31 Ocak 2018 Çarşamba

PANZER VE KÜRT İSYANI, PKK NIN AVRUPADA SİYASALLAŞMA ÇABALARI BÖLÜM 1

PANZER VE KÜRT İSYANI, PKK NIN AVRUPADA SİYASALLAŞMA ÇABALARI BÖLÜM 1


  PKK’nın 1994 Sonrası Siyasallaşma çabası ve dönem gelişmeleri; 

1994 yılına gelindiğinde terör örgütünün yaptığı eylemler toplumda infial uyandıran bir hale gelmiştir. Halkın terörün sonlandırılması yönünde ortaya koyduğu irade siyasileri belli tedbirleri almaya zorladığından, yeni önlemlerin alınması gündeme gelmiştir. 

Bu nedenlerden dolayı yapılmak zorunda kalınan terörle etkin mücadele anlayışı nın meyveleri ortaya çıkmış, PKK örgütü kırsal kesimde önemli darbeler almaya başlamıştır. Bu kayıplar, terör örgütünü başka arayışlara itmiş, neticesinde kırsalda sıkışan örgütün güçlerinin bir kısmını Türkiye metropollerine ve Avrupa’ya aktarmasına neden olmuştur. 

Aldığı tüm tedbirlere rağmen örgütün 1994–1997 yılları arasında önemli oranda güç kaybettiği ve duraklama sürecinin başladığı görülmektedir. İçine girilen olumsuz koşullar nedeniyle kadro sayısında bariz düşüşler yaşanmış olduğundan, legal söylemler kullanan yeni kurumların açılması gündeme getirilmiştir. 

Yeni durumda örgüt kitleleri kaybetmemek için şiddet içerikli sloganların yanında, ılımlı kültürel haklar başlıklarını kullanarak dil ve kültür öğelerini ön plana çıkarmaya başlamış, kendince terörü ortaya çıkaran ideolojik nedenleri ajite etmeye başlamıştır. Bununla da yeni sempatizan kazanmayı ve onları kırsala aktarmayı hedeflemiştir. 

Aslında bu politika değişikliğinde Avrupalı ülkelerden bazılarının da etkisi olmuştur, başta Fransa ve İsveç olmak üzere bir kısım devletler PKK’nın silahı bırakmasıyla Kürt meselesinin daha rahat çözüleceği ve bu durumun Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmasına yardımcı olacağı ifade edilmiştir. 

Fransa ve yandaşı ülkelerin, PKK’nın salt şiddet içeren argümanlarının yanında siyasi ajitasyon yapmasını talep etmesi, aslında devreye sokulan yeni planlamanın bir yansımasıdır. Fransa bu yeni çizgi ile; öncelikli olarak Türkiye’nin PKK’yı terörist olarak göstermesinin önüne geçerek, konunun özgürlükler çerçevesinde ele alınmasını sağlayacaktır. 
Bu süreçte Kürt meselesinde insiyatif alarak PKK’nın kendi çizgisine kaymasını sağlayacak, böylece örgütü belli ölçüde yönlendirebilecektir. Bunun yanında PKK dışında oluşturulan etnik Kürtçü kesimlerde mücadeleye aktif olarak sokularak, PKK’nın tek güç olmasının önüne geçilecektir. 

Bu plan çerçevesinde Kuzey Iraklı Kürt örgütlerinin Paris’te görüşmelerde bulunduğu günlerde, Tansu Çiller ile Fransız Dışişleri Bakanı Alain Juppe arasında 22 Temmuz 1994 bir görüşme geçekleştirilmiş tir. Juppe bu görüşmede; “Kürt ve Irak problemlerini görüştüklerini, terörizmi kınadıkları nı, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne bağlı olduklarını, fakat “güvenlikçi çözümden değil, gerekli olan siyasi çözümden yana olduklarını” açıklamıştır. 

Fransa’nın Türkiye’nin içlerine doğrudan müdahale ettiği bu günlerde Türk tarafının savunmada kaldığı, sadece kendini anlatma gayreti içerisinde olduğu görülmektedir. Daha öncede ifade ettiğimiz gibi gerek Korsika gerekse de Guyana meselesinde Fransızların insan haklarını ihlalde çok ileri gittikleri bilinmektedir. 

Batı ülkelerin yönlendirmesiyle terör örgütünü, propaganda dilini değişmiş, terör eylemlerinin Türk devletinin Kürt kültürüne ve diline karşı ortaya koyduğu yasaklamalardan dolayı devam ettiğini ifade ederek, Kürt kimliğinin kabul edilmesi halinde silahlı eylemlerin sonlandırılabileceği göstermelikte olsa dile getirilmeye başlanmıştır. 

 Örgüt yaptığı açıklamalarda askeri ve siyasi çalışmaların yan yana yürüyeceğini, daha doğrusu silahlı faaliyet gösteren birimlerin legal uzantılarının inşa edileceği ifade edilmiştir. 

Mart 1994’te yapılan 3. Ulusal Konferans çalışmalarında ise güvenlik kuvvetleriyle uzun süreli çatışmalara girme yerine klasik gerilla mücadelesi geçiş yapılmış, avantajlı olunması halinde vurup kaçmaya dönük silahlı eylemlerin uygulanması, öğretmenlerin, doktorların, hemşirelerin, müteahhitlerin ve işyeri  sahiplerinin   öldürülmesi, okullar, şantiyeler ve is makinelerinin yakılması, bu eylemlerinde misilleme eylemi olarak meşru müdafaa biçiminde olduğunun söylenmesi kararı alınmıştır. 

Bu kararlara göre legal görünümlü faaliyetler devam ederken, olayın askeri boyutu da arka planda bırakılmayacak, örgütün askeri gücünün varlığı sansasyonel eylemlerle ortaya konmaya çalışılmıştır. 

Bu kapsamda Avrupa sorumlusu Kani Yılmaz 18 Mayıs 1994 tarihinde Bürüksel İ.P.C. –İnternational Press Center’da örgütün askeri gücü ve yapılan eylemler hakkında sayısal veriler açıklamıştır. Buna göre; 

1 Ocak ile 18 Mayıs 1994 tarihleri arasındaki 5 aylık dönem zarfında 1,1183 eylem gerçekleştirilmiş olup bu eylemelerde: 

“ 
. 98 Rütbeli asker, ölü 
. 33 Rütbeli asker, yaralı 
. 2.155 Rütbesiz asker, ölü 
. 831 Rütbesiz asker, yaralı 
. 15 Köy korucubaşı ölü 
. 482 Köy korucusu ölü 
. 63 Esir köy korucusu 
. 319 Ajan işbirlikçi yerel halk ölü 
. 218 Ajan işbirlikçi yerel halk yaralı 
. 25 Okul yakıldı 
. 2 Korucu evi yakıldı 
. 4 Karakol yakıldı 
. Çok sayıda askeri aracın yok edildiği” ifade edilmiştir172. 

Bu açıklamada temel amaç örgütün halen güçlü olduğu imajını vermek olduğundan sayılar abartılmıştır. Açıklamalar esnasında Batılı gazeteciler asker ölümlerini işlerken, öldürülen bölge halkı hakkında soru sormamışlar dır. Burada ifade edilen köy korucusu ve yerel işbirlikçiler Kürt kökenli vatandaşlarımız olup, Kürtler için mücadele ettiğini söyleyen bir örgütün neden bu denli sayıda Kürdü öldürdüğü ise irdelenmemiş, bu sayıdaki Kürt vatandaşımızın PKK ile savaşta hayatını ülkesini için ortaya koymasının nedenleri üzerinde durulmamıştır. 

Bu açıklamadan kısa bir süre sonra Temmuz 1994 tarihinde Alevi vatandaşlarımızı örgüt saflarına kazanmak amacıyla PKK merkezi Avrupa olmak kaydı ile KAB (Kürdistan Aleviler Birliği) kurulmuştur. 

1993 yılında William Jefferson Clinton’un ABD Başkanı ve Albert A. Gre’nin Başkan Yardımcısı olmasının akabinde Türkiye ABD ilişkilerinde bir düzelme beklenirken bunun gerçekleşmediği görülecektir. 

Odrad Kesic’in “Yol Ayrımındaki ABD-Türk İlişkileri” başlıklı makalesinde ABD Dışişleri Bakanı Warren Christopher’in 30 Eylül 1994’te Türkiye’ye Kürt ayrılıkçılar la mücadelenin sürdürülmesi konusunda destek verileceği sözünü173 vermiş olduğunu belirtse de akabinde ortaya çıkan gelişmeler kaygı verici olmuştur. 
Bu beyan doğrultusunda Kasım 1994’te ABD Kongresine bir mektup yazan Öcalan’ın’ın, Amerikan’ın konuya müdahale etmesini istemiştir174. Bu çerçevede 8-27 Ocak 1995 tarihinde yapılan V. Kongrede Batılı ülkelerin desteğinin alınması  karar altına alınmıştır. 

PKK paralelinde haber yapan Kürt-Alman Haber Ajansı KÜRD-A’nın yayınında kongre ile ilgili olarak, kongrede Öcalan’a uluslararası alanda işbirliği yapma konusunda tam yetki verildiği belirtilmiştir. Öcalan bu doğrultuda Alman ARD televizyonuna bir röportaj vermiş ve PKK’nın Marksist-Leninist bir örgüt olmadığını, Batı ile diyaloğa önem verdiğini ifade etmiştir175. 

1995 Mayıs ayında bir İngiliz think-tank kuruluşu tarafından “Türkiye fırsatları ve riskleri” adıyla hazırlanan raporda; “PKK birkaç yıldır Marksist-Leninist ideolojiden vazgeçti. PKK, Batılı güçlerin desteğini almadan yapılacak ayrı bir devlet kurma  girişiminin başarısızlığa uğrayacağını biliyor” denilmiştir. 

ABD Dışişleri Bakanı’nın İnsan Haklarından Sorumlu Yardımcısı Strobe Talbott 12 Nisan 1995’te, İHV Başkanı Yavuz Önen, İHD Başkanı Akın Birdal, Helsinki Yurttaşlar Derneği Başkanı Murat Belge, DEP’in Avukatı Yusuf Alataş ve SBF Öğretim Üyesi Doğu Ergil ile ABD Büyükelçiliğinde bir araya gelmiş, yapılan toplantılarda terör örgütünün eylem ve faaliyetlerini eleştirmek yerine Türk devletinin terörle mücadelesi eleştirilmiştir. 

PKK’nın kendi açıklamasıyla ortaya koyduğu şiddet profili Türkiye tarafından uluslararası resmi çevrelerde işlenmiş ve örgütün şiddet yönü ilgililere anlatılmaya başlanmıştır. Bu gelişmeler üzerine ABD’nin Ankara büyükelçisi Eylül 1995’te PKK’yı terörist olarak gördükleri ve Türkiye’nin haklı mücadelesine  destek  sunabileceklerini ifade etmiştir. Bu gelişme üzerine Öcalan, ABD başkanı Bill Clinton’a bir mektup yazarak, siyasal ve Kültürel hakların verilmesinin sorunu önemli oranda çözeceğini dile getirmeye çalışmıştır 176. 

Örgütün silahlı mücadele tarzı ve sivilleri katletmesi dünya ülkelerinden tepki aldığından, siyasal çalışmaları hızlandırma amaçlı olarak Ocak 1995 tarihinde Suriye’de örgütün 5. Kongresini toplamış, bu kongrede alınan kararlar paralelinde Ocak 1995’te Hollanda’nın Lahey kentinde Sürgünde Kürt Parlamentosunu ilk toplantısını gerçekleştirmiştir. SKP’nun başkanlığına Yaşar Kaya, yardımcılığına ise Zübeyir Aydar getirilmiştir. 

Dönem stratejisine uygun olarak ta 12 Nisan 1995 tarihinde KUM feshedildiği ve Hollanda’nın Lahey ilinde Sürgünde Kürt parlamentosunun kurulduğu alenen ilan edilmiştir. Sözde Kürt Parlamentosunun 2. toplantısı 31 Temmuz 1995’te Avusturya’nın başkenti Viyana’da yapılmıştır. 

Türkiye, gerek örgüt tarafından katledilen sivil kişilerin ve gerekse de diğer şiddet eylemlerinin önünü almak, bu konuda örgüte bir ders vermek amacıyla 1995 yılında operasyonlarına erken başlamış ve 20 Mart 1995’te  TSK, Kıbrıs çıkartmasından bu yana en büyük askeri faaliyeti başlatarak, 35 bin askerle “Çelik Harekatı” adı verilen harekatla Kuzey Irak’a girmiştir. Bu harekâtta 271 PKK’lı öldürülürken 4’ü subay ve astsubay olmak üzere toplam 22 asker şehit verilmiştir. 

Operasyonun hemen akabinde 30 Mart1995 tarihinde MED TV adlı televizyon kanalı kurularak, yeni dönemde ajitasyon kapsamlı faaliyetlere hız verilmesi amaçlanmıştır. 

ABD’ler, Körfez savaşıyla yoğunlaşan Ortadoğu’ya müdahale stratejisi kapsamında KDP ve KYB arasında devam eden savaşı sonlandırmak ve bölgede kesinkes hakimiyetini tesis etmek amacıyla Temmuz 1995’de İrlanda’nın başkenti Dublin’de bir toplantı serisi organize etmiştir. 

ABD'nin öncülüğünde geliştirilen ve Türkiye'nin de taraf olduğu bu süreçten, Iran ve Suriye gibi ülkeler büyük rahatsızlık duymuştur. PKK’da muhtemel bir düzenleme neticesinde bölgedeki bazı avantajlarını kaybedeceğini görmüştür.  

 Yine KYB'nin Dublin sürecine samimi yaklaşmayarak, Iran-Suriye gibi bölge ülkeleriyle ABD arasında zikzaklar çizdiği izlenmiştir. Böyle bir zemini fırsat bilen PKK, Suriye, İran ve KYB'nin açık desteğiyle görüşmelerin merkezindeki KDP'ye yoğun saldırılar başlatmış ve böylece Dublin sürecinde kendi söylemlerinin de dikkate alınması gerektiğini göstermiştir. 

Örgüt elebaşı tarafında hazırlanan ve "Güney Kürdistan’da Devrimci Savaş ve İktidar Sorunu PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan Yoldaş Değerlendiriyor" başlıklı yazıda, KDP'ye olan saldırılarını Ortadoğu devrimci güçleri adına gerçekleştirdiğini ileri sürülerek, Dublin sürecinden rahatsızlık duyan kesimlere mesajlar verilmeye çalışılmıştır. Dublin görüşmelerinde Talabani'nin temsilcisinin "PKK'yı siyasi bir parti olarak değerlendiriyoruz" şeklindeki beyanı ayrıca da dikkat çekici bulunmuştur. 

Bu toplantı serisi boyunca yapılan değerlendirmelerde, PKK’nın süreçten uzak tutulduğu belirtilse de bunun gerçek dışı olduğu görülmüştür. İkinci Dublin toplantısından sonra MED-Tv’de bir değerlendirme yapan Öcalan, ABD’nin Kürt sorunu konusunda Türkiye ile ayrılığa düştüğünü, Türkiye’nin saf dışı edileceğini ve süreçten en karlı çıkan kesimin ise kendileri olduğunu ifade etmiştir. 

SKP Başkanı Yaşar Kaya’da Kürt sorunun çözümünde artık Batı ve ABD ile görüşüleceğini belirterek, “ABD’nin soruna daha müdahil olmak istiyor” demiştir. Bu süreçte ABD’ nin örgütü aynı zamanda legal siyasal faaliyetlere zorladığı gözlemlenmiştir. Bu tavsiyeler doğrultusunda 24 Aralık 1995 seçimlerinde HADEP’in diğer partilerle ittifaka girmesini sağlanarak, yeni bir sürece girilmek istenmiştir. Seçimlerde HADEP başarılı olamadığından plan etkili olamamıştır. HADEP bu süreçte, tıpkı DEP gibi meclise girip, mecliste siyasal gerilim sağlamayı amaçlamıştır. 

Örgütün IV Konferansı 1–15 Mayıs 1996 tarihlerinde Suriye’nin Başkenti Şam yakınlarında bulunan örgüt kampında gerçekleşmiştir. Konferansın ana teması Öcalan’ın “Ne kadar eylem, o kadar propaganda, ajitasyon; ne kadar eylem o kadar otorite” şeklindeki söylemi olmuş ve intihar eylemlerinin yoğunlaştırılması kararı alınmıştır. 

Örgütün 1997 yılında Avrupa’da en önemli kitlesel eylemi Eylül 1997 tarihinde oluşturduğu Avrupa’dan Türkiye’ye Barış Treni/Barış Şenlikleri organizyonudur. 

İran’ın Kuzey Irak’ta Güç Olma Gayreti 

İran, her dönem Kuzey Irak’ta kendi kontrolünde bir yapılanmanın varlığını esas almıştır. Eylül 1995 tarihinde yapılan Dublin toplantısından sonra Tahranda IKDP ve KYB heyetlerinin bir araya getirilerek, gelişmelere yön verilmemeye çalışılmıştır. İran bu girişimleri, ABD himayesinde yapılan çalışmalara alternatif oluşturma ve inisiyatif elde etme gayreti şeklinde yorumlanmıştır.

KDP ve KYB’de İran’ın bu yaklaşımlarına kayıtsız kalmayarak, kısmen yakınlaşma sinyalleri vermiştir. Barzani ve Talabani Batı ülkelerine karşı daha önce Saddam kozunu kullanırken, bu zamandan sonra İran kozunu da kullanarak imtiyaz elde etmeye çalışmıştır. İran ise bu toplantıdan bazı neticeler elde etmiş olacak ki, 1995 yılı sonunda Bedir adını verdiği birliklerini Kuzey Irak’ın sınırının iç bölgesine sevk ederek, bölgede varlığını göstermeye çalışmıştır. 

Türkiye ise Perslerin klasik entrikacı ve yayılmacı politikası ile ABD’nin sömürgeciliği arasında çıkmaza girmiştir. Türkiye’nin, İran kozunu kullanarak ABD’den güçlü tavizler koparabileceği halde, bunu başaramadığı ve gelişen süreci iyi kontrol edemediği görülmüştür. 

Avrupa’daki siyasal etnik Kürtçü kesimde Kuzey Irak konusunda din konusunu Avrupalı ülkelere koz olarak kullanmış ve bölgede gelişebilecek İslami akımlara karşı Sol kökenli Kürtçü grupların desteklenmesini gerektiğini propaganda etmiştir. 

Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan 1994 yılında yaptığı bir açıklamada, Ankara’nın Kürt politikasının desteklenmesi halinde bölgede bulunan 30 milyon Kürt’ün, çeşitli adlar altında radikal kesimlere kaymaya başlayacağını, İran rejimini Ayetullahlara teslim eden Şah’ı engellemeyi beceremeyen Batının, bu defa daha akıllı hareket ederek Ankara’yı siyasi çözüm ve Kürt halkının meşru haklarını kabul etme konusunda sıkıştırması gerektiğini istemiştir 177. 

Almanya 

 Alman devletinin 1993 yılında PKK terör örgütünün Almanya’da faaliyetleri ni yasaklaması ülkemiz tarafından olumlu bir adım olarak görülmüştür. Alman Polisi PKK yasağının ardından örgütle bağlantılı Bonn şehri merkezli FEYKA kurumlarına baskın yaparak, buradaki tüm yazılı evraklara elkoymuş ve bir kısım çalışanını da göz altına almıştır. 

 Bu baskınlarda ele geçen belgelerde örgüte ait birçok faaliyet bilinir olmuş ve örgüt mensupları deşifre olmuştur. Alman Polisinin eline geçen bu önemli belgelere rağmen ciddi tedbirler almadığı, sadece kendi açılarından örgüte hakim olamaya çalıştığı anlaşılmıştır. 

 Almanların PKK yasağında tutarlı olmadıkları daha aradan bir yıl geçmeden ortaya çıkmıştır. Mart 1994 günü Duisburg’ta toplanan PKK kadroları Almanya’da faaliyet gösterecek YEK-KOM’un I. Kuruluş Kongresi gerçekleştirmiştir. 

Örgütün Avrupa’daki yeni örgütlenmesi olan YEK-KOM, kapatılan eski cephe kurumu FEYKA ile yönetim ve tüzük açısından benzer örgütlendirilmiştir. Bu durum Alman yetkililerce de anlaşılmış olmasına karşın, farklı bir uygulamaya gidilmemiş ve YEK-KOM’un kurulmasına ve örgütlenmesine izin verilmiştir. 

YEK-KOM’un inşa sürecinde Öcalan’dan farklı düşünen ve şiddetin durmasını isteyen kadrolar tasfiye edilmiştir. Yeni kurulan YEK-KOM tamamen Öcalan’ın kontrolünde oluşturulduğundan, YEK-KOM süreci PKK adına bir kazanım olarak ortaya çıkmıştır. 

FEYKA’nın kapanma süreci ile ilgili olarak örgüt güdümünde yayın yapan Özgür Politika gazetesine konuşan, aslen Kuzey Iraklı olup Almanya’da yaşayan Celal Musa’nın verdiği bilgiler hayli ilginçtir. Musa; “Bir Alman komşumuz vardı. Gelip, ‘Sizin derneklerinizi kapatacaklar, her şeyinizi götürecekler’ dedi. Biz de hemen akşam toplanıp, planlar yaptık. Operasyondan sonra derneğin kapısına mühür vurulmuştu. Polisler derneği ablukaya almışlardı. Tabii halk da derneğe akın ediyordu. Sonra mührü kırdık ve içeri girdik. İnsanlar artık nöbet tutmaya başladılar. Halk derneğin kapatılmasını kabul etmedi. Bu kararlılık karşısında polis bizimle anlaşmak zorunda kaldı” şeklinde beyanlarda bulunmuştur. Bu beyan baskınlardan önce örgütün bilgilendirildiğini ortaya koymaktadır. 

Almanların Ortadoğu’daki en önemli müttefikleri İranlılar olup, iki ülke arasında çok ciddi ekonomik ve siyasal bir işbirliği söz konusudur. Binlerce İranlı öğrenci Almanya’daki okullarda eğitim görmekte olup, Batılı  devletlerin İran’a yönelik ambargosuna da hiçbir zaman iştirak etmemiştir. Bu nedenle de Alman Devleti  Ortadoğu’da Türkiye’den daha ziyade İranlılarla birlikte hareket etmeyi tercih etmektedir. 

 İran devleti de bu yardımların karşılığında Sünni ülkelerin gücünün azaltılmasına katkı vererek, Sünni inançtaki devletlerin aleyhine çalışmalar yürütmeye devam etmiştir. Bundan hareketle İran’ın bir din devleti olduğunu söyleminin zor olduğu, tam aksine sadece Şii eksenli bir inanışa değer verdiği görülmektedir. 

Bölgede kendine en güçlü rakip olarak Türkiye’yi gören İran, her dönem Türkiye karşıtı ittifakların içerisinde yer almıştır. Türkiye’nin Mart 1995 tarihinde Kuzey Irak’taki PKK kamplarına düzenlediği operasyona en büyük tepkiyi İran verirken, bu tepkinin Avrupa’daki dillendiricisi ise İran’ın ortağı Alman devleti olmuştur. 

İşte bu nedenlerden dolayı Alman hükümeti Türkiye’nin Irak’ta insiyatif alma girişimini ortadan kaldırmak için kendi kozlarını kullanmaya çalışmış, bu nedenle de uzun süredir kullandığı PKK kozunu tekrar devreye sokmuş tur. Almanlar genel olarak örgüt kadroları içerisinde ajan/elaman bulundur ma konusunda  etkili  olmuşlardır. 
Bu açıdan dönem dönem örgütün kararlarına da müdahale edebilmekte ve bu şekilde Türkiye ile ilişkilerine ikincil bir el üzerinden müdahale yapabilmektedir. 

Bu durum Almanya’da tarafsız kurumlarca da ifade edilmiştir. 1995 yılı ocak ayında hazırlanan bir raporda; PKK’nın Alman Sosyal Demokratlar ve Neo Nazilerle işbirliği içerisinde olduğu ve yetkililerin örgütün faaliyetlerine karşı yeterli önlemi almadığı vurgulanmıştır. 

Alman hükümeti de dönem dönem PKK aleyhinde söylemlerde bulunmuşsa da bunun fiiliyatta uygulanmadığı her kesimce de bilinmektedir. Bu tür söylemler ülkesinde barınan PKK’yı çeşitli argümanlarla korkutarak taleplerinin yerine getirilmesi sağlamak amacıyla ‘ayar verme’ strateji kapsamında sarf  edilmiştir.  Almanların Türkiye’ye turist olarak gelişi ve önemli bir döviz girdisi sağlaması konusunun da koz olarak kullanıldığı görülmüştür. 

Türkiye’nin Alman devletinin menfaatleri dışında yaptığı faaliyetler sürecinde PKK’nın devreye girdiği ve açıklamaları ile Almanya’nın lehine olacak sonuçların meydana gelmesine yardımcı olduğu da gözlemler arasındadır. 

PKK’yı Almanların güdümünde kalmaya iten en önemli etken ise örgütün Almanya’ya olan ihtiyacından kaynaklanmaktadır. 1995 yılı itibariyle Almanya’daki dernek sayısı 218’dir. Örgütün bu alandan önemli bir gelir elde ediyor oluşu da bu bağımlılığın en önemli nedenlerinden sayılabilir. 

1995 yılında Berlin Eski İçişleri Senatörü Heinrich Lummer ve Anayasa Koruma Örgütünden Casus Grünewald’ın Şam’da A. Öcalan ile yaptığı görüşmenin ardından, Lummer tekrar 1996 ve Mart 1997 tarihlerinde iki kez daha Öcalan’la görüşmeler yapmıştır. Bu görüşmeler Almanya İstihbaratından Sorumlu Devlet Bakanı Bernard Schmid Bauer tarafından da resmen kabul edilmiştir. 

Bu görüşmelerde örgütün siyasal ve askeri durumu yakından tetkik edilmeye çalışılmıştır. 

Öcalan’da PKK’nın Almanya faaliyetlerine çok önem vermiş ve dönem dönem Almanya sorumlularını Şam’a çağırarak, konu hakkında ilk elden bilgi almıştır. Örgütün Almanya çalışanlarından Serhat Kod adlı Adnan Dizin konu ile ilgili verdiği ifadesinde; "... Havaalanındaki örgüt mensubu beni ve Medya (K) adlı örgüt mensubunu alarak Abdullah Öcalan’ın da karargâh olarak Şam kentindeki örgüt evine götürdüler. Geldiğimiz bina 7 katlı idi. 
Bu binanın 4 ve 5 inci katları PKK örgütüne aitti... Örgüt evine geldiğimizde Cuma Mehmet (K) Cemil BAYIK’ın Hollanda’da bize vermiş olduğu para ve 4 valiz dolusu malzemeleri oradaki görevlilere teslim ettik... o gece örgüt evinde kaldık. Ertesi gün öğleye doğru PKK lideri Abdullah Öcalan yanımıza geldi. Bize Almanya’daki PKK örgütü faaliyetleri hakkında sorular sordu. 
Biz de kendisine faaliyetler hakkında bildiklerimizi söyledik... Abdullah Öcalan benimle konuştuktan sonra oradaki görevlilere talimat vererek, bizlere derhal ERNK kimliği hazırlayıp Bekaa Vadisi’nde bulunan Mahsun Korkmaz Akademisi’ne gönderilmemizi istedi. Görevliler adımıza birer ERNK kimliği düzenlediler...” şeklinde konulara değinmiştir. 

Askeri anlamda gerilemenin yaşandığı ve tüm gayretlere rağmen örgütün toparlanamadığı bu zamanda, Şam’da Öcalan’a yönelik başarısız bir suikast girişiminin gerçekleştiği ajanslara yansımıştır. Öcalan, 6 Mayıs1996 
tarihinde gerçekleşen bu suikastın Talabani ve İngiliz yetkililerince tertiplendiğini iddia etmiştir. 

Öcalan konu ile ilgili olarak; “…İmha olacağımı ilk olarak bombalamadan 3 gün önce Şam'a istihbaratçısını gönderip Apo imha olacak diye bildiren Talabani idi. Londra yarım saat sonra açıklama yaptı. En son Cuma'ya da söylemiş ya. Gel bu iki kardeşten kurtulup, seni öne çıkaralım diye. Kani arkadaşa Londra'da hazırlama şeyleri ortada…” şeklinde beyanatta bulunmuştur 178. Öcalan bu suikasttan haberdar edildiğinden dolayı yara almadan kurtulmuştur. 

Öcalan her ne kadar bu konuda Talabani üzerinden bilgi geldiğini söylese de Ergenekon soruşturmasının üçüncü iddianamesinde, bu suikastın günler öncesinden Yalçın Küçük tarafından Öcalan’a haber verdiği belirtilmiştir. Soruşturma kapsamında Küçük ’ün evinde ele geçen bir ajanda da suikaste ait bilgiler elde edilmiştir. 

Bu girişimin gerçekte bir suikast olmadığı bilahare anlaşılmıştır. Patlayan bomba Öcalan’ın kaldığı evin 30-40 metre uzağına park edilen bir arabaya yerleştirilmiş tir. Araca yerleştirilen patlayıcının miktarının da az olması da Öcalan’ın öldürülmesinden ziyade, farklı bir hedef taşıdığı ihtimali gündeme gelmektedir. 

Bu olaydan sonra Türkiye’de metropollerde meydana gelen olaylar ve örgüte katılımın arttığı da göz önüne alınırsa, planın PKK lehine bir sonuç çıkması için tertiplendiği iddialarının ihtimal dahilinde olduğu daha gerçekçi dir. 

Bu suikast iddiasından sonra Yunan Meclisinden yaklaşık 100 milletvekilinin imzası ile Öcalan Yunanistan’a davet edilerek, kendisine bu ülkede örgütünü yönetecek uygun zeminin hazırlanacağı vaadinde bulunulmuştur 179. 

 Türkiye 1995 yılında Yunanistan’ı PKK’ya verdiği destek için Birleşmiş Milletler’e şikayet etmiş olmasına rağmen Yunanistan devletinin bunu ciddiye almadığı ve desteğini arttırarak devam ettiği görülmüştür180. 

Örgütün tüm silahlı birimleri Yunanistan’a taşınıyor 

1993 yılında Almanya’nın PKK faaliyetlerini göstermelik olarak yasaklama sından sonra, örgütün Avrupa’daki askeri üssü Yunanistan’a kaydırılmıştır. Daha öncede aktif bir şekilde kullanılan Yunanistan alanı bu dönemden sonra tamamen Türkiye karşıtları örgütlerin merkezi olmuştur. 

Arteş Kod adlı Ulaş A. ifadesinde; "...1996 Temmuz ayında pasaport çıkarttık. Havayolu ile Bükreş’e gittik. Örgütün bürosunda 10 gün kadar barındık. Trenle Bulgaristan’a geçtik. Daha sonra kara yolculuğu ile Yunanistan Selanik’e geçildi. Daha sonra Atina’ya gelerek Lavrion Kampına alındık. Bir buçuk ay süreyle eğitimden geçtik. 70-80 kişilik bir örgüt adamı olarak Yunanistan kırsalında ve kısmen de Atina merkezinde örgüt üyelerince hem askeri hem de siyasi, teorik eğitimlerimiz yaptırıldı. Yunan görevlileri de bazı konularda yardımcı oluyorlardı. Üniversite kökenli olanlar ve ben Şam’daki Mahsun Korkmaz Akademisi’ne gönderildik. 7 ay süreyle eğitimlerimiz arttırıldı. Örgütün lideri Abdullah Öcalan’ın inisiyatifiyle eğitimlerimiz tamamlatıldı. 1997 Eylül ayına kadar eğitimlerimiz tamamlandı. 22 silahlı kişi, ben de dahil eylem yapmak üzere Hassa bölgesine giriş yaptık. Hassa, Dörtyol. İslâhiye, Erzin, Samandağ, İskenderun, Bahçe kırsalını kontrol altına aldık...” beyanlarıyla Yunanistan’daki askeri eğitimlere dikkat çekmiştir. 

Bu yıllarda Yunanistan’da; 
1- Lavrion Kampı. 
2- Lamia Halkida Kampı, 
3-Ibrahim İncedursun Kampları,
tamamen Türkiye’ye karşı silahlı faaliyet gösteren terör örgütlerinin askeri eğitim alanları olarak düzenlenmiş tir. 

Atina yakınlarında 1949 yılında “Yabancı Göçmenleri Tedavi Merkezi” adı altında açılan “Lavrion Mülteci Kampı” 1980’li yıllardan itibaren Yunanistan’a sığınan PKK ve DHKP/C’li teröristlerin barınma, propaganda, eğitim ve diğer terörist gruplarla işbirliği merkezi olmuştur. Söz konusu kampta bomba ve silah eğitiminden  sorumlu PKK’lı Rozarin Kod adlı Ayfer Kaya Time dergisine verdiği demeçte, “her hafta 5-10 Kürt genci bu kampa getirerek; Türkiye, Suriye, İran ve Irak topraklarında Kürdistan Devleti kurması için savaşmayı öğretiyoruz” demiştir. 

Yunanistan sadece PKK’nın değil tüm Türkiye kökenli terör örgütlerinin siyasal ve askeri eğitim merkezi konumundadır. 

1996 yılında DHKP-C (Türkîye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) terör örgütün Yunanistan sorumlusu Faruk Kod isimli örgüt mensubudur. Örgüt Yunanistan’da Yunan dilinde “Devrim” anlamına gelen bir dergi çıkartarak, Yunan halkına kendi propagandasını yapmaya çalışmıştır. Örgütün Yunanistan Atina şehir merkezinde  Koningos meydanına çıkan ara sokakta bir bürosu bulunmakla birlikte, Lavrion Kampında da bir bürosu faaliyet göstermiştir. 

MLKP’nin de (Marksist Leninist Komünist Parti) tıpkı DHKP/C gibi Atina merkezde ve Lavrion kampında bürosu bulunmaktadır. Bu bürolar Türkiye'den Yunanistan'a gelen mültecileri Avrupa'ya gönderme işlerine yaparak örgüte büyük bir maddi gelir temin etmişlerdir. 

TDKP’nin ise (Türkiye Devrimci Komünist Partisi) Atina merkezde bürosunun yanında, Lavrion Kampına yakın bölgede bulunan Aravisos kasabasında 4-5 kadar örgüt evi vardır. Örgüt tarafından Yunanca “Aylık” anlamına gelen bir dergi çıkarılarak, Yunan halkına propaganda amacıyla dağıtılmıştır. Bu örgütlerin siyaset ticareti tarzında oluşturulan dergilerinde yer alan ve Türkiye'yi kötüleyen yazıları Yunan halkının müthiş derecede hoşuna gitmiştir. 

Adı geçen örgütlerde bu durumu bildiklerinden sürekli Türkiye'yi kötüleyen yazılar yazarak Yunan halkından bağış adı altında para temin etmiş ve bu paralarla varlıklarını sürdürmüşlerdir. 

Yunanistan’da ayrıca Türk solundan; TKP, Kıvılcım, TKPML-TİKKO, TDP, DHP, etnik Kürtçü örgütlerden; PSK ve T-KDP’de faaliyet göstermiştir. Yunanistan’da bu örgütlerin ufak çaplı sempatizanları olup, Türk Sol örgütlerinin Yunan Sol örgütlerle ilişki içinde olduğu izlenmiştir. Yunan Devletinin, adı geçen diğer örgütlere bu imkanları vermesinin en önemli nedeni ise Yunanistan’ın sadece PKK'yi destekliyor imajını silmektir. Yunanistan NATO ve AB toplantılarında Türkiye tarafından PKK'ya destek veriyorsunuz diye eleştirildiğinde “biz demokrat bir ülkeyiz, herkes, her grup serbestçe faaliyetini gösterir” diyerek kendini savunmuştur. 

Etnik Kürtçü gruplardan Rızgari örgütü ise Yunanistan’da Kürdistan Press adı altında iki ayda bir Yunanca bir dergi çıkartmıştır. Bu dergide Türkiye'de Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde olan olaylar çarpıtılarak, propaganda yapılmıştır. Rızgari küçük bir örgüt olmasına karşın derginin o dönem 3-5 bin arasında tirajı olduğu bilinmektedir. Örgütün ayrıca Atina’daki Hipokratus caddesinde büroları bulunmaktadır. 

Örgütün sorumluluğunu o dönem Mümtaz Kotan isimli örgüt mensubu yapmakta olup, Atina’daki çalışmalarda ayrıca Hezal (K) isimli bayan örgüt mensubunun da etkisi bulunmaktadır. Bu bayan örgüt mensubu fiziki dış görünüşünün düzgün oluşu ve iyi derece Yunanca bilmesini de kullanarak, Yunanlı gazetecileri Rızgari örgütü hakkında daha çok yazı yazmaya ikna etmiştir. Örgüt bu gazete yayınlarından önemli gelir elde etmiştir. 

Rızgari örgütü Yunan Hükümetiyle yaptığı anlaşma sonrasında Türkiye'de faaliyet gösteren lise mezunu sempatizanları getirerek, sınavsız Selanik'teki Üniversitede istihdam etmiştir. Bu dönem Rızgariciler ile PKK arasında sürtüşme olduğundan iki örgüt ayrı faaliyet yürüterek, gelen mülteciler üzerinden kitle kazanmaya  çalışmışlardır. 

Yunanistan Türkiye karşıtı tüm terör örgütlerinin merkezi olduğundan dolayı, bu örgütler tarafından dönem dönem ortak eylem kararları alınarak uygulamaya sokulmuştur. 1996 yılının yaz aylarında PKK terör örgütü tüm 
Sol örgütleri Avrupa çapında toplayarak ortak eylem yapma kararı almıştır. 

Bu karar çerçevesinde sözde Türkiye'deki cezaevlerindeki örgüt mensuplarına yapılan uygulamaları protesto etmek amacı ile PKK ve tüm Türk Solu örgütlerin iştirak ettiği bu gösteride; Yunan Parlamentosuna kadar Atina kent merkezinde bir yürüyüş düzenlenmiş ve Yunan Parlamentosuna uluslararası Platformda Türkiye'ye baskı yapılmasını belirten bir mektup sunulmuştur. 

Bu olaydan sonra Yunan istihbaratı ile PKK arasında ciddi sorun yaşanmıştır. Yunan istihbaratı, Türk Sol örgütlerinin Türk İstihbaratı kontrolünde olduğunu iddia ederek, PKK’nın Sol örgütleri ile ilişkisini kesmesini istemiş ve bu yönde baskı yapmıştır. 

Yunanlılar; Türk istihbarat birimleri devreye girerse Yunanistan da yapılan faaliyetler öğrenilebilir, devletin içine kadar sızılabilir ve bilgiler Türkiye'nin eline geçebilir kaygısıyla hareket ettiklerinden kesin ve ciddi bir tepki koymuştur. 

Yunan istihbaratı PKK’yı terbiye etmek için örgüte verdikleri parayı iki ay süre ile keserek, Yunanistan faaliyetlerinin tıkanmasına neden olmuştur. 
Gerekli görüşmelerden sonra Öcalan’ın talimatıyla PKK örgüt mensupları Türk solu örgütleri ile irtibatlarını kesmiş, bunu ispat etmek içinde TDKP örgüt mensupları na saldırarak, birçoğunu taşlar ve sopalar ile yaralamıştır. Yaşanan bu hadise Yunan Hükümeti ikna etmiş olacak ki olaylardan iki gün sonra ilişkiler eski haline geri dönmüş ve yeniden para akışı sağlanmıştır. 

PKK terör örgütünün bu dönemde sürtüşme yaşadığı örgütlerin başında Rızgari örgütü gelmektedir. PKK militanları, Rızgaricileri PKK’nın mirası üzerinden rant elde etmekle suçlayarak, defalarca bürolarını basmışlardır. Rızgari’nin PKK’ya göre daha küçük bir örgüt olmasına karşın PKK kadar etkin olması sorunun temelindeki asıl nedendir. 

10 Nisan 1997’de 300 üyeli Yunan Parlamentosunda 157 milletvekilinin ortak bir mektup hazırlayarak, Abdullah Öcalan’ın Yunanistan’a davet edilmesi yönünde çağrıda bulunması da Yunanistan’ın PKK’ya desteğini somut olarak göstermiştir. 

Söz konusu davet mektubuna Öcalan’ın yanıtı gecikmemiştir. 4 Haziran 1997’de Büyük Britanya Otelinde Yunanistan sorumlusu tarafından organize edilen bir davette, parlamenterlere Öcalan’ın şükranlarını sunduğu ifade edilmiştir. 
Bu süreçten sonra Dimitri adında bir gizli servis elamanı örgütün Botan olarak adlandırdığı, Şırnak-Mardin-Siirt üçgeninde altı ay kalmış ve metropollere yönelik yapılacak eylemlerin çeşitleri hakkında 
çalışmalar yapılmıştır. 

PKK’nın 1997–1998 Avrupa Faaliyetleri 

PKK terör örgütünün siyasi kanadı ERNK’nin faaliyetleri ilk defa 1994 yılında Atina’da başlamış, akabinde Almanya ve Fransa’daki birçok şehirde, Avusturya-Viyana, Danimarka-Kopenhag, Norveç-Oslo, Finlandiya-Helsinki ve İsveç-Stockholm şehirlerinde de büroları açılmıştır. 

Bu örgütlenme zamanla o denli büyümüştür ki Avrupa örgütlenmesine yeni bir sistem getirilmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır. 1997 yılına gelindiğinde Avrupa sahası 18 eyalet şeklinde yeniden düzenlenmiştir. 
PKK’nın faaliyet alanı olarak belirlediği 18 eyaletin 10 tanesinin Almanya’da olması da Almanya’nın örgüt için önemini ortaya koymuştur. 

1997 yılı itibari ile özellikle PKK güdümlü bölücülük, başta Avrupa Parlamentosu olmak üzere, bazı uluslararası platformlarda gündeme alınmış, tartışılmış ve ülkemize yönelik tavsiye kararlarına konu olmuştur. 
Örgüt, askeri alanda aldığı darbelere rağmen Batılı devletlerin destekleriyle gücünü muhafaza etmeyi sürdürmüştür. 

Almanya 1993 yılında ülkesindeki PKK faaliyetlerini yasaklamış olmasına rağmen, bu karara uygun herhangi bir çalışma içerisine girmemiştir. 1997 yılına gelindiğinde ise Alman hükümeti PKK’yı, terör örgütü konumundan çıkararak, organize suç örgütü şeklinde görmeye başlamıştır. 

Aynı yıl Alman istihbarat görevlileri Lübnan’a giderek Öcalan ile görüşmüş ve Almanya’da eylem yapmamaları halinde örgütün terör örgütü olarak anılmasından vazgeçileceği sözünü verilmişlerdir. Dolayısı ile bu durum daha sonra Alman hükümetinin politikalarına da yansımıştır. 

Bu görüşmeden sonra, PKK yöneticisi olmaktan yakalanan ve Almanya’da tutuklu olan Avrupa sorumlusu Kani Yılmaz’a verilen ceza, terör örgütü yöneticiliğinden çıkarılarak organize suç örgütü kapsamında değerlendiril  miştir. 

 Kani Yılmaz’ın ERNK Sorumluluğu yaptığı dönemde Yönetimde; 

Almanya: 

Orta Eyalet Sorumlusu Apo Kod, Köln sorumlusu Hamza Kod, Bonn sorumlusu Beritan Kod, Duesseldorf sorumlusu Agit Kod, Aşağı saksonya Eyaleti: Hamburg sorumlusu Cihat Kod, Kassel sorumlusu Zilan Kod, Bremen sorumlusu Cevat Kod, Kuzey Saksonya Eyaleti Sorumlusu Filo Kod, Hannover sorumlusu Munzur Kod, Bayern Eyaleti sorumlusu Berfîn Kod, Münih sorumlusu Doğan Kod, Nürnberg sorumlusu Kazım Kod, yardımcısı Şiyar Kod, Ullm sorumlusu Metin Kod, yardımcısı Dersim kod, Berlin Eyaleti sorumlusu Halat Kod, Leipzig sorumlusu. Ali Kod, Güney eyaleti sorumlusu Mustafa Kod, Fransa Sorumlusu Doğan Kod, Paris sorumlusu Uğur Kod, Marsilya sorumlusu Haydar kod, Strazburg  Sorumlusu Ekrem Kod, Belçika sorumlusu Talisin Kod, Hollanda sorumlusu Civan Kod, Arnheim sorumlusu Serhat Kod, İsviçre sorumlusu Hayati Kod, Romanya sorumlusu Metin Kod, Danimarka sorumlusu Aydın Kod, Norveç sorumlusu Hamza kod olarak görev almıştır. 

Bu yapılanmaya göre her sorumlunun mahiyetinde yardımcıları, yardımcılara bağlı (1l)'er kişiden oluşan komiteler mevcut oluşturulmuştur. Meydana gelen yapılar aracılığı ile elde edilen gelir ise Genel Sorumlu olan Kani Yılmaz'a iletilmektedir. 
Bu paralar Kani Yılmaz'ın bilgisi dahilinde lojistik ve Askeri malzeme alımında kullanılmakta ve çeşitli yollardan kuryeler vasıtasıyla Türkiye’de faaliyet gösteren silahlı kanada gönderilmektedir. 

Ali Çiçek Kod ve Mahsum Kod isimli örgüt mensupları ise Avrupa'da Lojistik ve Askeri malzeme ile ilgili maddi desteğin sağlanması ve alımından sorumlu olmuşlardır. Her iki şahısta faaliyet gösterdikleri zaman diliminde 
doğrudan Kani Yılmaz'a bağlı olarak çalışmışlardır. 

Kani Yılmaz’ın tutuklanmasının akabinde yeni ERNK yapısı oluşturulmuştur. 

Buna göre; 

Suriyeli ŞAHİN Kod PKK Avrupa Sorumlusu-PKK Merkez Komite Üyesi olarak atanmıştır. 

Avrupa Genel Dış İlişkiler Sorumluluğuna DOĞAN Kod (Kırşehirli) 

Orta Almanya Sorumluğuna HASAN Kod (Tuncelili) 

Güney Almanya Sorumluluğuna DILAR Kod 

Kuzey Almanya Sorumluluğuna Türkiye’de bir süre ceza evinde yatan MUSTAFA Kod Türkiye'deki Legal Faaliyetlerin Sorumluluğuna ESAT Kod (Urfalı) 

DHP Avrupa Sorumluluğuna CİHAN Kod Zafer Koç 

Avrupa Genel Eğitim Sorumluluğuna DİROK Kod 

Avrupa YCK Sorumluluğuna SİPAN Kod 

İskandinavya Sorumluluğuna Konya Cihanbeylili Selahattin Canavar 

Almanya Dış İlişkiler Sorumluluğuna MİZGİN Kod atanmıştır. 

Bu yeni yapılanmaya göre Avrupa Cephe Yönetimi 15 örgüt mensubundan oluşmaktadır. Cephe yönetiminin bir alt biriminde faaliyet yürüten örgüt mensupları (Ülke Bürosu) adı altında çalışma yürütmektedirler. 
Avrupa'dan örgütün diğer faaliyet yürüttüğü alanlara örgüt mensuplarını bu Ülke Bürosu göndermekle yetkilendirilmiştir. 

Türkiye de faaliyet yürüten örgüt mensuplarının parasal ihtiyaçları ile telsiz, telefon, elektronik araç ve gereçlerinin temini ve kırsal alana aktarımı da bu büro tarafından yapılmaktadır. Bu büroda o dönem HALİL Kod, ALİ ÇİÇEK Kod ve AGİT Kod isimli örgüt mensupları faaliyet göstermiştir. 

Bu büro doğrudan Avrupa sorumlusuna bağlı olarak faaliyet yürütmekte ve emirleri ondan almaktadır. Bu büroda çalışan örgüt mensuplarının tamamına Almanya pasaportu temin edildiğinden, faaliyetlerinde hiçbir sorun  yaşanmamaktadır. Ülke Bürosunda faaliyet gösteren militanlar, verilen görev gereğince Avrupa'nın bütün ülkelerini dolaşarak, bağlı birimlerdeki çalışmaları denetlerler. 

Bu yapılanmaya göre PKK terör örgütünün Avrupa kanadı ayrıca, Türkiye'de legal olarak çalışan tüm kitle, cephe yapıları ile basın yayın faaliyetlerini de yönlendirmektedir. Türkiye’deki Cezaevleri ve sözde PKK yapıları da Avrupa 
örgütüne bağlıdır. Bu süreçte Cezaevlerinde bulunan sözde örgüt yönetimleri yazdıkları raporları düzenli olarak cezaevlerine gönderilen kuryeler ve ziyaretçiler vasıtasıyla Türkiye’deki birimlere iletir, bu birimlerde posta veya kurye vasıtasıyla Avrupa yönetimine bildirimde bulunurlar. Öyle ki Türkiye’de yakalanan her örgüt mensubu hakkındaki bilgiler en kısa sürede Avrupa'ya ulaştırılarak, yönetimin bilgilendirilmesi sağlanmıştır. 

Yine PKK Almanya Mali Birimince her bölgede para toplama komiteleri kurulmuş ve alınan paralar bir merkezde toplanarak ilgili yerlere aktarılmıştır. Konu ile ilgili olarak Kali G.; "…ben alan olarak Paris'in Montajeole alanında faaliyet gösterdim, burada bulunan Kürt kökenli vatandaşlara propaganda yaptım, toplanan paralan daha kolaylıkla  alınmasını sağladım, Paris'te bulunan her komitede (11) kişi faaliyet göstermektedir, 1997 yılı Haziran ayına kadar bu şekilde faaliyette bulundum, 1997 yılı Haziran ayında konferansı andıran bir toplantı yapıldı, örgüt sorumluları olan Doğan ve Filo Kod isimli örgüt mensupları beni Almanya'nın Nürnberg şehrinde faaliyet göstermem için görevlendirdiler, buraya giderek bölge sorumlusu Kazım Kod ile görüştüm ve yardımcısı oldum. Nürnberg bölgesinde (6) komite alanı bulunmaktadır. 

Bu komitelerden her ay (15) bin Mark para teslim alırdım. Bu parayı da sorumlum Kazım'a makbuz karşılığı teslim ettim, Kazım'da bu parayı Avrupa sorumlusu Salih Kod'a teslim etmekte idi…” beyanlarıyla alt birimlerden üst birimlere doğru bir vergilendirme çalışmasının yapıldığını ifade etmiştir. 

Örgütün bu denli organize şekilde örgütlendiği Almanya’da Alman Hükümeti bir yandan PKK’yı cesaretlendiren adımlar atarken diğer yandan da Türkiye’ye yönelik pozitif mesajlar vererek, denge politikasını devam ettirmiştir. Bu siyasetin yansıması olarak Alman hükümeti 1997 yılında PKK’nın ülkesinde yardım  toplamasını yasaklamıştır. Alman ceza kanununun 129. maddesinin (a) bendine göre, terör örgütü kabul edilen örgütlere üye olmak ve yardım etmek suç sayılmıştır. Bu yasa kapsamında 1998’de Köln ve Hamburg’da, Aralık 1999 da ise Berlin’in Kreuzberg semtinde bazı örgüt evlerine baskınlar yapılmıştır. 

PKK örgüt yönetimi ise faaliyetlerinin yasaklanması kararının kaldırılması için Diplomasi Grubunu devreye sokarak "PKK Yasağı Kalksın-Yasak Yerine Diyalog" sloganıyla yeni bir kampanya başlatmış, söz konusu kampanyaya bir takım Alman sendika, dernek, kurum ve kuruluşlar ile siyasi partiler de destek vermiştir. 

Almanya Türkiye’yi memnun edecek bir takım adımlar atmış olsa da, danışıklı döğüş şeklinde Yunanistan hemen devreye girerek örgütü sahiplenen projeler ortaya koymuştur. Almanya ve Yunanistan’ın bağımlı ilişkileri günümüzde de ortaya çıkan bir gerçektir. Ekonomisi iflas eden Yunanistan’ın en önemli hamisi Alman devleti olup, Almanlar Yunan Devleti üzerindeki etkisini burada da göstermiştir. 

10 Mayıs 1998 tarihinde Atina’da düzenlenen “ Eski ve Yeni Doğu Sorunu ” adlı bir konferansta konuşan PASOK Merkez Yönetim Kurulu üyesi M. Haralambidis, Yunanistan Meclisi Dışişleri ve Savunma Komisyonu’nun, Sözde Kürt Parlamentosu ile beraber ortak bir toplantı yapmasını ve Yunanistan’ın düzenleyeceği bir Avrupa konferansıyla, sözde Kürt sorunu konusunda yeni bir Avrupa politikasına öncülük edilmesi gerektiğini ifade ederek örgüte desteğini derinleştirmiştir. 

Keza, Yunanistan’ın, Türkiye aleyhindeki terörist faaliyetlere verdiği destek, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından her yıl yayınlanan Küresel Terörizm Raporlarında; “Yunanistan’ın terör örgütü PKK’nın, Atina’da bir irtibat bürosu kurulmasına izin verdiği” ve “Türkiye’deki terörist faaliyetleri ile tanınan PKK örgütüne hoşgörülü baktığı” şeklinde eleştirilere uğramıştır. 

Bu konu ayrıca, Time Dergisi’nin, 30 Mart 1998 tarihli nüshasında “A Hellenic Heaven” başlığıyla inceleme konusu yapılarak, terör örgütünün Yunanistan’da rahatlıkla faaliyet gösterebildiği gündeme getirilmiştir. Yunanlılar kendi ülkelerindeki PKK faaliyetleriyle yetinmeyerek diğer ülkelerde de PKK faaliyetlerini desteklemişlerdir. Yunan asıllı Alman uyruklu SDP milletvekilleri Almanya’da bir Kürt köyünün kurulması için meclis bünyesinde çalışmalar sürdürmüştür. 

Öte yandan Yunanistan Sol ve İlerici Koalisyon Partisi Lideri Nikos Konstantopoulos Yunanistan’ın Loutraki bölgesindeki mülteci kampını ziyaret ederek Kürtçü organizasyonlara her türlü desteği vereceğini deklere etmiştir. 

Terör örgütünün Yunanistan kamplarında eğitim alan H. T. Adlı militanla yapılan mülakaatta; “…1997 yılı Kasım ayı içerisinde Adana havalimanından uçak ile İstanbul Atatürk Hava limanına geldim. 
Burada uçuş işlemlerimi tamamladıktan sonra uçakla Romanya ülkesine gittim. beni daha önceden telefonla arayan Hüseyin Kod isimli örgüt mensubu ile yanında Romen vatandaşı olan bir bayan ile birlikte karşıladılar. Bir arabaya binerek Bükreş şehrinde bulunan Romen bir bayanın evine gittik. Romanya'da bir ay kadar kaldım… Bir defa Hüseyin Kod isimli örgüt mensubu ile Kürt Derneğine gittik. 
Aradan bir süre geçtikten sonra Hüseyin Kod beni daha önce tanıştırdığı Gulan Kod isimli örgüt mensubuyla birlikte üzerimizde bulunan pasaportlarımızla Romanya'dan Bulgaristan'a tren ile gönderildik. Burada bizi ismini bilmediğim bir erkek örgüt mensubu karşılayarak, bu ülkede bulunan Kürt Derneğine götürdü. Burada bir gece aldıktan sonra ertesi gün Bulgaristan'dan Yunanistan'a otobüsle gönderildik… Bu şahıs bizi yanma alarak Atina'da bir eve götürdü. Bizi karşılayan örgüt mensubu akşam hava karadıktan sonra ben ve diğer iki arkadaşla birlikte Atina'nın dışında örgüte ait olan bir binaya götürüldük. Burada benimle birlikte toplam 50-60 kadar örgüt mensubu bulunmaktaydı. Benim katıldığım eğitim devresine 15. Yıl Eğitim Devresi deniyordu. Burada bayanlar ve erkekler ayrı ayrı kalmaktaydık. Bayanların sorumlusu Raperin Kod adlı örgüt mensubuydu. 

Ben Yunanistan'da ki bu kampa geldiğimde yazılı olarak Öz geçmiş raporumu verdim. Burada kendi isteğimle Aryen Kod adını aldım. 

Yunanistan'da ki kampta bulunduğum sırada ağabeyim olan S. T. ile karşılaştım… 

 …Bize bu kampta siyasi eğitim olarak "Parti Tarihî-Felsefe- Kadın ve Aile- Önderlik Gerçeği- Sosyalizm" gibi konular üzerine eğitim gördük. Burada ki eğitim dönemi bittikten sonra bizlere İran'da bulunan Kandil dağının eteklerinde bulunan başka bir kampa katılacağımızı kamp sorumlusu olan Deniz Kod isimli örgüt mensubu bizlere bildirdi. 1998 yılı Mayıs ayında uçağa binerek İran'ın Tahran şehrine gitmek üzere hareket ettik…” şeklindeki beyanları örgütün Atina’da ne denli rahat eğitim aldırdığını göstermektedir. 

Kürtçülük faaliyetlerinde Yunanistan’ın yanında İsveç devleti de öncü rol alan devletlerden bir diğeridir. Daha önceki yıllarda İsveç devletinin himayesinde açılan ve Kürt edebiyatını bir çatı altında toplaması amacıyla kurulan, “Kürt Kütüphanesi” istenilen başarıyı elde edemediğinden, yeniden yapılandırılması için çalışma  başlatılmıştır. Bu doğrultuda Geleceğin Kültürü Fonundan bu kuruluşa 1,4 milyon İsveç kronu aktarılarak kurumun çalışmalarına hız vermesi sağlanmıştır. 

Bu çerçevede 1998 tarihinde Avrupa’da PKK örgütü tarafından gerçekleştirilen ve geneli örgütünün Türk devletince muhatap kabul edilmesi için yapılan eylemlerin kronolojisi şu şekildedir. 

. 01 Şubat 1998 tarihinde Almanya-Köln’de 700 kişilik PKK sempatizan larınca bir toplantı gerçekleşmiştir. 
. Bu yıl İrlanda’nın Dublin şehrinde PKK güdümünde faaliyet gösteren Kürdistan Enformasyon Merkezi, Türk Turizmine yönelik boykot çağrısında bulunarak, Türkiye’ye seyahat edilmemesi çağrısında bulunmuştur. 
. PKK Avrupa sorumlusu Kani Yılmaz Kod Faysal Dumlayıcı, Celle Eyalet Yüksek Mahkemesi tarafından 7,5 yıl ağır hapse cezalandırılmış olmasına rağmen, ertesi gün aynı mahkeme tarafından serbest bırakılmış, bu 
konuda kutlamalar yapılmıştır. 
. Belçika’da örgüt güdümlü kuruluşlarca başlatılan yardım kampanyasında Ocak 1998 tarihi itibari ile 7 milyon Belçika frangı toplanmıştır. 
. Almanya-Stuttgart’ta 14 Şubat 1998 tarihinde “Stuttgart Siyasi Tutuklularla Dayanışma Komitesinin” 
organizasyonunda yardım gecesi düzenlenmiştir. 
. Örgüt paralelinde faaliyet gösteren “Vicdani Retçiler” adı verilen grup tarafından Türkiye’nin Köln Konsolosluğu önüne siyah çelenk bırakılmıştır. 
. PKK paralelinde Fransa’da faaliyet gösteren FKDF (Fransa Kürt Dernekleri Federasyonu) tarafından 10 Ocak1998 tarihinde “Bir Halkın Soykırımı ve Göçe Zorlanması” adı altında Republigue meydanında gösteri 
düzenlenmiştir. 
. 30 Ocak 1998 tarihinde İngiltere Bağımsız Televizyon Komisyonu (ITC) terörü destekleyen yayınlarından dolayı Med-Tv’ye 90.000 pound para cezası verilmesini kararlaştırmıştır. 
. Kürdistan Hukukçular Birliğinin 2. olağan kongresi 10 Mayıs 1998 tarihinde Almanya’nın Köln kentinde yapılmıştır. 
. Kürdistan Gazetesinin kurulmasının 100. yılı münasebeti ile 1998 yılı örgütçe Kürt Basın Yılı olarak kabul edilmiş olup, bahse konu olay eylem ve etkinliklerle kutlanmıştır. 
. 1996 yılında kurulan Kürdistan Gazeteciler Birliği 3. kongresini bu yıl 15 Şubat tarihinde Almanya’nın Köln kentinde gerçekleştirmiştir. 
Kürdistan Gazeteciler Birliğinin faaliyetlerinin arttırıldığı bu zamanda örgütün özellikle önemli bir medya gücüne sahip olduğu görülmektedir. Konu ile ilgili bilgi veren F.D. ile yapılan mülalaatta; “

1- Özgür Politika Gazetesi: Almanya'nın DİSBURG şehrinde yayınlanır. Günlük tüm Avrupa'ya dağıtılır ve günlük (10000 )adet satılmaktadır. 

2- Zülfikar Dergisi: Almanya'da aylık olarak çıkar. Alevi kökenli vatandaşlara hitap eder. 

3-Sterka Civan Dergisi: Almanya'da aylık çıkar gençliğe yönelik yayınlar yapar. 

4-Yurtsever İmamlar Birliği Yayın Organı 

5-Yezidilere Yönelik Yayın Organı 

6-Kürdistanın Sesi Dergisi: aylık olarak Yunanistan da çıkarılır, 

7-Voçea Mezapotamya: aylık olarak Romanya'da çıkarılır. 

8-Akîna Welat Gazetesi: aylık olarak Moskova'da çıkarılır Birleşmiş milletler içerisindeki Kürt kökenli vatandaşlara yöneliktir. 

9-Revşen Dergisi: Almanya'da aylık olarak çıkarılır. 

10-Kürdistan Report: Almanya'da aylık olarak çıkarılır İngilizcedir. Avrupa'ya yönelik yayın yapar. 

11-Jina Serbilint (Başı Dik Kadın) Dergisi: Avrupa'daki kadınları yönelik aylık olarak çıkartılır. 

12-Toplumsal Alternatif Dergisi: DHP örgütünün yayın organıdır. Almanya'nın Köln şehrinde çıkartılır. Bu dergiler PKK terör örgütünün legal yayınları olarak Avrupa da çıkartılmaktadır” ifadeleriyle bu zamanda kitlenin yönlendirilmesinde kullanılan Medya ağının çeşitliliğini göstermiştir. 

PKK terör örgütünün askeri kanadının kuruluş yıl dönümü olan 15 Ağustos nedeni ile yurtdışında gerçekleştirilen etkinlikler çerçevesinde; 

. 14 Ağustos 1998 tarihinde Almanya/Hannover ve Oldenburg'da bir miting düzenlenmiş, akabinde mitingi düzenleyen grup Bremen'e geçerek DHKP-C mensuplarının da katılımı ile ikinci bir miting gerçekleştirmiştir. Bremen'de gerçekleştirilen miting esnasında açılan stantta "Kürt realitesinin yasaklanmasını kabul etmiyoruz", "Yasak yerine diyalog" ve "Kürdistan kurtuluş hareketi 15 yıldır sürüyor" başlıklı bildiriler dağıtılmış, mitingden sonra Bremen Parlamento Binası önünde basın açıklaması yapılmıştır. 
. 15 Ağustos 1998 tarihinde Almanya/Münih'te yaklaşık 50 kişinin katılımı ile West Parkta bir piknik düzenlenmiş, polis toplu oturmaya ve müzik etkinliklerine izin vermemiştir. 
. 16 Ağustos 1998 tarihinde Danimarka/Kopenhag’da piknik düzenlenmiştir. 
. 16 Ağustos 1988 tarihinde Fransa/Marsilya'da "Kürt Halkevi" organizasyonunda Montpellier, Marignane ve Marsilya'daki sempatizanların katılımı ile bir gösteri düzenlenmiş, söz konusu gösteride folklor gösterileri  nin yanı sıra sözde ERNK bayrağı açılarak çeşitli konuşmalar yapılmıştır. 
. 16 Ağustos 1998 tarihinde Romanya/Bükreş'te yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı bir toplantıda, Türkiye aleyhinde sloganlar atılmıştır. 
. 06 Ağustos 1998 tarihinde Rusya'nın Moskova şehrinde sözde Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi (ERNK) BDT ve Doğu Avrupa sorumlusu Mahir Velat (K) Numan Uçar tarafından Rüstem Broy, sözde SKP milletvekillerinden Şeref Aşiri ve M. Samoyev ile Azerbaycan Kürtlerinden Aziz Akrari'nin da yer aldığı bir basın toplantısı düzenlenmiştir. 
. 17 Ağustos 1998 tarihinde Moskova Gençlik Sarayı salonunda bir etkinlik düzenlenmiş, söz konusu etkinliğe Moskova'da yaşayan Ermenistan, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkiye kökenli sempatizanlar ile bazı Rus 
vatandaşlarının yanı sıra Yaroslav'daki örgüt kampından minibüs ile gelen bir grup iştirak etmiştir. 
. Öte yandan, terör örgütü PKK adına yurt dışında faaliyet gösteren örgüt mensuplarınca her yıl düzenlenmekte olan Kürdistan Festivali, Almanya'nın Hessen Eyaletinde yapılması planlanmışsa da, Alman hükümet yetkililerinden gerekli destek ve iznin alınamaması nedeniyle festival, 12 Eylül 1998 tarihinde Hollanda'nın Rotterdam kentinde gerçekleştirilmiştir. 
. Rusya Federasyonu devlet DUMA'sı 09 Eylül 1998 tarihli oturumunda "Türkiye Cumhuriyetinde Kürt Sorununun Çözümüne Yönelik Barışçı Girişim" başlıklı bir açıklama kabul edilmiştir. DUMA'nın, terör örgütü PKK tarafından 01 Eylül 1998 tarihinde ilan edilen sözde tek taraflı ateşkes girişimini desteklediği, ayrıca 
BM, Uluslararası kuruluşlar, hükümetler, parlamentolar ve uluslararası kamuoyuna "Uluslararası hukukun genel kabul gören prensip ve normları çerçevesinde Kürt sorununa barışçı bir çözüm bulunması ve çatışmaların önlenmesi için ellerinden geleni yapmaları" yönünde çağrıda bulunulmuştur. 
. Ermenistan'da faaliyet gösteren Örgüt mensuplarınca, Yezidi orijinli şahısların yoğun olarak yaşadığı Artaşat, Haştarak, Aparan, Alagyaz, Al-Kazan ve Artık şehirlerinde PKK temsilcilikleri açılmıştır. Leninakan ve Emişadze şehirlerinde iki eğitim kampı daha açmaya çalışılmıştır. 
. 01 Eylül 1998 tarihinde Yunanistan/Atina'da bulunan Bathis Meydanında toplanan PKK yandaşları Yunan Parlamentosuna kadar devam eden bir protesto yürüyüşü gerçekleştirmiş, geceyi parlamento binası önünde geçiren kalabalık 02 Eylül 1998 günü sabah saatlerinde dağılmıştır. 
. 12-13 Eylül 1998 tarihinde Finlandiya/Helsinki'de "Kürt Kültür Konferansı" adı altında bir etkinlik düzenlenmiştir. 
. 17 Ekim 1998 tarihinde Hamburg Etnografya müzesinde gerçekleştirilen Cumhuriyetimizin 75. Yılı kutlamaları esnasında; müze dışında "Kürdistan Öğrenciler Birliği", "Hamburg Üniversitesi Yabancılar Şubesi" ve "Kürdistan Halkevi" isimli kuruluşlar tarafından bir protesto gösterisi düzenlenmiş, söz konusu gösteride “75. Yıl Türkiye Cumhuriyeti, 75. Yıl Baskı Demektir" başlıklı bildiriler dağıtılmıştır. 
. Avrupa alanında faaliyet gösteren örgüt mensuplarınca MED-TV yayınlarının Türkiye Devletince engellenmeye çalışıldığı iddiası ile Belçika/Brüksel'de bir gösteri düzenlenmiştir. Aynı iddialarla 15 Ekim 1998 tarihinde örgüt mensuplarınca Almanya/Köln'de yapılan gösteride WDR Stüdyoları işgal edilmek istenmiş, ayrıca Köln Katedrali'nin kulelerine sözde PKK bayrağı asma girişimi Alman Güvenlik  Kuvvetlerince engellenmiştir. 
. Belçika'da faaliyet gösteren örgüt mensuplarınca 10 Ekim 1998 tarihinde Louvain'de "Kürt Halkına Karşı Yürütülen Savaşın Durdurulması" konulu bir toplantı gerçekleştirilmiştir. Söz konusu toplantıya PKK Avrupa sorumlu su Kanı Yılmaz (K) Faysal Dunlayıcı, SKP'nu temsilen Yaşar Kaya, Ali Yiğit, Mahmut Kılıç, Mesut Faysal, I-KDP ve I-KYB temsilcilerinin yanı sıra Belçika Flaman Sosyalist Partisi -Avrupa Parlamentosu Üyesi Ann Van Lancker ile Danielle Mıtterand katılmıştır. 
. Leuven'de ikamet eden ve örgüt yanlısı bayanlardan oluşan bir grup, 24 Ekim 1998 tarihinde Brüksel Flaman Parlamentosuna giderek parlamenterler ile "Türkiye'deki Kürtlerin Sıkıntıları" konusunda görüşme yapmışlardır. Söz konusu görüşme Belçika/Leuven'de örgüt paralelinde faaliyet gösteren Kürt Dayanışma  Derneği organizesinde gerçekleştirilmiştir. 
. 24 Ekim 1998 tarihinde Belçika/Brüksel'deki NATO Genel Merkezi önünde terör örgütü PKK yanlısı bir grup, Türkiye aleyhtarı sloganlar içeren ve PKK'yı temsil eden sözde bayrakları taşıyarak gösteri yürüyüşü yapmışlardır. 
. Belçika’nın Jura Kantonu'nda PKK mensuplarınca eğitim amaçlı kullanılan bir Gençlik Kampı İsviçre Federal Polisince aranmış, arama esnasında bir kısım belge ve kasete el konularak incelemeye alınmıştır 
. Danimarka/Kopenhag'ta Cumhuriyetimizin 75. Yıldönümü kutlamaları çerçevesinde gerçekleştirilen “Turquie La Belle" gösterisi öncesinde, Frederiksberg Belediye Sarayı önünde, Kopenhag’da faaliyet gösteren Turizmi Boykot Komitesi tarafından "Türkiye'ye Turizm Seyahatini Boykot Edin", "Türkiye Altarnatif Turizm Rehberi" başlıklı ülkemiz aleyhtarı broşürler dağıtılmıştır. 
. 19 Ekim 1998 tarihinde Helsinki'de faaliyet gösteren ERNK bürosu organizesinde ülkemizi protesto amacı ile bir gösteri gerçekleştirilmiş, göstericiler Parlamento binası önünde Türkiye aleyhine sloganlar atmış ve "ERNK Avrupa Temsilciliği” imzalı bildiriler dağıtılmıştır. 
. Rusya Federasyonu Parlamentosu DUMA'ya bağlı Jeopolitika Komitesi, 08 Ekim 1998 günü "Türkiye-Suriye sınırındaki gergin durum" konulu bir basın toplantısı düzenlemiş, söz konusu toplantıya Komite başkanı Mıtraforov'un yanısıra, Komünist Partili Milletvekili Yuri Nıkoforenko ile ERNK'nın sözde BDT ve Doğu 
Avrupa temsilcisi Mahir Velat (K) Numan Uçar da katılmıştır. Toplantıda Mıtrafınov, "Türkiye-Suriye arasındaki gerginliğin diplomatik görüşmeler yoluyla çözümlenmesi gerektiği, Kürt sorununun ise acilen Birleşmiş Milletler tarafından gündeme alınmasında yarar olduğu" konularını içeren bir konuşma yapmış, ayrıca Jeopolitika Komitesi'nce "TC. Yöneticilerinin saldırgan açıklamaları“ başlıklı bir bildiri yayınlamıştır. 
. Terör örgütü PKK'nın Avrupa alanındaki üst düzey organizasyonu olan ve Avrupa sorumlusunun başkanlığında oluşturulan Avrupa Cephe Merkezi, 1998 yılı Ağustos ayı ilk haftası içerisinde bir toplantı gerçekleştirmiş, söz konusu toplantıda; “Kürt Sanat Akademisi'nin” işlerlik kazanması amacı ile Almanya'da bir bina satın alınması, Avrupa'da bir üniversite açılması yönünde çalışmaların başlatılması, Hollanda'da "Kürt Bankası" çalışmalarına hız verilmesi yönünde kararlar almıştır. 

1989 Paris Konferansı, 1991 Bonn ve Stockholm Konferansları, 1993 Avrupa Konseyi Kararları, 12-13- Mart 1994 tarihlerinde Belçika Brüksel'de Mediko Enternasyonal tarafından düzenlenen Kuzey Kürdistan Konferansı gibi aktivitelerin bir yansıması olarak; 23 Haziran 1998 tarihinde Meclis Raportörü İsviçreli Sosyalist Parlamenter Ruth Gaby Vermot-Mangol'ın kaleme aldığı rapor Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından "Güneydoğu Anadolu'da ve Kuzey Irak'ta Yerlerinde Edilmiş Kimselerin ve Göçmenlerin İnsani Durumu" ismi ile ele alınarak gündem yapılmıştır. 

Söz konusu raporun hazırlanmasına 1991 yılı itibarıyla başlanmış ve esas olarak Kuzey Iraklı mültecilerin durumunu düzeltmeye yönelik olmasına rağmen, zaman içerisinde PKK'nın geliştirdiği siyasi-diplomatik faaliyetlerin etkisiyle, terör örgütü PKK'yı ülkemizle siyasi muhatap düzeyine yükseltmeye çalışılmıştır. 

Yine PKK yandaşı Mahmut Baksı181 isimli etnik Kürtçü gazetecinin İsveç Dişileri Bakan Yardımcı Pierre Schori ile yapmış olduğu ve İsveç Aftonbladet Gazetesinde yayınlanan röportajda, "PKK'nın Kürt Halkının temsilcisi olduğu ve Türkiye Cumhuriyeti ile PKK'nın Kürt sorunun tarafları olduğu, sorunun çözümü için bu iki gücün mutlaka siyasi diyalog başlatmaları gerektiği” şeklinde dile getirilen hususlar, Avrupa'nın sözde soruna yaklaşımını ve PKK'nın bu alanda kastettiği mesafeyi son derece çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur. 

181 PKK terör örgütü daha önceki yıllarda Mahmut Baksi’nin kız kardeşi Leyla Baksi’yi infaz etmiş ve bunu resmi yayın organlarında da üstlenmiştir. Mahmut Baksi ise örgüt tarafından öldürülmemek şartıyla, örgüte destek vermeyi kabul eden bir kişidir. 

1998 yılı Temmuz ayında İHD’nin organize ettiği bir gösteriye katılarak PKK adına eyleme iştirak eden 4 kadın ve 3 erkekten oluşan Avusturyalı toplam 7 kişi gözaltına alınmıştır. Yine 1998 nevruzunda Diyarbakır’da ki kutlama larda yasadışı olaylar meydana gelmiş, gazeteci sıfatıyla bu gösterilerde yer aldığı tespit edilen Dino Kod adlı İtalyan vatandaşı Damiano Frisullo ve iki İtalyan arkadaşı gözaltına alınmıştır. Bu gelişmeden hemen sonra PKK Almanya örgütü tüm ülkelerde protesto gösterileri düzenlemiştir. Mahkeme tarafından bir yıl cezaya çarptırılan Dino kodun cezası daha sonra paraya çevrilerek serbest bırakılmıştır. Bu kişi İtalyan Kızıl Tugaylar (BR) örgütünün bir mensubu olup, daha önce bu suçtan dolayı ülkesinde gözaltına alınmış bir kişidir. 

Yukarıda uzun uzun anlattığımız olaylarda örgütün dile getirdiği yeni arguman PKK’nın Türkiye Cumhuriyeti tarafından muhatap kabul edilmesini sağlamaktır. 

Bu amaçla yabancı parti, dernek ve etkili kişilerce de görüşülerek ülkemizin bu yönde bir adım atmasına zorlanması arzu edilmiştir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI BÖLÜM 9

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI BÖLÜM 9


PKK/VEJİN Muhalif Grubunun Meydana Çıkışı 

Kuveyt işgaline ait gelişmelerin yaşandığı ve örgütün yeni durum karşısında açılımlar yapmaya çalıştığı bu zamanda, PKK içerisinde yeni bir muhalif grup ortaya çıkmıştır. PKK içerisindeki muhalif hareketlerin ortak noktası, daima küçük grupların kopmasıyla meydana gelmiş olmasıdır. 

Örgüt içerisinde yaşanan hizipleşme birçok kez daha büyümeden bastırılmış ve büyümesi engellenmiştir. Fakat bu defaki kopuş ise örgütte kaygıyla karşılanmıştır. Ahmet Kod Mehmet Cahit Şener’in liderliğini yaptığı grup örgüt içerisinde saygınlığı olan kişilerden oluşmaktadır. 

Cahit Şener’in örgütten kopuş süreci aslında Öcalan ile arasındaki mücadele anlayışının farklılığından kaynaklanmaktadır. Öcalan, Cahit Şener’le ilgili olarak; ”… Şener batı müziği dinleyerek dans ediyor, bu biçimde militan ların ahlakını bozuyor, zihinsel lümpenizmi geliştiriyor. Bu özel savaşın en son taktiğidir…” şeklinde beyanlarda bulunarak, aslında bilinçaltında ki kıskançlık duygularını ideolojik savaşa dönüştürmüş, neticesinde de bu kişisel çatışmalar ve metot sorunu kopuş sürecini ortaya çıkarmıştır162. Cahit Şener Öcalan’ı derin güçlerin adamı olmakla suçlamış ve onun bu oyununa uymayanların zaman içerisinde bertaraf edildiğini belirtmiştir. 

1991 yılında PKK içerisinden kopan bu muhalif hareket PKK/VEJİN olarak adlandırılmıştır. Şener, Öcalan’ın konumunu, O’nun Merkez Komitenin haberi olmadan pazarlıklar yapmasını, örgütün gelirinin denetlenmesine müsaade etmemesini ve PKK-ABD-Suriye ilişkilerini eleştirdiğinden, örgüt tarafından hain ilan edilmiştir. 

PKK/Vejin grubu ABD’nin Irak’a müdahalesinin Irak içerisinden bir Kürt devletinin çıkması için önemli olduğunu, bu dönemde KDP ve KYB’ye desek verilerek, bağımsızlık çalışmalarına ortak olunmasını, sınıra göç eden halkın iyi organize edilerek Irak rejimine karşı ayaklanma başlatılmasını, PKK’nın Saddam rejimini desteklemekle Kürt devleti oluşumuna ihanet ettiğini ifade etmiştir. Vejincilerin bu açıklamaları yaptığı sırada PKK’lılar ise Barzani’ye ait KDP güçleri yönelik saldırılara geçerek, onların güçlerini kırmaya başlamışlardır. 

Mehmet Şener, PKK ve onun lideri Öcalan’ın pratiğini açıkça eleştirmesi nedeniyle hemen gözaltına alınmıştır. Örgüt tarafından hakkında hemen İnfaz kararı verilen Şener, tutuklu kaldığı mağarada kendine yakın 
isimlerden Faik Kod Abdurrahman Kayıkçı ve Sarı Baran Kod Cihangir Hazır’ın yardımı ile kaçarak, kurtulmayı başarmıştır. 

Vejinciler, KDP-B’nin desteği ile Duhok bölgesinde iki ayrı kamp oluşturul muş ve PŞ-KAWA örgütü ile de ittifak yapılarak ortak mücadele kararı almıştır. Ayrıca VEJİN’ciler İstanbul, Ankara, İzmir, Batman illerinde de örgütlenmeye giderek oluşumlarını tamamlamaya çalışmışlardır. Avrupa örgütlenmesine ise Cahit Şener’in kardeşi ilhan Şener getirilmiş ve örgüt İsveç’i üs olarak kullanmaya başlamıştır. 

Öcalan ortaya çıkan yeni durum karşısında hemen Suriye istihbaratı ile ilişkiye girerek, Kasım 1991 tarihinde Avrupa’ya kaçma hazırlığı içerisinde olan M. Cahit Şener’i Suriye’nin Kamışlı ilinde yakalattırarak öldürtmüştür. 
Şener’in ölümünden sonra VEJİN hareketinin başına Sarı Baran Kod Cihangir Hazır geçmiştir. 

Fakat diğer muhalif hareketlerin akıbeti gibi VEJİN hareketi de örgüt içi bölünmeyi sağlayamamış, oluşumunun akabinde Türkiye sorumlusu Faik Kod Abdurrahman Kayıkçı’nın yakalanması ile yurt içi örgütlenmesi 
çözülmüştür. PKK-VEJİN gerekli atılımı sağlayamamış ve zamanla marjinal bir konumda erimiştir. 

Bu dönemde infaz edilen bir diğer isimde Ali Rıza Kod adlı Mehmet Çimen’dir. Çimen on bir yıl cezaevinde kaldıktan sonra tahliyesinin ardından kaldığı yerden tekrar örgüt faaliyetlere devam eder. Akabinde de 1992'nin 
ortalarında Avrupa örgütünün koordinatör yardımcılığına getirilir. 

Cezaevinden çıktıktan sonra PKK’nın tamamen despotik bir yapıya büründüğünü ve örgüt içi demokrasinin kalmadığını görerek, bu sorunun çözümü için çaba sarf etmek ister. Bu çabalarını kendi sonunu da hazırlar. PKK Avrupa yönetimince tutuklanır ve uygulamaya alındığı 1993 yılında Hollanda’da bir evde öldürülür. Cesedi banyo küvetine yerleştirilir ve üzerine asit dökülerek tüm cesedi ortadan kaldırılır 163. 

Dönem İçerisinde PKK-Rusya İlişkileri 

PKK ve Ruslar arasındaki işbirliği örgütün sosyalist stratejisi nedeniyle S.S.C.B. dönemine kadar uzanmaktadır. Sovyet hükümeti her dönem örgütün ülkesindeki faaliyetlerine izin vererek, topraklarında önemli 
bir güç haline gelmesine neden olmuştur. Avrupa’dan kırsala çıkan kişiler Moskova üzerinden Ermenistan’a oradan da İran üzerinden Kandil’e gitmişlerdir. Ogün için PKK’nın kırsal faaliyet alanına en güvenli geçiş 
güzergâhı bu hat olmuştur. 

S.S.C.B. döneminde başlayan ilişkiler Rusya’nın kurulmasından sonrada devam etmiş ve Bağımsız Devletler Topluluğunun hüküm sürdüğü ülkelerde aynı hızla yürütülmüştür. Bu kapsamda Temmuz 1993 tarihinde Rus resmi yetkilileri ve PKK temsilcileri arasında yapılan anlaşmadan sonra, Rusya, PKK’ya doğrudan destek vermeye başlamış ve Rusça Kürdistan Report Dergisi legal olarak yayınlanmaya başlamıştır. Toplantıdan bir yıl sonra 20 Şubat 1994 tarihinde PKK’nın Rusya sorumlularının yanı sıra, Rusya Ulusal ve Bölgesel Politika Sorunları Bakan Yardımcısı da katıldığı üç gün süreli bir konferans gerçekleştirilmiş ve sonuç bildirgesinde, Rus Devletinin PKK’yı uluslararası düzeyde tanıması için çağrı yapılmıştır. 

Bu konferansın akabinde 28 Ekim 1994 tarihinde yapılan “BDT Kürleri Kurultayına” PKK temsilcileri resmi olarak davet edilirken, Türk gazetecilerin konferansı seyretmesine dahi izin verilmemiştir. Bu toplantı paralelinde 
24-25 Kasım 1994 tarihinde Moskova’da yapılan ikici bir toplantıda ise, Öcalan’ın “Kürt sorunun sonlandırılması için AGİK’in müdahale etmesi” çağrısına destek verildiği belirtilmiş ve Rusya’nın bu süreçte arabulucu olabileceğini belirtmiştir. 

Rusya’nın bu zamanda Kürt kartına sarılmasında ana etkenlerden en önemlisi, S.S.C.B’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan Türki cumhuriyetler ve Rusya’da yaşayan milyonlarca Türk’ün varlığıdır. Rus devleti, Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkaslardaki etkinliğini kırmak için ülkesinde yaşayan Kürtleri ve PKK’yı kullanmaya çalışmıştır. 

Bu dönem içerisinde gündemde olan diğer bir konuda Kafkas petrollerinin Avrupa aktarımı için petrol boru hatlarının geçeceği güzergâhın belirlenmesi meselesidir. Ruslar bu petrolün kendi ülkelerinden geçerek Avrupa’ya gitmesini isterken, Türkiye ise Anadolu üzerinden Balkanlara ve oradan Avrupa’ya aktarılmasında ısrar etmektedir. Tamda bu tartışmaların yaşandığı zamanda Öcalan Alman ARD televizyonuna verdiği bir demeçte, “Kafkas petrollerinin Güneydoğudan geçmesi konusunda ilgili tarafların PKK’yı da hesaba katmasının gerektiğini ve bu planı işlevsiz kılabileceğini” belirtmiş ve Rusya’nın isteği doğrultusunda hareket edeceğini ima etmiştir. 

Kafkas petrollerinin Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınma konusunun konuşulduğu bu günlerde, PKK’nın Karedeniz Bölgesine grup gönderdiği ve eylem hazırlığı içinde olduğu tespit edilmiştir. Bu zamandan sonra Gümüşhane, Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Ardahan bölgelerine küçük gruplar gönderilmiştir. Örgüt Ruslardan ve onların yandaşı İranlılardan aldığı talimat gereğince, petrol boru hattının yapılması planlanan 
güzergahın çevresindeki tüm alanlarda eylemlere girmiş ve güzergahın güvensiz olduğu tezinin işlenmesini sağlamıştır. 

Rusya yıllarca PKK’yı Türkiye’ye karşı kullanmasına karşın, 1999 yılında kendisine sığınan Öcalan’ı ülkesinden apar topar kovmuştur. Bu gerçekler; Kürtlerin Ruslar ya da diğer Avrupalı devletler tarafından umursanmadığı, Güneydoğu sorunu adı verilen konunun istismar edilerek, ülkeleri lehine kazanç sağlanmaya çalıştıkları görülmüştür. Bu devletler için Kürtler sadece uluslararası stratejide koz olarak kullanmak için değerlidir. 

PKK’nın Türk Turizmine Yönelik saldırıları 

1990’lı yılların başlarından itibaren örgütün farklı bir eylem tarzı olarak turizm faaliyetlerine yöneldiği, bu amaçla da Avrupalı turistlerin Türkiye’ye gelmemesi için propaganda yapıldığına şahit olmaktayız. Avrupa’daki seyahat acentelerine örgüt militanları tarafından bire bir yada mektup aracılığıyla bilgilendirmeler yapılarak, Türkiye’deki sözde savaşın finansmanını yapmamaları ve müşterilerini diğer ülkelere yönlendirmeleri 
istenmiş, aksi halde ise Türkiye’ye gidecek turistlere eylem yapılacağını, sorumluluğun ise, firmalara ve kişilere ait olacağı ifade edilmiştir. 

Bu konudaki iddialara göre PKK’yı turizme yönelik eylem yapmaya zorlayan ülke Yunanistan’dır. Yunanlılar Akdeniz turizminde Türkiye ile yarış halinde olduklarından, örgütün özellikle Ege ve Akdeniz sahillerinde yabancı turistlere eylem yapmasını istemiştir. Bu eylemler karşılığında ise örgüte finans ve barınma desteği verilecektir. 

Diğer bir iddia ise bu eylemlerin Yunanlılar ile sınırlı olmadığı, Alman ve Fransızlarında konu ile ilgili olarak ittifaka dahil olduğu, bu ülkelerin ülkelerindeki Türk nüfus nedeniyle güçlü bir Türkiye yerine kendilerine 
bağlı geri bir Türkiye istedikleridir. 

Özellikle Almanya ve Fransa merkezli devam eden örgüt faaliyetleri kapsamında Almanya’daki Türk temsilciliklerine, iş yerlerine, evlerine ve Türklere ait turizm acentelerine saldırılar başlamıştır. Bu saldırıların 

bahse konu ülkelerin kamuoyunda olumsuz etkiler meydana getirmiştir. Alman halkı ucuz ve kaliteli hizmet sunması, ülkelerine yakın olması, Alman halkı ile Türk halkı arasında alışık olmaktan kaynaklı meydana gelen 
bir yakınlaşma ve bir bölümünün de Türkiye’de mülk edinmiş olmaları nedeniyle Türkiye’yi tercih ettikleri bilinmektedir. 

Türkiye’nin Kuzey Irak politikaları ile Alman politikalarının çatıştığı bu yıllarda PKK hemen devreye girmiştir. Öcalan’ın 25 Şubat 1996 tarihinde Med-tv yaptığı bir açıklamada “…Alman kamuoyuna diyorum ki, lütfen bu 
gibi haksızlıkları görün ve karşı tavır alın. Yoksa yarın 50 tane turist cenazesi Almanya’ya gelirse buna şaşmayacaksınız. Çünkü orada kocaman haksızlıklar var. Almanya’yı ciddi uyarıyorum…biz ekonomik hedefe yönelirken ne kadarı Alman, ne kadarı diğer ulustan ayırt etmeyeceğiz. Şu anda savaşı finanse eden kaynak turizmdir” ifadeleri, Alman kamuoyunda kullanılarak Turist gelişini konusunda Türkiye aleyhinde sonuçlar meydana gelmesi sağlanmıştır. 

Örgütün eylemleri neticesinde meydana gelen rezervasyon iptalleri dolayısıyla Turizm gelirlerinde önemli azalma olması nedeniyle Türk tarafından politik baskılar başlanmıştır. Neticesinde önce Fransa akabinde 
ise Kasım 1993 tarihinde Almanya Hükümeti, ülkesinde PKK faaliyetlerini yasaklayan kararlar almıştır. Yasakların genel olarak aşırılığa ulaşan şiddet faaliyetlerini kapsadığını, fakat örgütün siyasal faaliyetlerinde her hangi bir sınırlamaya gidilmediği görülmüştür. Almanlar PKK faaliyetlerini yasaklama ile Türkiye’ye jest yaptıklarını ima etseler de, akabinde terörle mücadele faaliyetlerinde kullanıldığı bahanesiyle Türkiye’ye karşı silah ambargosunu uygulamaya başlamıştır. 

KUM (Kürdistan Ulusal Meclisinin) Kurulması 

Terör örgütünün 26-31 Aralık 1990 tarihleri arasında gerçekleştirdiği IV. konferansında Ulusal Meclis oluşturulması yönünde karar alındığından, 1992 yılından itibaren bu çerçevede çalışmalara hız verilmiştir. KUM’un 
kurulmasıyla; yurt içinde ve yurt dışında faaliyet gösteren kurumsal çevreleri etkilemek, örgütün terörist imajını ortadan kaldırmak ve savaşan taraf statüsünü kazandırarak, FKÖ tarzında uluslararası bir nitelik kazanmak amaç edinilmiştir. 

Buna göre KUM, Filistin modelinde olduğu gibi sürgünde bir ulusal meclis olarak tertip edilecektir. Örgütün hedeflerine göre, öncelikli olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da federatif bir yapının alt temelleri oluşturulacak, akabinde Suriye, İran ve Irak’ta da benzer tarzda federe yapılar meydana getirilerek, zamanla bu federe yapıların birleşmesiyle Bağımsız Birleşik Kürdistan’a geçiş yapılacaktır. 

Öcalan’ın kurmayı hedeflediği devlet Kürdistan olarak isimlendirilse de devletin gerçek mahiyetinin Öcalanistan şeklinde planlandığı görülmektedir. Öcalan Ortadoğu’nun baskıcı rejimlerini de aşan tek lider etrafında 
şekillenen, anti demokratik bir yapı meydana getirmek istemektedir. 

Öcalan 1992’ki bir konuşmasında “…yeni yılda hedefimiz, halkımızın irade ve ulusal birliğinin ifadesi olan Ulusal Meclis kuruluşunu gerçekleştirmektir. Parti Önderliğinin çalışmaları tüm halkımıza örnek olmalıdır… ” diyerek 
hedeflerini ortaya koymuştur164. KUM kurulduktan sonra Avrupa bünyesinde seçimler yapmak dışında herhangi önemli bir netice elde edilmese de, KUM’un bazı Avrupalı Milletvekilleri ile temasları bu çatı altında gerçekleşmiştir. Fransa, Belçika, İsveç ve Danimarka basını KUM’un kuruluşunu kendi yayın organlarında işleyerek bu konuyu kamu oylarına duyurmaya çalışmışlardır. 

20-22 Kasım 1992 tarihinde KUM ile ilgili olarak seçim yapılan ülke ve şehirler şu şekildedir. 

Almanya: Freiburg, Mannheim, Bremen, Frankfurt, Hanburg, Münih, Stutgart, Bonn, Köln, Diesburg, Hagen, Hannover, Bielefeld, Berlin ve Kassel 
Fransa: Paris, Lyon, Montpellier, Marsilya 
Avusturya: Graz, Viyana ve Linz 
Hollanda: Den Hang, Roterdam ile 
Belçika, İngiltere, Danimarka, İsveç, İsviçre, Norveç ve Finlandiya’da tek Merkezde oy kullanma işlemleri yapılmıştır. 

Bu dönemde PKK’nın siyasal faaliyetlerinin artmasında ve KUM’un bürolarının açılmasında Alman devletinin verdiği destek gözden kaçmamıştır. 1992 yılında Mesut Yılmaz Almanya ile ilgili olarak “…Almanya özellikle Türkiye’nin bölgesel güç olmasını istemez, bunun için insan haklarını destekleyip Türkiye’yi oyuna getirmek istemektedir. Çekoslovakya ve Yugoslavya’yı da bölen Almanya’dır. Bu arada Kürt devleti kurdurmakta işlerine geliyor…”165 şeklinde ki beyanı devlet yetkililerinin o dönem Almanya’nın teröre verdiği desteği bildiklerini göstermektedir. 

KUM’un oluşturulmasının akabinde, Bonn konferansında ki kararlar doğrultusunda PKK ve PSK arasında “İşbirliği Protokolü” adlı altında bir anlaşma imzalanmış ve sonradan PDK-BAKUR’da olmak üzere, diğer 
bazı etnik Kürtçü örgütlenmelerde bu işbirliğine davet edilmiştir. 

Örgüt Avrupa’da gerçekleştirdiği ittifaklar sonrasında kendini faaliyet yürütme ve eylem yapmada daha yetkin görmeye başlamıştır. Bu çerçevede 21 Mart (nevruz) başlayan eylemler 4 Eylülde Frankfurt’ta ki festivale 
kadar devam etmiştir. 1993 yılında Serxwebun dergisinde çıkan habere göre “…1993 yılının ilk aylarında Brüksel’deki kitlesel açlık grevi ile başlayan ve yaklaşık üç ay süren nevruz kutlamaları ile devam eden Avrupa’daki kitlesel eylemlilik, 29 Mayısta Bonn ‘da yapılan büyük ulusal birlik ve özgürlük yürüyüşü ile yeni ve gerçek bir zirveye ulaştı… “ denmiştir 166. 


Örgütün bu süreçte faaliyetleri siyasal olmanın yanında askeri yönde de artmış ve ihtiyaçların karşılanması amacıyla gereken mali kaynak gurbetçilerden zorla alınmaya çalışılmıştır. Kampanya adıyla oluşturulan faaliyetlerde vergi şeklinde adlandırılan paraları ödemeyen kişiler cezalandırılmaya başlanmıştır. Bazı değerlendirmelere göre 1995 yılı itibariyle örgütün yıllık geliri 86 milyon dolardır. Bu paranın önemli bir bölümü ise insan kaçakçılığı, haraç alma ve uyuşturucu ticaretinden elde edilmiştir 167. 

PKK’nın gerek Türkiye’de meydana getirdiği şiddet sarmalı, gerekse de Avrupa’daki şiddet eylemleri Batılılarca da kabul edilir boyutu aştığından çeşitli Avrupalı grupların tepkisiyle karşılaşmıştır. 

Bu eylemler Avrupa’da hissedilir duruma ulaşınca Türk devletinin baskıları başlamış ve daha önceki bölümde de ifade ettiğimiz gibi Almanya 26 kasım1993 tarihinde PKK’nın faaliyetlerini ülkesinde yasaklamıştır. 
Bunun akabinde Fransız polisince PKK’nın alt kolları olan Fransa Kürdistan Komite ve Fransa Kürdistan Yurtsever İşçiler Kültür Dernekleri Federasyon una baskın düzenlemiştir. Bunun yanında Belçikalı Sorgu Savcısı J. Brum da yaptığı bir açıklamayla ülkesinde PKK faaliyetlerinin izlenmeye başladığını ifade etmiştir. 

Dünya kamuoyunda meydana gelen PKK karşıtı irade dolayısıyla örgüt tarafından Bonn kararlarına uyacağı ifade edilerek, ateşkes ilan etmiştir. Bu ilanların her dönem Kış aylarına yaklaşırken yapılması ve bahar ayları 
gelince bozulması da gözlerden kaçmayacak bir ayrıntıdır. Örgüt bu ateşkes ilanı ile Avrupa zemininde rahat siyasal çalışma yapma fırsatı elde ederek, dönemi toparlanma süreci olarak kullanmayı hedeflemiştir. 

Örgüt 1993 yılındaki ateşkesten sonra bu şiddet karşıtı Avrupalı güçlerinde desteğini de alarak Avrupa’da geniş katılımlı kitle eylemleri organize etmeyi ve kendini Kürt meselesinde tek muhatap göstermeyi başarmıştır. 

Almanya ve Fransa’da bu gelişmeler olurken, Yunanistan hükümeti Atina yakınlarında bulunan Lavrıon, Lamıa ve Euboa (Eğriboz) gibi mülteci kamplarını, Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren teröristlerin ikamet, 
eğitim ve diğer lojistik ihtiyaçlarının karşılandığı bir kamp haline getirilmiş tir 168. 

Aslında Alman Devletinin sürekli olarak PKK’yı yasaklamak ve desteklemek şeklinde değişen stratejisi kaba bir politik manevralar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hamlelerle zaman zaman iki tarafı hem cezalandırmış hem de ödüllendirmeye çalışmıştır. 1993’deki bu gelişmeler sonrasında Örgütün Avrupa’daki silahlı Kadroları Almanya’dan Yunanistan’a aktarılmıştır. Gerçekte değişen sadece ülke adı olup planlı biranlaşmanın uygulamasından başka bir şey değildir. 


Bu gelişmeler Öcalan’ı o kadar pervasız hale getirmiştir ki, Hasan Cemal aracılığı ile Türkiye’ye mesaj vermekten uzak durmamıştır. Öcalan 14 Nisan 1993 tarihinde Hasan Cemal’e ;”…Ankara bizi görmezlikten geliyor, Batı 
hükümet kapıları, devlet kapıları PKK’ya yardım için açılıyor. Başlangıçta Batıda bize böyle davrandı. PKK’nın kesin güç kazandığını gördüler. Finlandiya Başbakanı görüştü. Belçika görüşüyor, İngiltere parlamento sunda görüşülüyor. Amerika’ya gidiyor bizim temsilciler…”169 şeklinde ifadelerde bulunarak diğer ülkeleri referans göstermiştir. Öcalan’ın Batılı 
Ülkelerden aldığı cesaretle yukarıdaki ifadeleri kullandığı ve sözde ateşkes ilan ettiği 1993 yılı, örgütün en kanlı eylemlerini yaptığı, köyleri yaktığı, insanları acımasızca öldürdüğü dönemdir. 

Bu yıl Avrupa’daki cephe faaliyetlerine katılan Almanların yanı sıra, kırsal alana geçerek silahlı kanat içerisinde de görev alan Alman kökenli militanlar da karşımıza çıkmaya başlamıştır. 1993 yılında Kani kod Eva Juhnke, Medya Kod Vera Heesne, Çektar kod Ulrich Maichle ve Jorg Ulrich adlı kişiler kamplarda eğitim görüp, örgüt içerisinde kadro düzeyinde görev almışlardır 170. 

Alman istihbarat örgütü (BND) ne göre 1990’dan beri en az 30 Alman vatandaşı sıhhiyeci, eğitmen ve militan olarak PKK ya katılmışlardır. Bunların birçoğu Beka Vadisinde bulunan Mahsum Korkmaz Akademisinde 
eğitimden geçmişlerdir. Örgüte Almanya’dan sonra en fazla desteği Yunanlılar vermiş olup, 1997 yılında TSK’nın örgüte yönelik yapılan operasyonlarında ölen militanlar arasında bazı Yunanlıların da olduğu gözlenmiştir171. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;


116 Fuller G., Kürtlerin Kaderi, Avrasya Dosyası, Cilt:1/1, s.138-146. 
117 Çandar C., Medeni Hakları Kabul Edildiği Ölçüde, Kürtleri Türkiyeye Entegre Edebiliriz, Demokrasi Kuşağı, Ankara, Ocak-Şubat 1995, s.32. 
118 Foucher M., Fronts et Frontiers, Paris, 1991. s. 308. 
119 Turan Yavuz, a.g.k., s.141, 147. 
120 Aydınlık Dergisi, 8 Nisan 1995, no: 404, s.10. 
121 TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanlığı: Faaliyet Raporu, Ankara, 1992, s.39-41. 
122 Kendal N., Les Choix de I’Occident, 1994, s.11. 
123 Gunter M., Kuzey Irakta Fiili Kürt Devleti, Avrasya Dosyası, cilt: 1/4, s. 184. 
124 Serxwebun Dergisi, Ocak 1991, s.109. 
125 Öcalan A., Sosyalizm ve Devrim Sorunları, İstanbul, 1992, s.245. 
126 Tavlaş N., “Terörü Tanımlamak”, Strateji Dergisi, s.40 
127 PKK/PAK, 8 Haziran 1991’de Abdullah Öcalan’ın talimatıyla Osman Öcalan ve 90 Irak’lı militan tarafından 
kurulmuştır. Bu örgüt 2000’li yılların sonuna doğru adını PÇDK olarak değiştirmiştir. 
128 Dağlı, a.g.k., s.124. 
129 Ersever C., Üçgendeki Tezgah, s.60-66. 
130 Serxwebun Dergisi, ”PKK 2. Ulusal Konferans Kararları”, Temmuz 1990, s.178. 
131 Serxwebun Dergisi, Mart 1991, s.13. 
132 PKK-GS, “4. Kongre Sonrası Çözümleme, Planla, Perspektif ve Talimatlar”, Ağustos 1991 
133 Ecevit B., TBMM Tutanak Dergisi, Dön:19, Yasama Yılı:1, cilt:4, 1992, s.213. 
134 Eymür M., Analiz, İstanbul, 1991, s.155. 
135 Cemal., a.g.k., s.215. 
136 Pelletiere S. C., “Orta Doğuda Türkiye ve Amerika: Kürt Bağlantısı”, Avrasya dosyası, cilt:1/3, s.170. 
137 Tavlaş, a.g.e, s.66. 
138 Bölügiray N., Özal Döneminde Bölücü Terör, İstanbul, 1993, s.91. 
139 Yavuz, a.g.k., s.231-272. 
140 Avrasya Dosyası, “ABD’nin Türkiye İnsan Hakları Raporu”, cilt 1/3, s.198-220 
141 Ersever, a.g.k. s. 182-194. 
142 Dağlı, a.g.k., s.103. 
143 Ballı, a.g.k., s.455. 
144 Ballı, a.g.k., s.405. 
145 Karer B., Bir Sosyoşog, Bir Örgüt ve Kürt Yıkımı, s.150 
146 Demirkıran, a.g.k., s.110. 
147 www.belgenet/ayrinti.php?yil-id=11 
148 Gün, Faili Bilindik Meçhul Ape Musa, İstanbul, 2011. 
149 Yavuz, a.g.k., s.324. 
150 Öcalan A., “Ayaklanma Taktiği Üzerine Tezler Ve Görevlerimiz Başlıklı” Broşür, 17 Ocak 1992. 
151 Ersever, Üçgendeki Tezgâh, s.151-164 
152 Öcalan, a.g.k., s.259 
153 Stockholm Kürt Konferansı, 1992, s.177. 
154 Stockholm Kürt Konferansı Sonuç Bildirgesi (15-17 Mart 1991), 1992, İstanbul 
155 Ballı, a.g.k., s.106. 
156 Qasımlo E., İran Kürtleri, Uluslararası Kürt Konferansı, İstanbul, 1992, s.64. 
157 Galtung J. “ 15 Mart 1991 Stockholm, 27 Eylül 1991 Bonn”, Deng dergisi, sayı 21, 1992 
158 Demirkıran, a.g.k., s.115. 
159 Öcalan A., Sümer Rahip Devletinden Demokratik Halk Cumhuriyetine Doğru, istanbu, 2001, c-II, s.19. 
160 Emniyet Genel Müdürlüğü TEMÜH Dairesi Başkanlığı Bölücü Terör Şubesi, 1984-1997 Tarihleri arasında 
Türkiye Geneli PKK Terör olayları istatistiği, Ankara 1996 
161 Akçora, a.g.m., s.275. 
162 Sakık, a.g.k., s.81. 
163 Çürükkaya S., Aponun Ayetleri, s.194-197 
164 Serxwebun Dergisi, Ocak 1992, s.13. 
165 Cemal, a.g.k., s.309. 
166 Serxwebun Dergisi, Ocak 1993, s.144. 
167 Mümtaz A., PKK terörünün Belçika boyutu, s.20. 
168 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ANADOLUNUNSESI/151/AND5.htm 
169 Cemal, a.g.k., s.38. 
170 Köknar, a.g.m., s.202. 
171 Köknar, a.g.m., s.203. 


***

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI BÖLÜM 8

ALMANYA’NIN KÜRT POLİTİKALARI VE TERÖRDEN SİYASİLEŞMEYE PKK İSYANI BÖLÜM 8


Irak Müdahalesinin Türkiye’deki PKK Faaliyetlerine Yansıması 

Mevcut ortam PKK tarafından olumlu karşılandığından, Ortadoğu’nun bu karışık ortamında 1990 yılında ayaklanmanın ilk ayağı olan Nusaybin ve Silopi olayları meydana getirilmiştir146. 

ABD’nin müdahalesinden sonra bölgede meydana gelen otorite boşluğu, PKK’nın kullandığı arazi genişliğini daha arttırmıştır. Bunun akabinde birçok kadro Suriye’den daha müsait olan Kuzey Irak sahasına aktarılmıştır. Gelişmeler karşısında daha rahatlayan örgüt, Türkiye metropollerindeki faaliyetlerini arttırmak için, Ocak 1992 tarihinde DHP (Devrimci Halk Partisi) adında yan aparatını oluşturmuş ve bu yeni oluşumun Türkiye’deki metropol faaliyetlerinde kullanılması sağlanmıştır. Örgütün faaliyetlerini Batıdaki metropoller aktarma planın olduğu 1991’de, terörle mücadele adına 
atılan adımların aksi neticeler meydana getirdiği görülmüştür. Bu zamanda terörün lojistik desteğini ortadan kaldırmak amacıyla bazı köyler boşaltılmış, on binlerce vatandaşımız köylerinden Batı illerine göç etmek zorunda 
kalmıştır. Yeterli sosyal önlem alınmadığından göç ederek büyükşehirlere gelen kitle örgütün kontrolüne girmiş, her yerde örgüte müzahir kurumlar kurulmaya başlamıştır. Belki de iyi niyetle (?) başlayan bir uygulama sonuçta örgütün önemli kazançlar elde etmesine vesile olmuştur. 

Gerek Doğu Güneydoğu illerinde gerekse de Batı illerinde ortaya çıkan PKK yandaşı kitle, serhildanların meydana gelmesine neden olmuş, terör kırsaldan şehirlere aktarılmıştır. Bu süreçte terörle mücadele eden kişilerin zaafiyetleri ve yanlışları örgütün şehirlerde güçlenmesini sağlamıştır. 

Körfez savaşının diğer önemli bir olumsuz yansıması da ekonomik ve sonra sında seyreden politik sonuçlarıdır. Savaş döneminde sınır kapılarının kapanması, sınır ticaretinin bitmesi ve bölge insanına ekonomik zenginlik sağlayan petrol boru hattının kapatılması önemli ölçüde ekonomik kayıplara neden olmuştur. Bu durum en çokta bölge insanını etkilemiştir. 

Meydana gelen ekonomik sıkıntılara ek olarak bölgede meydana gelen ayaklanma olayları sonrasında devlet görevlilerinin yanlış müdahalesi, akabinde karanlık güç odaklarınca işlenen faili meçhul cinayetler kişilerin siyasal tercihlerinde de olumsuzluklara neden olmuştur. 

Bu provokasyonlardan biri de Vedat Aydın olayıdır. 

PKK’nın hem Irak’ta hem de Türkiye’de önemli darbeler aldığı ve bölünmeye girdiği bir dönemde yine derin güçlerce sürece müdahale edilmiştir. Bu amaçla 10 Temmuz 1991 günü HEP’in (Halkın Emek Partisi) Diyarbakır il başkanı Vedat Aydın’ın bilinmeyen gruplarca kaçırılarak öldürülmesi, Türkiye’de sıkıntılı zamanların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Aydın ve Anter’in cenaze töreni sırasında olaylar meydana gelmiş, bu olay PKK’nın gövde gösterisine dönüşmüştür. Musa Anter ve Vedat aydın olayları Türkiye’de gerilemeye başlayan PKK’yı yeniden canlandırmış ve güç kazandırmıştır. 

Bu derin provokasyonun en önemli yansıması da 20 Ekim 1991 yılında yapılan genel seçimlerde ortaya çıkmıştır. Seçimler öncesinde böyle bir olayın meydana gelmesi, sadece PKK’ya ve HEP’e yaramıştır. SHP 
bünyesinde seçimlere giren PKK yandaşları, SHP’nin Türkiye genelinde aldığı % 20.75 oyla meclise girmeyi başarmışlardır. Bu oy oranlarında, bölge halkının Vedat Aydın’nın öldürülmesi ve sonrasında yaşanan sürece 
gösterdikleri tepki etkili olmuştur147. HEP, bu seçimlerde 20’ye yakın milletvekilini meclise sokmuştur. 2011 yılında Gazeteci Ercan Gün tarafından kaleme alınan Ape Musa-Faili Bilindik Meçhul adlı kitapta Musa Anter cinayetinin PKK ve derin güçlerin ortak çalışmasıyla gerçekleştiği ortaya çıkarılmıştır 148. 

HEP’in meclise girmesiyle birlikte örgütün illegal söylemleri legal vekiller üzerinden ifade edilmeye başlanmış, bu görüşmeler uluslararası toplantılar da da dillendirilmiştir. Nitekim Talabani’nin 1993 yılında ABD’ne gerçekleş tirdiği gezi sırasında Washington’a giden HEP genel Başkanı Ahmet Türk ve 
Milletvekili Leyla Zana, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan Türkiye’ye ambargo uygulanmasını istemişlerdir149. 

Gelinen aşamada örgüt artık şehirlerde her türlü eylemi rahatlıkla işler hale gelmiştir. 26 Aralık 1991 tarihinde İstanbul Bakırköy’deki Çetinkaya Mağazasına molotoflu saldırıda bulunulmuş ve çıkan yangında 11 
vatandaşımız yanarak can vermiştir. Öcalan eylem sonrasında BBC’ye yaptığı açıklamada eylem talimatını vermediğini fakat eylemi desteklediğini belirtmiştir. Bu zamanda örgüt, Kürt ve Türk çatışması meydana getirerek, 
halkı tamamen kamplaştırmayı hedeflemiştir. 

 1992 yılının Mart ayına gelindiğinde ise Türkiye’nin bazı ilçelerinde hareketlenmeler izlenmeye başlanmıştır. Örgütün planlamasına göre Diyarbakır, Batman, Şırnak, Cizre, Nusaybin, Kızıltepe, Dargeçit gibi 
yerlerde halk ayaklanması başlayacak, ardından da kırsalda gerçekleşecek önemli eylemlerle kurtarılmış bölgeler oluşturulacak ve devlet kurumları işlevsiz kılınacaktır. 

Örgüt tarafından 17 Ocak 1992’de dağıtılan Ayaklanma taktiği üzerine tezler ve görevlerimiz başlıklı bilgilendirmede; “…bütün alanlarda yürüttüğümüz faaliyetler bir anlamda ayaklanma hazırlığıdır. Bunun için daha şimdiden yurt dışı ortamını hazır tutuyoruz. Hatta çok ağır baskıların olması halinde, halkımızı gerilla bicinde dağlara çekebilir, öbür yandan cephe gerilerine taşıyabiliriz. Yani kuzeyden güneye bir yığınağı da biz yapabiliriz. Tabi diğer yandan Türk Halkını harekete geçirmek yine metropollerde ve ordu içinde çalışmalar yapmak ve bunun propagandasını sürekli geliştirmek yerindedir. Diplomasi kanalları oluşturarak harekete geçirmek, ayaklanma süresi boyunca daha çok olanak dahiline girecektir. Özellikle diplomatik alanı iyi hazırlamak gerekir…150” ifadelerine yer verilerek yapılmak istenen ayaklanmanın yöntemleri anlatılmıştır. 

Kurtarılmış bölgeler oluşturma planı çerçevesinde Cizre ilçesinde başlayan olaylar vahim boyutlara ulaşmış, özellikle 20 - 21 Mart gecesi birçok kamu kurum ve kuruluşlarının binalarına ve buralarda çalışan memurların 
evlerine saldırılarda bulunmuştur. Hızla yayılan olaylara güvenlik güçleri müdahale etmiş, çıkan olaylarda 17 kişi hayatını kaybetmiştir. 

Körfez krizi sonrası örgütün eylemlerinde ki artıştan doğal olarak masum halkta nasibini almıştır. Örgütün 1984-1991 yılları arasında sivil hedeflere yönelik gerçkleştirdiği 113 eylemden 80’i 1991 yılından sonraki dönemde 
vuku bulmuştur. 

Örgüt, Mayıs 1992’de 400-500 kişilik gruplarla Irak sınırındaki Türk karakollarına saldırmaya başlamıştır. Devamında 18 Ağustos 1992 gecesi, gerek şehir dışından ve gerekse şehir içindeki milislerce Şırnak’a bir saldırı 
başlatılmış ve 2 gün süren bu baskın güvenlik güçlerince zorla püskürtülmüştür. 

Bu olaylar sırasında halk PKK militanları tarafından Şirnak Çarsı Meydanına toplanarak örgütün propagandasını yapılmış ve İl Valisi şehri terk etmeye zorlanmıştır. Örgütün Cizre sokaklarına asmış olduğu bayrak ancak günler 
sonra indirilebilmiştir. Diğer taraftan, Uludere, Besta, Sinath, Ballıkaya, Cudi, Kato, Karlıova dağlarında kamp yapan teröristler eğitim kamplarını daha ileri noktalara kadar getirmiş ve kurduğu kamp bölgelerin de  uyuşturucu imal edip, uyuşturucu trafiğini yönlendirdiği görülmüştür. 

PKK terör örgütü Türkiye’ye yönelik 1991 - 1992 yılında yaptığı saldırılarını ülkemize 10-15km. uzağında Kuzey Irak’ta kurulu bulunan kamplardan yönlendirdiğinden, bu üslerin yok edilmesi veya en azından zararsız hale 
getirilmesi için, Türk Hava Kuvvetleri tarafından bu üslere zaman zaman hava harekâtları düzenlenmiştir. Harekatın neticelerinin yapılan değerlendir mesinde ise, bu yönlü mücadeleden başarı elde edilemediği anlaşıldığın dan, Barzani ve Talabani ile anlaşılarak 2 Ekim 1992 tarihinde Kuzey Irak’a askeri harekat başlatılmıştır. 

Cem Ersever’in iddiasına göre bu saldırı sonucunda terör örgütünün kaybı; 1500 - 2000 teslim olan, 900 - 1000 yaralı, 1500 - 2000 ölü olmak üzere toplam zayiat 4000 - 4500 kişidir. Bunun yanında, 300 tonu askın yiyecek, 650 bin çeşitli çapta mermi, 3600 civarında kaleşnikof piyade tüfeği ele geçirilmiştir151.” 

Rakamlar biraz abartılmış olsa da örgütün bu harekât sonrasında önemli kayıplar verdiği bilinmektedir. Örgüt her ne kadar bu harekât sırasında ciddi kayıplara uğrasa da 1993 yılı nevruzunda Cizre’de ve Diyarbakır’da yapılan kutlamalarda da çeşitli provokasyonlar yaşanmış ve yine büyük olaylar meydana gelmiştir. 

Bu yıl içerisinde örgüt adına yaşanan en önemli kayıp Hasan Bindal’ın ölümdür. Öcalan’ın köylüsü ve en yakın arkadaşı Hasan Bindal tatbikatta sözde bir kaza kurşunuyla ölmüş, Öcalan bunun örgüt içi bir infaz olduğunu 
ifade ederek, suikastın Şahin Baliç, Kör Cemal, Şemdin Sakık ve Hogir dörtlü çetesi tarafından ortaya konduğunu belirtmiştir152. 

Körfez Savaşı Sonrası Kürt Hareketlerine Yön Verme Girişimleri, 1991 Bonn ve Stockholm Konferansları 

Paris Konferansının üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra, Körfez savaşı patlak vermiş ve sonuçta Kürt meselesi büyük bir sıçrama yaparak, Dünya gündeminde önemli yer tutmaya başlamıştır. Batılı güçler Orta Doğu’da yeni hedefleri için bir dizi silahlı ve siyasal eylem planları oluşturmuş ve bu planlar adım adım hayata geçirilmeye başlanmıştır. 
Avrupalılar öteden beri Ortadoğu’da sorunları çözme değil, kontrollü bir şekilde sorunları devam ettirmeyi esas almışlardır. ABD’nin gizli liderliğinde bir takım Batılı ülkeler Kürtçülük üzerindeki inisiyatifi daha da geliştirmek amacıyla 1991 yılından itibaren somut stratejiler ortaya koyma gayretlerine girmişlerdir. İlk olarak da dağınık vaziyette bulunan Kürtçü örgütlenmelerin bir araya getirilmesi ve yeni bir mücadele stratejisi empoze edilmeye çalışılmıştır. 

Bu amaçla, Kuzey Irakta sıcak gelişmelerin yaşandığı 15-17 Mart 1991 tarihinde, Stockholm ve akabinde 27-28 Eylül 1991 tarihinde Bonn da bir dizi konferanslar gerçekleştirilmiştir. Paris konferansında Fransa ve 
İngiltere inisiyatife hakim iken, Bonn konferansında Almanya’nın inisiyatifi ele aldığı görülmüştür. 

Kürt Halkının Hakları İçin İsveç Komitesi tarafından ”Kürt Haklarının Tanınması-Eylem Stratejileri” ismi 
ile Stockholm’de ortaya konan çalışmalarda Almanlar ve İsveçliler ön plana çıkmış, İsveç’in organize ettiği bu 
konferansa Dış İşleri Bakanlığı Hukuk Danışmanı Ove Bring ve İsveç Göçmenler Bakanı Maj-Lis Lööv iştirak etmiştir. 

Avrupalı ve ABD’li parlamenterlerin de hazır bulunduğu konferans sonunda hazırlanan “Stockholm 
Deklarasyonunda” self determinasyon hakkının verilmesi ve BM Genel Sekreterinin bir uluslararası konferans 
toplaması çağrısı yapılmış, Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, AET, Hükümetler ve NFO’ların 
Türkiye’ye baskı yapmaları istenmiş ve kamuoyu oluşturulması için medyadan baskı yapması gerektiği 
vurgulanmıştır153. 

Konferans sonunda açıklanan “Kürt Halkının Hakları Bildirgesi” isimli belgede ise, Serv anlaşması ile sağlanan hakların geri alınması, silahlı mücadele de dahil olmak üzere her türlü mücadelenin Kürt halkının hakkı 
olduğu ve nihai hedefin birleşik ulusal Kürt Devleti olduğu ifade edilmiştir. 

Maj-Lis Lööv konferansta yaptığı konuşmada; “kuşku olmasın ki, uluslararası topluluğun dikkati Kürt sorunu üzerinde olmaya devam edecektir“ şeklinde bildirimde bulunmuştur. Konferans bildirisinde ise, “Bağımsız Birleşik Kürdistan’ın Kurulması“ kararına yer verilmiştir154. 

Bağımsız Kürdistan hedefi birleşik karar metinde nihai bir hedef olarak ortaya konulmuşken, izlenecek metot olarak da, silahlı eylemeler yerine, demokratik mücadele yöntemleri önerilmiş, insan hakları ve kültürel kimlik mücadelesinin ön plana çıkarılması istenmiştir. Konferansa destek veren bir diğer ülkede Sovyetler olmuştur. Irak savaşı sırasında BM’lere müdahale konusunda destek veren Sovyetler, savaş sonrası Kürt pastasından pay kapma gayretine girmiştir. 

Stockholm’de yer alan diğer bir siyasetçide Suriye Kürt Halkçı Birlik Partisi Başkanı Salih Bedrettin’dir. Suriye devleti Kürt kökenlilere vatandaşlık vermediğinden ve Bedrettin’i terör örgütü lideri gördüğünden kendisi Tunus’ta yaşamaktadır155. Bedrettin bu toplantıda Suriye’nin Kürtlere insanlık dışı uygulamalarını anlatmak yerine, o dönem bir Kürt kökenli Cumhurbaşkanı’nın yönettiği Türkiye’ye eleştiride bulunmuştur. 
Bu toplantıda Batılı devletler Türkiye’yi eleştirildiğinden Bedrettin gibi kişiliklerde Türkiye’yi eleştirmeyi, kabul görmenin bir gereği gibi görmüşler dir. 

Daha sonra ortaya çıkan gelişmelerde Salih Bedrettin’in Suriye’nin onayını alarak Stockholm’e geldiği ortaya çıkmıştır. Hafız Esat dinsel olarak Suriye’de azınlık bir toplumun Sünni çoğunluğa hükmettiği bir rejimin 
lideri olduğundan, Türkiye gibi geneli Sünni bir ülkenin Sünni olan Kürtlerle işbirliği yapmasını engellemek istediği görülmüştür156. Salih Bedrettin ise bu konudaki tüm gerçekleri bilmesine karşın, Esat’la işbirliğine yönelmiştir. 

Stockholm konferansından altı ay sonra, 27-28 Eylül 1991 tarihinde Almanya’nın Bonn kentinde, Kürdistan İnsan Hakları Girişimi ve Aşağı Saksonya Eyalet Hükümeti tarafından “Kürt Halkı: İnsan Hakları Olmadan 
Gelecek Olamaz” isimli uluslararası Kürt konferansı gerçekleşmiştir. Konferansa Medico İnternational isimli Alman sivil toplum kuruluşu da destek vermiştir. 

Dönemin Eyalet Başbakanı Gerhard Schröder (daha sonra Başbakan oldu) konferanstaki konuşmasında; “…Baltık devletlerinin bağımsızlığının tanındığı günümüzde, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı göz ardı edilemez “ şeklinde ifadeye yer vermiştir. Bonn konferansının sonuç bildirgesinde, Kürtler üzerinde ki sözde baskılara son verilmesi istenerek, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyinin Kürt sorununda daha belirleyici olması istenmiştir. 

Bu konferanstan sonra Alman asıllı sözde Barış Araştırmacısı Johan Galtung, “15 Mart 1991 Stockholm, 27 Eylül 1991 Bonn” başlığı ile Deng dergisinde yayınladığı bildirisinde, Kürtlere, üç temel aşamalı bir stratejiyi ortaya 
koyup, “temel insan haklarının kazanılması, federal yapılanmayı da içeren bölgesel otonominin elde edilmesi ve son olarak ta Bağımsız Birleşik Kürdistan” şeklinde yol haritası çizmiştir. 

Bu süreçte Almanya’daki devlet dışı kuruluşlar tarafından “PKK hayır Kürdistan Evet” şeklinde yeni politikalar gündemleştirilmiş tir. Bu çalışmalar kapsamında Alman Johan Galtungun, Bonn konferansında; “…bazı tehlikeli, mutlakçı yaklaşımlar bertaraf edilmeli…” diyerek, PKK’nın ortadan kaldırılmasını istemesi ise, örgüt tarafından tepkiyle karşılanmış ve Kürt hareketlerinin pasifize edilmeye çalışıldığı belirtilmiştir 157. 

Konferansın akabinde, Ekim 1992 yılında PKK ile KDP ve KYB arasında bir savaş başlamış ve iki Iraklı parti PKK’yı bölgeden çıkarmak ve yok etmek için tüm gayretlerini ortaya koymuşlardır. PKK örgütü bu savaşlarda 
birçok militanını yitirmiş ve önemli kayıplar vermiştir. Bu savaşların akabinde nihai bir sonucun çıkmamasıyla, PKK-KDP-KYB-PSK-KÖİP arasında barış görüşmeleri ve diyalog toplantıları olmuş, PKK Avrupa’nın yeni çizgisine çekilmeye çalışılmıştır. 

Almanya’nın PKK politikasında her zaman bir ikilemin olduğu bilinmektedir. Alman devlet güçleri dönem dönem örgütü desteklemekte ve faaliyetlerine göz yummaktayken, zamanı geldiğinde de örgüte ayar vermekte beis görmemişlerdir. Bu politikada temel faktör ise Türkiye’nin Alman devletine karşı olan yaklaşımları belirleyici olmuştur. Türklerin Almanya’nın vesayetini ret ettiği her dönem, terör örgütleri kullanılarak ülkemizi hizaya getirmeye çalışmıştır. Devletin bu ikilemli tavrına karşı, Almanya’daki devlet dışı güçler de PKK konusunda ikiye bölünmüştür. Alman kilisesi, Yeşiller ve Sol Gruplar örgütün faaliyetleri ni desteklerken, diğer kesim PKK’yı geri, faşist ve terörist olarak görmüş tür. 

Almanya haricen PKK’nın silahlı faaliyetlerinin sonlandırılmasını önerse de el altından örgüte ait kurumların rahat çalışmasına ortam sağlamıştır. 
Bu çerçevede örgütün resmi yayın organı olan Serxwebun dergisi tüm gelişmelere karşın Almanya’da yayınlarına devam etme kararı almış, karar doğrultusunda dergi 01 Ocak 1992 yılında yeniden yapılandırılmıştır 158. 

Irak’a müdahalenin ardından nerdeyse tüm güç dengeleri Türkiye’nin aleyhine icraatlar ortaya koymuşlardır. Özellikle Batılı Devletlerin desteği ile Örgüt gücünü her alanda zirveye taşıyabilmiştir. Bu yükselişte ilgili ülkelerin örgütü cesaretlendirmesi en önemli etkendir. 

Irak’a müdahalenin ardından Kuzey Irak’ta meydana gelen boşluğu değerlendiren örgütün Türkiye’ye yönelik saldırılarında artış meydana gelmiştir. bu gelişmeler üzerine Türkiye tarafından 1991’de Irak’ın kuzeyine yapılan askeri harekâta en ciddi tepkiyi Alman Devlet Yetkilileri vermiş olup, bu tepkilerini tehdit boyutuna ulaştırmışlardır. 

Alman Savunma Bakanlığı Müsteşarı Ottfried Hennig, Türkiye ile Saddam’ın aynı olduğunu ve azınlıklara saygı göstermediğini ifade etmiştir. Alman Devleti bu açıklama sonrasında (1991 yılında) Türkiye’ye silah ambargosu koymuş, 1992 Martında ise silah sevkiyatını durdurmuştur. Dışişleri Bakanı Genscher ise Kürtlere azınlık statüsünün verilmesini istemiştir. Ardından 1991 yılın sonlarında 15 Leopard I markalı panzerin 

Türkiye’ye satılmış olması bahane gösterilerek, 31 Mart 1992’de Federal Savunma Bakanı Gerhard Stoltenberg istifa etmeye zorlanmıştır. 

Almanlar 1991 yılında Türkiye karşıtı en önemli güç iken bir yıl sonra 1992’de ambargoyu kaldırmış, akabinde de ülkelerinde yapılacak olan Kürt Parlamentosu seçimleri İçişleri Bakanlığınca iptal edilmiştir. 

Almanların örgüte desteği bu ülkede bulunan kitleyi daha da cesaretlen dirmiştir. 1993 yılında o dönem Almanya’nın başkenti olan Bonn’da PKK’nın organize ettiği bir yürüyüşe 70 bin kişi katılmıştır. 

Diyarbakır'ın Lice ilçesinde 22 Ekim 1993 meydana gelen olayların akabinde örgüt militanları tarafından Almanya’nın birçok kentinde Türk konsolos luklarına saldırılar gerçekleşmiş, PKK’ya destek vermeyen Türk ve Kürt gurbetçilerimiz tartaklanmış ve olayları engellemeye çalışan polislere saldırılarak, araçları yakılmıştır. 

PKK terör örgütü tarafından organize edilen bu şiddet eylemlerinin televizyonlarda yayınlanmasının akabinde Alman halkı kendi ülkelerinde bu hadiselerin yaşanmasına tepki göstererek, hükümette PKK faaliyetlerini 
yasaklaması yönünde baskı yapmıştır. Bu konularla ilgili olarak görüşüne başvurulan Federal Ordu’nun Başmüfettişi Klaus Naumann, Türk devletinin PKK’ye karşı verdiği mücadeleyi “tamamen meşru” olarak nitelendirir. Kasım ayında baskıların zirveye çıkması nedeniyle 26 Kasım 1993’te PKK’nın Almanya’da faaliyet göstermesi yasaklanmıştır. 

Bu yasağın ardından Berivan kod adlı Nilgün Yıldırım ile Ronahi kod adlı Bedriye Taş isimli sempatizanlar Almanya’nın PKK yasağına karşı Mannheim’de kendilerini yakmaya zorlanmıştır. Konu ile ilgili yapılan çalışmada her iki kişinin akli dengelerinin yerinde olmadığı ve örgütün yoğun psikolojik baskısı ile eylem yapmaya zorlandığı görülmüştür. 

 Bu yasağın akabinde Almanya’da faaliyet gösteren 35 dernek, Kurd-Ha Haber Ajansı, Köln’de bulunan Kürdistan Komite ve Berxwedan Dergisine “halklar arası barış fikrini ihlal ettiği, iç güvenliği, kamu düzenini ve Almanya Federal Cumhuriyeti’nin mühim çıkarlarını tehdit ettiği” gerekçeleriyle yasak getirilmiştir. 1994 yılına gelindiğinde ise Hannover İdare Mahkemesi Uluslararası Kürdistan Festivali’ni “Yasaklı örgütlerin bayraklarının açılabileceği tehlikesi” gerekçesiyle yasaklamıştır. Bu gelişmelerin hemen sonrasında Temmuz ayında Halim Dener adlı PKK militanı Polisle girdiği çatışmada ölü ele geçirilir. 

Alman devletinin PKK’ya karşı 1993 ve 1994 yıllarında getirdiği yasak 1994’ün son aylarında rafa kaldırıldığından, dernekler yeniden açılmış ve yasağa rağmen PKK’nın tüm faaliyetleri eskisi gibi devam etmiştir. 
Yasağın uygulamaya geçirildiği bu yıllarda mevcut yasa bazı eyaletlerde uygulanırken, birçoğunun da görmezden gelindiği bilinen bir gerçektir. Bazı eyaletler yasağı görmezden gelerek en başından itibaren örgüte hiçbir yasak getirmemiştir. 

Konuya dönecek olursak, konferans sürecinin sonunda meydana gelen neticeler incelendiğinde, Konferansların amacının Kürtler lehine kazanım sağlamak yerine Kürt gruplarının Avrupa çizgisine çekilmesi ve Avrupa’nın insiyatif almasının sağlanması olmuştur. İlgili devletler bahse konu grupları belli vaatlerle kendi yanlarına çekmiş ve Irak savaşı sonrası Kürt kartı üzerinden politika yapmışlardır. 

Buraya kadar olan zaman dilimi içerisinde karşımıza çıkan en önemli nokta İngiltere’nin Avrupa’daki yeni politikaların şekillendirilmesi çalışmalarına dahil olmamasıdır. İngiltere aslında ön plana çıkmayıp hem ABD ve İsrail’e hem de diğer Avrupalı güçlere rağmen PKK’yı kendi emelleri için kullanmaya devam etmiştir. 

Yukarıda anlatılan süreç aslında dünya siyasetine yön veren üç temel gücün bölgedeki mücadelesinin bir yansımasıdır. Bu gruplar; İsrail ve İsrail yanlısı bazı ABD’li gruplar, başını Almanya ve Fransa’nın çektiği ikinci grup ile İngiltere ve ABD’de İngiliz yanlısı üçüncü gruptur. 

Kürtçü örgütlerin Avrupa’da kazanımlar sağlaması Türkiye’de bir takım sıkıntıların ortaya çıkmasına neden olsa da, Türk yetkililer Avrupa’da ortaya çıkan silahlı faaliyetlerin sınırlandırılması iradesinden faydalanmak 
istemiştir. Bu amaçla Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, 1991 yılında KYB lideri Celal Talabani ile Avusturya’nın başkenti Viyana’da buluşarak, PKK’nın Irak’ta yasaklanması için görüşmeler gerçekleştirmiştir159. Daha öncede ifade edildiği gibi bu toplantının akabinde KYB ve PKK arasında silahlı çatışmalar başlamış, Yaşanan bu süreç için PKK ve KYB kanadı birbirlerini suçlamıştır. KYB göre; PKK, Türk devletiyle anlaşarak Irak’ta oluşacak bir federe yapıya saldırmak istemiş, PKK ise; KYB’nin Türk devletiyle anlaştığı propagandasını yapmıştır. 

Örgüt, 1992’deki kayıplarına rağmen 1993’te hızla toparlanmaya girmiştir. Bu hızlı toparlanmada 1992 yılının başlarında Almanya, İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerde gerçekleştirilen ERNK cephe çalışmaları etken olmuştur. Bu zamanda KUM (Kürdistan Ulusal meclisi) için hızla gerçekleştirilen delege seçimlerinin ardından ülkelerde örgütlenme çalışmaları yapılmış ve Avrupa’da çalışan birçok genç kandırılarak kırsala aktarılmıştır160. 

Bu arada PKK’ya bağlı Avrupa’daki kurumlar tarafından diplomasi çalışmalarına başlanarak, her platformda Türkiye’nin şiddet kullandığı ve Kürtlerin soykırıma uğradığı yönünde gerçek dışı propagandalar başlatılmıştır. 

Örgüt bir yandan Avrupa’daki diplomasi faaliyetlerini sürdürürken diğer yandan Abdurrahman Dürre ve arkadaşlarınca “Kürdistan İmamlar Birliği, Kürdistan Mollalar Birliği ve Kürdistan Dindarlar Birliği” lağvedilerek yerine Almanya’da KİH (Kürdistan İslam Hareketi) kurulmuştur. Bu değişimin ardından İslam ülkelerinde de diplomasi çalışmalarına başlanılması, bu ülkelerin desteğinin alınması ve dindar kesimlerin de örgüte kazandırılması hedeflenmiştir. 

Örgütün dindar Kürtleri yanına çekmeye çalışma gayretlerine rağmen, dine karşı olan düşmanlığını ise sürdürmeye devam etmiştir. 27 Haziran 1992 tarihinde Silvan’ın Yolaç köyünü basan teröristler camide namaz kılan vatandaşları dışarı çıkarıp kursuna dizmiş ve 10 vatandaşımızı öldürmüştür. 

Bu dönem Ermeniler ile PKK’nın işbirliğinin Avrupa’da daha da güçlendirildiği bir dönem olmuştur. Örgütün kuruluş yıldönümü nedeniyle 27 Kasım tarihinde düzenlenen ve Ekim ayında Almanya’da gerçekleştirilen 
kutlamalara Ermenistan Komünist Partisi Merkez Komite üyelerinden bir heyet katılmış, Batılı ülkelere Ermeni ve PKK iddialarının daha güçlü anlatılması için ortak çalışma yapılması için karar alınmıştır161. 

Bu işbirliğinin ardından PKK ve Rus yetkililer arasında 1993 Temmuz ayında bir görüşme gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmeden sonra PKK, Ermenistan-Azerbaycan sınırındaki Laçin koridoruna yerleşerek, Türkiye sınırına beş kilometre uzaklığındaki Elegez kampında üstlenmeye başlamıştır. 

Ermeniler örgüte diğer bir desteği de Erivan radyosu üzerinden gerçekleş miştir. Bu radyo 1990’lı yıllarda şifreli eylem talimatlarının verildiği bir radyo iken aynı zamanda PKK’nın önemli bir propaganda gücü olmuştur. 18 
Mart 1992 günü Erivan radyosunun Kürtçe yayınında; “sayın arkadaşlar ve yoldaşlarımız Mart ayı yine geliyor. 21 Mart yaklaşıyor. Geçen seneler gibi uyumayın, fırsat bu fırsat. Kozlar elimize geçmiş bulunuyor artık…” söylemleriyle halk ayaklanmaya çağrılmıştır. 

Örgütün Eski Merkez Komite Üyesi Baki Karer Ermenistan konusunda; “1996’ya gelindiğinde dış ve iç gelişmeler biraz daha berraklaşmaya başlamıştı. Türkiye başlangıçtaki şoku yavaş yavaş atlatmış, globalleşmenin sendromundan kurtulmuştu. Bilindiği gibi Türkiye’yi istikrarsızlığın içine iten önemli nedenlerden biri, Kafkasya’da Ermenistan’ın ortaya çıkışı ve bu ülkeye ABD’nin sergilediği yaklaşımdı. ABD’nin Ermenistan’a yaklaşımı, İsrail’e yaklaşımıyla hemen hemen eşdeğerliydi. Ortadoğu’da İsrail’e, Kafkaslarda Ermenistan’a dayanarak dengeler oluşturmak istemişti. Hatta ABD, Karabağ sorununda Ermenistan işgalci güç konumunda olmasına karşın, Azerbaycan’a karşı tavır almıştı ve bu tavrı ambargoya kadar götürmüştü. 

ABD böyle bir strateji geliştirirken, stratejisinin saç ayağını K. Irak’ta kurduracağı bir Kürt devletiyle tamamlamayı düşünüyordu. Ama ABD iki noktada yanılgıya düşmüştü; Birinci yanılgısı; K. Irak’ta Kürt halkının ABD’ye karşı olan güvensizliğinin boyutlarını değerlendirememişti. İkinci yanılgısı; Türkiye’nin gücünü ve geliştireceği taktikleri göz ardı etmişti…” şeklinde açıklamalarda bulunarak, Ermenistan’ın Kürtçülük faaliyetlerine verdiği desteğin kendisinin dışında daha global bir planlamanın ürünü olduğunu ifade etmiştir. 

1991 ve 1992 yıllarında özellikle Avrupalıların, Rusların ve Ermenilerin PKK’yı şiddet eylemlerine ve şiddeti de içinde barındıran kitlesel eylemlere zorlamasının altında; özgürlüklerine kavuşan Türk cumhuriyetlerinin 
kontrolünün Türkiye’nin eline geçmesini engellemek vardır. 

Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığa kavuştuğu ve birçok kişinin Türk halkının ilgisini beklediği bu süreçte, Türkiye maalesef PKK’nın isyan hareketlerini bastırmak ve iç güvenliğini korumakla uğraşmıştır. Bu dönemde Batılı ülkeler ve Rusya destekli eylemlerini arttıran PKK terörü nedeniyle Türkiye için büyük bir fırsat heba olmuştur. 

PKK terör örgütü, 1990’lı yıllarda Türkiye’nin Kafkaslar ve Orta Asya’ya tam olarak yönelmesine ayak bağı olurken, 2000’li yılların sonuna doğru ülkemizde gelişen ekonomik ve demokratik gelişmenin de önüne geçilmesi 
için paravan olarak kullanılmıştır. Örgüt halen İnsan Hakları alanında atılan her adıma, Yeni Anayasa çalışmalarına ve yasadışı örgütlenmelere karşı yapılan operasyonlara engel olmak için provokasyonlar yapmaktadır. Bu yönüyle PKK’nın bir hak arayıcısı olmadığı, aksine farklı amaçlar için dizayn edilmiş bir örgütlenme olduğu ortaya çıkmıştır. 

9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



***