15 Mayıs 2020 Cuma

KÖRFEZ ÜLKELERİNDE NÜFUS DENGESİZLİĞİ VE GÜVENLİK SORUNU BÖLÜM 2

KÖRFEZ ÜLKELERİNDE NÜFUS DENGESİZLİĞİ VE GÜVENLİK SORUNU  BÖLÜM 2



Bu rakamlar aracılığıyla yabancı işçi veya ikamet sahipleri ile nasıl başa çıkılacağı konusunda net bir vizyon olmadığını görülür. Körfez bölgesindeki vatandaş olmayanların ülke nüfusuna oranı %35 ile %90 arasında değişmektedir. Yabancılar ve vatandaş olmayanlar Körfez bölgesinde aşırı bir yabancılık durumunda yaşıyor olması, çok etnikli ve kimliksiz bir toplum oluşmasına neden olmuştur. Onları bir araya getiren tek şey, yerli üreticinin gelişmesi, belirsiz
tüketim ve İngiliz dilidir (Al-Ĥarif, 2012, 5-14).

Körfez ülkelerinde sürekli ikamet karşılığında gayrimenkul projesinin temel amacı, bölgedeki ekonomik kârları ve sermayeleri harekete geçirmek olmasına rağmen, gerçek toprak üzerindeki fiziksel gelişmeler bu gayrimenkul projelerinin bir yan ürünü olarak yeni bir toplum oluşturma yönünde hareket etmektedir. 

Bu durum; çalışma, eğitim ve yönetimde anadilin değiştirilmesine kadar ulaşmıştır. Daimi ikamet karşılığında mülkiyet politikasını izleyen dört Körfez ülkesinde İngilizce dili Arapçadan daha fazla kullanılmaktadır (yani Arapça ikinci dil durumuna düştü). Birleşik Arap Emirlikleri’nde Hintliler nüfusun %42,5’ini
oluştururken, Araplar (vatandaşlar ve vatandaş olmayan beraber) sadece %28’ini oluşturmaktadır (Al-Ĥarif, 2012, 3-11).

Yabancılar, Konsey Ülkelerinin nüfusu büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Ancak medyada onlara pek değinilmez. Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinde son yıllarda Yabancıların sayısı büyük artış göstermiştir. Onların yıllık nüfus artı oranı, vatandaşların yıllık nüfus artış oranından en az iki kat daha fazladır. 2000 yılında vatandaş olmayan nüfus yaklaşık 10 milyon iken, 2010 yılında ise 22 milyona ulaşmıştır. Dört konsey ülkesinde (Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar ve Kuveyt) nüfusun çoğunluğunu vatandaş olmayanlar oluşturur oldu.

Öte yandan Yabancılar, işgücünün büyük bölümünü oluştururken iş gücündeki payları gittikçe artmaktadır. Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri’nde işgücü toplamındaki oranları 2010 yılında %95’e ulaşmıştır. Bunlar özel sektördeki çalışanların %99,5’ini oluştururlar. Bunlar özel sektörde yoğunlaşmış olmakla birlikte kamu sektöründeki oranları %50’ye hatta daha fazlaya ulaşmaktadır (UAE, 2012, medya).

Yabancı işçiler, vasıfsız ve düşük ücretli olarak nitelenmektedir. Vasıfları sınırlı olan veya vasıfsız olanların oranı üçte ikiye ulaşmaktadır. Çok vasıflı ve vasıflı olanların oranı ise üçte birdir. Özel sektörde ise vasıfları sınırlı olan veya vasıfsız olanların oranı %70’ten fazladır.

Meslek açısından proje yürütücüleri, uzman ve profesyonel gibi yönetici pozisyonunda olanların oranı 2009 yılı için %15-16’yı geçmez idi. Oysa normal meslekte çalışanlar ve satış işleriyle uğraşanların oranı, çalışanların yarısından fazlasına ulaşmaktadır. Ekonomik faaliyet açısından iş gücü kullanımı, inşaat sektöründe yoğunlaşmıştır (%55). Bunu %13-14 oranla imalat, %10-11 oranla da perakendecilik takip etmektedir. İş gücü piyasasında karşılaşılan sorunlardan biri “Yetenekli gurbetçilerin iş bırakma oranlarının yüksek oluşu, bir diğer ifadeyle toplam işçi oranından vasıflı işçi oranlarının eksilmesi dir. Yukarıdakilere ek olarak, kefil yasası iş gücü piyasasının etkinliğini ve vasıflı iş gücünün Körfez bölgesinde kalmasını olumsuz olarak etkileyen başlıca engellerden
sayılmaktadır.
Kısacası emekçi vatandaşlar öncelikle kamu sektöründe yoğunlaşmaktadır ve bunlardan iş gücü piyasasında kadınların katılımı zayıftır. Erkekler ise erken yaşta işten ayrılmakta ve üretim genellikle düşük olmaktadır.

Körfez emekçileri için örnek olarak Katar’daki yerel emekçilere bakıldığında iş gücünün niteliği ve boyutunda meydana gelen değişiklikler dolayısıyla iki önemli noktaya değinmek gerekir:

Denizcilik mesleğinde çalışan ulusal iş gücünün büyük bir bölümü petrol şirketinde çalışmaya yöneldi.

Petrol şirketinde çalışmaya yönelen ulusal işgücü, nitelik ve nicelik bakımında iki özelliği ile ayrıldı. Sayı bakımından az olması yönünden petrol sektöründeki işgücü talebine denktir. Öte yandan ise bu sektörde çalışmak için yeterli bilgi ve tecrübeye sahip değildir. Bu yüzden teknik olmayan düşük ücretli işlere odaklandı.

Ulusal petrol sektöründeki işgücü paylaşım hacminde meydana gelen değişikliğin üzerinde bu iki özelliğin etkisi görülmektedir. İmtiyazlı aşamasında (yirminci yüzyılın otuzlu yıllarının ikinci yarısı) oranları %80’i aşmış olmasına rağmen, arama ve çıkarma aşamasında (kırklı yılların ikinci yarısı) düşüş kaydetti. 1947 yılında %66’ya, sonra 1950 yılında %60’a ve nihayet 1960 yılında %51’e düştü. Bu aslında, bir taraftan petrol şirketindeki genişleme sonucunda iş için gelenlerin artmasından, öte yandan ise ulusal çalışanların karşılamaya yeterli olmadığı teknik ihtiyaçtan kaynaklanan bir düşüştür (Al-Raşid, Al-Anizan, 2012, 15).
Körfez Ülkeleri az nüfusa sahiptir, yüksek büyüme oranlarına rağmen, ancak, kalkınma planları ve refah politikaları çalışanlar için artan bir talep oluşturmuş tur. Bunun kısa ve orta vadede yerel olarak karşılanması mümkün değildi. Şüphesiz Körfez ülkelerinin her birsinin nüfus orunları ile ilgili politikaları ve yerel organları vardır. Geçen yüzyılın yetmişli yıllarının ortalarından itibaren bu politika, vatandaş olmayanların nüfusun siyasi, güvenlik, ekonomik ve sosyal risk oluşturması korkusuna rağmen, kalkınma planları ve sosyal refah tarafından
oluşturulan işgücü talebini karşılamak için yabancı işgücü getirerek esnek davrandı.

Körfez ekonomilerinin doğası, kalkınmanın hızlandırılması ve deneyimler diğer gelişimine göre kısa sürede yaşam ve refah standardı yükseltmek amaçlı kalkınma planlarının olmaları nedeniyle ve nüfusun az sayıda, ekonomilerinin geri kalanına kıyasla ve işgücü sıkıntısı sebebiyle Körfez İşgücü piyasaları bazı özellikler kazandı.

-Geçmiş yıllarda, yabancı iş gücü talebi artışı.
-Ulusal ekonomilerin hazmetme kapasitesinin genişlemesi, yabancı işgücünün sayısını azaltmak için tarihi direnci ve sürekli yüksek oranlarda "bağımlılığı" ekonominin birçok sektördeki varlığının artması.
-Vatandaşların çoğunluğunun genel refah düzeyinin yükselmesi ve bu nedenle kişisel ve ev hizmetlerindeki emek için başka türden bir isteğin ortaya çıkması.
-Büyük bir emeğin arz ve talep arasındaki uçurum ancak kısa ve orta vadede, yabancı iş gücü getirerek giderilebilir.
-Çoğunlukla kamu sektörü lehine kamu sektörü ve özel sektör arasında bir ücret uçurumun varlığı.
- Çoğunlukla vatandaşların yararına vatandaşlar ve vatandaş olmayanlar arasında bir ücret boşluğunun varlığı.
- Çoğunlukla vatandaş olmayanların lehine, vatandaşlar ile vatandaş olmayanlar arasındaki becerilerde bir boşluğun varlığı.
- Çoğunlukla vatandaş olmayanların lehine vatandaşlar ile vatandaş olmayanlar arasındaki iş etiği ve değerlerinde bir boşluğun varlığı.

Nüfus dengesizliği göstergelerinden bazıları:

Ortalama yaş ve nüfusun cinsiyeti de dâhil olmak üzere Yabancı vatandaşlardan kaynaklanan demografik dengesizlik, işgücü ve işsizlik oranlarıdır. Körfez ülkelerinde demografik dengesizliği vurgulayan göstergeler:

1. Milliyete göre nüfus dağılımındaki eşitsizlik (vatandaşlar/ vatandaş olmayanlar).
2. Diğer yaş gruplarına göre bazı yaş gruplarında nüfus piramidi şişkinliği.
3. Gelen işçilerin bir sonucu olarak, kadın nüfusuna oranla erkek nüfusunun kalitatif bileşim içinde büyük artış göstermesi.
4. İşgücünün büyük bir kısmı üzerinde olmayan vatandaşların, toplam nüfusun oranını aşması.
5. Vatandaş olmayanlara kıyasla vatandaşlar arasındaki yüksek işsizlik oranları (gençler).

1-Milliyet(vatandaşlık) esasına göre nüfus dağılımında eşitsizlik:
1994 yılında vatandaş ve yabancıların istatistiksel nüfusuna göre Bahreyn'de yabancıların nüfusu % 32 artarak yaklaşık 180 bine ulaşmıştır. Katar devleti,690 bin kişilik toplam nüfusunun yaklaşık 540 bin yabancı ile oranı % 78'e çıkmıştır. 2010 yılında ise bu oran % 87’ye yükseldi. BAE’de ise %76 oranla (1.750.000 kişilik nüfus) yaklaşık 2.310.000 kişiye yükselip 2010 yılında ise % 90’a ulaşmıştır (Al-Raşid, Al-Anizan, 2012, 23). Kuveyt'te 2.273.000 kişilik toplam nüfusun %65’ten fazla oranla 1.475.000 kişiyi yabancılar oluşturmaktadır. Suudi Arabistan yaklaşık 4.600.000 kişi ile %31’e ulaştı; Umman Saltanatında 2010 yılında %30’u geçip İşbirliği Konseyi ülkeleri arasında oranı en azı olan ülkedir. (Tablo 5’e bakınız)

Tablo 5: Konsey Ülkelerinde Yıllara Göre Vatandaş Olmayanların Oranı (%)

2- Yaş yapısındaki dengesizlik

Belirli yaş gruplarında yaş yapısındaki doğal olmayan dengesizlik kastedilmektedir. Özellikle çalışma çağındaki20-55 yaşlarında bulunan gruplar ve özel olarak 25-45 kategorisinde olanlar sayısal bir çoğunluk gösterir. Bu da nüfus piramidinde genişlemeye yol açmaktadır.

Konseyi ülkelerinde yabancıların genç erkek oranında bir artışa yol açmıştır. Yaş yapısında belirgin şekil bozukluğu meydana gelmiştir ve bu bozulma ülkeler arasında farklılık göstererek Katar ve BAE gibi bazı ülkelerde artmakta, Umman ve Suudi Arabistan gibi bazı ülkelerde ise daha az belirgin olarak görülmektedir.(Grafik 1’e bakınız)


Grafik 1: Katar’ın Nüfus piramidi (2010).
Kaynak: Katar Nüfus Sayımı Sonuçları.

3. Cinsiyet yapısındaki dengesizlik:

Nüfusun cinsiyet bileşimindeki dengesizlik ile ilgili demografik dengesizlik, Körfez İşbirliği Konseyinde yabancı işçilerin varlığı nedeniyle yüksek oranda ortaya çıkmıştır. Ayrıca erkeklerin sayısının kadınların sayısının üç katı olduğu İşbirliği Konseyi ülkelerinin çoğunda orta yaş grubunda özel bir şekilde görülmektedir. Bu durum, cinsiyet yapısında dengesizlik oluşturmaktadır.

BAE ve Katar’da erkek sayısının ortalaması her 100 kadına karşı 200 erkekten daha fazladır. Hatta bu sayı bazen 312’ye bile ulaşmaktadır. Bu da bazı ülkelerde, en azından bu iki ülkede, erkekler kadınların iki katı olduğu anlamına gelmektedir. Kuveyt devleti bir alt düzeyde olsa da bu durumdan pek farklı değildir. Ama durum Bahreyn, Umman ve Suudi Arabistan Krallığı’nda daha az şiddettedir. S. Arabistan’da cinsiyet oranının düşük olması, belki de Arap
çalışan oranının yüksek olmasına dayalıdır. Bunların çoğu kendi aileleriyle birlikte
geldiklerinden, buradaki cinsiyet dengesizliğini azaltmaktadır. Oysa İşbirliği Konseyinin diğer ülkeleri, Asya’dan gelen ve çoğunluğunu bekâr erkeklerin oluşturduğu işçilere dayanmaktadır (Grafik 2’ye bakınız).


Grafik 2: Dünya ve Konsey Ülkelerinde Cinsiyet Oranı 2010.

4. İş gücünün Bileşimindeki Dengesizlik:

İş gücünün bileşimindeki dengesizlik, vatandaş olmayanların, iş gücünün çoğunun kontrolünü ellerinde bulundurmasından kaynaklanmaktadır. Bunların toplam nüfus içindeki oranı ağır basmaktadır; bu da toplam iş gücün vatandaşların oranında bir düşüşe yol açmıştır. Bu bağlamda bazı çalışmalar Körfezdeki iş gücünün oluşumunu göstermektedir.

Örneğin, Kuveyt Devletinde 1998 yılında 252 bin kişi işçi oranındaki toplam iş gücünün sadece % 17’sini Kuveytliler oluşturmaktadır. Bu da yabancıların genel olarak toplam iş gücünün % 82’den daha azını temsil etmediği anlamına gelmektedir. Son yıllarda Kuveyt’te yabancı işçilerin oranı artış gösterdi. 2007 sayımına göre Kuveyt Devleti iş gücünün hacminde Kuveytli olmayanların oranı %85’e ulaştı (Al-Raşid, M. Al-Anizan, Abd. 2012 s. 17, 18. 22).

Konseyi Ülkelerindeki en önemli demografik benzerlik, toplam işgücü oranında vatandaşlık istihdamının küçük bir bölümü oluşturmasıdır. Böylece, yabancı işçilerin, işgücünün büyük bir kısmını temsil etmektedir. Suudi Arabistan ve Umman gibi İşbirliği Konseyinin altı ülkesinde, ekonomik faaliyetlerin bütün sektörlerinde işgücünün %50den daha fazla bir oranına ulaşmaktadır. Katar, BAE ve Kuveyt12 ise bu oran %85’in üzerindir13.

Konsey ülkelerine olan göç, genel olarak yarım ada dışından genel olarak da Asya’dan gelmektedir. Örneğin Katar devletinde Hindistan’dan gelenlerin oranı yıllar boyunca yaklaşık % 40’ın altına düşmemiştir. Toplam iş gücünde egemen olan Asyalı iş gücü %70’i oluştururken, onun hemen akabinde Arap iş gücü de yaklaşık %22’sini oluşturmaktadır 14.

Ülkeler bazında ise Umman Sultanlığı toplam iş gücünde çalışanların %92-93’ünü Asya’dan karşılamaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri %87, Bahreyn Krallığı %80, Kuveyt %65, Suudi Arabistan %60 ve en son olarak da Katar devleti %45 oranla onu takip etmektedir.

Çalışmaların büyük çoğunluğu, geçen yüzyılın yetmişli yıllarından günümüze kadar Asya işgücü karşısında Arap işgücünün düşüşe geçtiğini işaret etmektedir. Konseyi ülkelerinde, Asya işgücü istihdamının Arap işgücüne tercih edilmesinin en önemli nedenleri:

Asyalı işçilerinin ücretlerinin düşük düzeyde olması; ayrıca Asyalı işçilerin itaatkâr olması, çalışma koşullarına daha fazla tahammül etmesi ve çeşitli iş hizmetlerinin performansında üstün olmasıdır.

Yurt dışından gelen işçilerin çalıştırılması Çalışma Bakanlığı tarafından denetlenen bir plan ile gerçekleşmektedir. Ancak burada ücret ve işçi akını içeren piyasa mekanizmasının hızlı olması açısından, özel sektöre bırakılmıştır.
Bunun yanı sıra Asya ülkelerinde faaliyet gösteren kurumların varlığı, binlerce Asyalı işçinin istihdamına yardımcı olmuştur. Konsey ülkelerindeki bazı büyük inşaat projelerinin uygulanmasına, on binlerce Asyalı işçinin getirilmesine ve kampların kurulmasına neden olmuştur.

On dokuzuncu yüzyıldan beri Hindistan ve diğer Asya ülkelerinden Konsey ülkelerine bir işçi göçü vardı. Bu yüzyılın başında İran'dan da göç oldu. Körfez devletleri, belirli bir milletin siyasi ağırlığını hafifletmek amacıyla gelen işçilerin çeşitli oluşunu arzuluyordu.

Konsey ülkelerinde endüstriyel işletmelerde, uluslararası otel işletmelerinde, bankacılık ve ekonomik faaliyetlerin diğer türlerinde istihdam yayılmaktadır.

5 -vatandaşlar arasında işsizlik oranları

Ucuz işgücünün artmasıyla birlikte, Körfez ülkelerinde işgücü piyasasında yabancı işçilerin payı da artmıştır. Hatta konu bu durumu da aşarak bazı ülkelerdeki vatandaşlar arasında işsizlik oranlarının yüksek oluşunun sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle gençler ve üniversite mezunları da işsizlik listesine katılarak işgücü piyasasına giren gençler arasında zirve yapmaktadır.
Konsey ülkelerinin çoğunda işgücü piyasasında işsizlik derinleşmekte ve sürekli büyüyerek artış göstermektedir. Konsey ülkelerindeki nüfus dengesizliğinin aslı, petrol çıkarma ve ihracat sonucunda, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel etkilerinin bir kombinasyonunun sonucu olarak işgücünün niteliği ve boyutundaki değişikliklere dayanmaktadır.

Konsey ülkelerinin nüfus stratejisinin genel çerçevesi:

-Nüfus ve kalkınma arasındaki ilişkinin önemi, gelişme hâlâ yabancı işgücüne dayanmakta, nüfus yapısındaki dengesizlik uzun vadede, kalkınma planları ve hedeflerini engelleyen tüm nüfus dengesizlikleri ortadan kaldırması, sosyal ve ekonomik hızlı değişimlerle birlikte nüfusun konusunu zorlaştırmaktadır ve gerçekliği anlatan nüfus politikalarının geliştirilmesini gerektirmektedir.
Bu çalışmada bazı hedefler saptandı. 
Bunlar :
- Bir yandan demografi ile işgücü arasında denge sağlamak; öte yandan nüfus ile mevcut kaynaklar arasında denge sağlamak; dengeli kalkınmayı gerçekleştirmek ve şehirlere göçü azaltmak.
- Beşeri sermaye ve eğitim sisteminin geliştirilmesi, en uygun kullanımın geliştirilmesi, ulusal iş gücünün ve iş gücü piyasasının tam istihdamı, vatandaşların ekonomik katılım oranlarında artış sağlamak ve kadınlar için yeni iş alanları açmaktır.
- Yabancıların yerine vatandaşların getirilmek, üretken istihdam olanakları ve ulusal iş gücü için cazip ve uygun ücretleri oluşturulmak; Konsey ülkeleri arasında Körfez iş gücü hareketini kolaylaştırmak.
-Nüfus istatistikleri ve iş gücü piyasası verilerin geliştirilmek, bu verileri sürekli olarak belgelenmek, geliştirmek ve güncellemek; ilgili müfredat ve terminolojiyi standart hale getirilmelidir.
- Nüfus ve demografi, kentsel büyüme ve iç göç, insan kaynakları gelişimi, annelik, çocukluk ve aile stratejisi hedeflerini belirlenmesi. 

Uygulama mekanizmalarını konsey ülkelere bırakıldı. Her devlet, kendi nüfus siyasetine uygun olanı alır, izlenebilir ve değerlendirilebilir hedefler için programlar geliştirir; her üç yılda bir defa Konsey ülkelerinin temsilcileri için toplantı düzenlenir; bu toplantıda nüfus politikaları ve sorunlar ile ilgili alanlarda değişim ve koordinasyon başarıları ve deneyimleri araştırılır.
Strateji, (Stratejik eksene ulaştıran diğer stratejik hedefler içinde) "nüfus ve iş gücünün meseleleri" temel konularının hedefini belirledi. "Nüfus ve insan kaynakları konularında kapsamlı bir tedaviye ulaşmak; konsey işgücünün nüfus yapısı ve kompozisyon dengesizliğini onarmak; nüfusun homojenliği ve konsey ülkelerinde verimliliğin artışı için, Aşağıdaki stratejileri belirlemiştir:

- İnsan gücünü geliştirmek ve verimliliği yükseltmesi gerekir.
- Yabancı iş gücü yerine ulusal iş gücü kullanılması.
- İş gücü piyasasında kadınların olanaklarının artırılma politikalar izlenmeli.
- Özel sektörde çalışmak için ulusal iş gücünün çalışma ve ücretine teşvik politikalarının uygulanması.
- Eğitim ve öğretim sistemlerinin geliştirilmesi.
- Üreten iş gücünde iş ve ahlak değerlerinin aşılanması gerekir.
- Ulusal insan gücü çalıştırmak için özel sektörün teşvik edilmesi ve ulusal iş gücüne kariyer fırsatları verilmesi.
- Yabancı iş gücü ve nüfus ortak komisyonunun kurulması gibi politikaların geliştirilmesi gerekir.

Nüfus ve Güvenlik sorunları:

Nüfus yapısı ve özellikleri, ülkeden ülkeye ve toplumdan topluma farklılık gösterir. Sadece yaş ve cinsiyeti yapıları ya da vatandaş ve vatandaş olmayanlar değil. Ancak bir toplumun, faaliyetleri, sayıları, oranları, inançları ve değerler ile politik, sosyal, kültürel, ekonomik ve güvenlik özellikleri ülkeden ülkeye göre değişir. Bu açıdan bakıldığında, toplam nüfus içinde vatandaş olmayanların sayısındaki artış, özellikle nüfus oranının ulusal güvenlik üzerindeki
etkilerinin araştırılması gerekir.

Demografik ve Ulusal Kimliklerdeki Dengesizlik:

Çağdaş ulusal kimliklerin tarihi, medeniyet, kültürel, etnik ve dini boyutları ve özellikleri vardır. Yine çağdaş siyasi, toplumsal ve ekonomik boyutları ve özellikleri de vardır. Ulusal kimlik, yapı kooperatifleri ve modern devletlerin önemli bir konusu, varoluş duygusu, kültürel ve ahlaki mükemmelliği sayılmaktadır. Birey, toplum, sosyal sınıflar ve gruplar, devlet ve toplum kurumları, ulusal kimliği koruyucusu sayılırlar.

"Körfez" kimliği, Arap ve İslam kimliğine dayanır. Arap Yarımadası’nda coğrafi, tarihsel ve kültürel olarak antik ve modern toplumlarla bağlantısı olan bir arka planı vardır. Karakteristik bazı kentsel ve kırsal tarım alanlarında ve kıyılarda istikrara dayalı geleneksel medeniyet ile göçebelik özelliği dengelidir. Akrabalık ve kabileye dayalı güçlü bir sosyal uyum ile karakterize edilmiştir.

Bu nedenle, Konsey ülkeleri, bu demografik dengesizliği gidermek için uzun vadeli bir planın geliştirilmesi ihtiyacını kavramıştır. Buna göre yabancıların yerine Körfez vatandaşları yavaş yavaş getirilecektir. Böylece başarının sağlanması için özel işlerde yabancıların çalışmaları sınırlanacaktır.
Bunun yanı sıra kadınların iş gücüne katılımının artmasının sağlanması; vatandaşların üretken sektörlere ve profesyonel iş yapmaya teşvik edilmesi; konsey ülkeleri arasında daha fazla ekonomik ve sanayi entegrasyonun oluşturulması; Körfez işgücü arasındaki hareketliliğe yönelik kısıtlamaların kaldırılması ve özellikle son yıllarda ailelerin ve hükümetlerin endişe
verici sorunlarından olan genç işsizliğe (erkek ve kadın) daha fazla çözümler üretmek amaçlanmalı.

Yüksek bir ekonomik büyüme oranını oluşturmak için fırsat sağlamak ve halkın yaşam standardını artırmak amacıyla Konsey ülkelerinin bu yıllarda demografik penceresinden yararlanması gerekir.
Bu fırsattan yararlanmak için iş gücünü geliştirme çalışmaları ve alansal yönlendirme planları olursa bu durum gerçekleşir. Konsey ülkelerdeki nüfus sorununa dikkat edilmezse, son yıllarda nüfus artışının çalışma çağındaki yaş gruplarının lehine yayılmaya başlayacağı görülecektir.
Bu devletlerin hesaba katması gereken örneklerden birisi de Haiti devleti örneğidir. On sekizinci yüzyılın sonunda, başta Haiti olmak üzere Karayip adaları, şekeri ihraç etmesi nedeniyle dünyanın en zengin bölgelerinden biri idi. O günlerde şeker, günümüzdeki petrol rolünü oynuyordu. Böylece Haiti, sömürgeciler ile yatırımcıların odak noktası oldu ve mal üretimi ile büyük kâr sağladığı için küresel bir merkez haline geldi.

Ama aşırı zenginlik ve yerli üretimin yüksek oranına rağmen, Haiti, ekonomik bileşiminde gelişmiş değildi. Küresel pazarın ihtiyaçlarını karşılayan ana maddelerden birine tamamen bağımlı idi. Küresel ekonominin gelişmesi, yeni ve çeşitli ürünlerin ortaya çıkması ve şekerin ekonomik temel olma rolünü kaybetmesiyle birlikte, Haiti ve Karayipler bölgesinde şartlar kötüleşti ve üretim ortadan kalktı. Haiti günümüzde dünyanın en fakir ve en sefil ülkelerinden
biridir.

Sonuç olarak;

Bütün bu nedenlerden dolayı, Körfez ülkelerinde, ekonomi kaynaklarını genişletilmesi, tarımı çeşitlendirerek, enerji ve su gibi kaynakların israfını azaltması, çeşitli sanayi kuruluşları kurup mevcut ucuz enerjiden yararlanarak, küresel ortaklıklara girip büyük kurumlardan hisse alarak, ucuz enerjiye dayalı imalat sanayisini geliştirilmesi gerekmektedir.

Ayrıca turizm ve turizm kaynaklarını geliştirip insana dayalı bir kalkınma modelinin oluşturulmasıyla tek bir ürün olan petrol bağımlılığından kurtulmak için çalışmaların yapılması gerekir.

Buna ek olarak ekonomik yapılarda bir dengesizliğe yol açmadan ulusal istihdama güvenme ve şirketlerin ucuz işgücü sağlama girişimlerine zarar vermeden ve mümkün olduğunca yerli emekçi istihdam etmeye yönelik adımlar atılmalıdır.
Bunun karşılığında, teşvikler ve ayrıcalıklar sunularak vatandaşların çalışması özendirilmeli, bunun yanı sıra gerekli eğitim sağlanmalı ve kendi kendine hizmet eden bir toplum oluşturmak için serbest meslek kültürü tanıtılmalıdır. Kamu ve yüksek öğretim sisteminin iyileştirilmesi ve kayırmalardan uzak kalmak için iş adamları, eğitimciler ve medyanın çabalarından yararlanılması gerekir.

Nüfusun yaş yapısındaki bu değişim, ekonomik büyüme için bir fırsat yaratabilir. Yeni bir şekilde ele alınmazsa nüfus sorununun sonuçları olumsuz etki yapabilir. Bu durum işsizliğin artmasına, emek, göç ve dolayısıyla sosyal ve ekonomik sorunların artmasına yol açabilir.

Bu ülkelerde gelir kaynaklarını çeşitlendirmek için başka alanlarda yatırımların
yapılması, sorunlara pratik çözümler bulunması, gençler arasında işsizliğin önlenmesi, petrol gelirlerine alternatif gelir bulunması, ülke içinde petrol tüketiminin ve israfının azaltılması ve bunun gibi bir dizi zayıf noktalara çözüm yolu bulunması gerekmektedir.


KAYNAKÇA

Abbas BelKasem, Albetale fi Duvel AlĤalij, (Körfez Ülkelerinde İşsizlik) 2012.
Al-A’skeri, Suliman, İktila’ Al-Cuzur ve Tenmit Al-Daya, Ala’rabi Dergisi, Ekim ayı, sayı
647, Kuveyt, 2012.
Al-Ĥarif, Reşuud, Al-tagayurat Al-Demografiye ve Al-Ĥalel Fi Al-Terkibe Al-Sukkaniye
Fi Duvel Meclis Al-Teavin Al-Ĥalici, (Körfez Ekonomik İşbirliği Konsey Ülkelerinde Nüfus
Değişimi ve Nüfus Bozuklukları), Bildiri, Umman, 2012.
Al-Raşid, M. Al-Anizan, Abd, S. A. K. Hakaik ve Arkam, 1. Baskı, Cidde, 2012.
Al-şehabi, Ömer, Siyasat Al-Tevessua Al-Akari Min Menzur Alĥalel Al-Sukkani, (Nüfus
Dengesizliği Açısında Akari Politikasının Genişletilmesi), Katar, Devha, 2012.
Al-şehabi, Ömer ve Diğerleri, Al-Halic 2013: Al-Sabit ve Al-Mutehavil, (Körfez 2013:
Sabit ve Değişkanı), Kuveyt, Kuveyt Şehri, 2013.
Avad, Mohamad ve diğerleri, Al-Tenmiye Al-Şamile ve Alakatuha Bilamen, (Kalkınma ile
Güvenlik İlişkisi) ), S.A.K, Riyad, Naif Arap Üniversitesi yayınları, I. Baskı, 1988.
Bin-İsa, Muhsin, Alamen ve Altenmiye, (Güvenlik ve Kalkınma), S.A.K, Riyad, Naif Arap
Üniv yayınları, I. Baskı, 2011.
Demographic Yearbook 2011, New York, 2012.
Dito, Mohammed, Sukan Al-Bahreyn 2010 (2010’da Bahreyn Nüfusu), Kuveyt, 2013.
El-ektisadiye gazetesi,
Kanbolat, H. Doğan, S. Ortadoğu Ülkelerine Dair İstatistikler, ORSAM Raporu No: 72, 1.
Baskı, Ankara, 2011.
Najar, Ahmed, Suuk Al-A’mel ve Al-Tahavelat Al-Dimografiye, (İş Pazarı ve Nüfus
Değişimi), Umman, Maskat, 2012.
United ArabEmirates, Abu Dhabi 2010
World PopulationProspects: The 2012 Revision, New York 2012.
http://qatar.sfs.georgetown.edu/ 2012

DİPNOTLAR;

1 Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi
2 Körfez Arap Ülkelerinin İşbirliği Konseyi ( Ülkeleri ise; Bahreyn, Birleşik Arap Emirliği, Katar, Kuveyt,
   Umman ve Suudi Arabistan Krallığı). bazında Körfez Ülkeleri, Konsey Ülkeleri veya Körfez Arap Ülkeleri de
   kullanılmaktadır. Ancak biz bu araştırmamızda daha çok (Konsey Ülkeleri) kullanacağız.
   toplumun ve üyelerinin refahını amaçlayan hızlı ve sürekli kalkınma, bu ülkeler için tek
   seçenek olmuştur.
3 Körfez Arap Ülkelerinin İşbirliği Konseyi (Körfez Ülkeleri veya Konseyi Ülkeleri).
4 Daha önceki zamanlarda; bölge nüfusu ise bu bölgeden (Bereketli Hilal) Mezopotamya ve özellikle Levant’a
   (Bilâdü'ş-Şâm) doğru hareket edilirdiler.
5 Gurbetçi, işçi, emek gücü, yabancı ve vatandaş olmayanlar için değişik sözcükler kullanılmaktadır.
6 Oysa 1975 yılında bölgede 10,2 milyon kişi yaşıyordu ve %74 yerli idi.
7 Birleşmiş Milletler kaynaklarına göre.
8 Katar için resmi olmayan rakamlar 90’ının üstünde, BAE için daha da yüksektir.
9 Vatandaş olmayanlar için kullanılmaktadır.
10 Yıllık nüfus artış oranının vatandaşlar arasında %3,2’den %15’e yükselmesine neden olmuştur.
11 Suudi A. K.’lığı için 2010 yılında resmi rakam 27.14 milyon kişi, ancak 1 milyona yakın kaçak işçi bulunduğu tahmin edilmektedir.
12 BAE %95, Katar'da %93 ve Bahreyn ve Kuveyt’te %85’e ulaşmaktadır.
13 2006 yılında Konsey ülkeleri içinde yabancıların sayısı 14,5 milyon işçi teşkil ettiğini (bunlar işçilerin%70’in
    üstünde temsil etmektedir. Üç yıl sonra bu oran %5 artıp 2009 yılında bu oran % 75 ulaşmıştır).
14 1975 yılında Konsey ülkelerinde bulunan ve Arap ülkelerinden gelenlerin oranı %75 civarında idi.

***

KÖRFEZ ÜLKELERİNDE NÜFUS DENGESİZLİĞİ VE GÜVENLİK SORUNU BÖLÜM 1

KÖRFEZ ÜLKELERİNDE NÜFUS DENGESİZLİĞİ VE GÜVENLİK SORUNU  BÖLÜM 1





Salem Khalaf 1* 
* Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi


Özet: 


Dünyanın çeşitli bölgelerinde birçok ülkede olduğu gibi Körfez ülkelerinde de yıllar içinde nüfus dengesizliği sorunundan dolayı sıkıntılar çekilmiştir. Körfez konsey ülkeleri adıyla anılan bu ülkelerin nüfus dengesizliği, gerek devletin siyasi sınırları içinde, gerekse o ülkenin çevresindeki ülkelere göre farklılaşmıştır.

19. yüzyılda yaşanan nüfus azlığı yanında, cinsiyet, yaş, kültür, etnik köken ve hedef (siyasi, iktisadi, stratejik, sosyal ve kültürel) dengesizliğine kadar, zamana göre sürekli devam ede gelmektedir. Örneğin Bahreyn çoğunluk itibariyle Şii iken, günümüzde Şii-Sünni oranı %50 düzeylerindedir.

Körfez ülkelerinin nüfuslanması doğal nüfus artışıyla izah edilemeyecek düzeydedir. 20. yüzyıl başında 1,5 milyon nüfusa sahip iken, günümüzde 46 milyonu aşmıştır.

Bu ülkelere, sayıları ve uyruklarına göre çok farklı işçi niteliğinde nüfus akışı olmaktadır.

Örneğin 1950’li yıllarda körfez ülkelerindeki yabancı işçi sayısı 16 bin iken bu sayı 1975 yılında 1 milyona, 2013’te ise 22 milyona ulaşmıştır. Beraberinde bölgenin karşı karşıya kaldığı siyasi kriz ve sorunların ortaya çıkma ihtimali de artmıştır. Şöyle ki eski yıllarda gelen yabancıların büyük çoğunluğunu (%75) Arap kökenli işçiler oluştururken, günümüzde bu oran gittikçe Arap işçi aleyhinde azalarak (%22) sosyal bir değişime uğramıştır. Burada doğmuş yabancıların vatandaşlık hakkından yoksun bırakılması beraberinde bazı sorunları getirmektedir. Aynı zamanda bu tarz nüfuslanma stratejisi kendi ülke vatandaşlarını yabancılar karşısında azınlık durumuna düşürmüştür. 

   Örneğin Katar nüfusunun % 87’si, BAE’nin % 90’ını, Kuveyt’in %69’unu, Bahreyn’in ise %54’ ünü yabancılar oluşturmaktadır.

Körfez ülkelerinden emeğin karşılığı olan sermayenin yurtdışına legal ve illegal yollardan çıkışı bir risk faktörüdür. Aynı zamanda bu yabancı oranındaki artışlar yıllara göre suç oranlarında da bir artışa neden olmuştur. Ancak bu durum dezavantaj gibi gözükse de beraberinde bir takım avantajlar da getirmektedir. Ülkeye yabancı sermaye akışı sağlamayı teşvik amaçlı oturma izni verilmesi ülkelere ihracat dışındaki sermaye akışını hızlandırmıştır.

Şöyle ki ülkelerin GSMH’lerini artırarak kişi başına düşen milli gelir düzeyinin oldukça yükselmesine yol açmıştır.

Konsey ülkeleri geçmişte ve günümüzde yaşanan nüfus sorunları karşısında gelecek açısından bir çözüm arayışı içindedirler. Bu politikaların hedefi her ne kadar Körfez insanının hak ve refahını koruma eğilimi olsa da aslında yakın gelecek için kuşkusuz onlara zarar verecek şeklide bir sonucu da doğurabilir.

GİRİŞ

İnsanoğlu, dünya ülkelerinin ve özellikle de son yıllarda kalkınma ve ilerlemenin insan eksenli olduğunu, kalkınmayı ise bir araç olarak kullanıldığı ifade edilebilir. Arap Körfez ülkeleri, ekonomik yapısındaki değişiklikler nedeniyle “Körfez insanı” hayvancılık ve istikrarsızlığa dayalı ilkel tarım, balıkçılık, deniz ticareti, deniz korsanlığı ve göçebelik durumundan, geniş ekonomik seçeneklerin bulunduğu, yaşam standartlarının yüksek olduğu ve gelişmiş dünyaya ayak uyduran bir gelişim düzeyi oluşturmak için tarihi bir fırsat elde etti.

Bu fırsat petrol piyasasındaki fiyat, üretim ve gelir açısından iyileşmeyle elde edildi. Elde edilen bu gelir Konsey ülkelerinin rekor bir sürede kalkınmasını en üst düzeye çıkmasını sağladı.

Konsey ülkeleri 2, yavaş kalkınma modeli (başarılı olmayabilirdi) yerine hızlı kalkınmayı ve hız çağına katılmayı tercih ettiği için sorunun burada başladığını söyleyebiliriz. Bu araştırmanın konusu, hemen hemen bu ülkelerdeki gelişmenin ömrü olan yarım yüzyıl boyunca iş gücüne olan talebin önemli ölçüde artması ve gelişim hızına uygun olarak hızlanmasıdır.

Ulusal iş gücü, bu talebi karşılamak için ne hazır ne de yeterliydi. Göç kapıları açıldı ve yabancı işgücü istihdam edildi. Bu durum, körfez ülkelerindeki demografiyi ve özelliklerini büyük ölçüde etkiledi. Nüfus içinde, vatandaş olmayanların oranında artış görülmesinin olumsuz etkisi ve sonuçları olacağı hakkında başından beri bir bilinçlenme vardı. Ancak, Son yıllarda birçok ülkenin farklı nedenlerden dolayı bu gelişme seçeneğine başvurduğu görünüyor. Bunlardan bazılarının, birden fazla olumsuz etkileri nedeniyle (toplam ülke nüfus
içinde vatandaş olmayanların sayısının yüksek oluşu) bu ülkelerin siyasi, jeopolitik, ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri güvenlik ile ilgili kaygıları vardı. Bunun yanı sıra, vatandaşların doğal iş gücünün yoğun yükselişi, iş piyasasına giren gençlerin sayısındaki artış, kadının iş gücünde aktif olarak rol alma beklentisi ve bu ülkelerin yaşadığı iç sorunlardan dolayıdır.

Bu çalışmanın amacı, Körfez Arap ülkelerinde demografik yapıyı ve özelliklerini tanıtmak, ulusal güvenlik ve bileşenleri üzerindeki etkilerini belirlemek, mevcut politikaların faaliyet boyutunu öğrenmek ve durumun daha vahim sonuçlara yol açmadan önce bu sorun için demografik dengesizlikle ilgili çözüm yolları aranmaktadır.

Basra Körfezi ülkelerinde nüfus

Basra Körfezi 3 bölgesindeki doğal koşullar, genel olarak nüfus için çekici olmaktan çok itici olmuştur (nüfus hizmet sektöründe iş ve denizcilik sanayisine dayalı kutuplaşma regülatör evriminde eski bir etken olarak yarım adanın bazı bölgelerindeki köle ticaretini bir yana bırakırsak). Bu sebeple bu alanlardan göçler yaşanmış ve bu göçler petrol keşfedilinceye kadar (Bereketli Hilal’e) Mezopotamya (Irak) ve Levant’a (Bilâdü'ş-Şâm’a) doğru özel bir şekilde gerçekleşmiştir.

On dokuzuncu yüzyılda bölgedeki İngiliz varlığı döneminde düzenli bir şekilde yabancı işgücü çekmeye başlamıştır. Kapsam ve amaçları sınırlı olan bu olgu, idari sınıfın kadrolarına ek olarak güvenlik güçlerinin tanıtımında yoğunlaştırılmış tır4.

1931 yılında bölgede petrolün keşfedilmesi ile birlikte işlerin ekseni tamamen değişti.
Bölgedeki petrolün keşfedilmesiyle ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bütün dünyayı saran sanayi devriminde petrol en önemli meta haline gelince, Arap Yarımadası da küresel ekonomide önemli bir halkaya dönüşmüştür.

Bu dönemde ağırlıklı olarak petrol sektörüne giren vatandaş olmayanların sayısı 1940 yılında 2000’i geçmez iken, petrol sektörüne giren ve çoğunluğu Hindistan ve Batı ülkelerinden gelen vatandaş olmayanların sayısı 1950 yılında 16 bine yükseldi. Bölgedeki nüfus akışının ikinci aşamasının başladığı 1950 ila 1975 yılları arasındaki dönemde ise bu sayıda artış görüldü (Alşehabi, 2012, 16).

Petrolün ticari miktarlarda çıkarılmaya başlanması ile birlikte bu ülkelere tahsis edilen petrol gelirleri oranı da arttı. Bunun karşılığında birikmiş sermaye yatırımı için kamu ve özel sektörde cazip fırsatlar oluşmuştur. 1950 yılında sayısı on binleri aşmayan gurbetçiler5, 1975 yılında yaklaşık bir milyona ulaştı. Gelenlerin yaklaşık %75-80’i kültürel ve coğrafi yakınlıklarından dolayı Araplardan oluşuyordu (Dito, 2013, 42). Konsey Ülkelerinde çağdaş ve siyasi uyanışın başlaması ve petrol sanayiinde ulusal işçi tabanı ile bölgede yayılan milliyetçi ve solcu uzantısına dayalı Arap gurbetçilerin gelmesi aynı döneme denk gelir. 1971 yılı sonunda Konsey Ülkeleri resmen bağımsızlığa kavuşmuştu ve petrol gelirinin büyük bir bölümü iktidardaki rejimlerin kontrolündeydi.

Bağımsızlığın hemen akabinde, Araplar ile İsrail arasındaki Ekim 1973 savaşı sırasında petrolde fiyat patlaması yaşanmıştır. Bu patlama, küresel petrol fiyatlarındaki sürekli artışın olmasına ve bölgeye daha önce görülmemiş miktarda petrol gelirlerinin pompalanmasına yol açtı. Bölgedeki nüfus evriminin bu üçüncü aşamasında, bir önceki dönemde doğan ve toplumun temel özelliklerinden biri haline gelen nüfus dengesizliği ve rantiyeci (getirimci)
devletin temeli atıldı.

Geçen yüzyılın seksenli ve doksanlı yıllarında bölge, petrol fiyatlarının düşmesi, İran-Irak savaşı, 1990 yılında Kuveyt’in işgal edilmesi ve 1991 yılında 2. Körfez savaşı gibi bazı değişikliklere tanık oldu. Bu değişiklikler, gelişmenin dizginlenmesine neden olurken Basra Körfezi bölgesine olan göçü de olumsuz yönde etkiledi (El-iktisadiye gazetesi, 2005, 4).

Krizin üzerinden birkaç yıl geçmiş olmasına ve 1990-1991 krizi sırasında ve sonrasında nüfusun önemli bir bölümünü kaybetmiş olmasına rağmen, Kuveyt’te 1975 yılında yaklaşık %8 olan nüfus artış hızı 1995 yılında %1'e düştü. Aynı şekilde bu kriz bütün bölge ülkelerinin, özellikle de Birleşik Arap Emirlikleri’nin ekonomisini etkiledi. Böylece Körfez ülkeleri doksanlı yılların ikinci yarısında ekonomik koşullar bakımından iyileşme gördü ve bu iyileşme göç artışına neden oldu.

2001 yılında Körfez bölgesinin nüfusu 35 milyona ulaşmış ve bunların içindeki yerli nüfus oranı % 65 olmuştur 6. Körfez ülkelerindeki nüfus miktarı 2010 yılında (resmi nüfus sayımlarına göre), yaklaşık 43-44 milyona ulaşmıştır. Bugün ise nüfusun 46 milyonu geçtiğini tahmin edilirken, bazı resmi olmayan rakamlara göre bunlardan ancak %45’inin vatandaşlardan oluşmaktadır (World Population Prospects, 2012). (Tablo 1’e bakınız)




Tablo 1: Konsey Ülkeleri Nüfus ( Bin - 1000)7

Böylece; 1950 yılında 4 milyonluk nüfusun, günümüz ile karşılaştırıldığında gecen 60 yıllık sürede nüfusun 11 kat artığı görülür. (Örneğin Türkiye’de 3,5 kat, Suriye’de 6 kat, Mısır’da ise 4 kat). Bu da nüfus oranının anormal artışına işaret etmektedir (DYB, 1950-2011).

Suudi Arabistan Krallığı 2010 yılında 27-28 milyon kişi ile nüfus bakımından ilk sırada yer aldı. 7,5 milyondan fazla kişi ile Birleşik Arap emirlikleri onu izledi. 1,235 milyon kişi ile (resmi olarak) Bahreyn son sırada yer aldı (2010 sayımlar).
Körfez ülkelerinde vatandaş olmayan nüfusun (resmi) oranı Katar’da maksimum düzeye yani %87’ye ulaşmıştır8. Onu %84 oranla (yarı resmi %90-91) Birleşik Arap Emirlikleri, daha sonra sırasıyla %69 ve %54 oranlarla Kuveyt ve Bahreyn izlemektedir (Abbas BelKasem, 2012, 8). 

  Bu oranlar, Konsey ülkelerinden gelen işçiler, göçmenler ve onların ailelerini
kapsamaktadır ki bu oranlar gelecekte Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerindeki demografi için büyük bir tehlike oluşturabilmektedir (Tablo 2).

Bu durum, Konsey ülkelerinin sahip olduğu erkek ve kadın işgücünden yararlanmak için yetersiz olduğunun önemli bir göstergesidir. Yüksek büyüme oranları ile şu anda var olan nüfusun iş gücüne tam katılımıyla büyüme daha da artacaktır. Özellikle de nüfus artış oranı yüksek olan ve gelecekte ondan faydalanılması gereken bu nüfus penceresinin kapsamı, 30-40 yıllık bir süre için uzayacaktır.
Tablo 2: Konsey Ülkeleri Nüfus Projeksiyonu (bin- 1000)


Veriler, Konsey ülkelerinde nüfusun büyüme oranlarının yükseldiğini göstermektedir. En yüksek nüfus büyüme oranı Birleşik Arap Emirlikleri’nde % 8-15ile gerçekleşmiş (yıla göre değişiklik arz etmektedir); en düşük büyüme ise ise Umman’da sürekli değişiklik arz eden %3-6 düzeyinde olmuştur. Gelişmiş ya da gelişmekte olan diğer birçok ülkeye kıyasla bu oranlar yüksek sayılmaktadır. Bu durumun yıllar boyunca sürmesi nedeniyle, bunlardan en iyi şekilde yararlanmak için Konsey ülkelerinin kültürel, eğitim, ekonomik ve sosyal politikalar geliştirmeleri gerekti. (bakınız Tablo 3)




Tablo 3: Körfez Ülkelerinde İş Gücü Gelişimi 1980-2007 ve 2000-2007.


   2001 yılında, vatandaş olmayanların 9 oranı Körfez ülkelerindeki toplam iş gücünün %65’ine ulaşmıştır. Ayrıca 2008 yılındaki durum, Körfez ülkelerinde nüfus dengesizliği gurbetçi istihdamı ile karşılaştırıldığında yeni bir gerçekliği ortaya çıkardı. Birleşik Arap Emirlikleri’nde 2001 yılındaki 3,5 milyon olan nüfus miktarı 2010’da 8 milyon kişiye ulaştı.

Vatandaşların nüfus içindeki oranı 2001 yılında %20 iken 2010 yılında %10’a düştü. B.A.E. vatandaşlarının iş gücündeki oranı ise %5’e düştü (Abbas BelKasem, 2012, 12).

Katar’da nüfus sayısı 2004 yılında 700 bin iken, 2010’da 1,75 milyon ve 2012 yılında 1,9 milyon kişiye ulaştı. Bu süre içinde vatandaşların nüfus içindeki oranı %29’dan %13’e geriledi. Aynı şekilde Bahreyn’de nüfus miktarı 2006 yılında 742 bin kişi iken, 2007 yılında 1.05 milyona yükseldi. Ancak, bir yıl içinde vatandaşların nüfus içindeki oranı, üçte ikiden %50’nin altına düşmüştür. Üstelik vatandaşların sayısı 2006 yılında 459 bin iken 2007 yılında % 15 artışla 529 bine yükselmiştir (Al-Raşid ve Al-Anizan, 2012. 28). 

Bu da genellikle Bahreyn hükümetinin izlediği politikalardan kaynaklanmaktadır (siyasi ve ideolojik nedenlerden dolayı demografik yapıyı değiştirmeği izlemektedir)10 ( bakınız Tablo 4).




Tablo 4: Konsey Ülkelerinde Nüfus Artış Hızı 1960-2007 ve 2000-2007.

Körfez ülkelerindeki demografik dengesizlik bütün Konsey ülkeleri için söz konusudur.
Nüfus artısı vatandaşların arasında yıllık %2-3 arasında artış gerçekleşirken vatandaş olmayan nüfusta yıllık %6-8 arasında değişen oranından kaynaklamaktadır. Dünyada bu ortalama %1,1 civarındayken, bu oran konsey ülkelerinde dünya ortalamalarından altı kat fazla idi. Bu yöneliş, vatandaşların oranının kendi ülkelerinde sürekli olarak küçük bir azınlığa dönüşmeleri tehdidini getirmektedir (DYB, 1950-2011).

Öngörülebilir yakın gelecekte bu ülkelerin yabancı işçi bağımlılığından kurtulma umudu yoktur. Ancak bir dizi önemli politik tedbirler alınarak bu durum hafifletilebilir. 

Örneğin; iş gücü rehabilitasyonu, yoğun iş gücü istihdamı için çok sayıda yatırım yapmak, yurt içi tasarrufların harekete geçirilmesi, bu ülkelerde uygun konumlara ulaşabilmeleri için kadınların önünü açmak gibi politikalar izlenebilir. Günümüzde ise bu durum, Körfez halkı arasında işsizlik oranını artırmıştır (özellikle de kadınlar arasında).

Bu nüfus dengesizliğinin devam etmesi, işçilerin hakları ile ilgili emek örgütleri ya da uluslararası kuruluşlar tarafından Konsey ülkeleri üzerindeki uluslararası baskıyı artırmaktadır. İşçi haklarının ihlali ve ayrımcılıkla ilgili suçlamalar, durumlarının iyileştirilmesinin zorunluluğu, vatandaş olmalarına olanak tanınması gibi vb. baskıların olmasına neden olmaktadır. Bunlarla başa çıkmak ve vatandaşlar arasındaki ekonomik, işsizlik, siyasi ve sosyal sonuçlara cevap vermek için Konsey ülkeleri tarafından zor seçeneklere imza atılmasına neden olacaktır.

Körfez nüfusunun en önemli bölümünü Suudi Arabistan nüfusu oluşturmakta olup sayıları 27- 28 milyon kişiye ulaşmaktadır11. Bunların da yaklaşık 19-20 milyonu vatandaştır ve oranları %66’dır. Birleşik Arap Emirlikleri’nin nüfusu 2010 yılında yaklaşık 8 milyonu geçmiştir.

Bunların sadece %10 kadarını vatandaştırlar. Umman’da 2010 yılında nüfus miktarı 2,8 milyona ulaştı. Bunlardan yaklaşık bir milyonu, yani toplam nüfusun %67’sini Ummanlılar oluşturmaktadır. Bahreyn’de ise nüfusu 1,25 milyon olup bunlardan yaklaşık %45’ini Bahreynliler oluşturmaktadır. Katar nüfusu 2,3 milyona ulaşmakta olup bunlardan 250 bin kişiyi yani nüfusun %13’ünü Katarlılar oluşturmaktadır. Kuveyt’te ise 3,8 milyonluk bir nüfus vardır ve bunların 1,2 milyonunu yani %31,5’ini Kuveytliler oluşturmaktadır (2010 nüfus
sayımına göre).

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldığına göre Körfez İşbirliği Konseyi vatandaşları nın kendi ülkelerinde toplam nüfusa göre oranları yaklaşık %53’e civarındadır. Bu da Suudilerin ve Ummanlıların kendi ülkelerinde oranları yüksek olmasından kaynaklanır. Bu nüfus dengesizliği, petrol geliri temel kaynak olduğundan beri göçmen işçilere duyulan güvenden dolayıdır. Bu ülkelerin hükümetleri, vatandaşların bakım sigortası ve refahına dayalı bir ekonomi felsefesi kabul ettiler. Bu felsefe, iş gücü piyasasında yerli işçilerin katkısının azalmasına, kamu harcamaları mekanizmaları ve araçlarına güvenin artmasını sağlayan bir
verim ekonomisinin kurulmasına yol açtı.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

TÜRKİYE, ABD, İSRAİL İLİŞKİLERİ ÇERÇEVESİNDE BARIŞ KARTALI PROJESİ VE BÖLGESEL GÜVENLİK SORUNLARI

TÜRKİYE, ABD, İSRAİL İLİŞKİLERİ ÇERÇEVESİNDE BARIŞ KARTALI  PROJESİ VE BÖLGESEL GÜVENLİK SORUNLARI 


Uğur Özgöker* 
Hüseyin Çelik** 
* Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler (İngilizce) Bölümü 
** Yrd. Doç. Dr. İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü 




   Türkiye’nin ABD’nin Boeing firması ile 2003 yılında imzaladığı bir buçuk milyar dolarlık dört adet Awacs (Airborne Warning and Control System – Havadan Erken İhbar ve Kontrol Sistemi) uçağı 2007 yılında teslim edilmesi taahhüdüne rağmen 2014 yılının Şubat ayında teslim edilmiştir. Gecikmenin yedi yıl olması ve teslimatın devamlı ertelenmesi dikkat çekmektedir. Aslında uçakların teslim süreci ekonomik alandan diplomasi alanına taşınmış durumdadır. İsrail’in ELTA firmasının uçaklara konulması planlanan elektronik harp teçhizatını teslim etmediği gerekçesiyle bir uzamanın söz konusu olduğu ve gecikme
tazminatının Türkiye’ye ödendiği açıklanmıştır. Bu gecikme Türkiye’nin ulusal hava savunmasının büyük ölçüde etkilemiştir. Türkiye’nin üzerinde bulunduğu coğrafya dağlık bir alandan oluşmakta ve yer radarlarıyla bu alanı kontrol etmek konusunda çeşitli sıkıntılar yaşanmaktadır. Barış Kartalı ismi verilen bu proje ile bu sıkıntıların ortadan kaldırılacağı hedeflenmekte ve uçakların bir nevi istihbarat toplama makinesi olacağı değerlendirilmektedir.

Bu bildiride Barış Kartalı projesinin siyasi gelişmelerden etkilendiği ve ülkelerin ekonomik projeleri bölgede siyasi ve askeri güç olma isteklerine göre şekillendir diği varsayımlarından hareket edilmiştir. Bu varsayımlar doğrultusunda betimleyici bir çalışma yapılmış ve bu örnek olay çerçevesinde Türkiye, ABD ve İsrail ilişkileri incelenmiştir. Bu uluslararası üçlü ilişkinin bölgenin siyasi gerçeklerine uygun olarak geliştiği ve ülkelerin konjonktürel şartlara uygun
politikalar uyguladığı belirlenmiştir. Uygulanan politikalar sonucunda bölge güvenliğinin önemli ölçüde etkilendiği değerlendirilmiştir.


GİRİŞ

Suriye, 22 Haziran 2012 günü Malatya Erhaç Hava Üssü'nden görev amacıyla kalkan RF-4E Phantom tipi bir Türk keşif uçağını Suriye karasularının (12 mil) bir mil dışında, uluslararası sularda vurarak düşürmüş ve iki pilot hayatını kaybetmiştir. Türkiye’nin Suriye ile yaşadığı bu olay yine Türk hava savunma sistemindeki sorunları gündeme getirmiştir. Türkiye’nin üç yanını kaplayan denizlerdeki varlığının ne kadar sorunlu olduğu ve bu bölgelere uçaklar
tarafından yapılan seyrüsefer, tatbikat ve eğitim uçuşlarının ne kadar tehlikeli olduğu bu olayda tekrar ortaya çıkmıştır. Türkiye açık denizlerde yaptığı harekât, tatbikat ve eğitim gibi etkinliklerde kendisini destekleyen unsurlardan ne yazık ki yoksun durumdadır. Bu konularda destek olacak Türkiye’nin ne uçak gemisi yoktur. Geç teslim edilen de havadan erken ihbar uçağı (AWACS) Türkiye’nin bölgede etkili olmasını etkilemiştir. Bu nedenle deniz aşırı yapılan harekâtlar her zaman sınırlı ölçüde yapılabilmektedir. Türkiye’nin radar kaplaması dağlık bir ülke olmasından dolayı tam değildir. Türkiye’nin süper bir güç olması için
savunmasını sınırlarından daha ileri çekmesi gerekmektedir. Bu da daha önce sıralanan uçak, gemi ve techizatlarla mümkündür. Türkiye yıllardır bunları temin etmek için uğraşmaktadır.

  Havadan Erken İhbar ve Kontrol Uçağı adıyla bilinen AWACS (Airborne Warning and Control System) uçakları her türlü hava şartında gözetleme, komuta, kontrol ve iletişim görevlerinde kullanılmaktadır. İlk defa 1975 yılından uçan bu havadan radar sistemi her türlü hava araçlarını yukarıdan üç boyutlu olarak görme imkânına sahiptir. Daha sonra NATO envanterine giren bu sistem Türkiye üzerinde de görev yapmaya başlamıştır. Sistem alçak hedefler için 250 NM, orta ve yüksek hedefler için 400 NM menzile sahiptir. Havada kalış süresi ortalama sekiz saattir. Havadan yakıt ikmal ile bu sürenin uzatılması imkânı bulunmakta dır. İngiltere ve Fransa kendi AWACS sistemlerine sahiptir. ABD’nin yanı sıra
Japonya, Suudi Arabistan bu uçakları kullanmaktadır. Güney Kore, Avustralya ve Hindistan gibi ülkeler de AWACS sistemine sahiptirler.

Konsept itibariyle özellikle dağlık bölgelerde uçan araçları gözetleme, tespit ve kontrol fonksiyonları oldukça zor olduğundan AWACS sistemi çok avantajlı bir sistemdir. Ülkenin çeşitli yerlerine çok sayıda radar konuşlandırmak yerine bir AWACS uçağı bu görevleri fazlasıyla yapabilmektedir. Türkiye’nin de dağlık bir coğrafyaya sahip olması çık sayıda yer radarlarına ihtiyaç duyulmasına neden olmaktadır. Çok sayıda yer radarı kullanılmasıyla bile Türkiye Radar Kaplaması tam olarak oluşturulamamaktadır. Bu nedenle havadan bir radar ihtiyacı ülkede hava savunmasının sağlanması düşüncesinden itibaren mevcut olmuştur.

  Türkiye üzerinde NATO envanterine sahip bu uçan radarlar doksanlı yıllardan beri uçmaktadır. Yüzlerce Türk subay ve astsubay bu uçaklarda görev yapmıştır ve bu nedenle Türk Hava Kuvvetleri AWACS tecrübesine sahiptir.

Türkiye’nin bu uçakları satın alma fikri 1980’li yıllardan itibaren başlamıştır. 1990’lı yıllarda da Türk Hava Kuvvetlerinin AWACS tecrübesi kazanması ile bu çalışmalar hızlandırılmıştır.

Türkiye ile ABD arasında 2003 yılında Barış Kartalı Projesi adı altında AWACS uçaklarının satın alınması konusunda bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre dört adet AWACS uçağı ve bir adet yer sisteminin Türk Hava Kuvvetleri envanterine kazandırılması amaçlanmıştır.

2002 yılında Başbakan Bülent Ecevit zamanında imzalanan ilk anlaşma 1,3 milyar dolar olduğu halde 2003 yılında atılan nihai anlaşmada bu bedel 1.5 milyar dolara çıkmıştır.
Anlaşmaya göre Türk firmaları (TAI, Aselsan, Havelsan, Selex, Mikes, Kale Kalıp, THY) projede çeşitli sorumluluklar üstlenirken uçak ve radarı ABD firmaları (BOING, NORTHROP)  tarafından karşılanacaktı. Sistemin elektronik harp teçhizatını ise İsrail’in ELTA firması üretecekti. Elektronik harp teçhizatı donanım ile yazılımdan oluşuyordu ve ileri teknoloji gerektirmekteydi. İlk uçağın AWACS sistemine dönüştürme işlemleri 2005 yılında başladı ve dördüncü uçak TAI tesislerinde 2007’de dönüştürme hattına sokulmuştur. İlk uçağın 2008 yılında Türkiye’ye teslim edilmesi planlanıyordu. Bu gecikmeden dolayı Türkiye’ye BOING firması 183 Milyon dolar ceza ödemiştir1.

Mavi Marmara gemisi olayından sonra Türkiye ve İsrail ilişkilerinin bozulması AWACS projesini etkilemiştir. ELTA firması sistemin elektronik harp teçhizatını BOING firmasına yıllarca teslim etmemiştir.

Bu uçaklardan ilki Türk Hava Kuvvetleri envanterine Şubat 2014’de girmiştir. İlk uçağın Konya’da konuşlandırılacağı ve diğer üç uçağın 2015’e kadar Türk Hava Kuvvetlerine teslim edileceği açıklanmıştır. Uçakların gecikmesi ve teknik bakımların gelmesine neden olmuştur.

Uçakların Türk Hava Kuvvetleri tarafından kullanılmamasına rağmen teknik bakımları zamanlarının gelmesi nedeniyle THY ile bir teknik bakım sözleşmesi imzalandığı basına yansımıştır. Habere göre Haziran 2014’de C2 bakımı, bir ay sonra da D3 bakımı yapılacaktır4.

Uçakların uçmadan ve Türk hava savunması hizmetine sunulmadan bakımlarının gelmesi bu tür strateji silah alımlarında siyasi faktörlerin önemini ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmada Barış Kartalı projesinin siyasi gelişmelerden etkilendiği ve ülkelerin ekonomik projeleri bölgede siyasi ve askeri güç olma isteklerine göre şekillendirdiği varsayımlarından hareket edilmiştir. Bu varsayımlar doğrultusunda betimleyici bir çalışma yapılmış ve bu örnek olay
çerçevesinde Türkiye, ABD ve İsrail ilişkileri incelenmiştir. Ayrıca bu çalışmada, uzun yıllar alan silah anlaşmalarının seyrinde ülkelerin anlık durumlardan ve siyasi atmosferden nasıl etkilendiği ve teknoloji transferine izin vermeyen yapının ülkelerin güvenliğini nasıl etkilediği sorusu yanıtlanmaya çalışılmıştır. Her ülke kendi sınırlarını korumak için çeşitli güvenlik politikaları oluşturmakta dır. Uluslararası alanda etkisi olan uluslararası aktörler kendi güvenlik konseptlerini dayatmaktadırlar. Dünya’da havacılık teknolojisini ve bilgisini elinde bulunduranlar ile bunu kullananlara dayalı güvenlik yapılanması dikkat çekmektedir.

ULUSLARASI GÜVENLİK KURAMLARI VE POLİTİKALARI

İki dünya savaşının yaşandığı yirminci yüzyıl boyunca uluslararası güvenlik ihtiyacı belirgin bir şekilde hissedilmeye başlamıştır. Uluslararası güvenlik ilk defa Birinci Dünya Savaşı sonunda Milletler Cemiyeti ile tesis edilmeye başlanmış, ardından İkinci Dünya Savaşı galiplerinin esas unsur olarak oluşturduğu Birleşmiş Milletler organizasyonu kurulmuş, fakat bu örgüt dünya barışına çare olmamıştır. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu bölgelerinde
yaşanan sorunlar ve çatışmalar uluslararası güvenliğin sağlanamadığının bir kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Günümüzde uluslararası güvenlikte yaşanan olumsuzluklar her devletin kendi güvenlik mekanizmasının kurmasına yol açmaktadır. NATO gibi organizasyonlar belli sayıda Batı devletlerinin ve Türkiye’nin güvenliğini sağlamaya yetmiştir. Soğuk savaşın bitmesi üzerine NATO kendine yeni bir rol aramaya başlamıştır. Değişen uluslararası vaziyet ve muhtelif güvenlik tehditleri nedeniyle NATO’nun 1999 yılında kabul ettiği stratejik konseptin güncelliğini yitirmesi, NATO’yu yeni bir stratejik konsept arayışına itmiştir. Günümüzdeki güvenlik ortamı, NATO üyesi devletlerin halklarının ve topraklarının güvenliğini etkileyecek unsurları bünyesinde barındırdığından güvenliği sağlamak adına ittifakın sorumluluğunda
olan ve üstlenmeye devam edeceği üç temel göreve işaret edilmiştir: ortak savunma, kriz yönetimi ve işbirlikçi güvenlik5. Savunma görevi kapsamında “İttifak’ın hiçbir ülkeyi düşman olarak görmediği, ancak herhangi bir üyesinin güvenliği tehdit edildiğinde, NATO'nun kararlılığından şüphe edilmemesi gerektiği vurgulanmıştır”6. Kriz yönetimi kapsamında, “NATO’nun sınırları dışında patlak veren kriz ve çatışmaların, İttifak için doğrudan bir tehdit
unsuru oluşturabileceği; bu nedenle NATO’nun krizin önlenmesi ve yönetimi, çatışma öncesi durumun kontrol altına alınması ve yeniden yapılanmaya yardımcı olunması amacıyla üzerine düşeni yapacağı ifade edilmiştir”7. İşbirliği görevi kapsamında ise “gerek konvansiyonel gerekse kitle imha silahlarına yönelik silahlanmanın azaltılması ve silahsızlanma çalışmalarında NATO’nun etkin rol oynayacağı kaydedilmiş; NATO’nun kapılarının İttifak’ın değerlerini paylaşan, üyelik statüsünün gerektirdiği yükümlülük ve sorumlulukları yerine
getirme istek ve kapasitesinde olan tüm Avrupalı demokrasilere sonuna kadar açık olduğu vurgulanmıştır”8. Bunların sağlanması için ülkeler arası güvenlik ve dayanışma şarttır. Oysa NATO’nun üye ülkelerde soğuk savaşın bitmesine kadar uyguladığı devasa sistem yapılandırmalarından bahsetmek artık mümkün değildir. NATO’ya önemli maddi katkı sağlayan ABD yüksek fon aktarımı yapmamaktadır. Bu nedenle ülkeler kendi savunma sistemini kendileri fonlamakta ve kaynak aktarımını milli imkânlarla yapmaktadır. Ülkelerin
güvenlik politikalarında bundan ötürü bir çeşitlenme mevcut olmaktadır.

Günümüzde güvenlik kavramının oluşturduğu genel konsept realist ve idealist tartışmalar etrafında yapılmaktadır.

Realist anlayışın kökenleri Thomas Hobbes ile Macchieavelli’ye kadar uzanmaktadır. Güçlü olanın her zaman egemen olacağını varsayan bu yaklaşım insanın doğa ile olan mücadelesinde hayatta kalması için her şeyi yapması üzerine kuruludur 9. İnsanlar doğa ile olduğu kadar insanlarla da mücadele etmekte ve devlet kurarak örgütlenmektedir ler. Böylece güç ve otoriteyi sağlayarak zorlukların üstesinden gelmeyi amaçlamaktadırlar. Realist devlet
merkezli uluslararası ilişkiler kurumakta ve devlet güvenliğin başlıca aktörü olmaktadır.

Soğuk savaşın bitmesinden sonra neoliberal politikalar sonucunda devletin varlığı sorgulanmış ve devlet geri plana itilmiştir. Bunun sonucu olarak uluslararası şirketler ve aktörler ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda güvenliğin sağlanması uluslararası güç kullanarak başarılabilirdi. Bu yeni şartlar altında düşman artık devletler değil ulus dışı (Terörist, Activist) güçlerdir. Bu düzlemde derinleştirme ve yoğunlaşma çabaları yoğunlaşmıştır. Genişletme kapsamında uluslararası güvenliğin içerisine ekonomik, çevresel sorunlar, insan hakları ve
güç gibi unsurlar katılmaktadır. Derinleştirme çabalarında ise güvenliğin ulusal güvenlik kapsamında çıkartılıp bunu insan/birey güvenliği (özel güvenlik şirketleri yoluyla), uluslararası güvenlik seviyesine (NATO, BM) ile bölgesel ve sosyal güvenlik kapsamına çıkarmak zorundadır.

Günümüzde Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar’da yaşanan sorunlar artık ulus merkezli olaylar değildir. Burada etnik, dini ve mezhep temelli çatışmalar, ekonomik ve sosyal karışıklıklar geleneksel ulus temelli güvenlik kavramının gözden geçirilmesine neden olmuştur. Devletin korunmasına endekslenmiş olan güvenlik politikaları uygulayan yönetimler, soğuk savaşın bitmesi üzerine tehditlerin nereden geldiği bilinmeyen, ani gelişen ve karanlık bir vaziyet ile
karşılaşmışlardır. Devletlerin güç dengelerini sağlayabilmeleri için sadece askeri politikalar üretme şekilleri yetersiz kalmış bunun yanı sıra ekonomik, sosyal, bireysel, dini, mezhepsel politikalar üretmek zorunda kalmışlardır.

İdealizm ve realizm arasında bir ayrım yaparken dikkat edilmesi gereken husus kendisini idealist olarak tanımlayan bir kesimin olmadığı realistlerin kendi karşıtlarını ifade etmek için bu kavramı kullandıklarıdır 10. İdealist görüşler Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmıştır. Çevrenin insan davranışını etkilediğini dolayısıyla çevresel koşulların değiştirildiği taktirde insan tutumunun da değişebileceği varsayımından hareket etmişlerdir. İnsan mükemmelliği ve koşulların iyileştirilmesiyle bunun sağlanabileceği belirtilmiştir. Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler gibi örgütlerin kurulma amacı da bu olmuştur. Aydın bir
insanın, kararlarında daha rasyonel olacağından kamuoyunu ve politikacıları eğitmek gereklidir. Böylece barışçıl bir ortam sağlanmaktadır. Çünkü insanlar kendi hükümetlerini seçmede özgür bırakıldıklarından barışçı bir dünya için gerekli bir temsili hükümet biçimi ortaya çıkmaktadır. Böylece barışın ve düzenin sağlanması zor olmayacaktır 11.

Soğuk savaş yıllarında ülkelerin güç peşinde koştukları, kendilerini daha fazla güvende hissetmek için nükleer silahlara ve uzay çalışmaları gibi son derece pahalı yöntemler denedikleri görülmüştür. Güç artırımı askeri yapılanmada maddi artışa yol açmaktadır. Bu durum hükümetlerin daha fazla para harcamalarına, bunu da sosyal harcamalardan kısarak yaptıkları bir gerçektir. Bir kısım insan maddi güçlerini daha fazla artırırken halkın çoğunluğunu oluşturan orta ve alt sınıf yoksullaşmakta dır. Joszef Balazs, sosyal esas
fonksiyonunun belli bir yönetici zümrenin politik ve ekonomik güçlerinin devam etmesi, sürdürülmesi olarak anlaşılması gerektiğini savunmuştur 12. Uluslararası güvenliğin değişik sosyal sistemlerin dahili ve harici tarafından temelde oluşturulduğunu söyler, fakat genele yayıldığında sistem harici şartlara bağlı olarak gelişmektedir. Uzmanlar genelde dahili güvenliği bir sosyal güvenlik olarak ifade etmektedirler. Onun esas fonksiyonu yönetici sınıfa verilen politik ve ekonomik gücü temin etmek veya sosyal sistemin hayatta kalışını ve yeteri
kadar kamusal emniyetin oluşmasını sağlamaktır 13. Bu şekilde ülkeler hem politik amaçla hem de ekonomik gücü elde etmek ve bunu sürdürmek amacıyla güvenlik politikaları oluşturmaktadırlar. Güvenlik politikaları ülkenin hayatiyetini ve ekonomik güçlenmesini sağlar. Türkiyenin bugüne kadar izlediği güvenlik politikaları içeri için yerel, dışarısı için NATO ve Batı’nın arzuladığı politikalardır. İç güvenliği sağlamak için 1980’ler den sonra terörizm ile mücadelede askeri güvenlik usullerini kullanan bir Türkiye vardır.

GÜVENLİK POLİTİKALARI IŞIĞINDA BARIŞ KARTALI PROJESİ

Türk yetkililerin, 1991 yılından sonra ortaya çıkan değişikliklere kendilerini uydurma hususunda karmaşa içinde bulunduklarını söyleyebiliriz. Bu değişiklikler esas olarak Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlar gibi Türkiye’ye gayet yakın üç bölgeyi etkilediği için, Türkiye bu bölgelerdeki değişiklikleri derin bir şekilde hissetmiştir. Türkiye, bölgeye ilişkin belirli stratejiler geliştirerek kendi dış politikasını çeşitlendirebilme şansına sahip olsa da, Türk yetkililer bu dış politika hedefini gerçekleştirme hususunda etkisiz kalmışlardır.

Gazeteci Naci Özkan’ın “Türkiye Tutunmaya Çalışıyor” başlıklı 1998 yılında Milliyet gazetesinde yayınlanmış Prof. Dr. Hasan Köni ile yaptığı görüşmede Köni bu durumu şöyle açıklamaktadır;

“Türkiye 1991’de birdenbire Sovyetler Birliği’nin dağılması durumuyla karşı karşıya kaldı ve iyi bilmediği Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlar’la yüzleşti. Türk yetkililerin bu üç bölgeyle ilgili hedefleri politik olmayıp ekonomik ve kültürel nitelikteydi. Ancak Türkiye, kendi mevcut potansiyeli ile bu bölgelere tek başına girebilecek yeterlilikte değildi. Türkiye’yi bölgelere tek başına girmekten alıkoyan nedenlerden biri, Türk bürokrasisinin 1991 yılından sonra meydana gelen değişiklikler karşısında oldukça ürkek davranmasıydı, çünkü Türk bürokrasisi bu değişiklikler ortaya çıkmadan önce bunlara ilişkin hiçbir bir projeksiyon
geliştirmiş değildi” 14.

Türkiye Körfez krizinde de hazırlıksız yakalanmış ve güvenlik politikalarında tereddütler yaşamıştır. İkinci Irak Savaşında bu durumlar devam etmiş ve ABD askeri gücünün Türkiye’de konuşlanması konusunda kafa karışıklığı yaşanmıştır. Hükümetin arzu etmesine rağmen 1 Mart teskeresinin meclisten geçmemesi buna örnek olarak gösterilebilir. Güvenlik politikalarında bu kafa karışıklıkları günümüzde de devam etmektedir. Türkiye’nin NATO ülkesi olmasına rağmen sisteme entegre olmayan seçimler yapması dikkat çekicidir. 

  Örneğin Hava Savunma Füzesi alımında Türkiye’nin Çin seçimini yapması ABD’nin tepkisine neden olmuştur. İran’a füze sattığı için ABD’nin yasaklı listesindeki Çin şirketi 4 milyar dolarlık ihaleyi 3 milyar Dolar’a indirerek ihaleyi kazanmıştır. Türkiye’ye Füzelerin tüm yazılım kodlarını vermeyi taahhüt ederek bunların değiştirilme imkânı vermiştir. Fakat bu füzelerin NATO sistemine nasıl entegre edileceği belirsizdir. Çin firması bu sistemin NATO hava savunma ağı ile birlikte çalışabileceğini iddia etmiştir. Çin'in, CPMIEC'in firmasının ürettiği
HQ-9 (Kızıl Bayrak, füzenin ihracat için ismi FD-2000) füze savunma sisteminin
Türkiye'deki ihaleyi kazanması geniş yankı bulmuştur. Komünist Partisi yayın organlarından Global Times gazetesi haberinde, Çin'in Rusya ve ABD karşısında büyük bir zafere imza attığı vurgulandı.15 Ardından bu ihalenin iptali için Batı baskı yapmaya devam etmektedir. 

Bu örnekten yola çıkarak günümüzde de Türkiye’nin güvenlik politikalarının belirsizliğini sürdürdüğü söylenebilir.

Barış Kartalı projesinin temelleri Başbakan Bülent Ecevit tarafından atılmıştır. 

Bu uçakları almayı planlama safhasında konjonktür Türkiye’nin lehineydi. 1990 yılında Körfez Krizinde Türkiye ABD’ye destek vermiş ve 1990’lı yıllarda bu politikasını sürdürmüştür. Bu yıllarda bir İsrail yakınlaşması yaşanmış Türk F-4 uçakları İsrail’de modernize edilmiş ve Türk savaş uçakları İsrail’de elektronik harp eğitimi almaya başlamışlardır. İsrail helikopterleri Türkiye’de orta profil eğitimi için Ankara’ya gelmişler, ülkelerinde yapmadıkları orta menzilli eğitim uçuşlarını Orta Anadolu’da yapmışlardır. Bu yakınlaşmanın uzantısı olarak
Türkiye’nin çeşitli silah alımları ABD kongresinden geçerek onaylanmış ve AWACS uçak alımı için uygun zemin hazırlanmıştır.

2000’li yıllarda Türkiye’nin Irak Harekatı’na katılmaması hem ABD ile hem de İsrail ile ilişkilerin soğumasına yol açmıştır. İsrail’in elektronik harp teçhizatını üstlenerek ihaleye katılması projede İsrail’in varlığını hissettirmiştir. Aslında ABD firmalarının uzmanı olduğu elektronik harp teçhizatı işini İsrail’e verilmesi ABD tarafından Türkiye’ye verilen bir mesaj olarak düşünülebilir. Zira uçakta hayati derece önemli olan elektronik harp tertibatı bu havadan radar uçağını etkisiz ve kör bir hale sokabilmektedir. Bu kadar önemli bir teçhizatı İsrail’in ELTA firmasının üstlenmesi Türkiye için stratejik bir hata olarak değerlendirilmektedir. Zira projenin gecikmesinin bir nedeni olan elektronik harp teçhizatının
BOING firmasına geç teslim etmesi bunu göstermektedir. 

  Bu teçhizat kullanılırken de İsrail’in ağırlığının süreceği değerlendirilmektedir. Çünkü bu cihazların yazılım kodu ELTA firmasının elinde olmaya devam edecek ve ilişkiler gerginleştiğinde silah olarak kullanabilecektir.

Uçağın radar yazılım kodlarının da ABD’nin elinde olması ve bunların Türkiye’ye
verilmemesi uçağın alım sürecindeki hataları ve eksikleri göstermektedir. Türkiye’nin güvenlik politikalarında ABD ve NATO’nun hâkimiyeti nin devam etmesi bölge gücü olmayı isteyen Türkiye’nin atılım yapmasını engellemekte ve belirsiz politikalar izlemesine neden olmaktadır. Ülkede silah alımı konusunda çeşitlenme yaşanması bunların ikmali ve idamesinde sorunlara neden olabilmektedir. Buna karşılık tek kaynaktan silah alımı o ülkeye bağımlı hale getirmekte ve güvenliği tehdit etmektedir. Hava savunması gibi önemli bir
konuda bu çeşitlenme ve bağımlılık geçmişte ülke savunmasını tehdit edici gelişmelere neden olmuştur. Bu nedenle ortak üretim fikri ortaya atılmış, ülke güvenliğinin sağlanmasına yönelik milli savunma sanayini kurma çalışmaları yapılmıştır. Son yıllarda savunma ihalelerinde ülkelerin ortak üretime açık olup olmadıklarına dikkat edilmektedir.

SONUÇ

Türkiye için AWACS uçaklarının teslimi öngörülen tarihten yedi yıl gecikme ile teslim edilmesi önemli bir güvenlik açığı oluşturmaktadır. Uçaklar teslim edildiğinde gövde bakımları zamanı gelmiş ve yazılım ve donanımları eskimiş olacaktır. Yazılım kodları ve donanım bakımından dışarıya bağımlı bir sistem satın alınmıştır. Bu durum dışa bağımlılığı artırdığı gibi güvenlik konusunda da strateji belirlemede kafa karışıklığını yaşanmasına neden olmaktadır. Bunun önlenebilmesi için ülkede Türk Deniz Kuvvetleri’nin kendi gemisini yapması gibi kendi uçan radar sistemini kendi yapması, bunun için yetişmiş insan gücünü
oluşturması gerekmektedir. AWACS projesinde olan yanlışların devam etmemesi için “Realist Güvenlik Politikaları” uygulanmasının gerekliliği bir defa daha ortaya çıkmıştır.

Şu andaki uluslararası konjektür Türk AWACS uçaklarının teslim edildiğinde sorunlu uçacağını göstermektedir. Çünkü bu uçakların sağlayacağı hava istihbaratı Dünya çapında en istikrarsız ve çatışmaların en yoğun olduğu coğrafya; Balkanlar-Karadeniz havzası (özellikle Ukrayna ve Kırım)- Kafkaslar- Orta Asya ve Ortadoğu- bölgesinin tam ortasında bulunan Türkiye için hayati öneme sahiptir. Bu nedenle bölge ülkeleri ve süper güçler için Türkiye’nin
böyle bir silaha sahip olması ya da bu uçan istihbarat toplama makinesinden azami derecede istifade edilmesi arzu edilmemektedir. Uçakta meydana gelebilecek yazılım ve donanım sorunları Türk mühendislerinin uçaktaki teçhizatlardaki donanım ve yazılıma hâkim olana kadar devam edecektir. Özellikle İsrail ELTA firması tarafından imal edilen elektronik harp teçhizatının yazılım kodlarına ve donanım teçhizatına Türk mühendislerinin nasıl nüfuz
edeceği konusu son derece önemlidir. Zira ABD tarafından İsrail’e verilen bu ileri teknoloji nedeniyle dış bağımlılık söz konusudur. Bu uçağın elektronik harp teçhizatı olmadan veya sorunlu/bağımlı teçhizatlar ile uçması bu silahın etkili olarak kullanılmasını engellemektedir.

Bu nedenle bu elektronik harp cihazları olmadan AWACS uçaklarının hava radarı olarak görev yapması anlamsızdır. Bu cihazların yazılım kodlarına ne denli erişildiği ve donanım ile yazılım bakımından dışa bağımlılık konularına dikkat edilmesi gerekmektedir. Çünkü barışta dahi bu radarlar elektronik karıştırmaya (jamming) maruz kalmaktadırlar. Sahte hedef yaratma, radarı karartma ve radar sinyallerini karıştırmak suretiyle yapılan elektronik harp faaliyeti bir radarın her zaman karşılaşabileceği olaylardandır. Uçak uçtuğunda bu cihazlar
takılı ve faal olmalıdır. AWACS uçaklarının Türk hava savunma sistemine katkısı son derece önemlidir. Fakat bu uçakların etkili bir şekilde görev yapabilmesi için yerli teknoloji ve yetişmiş insan gücü gereklidir. Ayrıca yerli teknolojinin geliştirilmesi kadar Türkiye’nin ABD’ye bağımlılıktan kurtarılmalı ÇİN-RUSYA-ALMANYA gibi alternatif silah üreticilerinden de tedarik yoluna gitmelidir. 

Böylece hem teknik ve donanım know-how hakkında tedarikçi ülkeyle paylaşılması için pazarlık şansı artacak hem de fiyat pazarlığı nedeniyle tedarik maliyeti düşecektir.


KAYNAKÇA

AKÇADAĞ , Emine (2013) “NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti: Aktif Angajman, Modern Savunma”, 
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1922:natonun-yeni-stratejik-konsepti-aktif-angajman-modernsavunma&catid=181:analizler-guvenlik. 01.10.2013.

ARI,Tayyar. (2008) Uluslararası İlişkiler Teorileri, İstanbul, MKM Yay.

ARI,Tayyar. (2009) Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, İstanbul, MKM Yay.

BALATZ J.. (2008) “A Note on the Interpretation of Security, Development and Peace”, Development and Peace”, No:6.

COLINS, Alan (2010). Contemporary Security Studies, London, Oxford University Press.

ÇİÇEKÇİ,Tayfun (2012) Uluslararası Güvenlik Çalışmaları, İstanbul, Kriter Yay.

DOUGHERTY, James and Pfaltzgraff, Robert Jr. (1990) . Contending Theories of
International Relations. 3rd ed. New York, Harper Collins Publishers.

DEMİRTEPE, M. Turgut ve Güner ÖZKAN (2013). Uluslararası Sistemde Orta Asya Dış Politika ve Güvenlik, Ankara, USAK Yay.

KONA, Gamze, (2004) “Türkiye’nin Güvenlik Politikaları ve Stratejik Öngörü Düzeyi”, Uluslararası Güvenlik Sorunları, Dr. Kamer Kasım-Zerrin A. Bakan (Der.), 59-81, Ankara, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları.

KÖNİ, Hasan (1998) “Türkiye Tutunmaya Çalışıyor”, Milliyet (15 Mayıs 1998),
http://www.milliyet.com.tr/1998/05/15/entel/entel.html.

KRAUSE k. Ve Nichalel Williams. (1996). “Brodaening the Agenda of Security Studies: Politics and Methods”, Mershon International Studies Review, No: 40.

WILLIAMS Paul D. Ed. (2008). Security Studies An Introduction, New York, Routledge.

DİPNOTLAR;

1 “Boeing’e 183 Milyon Dolarlık Ceza”, Bugün Gazetesi, 19 Şubat 2014, Sayfa 15.
2 C bakımı: Uçakların bakımları 15-21 ayda bir yapılıyor. uçak hangara çekilmekte, yaklaşık 1-2 hafta sürmektedir.
3 D Bakımı: Uçakların bakımları en kapsamlı bakım. 5 yılda bir yapılmakta ve 2 ay kadar sürebilmektedir.
4 http://www.airkule.com/haber/AWACS-LARIN-BAKIMLARI-YAKLASTI/15384
5 AKÇADAĞ , Emine (2013) NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti: Aktif Angajman, Modern Savunma,  
   http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1922:natonun-yenistratejik-
konsepti-aktif-angajman-modern-savunma&catid=181:analizler-guvenlik. 01.10.2013, s.1.
6 AKÇADAĞ , Emine (2013) NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti: Aktif Angajman, Modern Savunma,  
   http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1922:natonun-yenistratejik-
konsepti-aktif-angajman-modern-savunma&catid=181:analizler-guvenlik. 01.10.2013, s.2.
7 AKÇADAĞ , Emine (2013) NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti: Aktif Angajman, Modern Savunma,  
   http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1922:natonun-yenistratejik-
konsepti-aktif-angajman-modern-savunma&catid=181:analizler-guvenlik. 01.10.2013, s.3.
8 AKÇADAĞ , Emine (2013) NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti: Aktif Angajman, Modern Savunma, 
   http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1922:natonun-yenistratejik-
konsepti-aktif-angajman-modern-savunma&catid=181:analizler-guvenlik. 01.10.2013, s.4.
9 ÇİÇEKÇİ, Tayfun, Uluslararası Güvenlik Çalışmaları, İstanbul, Kriter Yay. 2012, s.22.
10 ARI,Tayyar. Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, İstanbul, MKM Yay., 2009, s.108.
11 DOUGHERTY, James and Pfaltzgraff, Robert Jr., Contending Theories of International Relations. 3rd ed.
    New York, Harper Collins Publishers, 1990, s.3.
12 BALATZ J.. “ A Note on the Interpretation of Security, Development and Peace”, Development and Peace,
    No:6, 2008, s.46.
13 BALATZ J.. “ A Note on the Interpretation of Security, Development and Peace”, Development and Peace, No:6, 2008, s.46.
14 KÖNİ, Hasan (1998) “Türkiye Tutunmaya Çalışıyor”, Milliyet (15 Mayıs 1998),
     http://www.milliyet.com.tr/1998/05/15/entel/entel.html. 1998, s.1
15 Çin: Türkiye'de ABD ve Rusya'yı yendik - Güncel - Star Gazete 
     http://haber.stargazete.com/guncel/cinturkiyede-abd-ve-rusyayi-yendik/haber-793082#ixzz2gk2xpAop


***

12 Mayıs 2020 Salı

ARAL DENİZİ HAVZASI GÜNCEL DURUM VE ÇEVRE SORUNLARI

ARAL DENİZİ HAVZASI GÜNCEL DURUM VE ÇEVRE SORUNLARI


ANALİZ NO : 2016 / 6
YAZAR : ÖZGE NUR ÖĞÜTCÜ



Harita: global.britannica.com

Tarihi Arka Plan

Bir zamanlar dünya üzerinde 4. büyük su kaynağı olan Aral Denizi günümüzde tamamen yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Aral Denizi’ni besleyen su kaynaklarının aşırı kullanımı ve küresel ısınmanın etkileri sonucunda denizin yaklaşık %90’lık bir kısmı 1960’lı yıllardan başlayarak yaklaşık 50 yıl içinde kurumuştur. Geriye kalan %10’luk kısmını ise kurtarma çabaları devam etmektedir.  Bu çabalar özellikle Kazakistan ve Dünya Bankası tarafından yürütülmektedir.

Aral Denizi’ni yüksek dağlardan gelen su kaynakları, Amuderya (Ceyhun) ve Sriderya (Seyhun) beslemektedir. Fakat her iki nehri kıyıdaş ülkeler ağırlıklı olarak tarım arazilerini sulamak ve hidro-enerji üretmek gibi nedenlerle kullanıldığı için Amuderya ve Sriderya zamanla Aral Denizi’ni besleyemez hale gelmiştir. Sovyetler Birliği döneminde Orta Asya’nın dünyanın en büyük pamuk üreticisi olması planlanmış ve bu yönde benimsenen politikalar sonucunda Orta Asya’da toplamda 32.000 kilometrelik kanal ve 45 baraj inşa edilmiştir.[1] Daha bu dönemde Aral Denizi’ni besleyen su kaynakları yanlış bir şekilde yönetilmeye başlanmıştır. Sonrasında bu sorun farklı bir boyuta ulaşmış, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Sovyetler Birliği yönetimi altında kurulan bölgesel su ve enerji mekanizmaları da çökmüş, yeni bağımsız devletlerin hızlı bir şekilde mevcut düzene ayak uydurması gerekmiştir. 1991 öncesinde, Sovyetler Birliği döneminde, su ve enerji kaynaklarını yönetmek üzere tek merkezli bir iş birliği sistemi kurulmuştur. Bu iş birliği sistemi aşağı kıyıdaşların kış aylarında yukarı kıyıdaşlara doğalgaz ve kömür sağlaması, elektrik üretimi için baraj sularına ihtiyaç kalmadan yöntemler geliştirilmesi olarak özetlenebilir. Su ve hidroenerji üretimi sorunu artık yeni bağımsız devletlerin kendi aralarında çözmeleri gereken bölgesel sorunlar haline gelmişlerdir. Bu durum ülkeler arasında anlaşmazlıklar yaşanmasına neden olmuştur. Zira Orta Asya ülkeleri coğrafi koşulları, Amuderya ve Sriderya katkıları ve doğal kaynakları bakımından farklılık göstermektedir. Örneğin Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan doğal gaz, kömür ve petrol kaynakları bakımından zenginken, Tacikistan ve Kırgızistan hidro-enerjiye odaklanmaktadır.

Aral’ın kurumasının sosyolojik ve ekonomik sonuçları da ağır olmuştur. Bunun en önemli örneklerinden biri Özbekistan sınırları içinde yaşanmıştır. Özbekistan içinde yer alan Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti’nde yaşayan Karakalpaklar, Aral Denizi kıyısında yaşamaları nedeniyle Aral Denizi’nin kurumasından en çok etkilenen halk olmuştur diyebiliriz. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (İng. United Nations Development Programme, UNDP) Özbekistan ofisi, birçok yerel, bölgesel ve uluslararası kurumla işbirliği içinde 2012-2015 yıllarını kapsayan bir proje ile Karakalpakistan’ı kalkındırmayı hedef alan projeler geliştirmiştir.[2] UNDP Bu programı “insani güvenlik” çerçevesinde ele almış, Aral Denizi’nde yaşanan felaketin ve su güvenliğinin farklı bir boyutunu gözler önüne sermiştir.

Aral Denizi neden kurumuştur?

Tarihsel arka plandan yola çıkarak Aral Denizi’nin kuruma nedenlerini kısaca:

Aral Havzası’nın etkin olmayan bir şekilde kullanılması ve kıyıdaş devletler arasında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından ortak politikalar geliştirilememesi, Sovyetler döneminde havzada tarımsal üretimde – özellikle pamuk üretiminde - kullanmak üzere Orta Asya’da baraj ve sulama sistemleri inşası, kirlilik, küresel iklim değişikliği ve suyun buharlaşması, Pamuk ve pirinç üretimi sektörünün iyi yönetilememesi sonucunda su kaynaklarının aşırı kullanımı, Türkmenistan Karakum Kanalı örneğinde olduğu gibi, Aral Denizi’ni besleyen nehirler üzerinde geliştirilen baraj projeleri, Küresel iklim değişikliği sonucu su kaynaklarının yağmur sularından ve diğer doğal kaynaklardan eskisi kadar beslenememesi olarak özetleyebiliriz.

Aral Denizi zaman içinde yukarıda bahsedilen nedenler ve ihmal sonucunda neredeyse tamamen kurumaya yüz tutmuştur. Aral Denizi’ne 1960 yılında ortalama 56 milyar metreküp su dökülmekteydi, fakat 1997 yılında geldiğimizde Aral Denizi’ndeki su seviyesinin düşüşü devam etmiş ve Aral Denizi ikiye ayrılmıştır.[3] Aral Denizi’nin 1960 yılında yüzölçümü 68.900 kilometrekare ve su hacmi 1083 kilometreküp iken, 2010'da denizin yüzölçümü 12.100 kilometrekareye ve su hacmi 110 kilometreküpe düşmüştür.[4]

Aral Denizi’ni besleyen Amuderya ve Siriderya’nın farklı alanlarda ve bölgelerde kullanılması sonucunda Aral Denizi’ndeki su seviyesi düşmüş, 1997-1998 yıllarında Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılmıştır. Kuzey kısmı Kazakistan sınırları içinde kalırken, güney kısım hem Kazakistan hem de Özbekistan sınırları içinde yer almaktadır. Deniz yüzeyinin %90 oranında küçülmesi sonucunda bölgede, Aral Denizi’nin kuryan güney kesiminde, yeni bir çöl “Aralkum” ortaya çıkmıştır. Aralkum ekolojik dengelerin bozulmasına neden olmakta ve kum fırtınaları nedeniyle bölgede sağlık açısından tehdit oluşturmaktadır.

Bu kuruma sürecine kıyıdaş devletlerin, Sovyetler Birliği döneminde Cumhuriyetlerin, Aral’ı besleyen kaynaklar üzerinde kurdukları barajların da etkisi olmuştur. Örneğin Türkmenistan’da Karakum Kanalı inşa edilmiş ve bu kanal sayesinde Karakum çölünün kanala yakın mesafede olan kesimlerinde tarım yapılabilir hale gelmiştir. Bu kanal, 1.375 km uzunluğunda olan ve yılda 13-20 kilometreküp su taşıma kapasitesine sahiptir. Fakat bazı kaynaklara göre Karakum Kanalı’nın açılması Aral Denizi’nin doğal dengesini bozmuştur.[5]

Pamuk üretimi de su kaynaklarının kullanımı konusunda dikkat çekmektedir. Mesela Aral havzasında 1965 – 1985 yılları arasında tarım arazisi olarak kullanılmak üzere açılan 2,5 milyon hektarlık alan sadece pamuk üretimi için kullanılmıştır. Bölgedeki 4,5 milyon hektarlık arazinin sulaması için 1960 yılına kadar 50-54 kilometreküp su gerekmiştir, pamuk üretiminin artması sonucunda normal şartlar altında 30 kilometreküp ile sulanması yeterli olacak araziler için 60 kilometreküp su gerekmiştir.[6]

Günümüzde de pamuk üretimi Özbekistan ekonomisi için önem arz etmektedir. Dolayısıyla su kaynaklarının kullanımının veya paylaşımının yeniden düzenlenmesi veya su kaynaklarının akışını etkileyen projeler yapılması Özbekistan açısından sorun oluşturmaktadır. 2000 yılında sunulan bilgilere göre Özbekistan’da bütün ekili arazilerinin %75-80’lik gibi büyük bir kısmını pamuk kapsamış ve halkın ziraat tecrübesi yoksunluğu toprağın bir süre sonra kullanılamaz hale gelmesine neden olmuştur.[7] Bu veriler ışığında 1970’li yılların başlarından itibaren, pamuk ekili arazilerin çoğalması sonucunda kullanılan su miktarının da arttığını söyleyebiliriz. 1970’li yılların ortalarında Amuderya Aral Denizi’ne ulaşamamış, Sriderya ise yılda sadece 5-8 kilometreküp su getirebilmiştir.[8]

Aral Denizi’nin kurumasının sosyo-ekonomik sonuçları

Aral Denizi’nin kurumasının sosyo-ekonomik sonuçları ve çevresel felaketleri de doğurmuştur. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:

Kum Fırtınaları ve Çölleşme
Sosyo-ekonomik hayatın deniz çevresinde son bulması
Balıkçılık sektörü güney ve doğu kıyılarda tamamen son bulmuştur
Çevre sorunları ve işsizlik nedeni ile göçler meydana gelmiştir
Sağlık problemleri baş göstermeye başlamıştır
Ekolojik sistem bozulmuş ve bio-çeşitlilik zarar görmüştür

Kum Fırtınaları ve Çölleşme

Aral Denizi’nin kuruması sağlık alanında da bölge halkı için tehdit oluşturmaktadır. Hazırlanan bir rapora göre Aralkum üzerinden her yıl 15-75 milyon ton tuzlu kum tozlarının 150-500 km’lik bir alan içine dağıldığı görülmüştür.[9] Kum fırtınaları bölgede yaşayan insanların sağlık koşullarını da önemli boyutlarda etkilemektedir. Bölgede kum fırtınaları ile taşınan zararlı maddeler sonucunda sağlık sorunları yaşanmaktadır.[10] Kanser vakaları ve böbrek hastalıklarına neden olmaktadır ve sağlıksız yaşam şartları sonucunda bebek ölüm oranları artmıştır.[11] Çöller nedeniyle Aral Denizi havzasında iklim değişiklikleri de gözlemlenmiştir ve sıcaklık çevrede yaklaşık olarak 2

Sosyo-Ekonomik Sonuçlar

Sosyo-ekonomik sonuçlardan en önemlilerinden birisi birçok balıkçının geçim kaynaklarının zaman içinde yok olmasıdır ve Aral Denizi’nin kurumasından en çok etkilenen sektör balıkçılık olmuştur. Toplam balık üretimi 1960 yılında 45.000 ton iken bu miktar 1970 yılında 17.000 tona düşmüştür.[13] Yukarıda da belirtildiği üzere şu anda sadece Kazakistan’ın çabaları ile Aral’ın kuzey kesimlerinde balıkçılık kısmen canlanmıştır. Diğer kesimlerde balıkçılık sektörünün son bulması sosyal alanda da problemler yaratmış ve gelir kaynağı balıkçılık olan aileleri de zor durumda bırakmıştır. Bu zor durumun sonucu olarak Aral’da yaşayan 45.000 civarında kişi, 1980 ile 2000 yılları arasında, Kazakistan ve Özbekistan’ın farklı kesimlerine göç etmiştir.[14] Balıkçılık sektörü de Aral Denizi Havzası’nda neredeyse tamamen bitmiştir. Aral’ın önemli balıkçılarından biri olan anılan Ahmedov Zhingali Aral’da balıkçılığın canlı olduğu günleri şu sözlerle ifade etmiştir; "Uyurken Aralı rüyamda görüyorum, her şey gerçek gibi, geziyorum. Sonra uyanıyorum, hepsi rüya imiş. Hatta o gezmeyi kimseye söyleyemiyorum, utanıyorum. Aral’ı eskiden görseydiniz ata binmiş gibi olurdunuz. Belki ilerde su gelir, siz görürsünüz ama ben göremem. Belki de gelir… Belki gelir… Gelmeyecek diyemeyiz..."[15]. Bu ifade Aral Denizi’nde yaşayan insanların ne kadar zor durumda kaldıklarını özetler niteliktedir.

Sağlık ve sosyo-ekonomik nedenlerden dolayı bölgenin demografik yapısının değişmesi, bölgenin dışarıya göç vermesi söz konusudur. Buna rağmen bölgede sulama alanlarının çoğalması gibi etkenlere ek olarak, nüfus artışı yaşanmıştır.[16] 1960 yılında 14.1 milyon olan nüfus 2007-2012 yıllarında 4 misline ulaşarak 60.4 milyona yükselmiş, tarım arazileri alanı 4.5 milyon hektardan 8 milyon hektara kadar genişlemiş, Aral Denizi’ne yüzey akışı ise ters orantı ile 55 kilometreküpten 10.6 kilometreküpe kadar düşmüştür.[17] Dolayısıyla Aral Havzasında su stresi artmış ve bozulan arz-talep dengesi bugün bir çok alanda olumsuz sonuçlar doğurmuştur.

Çevresel kirlilik, atıklar sonucunda kirlenen düşük kalitede içme suyu, gıda güvenliği tehdidi, tarım sektöründe kullanılan maddeler sonucu ortaya çıkan kimyasal atıklar, hastalıklar ve artan bebek ölüm oranları da bölgesel nüfusu etkilemektedir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Aral Denizi güney kıyıdaşı olan, Özbekistan sınırlarında bulunan Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti bugün halkın karşılaştığı sorunlar nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır.[18] Hatta Karakaplakistan’da yaşayan Yusuf Kamalov bölgede yaşanan durumu “Mahşer gününü görürsek eğer, muhtemelen Karakalpakistan halkı çok da bocalamaz, çünkü mahşeri biz zaten yaşıyoruz” diyerek dile getirmiştir.[19] Bu ifade bölge halkının ne denli zor şartlar altında yaşadığını göstermektedir.

Ekolojik Sistem ve Bio-çeşitlilik

Aral’ın kuruması ekolojik dengeyi de tehdit etmektedir. Bölgedeki sıcaklık oranları değişmiştir. IFAS Uzmanı Bayalimov Daulet Aymagambetovich’e göre Aral Denizi çevresindeki sıcaklık oranları gece ortalama 40-35 derece aralığında iken deniz kuruduktan sonra sıcaklık 20 dereceye kadar düşmüştür ve ortalama kış sıcaklığı 2 derece artmıştır.[20] Küresel iklim değişikliği nedeniyle Aral Denizi’nin beslenmesi konusunda hali hazırda sorunlar yaşanırken, Aral Denizi çevresindeki sıcaklık artışının kuraklığı hızlı bir şekilde tetiklediğini söyleyebiliriz. Balık ve kuş türleri başta olmak üzere, Aral Denizi çevresinde yaşayan canlı türü azalmıştır.

Aral’ı Kurtarma Çabaları ve Bölgesel Mekanizmalar

Aral Denizi’ni kurtarma çabaları öncelikle Kazakistan sınırlarında bulunan Kuzey Aral Denizi’ne odaklanmıştır: Dünya Bankası kredisi ile Kazakistan GökAral Barajı’nı inşa etmiştir ve bu inşa 2005/2006 yıllarında tamamlanmıştır. Bir rapora göre bu baraj sayesinde Kuzey Aral’da su seviyesi 38 metreden 5 yıl içinde 42 metreye yükselmiştir ve deniz alanı 874 kilometrekare artmıştır.[21] Ek olarak su hacmi 11,5 milyar metreküp artmış ve denizde tuzluluk miktarı 23 g/lt’den 17 g/lt’ye düşmüştür.[22] Bu baraj sayesinde Aral’ın Kuzey kısmında umut doğmuştur.

Bölgesel girişimlere ilk örnek 1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından ortaya çıkmış ve 5 Orta Asya ülkesi su paylaşımı, kullanımı, muhafazası, finanse edilmesi ve yönetilmesini kapsayan hükümetler arası anlaşmalar imzalamışlardır.[23] Bu ülkeler 1992 yılında “Ülkeler Arası Su Kaynaklarının Yönetimi, Kullanımı ve Korunmasına Yönelik İşbirliği Anlaşması” imzalamışlardır ve bu anlaşma ile su kaynakları alanında ortak hareket edilmesi ve koordinasyon sağlanması öngörülmüştür.[24] Yine bu anlaşma ile 1992 yılında devletler arası bir örgüt olan Ülkelerarası Su Koordinasyonu Komisyonu (İng. Interstate Commission on Water Coordination, ICWC) oluşturulmuştur. Bu kuruluş halen aktif olarak çalışmakta ve her yıl farklı dönemlerde bültenler yayınlamaktadır.[25]

Aral’ın bölgesel mekanizmalar aracılığı ile de görüşülmesi ön görülmüştür. Bu yönde bir adım da 1993 yılında atılmış ve Aral Denizi’ni Korumak İçin Uluslararası Fon[26] (İng. International Fund for Saving the Aral Sea – IFAS) kurulmuştur. Bu vakıf üyeleri beş Orta Asya devletidir. Yine 1993 yılında Aral Gölü için Devletlerarası Konsey (İng. the Interstate Council for the Aral Sea) ismiyle yeni bir yapılanma daha ortaya çıkmıştır. Farklı alanlarda aynı amaca yönelik çalışmalar sürdüren bu iki yapı 1997 yılında birleştirilmiştir.

1992, 1996, 1997, 1998, 1999 ve 2008 yıllarında Aral Denizi ile ilgili Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından suyun kullanımını ve ülkeler arası koordinasyonu (Amuderya ve Sriderya özelinde) içeren bölgesel ve ikili anlaşmalar imzalanmıştır.[27] Fakat bu süreçte Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan arasında Sriderya’dan beslenen Toktogül Barajının kullanımına yönelik anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Aynı anlaşmazlıklar Tacikistan ve Özbekistan arasında Karakum Barajının yönetimi üzerinden gözlemlenmiştir.[28]

Bu süreçte 1996 yılında Özbekistan ve Türkmenistan arasında su paylaşımı ve kullanımı üzerine imzalanan ikili anlaşmada diğer konulara ek olarak Aral Denizi’ne de yer verilmiştir.[29]

Aral Denizi kurtarma çalışmaları başta bölgesel aktörlerin ortak bir zemin bulma çabaları ile devam etmiştir. Orta Asya devletlerinin hükümet başkanları bir araya gelerek bildiriler yayınlamış ve imzalamışlardır; 1997 Almatı Deklarasyonu, 1998 Taşkent Deklarasyonu, 2002 Duşanbe Deklarasyonu gibi yerel çabalar da bu konudaki iş birliği isteğini göstermektedir ve zaman içinde uluslararası camia da bu çabalara destek olmuştur. Özellikle Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Orta Asya’da yaşanan su problemleri için çalışmalar sürdürmüştür ve hala sürdürmektedir. 2002 yılında Orta Asya devlet başkanları Aral Denizi Havzasının ekolojik ve ekonomik çevre sorunları karşısında çözüm üretebilmek için 2003-2010 yıllarında yapılacak çalışmaları kapsayan bir program oluşturmuşlardır (İng. Programme of concrete action to improve the ecological and economic environment of the Aral Sea Basin for 2003–2010).[30] Bu çalışmalara ek olarak 2002 yılında Küresel Su Ortaklığı bünyesinde faaliyet gösteren Orta Asya devletleri ve Kafkaslar Bölgesel Su Ortaklığı’nı (İng. Regional Water Partnership under the Global Water Partnership – CECENA) kurmuşlardır. Bu yapı çerçevesinde devletin ilgili daireleri, yerel ve bölgesel profesyonel kurumlar, bilimsel ve araştırma enstitüleri, özel sektör, sivil toplum örgütleri su güvenliğini tehdit eden kritik meseleler hakkında ortak bir anlayışı kurmak adına işbirliği yapmaktadır.[31]

Aral Denizi’nin geriye kalan çok küçük bir kısmı ile ilgili çalışmalar devam etmelidir. Bu çalışmalar yürütülürken ortak çabanın önemi vurgulanmalıdır. Envanter çalışmaları yapılmalı ve arz-talep dengesi bu çalışmalar sonrasında sürdürülmelidir. Aral Denizi’nde yaşanan sorunlar ekonomiden sağlığa, enerji ihtiyacından gıda güvenliğine uzanan çok disiplinli bir bakış açısı kapsamında uzman destekleri ile ele alınmalıdır. Aral Denizi Havzası’nda yaşanan sorunlar uzmanlar değerlendirmesi ve hükümetlerin ortak çalışmaları altında çözümlenmeli ve tarafların bir araya gelip ortak paydada buluşabileceği mekanizmalar – hali hazırda kurulanlar – geliştirilmelidir. 

Sonuç

Bölge ülkelerinin ve uluslararası camianın önceliği Sovyetlerin dağılması ile ortadan kalkan mekanizmaların dağılma sonrasında ortaya çıkardığı sorunları çözmek olmuştur. Fakat uzun süren bu süreç ne yazık ki Aral Denizi’ni kurtaramamıştır. Günümüzdeki bölgedeki su güvenliği ve Aral Denizi tartışmaları daha çok Aral Denizi’ni besleyen Amuderya ve Sriderya’nın kullanımları üzerinden devam etmektedir. Her ülke kendi ihtiyaçları doğrultusunda çözüm aramakta veya diğer ülkelerin projelerine yönelik endişeler taşımaktadır. Özbekistan için pamuk üretimi ve tarım önemli bir gelir kaynağıdır dolayısıyla su kaynaklarının ekonomi üzerinde etkisi büyüktür. Öte yandan Aral Denizi’ni besleyen Sriderya ve Amuderya diğer Orta Asya ülkeleri ve Afganistan için önem arz etmektedir. Fakat yukarıda da bahsettiğimiz üzere Orta Asya ülkelerinde doğal kaynakların dağılımı eşit değildir. Yukarı kıyıdaş ülkeleri Kırgızistan ve Tacikistan su kaynakları bakımından zengindir.  Aşağı kıyıdaş ülkeleri Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan ise doğalgaz ve/veya petrol kaynakları zengin ülkelerdir. Dolayısıyla bu ülkeler arasında özellikle barajlardan su salımı ve su kaynaklarının yoğun olarak kullanıldığı dönemler konusunda anlaşmazlıklar da söz konusudur. Yukarı kıyıdaş ülkeler su kaynaklarına daha çok kış aylarında elektrik üretimi ve ısıtma için ihtiyaç duyarken aşağı kıyıdaş ülkeleri, özellikle Özbekistan, yaz aylarında tarım için ihtiyaç duymaktadır.

Bu çerçevede son dönemlerde özellikle CASA 1000 ve Rogun Barajı projeleri tartışmalarda odak noktaları olmuşlardır. Bu projeler bölgedeki hidroelektrik ihtiyacının karşılanmasına yönelik geliştirilmiş ve masaya yatırılmışlardır. Fakat hali hazırda kaynakların kısıtlı olması nedeni ile bu projelerin hayata geçirilmesi de ülkeler arasında, özellikle Özbekistan kaynaklı, endişeler dile getirilmektedir. Mesela Özbekistan kaynakları Rogun Barajı’nın fay hatları üzerinde olduğunu söylerken, Dünya Bankası raporları uzun süren çalışmaların ardından bu projenin riskleri ve yararları ile ilgili bir açıklama yapmıştır.[32] Rogun Barajı çalışmaları kaynak eksikliği nedeniyle sürdürülememektedir. Yakın zamanda Tacikistan ve İtalyan şirket Salini Impregilo ile anlaşmıştır fakat kaynak meselesi hala muallaktır.[33]

Hazırlanan bir rapor, Orta Asya bölgesini ileride yüksek anlaşmazlık riski taşıyan bölgeler arasında belirtmiştir.[34] Bu riskin küresel ısınma sonucu Orta Asya’daki su kaynaklarının eskisi kadar beslenememesinden, etkin olmayan ve orta yolda buluşamayan su kaynakları yönetimi politikalarından, bölge ülkelerinin alt yapı sistemlerini yenileyecek kaynakları bulamamasından doğduğunu söyleyebiliriz. Hatta Uluslararası Kriz Grubu “Water Pressures in Central Asia” başlıklı 2014 yılı raporlarında su sorunlarının Fergana Vadisi’ndeki etkilerine de dikkat çekmektedir.[35] Su sorunun bölgedeki etnik kökenli çatışmaları da tetikleyebileceği ve ülkeler arası sorunlara yol açabileceği gözlemlenmektedir. Dolayısıyla su yönetimi politikalarının iyi yönetilmesi birçok açıdan bölgesel güvenlik ve istikrar açısından önemlidir.

[1] Orhon, K. B. (2015) “Sınıraşan Yerüstü Suların Yönetiminde Dünya ve Türkiye Uygulamaları”, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Uzmanlık Tezi (Erişim tarihi: 14.10.2016).

[2] UN Trust Fund for Human Security, http://www.un.org/humansecurity/sites/www.un.org.humansecurity/files/084%20Uzbakistan%20-%20FINAL.pdf

[3]  Yıldız, 2012: s. 154

[4] Yıldız, “Aral Gölü Kime Küstü? Geri Döner mi?”, EkoAvrasya, 13.02.2016, http://ekoavrasya.net/duyuru.aspx?did=198&Lang=TR

[5] Ökmen, 2001: s. 244

[6] Yılmaz, 2000: s. 98

[7]  Yılmaz, 2000: s. 98

[8]  Yılmaz, 2000: s. 99

[9] Yıldız, Dursun “Aral Gölü Geri Dönecek mi?”, Toprak Su Enerji, 15 Mart 2012, http://topraksuenerji.org/Return_M1_Aral.pdf (Erişim Tarihi: 25 Mayıs 2016).

[10] BBC Aral Denizi özel dosyası, http://www.bbc.com/news/resources/idt-a0c4856e-1019-4937-96fd-8714d70a48f7

[11] Aral Sea Crisis, http://www.columbia.edu/~tmt2120/impacts%20to%20life%20in%20the%20region.htm

[12]  Yılmaz, 2000: s. 96

[13] Aljazeera Aral Denizi özel dosyası, http://webapps.aljazeera.net/ajt/program/aral/index.html

[14] ibid

[15] Aljazeera, Aral özel dosyası, http://webapps.aljazeera.net/ajt/program/aral/index.html

[16] UNEP, “The future of the Aral Sea lies in transboundary co–operation”, Ocak 2014, http://na.unep.net/geas/getUNEPPageWithArticleIDScript.php?article_id=108 (Erişim tarihi: 30.09.2016).

[17] Tablo 1, UNEP, “The future of the Aral Sea lies in transboundary co–operation”, Ocak 2014, http://na.unep.net/geas/getUNEPPageWithArticleIDScript.php?article_id=108 (Erişim tarihi: 30.09.2016).

[18] Karaağaçlı, 2013

[19] Synnott, M. “Aral Gölü'nün Suçu Ne?”, National Geographic, 29.05.2015, http://www.nationalgeographic.com.tr/makale/haziran_2015/aral-golunun-sucu-ne/2477 (Erişim tarihi: 14.10.2016).

[20] Yılmaz, 2000

[21] Yıldız, D. “Aral Gölü Geri Dönecek mi?”, Toprak, Su ve Enerji, 15 Mart 2012, http://topraksuenerji.org/Return_M1_Aral.pdf (Erişim tarihi: 30.09.2016).

[22] ibid

[23] FAO, “Aral Sea Basin”, 2012, http://www.fao.org/nr/water/aquastat/basins/aral-sea/index.stm (Erişim tarihi: 30.09.2016).

[24] Orhon, K. B. (2015) “Sınıraşan Yerüstü Suların Yönetiminde Dünya ve Türkiye Uygulamaları”, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Uzmanlık Tezi (Erişim tarihi: 14.10.2016).

[25] ICWC Bulletins, http://www.icwc-aral.uz/icwc_bulletins.htm

[26] Bu Vakfın Türkçe isimi Türkçe kaynaklarda farklılık göstermektedir.

[27] Kılıç, Seyfi “Su Yönetimi Genel Müdürlüğü Su Politikası Hizmet İçi Eğitim Programı”, http://suyonetimi.ormansu.gov.tr/Libraries/su/ORSAM_Seyfi_Kilic_Orta_Asya_ve_Kafkasyada_Sinirasan_Sular.sflb.ashx (Erişim Tarihi: 25 Mayıs 2016).

[28] FAO, “Aral Sea Basin”, 2012, http://www.fao.org/nr/water/aquastat/basins/aral-sea/index.stm (Erişim tarihi: 30.09.2016).

[29] ibid

[30] ibid

[31] ibid

[32] Dünya Bankası, “Assessment Studies for Proposed Rogun Hydropower Project in Tajikistan”, 01.09.2014, http://www.worldbank.org/en/region/eca/brief/rogun-assessment-studies (Erişim tarihi: 03.10.2016).

[33] Eurasianet, “Tajikistan: Italians Picked for Rogun Dam Contract”, 01.07.2016, http://www.eurasianet.org/node/79491 (Erişim tarihi: 03.10.2016).

[34] De Stefano L, Duncan J, Dinar S et al (2012) Climate change and the institutional resilience of

international river basins. J Peace Res 49, http://www.transboundarywaters.orst.edu/publications/publications/DeStefano%20et%20al.%20Climate%20&%20Treaties%20Final%2012.pdf (Erişim Tarihi: 03.10.2016).

[35] International Crisis Group, “Water Pressures in Central Asia”, Europe and Central Asia, Rapor Numarası: 233, 11.09.2014, https://www.crisisgroup.org/europe-central-asia/central-asia/water-pressures-central-asia (Erişim tarihi: 03.10.2016).

© 2009-2020 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır.

https://avim.org.tr/tr/Analiz/ARAL-DENIZI-HAVZASI-GUNCEL-DURUM-VE-CEVRE-SORUNLARI


***