ALEVİ-BEKTAŞİ ŞİİR GELENEĞİNİN BİLİNMEYEN BİR TEMSİLCİSİ: SAMSUNLU ÂŞIK HULUSÎ. BÖLÜM 2
Alevi-Bektaşi, Aşık Hulusi, Samsun, Aşık edebiyatı, gelenek, Alevi-Bektaşi şiiri, Amasya, Çorum, Tokat,Hacı Bektaş Veli Türbesi,
Kendisinden edinilen diğer bilgi ise şöyledir: “Hacı Bektaş dergâhından geldikten sora babam annemle birlikte hiç yatmamıştır.
Ancak kedisine destur verilip iki tane çocuğu olacağı müjdelenmiştir. Ondan sonra ben olmuşum. Ben babamın beşinci çocuğuyum.
Benden sonra da Fadime adında bir kızı olmuş. Şu anda ikimiz hayattayız.” Başka bir anısında, “Babam bir gün eski evimizde (oğlu Mehmet Gül’ün evi) birisiyle sohbet ediyormuş. Ali abimin hanımı Satı içeri girince bir güvercin uçuvermiş. Babam, “Kızım ne yaptın? Niye içeriye girdin?” demiş ama iş işten geçmiş.
Bir daha o güvercin geri gelmemiş. Babama çok hizmet ettim. Bana arada bir ne olup bittiğini anlatırdı. Ancak çoğunu unuttum. Ölürken yanında idim. Sanki uyuyor gibi uçtu gitti.”
Diğer kızı Zeliha Gül ise şunları aktarmıştır: “Babam aynı zamanda bir Alevi inanç önderi olduğu için Tokat ilinde bulunan taliplerinin yanına gider. Ulaşım şartlarının çok zor olduğu bu dönemde Tokat’a varır. Tokat ilinin merkezinde gezerken bir beyefendiye rastlar. Adam Hulusi’ye nereli olduğunu sorar. Ancak söz konusu dönemlerde dedelik, şeyhlik ve müritlik gibi unvanların yasak olduğu dönemlerdir. Hulusi “Oğlum ben Havza ovasındanım” der.
Diğer kızı Zeliha Gül ise şunları aktarmıştır: “Babam aynı zamanda bir Alevi inanç önderi olduğu için Tokat ilinde bulunan taliplerinin yanına gider. Ulaşım şartlarının çok zor olduğu bu dönemde Tokat’a varır. Tokat ilinin merkezinde gezerken bir beyefendiye rastlar. Adam Hulusi’ye nereli olduğunu sorar. Ancak söz konusu dönemlerde dedelik, şeyhlik ve müritlik gibi unvanların yasak olduğu dönemlerdir. Hulusi “Oğlum ben Havza ovasındanım” der.
Adam babamı misafir etmek ister ve kendisini zor bela evinde kalmaya razı eder. Bir çiftlik sahibinin ağası olan kişi babamı alır ve çiftliğine götürür. Buradaki zenginliği gösterir ve derdini dökmeye başlar: “Baba benim Allah’a şükür her şeyim var. Çok zenginim ancak hiç çocuğum yok.” diye dert yanar. Babam kişiye hanımını yanına alıp gelmesini söyler. Hanımı ile birlikte bir duaya durmalarını söyler. Eşiyle birlikte Dar-Mansur olan bu canlara babam dua eder ve her ikisine birer dilim elma verir. Bunların başlarını dizine koymalarını söyler ve kadının
sırtına eliyle bir defa vurur. Buna Alevi inancında “Pençe Çalma” denir. Bir başka isimle “Pençe-i Ali Aba” olarak nitelendirilir. “Allah isteğinizi dileğinizi versin.” dedikten sonra çiftlik ağası beyefendinin bir oğlu olur. Bu çocuğun sırtında babamın beş parmağının izi vardır.
sırtına eliyle bir defa vurur. Buna Alevi inancında “Pençe Çalma” denir. Bir başka isimle “Pençe-i Ali Aba” olarak nitelendirilir. “Allah isteğinizi dileğinizi versin.” dedikten sonra çiftlik ağası beyefendinin bir oğlu olur. Bu çocuğun sırtında babamın beş parmağının izi vardır.
(Bu doğumdan olan kişi için bakınız Fotoğraf 1.) Yıkarlar, silerler ama bir türlü beş parmağın izini çıkaramazlar. Bunun üzerine beyefendi müftüye gider. Müftü bu kişinin ermiş bir adam olduğunu söyler.
Bunun üzerine babama haberler gelmeye başladı. Herhalde İstanbul müftüsüne kadar olay duyulmuştur. Babam İstanbul’a gittiğinde İstanbul müftülüğünde kendisine bazı sorular sorulmuştur. Babama İstanbul’u bir anlat dediklerinde babam bir şiirle İstanbul’u öyle bir anlatmış ki müftü bunu doğru matbaaya götürün bu adam ermiş demiş.”
Hulusî’nin talibi Âşık Sadık şunları anlatmıştır: “Dedem Sadık Gül, Hacı Bektaş dergâhına vardığında dergâhta hizmetçilik yapanlar “Derviş niye geldin?” diye sormuşlar. Dedem “Ben Veli efendimi görmeye geldim.” deyince içlerinden birisi “Benim.” diyerek onu kandırmış. Sadık dedeme odun kırdırmışlar ve birkaç gün onunla eğleşmişler. Bir aralık Çilehane Tepesi’nde “Delikli Taş”a gitmişler.
Dedem eğer sen Veli efendim isen şu taştan geçelim diyor ve kendisi besmele çekerek geçiyor. Hizmetçi geçerken taş bunu belinden yakalayıp salmıyor. Dedem Allah’a yalvarıyor ve adamı delikten çıkarıyorlar.” Başka bir anısında yine ilginç bir olay Amasya’nın Merzifon ilçesinin Kayadüzü (Belvar) Köyü’nde geçmektedir: “Kışın köydeydik. “Hulusî dede geldi.” dediler, herkes koştu, yanına geldiler.
Hoş sohbetten sonra cem ibadetine geçildi. Cem yürütülürken bir örümcek tavandan aşağıya doğru sallandı. Gözcü “Bakın bir örümcek, öldürün.” dedi. Hulusî dedem dedi ki “Durun öldürmeyin o posta niyaz etmek için geliyor, o gördüğünüz örümcek değil.” dedi. Gerçekten o örümcek posta niyaz ettikten sonra tekrar yukarı doğru çıktı gitti. Bu kerameti görenler dedemin eline ayağına sarıldılar.”
Kendisi bir Alevi dedesi olduğu için Amasya’nın Merzifon ilçesi ve Tokat ilinde bulunan taliplerini sık sık ziyarete gitmiş, bu ziyaretler hem bağlı olduğu inanç sistemini hem de âşıklık sanatını yaşatmasında önemli bir işlev görmüştür.
Bunun üzerine babama haberler gelmeye başladı. Herhalde İstanbul müftüsüne kadar olay duyulmuştur. Babam İstanbul’a gittiğinde İstanbul müftülüğünde kendisine bazı sorular sorulmuştur. Babama İstanbul’u bir anlat dediklerinde babam bir şiirle İstanbul’u öyle bir anlatmış ki müftü bunu doğru matbaaya götürün bu adam ermiş demiş.”
Hulusî’nin talibi Âşık Sadık şunları anlatmıştır: “Dedem Sadık Gül, Hacı Bektaş dergâhına vardığında dergâhta hizmetçilik yapanlar “Derviş niye geldin?” diye sormuşlar. Dedem “Ben Veli efendimi görmeye geldim.” deyince içlerinden birisi “Benim.” diyerek onu kandırmış. Sadık dedeme odun kırdırmışlar ve birkaç gün onunla eğleşmişler. Bir aralık Çilehane Tepesi’nde “Delikli Taş”a gitmişler.
Dedem eğer sen Veli efendim isen şu taştan geçelim diyor ve kendisi besmele çekerek geçiyor. Hizmetçi geçerken taş bunu belinden yakalayıp salmıyor. Dedem Allah’a yalvarıyor ve adamı delikten çıkarıyorlar.” Başka bir anısında yine ilginç bir olay Amasya’nın Merzifon ilçesinin Kayadüzü (Belvar) Köyü’nde geçmektedir: “Kışın köydeydik. “Hulusî dede geldi.” dediler, herkes koştu, yanına geldiler.
Hoş sohbetten sonra cem ibadetine geçildi. Cem yürütülürken bir örümcek tavandan aşağıya doğru sallandı. Gözcü “Bakın bir örümcek, öldürün.” dedi. Hulusî dedem dedi ki “Durun öldürmeyin o posta niyaz etmek için geliyor, o gördüğünüz örümcek değil.” dedi. Gerçekten o örümcek posta niyaz ettikten sonra tekrar yukarı doğru çıktı gitti. Bu kerameti görenler dedemin eline ayağına sarıldılar.”
Kendisi bir Alevi dedesi olduğu için Amasya’nın Merzifon ilçesi ve Tokat ilinde bulunan taliplerini sık sık ziyarete gitmiş, bu ziyaretler hem bağlı olduğu inanç sistemini hem de âşıklık sanatını yaşatmasında önemli bir işlev görmüştür.
Âşık Hulusî 1974 yılında Hakk’a yürümüş olup mezarı köyündeki Sivri denilen bir mevkidedir. Sadık Gül’ün söylemiş olduğu deyiş, duaz ve mersiyeler Alevi cemlerinde söylenmektedir. Kaynak kişilerin aktardığı bilgilere göre kendisinin bir sazı olmasına rağmen saz çalmayı bilmemektedir. Bu bilgiyi âşığın şiirlerinde de tespit etmek mümkündür: “Âşık oldum ama çalamam sazı/Misafir gelince sizin
ellere” (Gül, 2018: 127) mısralarında âşık saz çalamadığını kendisi de dile getirmiştir. Sadık Gül’ün bütün çocukları vefat etmiş olup hayatta Fadime isimli bir kızı kalmıştır. Ancak diğer evlatlarından torunları bulunmaktadır.
Hulusî ilk kitabını 69 yaşında bastırmıştır. Okuma yazması olmadığı için bunları bir başkasına yazdırmıştır. Bütün bu şiirleri ezberinde tutan Sadık Gül’ün “12 İmam Övgüsü” adlı bir kitabı Zeki Güngör tarafından Dilek Matbaasında bastırılmıştır. Kitabın basım tarihi 1969 yılı olup, Hulusi’nin iki binden fazla şiir söylediği, bunları ezberinde tutup bir başkasına yazdırdığı belirtilmiştir (Güngör, 1969: 10).
Ancak kitabında 150 şiir bulunmaktadır. Sadık Gül’ün şiirleri, 2018 yılında torunu İbrahim Gül’ün yazmış olduğu “Aleviliğin Temel Esasları ve Alevi Erkânı” kitabının ikinci bölümünde yeniden basılmıştır. Bu incelemede beş şiirin aynı olduğu fark edilerek çıkarılmıştır. Kalan şiirlere numara verilerek sayılmış ve yüz kırk beş tane olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Âşık Hulusî yaşadığı zaman 16
dörtlükten oluşan “İstanbul” ve altı dörtlükten meydana gelen “Allah sen sakla karı şerrinden” olmak üzere iki şiir daha söylemiştir.
Bu şiirleri torunu Turgut Gül, âşığın sağlığında kayda geçirmiştir. İstanbul şiiri bulunamamıştır, fakat diğer şiiri aşağıda örnek şiirler bölümüne 6. şiir olarak eklenmiştir.
Zeki Güngör kitabında Hulusî’nin söylediği şiirlerin bir kısmının bulunduğunu, Hulusî söylemeye devam ederse bu şiirlerin altıncı kitaba kadar sunulacağını belirtmiştir (Güngör, 1969: 10). Fakat âşığın kitabının basılmasından ölümüne kadar geçen altı yıllık süre içerisinde başka bir şiir kitabı yayımlanmamıştır.
Zeki Güngör kitabında Hulusî’nin söylediği şiirlerin bir kısmının bulunduğunu, Hulusî söylemeye devam ederse bu şiirlerin altıncı kitaba kadar sunulacağını belirtmiştir (Güngör, 1969: 10). Fakat âşığın kitabının basılmasından ölümüne kadar geçen altı yıllık süre içerisinde başka bir şiir kitabı yayımlanmamıştır.
3. Âşık Hulusî’nin Sanatı
Mahlaslar âşıkların fiziksel özelliklerine, değer verdikleri kavramlara ve bağlı oldukları soya göre vb. verilir. Gördüğü rüyanın sevkiyle Hacı Bektaş dergâhına giden Sâdık Gül’e “Hulusî” mahlası Hacı Bektaş Veli postnişini Velayettin Çelebi tarafından verilmiştir.
Velayettin Çelebi kendine hürmet eden, şiirler söyleyen âşığın dergâha gelişindeki samimiyeti anlar ve hizmetçisine bir kahve yaptırır.
Kahvenin yarısını kendisi içer, diğer yarısını Sadık Gül’e içirir. “Hulusi bir kalp ile köyünden buraya derdinin dermanını aramaya geldin, bundan sonra adın “Hulusî” olsun.” diyerek ona bu mahlası verir. “Söylediğin şiirlerin sonunu “Hulusîyem” diyerek bitir.” diyerek beratını vermiştir (Güngör, 1969: 9). Hulusî dergâhta beş gün süreyle ziyaretini devam etmiştir. Şiirlerinin sonunu hep bu şekilde bitiren
Âşık Hulusî’nin mahlas alması ile ilgili iki farklı durum vardır. Rüyada kendisine bade içirildikten sonra söylediği ilk şiirinde de aynı mahlası kullanan âşığın, daha sonra Hacı Bektaş dergâhını ziyareti esnasında da mahlas alması çelişki olarak durmaktadır.
Ortada bir şiiri olduğu ve rüya motifi gerçekliği bağlamında düşünüldüğünde mahlasını daha önce kullandığı görülür. Dergâhta mahlas alması muhtemelen âşığın hayatı etrafında şekillenmiş ve onun derecesini artırma kaygısıyla üretilmiş izlenimi vermektedir. Kaldı ki Velayettin Çelebi kendisine mahlas vermeden önce de onun Hulusî mahlaslı şiirler söylediği ifade edilmektedir.
Bade, Âşıklık geleneğinde âşık adayının sade kişilikten sanatçı kişiliğe geçişinde önemli bir hareket noktasıdır (Günay, 2005: 139).
Âşık Hulusî kaynak kişilerden ve şiirlerinden edindiğimiz bilgilere göre badeli bir âşıktır. Otuz beş yaşlarında bir gece Hızır’ı rüyasında görür.
Uykudan uyanan Sadık Gül içinde bir eziklik ve kalbinde bir ferahlık hisseder. Hızır’ın elinden bade içen Sadık Gül’e Kırşehir’deki Hacı Bektaş Veli Türbesini ziyaret etmesi söylenir. O da rüyasında gördüklerini yerine getirir. Rüya onun için bir hareket noktası olmuştur. Âşıklık geleneğinde rüyadan uyanınca söylenen ilk şiirde rüyada kimin, ne şekilde görüldüğü ve hangi olayların yaşandığı âşıkların bakış açısı ile anlatılır. Sanatçı kişiliğin ilk şiiri de diyebileceğimiz bu şiir gelenek açısından önem taşır. Âşık Hulusî’nin hayatını ve eserlerini yeniden kitaplaştıran İbrahim Gül de bunu ilk şiir olarak kitaba alır. Şiir yedi dörtlükten oluşmaktadır ve hecenin 11’li kalıbıyla söylenmiştir. Âşık Hulusî, bu şiirde sabahın erken saatinde uyandığını söyler. Dolayısıyla rüyayı gece vakti görmüştür.
Rüyadan kendi kendine uyanmıştır.
Rüyada Boz atlı Hızır’ı, Hz. Muhammed’i ve Kırklar’ı görmüştür.
Şiirin ilk dörtlüğünde “Badenin tasını verdiler aldım” ve üçüncü dörtlükte yer alan “Doldurduk doluyu al yut dediler.” (Gül, 2018: 119) mısralarından kendisine bade içirildiği açıkça görülmektedir. Fakat bu şiirde badenin kim tarafından verildiğine dair net bir bilgi yoktur. Bu şiirde açıkça zikretmese de bir başka şiirde badeyi Hacı Bektaş Veli’den içtiğini dile getirmektedir: “Atam Muhammed aslım Ali’den/Eriştik Kırklara içtik doludan/Bade yuttum Hacı Bektaş Veli’den/Şu fani dünyada gezdik bir zaman.” (Gül, 2018: 151).
Burada da rüya sonrası söylediği ilk şiirinde de “bade ve dolu” kelimelerini birlikte telaffuz etmektedir. Halk kültüründe dolu’nun yaygın bir kullanımı vardır, fakat bade, yazılı kültürün bir yansıması olarak kabul edilebilir. Bu yüzden Âşık Hulusî’nin rüya görmeden önce bu motife aşina olduğunu söylemek mümkündür.
Âşıklık geleneğinin ve Alevi Bektaşi inanç sisteminin vazgeçilmez değerlerinden biri de sazdır. Fakat bâdeli âşık olarak niteleyeceğimiz Hulusî’nin saz çalamadığını görmekteyiz. Yine de kendisinin bir sazı vardır. Badeli olduğu için irticalen şiir söyleme yeteneğinin güçlü olduğu kaynak kişiler tarafından belirtilmiştir.
Alevi-Bektaşi inanç sisteminin temel değerleri büyük çoğunlukla Âşık tarzı şiir geleneği ile geleceğe taşınmıştır.
Âşıklık geleneğinin ve Alevi Bektaşi inanç sisteminin vazgeçilmez değerlerinden biri de sazdır. Fakat bâdeli âşık olarak niteleyeceğimiz Hulusî’nin saz çalamadığını görmekteyiz. Yine de kendisinin bir sazı vardır. Badeli olduğu için irticalen şiir söyleme yeteneğinin güçlü olduğu kaynak kişiler tarafından belirtilmiştir.
Alevi-Bektaşi inanç sisteminin temel değerleri büyük çoğunlukla Âşık tarzı şiir geleneği ile geleceğe taşınmıştır.
Âşık Hulusî bu şiir geleneği ile sanatını icra eden âşıklardan biridir. Bu geleneğin temel özelliklerine uygun olarak anlaşılır halk dili, dörtlük nazım birimi ve hece vezniyle toplam 145 şiir söylemiştir. 17 şiirde 8’li, 128 şiirde 11’li hece veznini kullanmıştır.
Vezinde yer yer tutarsızlıklar görülmektedir. Bunun nedeni âşığın irticalen söylediği şiirlerin daha sonra yazıya geçirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Şiirlerinde abab/cccb/dddb veya abcb/dddb/eeeb şeklindeki koşma nazım biçiminin kafiye örgüsünü tercih etmiştir. Şiirlerindeki dörtlük sayısı 4-15 arasında değişkenlik göstermekle beraber büyük çoğunluğu 5-8 dörtlükten oluşur. Şiirlerinde dörtlük nazım birimini kullanmıştır.
Fakat Gül’ün kitabında yer alan 30, 54 ve 90 numaralı şiirlerde dörtlük nazım birimi kullanılmakla birlikte her dörtlüğün sonuna nakarat halinde mısralar eklenerek şiirler beşlikler haline getirilmiştir.
Âşığın mevcut 145 şiirinin doksanının son mısralarının aynı şekilde tekrar ettiği görülür. Diğer şiirlerde de rediflerin genellikle birkaç kelimeden oluştuğu göze çarpmaktadır. Bu durum âşığın kafiye bulma zorunluluğunu ortadan kaldırmakta, dolayısıyla şiirleri irticalen daha kolay söyleyebilmektedir.
Fakat Gül’ün kitabında yer alan 30, 54 ve 90 numaralı şiirlerde dörtlük nazım birimi kullanılmakla birlikte her dörtlüğün sonuna nakarat halinde mısralar eklenerek şiirler beşlikler haline getirilmiştir.
Âşığın mevcut 145 şiirinin doksanının son mısralarının aynı şekilde tekrar ettiği görülür. Diğer şiirlerde de rediflerin genellikle birkaç kelimeden oluştuğu göze çarpmaktadır. Bu durum âşığın kafiye bulma zorunluluğunu ortadan kaldırmakta, dolayısıyla şiirleri irticalen daha kolay söyleyebilmektedir.
Akıcı bir üslûba sahip olan Âşık Hulusî’nin şiirlerinde lirik ve didaktik yön daha ağır basar. Sahip olduğu Alevi inanç sistemine bağlılığı onun lirik yönünü besler, bir Alevi dedesi olarak taliplerine sahip olduğu inanç sisteminin değerlerini aktarma kaygısı, onun didaktik yönüne katkı sağlar.
Genel anlamda Alevi-Bektaşi şairlerinin büyük çoğunluğu bu kaygıyla öğretici yönü ağır basan şiirler söylemişlerdir. Bu bağlamda onların Âşık edebiyatı şiirini bir araç olarak gördüklerini söylemek mümkündür. Şiirlerinde yaşadığı toplumdaki aksaklıklar ve bozulmalar, on iki imam ve ehli-beyt sevgisi, toplumsal değerler, ilahî aşk, oruç, namaz, Alevi-Bektaşi düşüncesi, ölüm, ahiret inanışı gibi konular üzerinde durmuştur.
Âşık Hulusî’nin şiirlerini incelediğimizde yöresel olarak nitelendirebileceğimiz, Türk dilinin çok anlamlı ve derin bir geçmişi olan kelimeleri de kullandığı görülür. “Bir gün olur seçerler sağmaldan yozu” (Gül, 2018: 127) mısrasında geçen “sağmal” ve “yoz” kelimeleri örnek olarak gösterilebilir. Sağmal kelimesi “verimli, bereketli, ürün veren” anlamına gelirken “yoz” kelimesi de bunun zıddı bir anlam taşımakta dır. “Erenlerin erlerin ağzının yarı” (Gül, 2018: 128) dizesinde ise “ağız suyu” anlamına gelen “yar”; “Dertliler dermanı yaralar emi” (Gül, 2018: 140) dizesinde “ilaç” anlamına gelen “em”; “Candan seven uğrun uğrun ağlıyor” (Gül, 2018: 149) dizelerinde ise “gizlice” anlamı taşıyan “uğrun uğrun” ve “Küpelerin aldı kulakların yirdiler” (Gül, 2018: 167) mısrasında “yırtarak almak” anlamına gelen “yirmek” kelimeleri kullanılmıştır.
Âşık Hulusî’nin şiirlerini incelediğimizde yöresel olarak nitelendirebileceğimiz, Türk dilinin çok anlamlı ve derin bir geçmişi olan kelimeleri de kullandığı görülür. “Bir gün olur seçerler sağmaldan yozu” (Gül, 2018: 127) mısrasında geçen “sağmal” ve “yoz” kelimeleri örnek olarak gösterilebilir. Sağmal kelimesi “verimli, bereketli, ürün veren” anlamına gelirken “yoz” kelimesi de bunun zıddı bir anlam taşımakta dır. “Erenlerin erlerin ağzının yarı” (Gül, 2018: 128) dizesinde ise “ağız suyu” anlamına gelen “yar”; “Dertliler dermanı yaralar emi” (Gül, 2018: 140) dizesinde “ilaç” anlamına gelen “em”; “Candan seven uğrun uğrun ağlıyor” (Gül, 2018: 149) dizelerinde ise “gizlice” anlamı taşıyan “uğrun uğrun” ve “Küpelerin aldı kulakların yirdiler” (Gül, 2018: 167) mısrasında “yırtarak almak” anlamına gelen “yirmek” kelimeleri kullanılmıştır.
Şiirlerinde Kaygusuz Abdal’ın üslubunu hatırlatan mısralara da rastlamak mümkündür. Özellikle İbrahim Gül’ün kitabında 11 numarada gösterilen şiirde söyleyiş tarzı, ifade benzerlikleri ve üslûp açısından Kaygusuz Abdal’ın “Âdemi balçıktan yuğurdun yaptın/Yapı da n’eylersin bundan sana ne” (Çelik, 2008: 66) dizeleri ile başlayan şiirinden etkilendiği görülmektedir. 40 numaralı şiirde Azmî’nin “Yeri göğü ins ü cinni yarattın/Sen ey mimar başı eyvancı mısın” (Güzel, 2009: 395) mısraları ile başlayan şathiyesinin yoğun izlerine rastlanır.
44 numaralı şiirde Sefil Ali’nin “Yasla matem günü doldu dolunur/Ağla gözler İmam Hüseyn aşkına” (Öztelli, 1985: 84)
mısraları ile başlayan şiirinin tesiri vardır. 45 ve 47 numaralı şiirlerde Âşık Sıtkı’nın “Müminlerin yaşın yaşın ağlatan/Ah senin dertlerin İmam Hüseyin” (Öztelli, 1985: 91-92) mısraları ile başlayan şiirinin tesiri vardır. 48 numaralı şiirde Yunus Emre’nin “Rum’da Acem’de âşık olduğum/Yemen illerinde Veyse’l-Karanî” (Tatcı, 2008: 601-602) mısraları ile başlayan şiirinin tesiri vardır. Bu örneklerden hareketle Hulusî’nin kendinden önceki tasavvuf kültürüne ait eserleri bildiği ve etkilendiğini söylemek mümkündür.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder