26 Haziran 2016 Pazar

Azerbaycan Yalanları,



Azerbaycan Yalanları, 

Yazar: Ümit Özdağ,

25 Ocak 2012 ÇARŞAMBA


Fransız parlamentosunda sözde soykırım yalanına karşı çıkmayı suç haline getiren faşist yasa tasarısının kabul edilmesi sonrasında bu merkezler Bakü'nün Paris'e gereken tepkiyi göstermediği yalanını yaymaya başladılar. Ne yazık ki bu yalanlara inanan ya da yalan olduğunu bilerek yayınlayan AKP Hükümeti yandaşı gazeteler kardeş Azerbaycan hakkında olmadık ve gerçeği ifade etmeyen yalanlar yayınlıyorlar. Oysa, daha yeni Bakü'yü ziyaret eden ve Cumhurbaşkanı İlham Aliyev dahil bir çok yetkili ile görüşen MHP Iğdır Milletvekili Sinan Oğan çok farklı bilgiler veriyor.

Sinan Oğan ile görüştüm ve kendisinden temasları ile ilgili bir bilgi notunu kamuoyu ile paylaşmak amacı ile rica ettim. İşte sayın Oğan'ın bilgi notu: "Geçtiğimiz hafta benim de üyesi olduğum Türkiye Azerbaycan Parlamentolar arası dostluk Grubu yönetimi olarak Azerbaycan'a yaptığımız ziyaret kapsamında, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev, Azerbaycan Parlamento Başkanı Sayın Oktay Esedov, Kafkasya Müslümanları Dini İdaresi Başkanı Sayın Allahaşükür Paşazade, Azerbaycan Dışişleri Bakanı sayın Elmar Memmedyarov, Azerbaycan Diaspora Bakanı Sayın Nazım İbrahimov, Azerbaycan Parlamentosu Dış İlişkiler ve Parlamentolar arası İlişkiler Komisyonu Başkanı Sayın Samed Seyidov ve komisyon üyeleri, Türkiye Azerbaycan Parlamentolar arası dostluk Grubu Azerbaycan Başkanı Nizami Caferov ve grup üyeleri, TÜRKPA Genel Sekreteri Ramin Hesenov ve üyeler, Azerbaycan'ın bazı STK yöneticileri ve basını ile geniş görüşmeler yaptık ve hepsinin desteğini bizzat gördük."

Peki Bakü bu konuda somut adımlar atmış mı? 

Sinan Oğan Bakü tarafından atılan somut adımları da şöyle özetliyor:

"1. Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı Fransa'nın bu girişiminin yanlış olduğu ve Azerbaycan-Fransa ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini bildiren bir açıklama yapmıştır.

2. Azerbaycan Parlamentosu iki gün süren özel bir oturum yapmış ve 125 milletvekilinin tamamının imzasıyla Fransız senatosuna bir mektup ile müracaat edilmiştir.

3. Azerbaycan Parlamentosu Dış İlişkiler ve Parlamentolararası İlişkiler Komisyonu olarak Fransız Senatosu'na müracaat edilmiştir.

4. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı bu konuda özel bir açıklama yapmıştır.

5. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı Fransa'nın Bakü Büyükelçisini Bakanlığa çağırarak bu tasarının Senato'dan geçmesi durumunda Azerbaycan-Fransa ilişkilerinin bundan olumsuz etkileneceği şekilde diplomatik lisanda ağır sayılabilecek bir lisanla Fransız Büyükelçisi uyarılmıştır.

6. Azerbaycan'ın Paris Büyükelçisine Türkiye'nin Paris büyükelçisi ile beraber Senatoya gitmesi ve bu konuda çalışması talimatı verilmiştir,

7. Kafkasya Müslümanları Dini İdaresi Başkanı Allahaşükür Paşazade'nin Sarkozy'e mektup yazmıştır,

8. Azerbaycan'ın Fransız Senatosundaki iyi ilişkiler içerisinde oldukları Senatörler ile ilişkiye geçerek Senato'da hayır oyu kullanmaları yönünde söz almalar,

9. Azerbaycan'daki STK'ların Fransa Büyükelçiliği önünde yapmış oldukları mitingler,

10.Azerbaycan'ın Fransa'daki 5 derneğinin Pariste yapmış olduğu gösteriler ve Türk lobisi ile beraber yürüttükleri çalışmalar,

11.Azerbaycan'ın Kiyev'deki diaspora temsilcilerinin Fransa Büyükelçiliği önündeki gösterisi,

12.Azerbaycan'ın değişik siyasal partisi, STK'ları ve basının bu konudaki duyarlı açıklama ve yayınları,

13.Çeşitli milletvekillerinin açıklamaları ve girişimleri

14.Azerbaycan'ın Avrupa Konseyi'ndeki milletvekillerinin konsey toplantısındaki konuşmaları,

15.Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev'in Türk cumhuriyetleri nezdindeki girişimleri,

16.Bazı Fransız şirketlerinin değişik ihalelerden dışlanması ve daha çoğaltılabilecek diğer örnekler gösterilebilir."

Bakü'nün yaptıkları bununla mı sınırlı? Hayır başka adımlar da var. Ancak Sinan Oğan şimdilik bunların gizli kalmasında fayda olduğunu düşünüyor. Zaten Bakü'de Türk Heyetine bu konularda bilgi vermesine rağmen dışarıda çok konuşulmasına izin vermiyor. Anti-Azerbaycan lobinin ve onların yaydığı yanlış bilgilerin tuzağına düşenlerin Türkiye'de gündeme taşıdığı bir hususta Bayan Aliyef'in neden Fransa-Azerbaycan dostluk grubu başkanlığından çekilmediği? Bu soruyu soranların önce cevaplaması gereken soru, Büyükelçimizi önce geri çektiniz sonra temas gerektiği için yolladınız. Demek ki temasta gerekiyor.
Bir laf vardır. Askere düşman olan düşmanın askeri olur. Ne güzel bir laftır. Bakü'ye düşman olan Erivan'ın askeri olur diye de çevirebiliriz. Bu günlerde "Hepimiz Ermeniyiz" sloganı revaçta olduğuna göre demek ki Türkiye'de bazıları için sıkıntı yok bu konularda. Allah'a şükür Bakü'yü hala Türkler yönetiyor.


..

Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor?


Ayn El Arap’ta Bilmediğimiz Neler Oluyor?

Yazar: Ümit Özdağ
21 ŞUBAT 2015 CUMARTESİ

Bir ara dünya basının manşetlerinden inmeyen Ayn El Arap’da IŞİD ile PKK arasındaki çatışmalar artık Türk basınında da dünya basınında da yeterince ilgi görmüyor. Oysa çatışmalar devam ediyor. IŞİD hala Ayn El Arap’ın % 65’ini kontrolü altında tutuyor. PKK, kent çatışmalarında IŞİD’den ciddi bir şekilde dayak yiyor. Ancak bu arada 2015’te Türkiye içinde gerçekleştirmeyi hedefledikleri kent ayaklanmaları için de önemli bir deneyim kazanıyorlar. Ancak Ayn El Arap PKK dili ile Kobani, dünya medyasında yürütülen psikolojik harekat için işlevini yerine getirdi. Meşhur bir film vardır. Konusu 2. Dünya Savaşı sırasında geçen gerçek bir olaydan alınmıştır. Bir Alman iş adamı fabrikalarında çalıştırılan ve sonra toplama kamplarına öldürülmeye yollanan Yahudi işçilerin hayatlarını kurtarır. İş adamının adı Schindler’dir. PKK’da Ayn El Arap çatışmaları sırasında Yezidileri kurtararak, kafa kesen IŞİD’e karşı zavallı Yezidileri kurtaran Schindler oldu. Böylece, “küresel vicdan” PKK’nın FKÖ’leşmesine hazırlandı.
PKK bu aşamada o kadar önem kazandı ki, Obama ve Erdoğan, PKK’dan dolayı tartıştılar. Erdoğan, Obama’ya “Ayn El Arap’ta sivil kalmadı. Kalanlar sadece PKK ve PYD’li teröristler. Sakın bunlara yardım etmeyin” demesine rağmen, Obama sadece PKK/PYD’ye Amerikan askeri yardımı yollamakla kalmadı, ABD’nin PYD’yi terörist örgüt olarak görmediğini açıkladı. (Bu sanki ABD’nın El Nusra’ya destek verme şeklindeki ısrarlarına El Nusra’yı terörist örgüt olarak görmediğini söyleyen Ankara’ya verilmiş bir cevaptı.) Amerikan Başkanı Erdoğan’ı da peşmergelerin Türkiye üzerinden geçerek Ayn El Arap’taki PKK’lılara yardım götürmesini kabul etmeye zorladı. Amerikan Hava Kuvvetleri, Ayn El Arap’a saldıran IŞİD mevzilerini bombalarken, emekli Amerikan özel kuvvetleri mensupları ve uçaklara yerden hedef gösteren Amerikalı uzmanlar da PKK/PYD’liler ile omuz omuza IŞİD’e karşı savaştılar.  
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ayn El Arap’ta PKK’ya atılan yardımların bir kısmının IŞİD’in eline geçtiğini söylerken, Pentagon yetkilileri bu açıklamayı yalanlayarak, bir anlamda Erdoğan ile polemiğe girdiler. Erdoğan, bir üst aklın Ayn El Arap’tan Kürt koridorunu açmaya çalıştığını söyleyerek, ABD’yi dolaylı ancak sert bir şekilde suçladı.
Bütün bunlar olurken, Ayn El Arap’ta ve diğer bölgelerde IŞİD saflarında emekli Türk özel kuvvet ve polis özel harekat mensuplarının tamamen gönüllü olarak PKK’ya karşı savaştığına dair bir bilgi bir gazeteci dostum üzerinden bana ulaştı. Ona da söyleyen çok iyi tanıdığı bir emekli subay dostu idi. Bu emekli subay dostunun devre arkadaşı özel harpçi bir emekli subay Ayn El Arap’tan kısa bir süreliğine Türkiye’ye gelmiş ve buluşmuşlardı. Gazeteci arkadaşım, “Hocam ne dersiniz? Mümkün mü böyle bir şey?” diye sordu. Ayrıca bana bir de IŞİD saflarında çarpıştığını söylediği emekli subay, astsubay ve polis sayısını verdi. Kendisine sayının çok fazla olduğunu, bu kadar çok sayıda emekli Türk gönüllünün Ayn El Arap ve diğer bölgelerde savaşmasının mümkün olmadığını, böyle bir şey olsa dahi sayının çok daha az olabileceğini söyledim. Ve ekledim: “Haber kaynağın senin için ne kadar güvenilir olur ise olsun bence tek kaynağa dayanarak bu haberi yapma.”
Bu konuşmadan çok kısa bir süre sonra çok tanınmış bir dış politika uzmanı akademisyen ile (devletin/belki de Türkiye’de olduğu şekli ile bir kaçının dinleyerek kaydettiği) yaptığım telefon görüşmesinde çok benzer bilgiler edindim. Akademisyen dostum, bu bilgilerin yazılmamasını birilerinin kendisinden rica ettiklerini telefonda söyledi.

Bu bilgiyi Türkçeye tercüme edersek karşı karşıya olduğumuz durum şuydu

Ayn El Arap’ta PKK’nın arkasında (emekli) Amerikan özel kuvvetçiler vardı. IŞİD’in arkasında ise (emekli) Türk özel kuvvetçi ve (emekli) özel harekatçılar vardı. Eğer bu gerçek ise durumun ne kadar vahim ve ağır olduğunu söylemeye gerek yok. Buna rağmen bu hala benim için yetersiz bilgiden dolayı tartışılır/eksik teyitli istihbaratı kamuoyu ile paylaşmanın bir anlamı yoktu.
Ancak birkaç gün önce PKK’nın sitesi olan ANF’de bir haber çıktı. 

Haberde PKK’nın farklı zamanlarda Ayn El Arap ve Musul’da 12 Türk özel harekatçı polis ve MİT görevlisini IŞİD mensubu Zannederek ” Öldürdüğü açıklanıyordu.  PKK, öldürdüğünü iddia ettiği MİT mensupları ve polis özel harekatçıların isimlerini de şu şekilde veriyordu: (İsimleri vermiyorum…) Aydınlık gazetesi bu haberi 
30 Aralık 2014’te küçük bir haber olarak 

“ PKK: Yanlışlıkla 12 MİT’çi öldürdük ” başlığı ile veriyordu. Bu haber Sözcü gazetesinde daha kapsamlı olarak çıktı. Şu ana değin MİT’ten Aydınlık’ta ve Sözcü’de çıkan haberler ile ilgili bir yalanlama gelmedi. PKK’nın doğru söylediğini varsayalım. 12 Türk gönüllüyü öldürdüler. Peki, öldürdüklerini iddia ettikleri MİT mensuplarının isimlerini nereden biliyorlar?  

Cemil Bayık da Ocak 2015 başında Alman Die Zeit gazetesine verdiği demeçte şöyle demektedir: “ IŞİD ve Özgür Suriye Ordusu içerisinde Türk özel kuvvetlerinden unsurlar var. Bunlar hiç bir yerde kaydı olmayan, gayri resmi birlikler. Onlar bize karşı savaşıyor. Türkiye, resmi güçleri ile artık bize karşı savaşamaz, ancak bu tür unsurlarla yapabilir. ” 
(Nakleden Radikal, 5 Ocak 2015)

IŞİD mensuplarının görünümlü kılık kıyafetleri ve silah donanımlarını artık Edirne’nin bir ilçesindeki 16 yaşını geçmiş çocukların bile tanıdığı göz önünde tutulur ise “PKK’lılar nasıl MİT mensuplarını IŞİD’ci zannederek yanlışlıkla öldürmüşlerdir?” sorusu meşru bir sorudur. Acaba yukarıda ismi verilen kişiler IŞİD görünümlü kılık ve kıyafetli oldukları için mi PKK yanlışlıkla öldürmüştür? Yoksa ismi verilenler çatışma içinde mi öldürülmüştür? Acaba gerçekten PKK tarafından öldürülen Türk emekli/görevde yetkili var mıdır? Var ise Ayn El Arap’ta gerçekten neler oluyor? Amerikan emekli özel kuvvetleri ile Türk emekli özel kuvvetleri mi çarpışıyorlar?

Bütün bunlara 19 Şubat 2015’te CHP milletvekili Şafak Pavey’in yapmış olduğu basın toplantısında açıkladığı “ IŞİD, Ayn El Arap’tan sürüldüğünde ağır silah ve mühimmatlarını, Türk istihbaratı ve ordusunun  bilgisi ve yardımı altında topraklarımıza Park etmiştir ” iddiası, yukarıdaki iddialara eklenince ortaya ilginç bir görüntü çıkmaktadır. ( Yeniçağ 20 Şubat 2015 ) Ve neden Başbakan Davutoğlu, “ Kobani’ye selam ” göndermek zorunda hissediyor kendisini? 

Cevaplanması gereken bir çok soru olduğu anlaşılıyor.  


Avrupa Konseyi: PKK Terörist Örgüt Değil,




Avrupa Konseyi: PKK Terörist Örgüt Değil,



Yazar: Ümit Özdağ
23 NİSAN 2013 SALI






















PKK, son dönemin sürekli kazanan tarafı olmaya devam etmektedir. Ahmet Davutoğlu’nun Suriye’de Esad rejimini devirmek için izlediği politikanın bir sonucu olarak, Suriye’nin kuzeyinde Kamışlı başta olmak üzere büyük bir bölgeyi kontrolü altına alarak kentsel alan hakimiyeti kuran PKK 23 Nisan 2013’de AKP Hükümeti ile PKK arasında sürdürülen görüşmelerin bir yansıması olarak Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) tarafından terör örgütü kimliğinden çıkarıldı. Bu kararın ülkeler üzerinde doğrudan bir etkisi olmasa dahi, Avrupa Konseyi gibi saygın bir kurumun Parlamenterler Meclisi’nin almış olduğu bu kararın önemli sonuçları olacağı muhakkaktır.


       AKPM, Türkiye ile ilgili Fransız Senatör Josette Durrieu, tarafından hazırlanan raporu kabul etti. Raporda sunulan ve 11’e karşı 150 oyla kabul edilen bir değişiklik önergesiyle, “ PKK terör örgütü değil ”dir tespiti yapılmıştır. AKPM Türkiye Raportörü Josette Durrieu, AKPM’nin daha yürüttüğü tartışmalarda “terör nedir” tanımı üzerine çoğunluk sağlanamadığını, bundan yola çıkarak “ PKK terör örgütü ”  kavramını kullanmanın tarafsız ve nötr bir yaklaşım olmayacağını iddia etmiştir. AKPM’nin bu kararının Ahmet Türk’ün Avrupa’ya “ PKK’yı terörist örgüt listesinden çıkarın ” çağrısını yapmasından bir hafta sonra alması ortamın ne kadar PKK lehine oluştuğunu göstermektedir.

         Durrieu ayrıca rapordaki karar tasarısında “PKK terör örgütü” yerine “PKK Lideri Sayın Öcalan” ve sınır dışına çekilen PKK’liler için ise “PKK eylemcileri” terimlerinin kullanılmasının daha uygun olduğunu vurguladı.    

Raporda ayrıca " Ülkenin gelecekteki demokratik sistem ve meclis şeklini Türk kurumları ve Türk halkı belirler " ifadesi yerine BDP’li milletvekili Ertuğrul Kürkçü'nün verdiği önerge sonucunda " Türkiye vatandaşları ve kurumları " ifadesi kullanıldı.Bu noktada üzerinde durulması gereken bir yan bilgide Deniz Baykal’ın rapora “ Evet ” oyu verdiği ile ilgili Anadolu Ajansına dayanan bilgidir. Baykal, raporun insan hakları ile ilgili genel yapısına “ evet ” oyu verdiğini ancak PKK ile ilgili ek önerilere ret oyu verdiğini açıklamıştır. Öte yandan Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun " Raporu okursanız, PKK'nın faaliyetlerini terörist faaliyet olarak tanımlayan birçok cümlenin raporda yer aldığını görürsünüz" diyerek raporu önemsememeye çalışması durumun vahametini ortadan kaldırmamaktadır. Dış İşleri Bakanı Ahmet  Davutoğlu, "AKPM'nin bu raporu PKK'nın terörist listesinde olup olmamasını etkileyecek bir rapor değil. Gündemi de gerekçesi de o değil. Dolayısıyla bundan özel bir anlam çıkarmaya çalışmak doğru değil ama biz gerekli tepkiyi uygun usullerle her zaman verdik ve veriyoruz” dese de PKK’nın önemli bir kazanım elde ettiği görülmektedir.


       Bu noktada sorulması gereken soru şudur: PKK ile müzakerelerin herhangi bir nedenle başarısız olması ve kesilmesi durumunda AKP Hükümeti tekrar terörle mücadele sürecini nasıl başlatacaktır. 

Güneydoğu Anadolu’da halkı tekrar devlet yanında yer almaya, binlerce korucuyu tekrar PKK ile savaşmaya nasıl ikna edecektir.  

http://www.21yyte.org/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2013/04/23/6968/avrupa-konseyi-pkk-terorist-orgut-degil


..

Artık Kimse Kahraman Olmak İstemiyor mu..?



Artık Kimse Kahraman Olmak İstemiyor mu?

Yazar: Ümit Özdağ
02 AĞUSTOS 2012 PERŞEMBE

Bölgedeki PKK'lı sayısı konusunda bir belirsizlik var. Verilen sayılar 300 ile 600 arasında değişiyor. Çatışmalarda PKK'nın doğru ise 100 kayıp vermiş. Bu sayının yüksek olduğunu düşünenlerin aklında tutması gereken husus çatışmaların 10 günden buyana devam ettiği. Savaş uçakları ve helikopterleri tarafından desteklenen 2000 seçkin asker 10 günde cephe savaşı veren, belirli bir bölgede direniş gösteren 100 PKK'lıyı öldürüyor ise yüksek bir sayı kabul edilemez. Üstelik Şemdinli'deki PKK'lılara K. Irak'tan 500 terörist yardım amacı ile gelerek Türkiye'ye girmeye çalışıyorlar. Sanki konvansiyonel ordu çatışması yaşanıyor.
28-29 Eylül 1992'de 500 PKK'lı terörist, Şemdinli-Derecik sınır bölgesindeki bir jandarma karakoluna büyük bir saldırıda bulundu. Süper kobra helikopterlerince desteklenen karakol güçleri saldırıya direndi ve 174 militan öldürüldü. Bu yenilgiyle hayal kırıklığına uğrayan ve gözü açılan PKK ortadan kaldırma amaçlı olarak iki karakola daha saldırmaya kalkıştı; ancak bir kez daha ağır kayıplar verdikten sonra geri çekilmek mecburiyetinde kaldı. Keza 12-27 Ekim 1992 tarihleri arasında K. Irak'ta operasyon yapan TSK'nın çok daha geniş bir alanda cephe savaşı vermeyi deneyen 1452 PKK'lıyı öldürdüğü düşünülür ise 2012 Temmuz sonu-Ağustos başı itibarı ile Şemdinli'de ortaya çıkan sonucu anlamak zorlaşmaktadır.

Şu anda Şemdinli'de dağlarda çarpışan askerilerimizin özverilerini saygı ile karşılamakla birlikte 1990'lar ile 2010'lar arasındaki farkı anlamak açısından genel bir fotoğraf çekmenin önemli olduğuna inanıyorum. 1990'lı yıllarda teröre karşı mücadele eden kadrolar erinden kolordu komutanına kadar büyük bir moral ve motivasyon ile milli bir mücadele verdiklerinin bilinci içinde kenetlenmiş bir şekilde savaşıyorlardı. Terörle mücadelede asker-polis canlarını hiçe sayarak risk alıyorlar, kahramanlık milli sevgi ve saygı ile ödüllendiriliyordu.
Üstelik PKK bugün olduğundan çok daha etkili ve güçlü idi. Bugün Türkiye içinde 1500 civarında PKK'lı var. Oysa Korg. Hasan Kundakçı'nın ifadesi ile 1993'de PKK'nın 12.000 dağ kadrosu, 18.000'i yerleşim yerlerindeki unsurları ile toplam 30.000 civarında militanı bulunmaktaydı.

Bugün PKK ile o mücadele en öne çıkan subaylar hapishanelerde yatıyorlar. Devlet şeref madalyası alan, gözünü, bacağını, kaybetmiş subaylar ya intihar ediyor ya da madalyalarını iade edip hapishanede yatmaya devam ediyorlar. TSK tarihinin en çok madalya alan subayı terörist olmakla suçlanıyor. Bu sırada PKK yöneticileri ile devletin yaptığı müzakerelerde kurulacak Hakikatler Komisyonu çerçevesinde PKK ile savaşan, terörün canını okuyan subayların yargılanması konusunda anlaşıldığı ileri sürülüyor. Peki, PKK yöneticileri bu Hakikatler Komisyonunda yargılanacaklar mı? Yaptıkları katliamların hesabını verecekler mi? Tabii ki hayır.

Böyle bir ortamda terörle mücadele eden kadrolarda bir isteksizlik, moral çöküntüsü olmaması beklenebilir mi? Teröristlerin haber yollayıp, "birkaç sene sonra biz köylerde oturacağız ve sizler dağlarda bizden kaçacaksınız" diye psikolojik harekat yaptığı köy korucusu nasıl savaşır? 

Subayların zorunlu görevlerinin 15 seneden 10 seneye indirilmesi ile birlikte ayrılmalar örneğin hava kuvvetlerini sıkıntıda bırakacak kadar artmamış mıdır? Hatta emekliliği gelmeden birkaç yıl önce istifa edenlerin sayısı nedir? Özetle dönem risk almak ve kahraman olmak dönemi değil gibi görünüyor.

Öte yandan PKK'ya katılımlar artıyor. PKK, fitre ve zekat parası toplamak için zarf bastırmış durumda. Hakkari'de artık Türk devletinin olduğu tartışmalı hale gelmiştir. Hakkari'nin kurtarılmış şehir olmasına bir adım kalmıştır.

2012 Yazında yapılan bir ankete göre PKK'nın zemini de güçleniyor. Ankete göre Kürtlerin %47'si kendilerine farklı davranıldığına inanıyor. % 28'i kamu hizmetlerinde ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. % 46'sı BDP'ye destek veriyorlar. % 72'si kendilerine daha fazla hak verilmesini istiyorlar. % 48'i PKK'nın terör örgütü olmadığını düşünüyor. Üç sene önce % 6'sı bağımsız Kürt devleti isterken bugün % 23'ü bağımsız devleti talebinde bulunuyor.
Türk Ordusu ancak Balkan Savaşı öncesinde bu kadar moralsizdi.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2012/08/02/6697/artik-kimse-kahraman-olmak-istemiyor-mu

..

İÇ SAVAŞLAR SONUCU PARÇALANAN ORTADOĞUDA ( Arap Baharının Rüzgarı Nereden Esiyor )




İÇ SAVAŞLAR SONUCU PARÇALANAN ORTADOĞUDA 
( Arap Baharının Rüzgarı Nereden Esiyor  ),


Arap Baharının Rüzgarı Nereden Esiyor?

Yazar: Ümit Özdağ
22 EYLÜL 2011 PERŞEMBE

Tabii yaşanan süreç ile ilgili yeni bilgi akışı devam ettiği için ortaya çıkan bu bilgileri de konuya eklemek gerekmektedir. Bu da bazen aynı makalenin bazen de aynı konunun değişik başlıklar altında gündeme gelmesine neden olacaktır.
İtalya Başbakanı Berlusconi, 2011 Temmuzunda bölgedeki gelişmeleri anlamamızı sağlayacak çok önemli bir açıklama yapmıştır. Berlusconi, Libya'da NATO uçakları Kaddafi güçlerini İtalya'nın da katkısı ile bombalarken şöyle demektedir: " Libya'da olanların bir halk ayaklanması ile ilgisi yoktur. Libya halkı Kaddafi'yi seviyordu."… " (Ancak) güçlü adamlar yeni bir dönemi hayata geçirmek için Kaddafi'ye devirmeye karar verdiler " dedikten sonra kendisinin bu sürece destek vermesini de şöyle izah etmiştir: " Amerika'nın baskısı, Cumhurbaşkanı Georgio Napolitano'nun duruşu ve parlamentonun kararı karşısında bana nasıl bir seçim kalmıştı ki?"[1]

Karl Marks'ın " Her şey göründüğü gibi olsaydı, bilime ihtiyaç kalmazdı " tespiti, özellikle televizyonlardan bilgilenme üzerine kurulu bir dünyada akıllarda tutulması gereken bir tespittir. Çünkü Çavuşesku'ya karşı Romanya'da başlayan ayaklanmadan bu yana ayaklanma, isyan ve savaşlar televizyonlardan naklen yayınlanmaktadır. Bu da kitlelere " Gözümle gördüm demek ki öyle " ve kesin inançlı olma imkânı vermektedir.

Oysa, çoğu gözle görülenler doğru değildir. Çavuşesku'ya bağlı birlikler tarafından öldürüldüğü söylenenve sokaklarda cesetleri yatan Romenlerin aslında morglardan alınan cesetler olduğu sonra ortaya çıktı. Saddam'ın Basra Körfezi'ne boşalttığı ham petrolden dolayı üstü başı ham petrol ile kaplı deniz kuşlarına acıyarak bakan insanlar savaştan sonra bu kuşların Kuzey Denizinde İngiliz petrol şirketlerinin denize karışan petrollerinden zehirlenen kuşlar olduğunu anlaşıldı. Bu tür örnekleri çoğaltabiliriz. Şimdi Suriye başta olmak üzere benzer görüntüleri Arap Baharının bir parçası olarak televizyonlarda seyrediliyor. Öte yandan televizyonlarda da her şeyi görmek mümkün değildir. Örneğin İtalyan Başbakanı Berlusconi, 6 Eylül 2011'de Libya'da muhalefetin ve NATO'nun hala Kaddafi'yi desteklemeye devam eden Sirte, Beni Valid ve Sebha kentlerinde sessiz bir katliam yaptıklarını ve bu kentlerin yeni bir Felluce olmasına izin verilmemesi gerektiğini açıklamıştır.[2]Ancak bu ses getirmesi gereken açıklama sessizlik içinde boğulmuştur.Doğruyu,televizyonlardan çok yazılı belgelerde bulmak mümkündür.

Ortadoğu coğrafyası 2000'li yılları yabancı güçlerin işgalleri, iç ayaklanmalar ile tarihinin en yoğun geçen dönemlerinden birisi olarak yaşamaya devam etmektedir. Yaşanan süreçte Ortadoğu'daki sınırların ve rejimlerin değişeceği ABD'nin en üst düzey yetkilileri olmak üzere farklı zaman ve şekillerde dile getirilmiştir. Fakat Ortadoğu'da sınırların tekrar çizilmesi gerektiği görüşü Amerikan stratejik düşüncesinden önce İsrail stratejik düşüncesinde ortaya çıkmış bir düşüncedir.

Küçük Devletin Diğerlerinin de Küçültme Üzerine Kurulu Stratejisi

İsrail, Ortadoğu'da 2. Dünya Savaşı sonrasında coğrafi olarak minyatür diyebileceğimiz ölçülerde küçük bir devlet olarak kurulmuştur. Bu devlet adeta Arap denizinin içinde bir ada gibidir. Ve sürekli Arap dalgalarının altında kalarak yok olma endişesi ile yaşamaktadır. 1949'dan 2011'e kadar geçen süre içinde İsrail, işgaller ile "denizden kazanarak" sınırlarını önemli ölçüde genişletmiş ve nüfusunu artırmış olmak ile birlikte stratejik bir derinlik kazanamamıştır.
Bu nokta İsrail'i içinden çıkılmaz stratejik sorununu çözmek için çok radikal bir düşünceyi geliştirmeye yönlendirmiştir. İsrail'i çevreleyen Arap Denizini düşman kamplara bölmek ve tehdit olmaktan çıkarmak. 1980'de Livia Rokach adlı İsrailli gazeteci " Israel's Sacred Terrorism " adlı kitabında eski İsrail başbakanı Moshe Shrarett'in anılarını anlatırken 1950'ler Arap devletlerini parçala ve yönet yaklaşımının nasıl geliştiğini ve Lübnan'da nasıl uygulandığını anlatmaktadır.[3]
Böl ve Yönet görüşünü İsrail stratejik düşüncesinde daha keskin bir şekilde ifade eden çalışma 1982'de Dünya Siyonist Örgütü'nün yayın organı olan Kivunim (Yönler) dergisinin Şubat 1982'de yayınlanan 14. sayısında gazeteci ve eski bir İsrailli diplomat olan Oded Yinon tarafından ortaya konulmuştur. İbranice yayınlanan" İsrail İçin 1980'ler Stratejisi " başlıklı yazıda Yinon, İsrail için kalıcı güvenliğin Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yabancı güçler tarafından sınırları"geçici karttan evler" olarak çizilen Müslüman Arap dünyasının sınırlarının yeniden çizilmesinde görmektedir.[4]

Yinon, Türkiye ve İran'ın da etnik yapılarının istikrar sağlamaktan uzak olduğunu tartıştığı bütün Ortadoğu ülkelerinin etnik yapılarını incelediği bölümden sonra bu durumun İsrail için riskler ve sorunlar içermekle birlikte çok kapsamlı fırsatlar da ortaya çıkardığını savunmaktadır.[5]

Yinon, Suriye'nin bugünkü sınırları içinde altı yeni devletin kurulmasının İsrail'in güvenliğini sağlayacağını ileri sürmektedir. Yinon'a göre bu bölünme şu şekilde olmalıdır: "Suriye, etnik ve dini yapısına uygun olarak bugün Lübnan'da olduğu gibiçeşitli devletlere ayrışacaktır. Kıyıda bir Şii-Alevi devleti, Halep bölgesindeSünni devleti, Şam'da buna düşman bir başka Sünni devleti, havran-Kuzey Ürdün-Golan bölgesinde de bir Dürzi devleti. Bu yapı barış ve güvenliğimizin garantisi olacaktır ve bu hedef erişebileceğimiz kadar yakındır." [6]

Yinon'a göre Irak, İsrail'in güvenliği için Suriye'den daha büyük bir tehdittir, çünkü daha güçlüdür ve onun parçalanması Suriye'nin parçalanmasından daha önemlidir. Yinon, Irak-İran savaşının Irak'ı parçalayacağına inanmıştır. İsrail'in güvenliği için Irak'ın üçe bölünmesi gerektiği görüşü ortaya atmıştır.Yinon'a göre Irak'ın bölünmesi Osmanlı döneminde Basra, Bağdat, Musul idari bölünmesi esas alınarak, etnik ve mezhep temelleri üzerinde kuzeyde bir Kürt devleti, ortada bir Sünni ve güneyde Şii devleti olarak gerçekleşmelidir.[7]

Yinon'un makalesine atıfta bulunan Ralph Schoenman, "Siyonizmin Gizli Tarihi" adlı eserinde şöyle demektedir: Irak devletini parçalamak cebir işlemi çözmeye benzemez. İsrail, parçalanmanın ardından kurulacak uydu devletlerin sayılarını, nerede kurulacaklarını ve kimlerin üzerinde egemen olacaklarını kararlaştırmıştır."[8]

Eric Wallberg, 1996'da Richard Perle, James Colbert, Charles Fairbanks, Jr., Douglas Feith, Robert Loewenberg, David Wurmser ve Meyrav Wurmser'in birlikte hazırladığı "A Clean Break:A New Strategy for Securing the Realm" adlı çalışmanın Yinon'un görüşlerini 2000'lere taşıdığını belirtmektedir.[9] Gerçekten de Richard Perle tarafından kaleme alınan bu çalışma Yinon makalesi kadar sert köşeler içermese de onun zihinsel yol haritasını izlemekte, Saddam Hüseyin'in devrilmesini, Suriye'nin ezilmesini önermektedir.[10]

Amerikan Stratejik Düşüncesinde Ortadoğu'da Sınırların Tekrar Çizilmesi

Orgeneral Wesley K Clark, 1997-2000 yılları arasında NATO'nun Avrupa Birlikleri Komutanı olarak görev yapmış ve Kosova operasyonunu yönetmiştir. Daha sonra Washingon'da bazı görevler alan Org. Clark, Irak'ın işgalinden sonra "Winning Modern Wars-Iraq, Terrorism and The American Empire" (Modern Savaşları Kazanmak-Irak, Terörizm ve Amerikan İmparatorluğu) adlı bir kitap yayınlamıştır. Org. Clark, Bush Yönetiminin 11 Eylül sonrasında "Teröre karşı savaş" başlığı altında düzenlediği savaş stratejisini özellikle de Irak'ın işgal edilmesini sert bir şekilde eleştirmiş bir Amerikalı subaydır. Clark, kitabının önsözünde Bush Yönetimini şöyle tenkit etmektedir: "Bush Yönetiminin bizi El Kaide ile yapılacak gerçek bir savaşı yapmamak pahasına Irak ile bir savaşa ittiği, acele ettirdiği, yanlış yönlendirdiği ve manipüle ettiği benim için açıktı."
Org. Clark, kitabının ilerleyen sayfalarında bugünün dünyasını anlamamız için çok daha ilginç ve önemli olan bilgiler vermektedir:"Kasım 2001'de Pentagon'a geri döndüğüm zaman yüksek rütbeli bir kurmay subay ile sohbet etme fırsatı buldum. "Evet, Irak'a karşı bir operasyon için hala iz sürüyorduk söylediğine göre. Ancak daha fazlası da vardı. Bu beş yıllık bir planın parçası olarak konuşulmuştu ve toplam yedi ülke söz konusuydu.Irak ile başlanacak sonra Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan gelecekti. Evet, diye düşündüm bu onların 'bataklığı kurutmak' diye konuştuklarında kastettikleri şeydi. Ayni zamanda bir Soğuk Savaş yaklaşımının da kanıtıydı. Terörizminbir devlet sponsoru olması gerekirdi. Ve bu devlete saldırmak daha etkili olurdu."[11]

Tunus'ta bir seyyar satıcının kendisini ateşe vermesi ile başlayan "Arap Baharı"nın bu aşamada bir dış müdahale veya kurgu olmadığını söylemek mümkündür. Ancak olayların, Mısır, Libya ve Suriye'ye sıçrama ve yayılma süreçlerinde ABD'nin gelişmeleri bilinçli bir şekilde yönlendirmeye çalışmadığını söylemek çok zordur. Üstelik, Org. Clark'ın açıklamalarının çok açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi ABD'nin bu ülkeler ile ilgili çalışmalarının kökleri 2001 Eylül-Kasım'ına kadar geri gitmektedir. 

Bu da Org. Clark'ın bildiği kısmıdır. Amerikalı sistem dışı dış politika analizcilerin den F. William Engdahl, ABD'nin Arap coğrafyasında " Arap Baharı " sürecinde uyguladığı politikaya " Yaratıcı Tahrip " adının verildiğini ileri sürmektedir.[12]

Mısır'da Mübarek'i devirmek için gösterilerin devam ettiği bir sırada Mısır Genelkurmay Başkanı Sami Hafez İnan'ın Washington'da olduğunu belirten Engdahl, internet üzerinden Mübarek'e karşı etkili bir mücadele sürdüren Müslüman Kardeşler üyelerinin de Amerikan askeri istihbaratı tarafından eğitildiğini iddia etmektedir. Üstelik Engdahl'a göre Müslüman Kardeşler-ABD işbirliğinin kökleri Nasır'a karşı ortak muhalefete kadar geri gitmektedir.[13]
Engdahl'ın bu açıklaması Libya'da NATO'nun El Kaide militanları ile Kaddafi'ye karşı işbirliği yaptıkları düşünülür ise ABD-Müslüman Kardeşler işbirliğini çok şaşırtıcı olarak görmemek gerekmektedir.[14] Gerek Libya'da gerek Mısır'da her iki tarafta Mübarek/Kaddafi'nin aşılması sonrasında gerekir ise çatışarak zemini kendi lehlerine düzenleme peşindedirler.

Engdahl, Mısır'daki ayaklanmanın Gürcistan ve Ukrayna'daki Turuncu Devrimlerin izlerini taşıdığını ileri sürmektedir. Engdahl, Mısır'da Müslüman kardeşler ile bağlantılı ve Mübarek'e karşı isyanda önemli bir rol oynayan "Kefaya" (Yeter) hareketi ile Gürcistan'da 2003 Turuncu Devriminde rol alan Kmara (Yeter) hareketinin isim benzerliklerinin tesadüf olmadığını ileri sürmektedir.[15]

Engdahl, "Kefaya" hareketi ile ilgili olarak Amerikan Hava Kuvvetleri tarafından desteklenen düşünce kuruluşu RAND'a 2008 yılında Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı-Birleşik Komutanlık, Deniz Kuvvetleri, Deniz Piyadesi ve askeri istihbaratın sponsorluğu ile "The Kefaya Movement: A Case Study of a Grossroots Reform Iniative" adlı bir çalışmanın yaptırılmış olmasını tesadüf olarak görmemektedir.[16] Bu çalışmada Amerikan hükümetine Ortadoğu'da muhalif hareketleri enformasyon teknolojileri konusunda eğitilmesine destek verilmesi önerilmektedir.

Engdahl, uluslararası ilişkiler camiasında muhalif bir isim olarak bilinmektedir. Bundan dolayı tespitleri olgular üzerinden olmasa da kişiliği üzerinden eleştirilebilir. Ancak İngiliz diplomat, Alastair Crooke için ayni şeyleri söylemek mümkün değildir. Crooke, AB Dış İşleri temsilcisi Javier Solana'nın eski danışmanı ve Conflicts Forum'un kurucusu ve direktörüdür.

Crooke'un Asia Times'ta yayınlanan 15 Temmuz 2011 tarihli analizi Suriye'de yaşanan ayaklanma ile ilgili oldukça ilginç ve Engdahl'i doğrulayan saptamalarda bulunmaktadır.[17]Buna göre Suriye'deki muhaliflerin bir bölümüABD hükümeti ve diğer yabancı kaynaklar tarafından finanse edilen sürgündeki gruplardır. ABD'nin Şam Büyükelçiliğinde yapılan bazı yazışmalara göre bu gruplardan çoğu ve bunlara bağlı TV kanalları ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD merkezli vakıflardan on milyonlarca dolar para yardımı yanında eğitim ve teknik destek almaktadırlar.
ABD ile işbirliği yapan bu gruplar Selefi isyancıları Suriye'ye karşı kullanmayı düşünmektedirler. Suriye'deki Selefi grupların büyük bir bölümü El Kaide bağlantılıdır. Bu gruplar Irak Savaşı sonrasında Irak'ta Amerikan Ordusu ve Şii partilere karşı savaşmışlardır. Etkileyici bir iç savaş deneyimi olan bu gruplar Irak'taki çatışmaların durması sonrasında Suriye'ye geri dönmüşlerdir. Plana göre bir Selefi isyanı Suriye hükümetinden büyük bir tepki çekecek, bunun ardından da halkın büyük bir bölümü kutuplaşarak devlete karşı düşmanlık duymaya başlayacak, başlayacak iç savaşa Batı'nın müdahalesi kaçınılmaz hale gelecektir.[18]

Org. Clark, F. William Engdahl ve Alastair Crooke'un söyledikleri bir arada değerlendirildiği zaman Ortadoğu'da uzun soluklu bir planın uygulandığı görülüyor. Clark'ın müdahale edilecek ülke olarak saymış olduğu Irak, Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan'da büyük ilerleme kaydedildiği görülmektedir. Irak işgal edilmiş ve fiilen parçalanmıştır. Lübnan, Suriye'nin etkisinden çıkarılmış ve İsrail tarafından 2005'de işgal edilmek istenmiştir. Sudan, Güney ve Kuzey olarak ikiye bölünmüştür.Libya'da NATO'nun muhalefeti desteklediği bir iç savaş sonrasında Kaddafi rejimi devrilmiştir. Suriye'de Batı destekli isyan yayılmaktadır. İran ise kuşatılmaktadır. 

Demek ki Plan İşlemektedir.





[1] Voltairenet.org, "Berlusconi says Lİbyans love Qaddafi:as Italians protest against NATO"

[2] Voltairenet.org, "Berlusconi says Lİbyans love Qaddafi:as Italians protest against NATO"

[3]Livia Rokach,Israel's Sacred Terrorism, Third Edition A study based on Moshe Sharett's Personal Diary, and other documents. Foreword by Noam Chomsky, First published in the United States of America by AAUG Press c1980, 1982, 1986 by the Association of Arab-American University Graduates, Inc. All rights reserved in the U.S. Published 1980. Third Edition 1986; Bu kitabın Türkçe çevirisi için bkzLivia Rokach,İsrail'in Kutsal Terörizmi. Pandora Yayınevi, 1986

[4] Israel Shakak, The Zionist Plan for he Middle East içinde Oded Yinon, A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties,, s.10

[5] Age s,13-14

[6] Age, s. 17

[7] Age, s.17

[8] Ralph Schoenman, Siyonizmin Gizli Tarihi, Kardelen Yayınları, İstanbul 1992, s. 103-108

[9] Eric Wallberg, Yeni Türkiye, yeni Mısır'la Birlikte İsrail'i 'Kontrol' Edebilir, Turquie diplomatique, 15 Mart-15 Nisan 2011, sayı 26, s. 1 ve 38

[10] Richard Perle, "A Clean Break:A New Strategy for Securing the Realm"

[11] Wesley K Clark, "Winning Modern Wars-Iraq, Terrorism and The American Empire" , 2004, s.130

[12] F. William Engdahl,Egypt's Revolution:Creative Destruction for a Greater Middle East?

[13] Age,s.1

[14] NATO-El Kaide işbirliği konusunda yaygın bilgi arasından iki tanesi burada anılmaktadır. The "Liberation" of Libya: NATO Special Forces and Al Qaeda Join Hands "Former Terrorists" Join the "Pro-democracyBandwagon by Prof. Michel Chossudovsky,www.globalresearch.com ve/www.telegraph.co.uk/news/worldnews/africaandindianocean/libya/8391632/Libya-the-West-and-al-Qaeda-on-the-same-side.html

[15]F. William Engdahl,Egypt's Revolution:Creative Destruction for a Greater Middle East?, s.4

[16] The Kefaya Movement: A Case Study of a Grossroots Reform Iniative", Rand Corporation, www.rand.org/pubs/monographs/2008/RAND_MG778.pdf

[17] Alastair Crooke'nin makalesinin Türkçesi için bkz. Turquie diplomatique, 15 Ağustos-15 Eylül 2011, Sayı 31, s.14-15

[18] Asia Times, 15 Temmuz 2011