28 Mart 2015 Cumartesi

“Kürt” varsa Sorun var...

 “Kürt” varsa Sorun var...





Başyazı
Gökçe Fırat
12.09.2005/Sayı:90


Bu konu ile ilgili diğer yazılar için tıklayınız
88. sayı başyazı ;
89. sayı başyazı ;

Tarihi ve sosyolojik açıdan ırk, etnik grup, millet

PKK’nın organize ettiği Gemlik yürüyüşü ve bu yürüyüşe karşı Türklerin direnişi kimileri tarafından olağandışı gelişmeler olarak nitelendiriliyor. Bugün ülkemizin içine çekildiği sorunu kavramamızın önündeki en büyük engel de bu. Çünkü olaylar ne bir provokasyonla, ne tahrikle, ne de başka bir şeyle açıklanabilir. Olayların bu şekilde gelişmesi, tarihsel ve sosyolojik sebeplerle açıklanabilir, ki böylesi bir perspektif içinde tüm gelişmeler hiç de beklenmedik değildir tersine beklenen gelişmelerdir.

Bugün yaşadığımız sorun nedir? Başbakan bir Kürt sorunundan bahsetti. Zaten PKK da yıllardır aynı Kürt sorunundan, aynı ifadelerle bahsediyordu. PKK eylemlerinin durduğu bir dört yıllık dönem de oldu. Kürt sorununu çözmek için devlet, eğitim, kültür, yayın gibi pek çok hak tanıdı. Ama tüm bu “demokratikleşme” adımlarına karşın, bugün sorun, dünden, yani PKK’nın açık silahlı savaşından kat kat büyümüş durumda. O halde sorunu açıklamak için terörün ve demokratikleşmenin dışında bazı kavramlara ihtiyacımız var demektir. O kavramları ise ancak tarih ve sosyolojide bulabiliriz.

Kürt sorunu demek, bir etnik kimlikten doğan sorun demektir. Çünkü sorun Kürt’le alakalıdır. O halde Kürt nedir? Eğer Kürt, Türklerden ayrı bir etnik grup ya da millet ise, Kürt sorunu dediğimiz sorun, etnik ya da milli bir sorun demektir.

Tarih boyunca insan toplulukları, çeşitli “ırk”lardan, çeşitli etnik kökenlerden gelirler, ama bu tür “ırki” ve etnik kimlikler birbiri ile etkileşerek, birbirini eriterek, birbirini yok ederek, birbiriyle birleşerek daha büyük halk topluluklarına dönüşür ki, çağdaş milletler böyle meydana gelir. Millet aşaması, etnik, “ırki”, kökenlerin tarihsel olarak silindiği bir aşamadır. O nedenle çağdaş milletler bir bütün oluşturur, milletin bütünlüğü ya da tekliği kavramı da buradan türer.

Türkiye açısından baktığımızda ise, binlerce yıldır Türkiye coğrafyasında biraraya gelen çeşitli etnik kavimler, binlerce yıl içinde birleşerek, birbirinin içinde eriyerek tek bir millet oluşturmuştur ki, bunun da adı Türk milletidir. Türk, bir etnik ya da “ırki” kavram değil, bu yörede yaşayan milletin adıdır. Bu ad, binlerce yıldır kullanılmaktadır ve binlerce yıldır da aynı anlama gelmektedir.

İstanbul Kürt bölücülüğünün hedefi

 < İstanbul, uzun yıllardır Kürt bölücülüğünün en önemli hedefi oldu. Kürt mafyası, Beyoğlu, Aksaray-Laleli, Eminönü ve Kadıköy’de piyasaya 
hakim konumdadır. Kürt mafyasının ekonomik hakimiyeti ile birlikte, şehrin varoşları PKK’lı milisler tarafından ele geçirilmektedir. >

Yandaki haritada Kürt mafyasının denetlediği piyasa bölgesi yeşil bir çember içinde gösterilmektedir. Mavi noktalı semtlerde ise, sıradan vatandaş görünümünde PKK yandaşları yoğun bir şekilde yerleşmekte ve bir ayaklanmaya hazırlanmaktadır. Son bir haftadır tüm bu semtlerde Apo posterli gösteriler ve polisle çatışmalar gerçekleşmiştir.
Türk ulus devleti  

Türkiye Cumhuriyeti, bu çağdaş gerçekler temelinde kurulmuş bir ulus devlettir. Ulus devlet, milletin bölünmezliği ve mutlak hakimiyeti üzerine inşa edilir. O nedenle “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”. Millet bu egemenliğini kullanırken, kendi içinde bir bütün olarak kullanır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni, ABD türü bir etnik federasyondan ya da Avrupa türü prenslikler federasyonundan ayıran gerçeklik budur. ABD’de ve Avrupa’da hiçbir zaman bizdeki gibi bir bütün millet oluşamamıştır. Oluşmadğı için de, çeşitli etnik gruplar ya da bunların idari adı olan prenslikler biraraya gelerek federasyon kurarlar. Bu nedenle çoğu Avrupa devleti ve ABD, ulus devlet değildir. Bu nedenle de içlerinde farklı dilleri barındırırlar.

Avrupa ve ABD’nin dışında kalan dünyada ise tarihsel gelişme farklıdır. Örneğin Türkler, bu tür federasyon aşamalarını çoktan geçmiştir. Selçuklu ve Osmanlı’daki sistem çözülmüş, bu çözülme ile birlikte ulus devlet oluşmuştur. Ulus devlet bir Ulusal Kurtuluş Savaşı ve devrimle kurulmuştur, ama bu da bu kuruluşun bir dışarıdan müdahale ile olduğu anlamına gelmez, tam tersine içsel gelişim bu tür bir devrime yol açmıştır.

Şimdi böylesi bir ulus devlette bir Kürt sorunundan bahsediliyorsa, birilerinin politik argümanlarını ve iddialarını bilimle ve tarihle ölçüp sınaması gerekir. Örneğin Başbakan Kürt sorunu diyorsa, bir ulus devletin başbakanının böylesi bir ifadeyi kullanamayacağını bilmelidir. Çünkü ancak ulus devlette Başbakan, ulusal meclisin tayin ettiği hükümetin başıdır. Bu ise milletin iradesini yürütme gücüne dönüştürmektir. Başbakan ulus devlet gerçeğini reddediyorsa, kendisini o ulustan görmeyenleri temsil hakkından vazgeçtiğini de anlamalıdır.

Bir ulus devlette, azınlık olabilir. Azınlıklar ulus devlet içerisinde belirli ve sınırlı haklara sahip olurlar. Bu tür yasal düzenlemeler ulus devlet otoritesini ve milli egemenliği zedelemez. Ancak bir ulus devlette, alt kimlik olamaz, ikinci bir asli unsur olamaz, ikinci bir kurucu öğe olamaz. Çünkü ulus devlet tek bir ulus tanımı üzerinde yükselir.

Bu açıdan baktığımızda, Türkiye’de etnik sorun olarak görülebilecek aslında bir azınlık sorunu olan, Rum, Ermeni ve Yahudi sorunundan bahsedilebilir. Bu tür azınlıkların, kendini ait hissettikleri ulusla birlikte Türk devletine karşı hareketleri olabilir. Nitekim Osmanlı’nın yıkılış dönemi böyledir. Bu tür sorunların çözüm noktası, azınlıkların dışlanması değil, azınlıkların azınlık bölücülüğü yapacakları zeminin Türklükle doldurularak, onlara bölücülük zemini bırakılmamasıdır. Zeminsiz kalan azınlıklar, kendilerini ait hissetmeseler, hissetmek zorunda olmasalar bile, yaşadıkları devletin ve ülkenin mutluluğunu düşünmek zorunda kalacaklardır.



  <  Kürt Mafyası, Türkiye’nin denize açılan Güney bölgesinde planlı bir şekilde denetimi ele almıştır. 
Ele geçirilen bölgeleri bir okla birleştirdiğimizde planın kapsamını anlayabiliyoruz. Gelibolu, Gökçeada, Ayvalık üçgeninde Çanakkale Boğazı’na 
hakim olmaya çalışan Kürt mafyası aynı zamanda İzmir ve Antalya limanını da denetlemektedir. Bodrum gibi bölgeler eğlence sektörü açısından 
bir planı gösterirken, özellikle Didim’de simgeleşen toprak alımları, tehlikenin bir başka boyutunu göstermektedir. >

Kürt varsa sorun var

Ancak Kürt meselesini de aynı etnik mesele içine sokmaya çalışırsanız işler değişir. Çünkü Kürtler, azınlık hakkı değil başka bir şey istemektedir. Kürtler, Türk milletinden ayrı bir millet olduklarını, bu nedenle de ikinci milli unsur olarak kabul edilmeyi istemektedirler. Bu, tam da bugünkü Irak’a dayatılandır. Yani hem bir Kürt federe bölgesi, hem de Türkiye Cumhuriyeti üzerinde mutlak bir güç.

Eğer gerçekten de Kürtler, Türklerden ayrı bir millet ise, olayın tarihsel ve sosyolojik iki çözümü olabilir. Birincisi, Türkler ve Kürtlerin, bugünkü Irak gibi, federatif bir devlet içinde birleşmeleri ya da ikincisi Kürtlerin tamamıyla bağımsız bir devlet kurması. Kürtler bugün, her ikisini de istemektedirler.

Peki Kürtlere bu hak, tanınmamazlık edilebilir mi? Eğer Kürtlerin Türklerden ayrı bir millet olduğunu kabul ediyorsak, bu hakkı tanımak zorundayız. Çünkü her milletin kendi iradesini belirleme ve isterse ayrı devlet kurma hakkı vardır. Bu hak, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden de alınmaz, tarihsel bir haktır. Hiç kimse de bu tür bir milli isteğin önünde duramaz.

İşte Başbakan’ın Türkiye’yi getirdiği nokta burasıdır. O halde sorunun kaynağı, teröre, PKK’ya, demokratikleşmeye indirgenemez. Sorunun kaynağı tanımlamadadır. Siz, bir kısım vatandaşa ayrı bir milli kimlik tanırsanız, onlar da bu milli kimliği hakkıyla kullanırlar. Bu nedenle sorun, Kürdü kabul eden çağdışı, bilimden, tarih bilincinden yoksun kafadadır.

Oysa çok basit bir şekilde ifade etmek gerekirse Kürt varsa sorun vardır, sorunun çözümü ise PKK’nın bitirilmesi değil, Türk milletinden bağımsız bir Kürt kimliğinin bitirilmesidir. Hem ayrı bir Kürt kabul etmek, hem de bundan doğan sorunları çözmek, Türk devletinin kendi başına açtığı bir iştir.

Eğer Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak kalacaksa, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkesin kendisine ben Türküm demesini isteyecek, Türkçe konuşmasını isteyecektir. Bu aynı zamanda tarihsel açıdan da bir gerçekliktir. Çünkü, bugün kendisine Kürdüm diyenlerin çok büyük bölümü Kürt değil, has be has Türktür, ama zorla Kürtleştirilmişlerdir.

Bu bakımdan Kürt sorunundan bahsediyorsak, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk milletine sorun yaratan Kürtlerin yarattığı sorundan bahsetmemiz gerekir ki, bu sorunun çözümü zorla Kürtleştirilen Türklere Türklüklerini anımsatmak olmalıdır. TÜRKSOLU’nun ısrarla yapmaya çalıştığı, Kürtler tarafından zorla asimile edilmek istenen Türklerin milli haklarını korumaktır.

Bu ise Atatürk tarafından 1923 ile 1938 arasında uygulanmış ve sonuç almış politikadır. (Önümüzdeki sayıda Atatürk’ün Kürt politikasını işleyeceğiz.)

“İyi Kürt”le “Kötü Kürt” arasına sıkıştırılmak!

Atatürk politikası terk edildikten sonra durum değişti. Türkiye Cumhuriyeti’ne yıllar süren etnik ve köktendinci saldırı, Türkiye’deki tek milleti, etnik ve mezhepsel parçalara ayırma amacı güttü. Bu saldırı altında, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet niteliği aşındırıldı. Bir taraftan dinsel kimlik milli kimliğin önüne geçirilirken, diğer taraftan ayrı bir milli kimlik bilinçli bir şekilde yaratıldı ve güçlendirildi.

Bugün Bozüyük’te yaşanan sorun tam da budur. Türk milletinden ayrı bir Kürt kimliği kabul edilmiş, güçlendirilmiş, eline silah verilip dağa çıkartılmıştır.

Şimdi o kimlik, otobüslere bindirilerek Gemlik’e yürüyüşe götürülmektedir.

O kimlik, eline molotof tutuşturulup karakollara saldırtılmaktadır.

O kimlik, eline silah verilip mafyalaştırılmakta, ekonomiyi esir etmektedir.

O kimlik, eline mikrofon verilip Türk televizyonlarını Kürtçeye boğmaktadır.

Yani sorun, o kimliğin ifade edilişidir.

Milli kimlik kimi zaman dille, kimi zaman türküyle, kimi zaman yazıyla ifade edilir. Ama kimi zaman da yürüyüşle, ayaklanmayla, silahla, terörle...

Bugün kimileri “demokrasi” diyerek, iki tür ifade biçimi arasına ayrım koymak gerektiğinden bahsetmektedir. İlk anda mantıklı gelse de, bunun çok daha büyük bir tuzak olduğu görülmelidir. Tanınan kimliğin, kendisini ne zaman ve nasıl ifade edeceğini bilemezsiniz, bir. Bazen kimlikler silahsız istediğini daha rahat elde edebilir, iki. Örneğin bugün kendini silahlı mücadeleye ve PKK’ya karşı tanımlayan kimi Kürtler, Bağımsızlık Manifestosu yayınlamakta, kimileri ise federasyon için imza toplamaktadır!

O halde, “iyi Kürt”le “kötü Kürt” arasında ayrım yapmanın pek bir anlamı kalmamaktadır. İnsanların iyi niyeti, tarihsel olayların belirli akışını durdurmaz. Tarihsel akışa ancak kapılır gider. O nedenle aklı başında devletler, tek tek bireylerle, örgütlerle değil, tarihsel yasalarla ilgilenirler. Yarın devletin başına iş açacak bir talep, en iyi niyetli ve sadık bir kişi tarafından bile söylense buna engel olmak, gidişatı durdurabilir.

Ancak bugün gidişat, maalesef, durdurulamaz bir aşamaya gelmiştir. Çünkü yaklaşık 20 yıldır bir silahlı Kürt terörü yaşıyoruz. Bu yirmi yıl içinde, kabul etsek de etmesek de, bölücü Kürtçüler, kendilerine uygun bir millet yarattılar. Bu, kendi diline, kültürüne, “önderliğine” sahip çıkan bir milli topluluktur. Bu topluluğun yaratıldığını görmezden gelerek hiçbir yere varamayız!

Sokağa çıktığımızda, henüz beş altı yaşındaki Kürt çocuklarının “Benim önderim Atatürk değil Apo” dediğini görüyoruz. Bu, artık Kürt milli kimliğinin, doğar doğmaz benimsendiğini göstermektedir. Bugün beş yaşındaki zararsız, masum çocuk, yarın belki de bir terörist olacaktır.

O nedenle her Kürt Kürtçü değil anlayışı bir yerden sonra sarpa sarmaktadır. Doğru, her Kürt bugün için Kürtçü değildir. Ancak ben bölücü değilim, ama Kürdüm diyen, istese de istemese de, Türk ulus devletinin temelini dinamitlemektedir.

Türk kimliğini yıkarak, bölücü Kürtçülüğün pasif destekçisi konumundadır. Zaten her mücadele sadece aktif savaşçılarla değil, aynı zamanda daha kalabalık pasif destekçilerle verilebilir. Bugünün pasif destekçileri ise o mücadelenin ihtiyat kuvvetidir. Kimileri kabul etmese bile, ben Kürdüm diyen herkes, potansiyel bir PKK’lıdır.
O nedenle en iyi Kürt, ben Türküm diyen Kürttür...

Türk olan herşey Kürdün sadırısı altında

Son yirmi yıldır Türkiye’de bir Kürt örgütlenmesi yapılmaktadır. Kürtler, tek bir temelde örgütlenmektedir: Kürtsen bizdensin. Yani, siyasal inanışlar, toplumsal özlemler değil, etnik aidiyet Kürtleri birleştiren noktadır. Böyle böyle, bir “bizden” kimliği yaratılmıştır. Bu ise artık önü alınamaz bir Kürtlüktür. Bu Kürtlük şimdi gemi azıya almıştır.

Türkiye’nin hemen hemen her ilinde, PKK ve Apo posterleri ile sokağa çıkan binlerce “iyi Kürt” bulunmaktadır. Türkiye’nin her yerinde eline taşı alıp Türk polisine, Türk karokollarına saldıran “iyi Kürt” bulunmaktadır. Bu tür toplumsal eylemlere, bir kışkırtma denilerek geçilemez. Kışkırtmanın bir zemini vardır. O zemin, yaratılan milli kimliktir.

Bugün yaratılan Kürt milli kimliğinin en önemli özelliği ise Türk düşmanlığıdır. Türk karakolu, Türk askeri ya da polisi saldırı altındadır, ancak bunların saldırıya uğramasının temel nedeni Türk olmalarıdır. Karakol, asker, polis, Türk egemenliğinin simgesi olduğu için saldırıya uğramaktadır.

Bu ülkede bir etnik çatışmadan ve kışkırtmadan bahsedeceksek, bu etnik kin tohumlarını ekeni görmemiz gerekir. Türkiye’de Türkler, değil herhangi birine karşı etnik kin beslemeyi, “Ben Türküm” bile demezler.

Ama ısrarla “Ben Kürdüm” diyenler, bir süre sonra “Ben Türk devletini istemiyorum” demektedir. Böyle bir ortamda, bu devleti istemeyen Kürdün, bu devleti isteyen Türkle karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz olur.

Bugün böyle bir karşıtlık olmadığı söylense de gelişmeleri iyi okumak gerekir. PKK, tüm yurtta “serhıldan” çağrısı yapmıştır. Serhıldan, halk ayaklanması demektir. Yani eli ayağı tutan her Kürt, eline bayrağı, afişi alıp sokağa çıkıp eylem yapacaktır. Bu tür küçük gösteriler, büyük ayaklanmanın hazırlığıdır. Önce halk devletle karşı karşıya gelmeye alıştırılacaktır.

Son dönemde Batman’da, Van’da, Diyarbakır’da, Adana’da, Mersin’de bir türlü durdurulamayan küçük ayaklanmalar bu çerçevede ele alınmalıdır. Bu, yanlış bir ifade ile PKK’nın Türkiye’yi Filistinleştirme politikasıdır. Eline taş alan her Filistinli çocuk nasıl ki İsrail hedeflerine -sivil, asker!- saldırıyorsa, Kürt çocuk da aynısını yapacaktır.

Devletin en tepelerinde bu sözlerin sarfedilmesi PKK propagandasına alet olmaktır. Türkiye’yi İsrail konumuna sokan yönetici, İsrail’de devletin kendisini savunduğunu, bu işi vatandaşa havale etmediğini de bilmelidir!

PKK’nın etnik kışkırtması kendi zeminini bulmuştur. Etnik milliyetçilikle beslenen Kürtler bugün Türk devletine savaş açmıştır. Ancak buna karşı Türk devletinin bir tutunma zemini yoktur.

Bir PKK propagandası: Türk-Kürt kardeşliği

Başbakan PKK’yı durdurmak için Türklüğü gömüp Türkiyeliliğe geçmeyi önermektedir. Bir kısım saf aydınımızsa ısrarla Türk-Kürt kardeşliği mavalı okumaktadır. Oysa eğer iki kimlik varsa ve biz bunların gerçekten kardeşliğini istiyorsak, kardeşimize seçme hürriyeti tanımamız gerekir. Yani Türk-Kürt kardeşliği diyenler, Kürt kardeşlerine seçme hakkı tanımalıdır. O zaman Kürt kardeşiniz, teröre başvurmadan, iyi niyetle biz ayrılalım diyorsa ona ne cevap vereceksiniz!

Görüldüğü gibi Türk-Kürt kardeşliği teorisi, aslında Türk’ten ayrı bir Kürt kimliği oluşturmanın teorisidir. Günümüzde PKK bölücülüğünden bile güçlü olan teori de budur.

Bugün Türk-Kürt kardeşliği diyenler, güçlenen Kürt milliyetçiliğine karşı, Türklerin birleşmesine ve uyanmasına engel olmak istemektedirler. Dikkat edilirse bu grup, ısrarla Türklere hitap etmekte ve Türkleri sessiz olmaya çağırmaktadır. Oyun açıktır, PKK etnik Kürt milliyetçiliğini yaratırken, bunlar da Türk milli uyanışını engelleyecektir. Görüldüğü gibi Türk halkı, hem PKK tarafından dıştan, hem de bu tür gruplar tarafından “içten” bombalanmaktadır.

Bu tür teorilerin üretim merkezini iyi deşifre etmek gerekir. Bunlar günümüzün Taşnak-Hoybun’udur. Bu grubun lideri Erzincanlı bir Ermeni, sözcüsü ise Tuncelili bir Kürttür. Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı Ermeni-Kürt ittifakının tarihsel devamıdırlar. PKK’dan tek farkları, kitle tabanları olmaması ve bu nedenle de PKK’ya taşeronluk yapmalarıdır!

Bu Ermeni-Kürt çetesinin peşinden gidenlere şunu hatırlatmak gerekir. Neden ısrarla Türk-Kürt kardeşliği diyorsunuz? Türkler bugüne kadar kimsenin hakkını mı yediler, kimseye kötü bir davranışta mı bulundurlar? Ya da daha açık soralım, siz Kürtlerin Türkler tarafından asimile edildiğini, baskı altına alındığını mı düşünüyorzsunuz: Çıkarın ağzınızdaki baklayı!

Türkiye’de zaten yirmi yıldır fiilen Türk-Kürt kardeşliği politikası uygulanmıyor mu? Özal’ın teorilerini devrimci sosuna bulayıp Türk’e yutturabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Türk-Kürt kardeşliği denilen 20 yılda bir Kürt milleti yarattınız ve bir milleti susturdunuz, sindirdiniz. Bu 20 yılda tek bir Kürde bir gram zarar mı geldi? Gelmedi ama neden Kürtler hep bölücüleşiyor, hep daha da azıyor?

Türk’ün susturulduğu yerde Kürtçülük hortlar, Türkiye’de olanın özeti budur.

Bir, iki, üç; daha fazla Bozüyük...

Elbette Türkler -tarihin gördüğü en barışsever, hakbilir, sabırlı millet- oynanan oyunun farkında. Yüzlerce otobüslük PKK’lı sürüsünün bu ülkede eli kolu serbest dolaşabilme özgürlüğü olduğunu bu millet görüyor. Türk’e şehit cenazesi kaldırmanın bile provokasyon görüldüğü yerde, Kürdün Türkiye’yi istila ettiğini görüyor. Binlerce yıllık yurdunun, şehrinin, mahallesinin, içten işgal edildiğini görüyor.

Her şeyi gören Türk’e şimdi sus diyorlar. Provokasyona gelme, kıştkırtmalara kapılma!

Türk biliyor, bunca yıldır susa susa bu ülkede Kürtçülük güçlendi. Türk’ün susturulduğu yerde elbet barış olur. Ama nasıl bir barış? Türkiye Cumhuriyeti’nin bölündüğü, hem de sessiz sedasız, provokasyona gelinmeden bölündüğü bir barış!

Ne dersiniz Yunan işgalinden daha mı onurlu? O zaman da işgale karşı direnişin adı provokasyondu çünkü. Padişah efendimiz o zaman da Türklere kışkırtmalara gelmeyin diyordu.

Ama sabır bir yere kadardır.

Her millet bir yere kadar susar, bir yerde patlar.

Bir bakmışsınız bir Hasan Tahsin çıkmış ve ilk kurşunu atmış. İlk kurşunu atacak da, bu savaşa katılacak da her zaman çıkar. Bu tabiatın yasasıdır. O nedenle Bozüyük’te olanlara şaşırmamak gerekir. PKK’nın sokağa indiği yerde Türk de sokağa inecektir doğal olarak. Bu işin bir Bozüyük’le kalmayacağını, iki, üç daha fazla Bozüyük olacağını öngörmek içinse müneccim olmak gerekmez. Bunun arkasında bir provokasyon arayan kafa, ipi dışarda kafadır. Bunlar sanırlar ki, halk da kendileri gibi dışardan yönetiliyor. O nedenle halkın her davranışının arkasında bir provokatör ararlar.

Bu provokatör arayışı bile gayet bilinçlidir.

Bir yandan MHP ve ondan türeme faşist partiler sözde hedef gös terilmektedir. Oysa herkes biliyor ki, MHP türü ırkçı hareket 1950’den 1980’e kadar Türklere karşı sokağa salınmış ve antiemperyalist devrimci Türk çocuklarını öldürmüştür. 1980 sonrası bu hareketler sokaktan çekilmiştir. Çünkü 1980 sonrası sokakta PKK vardır. Sokağa iki Amerikan hareketi çoktur. O nedenle MHP eve çekilmiş, PKK sokağa inmiş ve MHP’nin kaldığı yerden Türk öldürmeye başlamıştır. (Tüm MHP’liler kendilerini hele bir sorgulasın, neden PKK’ya karşı MHP’nin çıtı bile çıkamaz!)

Diğer yandansa doğmamış Kuvayı Milliye boğulmak istenmektedir. Amerikancı Akşam yazarları, her ilde ve her semtte Türklerin Kuvayı Miliye türü örgütler kurduklarını ve savaşa hazırlandığını yazmaktadır. Peki neden? Böyle örgütler mi bulunmuştur, deşifre edilmiştir? Hayır! O halde? Çünkü Amerikancılar, bu milletin bir Kuvayı Milliye geleneği olduğunu bilmektedir. Bu gidişatın, milleti uyandırdığını görmektedir. Bu uyanışınsa örgütsel bir yanı olacağını bilmektedirler. Ama doğmamış Kuvayı Milliye’ye, “linççi Türk” damgası vurup, ana rahminde boğmak istiyorlar!

Provokasyon ve linç kelimelerinin gazete manşetlerine taşındığı bir dönemde ne yapmalı? Susup evimizde mi oturalım?

Açıkçası, kimseye sokağa çıkıp şunları yapın deme pozisyonunda görmüyoruz kendimizi. Halkı sokağa döktüğünüz zaman, onu koruyacak bir gücünüz olması gerekir. Korumanın ötesinde sokağa inen halkın çözüm üretmesi gerekir. Türkiye’nin Atatürkçü birikimi henüz o aşamada değildir. O nedenle bizler de, her tür erken Kuvayı Milliye örgütlenmesine uzun süredir karşı çıkıyoruz. Çünkü halkın umutları ile oynama hakkı yoktur kimsenin.

Ama biz bu pozisyonu benimsemekle ve halka da bu yönde çağrı yapmakla birlikte, halkın kendi bildiğini yapacağını da görüyoruz. Ok yaydan çıktıktan sonra ancak izleyebilirsiniz.

İki yıl önce “Türk’ün ateşle imtihanı” demiştik!

Şimdi ise “Türk’ün sabırla imtihanı!”

Türk oğlu, Türk kızı: Zor bir dönemeçten geçiyorsun. Türklüğünü koru! Milletini, vatanını, dilini, davanı koru!

Her şeyini millet davasına gözünü kırpmadan, arkana dönüp bakmadan vereceğin günler geldi.

Türk’ün güveneceği evladısın. Güveni boşa çıkarma...

http://www.turksolu.com.tr/90/basyazi90.htm

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder