiyonu dâhilinde düşünülüyor. Katar.ı desteklemek için Körfez bölgesine gitme ihtimali de var. Ancak, sıkışık Doğu Akdeniz ve Ege Denizi coğrafyasında gezinmesi zor. Karadeniz.de Rus hava kuvvetleri karşısında bekasını koruması kolay değil. Bu yüzden füzeler, destroyer tipi gemiler, denizaltılar, uçaklar ve diğer silahlarla korunması gerekli 7. 

Kimler nükleer silaha sahip, neler oluyor? 

 1968 yılında imzalanan ve 1970 yılında yürürlüğe giren „Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT). ile o zamana kadar nükleer silah sahibi olanlar diğer ülkelerin bu tür silahlara sahip olması yasaklanmıştı. Topyekûn nükleer silahsızlanmayı başarmak için sıkı tedbirler getirildi ve 2003 yılında ilave protokol imzalandı. NPT, ilk beş nükleer güç ve 180'den fazla ülke için önemli bir taahhüttür. Ancak, 1970.den beri Hindistan, Pakistan ve İsrail nükleer silah edindiği halde Batılı ülkelerin tepkisi İran ve Kuzey Kore.ye yönelmiştir. ABD gibi büyük bir konvansiyonel güç ile hiçbir ülke baş edemez. ABD.nin isteklerine karşı gelmenin yolu ancak konvansiyonel silah menzilinin altında kalan (terörizm) 
ve üstündeki silahlar (kitle imha silahlarının kullanıldığı füze teknolojisi) ile mümkündür. Bu yüzden, İran ve Kuzey Kore gibi ABD karşısında kendini güvende hissetmeyen ülkeler nükleer silah teknolojisi edinmeyi aklına koymuştur. 
ABD ve Rusya kendilerinden sonra gelen ülkeden (Çin ve Fransa 250-300 adet) on kat daha fazla nükleer silaha sahiptir. Her biri toplam 4.500 nükleer silaha sahip olan ABD ve Rusya, 1.550 adet operasyonel olarak mevzilenmiş stratejik nükleer silaha sahip ve bunlar 700 civarında stratejik atma vasıtası (ICBM, SLBM ve bombardıman uçakları) üzerindedir 8. 

Bu vasıtalar Pasifik.ten Güney Kore, İran Körfezi ve Avrupa.ya kadar Amerikan üsleri, savaş gemileri ve denizaltılarında konuşlanmıştır. Nükleer silahların taşıdığı risk kullanıldığı füze ve savunma sistemleri ile de yakından ilgilidir. Nükleer silah üçlüsünü stratejik bombardıman uçakları, kıtalar arası füzeler (ICBM) ve deniz altı füzeleri (SLBMs) oluşturur. ABD.de yeni çalışmalar bunlardan ilk ikisinin elimine edilmesini yönelik tartışmaları getirdi. Minimalist plana göre nükleer silah sistemlerinin azaltılması öngörülüyor. Ancak bu avcının av olması sonucunu getirebilir 9. 
 ABD, son 50 yılda müzakere edilmiş nükleer silah anlaşmalarının çoğundan çekilmiştir. Örneğin nükleer silahların test edilmesini ve yenilerinin geliştirilmesini sınırlayan Anti-Balistik Füze Anlaşması'ndan çekildi. ABD, yer altı saklı hedeflere karşı B61-11 nükleer bombalarını test etmeye başladı. ABD Hava Kuvvetleri Küresel Saldırı Komutanlığı, Libya.ya gönderdiği üç adet B-2 bombardıman uçağı ile bu mühimmatı denedi 10. Bu deneme Whiteman Hava Üssü tarafından koordine edildi. Böylece ABD-NATO operasyonlarında mini-nükleer silahlar hem de bir insani yardım operasyonu içinde kullanılmaya başlandı. Diğer yandan NPT.e rağmen Hindistan'a yapılması önerilen anlaşmalar da nükleer silahların yayılması  nı önleme rejiminin altını oymaktadır. NPT'yi imzalamayan diğer ülkelere nükleer teknoloji veya kontrolsüz yakıt satılmıyordu. Bugün, ABD bu kısıtlamaları terk etme yolundadır. Bu durumda Suudi Arabistan, Brezilya, Mısır ve Japonya gibi NPT imzalayıcıları kendilerini kısıtlamaya devam etmek zorunda görmeyebilir. 

ABD savunma sanayinin günümüzdeki en büyük ihalelerinden birisi 100 milyar dolarlık yeni nükleer balistik füze üretimidir. Bu proje için iki dev firma çekişiyor; Northrop Grumman ve Boeing. Soğuk Savaş bittikten 30 yıl sonra tekrar Amerikan vergileri karaya konuşlu (ICBM) nükleer füzelere gidecek. Çok cimri olmasına rağmen Trump, gelecek otuz yılda nükleer silahlara yaklaşık 2 trilyon dolar ayrılmasına onay verdi 11. Bu onay için lobi kampanyasına sadece Northrop Grumman, 2018 yılında 5.6 milyar dolar harcamış. Onlardan daha fazla silah lobisi için para harcayan iki şirket ilginç; Amazon ve Apple. ICBM.lerin Soğuk Savaş.ta ne kadar gereksiz olduğu anlaşılmış iken, hava kuvvetleri nükleer iş istemiyorken, ekonomi kötüyken gene lobiler ülkeye yön veriyor. Modern kılavuz sistemlerinin isabet derecesi ve stratejik balistik taşıyıcıların kısa uçuş süresi nedeni ile yere 
konuşlu kıtalararası balistik füzelerin (ICBMs) ikinci bir reaksiyon göstermesi çok zordur. Yüksek vuruş kabiliyetli bu füzeler genellikle ilk vuruş için kullanılır ve bu önleyici darbe taktiği, stratejik istikrarın hep tehlikede olması demektir. 

Nükleer Silah Nasıl Üretilir? 

 Türkiye.nin nükleer silah konusundaki olası çalışmalarına odaklanmadan önce nükleer silah üretmenin zorluğuna değinelim. Bütün nükleer silahların yapılmasında, “atomlarına ve nötronlarına kolayca parçalanabilir ve zincirleme reaksiyon sonucu büyük bir enerji ortaya çıkaran” bir madde kullanılır. Nükleer silahlar için bu tür en uygun maddeler plütonyum-239 ve uranyum-235.tir. Uranyum doğada bulunurken, plütonyum bulunmaz. 

Doğal Uranyum zenginleştirilerek %90 oranında uranyum-235 haline getirilir. 

Bir nükleer bomba için 15-25 kg. yüksek düzeyde zenginleşmiş uranyuma ihtiyaç vardır. 

Plütonyum-239 ise nükleer reaktörde uranyum-238 yakılarak elde edilir. Ayrıca plütonyumun tekrar bir kimyasal işlemden geçirilmesi gereklidir. Plütonyumun 6-8 kg.ı bir nükleer bomba için yeterli olur. Tabi zenginleştirilmiş uranyum ya da plütonyumu yeterli miktarda üretmeniz yetmiyor, gerekli testleri yapmanız, atma vasıtalarını geliştirmeniz lazım. Her şeyden önemlisi NPT.ye rağmen nükleer silah üretmeniz için İran gibi uluslararası baskıyı göğüslemeniz lazım. 

Halen dünyada 300 bin nükleer bombadan daha fazlasına yetecek 1.830 metrik ton plütonyum ve 1.900 metrik ton yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum bulunduğu değerlendirilmektedir12. Nükleer silahların patlayıcı gücü ya atomlarını parçalayarak (fizyon) ya da birleştirerek (füzyon) ortaya çıkar. 

Fizyon için plütonyum-239 ve uranyum-235 gereklidir. Füzyon için ise hidrojen izotopları bulunduran döteryum veya trityum gibi çok küçük, hafif atomlar gereklidir. 

Bu yüzden, füzyon bombasına hidrojen bombası veya termonükleer bomba da denilmektedir. İlk nükleer testin yapıldığı 16 Temmuz 1945 tarihinden 2006 yılına kadar dünya genelinde iki binden fazla nükleer test yapıldı. 6 Ağustos 1945.de Hiroşima.ya atılan uranyum bombası ve 9 Ağustos 1945.de Nagazaki.ye atılan plütonyum bombasından bugüne nükleer silahlar henüz hiç kullanılmadı. 
Türkiye’nin nükleer silah yapma olasılığına yönelik şüpheler.. 

 Türkiye.nin (nükleer) atom bombası yapma olasılığı ile ilk şüphe 1966 yılında ABD istihbaratının hazırladığı bir rapora13 yansımış. Amerikan büyükelçiliği personelinin güvenilir (!) bir Türk bilim adamı ile yaptığı sohbete göre; Türkiye.deki Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü.nden, General Refik Tulga ve ODTÜ.de Fizik Profesörü Ömer İnönü ile atom bombası yapmaları için birlikte çalışmaları istenmiş. İstanbul.da kurulması düşünülen 200 mega-watt.lık nükleer reaktörde 300-600 ton kadar düşük dereceli uranyum üretilmesi 
planlanmış ama Türk yetkililer ABD.li görüşmecilere bunun barışçı amaçlar için olduğu söylenmiş. Ayrıca Amerikalılar 1959 ve 1960.larda ülkemizde konuşlu bulunan Honest John ve Jüpiter füzelerine iki ülke ilişkiler bozulduğunda Türkiye tarafından el konulmasından endişe duymuşlar14. Nitekim şimdi de İncirlik.teki 50 taktik nükleer silahın gerektiğinde nereye tahliye edileceğinin hesapları yapılıyor. 

 Ankara.nın nükleer silah edinme girişimine yönelik şüpheler yaklaşık 50 yıl sonra (2015 yılında) Alman istihbaratı BND.nin radarına takılmış. BND.nin hedefinde Türkiye.nin PKK ile mücadelesini baltalamak vardır ama emareler bulanık da olsa nükleer silah peşinde olduğumuz düşünülür. Türkiye sadece nükleer silah sistemleri değil atma vasıtaları da edinmek istemektedir. Bu emareler nelerdir? Türkiye önce büyük ölçekli bir sivil nükleer program başlatmıştır. 2011 yılında Rus şirketi ROSATOM ile 20 milyar dolarlık bir büyük nükleer reaktör anlaşması yapılır. İki yıl sonra 22 milyar dolara Japon-Fransız konsorsiyumu ikinci bir proje ilave olur; Türkiye, yerli personel ile başka bir enerji santrali yapacağını duyurmuştur. 

Buraya kadar her şey normal gözükürken, BND tarafından iki projenin de Türkiye.nin enerji ihtiyacından öte askeri nükleer seçeneğe kapıyı açtığı değerlendirmesi yapılır 15. BND.ye göre; Türkiye, İran.ın gittiği yoldan giderek uranyumu zaman içinde zenginleştirmek istemektedir. 

 Alman istihbaratı bu bilgiyi Mayıs 2010.da rapor eder. Rapora göre, Türkiye uranyumu zenginleştirmek için tesisler kurmakta ve sıkıştırılmış uranyum cevheri olan Sarıkek (Yellowcake) üretmeye başlamıştır. Türkiye.nin uranyumu Kosova ve Bosna-Hersek üzerinden el altından temin ettiği iddia edilmektedir. Ancak uranyum zenginleştirmek için santifirüj gerekmektedir. 

Bunun için Türkiyenin Pakistanlı nükleer kaçakçılar ile 1987 ve 2002.deki temaslarına değinilmektedir. 1998 yılında Pakistan başbakanı Nawz Şerif Türkiyeye nükleer ortaklık teklif etmişti. 

İsrail istihbaratı da işin peşindedir. İsrail başbakanı Netenyahu, 15 Mart 2010.da Yunanistan başbakanı Papaandreu.yu Türkiye.nin istediği her an nükleer güç olabileceği konusunda uyarır. Ankara.nın uzun menzilli füze programları da bu endişeleri destekler. 2012 yılında Türkiye.nin 1.500 km. menzilli bir füze testi yaptığı kaydedilir. Menzilinin 2.500 km. ye çıkarıldığı düşünülüyor 16. Böyle bir orta menzilli füze, nükleer başlık atmak için elverişlidir. 

Türkiye, Nükleer Silah Üretebilir mi? 

 Öncelikle şunu söyleyelim, topraklarımızda yaklaşık 70 yıldır zaten nükleer silah var. NATO.nun nükleer şemsiyesi altında, Soğuk Savaş.tan beri Amerikan B61 nükleer bombaları İncirlik Üssünde Ruslara karşı kullanılmak üzere depolanıyor. ABD.nin nükleer bombaları Avrupa.da Türkiye, Almanya, İtalya ve Hollanda.da bulunuyor. Beş ülkedeki B-61 varlığı açık bir gizli bilgi idi. Türk pilotlar gerektiğin de bu bombaları kullanmak için eğitildi. 2000 yılından itibaren Türkiye.den 40 tanesi çekilmiş ancak İncirlik.te hala 50 bomba olduğu söyleniyor. Bu uygulama İtalya.daki Ghedi Üssü.nde de yapılıyor. Türkiye, 2000 yılında B-61 bombardıman uçaklarına pilot vermeyi durdurunca uçakları İncirlik te sadece Amerikalı pilotlar kullanıyor 17. 

 Yakın bir zaman sonra bunların yeni modeli olan B61-12 bombaları ile değiştirileceği söyleniyor. İtalya.daki Aviano Üssünde B61-12 kabulüne başlanmış. 

Amerikalılar, Türklere güvenmediklerinden 12 rakamlı şifrelerini kendilerinde saklıyorlar. Zaten Türkiye de bu bombaları sahip olmayı hiçbir zaman istememiş. Çok ağır olan bu bombaların Türkiye.den kolayca çıkması ya da kaçırılması mümkün değil, Türkiye.nin yardımı gerekli. Amerikalılar için asıl risk, Türkiye.nin Rusya.ya yaklaşması. Türkiye, Rusyadan S-400 aldığı için, F-35 uçağı ambargosuna tabi tutuldu ama yeni nükleer bombalar için F-35 gerekli18. Ancak, ABD kaynakları S-400 ile F-35.in aynı yerde olamayacağında ısrar ediyorlar çünkü Ruslar, F-35.in gizli kalması gereken bilgilerine sızabilirler. 

 Cumhurbaşkanı Erdoğan.ın açıklamaları ile Türkiyenin NPTye rağmen kendi nükleer silahını geliştirme çalışmalarına başlaması uluslararası bir kriz doğurabilir. Amerikan basınında bu konuda artan makale sayısına bakılırsa; Amerikalılar, İncirlik.teki bombalara el koymamızdan ciddi ciddi korkuyorlar. Trump.ın son görüşmelerdeki gündem maddelerinden birisi de muhtemelen bir garanti istemekti. 

Türkiyenin atom bombası yapması için iki yol var. Birincisi zenginleştirilmiş uranyum ya da hazır bir bomba almak; bunun için adres Pakistan olabilir. Türkiye.nin nükleer silah yapacak yeterli teknik personeli var. İkincisi ise İncirlik.teki hidrojen bombalarına el koymak. Bu bombaların kullanılması için ABD 
kontrolündeki müsaade zincirinin harekete geçirilmesi gerekiyor. Ancak merak edilen soru şu? Türkiye, nükleer silahı ne yapacak? Türkiye.nin açıklamaları geçmişte İran.ın nükleer silah edinmesinden rahatsızlık üzerine idi. 
Ama Ortadoğu.da liderlik peşindeki Türkiye.nin hedefi olmaktan korkan asıl ülke İsrail olabilir. 

Sonuç.. 

 Ukrayna ve Suriye örnekleri bize üç şey öğretmektedir; dünyada hala tek taraflı askeri işgaller mümkündür, Amerika.ya dayanmak yerine kendi caydırıcı gücümüzü geliştirmek zorundayız (böylece daha değerli bir müttefik oluruz) ve NATO gibi ittifaklar hem önemli hem de çok bel bağlanamaz güvenlik örgütleridir. Bunları milli ve bağımsız bir savunma ihtiyacının önemini belirtmek için yazıyoruz. Nitekim Türkiye.nin uçak gemisini kendisinin üretmesi biraz lüks olmakla birlikte, hem savunma Sanayi ve hem de gemi inşa sanayi için olumlu yansımaları olacaktır. Yerlileştirilme oranın %60 olması KOBİ olan bazı işyerlerinin ayakta kalmasına vesile olabilir. TCG Anadolunun üzerine dikey havalanan uçakların 
kazandırılması bir kuvvet çarpanı etkisi yaratabilir. Deniz Kuvvetlerimiz için, operatif anlamdadır. Gemi sanayimiz için katma değerdir. Tersane ve işçi için deneyimdir. 

Nükleer silah edinmeye gelince, nükleer silah bir ülkeye güç kategorisinde terfi sağlar yani alt küresel güç olmaya geçebiliriz. Ancak, nükleer silah geliştirmek onlarca yıl sürer, milyarlarca dolar gerekir. Türkiye.nin nükleer silah üretimine başlaması her şeyden önce NPT Anlaşmasının ihlali ve yaptırımlar anlamına gelir. Türkiye.nin nükleer silah edinme programı İsrail.in ki gibi sessiz ve çabuk olmaz. İran.ın maruz kaldığı yaptırımlara maruz kalmayı göze almalıyız. Bunlar aşılır ama asıl mesele gerçekten bu silahlara ihtiyacımız var mı, harcanacak masrafa değecek mi ya da onca yaşanacak siyasi bedele? 

Ankara nın açıklamaları daha çok iç politikaya yönelik gözüküyor. Her şeye rağmen Türkiye, nükleer silah programı ile ilgili bir proje için alt yapısını gittikçe geliştirmelidir. İşe İncirlik.teki nükleer bombaları satın alarak ya da el koyarak başlayabiliriz. Hep Amerika el koyacak değil ya.. 

Türkiye nin kuvvet ve kabiliyet eksikleri, güç çarpanı (game changer) ve güç projeksiyonu yokluğu, kuvvet yapısı çalışmalarında yapılan ve yapılmakta olan hatalar ile ilgili söylenecek çok sözümüz var. Özellikle gerçekçi ve uygulanabilir bir savunma stratejisinin olmaması, stratejik öngörü noksanlığı, doktrin ve konsept alanında süregelen kopyacılık ve düşünsel boşluklar bu eksikliklerin ana kaynağı dır. 2015 yılı sonrası TSK.nın personel durumu ve ordu kültürünün uğradığı zafiyet kapatılan askeri okulların yeniden açılması ile bir nebze giderilebilir. Bunlara dış politika konularında yapılan ciddi hatalar, ideolojik eğilimli sübjektif hedefler üzerinden askerin enerjisinin harcanması eklenmelidir. 

Silahlı Kuvvetler üzerinden çözüm üretmek yerine yumuşak gücümüzü kullanmayı hala öğrenemedik. Bu konulara başka bir çalışmada yer vermeyi planlıyorum. 
 
DİPNOTLAR;

1 George ve Meredith Friedman, Savaşın Geleceği 21. Yüzyılda Güç, Teknoloji ve Amerikan Egemenliği, (Çev.) 
   E.Gürsel, Pegasus Yayınları, (İstanbul, 2015), 34. 
2 Kyle Mizokami, How Dangerous Is Turkey's Military on the Battlefield? Diplomat, (October 12, 2019). 
3 Savunma Sanayii Müsteşarlığı; ttps://www.ssb.gov.tr/WebSite/contentlist.aspx?PageID=373&LangID=1 
4 Bryan McGrafh, What Should the New U.S. Maritime Strategy Look Like?, Hudson Institute, (January 7, 2014). 
5 Paul Iddon, Why in the World Does Turkey Want an Aircraft Carrier? (July 7, 2017). 
6 Iddon, ibid, (July 7, 2017). 
7 Michael Peck, Why Exactly Does Turkey Need an Aircraft Carrier? (July 9, 2017). 
8 Adam Lowther, Hunter Hustus: Don't Toss the Bomb, National Interest, (January 2, 2014). 
9 Adam Lowther, The U.S. Air Force For Dummies: Part II, Air Force Research Institute, (February 25, 2014). 
10 Michel Chossudovsky, America's Planned Nuclear Attack on Libya, Global Research, (March 25, 2011). 
11 Tom Z. Collina, Akshai Vikram, Why Are We Rebuilding the ‘Nuclear Sponge’? Ploughshares Fund, (November 6, 2019). 
12 Waheguru Pal Singh Sidhu, Nuclear Proliferation, in Paul D. Williams (Edt.) Security Studies: 
     An Introduction, Routledge, (New York, 2008). 
13 Document of the Week series, Foreign Policy is posting a copy of a Sept. 26, 1966, memo describing to then-
     Ambassador Parker T. Hart a troubling conversation Clarence Wendel, the U.S. minerals attache at the U.S. 
     Embassy in Ankara, had with a “reliable” Turkish scientist on Turkey.s nuclear ambitions. 
14 Colum Lynch, Turkey Has Long Had Nuclear Dreams, (November 1, 2019). 
15 Hans Rühle, Is Turkey Secretly Working on Nuclear Weapons? Welt am Sonntag, (September 22, 2015). 
16 Rühle, ibid, (September 22, 2015). 
17 Miles A. Pomper, Why the U.S. Has Nuclear Weapons in Turkey—And May Try to Put the Bombs Away, 
    Conversation, (October 25, 2019). 
18 Manlio Dinucci, Erdogan Wants the Bomb, Il Manifesto, (October 24, 2019). 

***

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 4

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 4



Türkiye, Kuzey Irak Kürtleri,Türkmenler,Kerkük, ABD,Bilge Adamlar, Stratejik Araştırmalar Merkezi,BİLGESAM,Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı,Ali SEMİN,
Petrol,Saddam Hüseyin,Kürt Açılımı,Birinci Körfez Savaşı,

   İki ülkenin de en önemli sorunlarından biri olan “güvenlik sorunu” ile uğraşmasını PKK terör örgütüyle sağlamaktadır. 
ABD açısından bakıldığında, PKK terör örgütünün Kandil’den tamamen çıkarılması şu an için mümkün görünmemektedir. En azından ABD’nin, Irak’ta kaldığı 
müddetçe bu sorunu sürüncemede bırakacak bir çözüm arayışında ısrar edeceği söylenebilir. 

SONUÇ 

Bölgesel gelişmeler dikkate alındığında Türkiye’nin Kuzey Irak’ta yaptığı açılım ekonomik alanda olumlu bir sonuç verebilir. Ayrıca Ankara’nın, bölgeyle ilgili birçok konuda yol aldığı söylenebilir. Ancak bundan sonra Kürt yönetiminin gerek PKK terörü, gerekse Türkmenler ve Kerkük Sorunu konusunda somut bir adım atması gerekmektedir. 
Ortadoğu genelinde ve Irak özelindeki yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda, bölge her geçen gün yeni bir gelişmeyle karşımıza çıkmaktadır. Bölgede yaşanan Arap Baharı’nın, etnik ve mezhepsel çatışmaya dönüşmesi büyük tehlikelere neden olabilir. Ayrıca, Kuzey Irak Kürt Yönetimi PKK terör örgütü sorununun çözümü konusunda kayda değer girişimlerde (PKK’nın Türkiye sınırına geçişinin engellenmesi, Kuzey Irak’ta siyasi ve kültürel faaliyetlerinin engellenmesi gibi) bulunmazsa Türkiye’nin bölgeye yönelik izlediği siyaset olumsuz yönde etkilenebilir. 
Ankara’nın, Kuzey Irak politikalarının ekonomik-ticari odaklı olması ve bölgeye yönelik bu yönde attığı adımlar, bölgede kurulabilecek olası bir “Kürt devleti” oluşumuna izin vereceği anlamını taşımamaktadır. Örneğin, İran-Kuzey Irak yönetimi arasında da önemli bir işbirliği bulunmaktadır. 
Fakat eğer Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulursa, buna itiraz eden ilk ülkelerden biri muhtemelen İran olacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin Bağdat, Erbil ve Necef kavşağında yürüttüğü diplomasi Irak’ın bölünmesine değil birliğinin muhafaza edilmesine hizmet etmektedir. 
Öte yandan, Kürt yönetiminin iç dinamikleri irdelendiğinde, KYB ve KDP’nin (Talabani ve Barzani) 2003 sonrasında yaptığı stratejik ittifak pek de uzun soluklu olacağa benzememektedir. 25 Temmuz 2009 tarihinde Kuzey Irak’ta yapılan seçimlerin ardından ortaya çıkan ciddi bir muhalefetin, bu iki partiyi tekrar karşı karşıya getirme ihtimali bulunmaktadır. Kürt yönetiminin hiçbir zaman sürpriz gelişmelere müsait olmadığını belirtmek gerekir. Diğer taraftan, Süleymaniye’de seçimleri kazanan GORAN (Değişim) Hareketi, Talabani’nin lideri olduğu KYB’yi 
önemli ölçüde zayıflatmıştır. Bu sebeple Barzani’nin lideri olduğu KDP’nin güç kaybeden KYB’yle stratejik ittifakını askıya alıp, GORAN Hareketi lideri Nawşervan Mustafa’ya yönelmesi beklenebilir. 
Türkiye, ABD sonrası Irak’ta tüm taraflarla düzenli temas trafiğine devam etmeli, bu kapsamda Kuzey Irak’taki nüfuzunu güvenlik ihtiyaçları, siyasi (Türkmenlerin ve Kerkük’ün statüsü meseleleri gibi) ve ekonomik menfaatleri doğrultusunda sürdürmelidir.
 
KAYNAKÇA 

“Eski DTP'lilere o soruyu Kuzey Iraklı Kürtler sordu.” 
  http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getMansetHaber&haberno=931297&sirano=8&sayfa=0. 
 “Erbil Şehrinde Geniş Katılımlı Bir Seminer Düzenledi.” 
   http://www.kerkukhaberajansi.com/kha/turkmeneli/686-erbil-sehrinde-genis-katilimli-bir-seminer-duzenledi.html. 
 “Gül: Irak'taki akrabalarımızın huzur içinde olmasını isteriz.” 
    http://www.milliyet.com.tr/2005/02/01/son/sonsiy01.html. 
 “KDP’den Rapora Açıklama.” 
 http://www.cnnturk.com/2009/dunya/07/10/kdpden.o.rapora.aciklama.spekulasyon/534522.0/index.html. 
“Kürt Açılımı Netleşti.”    http://www.sabah.com.tr/Siyaset/2009/05/12/kurt_acilimi_netlesti, 
“Kuzey Irak’tan Petrol İhracatı Başladı.” Radikal Gazetesi. 
 “Kürt açılımını ABD'nin Irak'tan çekilmesi tetikledi.” 
 http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2009/09/090929_henri_barkey.shtml. “TBMM Tezkerenin Süresini Uzattı.” 
 http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/10/06/tbmm.tezkerenin.suresini.uzatti/546170.0/index.html. 
Ahmet, Rıfat Seyd. Man sana karar Al- ihtilal. Bağdat: Dar El-Snobar Yayınları, 2008. 
Akyürek, Salih. Demokratik Açılım ve Toplumsal Algılar, İstanbul: BİLGESAM Rapor No: 30, 2011. 
    http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/rapor/demokratikacilim.pdf . 
Barzani, Mesut. “Türkye Bedaat Al-Etraf Bi-Akleem Kurdustan.” 
    http://rojavanews.com/ar/index.php/world/761-2010-06-25-05-03-57.html. 
Cabbar El-Cabiri, Sittar. El-Stratejiye El-Kawmiyye fil El-Iraq Amerikiye fil El-Irag wel- Mantaka. Kahire: El-Ezhar Yayınevi, 2008. 
Dış Ticaret Müsteşarlığı Verileri. 
    http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/ANL/OrtaDoguDb/Irak.pdf. 
Dinamikiyet El-Nizaa Fi El-Iraq. Irak Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, Bağdat: Bağdat Yayınevi, 2007. 
El-Naft El-Irak Wel-Siyase El-Naftıya Fil-El-Iraq Fi Thel- El-İhtilal El-Amrikiye Ruya El-Mustakbaliye. Editör Muhammed Sdık El-Hashimy. 
Bağdat: Merkez El-Iraq Lil-Deraset, 2007. 
El-Temimi, Nahide. “Kurdustan Dewle Mustakila Masrafuha Alal-Iraq.” 
    http://www.almothaqaf.com/index.php?option=com_content&view=article&id=51111:2011-07-05-01-26-18&catid=36:2009-05-21-01-46-14&Itemid=54. 
Hassan Omer, Shorush. Hais El-Netham El-Federaliye Fİ El-Iraq. Süleymaniye-Irak: Merkez Kurdustan Lil-Derasat El-Stratejiye Yayınları, 2009. 
    http://www.alwasatnews.com/1146/news/read/500479/1.html. 
 http://www.cnnturk.com/2009/dunya/07/10/kdpden.o.rapora.aciklama.spekulasyon/534522.0/index.htm. 
    http://www.crisisgroup.org/home/getfile.cfm?id=4030&tid=6207&type=pdf&l=1. 
http://www.icisleri.gov.tr/ortak_icerik/www.icisleri/basinozetleri/03.02.2010.pdf. 
    http://www.pukmedia.com/News/09-10-2009/news02.html, 
    http://www.pukmedia.com/News/09-10-2009/news033.html, 
    http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=909411&title=ankaradan-erbile-bakan-duzeyinde-ilk-ziyaret. Irak Anayasası (2005) 
Semin, Ali. “Irak’ın Kuzeyindeki Seçimler ve Türkiye.” 
     http://www.sde.org.tr/tr/haberler/60/irakin-kuzeyindeki-secimler-ve-turkiye.aspx . 
Seyfettin, Biyar Mustafa. Turkiye We Kurdustan El-Iraq Cariyin Hayiren. Dohuk: Hani Yayınevi, 2007. 
Stansfild, Jareth. El-Iraq El-Shap Wel-Tarikh Wel-Siyase. Arap Emirlikleri: Arabiye Yayınevi, 2009. 
Şimşir, Bilal N. Türk-Irak İlişkilerinde Türkmenler. Ankara: Bilgi yayınevi , 2004. 
Netaich El-Entekhabat El-Akleem. http://www.pukmedia.com/News/20-08-2009/news10.html. 
“Wefd El-Turky Mukrab Min El-Akrad Yeltaki Talabani We Barzani.” 
   http://radionawa.com/ar/NewsDetailN.aspx?id=56938&LinkID=99. 

DİPNOTLAR;

1 Ahmet Rıfat Seyd, Man sana karar Al-ihtilal (İşgal Kararını Kim Üretti) (Bağdat: Dar El-Snobar Yayınları, 2008). 
2 Kuzey Irak Kürt Yönetimi, tartışmalı bölgeler olarak adlandırdığı bölgelerin kendi yönetiminden koparılmış topraklar olduğunu ileri sürmektedir. 
3 Kuzey Irak bölgesinde yeniden keşfedilen ve çıkartılan petrollerle ilgili Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin, yabancı şirketlerle yaptığı sözleşmelerin 
   Bağdat yönetimi tarafından tanınması talep edilmektedir. 
4 Shorush Hassan Omer, Hais El-Netham El-Federaliye Fİ El-Iraq (Irak'ta Federal Sistemin Özellikleri) (Süleymaniye-Irak: Merkez Kurdustan 
   Lil-Derasat El-Stratejiye Yayınları, 2009), 74. 
5 Jareth Stansfild, El-Iraq El-Shap Wel-Tarikh Wel-Siyase (Irak'ın Halkı, Tarihi ve Siyaseti) (Arap Emirlikleri: Arabiye Yayınevi, 2009), 140-141. 
6 Bilal N. Şimşir, Türk-Irak İlişkilerinde Türkmenler (Ankara: Bilgi Yayınevi, 2004), 356. 
7 Omer, Hais El-Netham, 75. 
8 “Gül: Irak'taki akrabalarımızın huzur içinde olmasını isteriz,” erişim tarihi 23.05.2010, 
    http://www.milliyet.com.tr/2005/02/01/son/sonsiy01.html. 
9 “Erbil Şehrinde Geniş Katılımlı Bir Seminer Düzenledi,” erişim tarihi 07.07.2011, 
    http://www.kerkukhaberajansi.com/kha/turkmeneli/686-erbil-sehrinde-genis-katilimli-bir-seminer-duzenledi.html. 
10 Ali Semin, “Irak’ın Kuzeyindeki Seçimler ve Türkiye,” erişim tarihi 12.04.2011, 
     http://www.sde.org.tr/tr/haberler/60/irakin-kuzeyindeki-secimler-ve-turkiye.aspx. 
11 Dinamikiyet El-Nizaa Fi El-Iraq (Irak'ta Çatışmaların Dinamikleri) (Bağdat: Irak Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, Bağdat Yayınevi, 2007), 45. 
12 Biyar Mustafa Seyfettin, Turkiye We Kurdustan El-Iraq Cariyin Hayiren (İki Çaresiz Ülke, Türkiye ve Irak Kürdistan'ı) (Dohuk: Hani Yayınevi, 2007), 211. 
13 Yazarın, bölgede yaptığı araştırmaya dayalı bilgiler. 
14 Nahide El-Temimi, “Kurdustan Dewle Mustakila Masrafuha Alal-Iraq (Bağımsız Kürdistan’ın Harcamaları Irak Üzerinedir),” erişim tarihi 15.07.2011, 
     http://www.almothaqaf.com/index.php?option=com_content&view=article&id=51111:2011-07-05-01-26-18&catid=36:2009-05-21-01-46-14&Itemid=54. 
15 İlgili Maddenin Detayları için Irak Anayasası’na bkz. 
16 Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin El-Hurra Televizyonu’na (Irak) verdiği röportaj, 01.02.2007. 
17 Sittar Cabbar El-Cabiri, El-Stratejiye El-Kawmiyye fil El-Iraq Amerikiye fil El-Irag wel- Mantaka, (Amerikan'ın Irak'ta ve Bölgede Ulusal Stratejisi) 
     (Kahire: El-Ezhar Yayınevi, 2008), 105. 
18 Salih Akyürek, Demokratik Açılım ve Toplumsal Algılar, (İstanbul: BİLGESAM, Rapor No: 30, 2011), erişim tarihi 22.08.2011, 
     http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/rapor/demokratikacilim.pdf. 
19 “Kürt Açılımı Netleşti,” erişim tarihi 23.04.2010, 
     http://www.sabah.com.tr/Siyaset/2009/05/12/kurt_acilimi_netlesti. 
20 Netaich El-Entekhabat El-Akleem, erişim tarihi 12.01.2010, 
     http://www.pukmedia.com/News/20-08-2009/news10.html. 
21 Mesut Barzani, “Turkye Bedaat Al- Etraf Bi-Akleem Kurdustan (Türkiye Kürdistan Balgesini Tanımaya Başladı),” erişim tarihi 12.03.2011, 
     http://rojavanews.com/ar/index.php/world/761-2010-06-25-05-03-57.html. 
22 Erişim tarihi 7.10.2009, 
 http://www.crisisgroup.org/home/getfile.cfm?id=4030&tid=6207&type=pdf&l=1. 
23 KDP’den Rapora Açıklama, erişim tarihi 10.7.2009, 
 http://www.cnnturk.com/2009/dunya/07/10/kdpden.o.rapora.aciklama.spekulasyon/534522.0/index.htm. 
24 “Kürt açılımını ABD'nin Irak'tan çekilmesi tetikledi,” erişim tarihi 20.11.2010, 
 http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2009/09/090929_henri_barkey.shtml. 25 “TBMM Tezkerenin Süresini Uzattı,” erişim tarihi 10.02.2010, 
 http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/10/06/tbmm.tezkerenin.suresini.uzatti/546170.0/index.html. 
26 Erişim tarihi 3.4.2010, http://www.pukmedia.com/News/09-10-2009/news02.html. 
27 Erişim tarihi 3.4.2010, http://www.pukmedia.com/News/09-10-2009/news033.html. 
28 Seyfettin, Turkiye We, 215. 
29 Erişim tarihi 3.4.2010, 
 http://www.icisleri.gov.tr/ortak_icerik/www.icisleri/basinozetleri/03.02.2010.pdf. 
30  “Ankara'dan Erbil'e bakan düzeyinde ilk ziyaret,” erişim tarihi 01.11.2009, 
  http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=909411&title=ankaradan-erbile-bakan-duzeyinde-ilk-ziyaret. 
31 “Kuzey Irak’tan Petrol İhracatı Başladı,” Radikal Gazetesi, 09.06.2009 
32 Erişim tarihi 30.03.2011, 
     http://www.alwasatnews.com/1146/news/read/500479/1.html. 
33 Dış Ticaret Müsteşarlığı Verilerine Göre, erişim tarihi 05.05.2011, 
     http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/ANL/OrtaDoguDb/Irak.pdf. 
34 Wefd El-Turky Mukrab Min El-Akrad Yeltaki Talabani We Barzani (Türkiye’den Kürtlere yakın bir heyet Talabani ve Barzani ile görüştü), 
     http://radionawa.com/ar/NewsDetailN.aspx?id=56938&LinkID=99. Erişim tarihi17.09.2010, 
35 Eski DTP'lilere o soruyu Kuzey Iraklı Kürtler sordu, erişim tarihi 22.02.2010, 
     http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getMansetHaber&haberno=931297&sirano=8&sayfa=0. 
36 Eski DTP'lilere o soruyu Kuzey Iraklı Kürtler sordu, erişim tarihi 22.02.2010, 
     http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getMansetHaber&haberno=931297&sirano=8&sayfa=0. 
37 El-Naft El-Irak Wel-Siyase El-Naftıya Fil-El-Iraq Fi Thel- El-İhtilal El-Amrikiye 
     Ruya El-Mustakbaliye, (Irak Petrolü, Amerikan İşgali Altında, Irak'ta Petrol 
     Siyaseti), Ed. Muhammed Sdık El-Hashimy (Bağdat: Merkez El-Iraq Lil-Deraset  Irak Araştırmalar Merkezi, 2007), 146. 


***

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 3

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 3 


Türkiye, Kuzey Irak Kürtleri,Türkmenler,Kerkük, ABD,Bilge Adamlar, Stratejik Araştırmalar Merkezi,BİLGESAM,Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı,Ali SEMİN,
Petrol,Saddam Hüseyin,Kürt Açılımı,Birinci Körfez Savaşı,

5. TÜRKİYE’NİN KÜRT AÇILIMI VE KUZEY IRAK AÇILIMI 

Türkiye’nin, ABD’nin işgalinden sonra Kuzey Irak’ı “kırmızı çizgisi” olarak tanımlaması, Kürt devletinin kurulmasına karşı çıkması ve zaman zaman 
PKK terörüne karşı bölgeye karadan ve havadan askeri operasyonlar düzenlemesi, Kuzey Iraklı Kürtlerin tepki göstermesine neden olmuştur. 

Türkiye’nin gündeminde uzun süredir tartışılan Kürt açılımının (Demokratik açılım), Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne olumlu yansıması beklenirken, 6 Ekim 
2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM), Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) sınır ötesi operasyonlarına imkân tanıyan tezkerenin süresi bir yıl daha uzatılmıştır.25 Söz konusu tezkere kararı TSK’ya bir yıl süreyle Kuzey Irak’ta barınan PKK terör örgütüne karşı operasyonlarda bulunma imkânını vermiştir. PKK terör örgütü sorumlusu Murat Karayılan basına yaptığı açıklamada, TBMM’nin tezkereyi uzatmasının arkasında ABD’nin olduğunu iddia etmiştir.26 TBMM Genel Kurulu’nun, Kuzey Irak kaynaklı terör tehdidini ve saldırıları etkisiz hale getirmek amacıyla hükümete verilen operasyon yetkisini bir yıl daha uzatması Iraklı Kürtlerde de rahatsızlık meydana getirmiştir. Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin internet sayfasında, konu ile ilgili bir açıklama yapan KIKY Dış ilişkiler Sorumlusu Felah Mustafa, TBMM’deki söz konusu kararın onaylanmasının, bağımsız 
bir ülkenin egemenlik haklarının ihlali olduğunu, bu kararın Türkiye hükümetinin başlattığı açılıma uygun düşmediğini ileri sürmüştür.27 
Kürtler, PKK terör örgütü konusunun diyalog yoluyla çözümlenmesinden yana olduklarını sürekli dile getirmektedirler. 

2006 yılından itibaren PKK terör örgütü ile ilgili olarak Türkiye, Irak ve ABD arasında kurulan “Üçlü Mekanizma” çerçevesinde, PKK’nın Kandil’den tasfiye edilmesine yönelik bugüne kadar herhangi bir gelişme yaşanmadığı bilinmektedir. 28 Kürt yönetimi, Türkiye’ye sürekli baskıda bulunarak Üçlü Mekanizma’ya Kürt yönetiminin katılmaması halinde bir sonuç alınmasının zor olduğunu dile getirmiştir. Daha sonra sözü edilen mekanizmanın 2009’daki Erbil toplantısına Kürt yönetiminin katılmasına Ankara yeşil ışık yakmıştır. Diğer taraftan PKK terör örgütünün Kandil’deki varlığı sürmektedir. Türkiye’nin bu yöndeki girişimlerine bakıldığında, PKK’nın Irak’ın kuzeyinden tamamen temizlenmesi için son aylarda Dışişleri ve İçişleri Bakanları düzeyinde Erbil’e önemli ziyaretlerde bulunulmuş ve KIKY ile ağırlıklı olarak bu konuda görüşülmüştür. Ancak bugüne kadar somut bir neticeye varılamamıştır. 

21 Aralık 2009 tarihinde İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın üçlü mekanizma toplantısına katılmak üzere Bağdat ve Erbil yönetimi ile temaslarının ardından, PKK’nın tasfiyesine yönelik kısa vadede bir sonuç beklenmediği yönündeki açıklaması, bu konudaki kuşkuları artırmaktadır.29 
Hem Barzani hem de Talabani, kendilerini bölge Kürtlerinin lideri olarak gördüklerinden, Mahmur ve Kandil’in PKK terör örgütü üyelerinden arındırılması durumunda Kürtler arasında güven kaybına uğrayacaklarını bildiklerinden ötürü, bu konuda oldukça hassas davranmaktadırlar. 

    Sınır ötesi operasyon tezkeresinin TBMM’den geçmesinin ardından, altı yıl aradan sonra 30 Ekim 2009 tarihinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 
ve Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan ilk defa bakanlar düzeyinde Irak’ın kuzeyine ziyarette bulunmuşlardır. Ankara’dan Kuzey 
Irak’a yapılan bu üst düzey ziyaret, KIKY tarafından “tarihi ve önemli” olarak nitelendirilmiştir.30 Davutoğlu’nun Erbil ziyareti, “Türk Hükümeti’nin başlattığı ‘Kürt Açılımı’ kapsamındaki projelerin altında yatan temel hedefin Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimini tanımak mıdır?” sorusunu gündeme getirmiştir. 

Başka bir ifadeyle, Iraklı Kürtler Türkiye’nin Kuzey Irak’a mı, yoksa kendi Kürt vatandaşlarına mı açıldığı sorusunu sormaya başlamıştır. Çünkü Kürt liderler Türkiye’nin Kürtlere yönelik herhangi bir projeyi uygulamaya koyarken, bunun kendileriyle koordine içerisinde yürütülmesini arzu etmektedirler. Dolayısıyla Türkiye’nin, Kürt Açılımı bağlamında yaptığı tüm girişimlerde Kürt yönetimini de hesaba kattığı ve Kuzey Irak’a gönderdiği üst düzey heyetlerle de bunu göstermek istediği söylenebilir. 

Bu arada dikkatlerden kaçmayan önemli bir hususa da değinmekte fayda vardır. Kapatılan Demokratik Toplum Partisi’ne (DTP) mensup grubun, Kürt açılımı projesinin başarılı olması için sürekli olarak Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması gerektiğini savunmalarına karşın, ne Mesud Barzani ne de Celal Talabani’den, Kürt açılımı konusunda Öcalan’ın dikkate alınmasına yönelik bir talep gelmemiştir. Bu da, Kürt liderlerin Türkiye’nin hassas olduğu konulara karışmaktan kaçındıklarının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. 

Kürt açılımı ile birlikte Türkiye’nin Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile ilişkilerinin normalleşme sürecine girmesinin ilk adımı olması bakımından önemli bir gösterge de, 2009 Haziran ayında Kürt yönetiminin Erbil’den çıkardığı petrolü, Kerkük-Ceyhan (Kerkük-Yumurtalık) petrol boru hattı aracılığıyla Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ihraç etmeye başlamasıdır.31 Bütün bu gelişmeler ışığında, Türkiye’nin Kürt yönetimi ile ilgili yeni politikasının Kuzey Iraklı Kürtler tarafından hem şaşkınlıkla hem de memnuniyetle karşılandığı söylenebilir. 

Türkiye bu dönemde Kuzey Irak ile ilişkilerin normalleşmesi konusunda temkinli davranarak Türk kamuoyunun tepkisini çekmeden bir dizi adım atmıştır. Bölgeye Mart 2008 tarihinde Başbakan Erdoğan’ın Irak Özel Temsilcisi’nin gönderilmesi ve Türkiye’nin hâlihazırdaki Bağdat Büyükelçisi Murat Özçelik’in Selahattin kentinde Kuzey Irak Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile ilk görüşmeyi yapması Ankara-Erbil ilişkilerinde 2011 yılında gelinen noktanın temel taşlarını oluşturmuş tur. Ardından bakanlar düzeyinde (Dışişleri Bakanı Davutoğlu, İçişleri eski Bakanı Beşir Atalay, Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, Milli Eğitim eski Bakanı Nimet Çubukçu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek) ziyaretler başlatılmış ve Erbil’de konsolosluk açılmıştır.32 Bu gelişmeleri takiben 28-29 Mart 2011 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Irak ziyareti kapsamında Erbil’i de ziyaret etmiştir. 

5.1. Türkiye’nin Kuzey Irak’la İlişkilerinde Dikkate Alması Gereken Konular 

Ankara’nın, Kuzey Irak’a yönelik politikaları, özellikle “Kürt Sorunu” ile ilgili attığıadımlar, Irak’lı Kürtler tarafından olumlu karşılanabilir. Ancak Türkiye’nin “Kerkük Sorunu” konusundaki hassasiyetine karşı, Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ve diğer Kürt yetkililerin, bu sorunun çözümü için herhangi olumlu bir adım attığı söylenemez. Kerkük’ün kuzeye bağlanması konusunda, Kürt Yönetimi Başkanı Barzani eski tutumunu sürdürmektedir. Türkiye, Kuzey Irak ile ilişkilerinde Kerkük konusunu sürekli dikkate almalıdır. 

Türkiye, PKK terör örgütü ile ilgili sorunları sadece Kürt yönetimiyle çözeceğini düşünmemelidir. PKK konusunda Kürt yönetimi, Türkiye’ye karşı gerçekleştirilen terör faaliyetlerini sadece bir ölçüde azaltabilir. Barzani ve Talabani’den, bunun dışında ciddi bir yaklaşım beklemek pek de gerçekçi olmayabilir. Bu nedenle, PKK ile mücadelede bölgede örgütle ilişkili ayrılıkçı unsurların bulunduğu, Irak, İran ve Suriye ile işbirliğine gidilmeli ve ortak harekât imkânları geliştirmelidir. 

Türkiye açısından Kuzey Irak bağlamında iki mühim mesele vardır: 

Birincisi, PKK terör örgütü sorununun bertaraf edilmesi konusudur. 
İkincisi ise Kuzey Irak’la yapılan dış ticarettir. 

Erbil, Türkiye ekonomisi için önemli bir pazar haline gelmiştir. Kuzey Irak’ta son yıllarda inşa edilen konutların, restoranların, alışveriş merkezlerinin ve otellerin büyük çoğunluğu Türk inşaat şirketleri tarafından yapılmıştır. 2010 dış ticaret verilerine göre, Türkiye ve Kuzey Irak (Erbil, Süleymaniye ve Dohuk) arasındaki ticaret hacmi 5,2 milyar dolardır. 2003-2010 arası Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren  Türk şirketlerin sayısı tahminlere göre 450’dir. Bu şirketler bünyesinde bölgede 15 bin Türk vatandaşı çalışmaktadır.33 

Bu çerçevede ortaya çıkan gelişmeler değerlendirildiğinde; Ankara’nın “Kürt açılımı” konusundaki arayışlarına olumlu bir cevap beklenirken, birdenbire ülkede meydana gelen terör olaylarının, bu sürecin tıkanmasına neden olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Kürt yönetimi, Kürt açılımıyla ilgili Türkiye’nin kısa zamanda somut adımlar atmasını beklemiştir. Ancak Türkiye’nin güneydoğusundaki olaylar, Türk hükümetinin açılıma yönelik herhangi bir adım atmasına imkân vermemiştir. DTP kadrosunun (BDP-Barış ve Demokrasi Partisi) devamlı PKK terör örgütünü savunması, gerek partililerin, gerekse Türk hükümetinin Kürt vatandaşlarıyla ilgili projelerine zarar vermekten başka bir katkısı olmamıştır. Aslında DTP’nin kuruluş 
amacının ne olduğu ve neyi savunduğu konusunda bilinçli davrandığını söylemek de mümkün değildir. 
 
15 Eylül 2009 tarihinde DTP Başkanı Ahmet Türk, beraberindeki bir heyetle Kürt yönetimini ziyaret etmiş, Ankara’nın başlattığı Kürt açılımını Kuzey Irak Kürt yönetimi ile görüşmüştür.34 Söz konusu heyet, Kuzey Irak ziyareti sırasında Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile görüşmesine rağmen Kürt liderler tarafından ziyaretle ilgili açıklama yapılmaması, Kürt açılımı konusunun Kuzey Irak Kürt basınında fazla yer almaması dikkatlerden kaçmamıştır. 

    6. IRAKLI KÜRTLERİN DTP’NİN KAPATILMASINA BAKIŞI 

DTP hakkında Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kapatma kararının üzerine, 15 Aralık 2009 tarihinde Erbil’de bir grup Iraklı Kürt, Kürt Yönetimi Parlamentosu’nun önünde toplanarak, söz konusu kararı protesto etmiştir. 

Bu karar, Kuzey Iraklı yöneticiler, gazeteciler ve akademisyenler arasında farklı şekillerde yorumlanmıştır:35 

   Birincisi, Kürt yöneticiler kapatma kararının Türk hükümetinin başlattığı Kürt açılımına zarar vereceği yönünde açıklamalarda bulunmuş, açılım sürecinin tehlikeye gireceğini savunmuştur. 

Çünkü Kürt yetkililer, böylesi kritik bir kararın Anayasa Mahkemesi’nden çıkmayacağı kanısındaydı. 
   İkincisi, DTP’nin kapatma kararı önemli haber olarak, hem görsel hem de yazılı Kürt basınında geniş yer almıştır. Kuzey Irak yerel basınında 
çıkan haberlerde, DTP’nin kapatılmasının Türkiye’de şiddet ve kaosu artıracağına vurgu yapılmıştır. 
   Üçüncüsü ise, Iraklı Kürt akademisyenlerin kapatma olayına daha objektif baktığı söylenebilir. 

24 Aralık 2009 tarihinde PKK terör örgütünün Kuzey Irak’taki Mahmur kampına giden DTP milletvekillerinin de katılımıyla Erbil Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından konu ile ilgili bir toplantı düzenlenmiştir. Toplantıda Selahattin Üniversitesi öğretim üyesi Hemin Mirani’nin, 

  “Siz kendi iradenizi neden ortaya koyamıyorsunuz? Neden kendi iradenizle hareket etmiyorsunuz?” eleştirisi, 36 DTP’nin PKK’ya yakın durmasının, 
olaya gerçekçi yaklaşan Iraklı Kürtleri de rahatsız ettiğini göstermektedir. 
Bütün bu tepkiler, DTP’nin, Kuzey Irak Kürtlerinin isteği dışında ve PKK eğilimli olarak hareket etmesinin tasvip edilmediğine işaret etmektedir. 

Başka bir deyişle, DTP’nin kapatılması Barzani ve Talabani’nin Türkiye ile ilişkilerini geliştirme konusundaki endişelerini beraberinde gidermiştir. 
Çünkü her iki Kürt lider, DTP’nin PKK yanlısı gidişatının kendilerine zarar vereceğinden kuşkulanmaktaydı. Ayrıca KYB ve KDP (Talabani ve Barzani), bölgede partilerine karşı rakip olarak herhangi bir Kürt partisinin çıkmasını istemedikleri görüntüsünü vermektedirler. Bu açıdan bakıldığında eski DTP’lilerin, Kuzey Irak’a yaptığı ziyaretlerde, Kürt liderlerden destek aldıkları yönünde bir görünüm sergileseler de, aslında Kürt yönetiminin mümkün olduğu kadar mesafeli durduğu bir gerçektir. Artık Iraklı Kürtlerin farkına vardıkları önemli hususlardan birisi, Türkiye ile kurulacak iyi ilişkilerin kendi bölgeleri bakımından hayati bir mesele olmasıdır. 

7. KÜRT YÖNETİMİ’NİN TÜRKİYE’DEN BEKLENTİLERİ 

Kürtlerin, Ortadoğu bölgesindeki ülkelere yönelik değişik beklentileri vardır; fakat gerek jeopolitik ve stratejik konumu gereği, gerekse bölgedeki etkisi bakımından Türkiye, Iraklı Kürtler için daha da önemlidir. Türkiye’nin önemi ve Kürtlerin beklentileri üç maddede sıralanabilir. 

Türkiye, Kürt yönetiminin Avrupa ve Karadeniz’e ulaşabilmesini sağlayan bir köprü konumundadır. Kürtlerin, para kaynağı olan Habur sınır kapısı günümüze değin Kürt yönetimini ayakta tutan, besleyen ve bölgeyi geliştiren tek kapıdır. 

Bu nedenle, Kürt yönetiminin hayatta kalması bakımından, Türkiye ile iyi ilişkiler kurması bir ihtiyaç ve zorunluluktur. Başka bir ifadeyle, Türkiye bölgedeki Kürtlerin can damarıdır. Kürt yönetimi, ilk olarak 2005 yılında Norveçli bir petrol şirketi aracılığıyla Zaho ve kuzeydeki diğer bölgelerde çıkardığı petrollerin yurtdışına sevkini ve satışını, sadece Türkiye üzerinden yapabilmektedir.37 
   Bu sebeple Kürtlerin, Türkiye ile iyi ilişki kurma amaçlarından birinin bu beklentiyi hayata geçirmek olduğu söylenebilir. 
Kuzey Iraklı Kürtlerin, Türkiye’den belki de en önemli beklentisi, Ankara’nın Kürt yönetimini tanımasıdır. 
Aksi takdirde ABD sonrası Irak’ta, söz konusu bölgede İran ve Araplar arasında sıkışıp kalacaklardır. Böyle bir durumda deyim yerindeyse, Kürtler için Kuzey Irak penceresiz eve benzeyecektir. 

Genel bir değerlendirme yapıldığında ABD’nin, Irak’ı işgalinden sonra Kürt yönetimi, tam manasıyla Irak’ta ve bölgede Washington’un “stratejik ortağı” konumuna gelmiştir. Bu sebeple Washington, Saddam iktidarını devirdikten sonra bölgede ABD, İsrail ve Iraklı Kürtlerden oluşan bir “Güven Üçgeni” oluşturmuştur. Washington bu amaçla Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani’yi dolaylı olarak da PKK terör örgütünü desteklemeye başlamıştır. Çünkü Amerikan yönetiminin PKK konusuna, sadece Türkiye açısından bakmadığı açıkça ortadadır. İran’daki PJAK’ı hesaba katmakta yarar vardır. Dolayısıyla ABD, Irak’taki durumu kendi lehine değerlendirmek için Türkiye ve İran’a karşı bir baskı oluşturmaya çalışmaktadır. 


***

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 2

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 2 


Türkiye, Kuzey Irak Kürtleri,Türkmenler,Kerkük, ABD,Bilge Adamlar, Stratejik Araştırmalar Merkezi,BİLGESAM,Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı,Ali SEMİN,
Petrol,Saddam Hüseyin,Kürt Açılımı,Birinci Körfez Savaşı,Celal Talabani, Mesud Barzani,


2.3. Kerkük’ün Statüsü 

Kerkük’ü ayrıcalıklı kılan bu şehrin Türkmen ağırlıklı, zengin bir petrol şehri olmasıdır. Bu şehre yönelik yıllardır türlü oyunlar düzenlenmektedir. 
Özellikle Irak’ın işgalinden sonra Kerkük çok çeşitli oyunlara sahne olmaktadır. Örneğin, Saddam döneminde Kerkük’e uygulanan Araplaştırma politikasının yerini günümüzde ABD’nin gözü önünde Kürtler tarafından uygulanan Kürtleştirme politikası almıştır. Irak işgalinden sonra üç seçim yapılmasına rağmen Kerkük’e uygulanan Kürtleştirme politikası devam etmektedir. Bu politikanın önüne geçmek için Türkmenlerin ve Arapların ortaya koyduğu çabalar ABD güçleri tarafından engellendiği için, sonuç alınamamaktadır. 

Ekim 2005’te ABD ve dış güçler tarafından yazılan Irak Anayasası ile Kerkük’ün neredeyse Irak’tan koparılıp Kuzey Irak’a bağlanması için Kürtler ciddi çaba harcamıştır.11 Türkiye açısından bakıldığında bir dönem Türk yetkililerin de dile getirdiği “Kerkük, Türkiye’nin kırmızı çizgisidir” söylemi, Türkiye ile Kürt yönetimi arasında ciddi gerilime yol açmıştır. Hatta Kuzey Irak Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani bir demecinde şöyle demiştir: “Türkiye birkaç bin Türkmeni savunmak için Kerkük’e müdahale ederse, biz de Türkiye’deki 30 milyon Kürdü savunuruz”.12 

KDP ve KYB’nin kentin demografisini değiştirme amacıyla kuzeyden 600 bin Kürdün aile başına 10 bin dolar karşılığında Kerkük’e getirilmesi, Türkmenler açısından tehlike arz eden bir durum olmuştur.13 Dünyanın beşinci büyük petrol yataklarına sahip Kerkük’ün Kuzey Irak Yönetimi’ne bağlanması durumunda, Irak’ın bölünmesi kaçınılmazdır. Irak’ın ve hatta bölge ülkelerinin geleceği bakımından önemli bir konumda olan Kerkük, Kürtlerin bağımsızlık hayalinin bir parçasıdır. Dolayısıyla Türkiye, Irak ve Kuzey Irak ile ilişkilerini geliştirirken Kerkük sorununa öncelik vermelidir. Irak’ın işgalinden önce Kerkük’ün genel nüfusu 850 bin civarında idi. Ancak Nisan 2003’ten bu yana ABD güçlerinin yardımıyla, Kürt nüfusunu Kerkük’te artırmak için, kuzeyden getirilen Kürtlerin Kerkük’e yerleştirildiği görülmektedir. Kerkük’ün bugünkü nüfusunun bir buçuk 
milyon olduğu tahmin edilmektedir.14 Kerkük’teki değişim incelendiğinde Türkmenlere uygulanan bütün haksızlıklar, baskılar ve Kerkük’ün konumu 
üzerinde oynanan oyunlar rahatlıkla göze çarpmaktadır. 

3. TÜRKİYE-ABD VE KÜRT YÖNETİMİ İLİŞKİLERİNDE KERKÜK 
 
Irak Anayasası, Ekim 2005’te yapılan şaibeli bir referandumla geçerlilik kazanmıştır. Ancak bu anayasanın hangi aktörlerin amacına hizmet ettiği ve 
kim tarafından yazıldığı açıkça ortadadır. 

Anayasanın 140. maddesiyle belirlenen; normalleşme, nüfus sayımı ve referandum içeren üç aşamalı bir plana dayanılarak, Kerkük’ün 31 Aralık 
2007 tarihine kadar yapılacak bir referandumla Kuzey Irak bölgesine bağlanması öngörülmekteydi. Ancak söz konusu madde, Irak’ın iç dinamikleri elverişli olmadığından dolayı önce ertelendi ve sonra da geçerliliğini kaybetti.15 Kerkük, Irak’ın hassas bölgesi olarak görülmekte ve akıbetinin ne olacağı herkes tarafından merak edilmektedir. Kerkük sorununun, ancak Irak’taki tüm kesimlerin anlaşmasıyla çözüme kavuşturulabileceği gerçeği görülmelidir. 2003 Nisan ayından sonra Kerkük’te devlet dairelerinde kadrolar ve güvenlik güçleri neredeyse tamamen Kürtlerden oluşmaya başlamıştır. Kürtlerin Kerkük konusunda uyguladığı stratejiyi büyük ölçüde başardığı söylenebilir. Kürtlerin Kerkük’e uyguladığı stratejiyi, ne Irak merkezi hükümeti, ne de Irak’taki siyasi taraflar önleyebilmiştir. Bunun nedeni de, anlaşmazlıklar yüzünden bir birlik 
oluşturamamaları gerçeğidir ki bu da aralarındaki mezhep çatışmalarından ve terör olaylarının tırmanmasından ileri gelmektedir. 

ABD’nin Irak’ı işgalinden önce TBMM tarafından “1 Mart Tezkeresi”nin reddedilmesi, ABD-Türkiye ilişkilerinde gerilime neden olmuştur. 

Tezkerenin reddedilmesinin ardından ABD, Türkiye’ye karşı, bir ceza mahiyetinde Kürt kartının yanı sıra Kerkük kartını da kullanmaya başlamıştır. Türkiye’nin “arka bahçesi” olarak nitelendirilen Kuzey Irak’ta, Kürtlerin ayrılma tehdidini Türkiye’ye yönelteceğinin sinyallerini vermiştir. 

Bu da Türk-Amerikan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. 
Talabani, 1 Şubat 2007’de El-Hurra televizyonuna verdiği demeçte Türkiye’nin bağımsız Kürdistan konusundaki endişelerine değinerek şöyle demiştir: 

    “Irak’ın diktatörlükten kurtarılmasından sonra Türkiye’de belli bir endişe gözlemlenmekteydi. Türkler, diktatörlük devrilir devrilmez Irak’ta Kürtlerin bağımsızlık ilan edeceğini düşünüyordu. Biz onlara güvence vermeye çalıştık. Onlara dedik ki, Irak’ın diktatörlükten kurtarılması, Kürdistan’ın Irak’tan ayrılmasına değil, tersine Irak yönetiminin çerçevesine girmesine yol açar. 

Biz dürüstüz, yaşanan gelişmeler de bizim size doğru söylediğimizi ortaya koydu. Gördüğünüz gibi ben şu an Bağdat’tayım ve Kürdistan Bölge Yönetimi de Irak yönetiminin çerçevesi içerisine geri döndü.”16 

ABD’nin Mart 2003’te başlayan Irak işgalinden sonraki dönemde Kerkük’teki petrolü koruması ve kontrolü için Kürtlerin Kerkük’e girmelerinin önemi büyüktür. ABD’nin, Irak’taki en iyi müttefiki olan Kürtleri, Kerkük’te etkili hale getirerek, Türkmen, Arap Şii ve Sünnilerin kentteki nüfuzunu kırmaya dönük politikalar izlediği görülmektedir.17 Başka bir ifadeyle Kürtler, Kerkük’te ABD’nin petrol odaklı çıkarlarını korumaktadır. Kürtler buna karşılık olarak bazı avantajlar elde etmişlerdir. ABD tarafından Irak Anayasası’na konulan hükümlerin ve federalizm 
yasasının Kürtlere ödül olarak sunulduğu değerlendirilmektedir. 
Bu açıdan, Türkiye, ABD ve Irak arasındaki ilişkilerde Kerkük, hassas konumunu 
sürdürmektedir. Türkiye, 2007 yılına kadar Kerkük konusundaki hassasiyetini her dile getirişinde, ABD’nin de PKK terör örgütünü gündeme getirmesi dikkat çekmektedir. ABD’nin PKK terör örgütü konusunda Türkiye’ye “sözde” verdiği tam desteğin arkasında, Kerkük konusu olduğunu da unutmamak gerekir. Çünkü ABD’nin Türkiye’ye PKK konusunda destek sunması ile hedefinin Türkiye’nin Kerkük konusunda Kürt yönetimine destek vermesini sağlamak olduğu söylenebilir. 

4. TÜRKİYE’NİN KÜRT AÇILIMI VE TARAFLARIN ALGISI 

Türkiye, Temmuz 2007 seçimleriyle birlikte devam eden süreçte birçok sorunla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunlardan en önemlisi kemikleşmiş olan terör sorunudur. Bu bağlamda Türk hükümeti, sorunun makul şekilde çözüme kavuşmasını sağlamak amacıyla Mayıs 2009’da “Kürt Açılımı” projesini hayata geçirmeye başlamıştır. Açılım projesiyle, güneydoğu sorununun ülke genelindeki demokratikleşme süreci ve bölgenin ekonomik açıdan kalkınması çerçevesinde çözümü hedeflenmiştir. Türkiye açılım kapsamında parti kapatmanın zorlaşmasına yönelik düzenlemeler gerçekleştirmiş, insan hakları ihlalleriyle mücadelede yeni mekanizmalar geliştirmiştir. Türkiye Kürt açılımı bağlamında Güneydoğu Anadolu’daki vatandaşların günlük yaşamının normalleşmesine yönelik adım atmış, Kürtçenin kullanımı ve öğretimine ilişkin hak ve özgürlükleri 
genişletmiştir.18 

4.1. Türkiye’nin Kürt Açılımı Bağlamında Yeni Arayışları 

Türk hükümetinin, 2009 yılının Mayıs ayından itibaren başlattığı “Kürt Açılımı/Demokratik Açılım” çözüme yönelik bir adım olmakla beraber ilave 
sorunları beraberinde getirmiştir.19 DTP’nin (BDP) ve PKK terör örgütünün olumsuz propagandası ve süreci istismar etmeye dönük girişimlerinden 
dolayı açılımla hedeflenen ilerleme sağlanamamıştır. 

Ankara’nın gündeminde olan “Kürt Açılımı” değerlendirildiğinde, projeden olumlu sonuç alınmasının belirli yaklaşımlara bağlı olduğu görülmektedir. 

Birincisi, Türkiye’de yaşanan terör olaylarına sebep olan faktörlerin sorgulanması gerekmektedir. Türkiye’de acaba gerçekten Kürt sorunu mu yaşanmaktadır, yoksa terör sorunu mu? Türkiye’de Kürt sorunundan ziyade Kürt kökenli vatandaşların sorunları vardır. Bu sorunlar da bölgedeki az gelişmişlik ve sosyo-ekonomik problemlerden kaynaklanmaktadır. Yol haritasının hazırlanması sürecinde konunun bu yönü dikkate alınmalıdır. Çünkü bu sorunun tamamen bir terör sorunu olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. İkincisi Türkiye, eğer gerçekten böyle bir sorun  yaşıyorsa, bunu kendi iç meselesi olarak çözmelidir. Türkiye, Kürt vatandaşlarının sorunlarına hiçbir şekilde kendi sınırları dışında bir çözüm arayışında bulunmamalıdır. 
Bu sorunun çözümünde PKK terör örgütünün muhatap alınması örgütün meşrulaştırılmasına yol açacaktır. Muhatap Türkiye’nin Kürt kökenli vatandaşları dır. Üçüncüsü ise Türkiye, açılım projesini siyasi ağırlıklı olmaktan ziyade, güneydoğunun ekonomik ve sosyal açıdan kalkındırılması bağlamında hayata geçirmelidir. Böylece Kürtleri temsil iddiasıyla taleplerde bulunan PKK terör örgütünün değil, doğrudan Kürtlerin ne istediği daha net bir biçimde anlaşılabilecektir. 

4.2. Kürt Yönetimi’nin Kürt Açılımına Karşı Tutumu 

Mayıs 2009 yılında gündeme gelen “Kürt Açılımı”na sessiz kalan Kuzey Irak Kürt Yönetimi (Talabani ve Barzani), Ankara’nın bu projesini başlangıçta uzaktan izlemeyi tercih etmiştir. Bunun iki önemli sebebi vardır; birincisi, Kuzey Irak’ta 25 Temmuz 2009 tarihinde yapılan seçim hakkında duyulan kaygıdır. Bir diğeri ise, kuzeydeki seçimleri kazanan muhalefet grubunun, Barzani ve Talabani’yi iyice telaşlandırmasıdır.20 

Çünkü Kuzey Irak’ta, Barzani ve Talabani partisine rağmen, başarıyla ortaya çıkan GORAN (Değişim) Hareketi oluşumu, bölgede hem rakip hem de alternatif bir yapı görüntüsü vermektedir. 
Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile Türkiye arasındaki ilişkilere bakıldığında, 2003 yılındaki ABD’nin Irak işgalinin hemen sonrasında, Türkiye’nin Kuzey Irak’a 
yönelik sergilediği sert tutumunun yumuşamasının Iraklı Kürtleri biraz da olsa rahatlattığı söylenebilir. 
Iraklı Kürtler, Türkiye’nin Bölge Yönetimi’ne karşı tutumunu olumlu olarak nitelendirmektedir. Bu nedenle Kuzey Irak Kürt Yönetimi, Türkiye ile son dönemlerde gelişen ilişkilerinin bozulmaması için Türkiye’ye karşı daha ılımlı bir yaklaşım içine girmiştir. 

     Türkiye başta olmak üzere Irak’a komşu ülkelerin tutumu, Kuzey Irak Kürt Yönetiminin gelişmesi ve Kürtlerin bağımsızlık düşüncesi açısından oldukça önemlidir. Bu bağlamda Türkiye’nin, bölgede izlediği politikalar Iraklı Kürtler tarafından dikkatle takip edilmektedir. Kürt yönetimi, Türkiye’deki açılımı daha çok kendisine yönelik bir gelişme olarak gördüğü izlenimini vermektedir. Bu olaylara, “nasıl olsa bir ayağı bizdedir” şeklinde bakıldığından dolayı Iraklı Kürtler, Türkiye’ye karşı “bekle ve gör” politikası izlemiştir. Açılım konusuyla ilgili gerek Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, gerek Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Türk hükümetine destek vereceğine dair sözlerle yetinmiştir.21 Başka bir ifadeyle, Barzani ve Talabani "Kürt Açılımı" konusunda Türk hükümetinin sarf ettiği çabaların sonuçlarını beklemiştir. 

Bu çerçevede Türkiye-Kuzey Irak Kürt Yönetimi ilişkilerinde bu gelişmeler yaşanırken, Temmuz 2009’da Uluslararası Kriz Grubu, “Irak ve Kürtler” başlıklı raporunda, Kuzey Irak’ın Türkiye’ye bağlanması ile birlikte Türkiye’nin petrol ve doğalgaza doğrudan erişim imkânı elde edeceğini ve dolaylı yollarla Kerkük’e sahip olacağını ileri sürmüştür.22 Söz konusu rapor, gerek Ankara kulislerinde, gerekse Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ve Kürt halkı arasında büyük yankı uyandırmıştır. Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) eski Dış İlişkiler Sorumlusu ve şu anda Eğitim Bakanı Sefin Dizayi, CNN Türk’e verdiği demeçte, raporun varlığını reddetmeyerek bunu bir "spekülasyon" olarak nitelendirmiştir.23 Aslında daha önce Türkiye’ye karşı sert söylemleriyle bilinen Kuzey Irak Kürtlerinin, Uluslararası Kriz Grubu’nun raporuna fazla tepki göstermemesi "ABD sonrası Irak’ta, Türkiye 
dönemi mi başlıyor?" sorusunu akıllara getirmiştir. Raporun gündeme gelmesinin ardından Türkiye’de de ‘Kürt Açılımı’ projesinin tartışılmaya başlaması dikkatlerden kaçmamıştır. Öte yandan ilginç bir yorumda Kürt sorunu üzerine yazdığı kitaplarıyla da tanınan Carnegie Vakfı Ortadoğu Uzmanı Henri Barkey’den gelmiştir. Barkey, Türkiye’deki “demokratik açılım” sürecinin başlamasında Amerika’nın Irak’tan çekilmesinin önemli bir etken olduğunu ifade etmiştir.24 
 
***