İsrail Dış Politikası ve Türkiye İsrail İlişkileri
Prof. Dr. Türel Yılmaz Şahin*
*Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Bugün İsrail ve Filistin hakkında konuşacağız.
Bana göre Ortadoğu dünyanın en karışık bölgesi. 20. Yüzyılın başlarından itibaren bu bölgede karışıklıklar ortaya çıkmış ve aradan 1 yüzyıl geçmesine
rağmen hala devam etmekte. Bizde bu bölgenin bir üyesi olduğumuz için tüm gelişmeler tüm çalkantılar Türkiye’yi de etkilemekte. İsrail yaratılmış bir devlettir. BM’de alınan bir karala oluşturulmuş devletlerden biridir. Buna örnek olabilecek bir diğer devlet ise Kosova’dır. İsrail 1947 yılında BM’de (taksim kararı) Genel kurulda alınan 181. Sayılı kararla kurulmuş bir devlet. Taksim kararı Filistin toprakları 1947 yılında taksim edilmiş. Belirli bir kısmı Araplara diğer bir kısmı Yahudilere bırakılmıştır. Yani Filistin ikiye bölünmüştür. Bu kararın ardından 1948 yılının Mayıs ayında İsrail Devleti’nin kurulduğu ilan edilmiştir. Ama Araplar Filistin’in tümü üzerinde hak iddia ettikleri için BM tarafından kendilerine bırakılan alanda herhangi bir devlet oluşturmamışlar. İsrail Devletinin kurulmasının ilanından hemen sonra 1. Arap-İsrail Savaşı başlıyor. Bu kısmı diğer dersimizde daha detaylı anlatacağım.
Türkiye-İsrail ilişkilerini belirli bir döneme kadar Arap-İsrail çatışması karakterize etmiştir. Daha doğrusu Türk-İsrail ilişkileri belirli bir döneme kadar Arap-İsrail çatışması sayesinde şekillenmiştir. İsrail Devleti 1948 yılında kurulduktan sonra, 1949 yılında bu devleti tanıyan ilk Müslüman ülke
Türkiye’dir. Bu tarihten itibaren diplomatik ilişkiler kurulmuştur. İsrail’le ilişkiler batı odaklı olarak ge-lişmiştir. Türkiye İsrail’le ilişkilerini batı politikaları
çerçevesinde şekillendirmiştir. Politik ve ekonomik ilişkilerden ziyade 1950’lerin sonuna doğru Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkiler istihbarat alanında olmuştur.
Genel olarak Arap-İsrail çatışması çerçevesinde şekillenen ilişkiler önce Büyükelçilik düzeyine başlamıştır. Fakat Arap-İsrail anlaşmazlığı çerçevesinde
inişler ve çıkışlara rastlanmıştır. Mesela 1956 yılında Süveyş krizi sırasında Maslahatgüzarlık seviyesine indiriliyor. 1982’de Lübnan olayları doğrultusunda
2. Katiplik seviyesine yani en alt seviyeye indiriliyor. Fakat unutulmaması gerekir ki Türkiyeİsrail ilişkileri hiçbir zaman diplomatik olarak kesilmiyor.
1990 yılında ise tekrar Büyükelçilik seviyesine çıkıyor ve hala bu seviyede devam ediyor.
1956 Süveyş Savaşında her ne kadar ilişkilerini Maslahatgüzarlık düzeyine indirmiş olsa da Türkiye’nin politikası Mısır’ı suçlar durumdaydı. Hatta Büyükelçi çekilirken, “İlişkilerimiz en üst seviyede devam edecek. Bu sadece jest olsun diye yapılan bir hareket” deniyor. Kendisi boğazlar sorunu yaşamış olan Türkiye Süveyş Kanalı ile ilgili olarak Batı’nın (İngiltere ve Fransa’nın) tezlerini savunmuş ve onlarla birlikte hareket etmiştir. Buradan Türkiye’nin İsrail’le ve Araplarla olan politikasını batının belirlediği sonucuna varılabilir. Bu durum Arapları özellikle Mısır’ı gücendirmiştir. Arap basının da
Türkiye “Batıdan daha batıcı”, “ Kraldan daha kralcı ” olmakla suçlanmıştır. 1955 yılındaki Bandung Konferansında da aynı eleştiriler yapılmış ve Arap ülkeleri Türkiye’yi “Batı politikalarının taşeronu” olmakla suçlanmıştır. 1950-60 yılları arasına bakıldığında Türkiye’nin politikalarının tamamen batıcı olduğunun ve Araplara yönelik politikalarını da Batı’ya göre şekillendirdiğini görüyoruz. 195556 yılında Cezayir Bağımsızlık hareketinin çıktığı dönemde kendisi de bağımsızlık savaşı vermiş olan Türkiye Fransa’nın politikalarını desteklemiştir.
BM’de Fransa lehine oy kullanmıştır. Türkiye’nin dolaylı olarak İsrail lehinde olan batı politikalarını izlemesi Bağdat Paktı’nı oluşturması, bu paktın içersinde İngiltere’nin olması, paktın emperyal ülkelerin Ortadoğu’da hüküm sürmeyi amaçlar bir çizgide görülmesi ve Türkiye’nin tüm bunlara ön ayak olması Arap ülkelerini Türkiye’ye cephe almaya itmiştir. 1960 yılında Türkiye’de yaşanan darbeden sonra tekrar demokratik sisteme geçildiğinde özellikle Adalet Partisi döneminde Türkiye’nin Arap ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye başladığını görüyoruz. Türkiye’nin bu dönemde dış politikasını etkileyen en önemli maddelerde birisi Kıbrıs Sorunu’dur. Bu sorunda Arap Ülkeleri BM’de Türkiye’nin tezlerini desteklememişlerdir. Bu da Türkiye’nin Arap ülkelerini ne kadar ihmal ettiğini fark etmesini sağlamıştır. O tarihten itibaren İsrail ve Arap ülkeleri
arasında bir denge politikası oluşturulmaya çalışılmıştır.
Denge politikası dönemi 1980’li yıllara kadar devam ettirilmeye çalışılmıştır. 1960’lı yılların ortalarından itibaren ne İsrail’i ne de Arap Ülkelerini bertaraf etmeyen bir politika izlemeye başlayan Türkiye 1967 3. Arap-İsrail Savaşında göstermiştir.
Bu savaşta Türkiye Araplara yardımda bulunuyor. Arap ülkelerine yardım amaçlı giden Sovyet uçaklarına havaalanlarımız kullandırılıyor. 1973 yılında 4. Arap-İsrail Savaşında ise neredeyse Arapları destekler bir tutum izleniyor. Amerikan gemilerine ve uçaklarına İsrail’e yardım etmesi için izin verilmezken,
Sovyet uçaklarına Arap ülkelerine yardım götürebilmesi için izin veriliyor. Kısaca bu dönemde Türkiye’nin Arap-İsrail karşıtlığında batı politikalarına göre değil denge politikasına göre hareket ettiği görülüyor. Türkiye Araplar lehinde politika izlerken İsrail buna hiç gücenmiyor. Çünkü Türkiye-İsrail arasındaki ilişkilerin nedeni istihbarata dayalı. 1958 yılında Türkiye-İsrail arasında istihbarata yönelik anlaşmalar imzalanmıştır. 1970 yılında MOSSAD ve MİT özellikle ASALA’ya yönelik ortak operasyonlar düzenlemişlerdir. 1975 yılında Türkiye daha da ileri giderek BM’de Siyonizm ırkçılık olduğunu ifade eden karara Araplarla birlikte hareket ederek olumlu oy kullanmıştır (1990 yılında bu karar iptal edilmiştir). 1970 yılların ortalarından itibaren Türkiye daha Arap yanlısı bir politika izlemeye başlamıştır. FKÖ’nün Ankara’da şubesinin açılmasına izin verilmiştir. Ve Türkiye FKÖ’yü bir terör örgütü olarak değil Filistinlilerin temsilcisi olarak kabul etmiştir. 1980 yılında İsrail Doğu Kudüs’ü ilhak edip, “Hem batı hem doğu, Birleşik Kudüs, sonsuza dek İsrail’in başkentidir” diyor. Türkiye bunu protesto etmiştir. 1982 yılında Lübnan’ın işgali sırasında yine Türkiye’nin protestosu görülmüştür.
İlişkiler göstermelik olarak temsil düzeyinin bir alt düzeye indirilmesi ile devam etmiştir. 1986 yılından itibaren ise İsrail’le olan ilişkilerde gelişmeler kaydedilmiş tir. 1987’de Filistin’de İntifada Hareketi başlıyor. Dünya kamuoyunun gözleri önünde İsrailli askerler taş ve sopalarla direnen Filistinlilere yönelik sert davranış lar izlenmiştir. 1988 yılında dünyanın az da olsa sempatisini kazanan Filistinliler, FKÖ’nün lideri Yaser Arafat aracılığıyla bağımsızlıklarını ilan ediyorlar. Aralarında Türkiye’nin de olduğu birçok devlet o dönemde Filistin Devleti’ni tanımıştır tabi şuan da bu devlet işlevsizdir. 1990 yılında Türkiye eş zamanlı olarak hem Filistin hem de İsrail’deki temsil seviyesini büyükelçilik düzeyine çıkarmıştır. Bu tarihten sonra Türkiye-İsrail ilişkilerinde olağanüstü bir ivme yaşanmıştır. 1990’da Irak
Kuveyt’i işgal etmiştir. Bu dönemde Yaser Arafat Irak’ı destekler bir politika izlemiş ve bu yüzden uluslararası kamuoyunun desteğini yitirmiştir. Türkiye
açısından ise durum daha zordur. Sınırında kriz yaşanmaktadır. Ayrıca Suriye sınırından sızan PKK ile yoğun şekilde mücadele etmektedir. Tüm bu gelişmeler Türkiye-İsrail ilişkilerinin ivme kazanmasına neden olmuştur. 1990 yıllarından sonra gelişen Türkiye-İsrail ilişkilerine “stratejik ilişki” denmektedir. Özellikle askeri anlamda yapılan anlaşmalarla ilişkiler zirve noktasına taşınmıştır. Bu yakın ilişki Suriye’nin kendisini baskı altında hissetmesine neden olmuştur. Bu durum da PKK’nın başı Abdullah Öcalan’ı uzun yıllardır barındıran Suriye’nin hem Öcalan’ı hem de diğer PKK militanlarını ülkesinden çıkartmasına neden olmuştur. 1998 yılında Suriye PKK militanlarını ülkesinden çıkaracağını ve bir daha barındırmayacağını içeren Adana Mutabakatı imzalandı. Bu tarihten sonra Türkiye ve Suriye ilişkileri yavaş yavaş gelişmeye başladı. Bu iki ülke arasındaki ilişkiler gelişirken İsrail’le Türkiye ilişkileri gerilemeye başlamıştır. İsrail’le olan ilişkilerin bugünkü durumuna gelmesi AKP iktidarı ile başlamamakta dır.
2000 yılında Hafız Esad öldüğünde Ahmet Necdet Sezer cenazeye katılmıştır. Hatta o yıllarda Ecevit İsrail’i soykırım yapmakla suçlamıştır.
< 1974 yılından beri Türkler ve Rumlar arasında bölünmüş olan Kıbrıs adası, İsrail kara sularının yakınındaki Afrodit sahasında tespit edilen doğal gaz kaynakları nedeniyle tekrardan dünya gündemini meşgul etmeye başlamıştır. Kıbrıs Rum Yönetiminin anılan kaynaklar üzerinde İsrail’le oluşturduğu güçbirliği, Türkiye’nin zaten sorunlu olduğu adayla ilişkilerini daha da sıkıntılı bir hale sokmuştur. Bu bağlamda birçok analist Akdeniz’de enerji savaşının patlak verebileceği öngörüsünde bulunmaktadır.
Hakikaten de Yunanistan-Kıbrıs Rum Yönetimi-İsrail arasındaki “yeni enerji üçgeni” bu ülkelerin Türk tehdidine karşı oluşturmuş oldukları “ Yumuşak-Dengeleme” buzdağının görünen tarafıdır. Bir diğer ifadeyle, bu ülkelerin enerji işbirliği Türkiye’ye karşı siyasi ittifak zemini üzerinde meydana gelmektedir.
Bahsedilen rekabet ortamı içerisinde Afrodit’in cazibesi, tarafları Doğu Akdeniz ’de “pozitif barış” veya “Sıcak Barış” tesis etmeye yetmeyecektir.
Bu noktada asıl belirleyici olacak faktör Türkiye’nin güvenlik ve enerji çıkarları arasında kuracağı denge yoluyla tehditkâr tutumundan ne oranda kaçınabileceği olacaktır. >
2003’ten sonra yani ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra bölge politikalarının seyri tamamen değişmiştir. Bu tarihe kadar askeri ve istihbarat alanında gelişen
İsrail-Türkiye ilişkilerinin yavaş yavaş yok olmaya başladığı görülmektedir. ABD Irak’ı işgal ettiğinde İsrail’in Irak’a yönelik politikaları Türkiye’yi rahatsız etmeye başladı. Türkiye için hassas noktalardan biri olan Irak’ın kuzeyindeki gelişmeler de İsrail parmağı olduğu net bir şekilde ortaya çıktı. İsrail orada
Kürtleri organize ediyor. Birçok MOSSAD Ajanı halkın arasında çeşitli işlerde çalışıyor ve çeşitli yayınlar dağıtıyorlar. Bu İsrail’in Irak’ın Kuzey’inde etkin olmasını sağlıyor. Bu nedenlerle 2003 yılından itibaren iki ülke ilişkilerinde gerileme yaşanmaya başlıyor. 2006 yılında ise ilişkiler kopma noktasına
geliyor. O yılda Filistin’de yapılan seçimde Hamas 132 sandalyeli mecliste 76 sandalye kazanıyor. Hamas’ın kazanmasıyla birlikte olaylar farklı bir seyre geçiyor. Yapılan seçimler AGİT’i gözetimi altında son derece demokratik. Hamas siyasal bir parti fakat ABD dahil batılı bir çok ülke Hamas’ı terör örgütü olarak kabul ediyor. Hamas’ın parti programı İsrail Devleti’ni reddeder. ABD Irak’a
demokrasi götürmek için gidiyor fakat Filistin’de yapılan demokratik bir seçimi kabul edemiyor. Bu da başka bir çifte standart. O dönemde Hamas’ın lideri Türkiye’de ağırlandı. Batılı devletler ve İsrail Filistin’deki yeni hükümeti tanımadılar ve hiç düşünülemeyecek bir şey oldu; Filistin’i ikiye böldüler.
Batı Şeria’ya El Fetih, Gazze tarafına ise Hamas hakim oldu. Türkiye bu dönemde özel olarak “Filistinlilere”, Hamas’a değil, hassasiyet gösterdi. Gazze
bölgesi ablukaya alındı ve ambargo uygulanmaya başladı. O bölgedeki insanlar aç ve ilaçsız kaldılar. Türkiye, Filistinlilere hassasiyet gösterip, Başbakan
nezdinde ciddi çıkışlar yapmıştır. Hatta “ one minute ” olayı da bunlardan biridir. Bunlar Türkiye-İsrail ilişkilerini gerginleştiren olaylar dizisidir. “One minute” olayının ardından televizyon dizileri, “Anadolu Kartalı” tatbikatı, alçak koltuk krizi şeklinde gerginlikler devam etti. Bardağı taşıran son damla Mavi
Marmara gemisi olayıdır. Bu olayda 9 Türk vatandaşı hayatını kaybetti ve çok büyük bir kriz yaşandı. Türkiye, İsrail’ “Özür dile” dedi, İsrail dilemedi
ama yine de ilişkiler kopmadı. Büyükelçi çekilmedi. Ayrıca olayın yaşandığı haziran ayı içerisinde Türkiye-İsrail arasında çok fazla anlaşma imzalandı. Kısaca Türkiye-İsrail ilişkileri için her zaman kopma noktasında denir ama hiçbir zaman kopmaz. Hani İsrail özür dileyecekti? Biz bu özrü ne zamana kadar
bekleyeceğiz. İsrail hiç masum bir devlet değil. Dış politikalarını bölge istikrarsızlığı üzerine oturtmuş bir devlettir. İstikrarsız bir bölgede Arap devletleri bütünleşemez. Aksine birbirleriyle mücadele halindedirler.
Ayrıca İsrail kendisine hep Arap olmayan ortaklar bulmaya çalışır, Türkiye ve İran gibi. İran’la uzun zamandır ilişkiler yok: Türkiye’yle de iyi değil. Sizce şimdi kimi ortak yapacak? Kürtleri. Bu yüzden Irak’ın kuzeyindeki Kürtlerle yakından
ilgililerdir. İsrail devleti kurulmadan önce Yahudiler bu bölgede araştırma yapıyorlar ve kendilerine yakın olarak Kürtleri tanımlıyorlar; “Arap değiller,
cahiller, dağlarda yaşıyorlar” bu insanlarla işbirliği yapılabilir. 1960’lı yıllardan beri de Barzan aşiretiyle irtibata geçiyorlar. 1979’a kadar İran-İsrail-ABD
üçlüsü Kürtleri silahlandırmışlardır.
İsrail’in temel politikalarından birisi de orantısız güç kullanmasıdır. Mesela 1948 Deir Yasin Katliamı vardır. Filistinliler iki İsrailliyi öldürüyorlar ve bu insanların çoğu çocuk ve yaşlı. Sabra ve Şatilla Katliamları’nda da durum böyledir. Yani masum olmayan bu devlete ders verilmesi gerekir. İsrail’le ilişkilerimiz çok gergin dedik, son bir haftadır, Suriye olayları ilerlediğinden beri durum değişmeye başladı. Suriye ile gerginlikler yaşanıyor. Suriye tankları Türkiye sınırından 1 km ötedeler. Gazeteler de bu olayların arkasında ABD’nin ve İsrail’in olduğu söyleniyor. Peki, bundan sonra Türkiye’nin İsrail’e yönelik politikası ne olacak? İşbirliği yapılacak mı? Ya da Suriye’ye girilecek mi? Bunları öngörmek pekte mümkün değil. Bu soruların cevaplarını zamanla bulacağız.
Sizin sormak istediğiniz sorular varsa onlara geçelim.
Katılımcı:
Mavi Marmara olayından sonra Haziran ayında Türkiye ve İsrail arasında anlaşmaların imzalandığını söylediniz. Bu anlaşmalar özel firmalar arasında
mı imzalandı yoksa devletlerarasında mı imzalandı?
Türel YILMAZ:
Muhtemelen hem devlet bazında hem de özel sektörler arasında yapılan ve büyük bir çoğunluğu ticari amaçlı anlaşmalar vardır. Fakat net bir bilgi veremem. Ama önemli olan ilişkilerin hala kopmamış olmasıdır. Mavi Marmara olayında 9 vatandaşını kaybetmiş bir ülke olarak İsrail’e diş bilememiz çok
doğal. Pek büyük olmasa da bir tepki gösteriyoruz ve İsrail’e ders vermemiz gerektiğine inanıyoruz. Ama bu durumda bile anlaşmalar imzalıyoruz. Hatırlarsanız Fransa meclisinde “ Ermenilere soykırım yapılmamıştır ” diyenlere ceza verileceğini söyleyen bir kanun kabul etti. Biz o zaman “ Fransızlar kim oluyor? Fransız mallarını boykot edeceğiz ”. Hatta bir Fransız “ Türkler balık hafızalıdır. Bu olayı unutacaklar ” dedi.
O söze de Öfkelenmiştik. Çok geçmeden hepsini Unuttuk.
Katılımcı:
Bu olayla ilgili hükümetin ve başbakanın tepkisinin anlık olduğu ve sonrasında bu çıkışların üstünü örtmek için anlaşmalar yapıldığı gibi bir şey söylemek
mümkün mü?
Türel YILMAZ:
Ben böyle düşünmüyorum. Bu biraz senaryo yazmak olur. Ben şu aşamada Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik politikalarını eleştirmekten ziyade bekleyip
görmekten yanayım Çünkü ne bizim politikalarımızda ne de Ortadoğu gelişmelerinde bir netlik yok. Bence Ortadoğu’da sınır değişiklikleri de yaşanacak. Yeni bir dünya düzeninin kurulma vakti geldi. Birazda siyasi tarihe değinelim. 1815 yılında Viyana’da yeni bir dünya düzeni kuruldu. Viyana
düzeni 19. Y.y. düzeni idi. Bu düzeni oluşturan devletler dönemin güçlü devletleri idi. Çarlık Rusya’sı, Avusturya İmparatorluğu ve İngiltere’ydi. 1815’in
düzeni 1914’te 1. Dünya Savaşı ile bozuldu. Sonra 1918 yılında Versay Düzeni kuruldu. Yine aynı güçlerin oluşturduğu düzen 20. Y.y düzeni olmadı.
20. Y.y’ın düzenini soğuk savaş belirledi. Şimdi 21. Y.y.’a girdik. Her yüzyıla girildiğinde bir düzen kurulur. 21. Y.y’ın düzeninde de sınırlar değişecek.
Özellikle Ortadoğu’da gelişen olaylar yeni düzenin oluşacağı sinyallerini veriyor. Eğer doğru adımları atar ve beklersek bu yeni düzende önemli bir güç
olabiliriz. Bundan kastım Yeni Osmanlıcılık değil, bölgeye ilişkin politikaların belirlenmesinde etkin olmaktır. Ben Türkiye’nin mevcut gelişmelerde
ABD ve İsrail’le birlikte hareket edeceğine inanıyorum.
Katılımcı:
Az önce bahsettiğiniz Hamas- El Fetih çatışmasını biraz daha detaylandırabilir misiniz?
Türel YILMAZ:
Hamas, 1987’de 1. İntifada da ortaya çıkmış örgütlerden biridir. Silahlı bir örgüttür ve temel felsefesi tıpkı El Fetih’in kurulduğu felsefe gibi “İsrail’in varlığını reddetmektedir”. Hamas, FKÖ’ye karşı İsrail tarafından oluşturulmuştur. Yani arkasında İsrail ve ABD vardır. Hamas’ın temel felsefesi İsrail’in yok edilmesidir. El Fetih’te başlangıçta bu felsefeyle kurulmuştur. Ama 1988 yılında silahı bırakarak sorunları diplomatik yollarla çözeceğini açıklamıştı.
1993 yılında ise İlkeler Bildirgesi ve Oslo Anlaşmalarıyla birlikte El Fetih İsrail’i tanımıştır. Hamas ve El Fetih’in aralarındaki fark budur. ABD’nin ve İsrail’in özellikle üzerinde durduğu nokta Hamas’ın silahı bıraktığından emin olmaktır. Ayrıca İsrail Devleti’ni tanımasını sağlamaktır. Fakat Hamas şimdiye kadar bu konularda herhangi bir taviz vermiş değildir.
Katılımcı:
Hamas hem İsrail’in varlığını reddediyor hem de İsrail’den destek mi alıyor?
Türel YILMAZ:
Siz ABD’nin Müslüman Savaşçıları’ndan haberdar mısınız? Bu temel bir stratejidir. 1979’da, SSCB’linin Afganistan’ı işgal ettiği dönemde, ABD
dünyanın dört bir yanından maddi durumu kötü Müslüman çocuklar bulmuş ve onları SSCB’ne karşı “Müslüman bir devlet, dinsiz bir devlet tarafından
işgal edilmiştir” söylemiyle Afganistan’da yetiştirilmiştir. Bunların büyük bir kısmı sonradan Taliban olmuştur. ABD tarafından yetiştirilen radikal İslamcılar Soğuk Savaştan sonra ABD’nin başına bela olmuştur. Mesela PKK’nın kullandığı silahların büyük bir kısmı da batıdan gelmektedir. Kimse PKK’nın kendi başına kurulmuş bir terör örgütü olduğunu iddia edemez. Devletler bölgedeki çıkarlarını korumak için bazı örgütleri destekleyebilirler.
Hamas’ın arkasında da İsrail’in ve ABD’nin olduğu kesin.
Katılımcı:
Sizin anlattığınız her şeyin sonucunda ben şunu anladım;
” Ebedi dostluk ve ebedi düşmanlık yoktur. Ebedi olan çıkarlardır ”.
Türel YILMAZ:
Çok uzağa gitmeye gerek yok. Türkiye’nin dış politikasına baktığımız zaman “Bu bizim dostumuzdur” diyebileceğimiz bir ülke yok. Bakın çok kısa bir zaman önce Suriye’yle sınırlarımızı kaldırdık. Şimdi ise Suriye tankları Suriye sınırında, Suriye Dışişleri Bakanlığı iki gün önce Türkiye’ye resmen gözdağı verdi. Bireyler fedakar olabilir ama devletler olamaz. Çıkarlar her zaman ön plana çıkar. Tabi
hangi davranışı çıkarımıza hizmet edeceğini iyi görmek gerekiyor. Mesela ben İsrail’le ilişkilerin kopmamasından yanayım. İsrail’in yaptıklarını tabi ki
onaylamıyorum. Ama Türkiye’nin çıkarına olacaksa ilişkiler devam etmeli.
Katılımcı:
İsrail izlediği yayılmacı politikanın sonucu sizce ne olur?
Türel YILMAZ:
İsrail bölgenin şımarık çocuğu. Kurulduğu andan itibaren uluslararası kamuoyunda alınan tüm kararları geçersiz saymaktadır. Kudüs’e ilişkin BM gözetiminde ayrı bir varlık olma kararını hiçe sayıyor, kendisi aleyhine alınmış kararları uygulamamakta direniyor. Yerleşim birimlerini durdurmasına ilişkin
alınan kararları ciddiye almıyor. Kimsede ona ses çıkarmıyor, çıkarsa bile fiilen bir faaliyete bulunulmuyor. Bu durum 1948’den beri böyle. Demek ki İsrail’in bu bölgedeki varlığı bir ülke için olmazsa olmaz. Yani hayati öneme sahip. ABD’nin her yıl yayınladığı güvenlik stratejilerinde Ortadoğu için İsrail’in varlığına ilişkin herhangi bir faaliyeti tehdit olarak algılar. Yani bölgede İsrail’in aleyhine hiç bir şey yapılamaz. ABD’ye ait özel güvenliğe ilişkin bir belgede İsrail’in isminin geçmesi, hatta ona karşı bir faaliyetin tehdit olarak algılanması; “ İsrail, Ortadoğu’nun Amerikası ” söylemini doğuruyor.
Katılımcı:
Yahudilerin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Hitler tarafından bu bölgeye gönderilmesi de bir komplo değil mi?
Türel YILMAZ:
İsrailliler mağduru çok güzel oynuyorlar. Hitler’in o politikası olmasaydı belki devlet kuramayacaklardı. Son olarak şuan Türkiye’nin çıkarları ABD’yle işbirliği
yapmaktan geçiyor. Bu durumda İsrail’le de ilişkilerin devam ettirilmesi gerekli. Aksi bir durumun olması için yine soğuk savaş döneminde olduğu gibi dünyanın batı ve doğu olarak ikiye bölünmesi gerekli. Ancak o zaman Türkiye ABD’ye sırt
çevirebilir. Bu senaryo gerçek olana kadar ne ABD ne de İsrail’le ilişkiler kopma noktasına gelemez. ”
SAYFA 85;
http://www.orsam.org.tr/files/Yazkisokulu/2011yaz/2011yazokulu.pdf
***