6 Ocak 2021 Çarşamba

ALEVİ-BEKTAŞİ ŞİİR GELENEĞİNİN BİLİNMEYEN BİR TEMSİLCİSİ: SAMSUNLU ÂŞIK HULUSÎ. BÖLÜM 1

 ALEVİ-BEKTAŞİ ŞİİR GELENEĞİNİN BİLİNMEYEN BİR TEMSİLCİSİ: SAMSUNLU ÂŞIK HULUSÎ. BÖLÜM 1

Alevi-Bektaşi, Aşık Hulusi, Samsun, Aşık edebiyatı, gelenek, Alevi-Bektaşi şiiri, Amasya, Çorum, Tokat,

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 
ORCİD: 0000-0002-0501-8221.  (2019) 
Cafer Özdemir 1 
İbrahim Gül 2 

1 Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü, 
   cafer.ozdemir@omu.edu.tr, ORCID: 0000-0002-57945828. 
2 Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, 
   igul@omu.edu.tr., 
 
ÖZET: 

Samsunlu, Âşık Hulusî, Alevi, toplumunun bir temsilcisi olarak hem mürşitlik makamında oturmakta hem de irticalen söylediği şiirlerle Âşık edebiyatı 
geleneğini yaşatmaktadır. 
Ayrıca badeli bir âşık olması onu geleneğe sıkıca bağlamaktadır. Fakat şiirlerinde kullandığı hece vezninde bazı hatalar göze çarpmaktadır. Saz çalmayı bilmemesi gelenek açısından büyük bir kayıptır. 
    Fakat kendisinden önce yaşamış Alevi şairlerin şiirlerinden ilham alarak orijinal şiirler söylemesi, kendi inanç sistemine büyük bir aşkla bağlılığı, diğer Alevi şairlere göre Ehlibeyt, Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’e çokça yer vermesi, onun geleneği yaşatan bir âşık olarak değerlendirilebileceği izlenimi vermektedir. 

    Çalışmamızda şiirlerinin neşriyatından başka hakkında daha önce bir çalışma yapılmayan Âşık Hulusî konu edilecektir. 

Âşığın hayatı, sanatı ve şiirlerindeki temalar örneklerle açıklandıktan sonra bazı şiirlerine yer verilecektir. 

1. GİRİŞ 

     Alevi-Bektaşi kültürü ve buna bağlı olarak varlığını devam ettiren Alevi-Bektaşi edebiyatı, Anadolu coğrafyasında belirli bölgeler başta olmak üzere yoğun şekilde varlığını devam ettirmektedir. 
Samsun, Amasya, Çorum ve Tokat illerini kapsayan Orta Karadeniz bölümü bu kültürün ve edebiyatın yaşatıldığı, üzerinde araştırmalar yapılan ve yapılması gereken önemli bir yerleşim alanıdır. 
Bu illerin birbirlerine komşu olmaları nedeniyle Alevi toplulukları arasındaki dinsel ve kültürel etkileşim devam etmekte, dolayısıyla önemli farklılıklar ortaya çıkmamaktadır. Kültürel etkileşim sayesinde ortaya çıkan bu az farklı yapılaşmanın edebiyata da olumlu yansıdığı görülür. 

Bölgede yetişen âşıkların şiirlerinin yapı, tema ve üslûplarına, biçim özellikleri ve dil hususiyetlerine bakıldığında birbirine benzer ürünler ortaya konulduğu görülmüştür. 
Ozanlık geleneği, İslâm dininin kabulünün getirdiği yenidünya görüşü ve hayat tarzı ile yeni coğrafyaya uygun olarak bir değişim ve dönüşüme uğrayarak Âşıklık geleneği adı altında yeniden filizlenmiş ve gelişmiştir. 
Tarihsel süreçte yapısal özellikler muhafaza edilse bile özellikle içerik bağlamında önemli değişimler yaşanmıştır. 
Bu durum Âşıklık geleneğinde yeni türlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. 
Alevi-Bektaşi edebiyatı ürünlerinin büyük çoğunluğu manzumdur ve Âşıklık geleneğinin etkisi altında ortaya konulmuştur. 
Bu yüzden Alevi-Bektaşi şiiri ile Âşık edebiyatını birbirinden ayırmak neredeyse imkânsız dır. 
Ayrıca bu edebiyatın kendi inanç ilkeleri bağlamında tasavvuf düşüncesi terimlerini de kullanmaları bu edebiyatın anlam evrenini iyice genişletmiştir. 
Bu nedenle AleviBektaşi şiiri, Âşık edebiyatı ile tasavvuf edebiyatının harmanlanması neticesinde ortaya çıkan; geleneğin ve inanışın çeşitli aşamalarında işlevsel bir yapıya bürünen mahiyete sahiptir. 

Örneğin cem törenlerinde saz eşliğinde Âşık edebiyatı biçim ve türleriyle şiirler söylenmesi bu düşünceyi desteklemektedir. 

Sanatın bir inanışın ortaya konulmasında araç olarak kullanımı ve bunun müzikle desteklenmesi, göz önüne alınması gereken bir noktadır. 
Bu durum değerlerin ve fikirlerin benimsetilmesi ve insanlara bazı duygu ve düşüncelerin aktarılmasında önemli bir yere sahiptir. 
Alevi toplumunda bu aktarımın temelinde “dede” yer alır ve dedeler tasavvuf kültürünün aktarıcısı olan mürşidin görevlerini üstlenirler. 
Bu bağlamda dedelik, bir makamın adıdır ve Alevi toplumunun inanç değerlerini ve dinî anlayışlarını taliplerine öğretmekle sorumludur. 
Üzerinde durulması gereken noktalardan biri de dedelik makamında oturan kişilerin büyük çoğunlukla saz çalmayı bilmesi ve Âşıklık geleneğinin temel kurallarından haberdar olmasıdır. 
Bu durum onların hem dinî hem de sanatsal bağlamda icracı olarak görülmelerini gerektirmektedir. 
    Aşağıda biyografisini sunacağımız ve sanat anlayışı hakkında bilgi vereceğimiz Âşık Hulusî de bir Alevi dedesidir, saz çalmayı bilmese de geleneğin kuralları çerçevesinde irticalen şiirler söyleyebilmektedir. Hakkında pek az malumatımız olan âşığın Alevi-Bektaşi şiirine önemli katkılar sağladığını, 20. yüzyılda Samsun yöresinde ve çevre illerde yaşayan Alevi topluluklarında bir iz bıraktığını söylemek mümkündür.

2. Âşık Hulusî’nin Hayatı.

    Asıl adı Sadık Gül olan âşık, Samsun’un Lâdik kazasının Sarıgazel Köyü’nde 1316 (1900) yılında dünyaya gelmiştir.4 

Babasının adı Yusuf, annesinin adi Dudu’dur. Dedesi Gül Ali olup, Horasan erenlerindendir. Hacı Bektaş dergâhına ağlayarak giden Gül Ali bir süre dergâhta hizmet ettikten sonra postnişin kendisine, “Ağlayarak geldin, gülerek gidesin” anlamına gelen Gül Ali lakabını vermiştir. Gül Ali’nin Tokat’ın Almus ilçesi Çilehane Köyü’nden geldiği rivayet edilmektedir. Sadık Gül köyünde okul olmadığı için okula gidememiştir. 
Köyünde çiftçilik yapmış, bunun yanında hayvancılık ile uğraşmıştır. Yaşadığı dönemde tarımda makineleşme olmadığı için o da çağdaşları  gibi çok çileli bir hayat sürmüştür.
Sadık Gül Lâdik’e bağlı Eğnekaraca Köyü’nden Mustafa’nın (Deli Mıstık) kızı Şehriban (Şamdan) hanım ile evlenmiştir. Bu evlilikten üçü kız, üçü erkek altı çocuğu dünyaya gelmiştir. Çocukların dört tanesi âşık Hızır’dan badeyi içmeden önce doğmuştur. Bade içtikten sonra eşine yaklaşmayan Sadık Gül’e iki tane çocuğu daha olacağı müjdelendikten sonra iki tane kızı daha dünyaya gelmiştir.
Çocuklarının isimleri büyükten küçüğe doğru Ahmet, Ali, Zeliha, Mercan, Mehmet ve Fadime’dir.
Hızır’ın elinden bade içen Sadık Gül’e Kırşehir’deki Hacı Bektaş Veli türbesini ziyaret etmesi söylenir. Uykudan uyanan Sadık Gül içinde bir eziklik ve kalbinde bir ferahlık hisseder. Rüyasında söylenen türbeyi ziyaret için hazırlanır. Köyü ile türbenin arası on iki günlük yol iken beş günde gitmiştir. Sadık Gül’ün gidişine karşı çıkılmış ve kayınbabası Mustafa’ya (Deli Mıstık) haber gönderilmiştir.
Kayınbabasının karşı çıkması üzerine Âşık Hulusî bir şiir söyler.

Kaynak kişi Zeliha Gül’ün naklettiği bu şiirde âşık, dergâha gitme konusundaki kararlılığını açıkça ortaya koymuştur: 

Deli Mıstık derler nizanın 5 gözü
Yıktı hatırımı söyledi sözü
Hemen çağırırlar eğletmen bizi
Dostlar bizi safa ile gönderin

Merzifon’a vardım Çorum’da kolu Pir 
Hacı Bektaş‘tan tutmuşum eli 
Malya çöllerine 6 uğruyor yolum 
Dostlar bizi safa ile gönderin 

Karacam der ki “ağam geri gelin mi?” 
Ali’m akıllıdır tuttu elimi 
Mehmet’im küçüktür çeker bu zulmü 
Dostlar bizi safa ile gönderin. 

Eş dostlarıyla vedalaşıp köyün üst kısmında yer alan ormanlık alana doğru yürüyen Sadık Gül bir aralık görünmez olmuştur. 
Sonunda ayakkabılarını eline alan Sadık Gül sırra kadem basarak gözden kaybolmuştur. Bundan sonrasını Amasya’nın Merzifon ilçesine bağlı Kayadüzü (Belvar) köyünden talibi Sadık Öztürk şöyle anlatmaktadır: 
“Dedem bizim köyün yanından geçerek Merzifon’a, oradan Çorum’a doğru giderken yolda bir atlıya rastlar. 
Atlı ona nereye gittiğini sorar. Sadık Gül Ankara’ya gittiğini söyler. Atlı “Yalan söyledin.” diyerek sözünü keser. 
Bu sefer “Çorum’a gidiyorum.” der. Atlı “Yine yalan söyledin.” der. Tekke ve zaviyelerin kapatıldığı döneme rastlayan o günlerde dede, şeyh, hoca olanlar kendisini gizlediğinden Kırşehir’deki Hacı Bektaş dergâhına gittiğini söylemek istemez. 

Ancak sonunda ne olursa olsun doğruyu söylemeye karar verir. 
Kırşehir’e dergâhı ziyarete gittiğini söyler. Atlı “Bu sefer doğru söyledin.” der. 
Atlı Sadık Gül’e kendisinin de o tarafa gittiğini söyleyerek  ata binmesini söyler ve ilave eder. 

“Baba bu at çok hızlı gider, miden bulanabilir, en iyisi sen gözlerini kapa.” der. 
Sadık Gül gözlerini açtığında kendisini Hacı Bektaş Veli dergâhının kapısında bulur. 
Hacı Bektaş Veli sülalesinden olan Velayettin Çelebi Sadık Gül’e niçin geldiğini sorar. 

Sadık Gül, 

“Âşık oldum haki payına yüz sürmeye geldim, destur” diyerek Velayettin Çelebi’ye aşağıdaki ilk dörtlüğünü verdiğimiz şiiri söylemiştir: 

Yüz sürmeye geldim haki payına 
Derdimin dermanı sensin efendim 
Ezeli ezelden dertler dermanı 
Derdimin dermanı sensin efendim 

(Güngör, 1969: 6) 

Hacı Bektaş Veli dergâhı postnişini Velayettin Çelebi’dir ve Âşık Hulusî onun cömertliğini ve çeşitli niteliklerini dile getirdiği, kısaca onu öven bir şiir söyler. Şiirin son dörtlüğü şöyledir: 

Hulusi’yim sarhoş idi ayıktı 
Elinden badeyi içti de kandı 
Derdinin dermanını aradı buldu 
Cömertler cömerdi sensin efendim 

(Güngör, 1969: 8) 

Âşık Hulusî’yi daha iyi tanıyabilmek için onunla ilgili iki çocuğunun görüşlerine / bildiklerine başvurmak da faydalı olacaktır. 
Bu anlatılanlar âşığın daha çok olağanüstü şahsiyetini, sahip olduğu inanç sistemindeki samimiyetini destekler mahiyettedir. 
Sadık Gül’ün kızı Mercan Gül babasıyla ilgili olarak şu bilgileri nakletmiştir: 
“Babam Hacı Bektaş Veli dergâhına gittiğinde biz hayatta değildik. Annemin anlattığına göre, babam sabaha kadar dua okurmuş. 
Bir gece göğsünden sürekli sesler geliyormuş. Rüyasında Hızır’ı görmüş ve on iki günlük yolu üç günde alarak dergâha varmış. 
Dergâhta bir kömürlüğe girmiş. Velayettin Efendi hizmetçisine bir misafir geldiğini söylemiş ancak hizmetçi  “Efendim şimdi kömürlükten odun getirdim kimse yok.” diyerek olayı geçiştirmek istemiş ancak ısrar üzerine kömürlüğe giden  hizmetçi babamı ağlar vaziyette bulmuş.” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder