30 Ocak 2019 Çarşamba

12 MART ASKERİ MUHTIRASI VE TÜRK DEMOKRASİSİ. BÖLÜM 2

12 MART ASKERİ MUHTIRASI VE TÜRK DEMOKRASİSİ. BÖLÜM 2




    Türk Ordusu, elbette milletin içinden çıkan bir halk ordusu olarak bu milletin öz savunma gücüdür; ancak eğitim devrimini gerçekleştirmiş, Atatürk modernleşmesini yaşamış bir Türkiye’de, toplumun tek aydın sınıfı askeri sınıf değildir. Bu nedenle toplumsal ilerlemede itici gücün ordu olmasını beklemek, 20 - 21.yüzyılları yaşayan bir dünya zamanı için çok yanlış bir beklentidir. Belki 18. ve 19.yüzyıllarda toplumların tek aydın sınıfı olan askerlerin modernleşme süreçlerinde önemli bir rolü olabilirdi. Ancak değişen dünya zamanıyla birlikte, yaşanan eğitim ve enformasyon devrimleri neticesinde, askerler toplumsal dönüşümün mimarı olma vasfını yitirmiş ve hatta askeri bürokrasinin getirdiği hantal alışkanlıklardan dolayı, toplumun dinamizmini anlamaktan uzaklaşmıştır. Üstelik modern devlet, demokratik dünyada ulus-devlet ve hukuk devleti bileşeni olarak; gücü, siyasal toplum ile sivil toplum arasındaki ortaklık temelinde yeniden inşa etmiştir (Karagöz, 2013: 73-85). Yön’ün bu gerçeği kavrayamayan yanlış değerlendirmesinde, 27 Mayıs’ın üzerinden çok fazla zaman geçmemiş olması, dolayısıyla 27 Mayıs’ın eleştirel analizinin henüz çok sağlıklı ve objektif bir biçimde yapılmadığı bir dönem olması etkili olan unsurlardan biri olarak görünmektedir.

Yalnızca kuramsal bir dergicilik faaliyeti olarak değerlendirilmemesi gereken Yön,
orduya biçtiği devrimci rol sebebiyle 9 Mart başarısız darbe girişiminin merkezinde yer almıştır. Bu dönemde Yön dergisinde çıkan yazılar ve Doğan Avcıoğlu’nun kaleme aldığı ‘‘Türkiye’nin Düzeni’’ isimli kitap, ordu içerisinde büyük bir sempati toplamış ve TSK bünyesinde oluşan Yöncü kanat, başında Celil Gürkan’ın bulunduğu bir cunta planlamıştır. ‘‘9 Mart Cuntası’’ olarak bilinen bu girişim, MİT mensubu Mahir Kaynak tarafından ifşa edilerek engellenmiştir. Kaynak’a göre, 9 Mart darbe girişiminde bulunanlar, Türkiye’de Baas tipi bir iktidar kurarak, asker ve sivillerden oluşan sol görünümlü bir siyasi partiyle ülkeyi militarist bir anlayışla yönetmeyi planlamışlardı. (Kaynak, 2006)

9 Mart günü planlanan darbe girişimi, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un son anda cayması ve Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler’in hareketin sol nitelikli bir darbe girişimi olduğunu anlaması neticesinde başarısız olmuştur. (Şahin, 2014) 9 Mart darbe girişiminin başarısız olması, demokrasiyi güçlendirmemiş; aksine başarılı bir darbenin temel gerekçelerinden biri olmuştur. 9 Mart girişimi sonrasında, tıpkı 27 Mayıs darbesini yapanların yayınladıkları ilk bildiride NATO’ya bağlılıklarını beyan etmelerinde olduğu gibi, NATO planlarına uyumlu bir biçimde siyasetin sol ve sağ kanadında gelişen NATO karşıtı akımı budayacak olan 12 Mart Askeri Muhtırası gerçekleşmiş ve ilk olarak ordu içerisindeki 9 Martçılar tasfiye edilmiştir.

2. Demokrasinin Askıya Alınması: 12 Mart Askeri Muhtırası

12 Mart Askeri Muhtırası, egemenliği sivillerle paylaşmak istemeyen askeri
zümrenin Cumhuriyet kurulduğundan beri, halka yansıttığı güvensizliği bir kez
daha göstermesi (Öner, 2012) şeklinde tanımlanabilir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
emir - komuta zinciri içerisinde gerçekleştirdiği ilk askeri darbe olan 12 Mart Askeri Muhtırası, bu özelliği nedeniyle 12 Eylül 1980 darbesine örnek teşkil etmiştir. (Güzel, 2010) Genelkurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanının imzaladığı bildirinin Memduh Tağmaç tarafından Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a sunulması ve TRT radyosundan okunarak halka duyurulması sonrasında Demirel hükümeti istifa etmiştir. 3 maddeden oluşan muhtıra metninde şu ifadeler yer almaktadır:

1.Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve Anayasa’nın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.

2. Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında, duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek partilerüstü bir anlayışla Meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek ve Anayasa’nın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.

3. Bu husus süratle tahakkuk ettirilmediği takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri, kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya ele almaya kararlıdır. (Kayalı, 1994) 

   Muhtıra metninde görüldüğü üzere, TSK kendisine biçilen Türkiye Cumhuriyeti ’ni korumak ve kollamak görevi neticesinde Atatürk vurgusuna dayandırdığı bir müdahale yapmıştır. Diğer darbelerde de sıklıkla kullanılan bu ve buna benzer ifadeler, oldukça sloganvari durmakta ve darbelerin içeriği Atatürk
modernleşmesiyle bağdaşmamaktadır. Zira darbelere gerekçe olarak gösterilen
toplumsal kargaşa ortamının ortadan kaldırılmasının yöntemi, askeri tedbirler almak değildir; aksine politik grupların marjinalleşmesini engelleyecek biçimde
demokrasiyi güçlendirmektir, çünkü Atatürk’ün demokrasi anlayışında egemenlik
kayıtsız, şartsız milletindir.

Ordunun hükümetin istifasını istemesiyle başlayan 12 Mart sürecinde, siyasi partiler farklı refleksler geliştirmiştir. Hükümette bulunan AP, darbenin ana hedefi olmuştur.

Süleyman Demirel’in darbe karşısında hiçbir tepki göstermeden popüler ifadeyle,
şapkasını alarak çıkıp gitmesi, darbenin toplum üzerinde egemenlik kurmasını
kolaylaştırmıştır. Demirel’in şapkasını alıp girmesinin temel nedeninin meclisin
kapatılmaması konusunda özen göstermesi olduğu düşünülebilir. Zira AP, kurulan teknokrat hükümetlerine bakan vererek ve parlamentodaki gücünü koruyarak darbeyi en az hasarla atlatmıştır. Muhtıra açıklandıktan sonra, solun solunda bulunan ama şiddete yönelmeme konusunda dikkatli davranan TİP, derhal seçime gidilerek demokrasiye geri dönülmesini talep etmiştir. TİP’in bu talebinden TİP yöneticilerinin darbeyi değerlendirme aşamasında, 27 Mayıs’ta olduğu gibi, kısa süre içinde seçimlere gidileceği yönünde bir beklenti taşıdıkları anlaşılmaktadır. 12 Mart Muhtırası’na ilişkin en keskin tartışmaysa, CHP içinde yaşanmıştır. CHP milletvekili Nihat Erim’in partisinden istifa ederek bağımsız milletvekili statüsüne geçmesini takiben Erim tarafından kurulan teknokrat hükümetine güvenoyu verilmesi konusunda yaşanan tartışmalar, CHP içerisinde büyük bir çatırdamaya yol açmıştır.
27 Mayıs’ı en azından açık biçimde desteklemeyen CHP Genel Başkanı İsmet
İnönü’nün açık bir biçimde destek verdiği tek askeri darbe olan 12 Mart’ta, İnönü CHP’yi bir devlet partisi gibi değerlendirerek devlet içerisinde sistemsel bir krizin oluşmaması gerektiği fikrini savunmuş ve yeni teknokrat hükümetinin kurulmasını
desteklemiştir. CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit ise, hükümete güvenoyu
verilmesine net bir biçimde karşı çıkmış ve darbenin ‘‘ortanın solu’’ anlayışına karşı yapıldığını, asıl hedefin kendileri olduğunu iddia etmiştir. Ecevit parti içindeki bu tartışmada, önce genel sekreterlik görevinden istifa etmiş sonrasındaysa, delege desteğini alarak İnönü’ye karşı genel başkanlık yarışına girmiş ve CHP liderliğine uzanan yürüyüşünü başlatmıştır (Kayalı, 1994)

12 Mart 1971 muhtırasıyla birlikte, iktidarı ele geçirme girişiminde bulunan 9
Martçılar tasfiye edilmiştir. Aynı zamanda 9 Martçıların darbeyle devirmek istediği Demirel hükümeti de istifa ettirilmiştir. 9 Martçılar ile Demirel hükumeti nin aynı anda askeri darbenin hedefi haline gelmesi, bir paradoks olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. O günlerde sol nitelikli bir askeri müdahale bekleyen sosyalist gruplar, Demirel hükümetinin devrilmesini istedikleri için ilk aşamada gerçekleşen darbeyi desteklemiş ve olumlu karşılamıştır. (Erol, 2003) AP hükümetini deviren darbeyi, sağa karşı yapılmış sol nitelikte bir darbe olarak değerlendiren DİSK, darbeyi destekleyen ilk bildiriyi yayınlamış, DİSK’in bildirisini Türkiye Öğretmenler Sendikası(TÖS) ve Dev-Genç gibi sol örgütlerin yayınladıkları destek açıklamaları takip etmiştir. (Köse, 2010) Ancak ilk bakıldığında AP’ye ve Demirel’e yapılmış gibi görünen darbe, yalnızca AP kadrolarını ve sağcıları değil; sol - sosyalist çevreleri de hedef alarak sert bir biçimde ezmiştir. (Akıncı, 2014) 12 Mart sürecinde sosyalistlerin darbe beklentisi taşıdığı konusunda, Toktamış Ateş, Bedri Baykam’a verdiği röportajda şunları ifade etmiştir:

Biz Türkiye’de böyle bir hareket olduğu zaman, ilk aşamada bunun ilerici bir hareket olduğunu sandık. Gazetelerden aldığımız imaj buydu. Demirel’in istifaya mecbur olması gibi! Hatta bir gün kendi aramızda bir hayal kabine kurduk. 5-6 tanesi de tuttu. Yani sol – Kemalist bir kabine olarak zaten o beyin hükümeti denilen hükümet, bizim de düşündüğümüz şeymiş. Ondan sonra maalesef Balyoz harekatı başladı. Müthiş bir hayal kırıklığı oldu. (Baykam, 1999) 
Türkiye sosyalistlerinin bu yanılgısı, darbenin kime karşı yapılırsa yapılsın desteklenmemesi gerektiğini; çünkü sonuçlarının öngörülemeyeceğini ve bu
nedenle demokrasiyi savunmanın tarihsel bir sorumluluk olduğunu gösteren önemli ve maalesef acı bir tecrübe olmuştur.

12 Mart 1971 Askeri Muhtırası sonrasında, ordu doğrudan kurumları ele geçirmek ve meclisi feshetmek yerine, hükümeti istifa ettirerek bir teknokrat hükümeti kurdurmuştur. Bu özelliğinden dolayı 12 Mart Askeri Muhtırası’nın 28 Şubat 1997 müdahalesine de örnek teşkil ettiği düşünülebilir. 12 Mart döneminde parlamento fesih edilmeyerek meclis içerisinde 1. ve 2. Nihat Erim hükümetleri, Ferit Melen hükümeti ve Naim Talu hükümeti kurulmuş olsa bile, kurulan teknokrat hükümetleri meclis iradesine dayanmaktan ziyade, askerin taleplerini karşılayan birer kukla hükümet görünümü sergilemiştir.

12 Mart sonrasında Nihat Erim’in başbakanlığında kurulan ilk teknokrat hükümeti, askerlerin arzu ettiği reformları yapmasına rağmen; ülke genelinde yaşanan anarşi olayları durdurulamamış ve Nihat Erim’in 22 Nisan 1971 günü TRT’ye yaptığı ‘‘tedbirler balyoz gibi kafalarına inecektir.’’ açıklamasıyla, Balyoz Harekatı başlamış ve 26 Nisan 1971 günü 11 ilde sıkıyönetim ilan edilmiştir. Sıkıyönetim kararıyla birlikte, darbenin yalnızca sağa yapılmadığı da gözle görülür boyutta ortaya çıkmış ve 28 Nisan 1971 günü yayınlanan sıkıyönetim komutanlığı kararnamesiyle darbeyi ilk aşamada yayınladıkları bildirilerle destekleyen Dev-Genç, TÖS, Devrimci Doğu Kültür Ocakları gibi sol örgütler kapatılmıştır. Bu süreci takiben silahlı mücadele yöntemini benimseyen sol örgütler daha da saldırganlaşmış ve 19 Mayıs 1971 günü THKP-C üyeleri, İsrail Başkonsolosu Elrom’u kaçırarak öldürmüştür. Elrom olayı, uluslararası baskının da eklenmesiyle birlikte, devletin otoriteyi sağlama yönünde aldığı tedbirleri sertleştirmiş ve tüm politik organizasyonlar darbe hukuku uygulanarak saldırıya uğramıştır.

Darbecilerin devlet otoritesini tesis ediş şekli, yalnızca suça karışanlarla sınırlı
kalmamış silahlı mücadeleyi benimsemeyen solcu, milliyetçi ve İslamcı dernekler de kapatılmıştır. Bu dönemde tutuklu yargılananlar hakkında işkence iddiaları
gündeme gelmiş, insan hakları ayaklar altına alınmış ve çok sayıda gazetecinin
tutuklanmasıyla basın özgürlüğü askıya alınmıştır. Diğer taraftan anarşi ortamının ortadan kaldırılmasının askeri güç kullanımı yoluyla denenmesi oldukça sorunlu durmaktadır; çünkü Demirel’in belirttiği gibi, aslında meşru hükümet ve meşru parlamentoya müdahale edilmesi de bir çeşit anarşidir. (Arcayürek, 1985) Demirel’in işaret ettiği askeri müdahalenin de bir anarşi yöntemi olduğu noktasına benzer bir bakış açısını, 12 Mart yargılamaları sırasında Mahir Çayan’ın yaptığı 220 sayfalık savunmada da görmek mümkündür. Çayan ifadesinde şu beyanda bulunmuştur:

Huzurunuza idam talebiyle getirildik. Suçumuz anayasayı tebdil, tağyir ve ilgadır. Ancak hangi anayasayı? Zira bu anayasa rafa kaldırılan anayasadır. (Milliyet, 1971) Çayan’ın askerlerin yaptığı müdahale neticesinde anayasal durumun askıya alındığı ve böyle bir durumun zaten anayasal olmadığı vurgusu, haklılık payı taşımaktadır. Diğer taraftan küçük politik grupların radikalize olması sonucunda gelişen olayların bir askeri darbeyle neticelenmesi, bu grupların dışarıdan provoke edilerek, kaos ortamının yaratıldığı kuşkusunu barındırmaktadır.

12 Mart darbesinin yarattığı toplumsal sonuçlara bakıldığında, 27 Mayıs ve 12 Eylül müdahalelerine kıyasla toplumun sosyal ve ekonomik hayatını daha az etkilediği belirtilebilir. Ancak darbe siyasal zeminde keskin değişimlere yol açmıştır. Zira solun ve sağın NATO karşıtı güçleri büyük ölçüde tasfiye edilmiştir. 12 Mart Askeri Muhtırası’nın tek amacının anarşinin ortadan kaldırılması olmadığını, Milli Nizam Partisi(MNP) ve TİP gibi silahlı mücadeleyi  Kabul etmeyerek yasal durumla bağlarını koparmamaya ve parlamenter sistemin içinde kalmaya özen gösteren partilerin kapatılması da göstermektedir.

12 Mart muhtıra dönemi, 1973 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde askerlerin tüm taleplerine rağmen, istedikleri ismi seçtirememeleriyle sonuçlanmıştır. Geçmiş dönemlerde askerlerin istediği isimler bir teamül şeklinde meclis tarafından cumhurbaşkanı seçilirken, askeri hiyerarşinin devlet yönetimini kontrol ettiği bir muhtıra döneminde, Ecevit ve Demirel anlaşarak askerlerin baskılı taleplerine karşı direnmiş ve Fahri Korutürk’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamıştır. Bu durum sivil demokrasinin 12 Mart muhtırasıyla kendisine saldıran askeri bürokrasiye verdiği bir cevap olarak değerlendirilebilir. Demokrasiye tam anlamıyla dönüş ise, 1973 yılında yapılan genel seçimlerle gerçekleşmiştir. 1973 genel seçimlerinden CHP birinci parti olarak çıkmış ve CHP ile Milli Selamet Partisi arasında bir koalisyon hükümeti kurulmuştur.

3. 12 Mart Askeri Muhtırasında Dış Dinamikler ve Haşhaş Meselesi

12 Mart Muhtırası’nın ortaya çıkmasına yol açan nedenler arasında pek çok durum sayılabilir. Ancak darbelerin yalnızca toplumların iç dinamiklerinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını düşünmek sağlıklı bir düşünce değildir. Zira yukarıda ifade edildiği gibi, 27 Mayıs askeri müdahalesini yapanlar, darbenin ertesi gününde NATO’ya ve CENTO’ya bağlılıklarını bildirmiş, daha sonra gerçekleşen 12 Eylül darbesi de, 24 Ocak kararlarının uygulanmasıyla Türkiye’nin liberalize edilmesi sürecinin mihenk taşı olmuştur. 

Bu nedenle 12 Mart Muhtırası yorumlanırken darbenin dış politik gelişmelerle ilişkilendirilmesi yanlış olmayacaktır; çünkü ABD, bir Soğuk Savaş ideolojisi olarak devletleri, demokratik durumlarından ziyade jeopolitik önemleri çerçevesinde değerlendirmektedir. Bundan dolayı ABD her dönemde, ‘‘Sovyet tehdidinin’’ ortaya çıktığı bir ülkede, askeri darbe durumunu desteklenebilir bir seçenek olarak düşünmüştür.

12 Mart öncesi Türk dış politikası; yani Demirel hükümetinin politik tercihleri,
ABD’den bağımsız bir dış politika geliştirme arayışlarını ön plana çıkartmaktaydı.
Üstelik 12 Mart öncesi politik zeminde hızla yükselen bir Amerikan karşıtlığı mevcuttu.

13 Ocak 1966’da Cüneyt Arcayürek yayınladıktan sonra Türk toplumunun öğrendiği meşhur Johnson Mektubu, Türk toplumunda ABD’ye olan öfkeyi arttırmış, sol gruplar ‘‘Go Home Yankee’’ sloganını bayraklaştırmıştır. Johnson mektubunun yayınlanmasını takiben, Türk kamuoyunda Amerika’nın liderlik ettiği savunma paktı sorgulanarak çok yönlü bir dış politika arayışı dillendirilmeye başlanmıştır. Johnson mektubu sonrasında, Türkiye NATO’nun bir güvenlik teminatı sağlamadığını görmüş ve özellikle ABD’ye olan silah bağımlılığı politik karar alıcılarda büyük rahatsızlık yaratmıştır. Buna bağlı olarak Türkiye, silah sanayinde milli bir endüstrinin geliştirilmesine yönelik adımlar atmıştır. (İşyar, 2013)

Türkiye’de artan ABD ve NATO karşıtlığına paralel olarak, Türk dış politikasında
Sovyetler Birliği, Arap ülkeleri ve üçüncü dünya ülkeleriyle yakınlaşmalar
yaşanmıştır. Özellikle 1967 Mart’ında Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında
imzalanan sanayi yardımı antlaşması, 12 Mart öncesi Türk dış politikasındaki çok
yönlülük arayışını göstermektedir. (Çiftçi, 2010)

Türk toplumundaki ABD karşıtlığı, Johnson mektubunun açıklanmasıyla birlikte
artarken yaşanan gelişmeleri, haşhaş krizi takip etmiştir. 12 Mart öncesinde, Türkiye ile ABD arasında haşhaş üretiminden kaynaklanan gergin bir dönem yaşanmaktaydı. Nixon yönetimi, Amerikan askerleri ve gençleri arasında hızla yaygınlaşan afyon kullanımından Türkiye’yi sorumlu tutuyordu. ABD’nin Menderes ve İnönü dönemlerinde de talep ettiği Haşhaş üretiminin yasaklanması isteği, sürekli olarak reddediliyor ve haşhaş üretiminin Türk çiftçisinin önemli bir gelir kaynağı olduğu düşünülüyordu. Bu konu Türkiye – Amerika ilişkilerindeki gerilimi tırmandırmakta idi. ABD, Türkiye’ye yaptığı ekonomik ve askeri yardımları kesme noktasına gelmişti. Geçmiş dönemlerde İnönü, Menderes ve Demirel hükümetleri tarafından reddedilen haşhaş üretiminin yasaklanması talebinin, 12 Mart Askeri Muhtırası sonrasında Nihat Erim hükümeti tarafından kabul edilmesi, muhtıranın ABD ile ilişkilendirilmesinin yanlış olmayacağını göstermektedir. Üstelik Nihat Erim’in anılarında görülen ‘‘12 Mart muhtırası verildiği gün ben Roma’da idim.

NATO Savunma Koleji toplantısı için 3 gün önce Roma’ya gelmiştim.’’ (Erim, 2005) ifadesi oldukça düşündürücüdür. Zira Muhtıra verildiği günü ve öncesindeki günleri NATO toplantısında geçiren Erim, darbe hükümetinin başbakanı olmuştur.

Darbeleri dış güçlerle ilişkilendirme eğilimi Kaynak’ta da görülmektedir. Kaynak,
Darbeli Demokrasi isimli kitabında ‘‘Türkiye’deki siyasi olaylarda büyük ölçüde dış müdahaleler görüyorum. Askeri müdahalelerin dış boyutu olduğuna inanıyorum.’’ diyerek darbelerin uluslararası boyutuna işaret etmiştir. (Kaynak, 2006) Darbeler ile dış güçlerin ilişkilendirilmesi meselesi, 3 Nisan 1971’de Birinci Nihat Erim hükümetinin güvenoyu tartışmasının yapıldığı meclis toplantısında Bülent Ecevit tarafından da gündeme getirilmiştir. Ecevit, darbe hükümetinin kapitalist güçleri, NATO’yu, Ortak Pazar’ı ve sermaye sınıfını doyurmak için kurulduğunu (Arcayürek, 1985) iddia etmiştir. Ecevit’e benzer bir bakış açısı siyasi zeminin sağında konumlanan ve muhtıra öncesinde Demirel hükümetinin Dışişleri Bakanı olan Sabri Çağlayangil’de de bulunmaktadır. Çağlayangil’e göre, ABD, Türk hükümetinin iç siyasi nedenlerle zayıflamasını fırsat bilerek düşüş sürecini hızlandırmıştır. Demirel hükümetinin düşürülmesiyle birlikte, Türkiye’nin NATO karşıtı davranışları sonlandırılmış (Bayram, 2015) ve sol ve sağ politik çevrelerde gelişen NATO muhalefeti, askeri güç kullanılarak sert bir biçimde ezilmiştir.

Sonuç

Ordunun rejimi koruma, kaybolan devlet otoritesini tesis etme ve toplumu
Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesine taşıma gibi iddialarla yaptığı müdahaleler, her seferinde kamu vicdanında bir öncekinden daha derin yaraların açılmasına sebep olmuştur. Aynı zamanda askerlerin yaptığı müdahalelerin, daha ideal ve daha modern bir toplum yaratmadığı ve darbelerin toplum tarafından benimsenmediği görülmüştür. Elbette burada şunu da belirtmek gerekir, bu askeri müdahalelerin bir kolektif temsil niteliği doğmuştur. Askeri müdahalelerin ürettiği kolektif temsiller, “toplumsal emir kipi” niteliği taşımıştır. Bunlar siyasal-toplumsal dinamik yaratmakta, toplumsal ikna ve dönüştürücü atılım sağlamakta kullanılmıştır (Karagöz, 2011: 298). 27 Mayıs 1960 günü gerçekleşen askeri müdahale, darbenin hedefi olan Demokrat Parti’nin siyasi geleneğini yok edememiş ve kısa bir süre sonra, bu gelenek yeniden güçlü bir biçimde tek başına iktidar olmuştur. DP geleneğinin yeniden iktidar olması, sol grupların 27 Mayıs’a güvenerek orduya yeniden bir ‘‘kurtarıcı’’ misyonu biçmelerine sebep olmuş ve toplumsal kutuplaşmayı arttırmıştır. Bu nedenle 12 Mart askeri müdahalesinin sebebinin 27 Mayıs’ın yarattığı toplumsal düzen olduğunu iddia etmek oldukça tutarlıdır. 27 Mayıs ile 12 Mart arasında kurulan bu ilişki, 12 Mart ile 12 Eylül arasında da kurulabilir. Bu anlamda darbelerin demokrasi getirmediği gibi, yeni sancılara yol açarak ve bir sonraki darbenin nedenlerini de oluşturduğu görülmektedir.

12 Mart örneği, demokrasinin pratikte tamamen rafa kaldırılmadığı, yasama
organının baskı altında da olsa görevine devam ettiği bir durum gibi görülse bile,
politik güç ilişkileri boyutunda siyasi sahneyi radikal biçimde yeniden tasarlamıştır.
Siyasi yelpazenin solunda ve sağında yer alan politik organizasyonlar içerisinde
NATO karşıtı olan kanatlar tasfiye edilmiş ve Türkiye’nin Amerikan karşıtı tepkileri törpülenmiş, solun ve sağın anti – Amerikancı grupları marjinalleş tirilerek sistemin dışına itilmiştir. Cumhuriyet dönemi darbeleri genellikle Türk dış politikasında çok yönlülük arayışlarının yaşandığı ve toplumun iç dinamiklerinde Amerikan karşıtlığının belirginleştiği dönemlerde gerçekleşmiştir. Darbelerin gerçekleştiği dönemlerin bu politik ortamı da oldukça düşündürücü dür. Zira Cumhuriyet dönemi darbelerinin tamamı, Türkiye’nin NATO üyeliği sonrasında yaşanmıştır. 12 Mart özeline dönecek olursak, MDD tezinden koparak silahlı mücadele yöntemlerini benimseyen sol gruplar, hızla radikalize olmuş ve toplum nezdindeki sempatisini kaybetmiştir. 

Bunun yarattığı fırsatı değerlendirme yi bilen darbeciler, siyasi yelpazenin hem solunda hem de sağında yer alan legal siyasi partileri yeniden tasarlamış ve partilerin içerisinde Amerika’dan bağımsız bir gelecek tasavvuru bulunanları sistemin dışına itmiştir.

Yön tecrübesiyle birlikte 12 Mart darbesi, toplumun modernleştirilmesinde öncü
unsurun askeri sınıf olmasını beklemenin yanlış bir beklenti olduğunu ortaya
koymuştur. Türk toplumu demokrasi hayatında yaşadığı tüm acı tecrübelere
rağmen; darbelerin ardından yapılan seçimlerde, inatla darbe kültürünün
kurumsallaşmasına karşı çıkmış ve darbecilerin öne çıkarttığı isimlerin aksine, kendi tercihlerini politik karar alma noktalarına taşımıştır. İlk olarak 27 Mayıs’ta,
sonrasındaysa çalışmamızın da konusu olan 12 Mart’ta ve daha sonra da 12 Eylül ile 28 Şubat müdahalelerinde yaşanan acı tecrübeler, zaman içerisinde toplumun demokrasi bilincini yükseltmiş ve milletin demokrasi bilincinin yükselmesinin en güzel örneği 15 Temmuz darbe girişimi gecesinde görülmüş tür. Bir bakıma “bize göre demokrasi” yanılsamasının önüne geçilmiş ve görece evrensel olarak kabul edilen demokrasi, en zor zamanda bile, bir ölçüt olarak alınmıştır (Karagöz Yerdelen, 2012: 179). Bu nedenle aslında 15Temmuz örneği, demokrasinin içselleştirilmesiyle yeni 12 Mart’lar yaşanmasının engellenebileceğini göstermesi bakımından da son derece önemlidir.

Kaynakça

Açıkkaya, S. Türkiye’de Sol Akımların Türk Devrimi Algılamaları 27 Mayıs 1960 - 12 Mart 1971, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2009, s.163
Akıncı, A. ‘‘Türkiye’nin Darbe Geleneği: 1960 ve 1971 Müdahaleleri’’, Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, Eskişehir, Nisan 2014, s.55-72, s.67
Akman, N. ‘‘Mihri Belli’nin 1992’de Verdiği Röportaj’’, Röportajlık, 18.12.2014,
www.roportajlik.com/mihri-bellinin-1992de-verdigi-roportaj,    Son Erişim Tarihi: 28.11.2016
Altun, F. ‘‘Kemalist Bir Modernleşme Yorumu Olarak Yön Dergisi’’, Türkiye
Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, İstanbul, 2004, s.551-575, s.558
Arcayürek, C. Çankaya’ya Giden Yol, Bilgi Yayınları, Ankara, 1985, s.357
Arcayürek, C. Çankaya’ya Giden Yol, Bilgi Yayınları, Ankara, 1985, s.100
Avcıoğlu, D. ‘‘Sosyalizmden Önce Atatürkçülük’’, Yön, Ankara, 10.04.1963, s.69
Aydemir, Ş. ‘‘Türk Sosyalizmi ve Fikir Atatürkçülüğü’’, Yön, Ankara, 31.01.1962, s.7
Baykam, B. 68’li Yıllar Tanıklar, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 1999, s.48
Bayram, M. ‘‘Soğuk Savaş Döneminde Türkiye Amerikan İlişkilerinin Sürekliliğinde Askeri Darbelerin Rolü’’, Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, Kırşehir, 2015, s.31-43, s.36
Çiftçi, K. Tarih, Kimlik ve Eleştirel Kuram Bağlamında Türk Dış Politikası, Ankara, 2010,s.284
Dehri, A. ‘‘ 12 Mart 1971: Darbeler Zincirinin Özgün Halkası’’, Teori ve Politika, Sayı 41, Ankara, Kasım 2006, http://www.teorivepolitika.net/index.php/arsiv/item/212-
12-Mart-1971-darbeler-zincirinin-ozgun- halkasi, Son Erişim Tarihi: 05.12.2016
Erim, N. 12 Mart Anıları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005, s.173
Erol, Ö. Asker-Devrim-Darbe, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2003, s.775
Güzel, H., ‘’12 Mart Muhtırası’’, 12.03.2010,
http://www.timeturk.com/tr/makale/hasan-celal-guzel/12-mart- muhtirasi.html,   Son Erişim Tarihi: 13.10.2016
İşyar, Ö. Karşılaştırmalı Dış Politikalar, Dora Yayınevi, Bursa 2013, s.492-493
Karagöz, B. Toplumsal Adalet ve Totalitarizm, Divan Kitap, Ankara, 2011
Karagöz, B. “Devlet”, Siyaset Sosyolojisi, Lisans Yayıncılık, İstanbul, 2013a, s. 57-100
Karagöz, B. “Siyasal İdeolojiler”, Siyaset Sosyolojisi, Lisans Yayıncılık, İstanbul, 2013b, s.101-148.
Karagöz Yerdelen, B. Demokrasi, Siyaset Bilimine Giriş, Lisans Yayıncılık, İstanbul, 2012,s. 169-189
Karagöz Yerdelen, Betül, Türk ve Amerikan Anayasaları’nın Kurucu Ruhu, Divan Kitap, Ankara, 2016
Kayalı, K. Ordu ve Siyaset, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.152
Kayalı, K. Ordu ve Siyaset, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.181-182
Kayalı, K. Ordu ve Siyaset, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.182-183
Kaynak, M. Darbeli Demokrasi, Timaş Yayınları, İstanbul 2006, s.63
Kaynak, M. Darbeli Demokrasi, Timaş Yayınları, İstanbul 2006, s.61
Köse, S. Türk Demokrasi Hayatında 12 Mart 1971 Muhtırası, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Afyon, 2010, s.115
Köse, S. Türk Demokrasi Hayatında 12 Mart 1971 Muhtırası, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Afyon, 2010, s.141
Milliyet, ‘‘Çayan 220 Sayfa Tutan Savunmasını Okudu’’, 18.11.1971, s.9
Öner, A. ‘’12 Mart Askeri Muhtırası ve Darbe Geleneği’’, 12.03.2012,
www.tımeturk.com/tr/12-mart-muhtırası- ve-darbe-geleneği.html, Son ErişimTarihi:28.11.2016
Şahin, İ. 12 Mart’tan 12 Eylül’e 68 Kuşağı Öğrenci Hareketleri, Dokuz Eylül ÜniversitesiAtatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2014, s.49
Yanardağ, M. Kadro Hareketi, Destek Yayınevi, İstanbul, 2012, s.197

https://www.academia.edu/35659453/12_Mart_Askeri_Muht%C4%B1ras%C4%B1_ve_T%C3%BCrk_Demokrasisi


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder