Arap Baharı Ve Sinema, BÖLÜM 1
Nebahat Tanrıverdi Yaşar
Sinema sanatı, toplumun içinde bulunduğu hem geçmişini hem bugününü hem de geleceğe yönelik arzu ve isteklerini yansıtması bakımından,
yaşanılan sosyo-ekonomik süreçlerden ve siyasi gelişmelerden ayrı tutulamaz.
Bugün aslında Sayın Burak Bilgehan ÖZPEK hocamız sinemada son 3 yılda çekilen ve Arap dünyasında gösterime giren çeşitli filmler ile belgesellerden ve bu eserlerin genel özelliklerinden bahsedecekti.
Ancak bazı nedenlerden ötürü bu sunumu sizlere ben yapmaya çalışacağım. Bu filmlerin çekilmesine vesile olan toplumsal ve siyasal hareketlerden bahsedeceğim. Bu çerçevedeki bir sunumun sinemaya kaynaklık eden gelişmelerin anlaşılması açısından da faydalı olabileceğini düşünüyorum.
Arap Baharı 2010 Aralık ve 2011’in ilk 2 ayı içerisinde Tunus ta geniş ölçekli bir halk hareketi olarak başlamıştı. Bu hareket ülkenin güneyinden, yani fakir olan kırsal bölgelerinden başlayarak başkente kadar yayılmış ve Tunus’ta yıllardır hüküm süren otoriter rejimi kökten sarsarak bir dönüşüm sürecini tetiklemiştir. Bu gelişmeler sadece Tunus ile sınırlı kalmamış ve çok kısa bir süre içerisinde Libya’yı ve Mısır’ı gibi komşu ülkeler başta olmak üzere tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerini şu veya bu şekilde etkilemiştir. Bu nedenle de sonuçları düşünülenden çok daha geniş olmuş, birbirinden farklı dönüşüm süreçlerini başlatmıştır. 3 yıldır bu dönüşüm süreçlerini anlamaya çalışıyoruz. Hangi toplumsal dinamikler bu olayı tetikledi ya da muhtemel sorunları nelerdir gibi sorulara cevaplar bulmaya çalışıyoruz. Geleceğe dair olası öngörülerde
bulunmaya çalışıyoruz. Doğal olarak da çalkantılı gelişmelerin yaşandığı, çok derin dönüşümlerin gerçekleştiği bu bölgede sinema sanatı da doğal
olarak tüm bunlardan etkileniyor. Son 3 yılda da Arap Dünyasında bu yönde yoğun bir üretimin olduğunu görmekteyiz. Arap Baharını anlatan, Arap Baharı temalı çeşitli belgeseller çekildi. Bu belgesellerde gençlik hareketlerini, olayların nasıl geliştiğini, gençlerin ne istediğini ortaya koymayı hedefleyen konular işlendi. Değişimlerin, dönüşümlerin olumsuz yönde gelişmesiyle birlikte de insanların ruh halini, psikolojilerini nasıl etkilediğine, değiştiğine dair çeşitli çalışmalar yapıldı.
Bu çeşitlilik yaşanan değişikliklerle paralel şeyler.
2011 yılında, yani bu süreç başladığında, Ortadoğu’da demokratikleşme dinamiklerinin güçleneceği ve yayılacağı konusunda umut verici bir
hava hakimdi. Ortadoğu’da ilk defa kitleler tarafından bu kadar yüksek sesle demokratikleşme ve insan hakları dile getiriliyordu. Bu duruma
paralel olarak, ilk dönem çekilen sinema eserlerinde de bu umutlu havayı görebiliriz. Bu sinema eserlerinde temel mesaj baskın olarak değişimin
nasıl başladığı ve nasıl devam etmesi gerektiği yönündedir. Bu temaların işlenmesinde 2011 ve 2012 yıllarında yaşanan olumlu gelişmelerin
etkisi çok büyüktür. Bu dönemde Tunus rejimi çok büyük oranda geri adım atmak zorunda kaldı. Uzun yıllardır iktidarda bulunan Tunus devlet
başkanı Zeynel Abidin bin Ali ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Ayrıca kendisini destekleyen siyasi polis ve 1987’den beri ülkeyi yöneten
iktidar partisi feshedilmiştir. Bu partinin mal varlıklarına el konulmuş ve üst düzey üyelerine siyasi yasaklar getirilmiştir. Sonuç olarak Tunus’ta çok derin ve demokratikleşme yönünde olacağı düşünülen olumlu bir süreç başlamış oldu. Akabinde ülkede teknokratlardan oluşan, içerisinde sivil toplum örgütlerinin de yer aldığı bir hükümet kurulmuş ve seçimler gerçekleşinceye kadar ülkede istikrarı sağlayabilecek ve seçimlerin gerçekleştirilmesine vesile olabilecek temel yasalar hazırlanmıştır. Bunun yanı sıra 2011 öncesi döneminde gerçekleşen hak ihlalleri, yolsuzluk ve kanunsuzlukları kovuşturması için 3 adet hakikatleri araştırma komisyonu kurulmuştur. Bu komisyonlara sivil toplum örgütleri temsilcileri ile eski rejimde siyasetten dışlanan ya da pasifize edilen muhalefet parti temsilcileri etkin bir şekilde katılmıştır.
Akabinde ise 2011 yılı içinde Tunus’ta seçimler gerçekleştirilmiştir.
Bu seçimler sonucunda Nahda Partisi önemli bir kazanımlar elde etmiş ve seçimin galibi olmuştur. Ancak tek başına hükümeti kuracak yeter sayıya ulaşamadığı için ülkede koalisyon hükümeti kurulmuştur. Böylece Nahda Partisi, merkez parti CPR ve sol parti Ettakatol ile birlikte üçlü bir koalisyon hükümeti kurmuştur. Bu durum Arap coğrafyası için önemli ve tarihi bir gelişmedir çünkü Ortadoğu’ya ilişkin en genel-geçer kabullerden biri de seküler-sol gruplar ile Siyasal İslamcı grupların birlikte çalışmasının önünde aşılamaz ideolojik ve tarihsel engeller olduğudur.
Fakat Tunus’ta troyka hükümetinin kurulması ve ortakların bu birlikteliği 2014 yılında teknokrat hükümetine yetki devredinceye kadar devam ettirmesi bu ön kabule büyük bir darbe indirmiştir. Sonuç itibari ile Tunus, mevcut seküler-Siyasal İslam geriliminin her zaman böyle olmayabileceğini, eğer şartlar müsait olursa ve aktörler isterlerse bu farklı kamplardaki grupların işbirliği yapabileceğini gösteren biricik bir örnek teşkil etti. Ayrıca bu hükümet özellikle demokratikleşme açısından Tunus ta çok önemli kazanımlar elde etmiştir. Troyka hükümeti döneminde Anayasa Yazım Komisyonu yeni bir anayasa hazırlamış ve Ulusal Kurucu Meclis de bu anayasayı kabul etmiştir. Pek çok uzman tarafından Tunus’un yeni anayasası Avrupa standartlarının da üstünde demokratik yapıya sahip bir anayasa olarak tarif edilmiştir. Tunus’ta bu siyasal süreçler yaşanırken ortaya çıkan tüm siyasi ve toplumsal krizlere rağmen çözümler uzlaşı ve müzakere çerçevesinde şekillenmiştir. Bu durum, özellikle Ortadoğu’da yaşanan diğer dönüşüm süreçlerindeki olumsuz gidişat ile kıyaslandığında, değerli bir edinimdir.
Öte yandan Mısır, Tunus örneğinde gördüğümüz olumlu beklentilerin ortadan kaybolduğu tezat bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Mısır bilindiği üzere Arap dünyasında önemli bir aktördür. Soğuk Savaş döneminde Mısır’da ortaya çıkan Nasırcılık bölgede çok derin izler bırakmıştır.
Ayrıca sahip olduğu nüfus yoğunluğu ve coğrafi konumu Mısır’ın jeo-stratejik önemini arttırmaktadır. 2011 yılında Tunus’ta başlayan Arap Baharı’nın Mısır üzerinde de önemli etkileri olmuştur. Fakat bu dönüşüm Tunus’a nispeten daha sancılı bir şekilde gerçekleşmiştir. 2011 yılından günümüze kadar geçen sürede 7’den fazla seçim süreci yaşanmıştır. Bu dönemde 3 anayasa kabul edildi ve 3 cumhurbaşkanı gördü. Ayrıca birisi yargı birisi ordu tarafından yapılan 2 darbe, 1 devrim ve bir yıl süren askeri yönetim dönemi yaşadı. Dolayısıyla son 3 yılda yaşanan bu olaylar sinemaya da yansıdı. 2011’de Tahrir’de gençlik hareketi olarak bir diğer deyişle şehirli orta sınıf hareketi olarak ortaya çıkan ve birbirinden farklı ideolojileri sahip, farklı talepleri olan insanların bir araya gelmesi ile Hüsnü Mübarek’i istifaya zorlayan, başarılı bir hareket söz konusu idi. Bu dönemi anlatan pek çok sinema eseri, özellikle belgesel çekilmiştir. Bu eserlerde “Bunu nasıl başardık? Bu sokak hareketi nasıl organize oldu? Gençler, Mısırlılıklar ne istiyor? Biz kimiz?” sorularına cevaplar aranmaktadır. Bunlar yaşanırken büyük ölçüde iyimserlik hâkimdi. Çünkü uzun zamandır iktidarda olan Mübarek’i istifaya zorlamışlardı ve rejimi değişim yönünde ikna ettiklerini düşünüyorlardı. Ülkeyi uzun yıllardır yöneten, siyasi sistemi domine eden rejim partisini feshedilmesini sağlamışlardı. Askeri yönetim ilk üç aydan sonra sokak hareketleri başta olmak üzere toplumun ve siyasetin üzerinde baskı kurmaya başlamış olsa da bu dönemde Mısır’da sürece dair hala umutlar tazeydi.
İlk anayasa referandumu rekor bir katılımla 2011 yılında gerçekleşmiştir. İnsanlar değişim yönünde iradelerini ortaya koymak istediler. Parlamento
seçimleri oldukça zor ve uzun zaman alan bir süreç olsa da insanlar katılmaya devam ettiler. Zira Mısır’da seçim sitemi oldukça farklı ve ülkede karmaşık sayılabilecek bir balotaj sistemi uygulanmaktadır. Bu sisteme göre adaylardan biri oyların %50’inden fazlasını alamadığı takdirde, ikinci tur balotaj seçimlerine geçiliyor ve tekrar oylama yapılıyor.
Birinci turda en çok oy alan iki aday, ikinci turda yarışıyor. Mısır’da bütün seçimlerde, cumhurbaşkanlığından yerel seçimlere kadar uygulanan seçim sistemi budur. Parlamento seçimleri bu nedenle 3 ay sürmüştür ve seçimlerin tamamı teknik ekip yetersizliğinden dolayı da 3 seçim bölgesine ayrılarak gerçekleştirilmiştir. Aynı seçim ekibi bir bölgede görevini tamamladıktan sonra diğer bölgeye gitmek zorunda kalıyordu. Tüm bu zorluklara rağmen 2011 anayasa referandumu ve 2011-2012 Parlamento Seçimlerine katılım oldukça fazlaydı.
Öte yandan bu süreç boyunca halen değişimden umutlu olanların yanı sıra bir de küskünler olarak adlandırabileceğimiz bir kesim bulunmaktaydı.
Bu grup, yaşanan sürecin başarıya gitmediğini, bu süreçten dışlandıklarını aslında daha fazla edinimlerin olabileceğini ve orduya geri adım attırmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Çünkü Hüsnü Mübarek istifa ettikten sonraki bir yıl boyunca ülkeyi Yüksek Askeri Şura (YAK) yönetmişti.
Ayrıca bu grup sokak hareketinin hızlı bir şekilde dağıldığını, ittifak içinde yer alan hareketlerin kendilerini yarı yolda bırakıldıklarını iddia etmekte ve bu yönde eleştirilerde bulunmaktaydılar. İşte bu gruplar Tahrir’de eylemlerine devam ediyorlardı. Ayrıca, süreçten tatmin olmayan ve Ocak-Şubat eylemleri sırasında keskin nişancılar yüzünden gözlerini kaybedenler ile yakınları, Mübarek yanlıları nın atlar ve develer üzerinde joplarla, palalarla göstericilere saldırması nedeniyle hayatını kaybedenlerin yakınları ile yaralananlar olmak üzere Ocak-Şubat eylemlerinde zarar gören, yararlanan ve hayatını kaybedenler için adalet isteyenlerin devam ettirdiği eylemler vardı.
Bu eylemlere katılımın 2013 yılında ise arttığını görüyoruz.
Bu eylemler de başta belgeseller olmak üzere sinema eserlerinin ana konularından biri olmuştur.
Mısır’da 2011-12’de marjinalleşeceği düşünülen bu insanların kendilerine ittifak bularak sokak hareketlerini tetiklediklerini görüyoruz. Sinema bu konuda son 3 yılda tarihi belgeseller çekmek yerine, hem içinde yaşanılan durumu gösterme hem de propaganda amaçlı sinemada önemli bir angajman oldu. 2011-12’de alt yapı olarak oluşan ve 2013’te açığa çıkan bu olaylarla birlikte çok önemli bir gelişme yaşandı. 3 Temmuz 2013’te Temerrüd Hareketi’nin başlattığı eylemler darbe ile sonuçlandı. Bu darbe dış dünyada ve Türkiye’de şok edici bir olay olarak karşılandı.
Bir süreç yaşanıyordu ve bu sürecin neden darbe ile sonuçlandığını sorgulanmaya başlandı. Çünkü artık bölgede darbeler döneminin kapandığı
düşünülmekte ve öngörüler bu kabul üzerinden yapılmaktaydı. Fakat 3 Temmuz darbesi Ortadoğu’da yeni bir süreci tetiklemiş oldu. Bu nedenle de Ortadoğu tarihinde daha önce şahit olunan darbeler silsilesinin bir benzerinin tekrar yaşanıp yaşanmayacağı önemli bir soru olarak karşımızda durmaktadır.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
...
****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder