21 Aralık 2016 Çarşamba

ABD SURİYE İLİŞKİLERİNDEKİ DEĞİŞİM


ABD SURİYE İLİŞKİLERİNDEKİ DEĞİŞİM,



ABD SURİYE İLİŞKİLERİNDEKİ DEĞİŞİM
No: 03 . Mart 2009 
www.orsam.org.tr
Temel Hususlar 
Hazırlayan: Oytun Orhan, 
ORSAM Ortadoğu Uzmanı 






ORSAM


• ABD-Suriye ilişkilerinde iyileşme beklentisi haklı gerekçelere dayanmakla birlikte değişimin boyutu konusunda temkinli olmak gerekmektedir. 
Gerginliğe neden olan konular varlığını sürdürdükçe genel anlamda sorunlu ilişkiler devam edecektir. “Diyalogu dışlamayan gerginlik” dönemine geri dönüş olabilir. Bunun tek istisnası Suriye’nin Golan Tepeleri sorununu çözmesi olabilir. İsrail’le barış sağlanırsa Suriye’nin çıkar tanımlamaları, tehdit algılamalarında köklü bir değişim oluşacaktır. 
• Suriye, üzerindeki siyasi baskının ve ekonomik yaptırımların yumuşatılması karşılığında Tahran ile ilişkileri kesme gibi bir politika değişikliğine gitmeyecektir. Ancak Irak’tan çekilme, Lübnan, HAMAS-El Fetih uzlaşısı gibi bazı konularda ABD’yi rahatlatacak işbirliği girişimleri olabilir. 

• ABD’nin yumuşak gücüyle Ortadoğu’ya dönüşü Türkiye’nin son yıllarda ön plana çıkan bölgesel rolünü sınırlandırabilir. ABD muhtemelen bölgede 
yeniden arabuluculuk rolüne soyunacaktır. Ancak ABD Türkiye’yi dışlayıcı bir yaklaşım sergilemeyecektir. Türkiye’nin varlığı barış şansını artıracaktır. Olası barış görüşmeleri sürecinin başında Türkiye’nin aktif olması ancak nihai aşamada ABD’nin ön plana çıkması beklenebilir. 

• Suriye’nin eksen değiştirmesini beklemek gerçekçi değildir. Suriye muhtemelen bölgedeki geleneksel ilişkilerini koruyan ancak daha fazla 
alternatifi olan yeni bir model geliştirebilir. Bu yeni model, doğası gereği İran-Suriye ittifakına neden olan unsurlarda yumuşama sağlayacaktır. 
Ancak Suriye bir tercih durumunda kalmayacaktır. Bu süreç Türkiye-Suriye ilişkilerinin daha da derinleşmesine yol açabilir. 



GÜNDEM - ANALİZ 
ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 

ABD-Suriye İlişkilerinde Değişim ve Türkiye’nin Ortadoğu’daki Rolü 

No: 03 . Mart 2009 
www.orsam.org.tr
Temel Hususlar 
Hazırlayan: Oytun Orhan, ORSAM Ortadoğu Uzmanı 
ORSAM

• ABD-Suriye ilişkilerinde iyileşme beklentisi haklı gerekçelere dayanmakla birlikte değişimin boyutu konusunda temkinli olmak gerekmektedir. 
Gerginliğe neden olan konular varlığını sürdürdükçe genel anlamda sorunlu ilişkiler devam edecektir. “Diyalogu dışlamayan gerginlik” dönemine geri dönüş olabilir. Bunun tek istisnası Suriye’nin Golan Tepeleri sorununu çözmesi olabilir. İsrail’le barış sağlanırsa Suriye’nin çıkar tanımlamaları, tehdit algılamalarında köklü bir değişim oluşacaktır. 

• Suriye, üzerindeki siyasi baskının ve ekonomik yaptırımların yumuşatılması karşılığında Tahran ile ilişkileri kesme gibi bir politika değişikliğine gitmeyecektir. Ancak Irak’tan çekilme, Lübnan, HAMAS-El Fetih uzlaşısı gibi bazı konularda ABD’yi rahatlatacak işbirliği girişimleri olabilir. 

• ABD’nin yumuşak gücüyle Ortadoğu’ya dönüşü Türkiye’nin son yıllarda ön plana çıkan bölgesel rolünü sınırlandırabilir. ABD muhtemelen bölgede 
yeniden arabuluculuk rolüne soyunacaktır. Ancak ABD Türkiye’yi dışlayıcı bir yaklaşım sergilemeyecektir. Türkiye’nin varlığı barış şansını artıracaktır. Olası barış görüşmeleri sürecinin başında Türkiye’nin aktif olması ancak nihai aşamada ABD’nin ön plana çıkması beklenebilir. 

• Suriye’nin eksen değiştirmesini beklemek gerçekçi değildir. Suriye muhtemelen bölgedeki geleneksel ilişkilerini koruyan ancak daha fazla 
alternatifi olan yeni bir model geliştirebilir. Bu yeni model, doğası gereği İran-Suriye ittifakına neden olan unsurlarda yumuşama sağlayacaktır. 
Ancak Suriye bir tercih durumunda kalmayacaktır. Bu süreç Türkiye-Suriye ilişkilerinin daha da derinleşmesine yol açabilir. 

GÜNDEMANALİZ ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 
ABD-Suriye İlişkilerinde Değişim ve Türkiye’nin Ortadoğu’daki Rolü 

İÇİNDEKİLER 

Giriş 






1. ABD-Suriye İlişkilerinin Genel Seyri    2 

2. Başkan Bush DönemindeABD-Suriye İlişkileri 3 

3. Başkan Obama ve ABD-Suriye İlişkileri 5 

4. İlişkilerde Değişim ve Türkiye için Riskler Fırsatlar 6 


Giriş 


Başkan Barack H. Obama ile beraber ABD dış politikasında önceki döneme göre farklılık beklentisi çok güçlüdür. Obama’nın dış politikada getireceği değişim beklenen kadar olmasa bile önemsiz de olmayacaktır.1 Politikaların özü aynı kalsa da diplomasiye yaklaşım, kullanılacak dış politika araçları hatta dış politika öncelik sıralamasında değişimler bile önemli farklar yaratabilir. 


Bush döneminin sona ermesini ve Obama’nın görevi devralmasını bekleyen ülkelerin başında Suriye geliyordu. ABD-Suriye ilişkileri 2001 sonrasında 
belki de ilişkilerin tarihi boyunca olmadığı kadar tek boyutlu (baskı ve izolasyon) bir nitelik kazanmıştır. Daha önceki dönemlerde gerginlik ağır bassa da sınırlı ve dönemsel işbirliği her zaman varlığını korumuştu. Suriye, Obama ile beraber ABD’yle diyalog sürecinin yeniden başlayacağı beklentisi 
içindedir.2 

Çalışmamızda, yeni dönemde iki ülke ilişkilerinde yaşanacak değişimin boyutu ve bunun Türkiye için yaratacağı sonuçlar değerlendirilecektir. Ancak değişimi gerçekçi bir zeminde analiz edebilmek için ilk iki bölümde ilişkilerin kısa tarihi ve ilişkiyi şekillendiren konular ele alınacaktır. 

**********
1. ABD-Suriye İlişkilerinin Genel Seyri 

ABD-Suriye ilişkileri Hafız Esad’ın 1970 yılında iktidara gelişinden sonraki dönemde inişli çıkışlı bir seyir izlemeye başlamıştı. ABD o dönemde, Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’daki etkinliğini sınırlamaya çalışırken, Suriye Sovyetler’in en önemli bölgesel müttefiklerinden biriydi. İsrail-Filistin Sorunu’nun çözümü konusunda he iki ülke farklı bakış açılarına sahipti. Daha çok baskı ve gerginliğin hâkim olduğu ilişkiler yine de diyalogu dışlamıyordu. 

ABD Ortadoğu Barış Süreci nedeniyle zaman zaman Suriye ile diyaloga girme ihtiyacı duyuyordu. Dönemsel işbirliği ABD açısından büyük çaplı olmasa da bazı getiriler sağlıyordu. 1973 Yom Kippur Savaşı sonrası İsrail ve Suriye arasında 1974’te imzalanan sınır düzenlemesine ilişkin anlaşma bunlar arasındaydı. Suriye 1979 yılında ABD’nin “teröre destek veren devletler” listesine alındı. ABD, 1986 yılında bir İsrail uçağının bombalanması girişiminde Suriye’nin de parmağı olduğu gerekçesiyle büyükelçisini geri çekti. Ancak bir sene sonra Suriye’nin Ebu Nidal örgütünü ülke dışına çıkarması ve Lübnan’da rehin alınan ABDlinin kurtarılmasında yaptığı yardım karşılığında ilişkiler yeniden büyükelçilik seviyesine çıkarıldı.3 

1990’larda ve Başkan Bill Clinton döneminde ilişkiler iki yönlü devam etti. Suriye bir yandan “teröre destek veren devletler” listesinde yer aldı, diğer yanda da ABD’nin İsrail-Suriye arasındaki arabuluculuk rolü devam etti. George H. W. Bush ve Bill Clinton dönemlerinde Saddam Hüseyin’i çevrelemek, 
Barış Süreci’ni canlandırmak, enerji güvenliğini korumak ABD’nin öncelikleriydi. Bütün bunlar Suriye ile diyalogu zorunlu kılıyordu.4 

İki kutuplu sistemin son bulması taraflar açısından yeni işbirliği gerekliliği doğurdu. ABD, Sovyetler’in yıkılışını Golan Tepeleri sorununu çözmek açısından 
bir fırsat olarak görüyordu. Suriye için ise ABD ile işbirliği neredeyse zorunluluktu. Sovyetler’in yıkılışı Suriye’nin en önemli uluslararası askeri 
ve siyasi desteğini kaybetmesi anlamına geliyordu. Bu ortamda Suriye’nin sorunlu ilişkilere sahip olduğu Batı ve ABD’ye yönelik yeni bir açılım sergilemesi 
gerekiyordu. Bu düşünce değişiminin ilk sonucu Suriye’nin 1. Körfez Savaşı’nda koalisyon kuvvetleri içinde yer alarak ABD’ye destek vermesi oldu. Suriye, desteği karşılığında Lübnan’da rahat hareket etme konusunda ABD’nin yeşil ışığını aldı ve Lübnan’daki Suriye karşıtı grupları ülke dışına çıkardı.5 

Suriye aynı yıl içinde İsrail ile barış sürecine katılma kararı aldı. 1991 yılındaki Madrid Barış Konferansında Suriyeli yetkililer İsraillilerle aynı masada 
yer aldı. Bu süreçte ABD-Suriye arasında üst düzey birçok ziyaret gerçekleşti ve ekonomik ilişkiler paralel olarak gelişti.6 Suriye’nin İran’la, Hizbullah’la ilişkisi, radikal Filistinli örgütlere desteği gibi gerginlik unsurları varlığını sürdürürken belli alanlarda işbirliği sürüyordu. “İşbirliğini dışlamayan gerginlik” döneminin son ayaklarından biri dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın 2000 yılında Suriye eski lideri Hafız Esad ile dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak arasında Cenevre’de Golan Tepeleri sorununun çözümüyle ilgili yürüttüğü arabuluculuktu. Bu girişim çözüme çok yaklaşmışken Suriye’nin Galile Gölü’ne çıkışını sağlayacak yaklaşık 100 metrelik bir sınır düzenleme sorunu nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştı. 

ABD bazı dönemlerde Suriye ile angajmana girerek kazanımlar sağlasa da Suriye’nin bölgesel politikalarında istediği boyutta bir değişim sağlayamıyordu. 
Bütün bu süreçten ilişkilerin mantığına ilişkin şu sonuca ulaşılabilir: Suriye, ABD açısından Ortadoğu’da bir yandan sorunun merkezinde yer alırken diğer taraftan çözümün de merkezinde yer almaktadır. Suriye’nin bölgeye bakışı ve politikaları ABD ile örtüşmemektedir. Bu durum ABD ile sürekli gergin ve sorunlu ilişki modeli doğurmaktadır. Ancak Suriye diğer birçok devletten farklı olarak baskının çok yoğunlaştığı, ilişkilerin kopma noktasına geldiğini hissettiği anlarda geri adım atmakta, ABD açısından sorunların çözümünde aktif olarak yer almaktadır. Bu da ABD’nin her ne kadar bölge politikalarından hoşlanmasa da Suriye’yi tamamen göz ardı etmesini engellemektedir. Ancak angajman dönemleri Suriye’nin bölgesel ilişkilerinde köklü değişim sağlayamamaktadır. Bu durum 2000’lerin başından itibaren ABD’nin Suriye politikasında yeni bir dönem başlatmıştır. 



2. Başkan Bush Döneminde ABD-Suriye İlişkileri George Bush’un 2001 yılında görevi devralması sonrası iki ülke ilişkilerini belirleyen unsurlar şunlardı: 

ABD Açısından Suriye’nin;

- İran ile ilişkisi, 
- Lübnan politikası,
- Irak politikası,
- Filistin sorununa yaklaşımı ve “teröre destek” konusu,
- Kitle imha silahı geliştirdiği iddiaları,
- Demokratikleşme ve insan hakları konuları. 

< Suriye, ABD açısından Ortadoğu’da bir yandan sorunun merkezinde yer alırken diğer taraftan çözümün de merkezinde yer almaktadır. 
Suriye’nin bölgeye bakışı ve politikaları ABD ile örtüşmemektedir. >


ABD’de Yeni Muhafazakâr ekibin Suriye politikasının temeli baskı, izolasyon, tehdit, askeri saldırı, rejim değişikliği yolu ile Şam’ın bölgesel politikalarında değişim sağlamaya dayanıyordu. 

Suriye açısından ABD’nin;

- Tehdit, baskı, izolasyon ve rejim değişikliği politikaları,
- Suriye’nin bölgesel kaygılarını dikkate almaması ve hayati çıkar alanlarına müdahale etmesi, 
- Irak’taki ordusunun Suriye’de yarattığı yaşamsal tehdit algılaması, 
- Hariri Suikastı Uluslararası Mahkemesi’ni, Suriye üzerinde siyasal baskı aracına dönüştürmesi, 
- İsrail’e verdiği koşulsuz ve sınırsız destek. 

2001 yılında George Bush’un başkanlık görevini üstlenmesiyle beraber “diyalogu dışlamayan gergin ilişki” modeli uzun yıllar sonra ilk kez değişmeye 
başladı. ABD’de Yeni Muhafazakâr ekibin Suriye politikasının temeli baskı, izolasyon ve tehdit (askeri saldırı, rejim değişikliği) yolu ile Şam’ın bölgesel 
politikalarında değişim sağlamaya dayanıyordu. Verilen teşviklerin Suriye yönetimi tarafından yanlış algılandığını düşünen Yeni Muhafazakârlar 
sadece baskı yoluyla Suriye’nin politikalarının değiştirilebileceği fikrindeydi. Hatta yönetim içinde Suriye’nin baskı yoluyla bile göstermelik bazı 
geri adımlar atabileceğini, gerçek bir dönüşüm için rejimin tamamen değiştirilmesi gerektiğini savunanlar bile bulunuyordu.7 Bu bakış açısı uzun 
yıllar inişli çıkışlı seyreden ilişkilere olumsuz anlamda istikrar kazandırdı. Suriye’ye askeri saldırı ve rejim değişikliği senaryoları bu dönemde sıkça 
gündeme geldi. Gerilen ilişkiler sadece Yeni Muhafazakâr ekibin iktidara gelişiyle açıklanamazdı. 11 Eylül saldırılarının ABD’nin Ortadoğu vizyonu 
ve tehdit sıralamasında yarattığı değişim, ilişkileri daha gergin bir noktaya taşıdı. 11 Eylül sonrasında Ortadoğu Barış Süreci artık ABD’nin bölge 
önceliği olmaktan çıkmıştı. İsrail-Suriye barış görüşmelerinin bu çerçevede geri plana atılması ABD’nin Suriye ile angajmana girme ihtiyacını ortadan 
kaldırıyordu. Buna ek olarak küresel terörizmle mücadele artık ABD’nin yeni tehdit önceliği idi. Dünyayı “ya bizden ya da onlardan olanlar” şeklinde 
algılayan yönetim “karşı kampta” gördüğü tüm ülkelere karşı sert politikalar izlemeye başladı. ABD’nin “teröre destek veren devletler” listesinde 
yer alan Suriye’nin bu vizyon değişikliğinden olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdı. 

  ABD’nin bundan sonraki Suriye politikasına “ ya değişim ya ilişkileri bitirme” anlayışı hâkim olmaya başladı. Suriye’nin bu talep karşısında, yıllardır 
yürütmekte olduğu bölgesel ittifak sisteminden hem de garantiler almadığı bir ortamda vazgeçmesi beklenemezdi. Böylece şiddeti sürekli artan 
gerginlik dönemi başlamış oldu. Bu dönemin ilk somut ürünü 2002 yılında ABD Kongresi’ne sunulan ve Suriye’ye ekonomik ve siyasi yaptırımlar uygulanmasını 
öngören “ Suriye Sorumluluk Yasası ” oldu. Dönemin ABD Başkanı George Bush, “ Terörizmle mücadele için yeteri kadar çaba göstermediği” gerekçesiyle bir sonraki yıl yasa tasarısını imzaladı. İlişkiler artık tek boyutlu bir nitelik kazanmıştı: Yaptırımlar, baskı ve izolasyon yoluyla Suriye dış politikasında değişim. 

İlişkileri daha da karmaşıklaştıran ABD’nin Irak’ı işgali oldu. Bu işgal iki açıdan ilişkileri olumsuz etkiledi. Birincisi ABD’nin dış politika önceliğinde 
Irak en başa yerleşti ve diğer tüm konuların önemi nispi olarak azalmaya başladı. Ortadoğu Barış Süreci’nin geri plana atılması ABD’nin Suriye ile angajmana girme ihtiyacını azalttı. İkinci etken, 

    < ABD ve Suriye’nin Irak konusunda farklı bakış açılarına sahip olmalarıydı. Suriye, Irak işgaline başından itibaren karşı çıktı. ABD’nin, kendi sınırlarındaki askeri varlığını yaşamsal bir tehdit olarak algılıyordu. >  

Yeni Muhafazakâr yönetimin Suriye’yi dışlayan hatta kimi zaman rejim değişikliğini gündeme getiren bakış açısı bu tehdit algılamasını haklı gerekçelere dayandırıyordu. 
Yine o dönemde, sonradan başarısız olsa da, “ Büyük Orta Doğu Projesi ” kapsamında bölgenin otoriter devlet yapılarının “demokratikleştirilmesi” ABD’nin hedefleri arasındaydı. 
Sıradaki hedef Suriye mi? ” sorusu o dönemde ciddi bir olasılık olarak tartışılıyordu. Suriye bu ortamda Irak politikasını doğal olarak ABD’nin başarısızlığı üzerine oturttu. Irak’ın istikrar ve güvenliğine katkı yapmadığı gibi ABD’nin iddiasına göre sınırlarını direnişçilere açmaya başladı. ABD güvenlik 
birimleri raporlarına göre, Irak’ta yakalanan direnişçilerin büyük çoğunluğu ya Suriye orijinli ya da diğer Arap ülkelerinden gelip Suriye sınırından 
Irak’a sızan kişilerden oluşuyordu.8 Karşılıklı meydan okumaya dönüşen ilişki zaman zaman çatışmayı bile gündeme getiriyordu. Sıcak takip kapsamında 
ABD’nin Suriye sınırlarına taşan saldırılarının9 yanı sıra bölgesel ortamı fırsat gören İsrail’in eylemleri de oluyordu. 2003 yılında Hayfa’da İslami 
Cihad’ın üstlendiği terör saldırısına karşılık İsrail, Şam’ın yakınlarındaki bir bölgeyi örgüte ait olduğu iddiasıyla bombaladı. ABD, saldırıdan dolayı 
İsrail’i eleştirmekten kaçınırken, Suriye’nin terörizmle savaşta “yanlış tarafta” olduğu mesajını veriyordu.10 Suriye’ye gözdağı vermek için Beşar Esad’ın 
sarayı üzerinde İsrail uçaklarının uçurulması da aynı dönemde gerçekleşti. 

Bu dönemde ABD’nin Suriye’ye yönelik baskı ve izolasyon politikası Avrupa Birliği (AB) tarafından şüpheyle karşılanıyordu. AB Suriye’nin bölgesel 
politikalarından rahatsız olsa da tamamen dışlamanın fayda sağlamayacağını düşünüyordu.11 ABD, Suriye politikası konusunda AB’yi kendi yanına çekemiyordu. 
Ancak Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri suikastı Suriye politikası konusundaki dengeyi ABD lehine çevirdi. Refik Hariri ile yakın ilişkileri bulunan Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın yanı sıra diğer Avrupa ülkeleri de, suikastta parmağı olduğunu düşündüğü Suriye ile ilişkileri askıya aldı. AB ile Suriye arasındaki Ortaklık Anlaşması rafa kaldırıldı. Baskı politikası üzerinde sağlanan uzlaşı Suriye’yi yoğun bir uluslararası baskı altında bırakıyor, süreç Lübnan’daki askerlerini tamamen geri çekmeye kadar götürüyordu. ABD artık Suriye’nin hayati çıkar alanlarına girmeye başlamıştı. 

Lübnan’da sağlanan “başarı” ABD’de baskı politikalarının doğruluğu şeklinde bir algı yarattı. Ancak Bush döneminin sonlarına gelindiğinde ABD açısından 
şöyle bir tablo ortaya çıkıyordu: Suriye halen radikal Filistinli örgütlere ev sahipliği yapıyor ve İran ile ilişkiler sınırlanmanın ötesinde daha da 
derinleşiyordu.12 Lübnan’dan askerlerini çekmiş olsa da Suriye’nin bu ülkedeki etkinliği farklı araçlarla sürüyordu. ABD, Lübnan Meclis seçimlerinde 
Suriye karşıtı 14 Mart Bloğunun çoğunluğu elde etmesiyle dengeleri tamamen kendi lehine değiştirdiğini düşünüyordu. Ancak Lübnan Hükümeti’nin 
Beyrut havaalanında Hizbullah’a ait izleme aygıtlarını kaldırma girişimi sonrası baş gösteren kriz büyüyerek Hizbullah’ın Beyrut’un önemli bir bölümünü 
ele geçirmesine kadar gitti. Silahlı güç yoluyla oluşan yeni durum Lübnan’da siyasi dengelerin yeniden çizilmesi gerekliliğini doğurdu ve bu yeni durum ABD aleyhine ve Suriye lehine bir dağılım yarattı. Dolayısıyla “havuç ve sopa” politikalarının çözüm üretememesi gibi baskı ve izolasyon uygulamaları da Suriye’nin bölge politikalarında köklü bir değişime neden olmadı. 

    <  … yeni durum ABD aleyhine ve Suriye lehine bir dağılım yarattı. “Havuç ve sopa” politikalarının çözüm üretememesi gibi baskı ve izolasyon uygulamaları da Suriye’nin bölge politikalarında köklü bir değişime neden olmadı. >


Son derece karmaşık ve çözümü zor İsrail-Filistin Sorunu ile başlamak daha işi başında başarısızlığa neden olabilir. “Önce Suriye” sorunu çözülerek İsrail-Filistin meselesi için daha uygun koşullar yaratabilir. 

Bu politikanın başarısız olmasındaki en büyük etkenlerden biri tek boyutlu olmasıydı. Suriye taviz verdiğinde herhangi bir olumlu açılım ya da ödülle 
karşılaşmıyordu. Dolayısıyla ilişkilerde rahatlama olmuyordu. Baskı politikasının işe yaradığını düşünen ABD yönetimi yeni taleplerle geliyordu. Bu 
durum Suriye tarafında taviz vermenin sürdürülemez olduğu çünkü taleplerin sonu gelmeyeceği düşüncesini doğurdu. 

*****

3. Obama ve ABD-Suriye İlişkileri 

Seçim kampanyası döneminde Barack Obama’nın Ortadoğu sorunlarının çözümüne yönelik ifadeleri Bush dönemi yaklaşımlarından farklılık taşıyordu. 
Obama, ABD’nin yeni dönem dış politikasının temelinde diplomasi, diyalog, çok taraflılık, arabuluculuk gibi yumuşak güç unsurlarının yatacağı sinyallerini verdi.13 Suriye yönetimi de tüm diyalogun kesildiği ve sadece “sopanın” yer aldığı tek boyutlu ilişki modelinin Obama ile beraber değişeceği 
beklentisi taşıyordu.14 

Obama’nın başkanlık koltuğuna oturur oturmaz ilk icraatlarından biri Ortadoğu Özel Temsilciliği’ne George Mitchell’i atamak oldu. Bu atama Bush döneminde ikinci plana düşen Ortadoğu Barış Süreci’nin yeniden ABD’nin bölgesel öncelikleri arasına gireceğinin işaretiydi. George Mitchell ismi ise sorunların çözümünde izlenecek yola ilişkin “olumlu” sinyaller veriyordu. Daha önce Kuzey İrlanda sorununun çözümünde başarılı bir görev üstlenmiş Mitchell diyalogu seven, arabulucu ve tarafsız kimliğiyle ön plana çıkıyordu. 


Suriye ile ilişkilerde değişim beklentisi yaratan bir diğer unsur yeni yönetimin Ortadoğu Barış Süreci’nin farklı ayakları arasında İsrail-Suriye barışına 
öncelik veren yaklaşımıdır. Buradaki temel mantık şudur: 

    < Son derece karmaşık ve çözümü zor İsrail-Filistin Sorunu ile başlamak daha işi başında başarısızlığa neden olabilir. “Önce Suriye” sorunu çözülerek İsrail-Filistin meselesi için daha uygun koşullar yaratılabilir. > 

İsrail çevresinde güvenli bir ortam sağlanacak ayrıca Suriye’nin soruna ilişkin “yapıcı olmayan” yaklaşımı engellenecektir. Hepsinden önemlisi İran bölgede 
yalnızlaştırılarak zayıflayacak, Hizbullah ve HAMAS ile arasındaki bağlantı koparılacaktır. Bu politikanın başarı şansı ayrı bir tartışma konusu olsa da Obama ekibinden gelen işaretler Suriye ile angajman politikasının hayata geçirileceği yönündedir. 

İsrail ve Filistin iç politikasında yaşanan gelişmeler dikkate alındığında, kısa vadede İsrail-Filistin uyuşmazlığının çözümünde ilerleme sağlamak zordur. 
Aşırı sağ eğilimli İsrail Hükümeti’nin Kudüs ve Batı Şeria’daki yerleşim birimleri ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı gibi konularda adım atma ihtimali son derece düşüktür. Bu kesimler her ne kadar Golan Tepeleri’nin Suriye’ye iadesine de şiddetle karşı çıksa da ABD’nin baskılarına ne kadar direnecekleri meçhuldür. Sonuçta, önceki Demokrat yönetim sırasında da ABD hem İsrail-Filistin hem de İsrail-Suriye konularında aktif bir tutum sergilemişti. Şimdi de Ortadoğu politikasında değişimin üç kilit sahnesi vardır: İran, Irak ve İsrail-Filistin sorunu. Irak’ta değişim başlamış ancak sonuçlanması 2011’i bulacaktır. İran ile bazı sinyaller olmasına rağmen belirsizlik söz konusudur. Filistin’de ise HAMAS’ın rolü ABD’nin elini kolunu bağlamaktadır. 

Bu nedenle Suriye meselesi daha da ön plana çıkmaktadır. ABD yönetimi İsrail üzerinde “Filistin konusunda adım atmıyorsun Suriye konusunda at” şeklindeki baskısını artırabilir. ABD tarafından da pek hoş karşılanmayan yeni İsrail Hükümeti’nin bu baskıya direnme gücü de az olacaktır. Bu nedenle ABD-İsrail-Suriye görüşmeleri Ortadoğu Barış Süreci’nin belki de işleyen tek boyutu haline gelebilir. 

Gelinen aşamada ABD tarafından politika değişikliğine yönelik henüz ciddi bir adım atılmamıştır. Değişimin boyutu şimdilik karşılıklı jestler ve bazı 
işaretlerle sınırlıdır.15 
Değişimin ilk sinyalleri üst düzey ABD’li yetkililerin açıklamalarıydı. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton henüz koltuğuna oturmamışken Senato Dış İlişkiler Konseyi’nde, “diplomasinin dış politikanın bekçisi olacağını ve Suriye’yi Ortadoğu’da yapıcı aktör olmaya teşvik etmek gerektiğini” söylüyordu.16 
Obama başkan seçildikten sonra ilk kutlayanlardan biri Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad oldu. Olumlu jestlerin ardından küçük çaplı da olsa bazı somut adımlar gelmeye başladı. Bunlar içinde en önemlisi ABD Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Senatör John Kerry’nin gerçekleştirdiği Şam ziyareti oldu. Kerry “Esad ile görüşmesinin Obama yönetimi ve Dışişleri’nin bilgisi ve onayı kapsamında gerçekleştiğini" söyledi. Bu ziyaret Bush döneminden kopuş olmasa da politikanın tarzına ilişkin bir değişimin göstergesi olabilir. 

Kerry, Suriye’deyken “çok kısa süre içinde farklı konularda Suriye ile gerçek işbirliği” beklentisini dile getirdi.17 Aynı tarihlerde Suriye’nin resmi El Baas gazetesi, Suriye Ulaştırma Bakanı Yarub Bedr’e dayandırdığı haberde, “ABD Ticaret Bakanlığının yıllardır hizmet dışı olan Suriye Havayollarına ait iki adet Boeing 747 tipi uçağın yedek parçalarını sağlamayı kabul ettiğini” duyurdu.18 Daha sonra ABD Hazine Bakanlığı, Suriyeli bir vakfa 500,000 doların aktarılmasına izin verdi. İlk bakışta fazla anlam ifade etmiyor gibi gözüken bu adımlar ekonomik ambargo kapsamında düşünüldüğünde önem kazanabilir. Her şeyden önce bir zihniyet değişiminin ve Suriye’ye uygulanan ekonomik ambargonun sonlandırılacağının işaretleri olabilir. ABD tarafından gelen jestlere karşılık Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad The Guardian gazetesine verdiği demeçte, “Ortadoğu barış sürecinde Washington’u başhakem olarak görmeyi umduklarını ve bölgede ABD’nin yedeği olmadığını ifade etti.19 Bu sürecin en son ve önemli adımı ise Suriye’ye büyükelçi atanacağı iddialarıdır. ABD Dışişleri Bakanı Clinton’ın son İsrail ziyareti sırasında “iki Amerikalı üst düzey diplomatın görüşmeler için Suriye’ye gideceğini” açıklaması20 Şam’a yeniden Amerikan 
büyükelçisi atanmasına giden süreci başlatabilir. ABD, 2005 yılında Hariri suikastı sonrasında büyükelçisini geri çekmişti. 

Obama dönemi ile beraber ABD-Suriye ilişkilerinde yumuşamayı gerekli kılan faktörler şu şekildedir: 

ABD Açısından; 

-ABD’nin Obama dönemi Ortadoğu öncelikleri Irak’tan çekilme, İran nükleer sorunu ve Ortadoğu Barış Süreci olacaktır. Bu konularda başarı sağlamak için Suriye’nin işbirliği kilit önem taşıyacaktır. Suriye, Irak’ta yumuşak geçiş için katkı sağlayabilir. HAMAS-El Fetih arasındaki uzlaşı sürecinde aktif rol oynayabilir. 

İran ile arasına mesafe koyması sağlanabilirse ABD tarafından “olumsuz” olarak ifade edilen İran’ın bölgesel rolü sınırlanmış olur. 

  < Gelinen aşamada ABD tarafından politika değişikliğine yönelik henüz ciddi bir adım atılmamıştır. Değişimin boyutu şimdilik karşılıklı jestler ve bazı işaretlerle sınırlıdır. Değişimin ilk sinyalleri üst düzey ABD’li yetkililerin açıklamalarıydı. >


<   Pragmatik eğilimler sergileyen Suriye, Ortadoğu’da belli bir kampa angaje olmayı muhtemelen tercih etmiyordur. Bölgede İran’dan farklı bir pozisyona sahip olan Suriye, sorunlar olsa da Batı’ya karşı kapıların açık olduğu bir ilişki arayışındadır. >


Zayıflayan İran’ın nükleer sorun konusundaki eli zayıflar. 

-Bush dönemi “baskı ve izolasyon” politikaları çözüm üretemedi. ABD, bazı kazanımlar elde etmekle beraber Suriye’nin bölgesel rolünde arzuladığı değişimi 
sağlayamadı. İran’la ilişkisini sınırlamak isterken Suriye’yi daha çok bu ülkeye itti. 

-Irak’ın güvenlik durumunda sağlanan iyileşme Suriye ile kriz çıkaran başlıklardan birini ortadan kaldırdı. 

Suriye Açısından; 

-Dış politikada genel olarak pragmatik eğilimler sergileyen Suriye, Ortadoğu’da belli bir kampa angaje olmayı muhtemelen tercih etmiyordur. 
Bölgede İran’dan farklı bir pozisyona sahip olan Suriye, sorunlar olsa da Batı’ya karşı kapıların açık olduğu bir ilişki arayışındadır. 

-Irak işgali, Lübnan’dan askerlerin geri çekilmesi ve yaptırımlar Suriye ekonomisini sarsmaktadır. ABD ile ticaretin sınırlı olması ve dünya ekonomisine 
fazla entegre olmaması nedeniyle yaptırımlardan doğrudan etkilenmemektedir. 

Ancak yaptırımlar Batılı şirketleri Suriye’ye yatırım yapma konusunda kaygılandırarak dolaylı etki yapmaktadır. Suriye siyasi izolasyonu kırarak 
ekonomik olarak da rahatlamayı istemektedir. 

İlişkilerde iyileşme beklentisi haklı gerekçelere dayanmakla birlikte değişimin boyutu konusunda temkinli olmak gerekmektedir. Gerginliğe neden 
olan konular varlığını sürdürdükçe genel anlamda sorunlu ilişkiler devam edecektir. “Diyalogu dışlamayan gerginlik” dönemine geri dönüş olabilir. İki 
ülkenin İsrail-Filistin, Lübnan, Irak, İran gibi konulardaki farklı pozisyonları istikrarlı ve tam işbirliğine dayalı bir ilişkinin ortaya çıkmasına engel olacak-
tır. Bunun tek istisnası Suriye’nin Golan Tepeleri sorununu çözmesi olabilir. İsrail’le barış sağlanırsa Suriye’nin çıkar tanımlamaları, tehdit algılamalarında 
köklü bir değişim oluşacaktır. Suriye, ABD ile ilişkilerde sorun yaratan konularda değişim taahhüdü vermese de yeni durum Suriye’nin bölgesel rolünde kendiliğinden değişim yaratacaktır. 

Ekonomik yaptırımlar, Birleşmiş Milletler Hariri Suikastı Araştırma Komisyonu gibi baskı unsurları Obama döneminde de muhtemelen kullanılmaya 
devam edecektir. Ancak ilişkilerin seyrine göre bunlarda bir yumuşama oluşabilir. Suriye için büyük önem taşıyan Lübnan konusunda yeni yönetim 
de geri adım atmayacaktır. 1990’larda olduğu gibi Suriye’nin işbirliği karşılığında Lübnan’da etkinlik kurmasına izin verilmeyecektir. Artık Lübnan 
ABD açısından bölge önceliklerinden biri olmaya başlamıştır. Fuat Sinyora Hükümeti’ne destek devam edecektir.21 Yeni yönetim İsrail’e Golan sorununu 
çözmesi için Suriye ile barış masasına oturması konusunda baskı yapabilir.ABD’nin Suriye ile angajman politikası bu zemin üzerinde yürüyecektir. 
Suriye de üzerindeki siyasi baskının ve ekonomik yaptırımların yumuşatılması karşılığında Tahran ile ilişkileri kesme gibi bir politika değişikliğine 
gitmeyecektir. Beşar Esad iki eksen arasında tercihe zorlanma konusundaki duruşunu “Washington’la iyi ilişkiler, Tahran’la kötü ilişkiler anlamına 
gelmemeli” sözleriyle ifade etmektedir.22 Bu nedenle uzun yıllara dayanan bölgesel ittifak sistemini koruyacaktır. Ancak Irak’tan çekilme, Lübnan, 
HAMAS-El Fetih uzlaşısı gibi bazı konularda ABD’yi rahatlatacak işbirliği girişimleri olabilir. 

*****

4. İlişkilerde Değişim ve Türkiye için Riskler Fırsatlar Sürecin Türkiye üzerindeki etkileri iki başlık altında toplanabilir. 

Birincisi ABD’nin Ortadoğu’da yeniden yumuşak gücünü kullanmaya başlaması; ikincisi de ABD-Suriye yakınlaşmasının Türkiye açısından olası sonuçlarıdır: 



1. ABD’nin 11 Eylül sonrasında Ortadoğu’da yürüttüğü güce dayalı ve tek taraflı politikalar yumuşak güç unsurları açısından bölgede boşluk doğurmuştur. 
Türkiye karşılıklı ekonomik bağımlılık yaratarak, sorunların barışçıl yollarla çözümünü savunarak, arabulucu rol üstlenerek, bölgesel kutuplaşmada 
kendini tarafsız konumlandırarak bu boşluğu doldurmuştur. ABD’nin eskiden olduğu gibi arabuluculuk rolünü aktif olarak üstlendiği bir durum olsaydı Türkiye için muhtemelen bu denli geniş bir oyun alanı doğmuş olmayacaktı. Obama yönetimi ile beraber ABD bölgede caydırıcılığının yanına yumuşak gücünü de ekleyecek gibi gözükmektedir. ABD’nin yumuşak güce dayalı dış politik araçları kullanmasının Türkiye’nin bölgesel rolüne etkisi konusunda üç farklı sonuç doğabilir: 

a.   < ABD’nin yeni dönem politikaları Türkiye’de, son yıllarda artan etkinliğinin azalacağı kaygısına neden olabilir. Bu kaygı, ABD’nin yeniden İsrail-Filistin ve İsrail-Suriye barış sürecine angaje olarak Türkiye’nin oyun alanını sınırlandıracağı mantığına dayanmaktadır. >  

Daha önce Türkiye’nin üstlendiği işleve artık ihtiyaç kalmayacağı düşünülebilir. Türkiye’nin arabuluculuğu sırasında dahi ABD’nin masada olmasını zorunluluk kabul eden taraflar, arabuluculuk için istekli bir ABD yönetimi ile karşılaşacaktır. 

b. ABD’nin Ortadoğu’da yumuşak gücünü kullanarak Türkiye’nin pozisyonuna yaklaşması ABD-Türkiye arasında daha etkin işbirliği yaratabilir. Daha önce ilişkilerde kriz yaratan girişimler (Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri gibi) tersine ABD tarafından desteklenebilir. ABD kendisinin aktif olacağı süreçte Türkiye’yi dışlayarak değil Türkiye’nin son yıllarda kazandığı güven, itibar ve etkinliği kullanarak süreci yürütmeye çalışabilir. Obama’nın Ortadoğu Özel Temsilcisi Mitchell’in Türkiye ziyareti sırasında “Ortadoğu barışının sağlanması konusunda Türkiye’nin önemli bir güç olduğunu ve liderlik beklediklerini” ifade etmesi23 bu olasılığı güçlendirmektedir. Türkiye, Irak Savaşı sonrası oluşan kamplaşmada nispeten tarafsız kalarak kendine has bir yer edinmiştir. Ancak bu pasif bir tarafsızlıktan ziyade etkin, taraflarla diyalog içinde bir tarafsızlıktır. Türkiye’nin bu gücü ABD tarafından önemli bir değer olarak görülebilir. 

c. Muhtemelen ikinciye daha yakın olmakla birlikte iki olasılığın karışımı bir durum oluşabilir. ABD’nin yumuşak gücüyle Ortadoğu’ya dönüşü ABD’nin yeni dönem politikaları Türkiye’de, son yıllarda artan etkinliğinin azalacağı kaygısına neden olabilir. Bu kaygı, ABD’nin yeniden İsrail-Filistin ve İsrail-Suriye barış sürecine angaje olarak Türkiye’nin oyun alanını sınırlandıracağı mantığına dayanmaktadır. 

< Türkiye üzerinden Batı’ya da açılım çabası içinde olan Suriye ABD’nin diyalog çabalarına olumlu yanıt verecektir. Ancak Suriye’den bir eksen değişikliğine gitmesini beklemek gerçekçi değildir. Suriye daha fazla alternatifli yeni bir model geliştirebilir. >

Türkiye’nin son yıllarda olduğu kadar ön plana çıkmasını sınırlandırabilir. ABD muhtemelen bölgede yeniden arabuluculuk rolüne soyunacaktır. Ancak 
ABD Türkiye’yi dışlayıcı bir yaklaşım sergilemeyecektir. Türkiye’nin varlığı barış şansını artıracaktır. Son yıllarda ABD Ortadoğu’da önemli ölçüde güven kaybı yaşamıştır. ABD ile bölge aktörleri arasında diyaloga geçilmeden bir güven inşa edilmesi gerekmektedir. Türkiye bu anlamda önemli işlev üstlenebilir. Türkiye’nin son yıllarda özellikle Suriye üzerinde sağladığı etkinlik bölge aktörlerinin iknası için fırsat sunabilir. Dolayısıyla barış görüşmeleri 
sürecinin başında Türkiye’nin aktif olması ancak nihai aşamada ABD’nin ön plana çıkması beklenebilir. 

2. ABD-Suriye yakınlaşmasının Türkiye’ye olası etkileri hakkında ise şöyle bir değerlendirme yapılabilir: ABD’nin angajman politikasının gerekçelerinden 
biri “Suriye’yi İran’dan nasıl uzaklaştırabiliriz?” arayışıdır. Esasen Bush dönemindeki baskı ve izolasyon politikalarının amaçlarından biri de buydu. 
Ancak Suriye’nin dışlanması tersi sonuç üretti ve güvensizleşen, yalnızlaşan Suriye gittikçe İran’la yakınlaşmaya başladı. Suriye, İran ile ittifakın zorunluluğuna inansa da dengelerin çok fazla İran lehine değişmesini de muhtemelen istememektedir. Örneğin Lübnan’da eskiden belirleyici Suriye iken, 
İran yönetimi Hizbullah aracılığı ile etkinliğini bu ülkeye yayma şansına sahip olmuştur. Birçok gerekçeleri olmakla birlikte Suriye’nin Türkiye ile yakınlaşma 
çabaları İran’a alternatif oluşturabilmek açısından da önem taşımaktadır. 

Türkiye’nin de bu açılıma karşılık vermesi ile iki ülke ilişkileri son yıllarda büyük bir hızla ilerlemiştir. Öyle ki Türkiye ile ilişkiler Suriye dış politikasının 
ana unsurlarından biri haline gelmiştir.24 

Zaten Suriye bölgede İran’dan farklı bir çizgi takip ettiğini hem daha yumuşak söylemi hem de somut işbirliği girişimleri ile göstermiştir. Lübnan Devlet 
Başkanlığı krizinin çözümünde olumlu rol oynamış, Annapolis Zirvesi’ne İran’ın memnuniyetsizliğine rağmen katılmış, Türkiye ve Fransa’nın açılımlarına 
karşılık vermiş, Avrupa Birliği ile ilişkilerini nispeten iyi bir seviyeye taşımış ve daha önce dondurulan AB-Suriye Ortaklık Anlaşması imzalanmıştır. Dolayısıyla Türkiye üzerinden Batı’ya da açılım çabası içinde olan Suriye ABD’nin diyalog çabalarına olumlu yanıt verecektir. Ancak Suriye’den bir eksen değişikliğine gitmesini beklemek gerçekçi değildir. Suriye muhtemelen bölgedeki geleneksel ilişkilerini koruyan ancak daha fazla alternatifli yeni bir model geliştirebilir. Bu yeni model, doğası gereği İran-Suriye ittifakına neden olan unsurlarda yumuşama sağlayacaktır. Ancak Suriye bir tercih yapmak durumunda kalmayacaktır. Bu süreç Türkiye-Suriye ilişkilerinin daha da derinleşmesine (İran’a rağmen değil) yol açabilir. 

Artık Türkiye-Suriye ilişkilerindeki olumlu gelişmeler Bush dönemindeki gibi Türkiye-ABD ilişkilerinde gerginlik unsuru olmayacaktır. Dolayısıyla ABD-Suriye ilişkilerinde olası iyileşme Türkiye’nin bölgesel rolü, Türkiye-ABD ve Türkiye-Suriye ilişkileri açısından olumlu sonuçlar verebilir. 


DİPNOTLAR 


1 Obama döneminde ABD dış politikasında yaşanması muhtemel değişimin boyutları konusunda bkz.: Şanlı Bahadır Koç, “Yeni ABD Başkanı Barack Obama ve Türk Amerikan İlişkileri”, Stratejik Analiz, Cilt 9 sayı 104, Aralık 2008. 

2 “ Suriye Obama Döneminden Umutlu ”, NTVMSNBC, 18 Şubat 2009, http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/475925.asp 

3 “Engaging Syria? U.S. Constraints and Opportunities”, International Crisis Group, Middle East Report No. 83, 11 Şubat 2009. 

4 Mona Yacoubian, Scott Lasensky; “Dealing With Damascus”, Council on Foreign Relations, CSR NO. 33, Haziran 2008. 

5 O dönemde ülkenin en güçlü Suriye karşıtı ismi olan General Michel Aoun’a karşı askeri operasyon düzenlenerek sürgüne gönderilmiştir. 

6 “Engaging Syria? U.S. Constraints and Opportunities”, 11 Şubat 2009. 

7 Başkan yardımcısı Dick Cheney’in Suriye’den sorumlu danışmanlığına getirilen David Wurmser bu isimlerin başında geliyordu. 

Bunun yanında Douglas Feith, Eliot Abrams, Paula Dobriansksy, ve Michael Rubin de aynı yönde düşünceye sahipti. David Wurmser’in Suriye rejiminin yıkılması gerekliliği konusundaki örnek açıklaması için bkz.: “US Must Break Iran and Syria Regimes”, Daily Telegraph, 5 Ocak 2007, http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/1565235/US-’must-break-Iran-and-Syria-regimes’.html. 

8 ABD’li yetkililerin bu konudaki suçlamalarına örnek olarak bkz.: “Rumsfeld Warns Syria: Stop Assisting Iraq”, Fox News, 28 Mart 2003, 
http://www.foxnews.com/story/0,2933,82377,00.html

9 Sekiz kişinin ölümüyle sonuçlanan son saldırı içlerinde en kapsamlısıydı: “US Helicopter Raid Inside Syria”, BBC News, 27 Ekim 2008, 
http://news.bbc.co.uk/1/hi/world/middle_east/7692153.stm. 

10 “Bush Calls Sharon to Discuss Latest Violence”, CNN.com, 5 Ekim 2003, http://www.cnn.com/2003/US/10/05/mideast.us/index.html. 

11 AB ile Suriye arasındaki Ortaklık Anlaşması süreci o dönemde devam ediyordu. Bunun yanı sıra ABD yaptırımlarına rağmen AB’nin Suriye ile ticareti geliştirme arayışına örnek için bkz.: Ian Black, “Europe to Seek Syria Trade Deal”, Guardian, 13 Mayıs 2004, http://www.guardian.co.uk/world/2004/may/13/syria.eu. 

12 İran etki alanına girişinin somut argümanları konusunda bkz.: “Dealing With Damascus”, Haziran 2008. 

13 Obama döneminde yumuşak gücün kullanımına ilişkin örnek haber ve değerlendirme için bkz.: David E. Sanger, “Obama’s Advisers to Back Soft Power”, International Herald Tribune, 1 Aralık 2008, http://www.iht.com/articles/2008/12/01/america/obama.php; Henri Astier, “Obama: Soft Power’ and Hard 
Reality”, BBC News, 24 Kasım 2008, http://news.bbc.co.uk/2/hi/americas/7743267.stm. 

14 David Ignatius, “A New Partner In Syria?”, Washington Post, 24 Ocak 2008, http://www.washingtonpost.com/wpdyn/content/story/2008/12/23/ST2008122303162.html; Syria’s Assad Seeks Dialogue with 

U.S. Under Obama, Reuters, 31 Ocak 2009; Syria’s Assad Ready to Cooperate with Obama, Reuters, 17 Ocak 2009, http://uk.reuters.com/article/UKNews1/idUKTRE50U2OP20090131. 

15 “Suriye Obama döneminden Umutlu, NTVMSNBC, 18 Şubat 2009, http://arsiv.ntvmsnbc.com/ news/475925.asp. 

16 Hillary: ABD Sorunları Tek Başına Çözemez, Hürriyet USA, 13 Ocak 2009, http://www.hurriyetusa. com/haber/haber_detay.asp?id=19470. 

17 “US Sen. Kerry Hopeful After Syria Talks, Washington Post, 21 Şubat 2009, http://www.washingtonpost.com/wpdyn/content/article/2009/02/21/AR2009022100460.html. 

18 “ABD, Suriye Havayollarına Yedek Parça Vermeyi Kabul Etti”, Milliyet, 8 Şubat 2009, 
http://www.milliyet.com.tr/Dunya/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1057085. 

19 “Ortadoğu Sürecinde ABD’nin Yedeği Yok”, Hürriyet, 19 Şubat 2009, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/11034130.asp. 

20 “Clinton Batı Şeria’da”, BBC Türkçe, 4 Mart 2009, http://www.bbc.co.uk/turkish/news/ story/2009/03/090304_westbankclinton.shtml. 

21 ABD Senatörü John Kerry Şam ziyareti sırasında “ülkesinin bölgeye yönelik yeni bir diplomatik yaklaşım içerisine gireceğini ifade etmiştir. 
Ancak ülkesinin beklentilerini de sıralamıştır: “Hizbullah’ın silahsızlandırılması, Filistinliler ile ilgili sorunların çözümü bağlamında yardım ve Suriye’nin Lübnan’ın siyasi bağımsızlığına saygı göstermesi. 

22 Suriye’den ABD’ye İşbirliği Çağrısı, NTVMSNBC, 17 Ocak 2009, http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/472576.asp. 

23 “Mitchell: Obama Türkiye’yi Takdir Ediyor”, Milliyet, 26 Şubat 2009, http://www.milliyet.com.tr/Dunya/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1064557&Kategori=dunya&b=Mitchell:%20Obama%20Turkiyeyi%20takdir%20 ediyor. 

24 “Engaging Syria? U.S. Constraints and Opportunities”, 11 Şubat 2009. 

ORSAM 
Mithatpaşa Caddesi No:46/3-4 
06420 Kızılay/ANKARA 
Tel: +90 (312) 430 26 09 
Faks: +90 (312) 430 39 48 
www.orsam.org.tr 
orsam@orsam.org.tr 



****



YAHYA KEMAL BAYATLI DA KÜLTÜR VE DİN İLİŞKİSİ;


YAHYA KEMAL BAYATLI  DA KÜLTÜR VE DİN İLİŞKİSİ;



CANAN CAVŞAK

Yahya Kemal, sadece edebiyatçıların çalışmalarına konu olarak kalmaması gereken, Türk düşünce dünyasının tamamını ilgilendiren bir şahsiyettir. Sadece şiirleri ile değil kültür ve din hakkındaki yazı ve düşünceleriyle de bilinmesi ve anlaşılması gerekmektedir. Kültür ve din unsurlarını bir arada ele alan Beyatlı, tarih, vatan, din, kültür hakkındaki düşüncelerini şiirlerine de yansıtmıştır. 

Kendi ifadesi ile “ahiret havasıyla dolu” İslam’ın oldukça yoğun hissedildiği bir Türk şehri olan Üsküp’te dünyaya gelen Yahya Kemal için Üsküp önemli bir yere sahiptir. 
Üsküp’e olan hasretini ömrü boyunca dile getirir. 18 yaşında Paris’e yani kendi deyişiyle “nurlu bir alem”e giden Beyatlı, ekonomik zorluklarla geçirdiği dokuz yılın ardından vatan, millet, tarih gibi konularda yeni bir bakış açısı kazanarak İstanbul’a geri döner. Dönüşünü “Bu uzun Avrupa hayatından dönerken Müslümanlaşmış, kendi vatandaşlarım için fazla mütehassis bir ruha rücu etmiştim” diyerek dile getirir (Beyatlı, 2015: 125). 

Küçük yaşlarda şekillenmeye başlayan kişilik oluşumunda aile ve çevre çok önemli bir role sahiptir. Bunun yanında din de kişilik oluşmasında aile kadar etkili bir kurumdur (Özden, 2016: 76). Hatta çocuklara, öğrenmesi daha kolay olacağı için küçük yaşlarda Kur’an eğitimi verilir. Yahya Kemal’in de dini duygularının temeli çocukluk yıllarını geçirdiği Üsküp’te ailesi ve çevresinin etkisiyle oluşmuştur. 

Yahya Kemal’in din konusunda üzerinde en etkili aile bireyi annesi olmuştur. Annesinin namaz kılıp, Kur’an okumasından, annesi ile din üzerine yaptığı sohbetlerden çocukluk anılarında söz eder. Din konusunda, aile üyeleri arasında en çok annesi onu etkilemiştir ve annesinden aldığı eğitimin izleri hayatı boyunca silinmemiştir. Bu yüzden annesinin ölümü onu derinden etkilemiştir. Yahya Kemal, çok sevdiği annesini henüz çocuk yaşlarda kaybetmesine rağmen annesinin ölümünden duyduğu üzüntüsünü dinî değerlere bağlanmakla aşabilmiştir (Kılıç, 2013: 42). 

Dini inanç konusunda, inancın milli boyutuna önem veren Beyatlı, “Ben Türk milletinin inandığı Allah’a ve yine Türk milletinin inandığı Peygamber’e 
inanırım. Ben, bu imanın Müslümanıyım ve ben, Türk ve Müslüman olarak doğdum. Türk milletinin dinine ve itikadına sahibim” sözleriyle bu duruma açıklık getirmektedir (Beyatlı’dan akt. Özden, 2016: 116).


Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemal’in çocukluk yıllarından başlayıp Paris’e gittiği zamana kadar olan din anlayışından “Müslümanlık” başlığı altında bahseder:

“Frenk hayatı alışkanlıklarından kurtulamayan, hem de millî hayatı yaşanası güzellikte bulan Yahya Kemal, zamanla iki hayatın da çizgilerini taşıyan bir Müslüman tipi çizecektir” (Ayvazoğlu, 2013: 339).
“Dinin algılanıp anlaşılmasında, milletler arasında farklılıklar bulunmaktadır ve bunu sağlayan da milli kültür veya özgü kültürdür.” (Özden, 2016: 92). Yahya Kemal, “Ezansız Semtler” isimli yazısında da dini duygu ile milli duyguyu bir arada inceleyerek şunları ifade etmektedir:

“Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköyü, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerde ki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler?” (Beyatlı, 2014: 101).

Dinin, insanı ahlaki açıdan da olgunlaştırması beklenir ve samimiyetle yapılan ibadetler bu düşünceye katkı yapar. Yahya Kemal de ibadetin gönülden gelerek yapılması gerektiğini, ancak bu şekilde ibadetin insana zevk vereceğini düşünür (Özden, 2016: 124).

“Ezansız Semtler” başlıklı yazısında, Büyükada’da oturduğu zamanlar bir bayram namazına gitmeye niyetlendiğini, fakat sabah uyanamamak korkusuyla o gece hiç uyumadığını, vakit gelince abdest alıp camiye gittiğini ve sonrasında yaşanılanları şöyle anlatıyor:

“Ben kapıdan girince bütün cemaatin gözleri bana çevrildi. Beni, daha doğrusu bizim nesilden benim gibi birini, camide gördüklerine şaşıyorlardı. Orada, o saatte toplanan Ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu. Ben içim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim. Vaazı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum.
Muhammed sesi kulağıma geldiği vakit gözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek dil, yek vücut olarak gördüm. O sabah, o Müslümanlığa az aşina Büyükada’nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir cemaati idik.” (Beyatlı, 2014: 103).

Yahya Kemal, “Atik-Valde’den İnen Sokakta” şiirinde bir ramazan günü uğradığı Üsküdar’ın Atik Valide semtinde, ramazan ayına ait duygularını ve izlenimlerini
yansıtmaktadır (Kılıç, 2013: 44):

“Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler, Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer; Bakkalda bekleşen fıkara kızcağızları Az çok sezdiriyor top ve iftarı.

Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün; Bir top gürültüsüyle bu sahilde bitti gün.” (Beyatlı, 2008: 19).

Yahya Kemal’in ailesinden ve okulda çok iyi bir dini eğitim almadığını, hem anne hem de baba tarafının Müslümanlığın Ramazan, bayram ve kandillerinden başka şartlarıyla ilgilenmediklerini anılarından anlıyoruz (Beyatlı, 2015: 33). Ancak manevi havanın yoğun olduğu Üsküp ve annesi onun manevi yönü üzerinde etkili olmuştur ve bu maneviyat onun şiirlerine de yansımıştır. Yahya Kemal’e göre dinin, bir toplumun bir araya gelmesinde, aynı değerleri paylaşmasında, nesillerin yetişmesinde, onların dinî ve milli bir kimlik kazanmasında önemli olduğunu “Ben, Türk milletinin inandığı Allah’a ve yine Türk milletinin inandığı peygambere inanırım. Ben, bu imanın Müslümanıyım. Ve galiba Paris’te iken de böyle bir iman bende gizli gizli yaşardı” (Kılıç, 2013: 49) ifadelerinden de anlayabiliyoruz.

Ortak kültürel değerlerin üretilmesine katkı yapan din, milli duyguların hissedilmesine engel olmaz. Çünkü “Kültür dinin özünü, din de kültürün getirdiklerini kabullenmek mecburiyetindedir.” Örneğin din, aralarında vatan birliği bulunan insanların, kültürel açıdan da bu birlikteliği hissetmelerini sağlar. Vatan sevgisinin dini önemi açısından Hz. Peygamber “vatan sevgisi imandandır” hadisini ifade etmiştir. Fakat aynı dine inandıkları halde kendi milli özelliklerinden dolayı kültürleri farklı milletler bulunmaktadır; çünkü her millet, kendi milli kültür yapısına ve ihtiyacına uygun bir din seçip, kabul ettiği dini de kendine uygun hale getirmektedir. Yahya Kemal’e göre Türkler de “İslamiyet’i kendi mizacına göre kabul etmiş ve çok eski putperestliği ile karıştırmış ve öyle sevmiştir.” (Özden, 2016: 101).

Yahya Kemal’e göre her milletin din anlayışı kendine özgüdür ve kendi milli özelliklerine göre şekillenir. Türkler tarafından benimsenen ve yaşanan İslamiyet’in başka milletlere uygun olmadığı gibi, başka milletlerin benimsediği İslam anlayışı da Türklere uygun değildir. Yani din, nasıl ki kültürün şekillenmesinde etkili ise, millet farklılıkları da dinin o  millete göre şekillenmesini sağlamaktadır. “Türk kültürünü ele aldığımızda, bir yandan İslam dininin Türk kültürü üzerinde etkili olduğunu, diğer taraftan da Türk milletinin, kabul ettiği bu yeni dine kendi kültürel özelliklerini ve kültürel birikimini aktararak onu kendine özgü bir hale getirdiğini, başka bir ifadeyle İslamiyet’i özümsediğini müşahede etmekteyiz.” (Özden, 2016: 110).

Yahya Kemal’i, yaşadığı iman sarsıntılarından kurtaran Türk milleti olmuştur. Yahya Kemal’in Türklükle Müslümanlığı birlikte ele alması onu, “Türk Müslümanlığı” kavramına ulaştırmıştır (Özden, 2016: 161).

Dönemin İslam bilginlerinden Babanzade Naim Bey ile Yahya Kemal arasında geçen bir olaya Nevzat Kösoğlu, Yahya Kemal’in hayatı ve düşüncesini ele aldığı kitabında yer verir:

“ Naim Bey, Yahya Kemal’in kullandığı Türk’ün Müslümanlığı tabirini şiddetle eleştirmişti; Arap’ın, Türk’ün Müslümanlığı olmaz, Müslümanlık Müslümanlıktır, diye.
Bu yüzden aralarına bir soğukluk girmiş. Bir Ramazan günü Naim Bey Fatih’ten geçerken, caminin çevresindeki çoluk çocuk, kalabalık grupları bir bayram havası içinde görüp pek hoşlanmış ve seyre dalmış. Biraz ötede Yahya Kemal de kalabalığı seyrediyormuş. Babanzâde yanına giderek kolunu tutmuş ve “ Sen haklıydın Kemal ” demiş; “Türk’ün Müslümanlığı gerçekten başkadır.” (Kösoğlu, 2009: 81-82).

Yahya Kemal, “Türk Müslümanlığı; Arap Müslümanlığı değil, daha yeni bir iman sentezi, velhasıl daha yeni bir imandır ve birçok cepheleriyle millidir” (Beyatlı’dan akt. Özden, 2016: 162) sözüyle her toplumun sahip olduğu milli kıymetler dolayısıyla aynı dini paylaşsalar bile, dine farklı bir yorum getirileceğini belirtmektedir.

Sonuç olarak söyleyecek olursak, kültür toplumların devamlılığı açısından önemli bir yere sahiptir. Türk kültürünün nasıl oluştuğunu anlamak için de maddi ve manevi değerler birlikte ele alınmalıdır. Birçok kültür tanımı yapılıyor olsa da kültürün anlaşılması için meydana geldiği topluma bakmak gerekir. Türk kültürünün oluşmasında, milli bir kimlik kazanmasında dinin de etkisi vardır. Dinin, kültür üzerinde etkisi olduğu gibi kültürün de din üzerinde etkisi vardır. Dini kurallar kültürel yaşamın içine girip kültürün bir parçası haline gelmektedir. Sahip olunan kültür de dini etkilemektedir. Aynı dini kabul eden iki farklı toplumun, milletin kültürel özellikleri farklı olduğu için dini algılayış ve yaşayış biçimleri de farklılaşmaktadır.

Yahya Kemal’e göre İslam, Türk milletinin sosyal yaşantısı, kültür ve medeniyet anlayışı üzerinde etkili olmuştur. İnsanlar günlük hayatta dinin bütün şartlarını pratiğe aktarmasa da ömrünün sonuna kadar İslam’a bağlı kalarak hayatlarını sürdürmektedirler. Yahya Kemal, Türk milletini oluşturan kültürel ve dini değerlere önem vermesine rağmen gündelik hayatta kendisinin de tam anlamıyla uygulayamadığını; ancak duyduğu hissiyatı “Atik- Valde’den İnen Sokakta” adlı şiirinde “Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür. Mademki böyle duygularım kaldı, çok şükür” (Beyatlı, 2008; 19) sözleriyle anlatmaktadır.

Yahya Kemal, dini, ibadet bağlamında tam anlamıyla yaşamıyor olsa da, o Türk milletinin inandığı değerlere olan sevgisi ve duygularından dolayı dine bu kadar önem vermektedir. Beyatlı’ya göre Şişli, Kadıköy, Moda gibi ezansız, minaresiz, ramazan günlerinin yaşanmadığı semtlerde büyüyen çocuklar milletin birlik ve beraberliğini sağlayan Müslümanlığın çocukluk rüyasını göremezler.

Yahya Kemal şiirlerinin ana kaynaklarından biri dini değerlerdir. Camii, ezan, ramazan, oruç, namaz gibi kavramları şiirlerinde sık sık işlemesi bu düşünceyi kanıtlar niteliktedir. Örneğin, “ Süleymaniye’de Bayram Sabahı ” şiirinde dinin milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir. “ Atik Valde’den İnen Sokakta ” şiirinde ramazanı, “ Koca Mustafapaşa” şiirinde ise Milli ve Manevi değerleri birlikte ele almaktadır.

Yahya Kemal’in şiirinin bir diğer kaynağını ise vatan sevgisi oluşturur. Bu bakımdan İstanbul sevgisine şiirlerinde sık sık rastlamak mümkündür. Ona göre, İstanbul Anadolu ve Rumeli’yi kapsayan, vatanın tümünü temsil eden, kültürel ve dini yaşantıya örnek teşkil eden bir merkezdir.

Yahya Kemal ‘e göre, kişi içinde bulunduğu toplumun kültürel ve dini özelliklerine sahip çıkmalıdır aksi halde o topluma karşı bir yabancılaşma hisseder. Dolayısıyla Türk milletini meydana getiren şey, aynı maddi-manevi kültürel değerleri, duyguları ve idealleri paylaşmaktır. Böylelikle bir toplumda milli birlik ve beraberlik yaşanabilir.

KAYNAKÇA

Ayvazoğlu, B. (2013); Yahya Kemal Eve Dönen Adam, 2. Baskı, İstanbul: Kapı.
Beyatlı,Y. K (2008); Kendi Gök Kubbemiz, 29. Baskı, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti.
Beyatlı,Y. K (2014); Aziz İstanbul, 15. Baskı, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti.
Beyatlı,Y. K. (2015); Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım, 7. Baskı, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti.
Kılıç, M. (2013); “Yahya Kemal Beyatlı’da Kültür ve Din İlişkisi” Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta.
Kösoğlu, N. (2009); Milliyetçilikte Yeni Arayışlar Yahya Kemal Hayatı ve Düşünce Dünyası, İstanbul: Ötüken.
Özden, Ö. (2016); Bir İnanç ve Kültür Terkipçisi Yahya Kemal, 3. Baskı, İstanbul: Ötüken.






GENCAY
Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi
Yıl 5 Sayı 58 – Kasım 2016
Ücretsiz e-dergi
www.gencaydergisi.com
bilgi@gencaydergisi.com

OD


OD


EMRE SEVİNÇ


Yıldızların ışıklara yenilmediği
Gözlerim kamaşıyor ışıltısından. 

Güneşin kışın karları eritmediği 
Irmakların daha zehirlenmediği 

Gecelerin tek ay ile ışıldadığı bir çağda 


Eymür, geceyi dağ başında geçirmiş, uyuyakalmıştı. Gördüğü düşün etkisi ile kan ter içinde uyandı. 

Kayı sordu: 

-Ne oldu Eymür böyle? 

Eymür: 

Gökten yıldızlar Dünya'ya inmiş 

Uzatsam ellerimi, tutacağım sanki 

Yıldızların arasından alkış çıkageliyor 

Bir geyiğin üzerinde 

Işıklar saçıyor kahverengi gözleri, 

Öyle parlıyor ki yaklaşan yıldızlar sönük kalıyor 

Karanlık gece aydınlanıyor 

Gözlerim kamaşıyor ışıltısından.

- Tamam Eymür. Şu suyu iç şimdilik. Yolda Ulu Kam'a anlatırız. Kağan çok kızdı, bizi bekliyorlar. Ata ruhlardan haber gelmiş, Saymalı'dan konuk geliyormuş, onu
karşılayacağız...

Eymür Saymalı sözünü duyunca gözlerini kahverengi bürüdü. Alkış geldi aklına...
..

Kayı ile Eymür Kağan'a ulaşmadan önce dağlarda tek başına yaşayan Ulu Kam'ın yanına uğramak dilediler. Henüz tün, küne yeni dönüyordu. Ulu Kam, yeni korladığı ateşinin etrafında davul çalarak koşuklar söylüyor, gelen erleri bekliyordu. Onları görür görmez:

Gök içre, Umay'a teng
Bal içre, bukuklara teng
Kor içre, kargulara teng
Gelür bir Karuk Yılduzu

Ulu Kam'ın koşuğu Kayı ile Eymür'ü içten içe coşturdu. 
Eymür utana utana sordu:

-ulu Kam, ata kam, bir düş görd… derken, Ulu Kam sözünü kesti:

‘’ Gök içre, Umay'a teng
 Bal içre, bukuklara teng
 Kor içre, kargulara teng
 Gelür bir Karuk Yılduzu
 Düşün koşukta Eymür'' 
dedi.

     İki yoldaş yollarına bu koşuğu düşünerek devam ettiler.
...

Kayı ile Eymür, Kağan'ın yanına vardıklarında onun şiddetli bakışlarını üzerlerinde hissettiler:

    -Neredesin sen yine Eymür? Konuklar gelecek... ivedi yola çıkın!

Kayı ile Eymür, titremekten söz edemediler.

Hemen kuşanıp yollandılar. Ata ruhlar onlara yol gösterecekti.
...

‘’Ateş, Yaz olmasına rağmen hala oldukça soğuk olan Saymalıları ısıtıyordu.

Ay Abla, ateşin etrafında tüm kutsallığıyla dansa durmuş, çevresinde Saymalı halkı elleri Gök'e açmış alkışa tutmuşlardı. Eymür ile Alkış da bambaşka bir boyutta birbirlerinin gönlünde buluşmuşlar Tengri'den birbirlerini diliyorlardı. Şimdi doğa ritim tutarken tüm Saymalı, Eymür ile Alkış'ın gözlerinin dansını izliyordu...

İşte Eymür aylardır bu anları hatırlayarak dağlarda sabahlıyordu. Geçen Yaz konukluk için yoldaşı Kayı ile Saymalı'ya gitmiş, burada tanıştığı Alkış'a aşık olmuştu. Gök rengi gölün hemen kıyısında, Eymür yine bu anısını düşünüyor Kayı da Saymalı'dan gelecek Er'in heyecanıyla yıldızları izliyordu. Derken bir atın ayak sesleri duyuldu, sonra görüntüsü belirdi.

O da neydi?

Ay gibi parlayan, gözlerinden kahverengi ışıklar gönderen, bir anda geceyi aydınlatan Gök gibi bir kız.
Kara saçlı, bal yanaklı-minik dudaklı, kan şakaklı; kaşları yay çekip bakışları ok atıyor bir kız.
Dudakları büzük büzük, gözleri yumuk yumuk; sözleri hançer olup konuştukça kalbe saplanıyor bir kız.
Her gülüşünde çiçekler saçıyor, öyle tatlı meleklerle yarışıyor, tanrı olsa Umay’a yaraşıyor; kılıç olmuş can alıyor bir kız…

   Yoldaşlar donakalmıştı. Atın üzerindeki kız Alkış'tı...

Eymür, Saymalı'dan bir Er geleceğini beklerken karşısında Alkış'ı görünce de bir zaman konuşamadı... Alkış da pek değişik sayılmazdı. Gözlerini tüm cilvesiyle Eymür'ün gözleriyle oynaştırdı ama ağzı söz söyleyemedi. Eymür yüzünün tomurcuklarından gülücükler eken bu kara kızı izleyekaldı. Söz söyleyim dedi utandı, şöyle bir bakayım dedi çarpıldı. Ne yapabilirdi ki?

Sessizliği ilk bozan Kayı oldu:

-eheheyyy! Alkış, kız başına teaa! Saymalı'dan nasıl geldin buralara?

Alkış Saymalı'dan Güdül'e konukluğa gidileceğini işitince hemen atılmış ve gönüllü olmuştu. Kayının 'kız başına' sözüne içerleyerek:

Yüz ajun kezdim
On ceng ötleştim
Anda menge ajung kavuştum
Bir kız başıma!!!


Eymür, hemen atılarak bir eliyle Alkış'ın ak atının eyerinden kavrarken diğer eliyle onun inmesine yardım etti. Aylar sonra eli sevdiğinin sıcak eliyle ısınınca dağlarda soğuttuğu gönlündeki kor da tekrar ateşlenmişti.
Üç arkadaş o gece yaktıkları ateşin çevresinde sabahın ilk ışıklarına kadar özlem giderdiler. Alkış, Saymalı’dan, Ay Abla’dan, Servet Kağan’a-Asya cana olan özlemden söz etti; Kayı, Güdül’den, Saymalı’ya özlemden, Ulu Kam’dan söz etti. Uyku vakti geldiğinde sessizliği tek bozan Eymür ile Alkış’ın kalp sesleri idi.
Güdül'e ulaşmaları günler sürdü. Eymür ile Alkış yolda birbirlerini izlemekten başka bir şey yapamadılar.



Kağan Güdül’ün avcılarına Saymalı’dan konuk Alkış için avlanmalarını emretmişti. Geyikler kendi aralarında konuşmaya başladılar:
- Uzaktan konuk gelmişş. Kağan avcıları üzerimize gönderdi. Kaçacak delik lazım…
- Bunlara da konuk gelir, olan bize olur. Bak bak nasıl dört nala geliyor avcılar yine…
- Durun durun şimdi atlatırız onları, gitsinler teke yakalasınlar. Hep geyik mi yiyecekler?
- Şu Eymür’ün Alkış’ı geliyormuş, hani bu kız Saymalı’daki hayvanları kollar, mecbur kalınmadıkça avlanmalarına izin vermezdi?
- Ama bırak, bunların hepsi aynı…

Geyikler, konuşurken avcılar onlara gitgide yaklaşıyordu. Bu anda Güdül Kağanı Alkış’a avcıların geyik avlamaya koştuğunu söyleyiverdi. Alkış, üzüldü. Yumru yanakları süzüldü, kahverengi ışıkları söndü.

Kağan:
-Ne oldu kızım?

Alkış:

-Ata kağanım, biz Saymalı’da hayvanları mecbur olmadıkça avlamıyoruz. Benim için bu seferlik avlatmasanız onları?

Kağan:

-Tamam Alkış, Şimdi haber gönderiyorum avcılara, Atlıllarrr! avcılar avsız geri dönsün!

Bu sırada avcılar çoktan geyiklere yaklaşmıştı. Geyikler, her zaman olduğu gibi, konuşmayı bırakamamış avcılara yakalanmıştı. Seslerini duyar duymaz kaçmaya
başladılar… Avcılar tam peşlerinde. Geyikler kaçıyor, onlar kovalıyor. Geyikler her zamanki gibi yakalanıyor, oklar tepelerinde vızır vızır.

Yolun sonu yaklaşmıştı geyikler için. Avcılar, arkadan kovalarken geyiklerin önüne başka avcılar çıktı. Geyiklerden biri de tökezleyip yere kapaklanmıştı. Durum onun av olacağını gösteriyordu. Usta okçular yaylarını ona çektikleri sırada, ‘’ heeeeheeheyyyy ’’ diye bal bir ses duyuldu, sonra balın kendi belirdi.

Alkış, avcılara emir geç gider diye atlanıp yetişmişti. Tökezleyen geyiğin etrafında dolanıp boynuzunu okşadıktan sonra geyik topallaya topallaya kaçtı. Alkış, avcılara kağanın avsız dönülmesi emrini iletti. Alkış, avcılara bu kadar zamanda nasıl yetişmişti? Kim bilir. Geyik, Alkış’a borcunu nasıl ödeyecekti? Kim bilir.


Gün boyu süren ağırlamanın ardından Eymür ile Alkış, Ulu Kam'a ulaşmak için yola çıktılar. Ay, geceyi henüz aydınlatmaya başlamış, yıldızlar ise dansa tutuşmuştu. Ulu Kam, onların geleceğini ata ruhlardan haber almış ateşi güçlendirmişti. Eymür atını hemen Alkış’ın atının yanında sürüyor gözleri ise Alkış'ı izliyordu. Ay'ın şavkı Alkış'ın minik şakaklarını ışıldatıyor, siyah uzun saçları Eymür'ün aklına sarmaşık oluyordu.

Tam bu anda Alkış'ın bakışları ona yöneldi. Güdül sessizliğe büründü, geceden beri uluyan kurtlar susakaldı, binlerce güneştir akan nehir duruldu, börtü-böcek-kuşlarçiçekler doğadaki işlerini bırakıp onları izlemeye başladı, Eymür Alkış'ın buz bakışlarından çekindi. Sesi çıkmadı. Çıkaramazdı da.

Sessizlik üzerlerine çökmüştü ki Alkış söze girişti:

-Saymalı’da koşuk okumuştun ya bana, belki şimdi de okursun… Eymür’ün gözleri parladı, sözleri canlandı:

Bakışın tomurcuk baharlara
Gülüşün bal arılara
Sözlerin can ruhlara
Tengri vergisi ay Alkış’ım…

…Gecenin sessizliğinde onlar şiirler söylüyor tüm doğa onları dinliyordu. Bu durum Ulu Kam'ın ateşini görene dek sürdü. 
Ulu Kam, ateşin hemen başında dönüşe durmuş, onları bekliyordu.
-Saymalı'nın Kün kızı, Ay'ın yoldaşı, Gök yansılı, sütten Arı, kordan odlu, Eymür'ün yoldaşı can kızım, Güdül'ü kendine bezedin, hoş geldin.
Alkış'ın aklı Eymür'de miydi hala yoksa Ulu Kam'ın bu ani sözlerine şaşkınlığından mı bilinmez bir müddet susayazdı. Sonra sözü o sürdürdü:
-Güdül'ün Kut oğlu, Ata Ruhlar'ın yoldaşı, Ulu Kam, hoş buldum.

Ulu Kam, ateşe tüm gücüyle üfledi. Sağa sola yayılan kıvılcımlar göğe doğru yükseldi, bir od halini alarak yıldızlara uzandı. Yıldızlar sanki ellerini ateşe uzatır gibi kaymaya başladılar. Ve ateş ile yıldızlar birleşti. Tüm bunlar olurken, Ulu Kam değişik değişik sesler çıkarıyor ve sanki birşeylerin olabilmesi için son gücünü harcıyordu. Alkış ve Eymür şaşakalmış olanları izliyorlardı. Birden yerden göğe uzanmış ateş yolunun üzerinden bir şey çıkageldi yıldızların arasından. Bu bir geyikti. Yıldızların ışıltısını vücudunda toplamış olan bu geyik ateş yolundan kaya kaya yeryüzüne inerken, Alkış ve Eymür'ün kalp atışları da iyice hızlanmış, Ulu Kam'ın çağırışları gürlenmişti. Geyik geldiğinden daha hızlı bir şekilde yıldızlara doğru koşmaya başladı. Kan ter içinde kalan Ulu Kam, sanki son nefesi verircesine bir sesle onlara 'Eymür, Alkış peşine koşunn' diye bağırdı. Eymür, Alkış'a bakakaldı. Hızlı davranmaları gerektiğini anlayan Alkış, Eymür'ün elinden tutarak koşmaya başladı. Bu sırada Ulu Kam'ın gücü tükenmiş ve yere
yığılmıştı. Alkış ile Eymür geyiğin peşinde Ulu Kam'ın ateşinden oluşan yoldan koşuyorlardı. Alkış bir ara geriye baktı. Geçtikleri yolun ateşinin sönüp havaya
dönüştüğünü gördü. Artık geyiği yakalamaktan başka çareleri yoktu.

Alkış, geriye dönüp Ulu Kam’ı gözlediğinde onu göremedi, sesi de kesilmişti üstelik. Alkış geyiğe yetişemeyip güçten düştüğü sıra geyiğin gürlemesini duydu. Gözlerine inanamadı.
Geyik durmuş onları bekliyordu, Ulu Kam’ın az önce çıkardığı garip sesleri şimdi de geyik çıkarıyordu. Son kuvvetleri ile geyiğe koşmaya devam ettiler. Arkalarından gelen boşluk onları tam yutacakken geyiğe kavuşmayı başardılar. Alkış bir yandan geyiğin boynuzunu kavramışken bir yandan da Eymür'ü kavrayıp tutuyordu...
Artık geyik nereye götürürse oraya gideceklerdi. Birden tekrardan yere doğru yöneltti geyik onları. Ateş hızıyla yöneldiler gökten yere, nefesleri hava ile dolmuştu. Geyik, ateşin açtığı yolda ilerliyor; yol ulu kağanın kurganına gidiyordu. Eymür, gözleri yaşlanarak bağırdı:

-Alkış, yol Ulu Kağan kurganına(mezar) gidiyor!
Alkış sözünü başlayamadan bayılayazdı. Kurgan’a ulaştıklarında kıvılcımlardan bir yol belirdi önlerinde, korkudan titreyen Eymür, kolları arasındaki Alkış’ı izlemekten bu durumda bile kendini alamıyordu. Kıvılcımlar, girdap olmuş bu aşıkları içine çekiyordu…

Geyik ise onları bırakmıştı artık…

Bu geyik, dün Alkış’ın kurtardığı geyik miydi kim bilir?

Kıvılcımlar, Alkış ve Eymür’ü adeta kurgana çekti. 
Bundan sonrasını Eymür de hatırlamıyordu. 
O da bayılmıştı.

Kurganda ayıldıklarında Alkış, 
Eymür’ün kolları arasındaydı. 
Ulu kağan ise tam karşılarında…
Kurgan’da onları ne bekliyordu? 

Kim bilir?

Ulu kağan, onlara ne görev verecekti? 

Kim bilir?

GENCAY
Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi
Yıl 5 Sayı 58 – Kasım 2016
Ücretsiz e-dergi
www.gencaydergisi.com
bilgi@gencaydergisi.com

..