İsrail etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İsrail etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Şubat 2020 Çarşamba

İsrailin Güvensizligi ve İsrail Askeri İstihbaratı, AMAN BÖLÜM 1

İsrailin Güvensizligi ve İsrail Askeri İstihbaratı, AMAN  BÖLÜM 1



İsrail’in Güvensizliği ve İsrail Askerî İstihbaratı
Çağla Gül YESEVİ*
*Yrd. Doç. Dr., İstanbul Kültür Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü, 
c.yesevi@iku.edu.tr
Makalenin Geliş Tarihi: 
12.07.2014 Kabul Tarihi: 21.09.2014
Milli Güvenlik ve Askeri Bilimler dergisi 
Sonbahar 2014 Cilt 1 Sayı 4


Özet;

İsrail’in güvensizliği kurulduğu yıldan beri değişmeden devam etmektedir. Başbakan Ben Gurion, 1948 yılında, istihbarat birimlerinin yapılandırılmasına karar vermiştir; İsser Beeri, askeri istihbarattan sorumlu olmuştur. Mart 1949’da, İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat şubesi kurulmuş ve başına Chaim Herzog getirilmiştir. Başlangıçta, askeri istihbarat, Arap ülkelerinden bilgi toplamakla görevlendirilmiştir; 1950’den sonra ise Arap olmayan devletlerle ilgilenilmiştir. Devletin ilk kurulduğu yıllarda, askeri istihbaratın görev ve yetkileri tam olarak belirlenememiştir. 1953 yılında, askeri istihbarat bölümü, İsrail Silahlı Kuvvetleri İstihbarat Şubesi ya da diğer adıyla Aman olarak yapılandırılmıştır. Bu çalışma kapsamında İsrail’in değişmeyen tehdit algısı üzerinde durulmuştur. İsrail’in istihbarat kültürüne değinilmiş;. İsrail Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı bir istihbarat örgütü olarak şekillendirilen Aman’ın tarihi, başarıları ve başarısız operasyonları incelenmiştir. 

Giriş

İsrail’de yayımlanan Yediot Ahronot gazetesinin haberine göre, 2010 yılı sonuna kadar İsrail Askerî İstihbarat Servisi şefi olarak görev yapan Amos Yadlin, 2010 yılı sonunda, İsrail’in bir sonraki savaşının dört cephede olacağı öngörüsünde bulunmuştur. Yadlin, İsrail’in çatışacağı güçlerin; İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas olduğunu açıkça itiraf etmiştir. General Yadlin, İran’ın nükleer kapasiteye sahip olduğunu ve ilk silahının ardından ikincisini yapmaya koyulacağını öne sürmüştür. Yadlin, 2010 yılında, Suriye’nin silah kapasitesini 2009 yılına nispetle iki katına çıkardığını, belirtmiştir. Bu açıklama, Suriye’nin önemli bir tehdit olarak algılandığını göstermektedir. Eski Askerî İstihbarat şefi Yadlin, Hamas’ın güçlendiğini ve Hizbullah’ın uzun ve orta menzilli füzeler edindiğini, eklemiştir. Yadlin, bu dört cephede savaşabilecek kapasitede bir ordularının bulunduğunu vurgulamış ve özellikle İsrail Hava Kuvvetleri’nin, tüm düşmanlarını yok edebilecek kapasitede olduğunu duyurmuştur (Yakındoğu haber, 05.11.2010). Eski Aman şefinin bu tehdit algısı, İsrail’deki siyasal ve askerî karar alıcılar tarafından paylaşılmaktadır. Bu durum, düşman cepheler hakkında yapılan istihbaratın önemini arttırmaktadır. Arap Baharının ardından, İsrail’in tehdit algıladığı cephelere Mısır da eklenmiştir.

İsrail Devleti, Yahudi soykırımı sonrasında savaşların içinde kurulan bir devlettir. İsrail Devleti’nin ana amacı, kurulmasından itibaren devletin bağımsızlığını ve bekasını korumak olmuştur. İsrail Silahlı Kuvvetleri, devletin karar alma sürecinde daima etkili bir unsur olmuştur. Aman, İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin askerî istihbaratıdır ve elindeki ileri teknoloji ürünü sistemler ile dış tehditlere karşı faaliyet göstermektedir. Aman, ordunun diğer birimlerinden farklı, bağımsız bir yapılanmaya sahip olmuştur.
İsrail’in komşularıyla çatışmaları sürmektedir. İsrail’in şu anda pek çok cephede düşük yoğunluklu savaşın içinde olduğu açıktır. Bu durum Aman’a daha fazla iş düştüğünü göstermektedir. 

İsrail'in Güvenliğe Yönelik Tehdit Algısı 

İsrail’in uzunluğu, 470 km. en büyük genişliği ise 135 km’dir. Yüzölçümü, Lübnan dışında tüm komşularından küçüktür. Bu durum, ülkenin derinlikte savunma, stratejik tesislerini ülke derinliklerine yayma imkanlarını son derece kısıtlamaktadır. Özellikle doğu-batı istikametindeki derinliğin az olması stratejik seviyede hassasiyet yaratmaktadır (Yesevi, 2014b). İsrail'in komşularıyla olan ilişkileri gergin ve istikrarsızdır; bu durum İsrail’in dışlanmışlık ve güvensizlik algısını güçlendirmektedir. İsrail devletinin kuruluş yıllarından bu zamana kadar asker ağırlıklı ve güvenlikçi yaklaşımlar hakim olmuştur. Bu gergin durum, Filistin örgütlerinin saldırılarıyla beslenmektedir. İsrail’in kıyılar dışında her tarafının hasım ülkelerle çevrilmiş olmasının yarattığı endişeler ve Filistin ile iç içe geçmiş coğrafyasının sıkışmışlığı nedeniyle, erken ikaz ve ihbar kabiliyeti yüksek, istihbaratın her alanında etkin faaliyet icra edebilecek güçlü bir askerî istihbarat yapılanmasına olan ihtiyacı sürmektedir. İsrail askerî istihbarat örgütü, Aman, uzun süredir düşük yoğunluklu çatışma ortamında yaşayan İsrail'de savaş ortamı istihbarat faaliyetlerinin tamamını icra etmeye devam etmektedir. 
İsrail’in tehdit algıladığı dört ana cephe bulunmaktadır. Bunlar; Filistin, İran, Suriye ve Lübnan’dır. Arap Baharının ardından Mısır’daki istikrarsız durum, İsrail’in güvenliğini olumsuz etkilemektedir. İsrail-Filistin barış sürecinin başarısızlığı ve Mavi Marmara olayı Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulmasına neden olmuştur. 2010 yılı sonunda konuşan eski Genelkurmay Başkanı ve eski Savunma Bakanı Şaul Mofaz, Gazze ve Lübnan’ın güneyindeki sükûnetin güvenilir bir durum olmadığını, Ortadoğu’nun yakın gelecekte çok kanlı bir savaşa şahit olacağı öngörüsünde bulunmuştur. Bu öngörüler, doğru çıkmıştır. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın, barış konusunda anlaşmaları gerektiğini belirten Mofaz, Batı Şeria’nın yüzde 92’sini kapsayan geçici sınırlar içerisinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının iyi bir çözüm yolu olduğunu savunmuştur (Yakındoğu haber, 05.11.2010).

Filistin

İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin, 2014 yılının ilk aylarındaki hareketliliğini incelemek bile İsrail Devleti’nin ve İsrail halkının güvensizliğini ve tehdit algısının yoğunluğunu ve bu bağlamdaki saldırganlığını anlamak açısından önem arz etmektedir. 
Gazze’deki ablukanın sürmesi, İsrail-Filistin arasındaki barış görüşmelerinin temel eksenlerinden birini oluşturmaktadır. Batı Şeria kentlerindeki kuşatma, gıda ve sağlık malzemelerinin halka ulaşmasına engel olmaktadır. Filistin ve İsrail’in eşit güçler olarak uluslararası arenada yer almadıkları açıktır. Bu durum, Filistin Özerk Yönetimi’nin yarı-askerî birlikler dışında, askerî güce sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda, devletin tekelinde olması gereken güç kullanımı yetkisi, başka grupların elindedir (Bayraktar, 2012: 258).
İsrail, Mart ayında, Cenin kampına girerek, Hamas’ın askerî kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları üyesi Hamza Ebu el Heyca’yı gözaltına almak için kampa baskın düzenlemiştir. Heyca ve olayı protesto eden 2 kişi öldürülmüş; Batı Şeria’daki Filistin Hükümet Sözcüsü İhab Besicu, bu baskının,  silahsız Filistinlilere karşı İsrail güçlerinin, günlük uyguladığı ihlaller kapsamında olduğunu belirtmiştir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Raportörü Richard Falk,  İsrail’i Filistinlilere yönelik “etnik temizlik yapmakla” suçlamış ve 1996 yılından beri 11 bin Filistinlinin Doğu Kudüs’ten ayrılmaya zorlandığını açıklamıştır (Hürriyet, 23.03.2014).
2014 yılının Mart ayında İsrail ve İslami Cihad arasındaki çatışmalar sürmüştür. İsrail Silahlı Kuvvetleri, İsrail'in 65 roket saldırısına hedef olduğunu ve Gazze'ye 36 hava saldırısı düzenlediğini duyurmuştur (BBCTürkçe, 13.03.2014).  Bu olay, basında İsrail’in istihbarat başarısızlığı olarak yer almıştır. İsrail’deki askerî kaynaklar, İslami Cihad’ın gerçekleştirdiği füze saldırısının 20 dakika sürdüğünü, İslami Cihad’ın üyeleri arasındaki iletişimin, lojistik atılımlarının gözlemlenemediğini ve füze saldırılarına karşı gerekli teyakkuzun sağlanamadığını, belirtmişlerdir (İslami Analiz, 13.03.2014).
Uluslararası Af Örgütü hazırladığı 'İsrail'in, Kudüs'te uyguladığı aşırı şiddet' başlıklı 74 sayfalık raporda, İsrail'in insan hayatını hiçe saydığı ve Filistinli sivillerin ölümüne yol açtığı öne sürülmektedir; Uluslararası Af Örgütü, İsrail'in, Filistinlilere karşı insanlık ve savaş suçu işlediğini belirtmektedir. Raporda, sivillere karşı işlenen suçlarda, İsrail askerlerinin ve polislerinin planlı eylemlerde bulunduklarının tahmin edildiği ifade edilmektedir. Örgüt, İsrail'e tüm silah satışının durdurulmasını talep etmiş; İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Yigal Palmor ise, raporun tek taraflı, ayrımcı ve ırkçı şekilde hazırlandığını duyurmuştur (Sondakika, 27.02.2014). 
Filistin’de Hamas ve El-Fetih arasındaki uzlaşmanın ardından, Başbakan Rami el-Hamdallah başkanlığında görevine başlayacak olan hükümet, İsrail tarafından hoş karşılanmamıştır. Bu hükümetin içerisinde Hamas’ın bulunmasına İsrail şiddetle karşı çıkmaktadır. 2014 yılının Haziran ayında Batı Şeria’da kaçırılan 3 Yahudi yerleşimcinin öldürülmesine karşılık bir Filistinli çocuğun yakılarak öldürülmesi, olayların büyümesine yol açmıştır. İsrail, daha önce kaçırılan asker Gilad Şalit’in teslim edilmesi karşılığında serbest bıraktığı Filistinli tutukluları ve pek çok üst düzey Filistinliyi, Yahudi yerleşimcilerin bulunması için gözaltına almıştır. Hamas’ın askerî kanadı İzzettin Al Kassam Tugayı İsrail topraklarına kısa menzilli füzeler atmıştır. İsrail Silahlı Kuvvetleri hava saldırısında bulunmuş ve Gazze’yi toplarla vurmuştur. İsrail, nefsi savunma söylemiyle, Gazze’deki tünelleri imha etmek ve Hamas’ın bölgedeki etkinliğini azaltmak için 7 Temmuz’da, Gazze’ye havadan ve denizden saldırılara başlamıştır. Operasyonlar, 17 Temmuz’da kara harekâtı ile sürmüştür. Ateşkesin ardından elde edilen son verilere göre, 2000’den fazla Filistinli yaşamını yitirmiştir ve ölenlerin dörtte biri çocuktur. İsrail’in yağdırdığı bombalar sonucunda camiler, okullar, Birleşmiş Milletlere ait binalar ve sivil yerleşim yerleri vurulmuştur. Unicef’e göre vurulan 30 bin evden 10 bin tanesi yıkılmış durumdadır. 1.8 milyonluk Gazze’de altyapı tamamen tahrip edilmiştir, bölgeye elektrik ve su verilememektedir. 
İsrail ordusunun yaptığı açıklamaya göre, Gazze saldırılarında, 66 İsrailli asker, 5 İsrailli sivil ölmüştür. Koruma Hattı operasyonu boyunca Hamas tarafından 3356 roket atıldığı, bunlardan 475’inin İsrail’e düştüğü açıklanmıştır. Atılan roketlerin 116 tanesinin Demir Kubbe savunma sistemi tarafından havada imha edildiği duyurulmuştur.  İsrail ordusu Hamas’a ait 32 tünelin imha edildiğini açıklamıştır. Aynı açıklamada, Hamas’a ait 10 bin roketin üçte birinin operasyonda imha edildiği vurgulanmıştır (Akşam, 06.08.2014). Bu operasyonun üç amacı bulunmaktadır. Birincisi, 2006 Lübnan Savaşı’ndaki hezimeti unutturup, İsrail ordusunun kara kuvvetlerinin gücünü kanıtlamaktır. İkinci amacı, İsrail’in ürettiği silahlarını deneme imkanına kavuşması ve dünya silah ticaretindeki yerini güçlendirmektir.  En alttaki ve daha zayıf amaç ise, İsrail halkının güvenliğini tesis etmek ve Hamas’ı cezalandırmaktır (Yesevi, 2014a).  

İran

İsrail, Batı ile İran arasında devam eden görüşmelere rağmen, İran’ı potansiyel bir tehdit olarak algılamayı sürdürmektedir. İran’ın nükleer programıyla ilgili rasyonel davranıp davranmayacağı siyasal ve akademik olarak tartışılmaktadır. İran’ın sahip olduğu nükleer silahları, terörist gruplarla da paylaşabileceği öne sürülmektedir. İran füzelerinin hedefi vurma yeteneğinin düşük olduğu ve konvansiyonel olmayan silahlarının füze saldırısında etkili olmayacağı da tartışmalarda gündeme gelmektedir.  İsrail’in, İran’a dair en önemli umudu, rejim değişikliğidir (Beres, 2014).  
İran’ın politikaları, İsrail tarafından öngörülebilir olarak nitelendirilmemektedir. Başbakan Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Moşe Ya’alon, İsrail Silahlı Kuvvetleri’ne  İran’ın nükleer tesisine yapılacak muhtemel bir saldırı için hazırlanması konusunda emir vermiş durumdadırlar. Böyle bir operasyon için İsrail savunma bütçesinden 2.9 milyar dolar ayrılması kararlaştırılmıştır. Binyamin Netanyahu, Şubat 2014’te gerçekleşen AIPAC konferansında, P5+1 ülkeleri ve İran arasında yapılan görüşmelerin kendilerini bağlamadığını, İran’ın uranyumu zenginleştirmeye devam etmesinin, baraj kapaklarının açılması anlamına geleceğini belirtmiştir. İsrail’in bu durumu engellemek istediğini açık bir dille ifade edilmiştir. Savunma Bakanı Ya’alon, Tel Aviv Üniversitesi’ndeki konuşmasında, ABD desteği konusundaki fikirlerinin değiştiğini, İsrail’in tek taraflı bir saldırıyı düşünebileceğini, vurgulamıştır. ABD’nin böyle bir saldırıda öncü olması gerektiğine inanan Ya’alon, Obama Hükümeti’nin, İran’la görüşmelere başlamasının bunu engelleyeceğini belirtmiştir. İsrail’in, bu konuda tek başına olduğunu eklemiştir (Haaretz, 19.03.2014). İsrail’in uluslararası arenada yalnızlaştığını hissetmesi, saldırganlığının artmasına yol açacaktır. 
CNN televizyonunda "The Lead with Jake Tapper" programına konuk olan Kerry: 
İsrail onun güvenlik ihtiyaçlarına her zaman destek olacağımızı anlamalı. Ancak hiç kimse, barış sürecine karşı oldukları ya da iki devleti beğenmedikleri için, yaptıklarımızı ya da söylediklerimizi çarpıtmamalı. Yılmayacağım. Başkan Obama'nın Ortadoğu'da barışı sağlama çabasına gösterdiği bağlılıkta geri çekilmeyeceğim" diye konuşmuştur. (Anadolu Ajansı, 06.02.2014).
Bu konuşma, ABD’nin İsrail’in yanında olacağını, ancak artık farklı siyasal hedeflerin varlığını ortaya koymaktadır.

İsrail, 5 Mart 2014’te Türk mürettebata sahip olan Klos-C gemisinin, İran tarafından Gazze’ye silah taşıdığını duyurmuş ve Kızıldeniz’de seyreden gemi durdurularak Eliat limanına çekilmiştir. Netanyahu, Türk mürettebata sahip olan gemiye giderek basın açıklamasında bulunmuş ve Türkiye ile eskisi gibi ilişkilerinin iyi olmasını istediklerini belirtmiştir. Netanyahu’ya göre, bu operasyon, İsrail gizli servislerinin geminin rotasını ve yükünü ortaya çıkartmalarıyla başarıya ulaşmıştır. Netanyahu, operasyonda, ABD istihbaratının yardımına minnettar olduğunu duyurmuştur. Gemideki silahların, İsrail’i yok etmek amacıyla gönderildiği açıklanmıştır. Netanyahu, gemideki silahların İran tarafından yüklendiğini ve geminin İranlılar tarafından finanse edildiğini açıklamıştır. Netanyahu, İran’ın değişmediğini bir kez daha vurgulamaktadır. Ona göre, güler yüzlü Ruhani, İran’ın gerçek lideri değildir. İran’ın gerçek lideri, dini lider Ali Hamaney’dir. Netanyahu, İran’ın Suriye’de toplu cinayetlere devam ettiğini, Lübnan’da ve Gazze’de teröre destek verdiğini belirtmektedir. 

Netanyahu: 

Cinayet sevkiyatını biz yakaladıktan sonra sadece birkaç soluk kınama duydum. Dünya güçleri İran rejimi ile gülen yüzlerle el sıkışırken biz de Eilat'ta bu füzeleri boşaltıyorduk. Biz Kudüs yakınlarında birkaç ev ya da bir balkon yapsak, dünyanın İsrail'i kınadığını görüyoruz. İsrail devletine karşı koro halinde uluslararası kınama duyuyoruz.

Netanyahu, bu silahların Hamas’ın eline geçmesi halinde Tel Aviv ve Herzilya'yı vurabilmesinin mümkün olacağını, belirtmiştir. Ayrıca Netanyahu, İran’ın elindeki füzelerin Avrupa’yı hatta Amerika’yı bile vurabileceğini iddia etmiş; İran’ın tek amacının nükleer silah geliştirmek olduğunu vurgulamıştır. Akabe Körfezi'ndeki Eilat askerî limanında sergilenen mühimmat ise 160 kilometre menzile sahip M 302 tipi 40 roket, 400 bin 7,62 kalibrelik AK-47 Kalaşnikof mermisi ve 122 mm kalibrelik 181 adet havan topundan oluşmaktadır (Hürriyet, 11.03.2014).
Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) toplantısında konuşan John Kerry, İsrail’in İran ile ilgili endişelerini azaltmayı hedeflemiştir. İsrail’in güvenliğinin ABD’nin öncelikli konusu olduğunu, İran’ın nükleer silah edinmesini engelleyeceklerini ve bu konuda gözlerinin tamamen açık olduğunu belirtmiştir. İran’la görüşmelerin açık uçlu olmadığını ve İran’ı test ettiklerini eklemiş; 2013 yılı sonunda imzalanan antlaşma ile, İran’ın tesislerinin incelenebileceğini, vurgulamıştır. İran’ın verdiği sözleri yerine getirmemesi halinde, yaptırımların arttırılmasını destekleyeceklerini belirtmiştir. Kerry, İran’ın nükleer programının barışçıl olduğunu ispatlaması gerektiğini, ifade etmektedir. Aynı toplantıda Kerry, İsrail için tek yolun demokratik ve Yahudi bir İsrail devleti olduğunu anlatmış, İsrail’e karşı yapılan boykotlara karşı olduğunu eklemiştir. İsrail-Filistin barış görüşmelerinin olumlu sonuçlanması halinde, İsrail’in Avrupa’ya yaptığı ticaretten fazlasını Filistin’le yapacağını, belirtmiştir (Anadolu Ajansı, 04.03.2014). 

Suriye, 

İsrail’in Suriye’den kaynaklanan tehdit algısı, Hafız Esad döneminden beri sürmektedir. Arap Baharı, İsrail tarafından bir demokratikleşme süreci olarak algılanmamıştır. İsrail’in çoklu-tehdit algısı yoğunlaşmıştır. Suriye’de üç yıldır süren iç savaş ve istikrarsızlık İsrail’i rahatsız etmektedir. İsrail savaş uçakları farklı tarihlerde Suriye’yi bombalamışlardır (Star, 19.03.2014). Bu operasyonların ardından İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, politikalarının net olduğunu, kendilerini inciteni, inciteceklerini duyurmuştur. İsrail Savunma Bakanı Moşe Ya’alon "Suriye Devlet Başkanı Esad, İsrail'e düşman taraflarla işbirliği yapmaya devam etmesi halinde bedelini ağır bir şekilde ödeyeceğini" belirtmiştir. Ya’alon, Jeruselam Post gazetesine demeç vermiş ve yaşananlardan dolayı Esad’ın sorumlu olduğunu açık bir dille ifade etmiştir. Mart ayında vuku bulan İsrail-Suriye geriliminin ardından konuşan İsrail Savunma Bakanı Moşe Ya’alon, Suriye yönetiminden karşılık gelmesi halinde daha fazla misilleme yapacaklarını vurgulamıştır. Askerî İstihbarat şefi Amos Yadlin gerilimi daha fazla tırmandırma niyetlerinin olmadığını belirtmiştir (Solportal, 19.03.2014).

Lübnan, 

Suriye Savaşı’nın şiddetlenmesi ve İran’ın maddi ve manevi desteği İsrail-Hizbullah çatışmasının yoğunlaşmasına neden olmaktadır. İsrail, 2014 yılının Mart ayında, Cebel Dov bölgesinde askerî devriye aracının hedef alınmasının ardından Lübnan sınırındaki Kiryat Shmona yerleşim birimi ve Suriye sınırındaki Golan Tepeleri'nin yer aldığı alanları, kapalı askerî bölge olarak ilan ettiğini duyurmuştur. Sınır bölgelerine takviye birlikler yerleştirilmiştir. İsrail topçu birlikleri, Lübnan’ın sınır bölgelerine ateş açmıştır. Bu saldırılarda, İsrail, Lübnan sınırındaki Hizbullah mevzilerini hedef aldığını açıklamıştır (Bursadabugün, 14.03.2014).

Hizbullah, Lübnan’da İsrail’e karşı kurulmuş bir örgüttür. Hizbullah üyeleri Suriye’de savaşmaktadır. Bu savaşta yer alan bir taraf olması Hizbullah’ın savaş deneyimini ve kendine güveninin arttırmıştır. Hizbullah’ın Suriye’de 4-5 bin askerî olduğu sanılmaktadır. Askerî yetkililere göre, son iki yılda İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin eğitimi güney çöllerinden, arazi yapısı Lübnan ve Suriye'ye daha çok benzeyen kuzeyde bulunan Celile bölgesine kaydırılmıştır. Uluslararası Terörle Mücadele Enstitüsü'nden Ely Karmon, Suriye'deki Esad hükümetini korumak için mücadele etmenin, Hizbullah'ın varlık sebebi hâline geldiğini belirtmiştir. Hizbullah İran'dan sağlanan silahları başkent Şam'a getirmiştir. Karmon, örgütün her zaman Suriye'nin stratejik çatısına ihtiyaç duyduğunu ifade etmiştir (Sabah, 23.03.2014). 

İsrail, 2012 yılından, Suriye’nin yaşadığı iç savaş sonucu zayıflamasını, Lübnan’a yönelik bir saldırı için fırsat olarak görmektedir. İsrail, Hizbullah’ın, Suriye’de savaşarak deneyim kazandığının farkındadır. Bunun etkilerini silmek için askerî anlamda hazırlık yapmaktadır. Ayrıca, İsrail, Suriye’deki militanlarla yakın işbirliğine geçmeye çalışmaktadır (Solportal, 22.03.2014). Bu konuda Türkiye ile istihbarat alanında işbirliği yapılması gündemdedir.

Mısır,

İsrail, Mübarek rejimine karşı yapılan darbeden memnun olmamış, radikal islami bir rejimin Mısır’da kurulması tehdit algısının yoğunlaşmasına neden olmuştur. İsrail’ın, Mısır’la ilgili güvenlik kaygıları sürmektedir. İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Mısır'ın yaşadığı sorunların üstesinden gelmesinin, İsrail'in çıkarına olduğunu belirtmiştir. Mısır’la işbirliğinin sürmesini istediklerini belirtmektedir. İsrail’in önceliği Negev çölünün kaçakçıların ve teröristlerin arenasına dönmesine izin verilmemesidir. İsrail, Mısır’ın güçlü olmasından ve toprak bütünlüğünü sağlamasından yanadır (Timeturk, 18.03.2014). 

Türkiye

İsrail, 1991 Körfez Savaşı’nda “stratejik ortak” olarak tanımlanmıştır. 2008 yılındaki Suriye-İsrail dolaylı barış görüşmeleri, Türkiye’nin nezaretinde gerçekleştirilmiştir. 2009 yılındaki “Davos olayı” ilişkilerin gidişatını olumsuz yönde etkilemiştir. Taner’in (2012) belirttiği gibi Mavi Marmara olayından sonra, iki ülke birbirlerini ortak olarak görmemektedirler. Taner, Türkiye İsrail arasındaki ilişkiyi, dost gibi görünen düşman, düşman gibi görünen dost olarak betimlemektedir. Bu ilişkide değişen imaj algısı, önem kazanmaktadır. Türkiye, İsrail’i güvenilmez bir ortak olarak tanımlamaktadır. Mavi Marmara gemisine düzenlenen saldırı sırasında İsrail Askerî İstihbarat Başkanı olan Amos Yadlin, Mavi Marmara’da yaşananları, büyük bir hata olarak nitelendirmektedir. 31 Mayıs 2010 tarihinde gerçekleşen olayda, 9 Türk vatandaşı ölmüş, İsrail’le ilişkiler ikinci Kâtiplik seviyesine indirilmiştir (Milli gazete, 05.11.2013).
Son dönemde üzerinde en çok durulan konusu ise MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, İran’daki İsrail ajanlarını ifşa ettiğine dair haberlerdir. Washington Post yazarı David İgnatius, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, iki ülke ilişkilerinin kötü olduğu dönemde, İsrail’in istihbarat sırlarını, İran’a ilettiğini, yazmıştır. Türk yetkililer, bu haberlerin, İsrail tarafından sunulduğunu öne sürerken, İsrail tarafı, bunun İsrail-Türkiye ilişkilerini bozmak için ortaya atıldığını öne sürmektedirler. İddialara göre, bu olayın sonucunda İsrail, 10 insansız hava aracının, ABD tarafından Türkiye’ye teslimatını engellemiştir (Radikal, 21.10.2013). 
Türkiye-İsrail ilişkilerinin seyri, İsrail-Filistin barışıyla yakından ilgilidir. Türkiye, İsrail’in Gazze’ye karşı giriştiği saldırıları sert bir dille kınamaktadır. Başbakan Erdoğan, İsrail’in Filistin’e uyguladığı zulüm bitmeden Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmeyeceğini duyurmuştur (Haber7, 11.07.2014).
İsrail İstihbarat Kültürü ve İsrail İstihbaratının Gelişim Süreci
Yahudilerin istihbarat geleneğinin uzun yıllara dayanan bir geçmişi bulunmaktadır. İstihbaratı kuran ve yöneten kişinin Hz. Musa olduğu bile öne sürülmektedir. Ayrıca, ilk teröristler olarak da nitelendirilen, Roma hâkimiyetine karşı ayaklanan Yahudi militanlar, Zealotlar’ın İsrail gizli servisi ve ordusunun kurucusu olan Haganah’ın öncülü olduğu savunulmaktadır. Yıllarca başka ülkelerin istihbarat servislerinden gelen bilgilere bağlı olarak hareket eden Yahudiler, bunun zararını görmüşler ve İsrail devleti kurulur kurulmaz haber alma örgütünün yapılandırılması için gerekli çalışmaları başlatmışlardır. (Deacon, 1999: 11-14).

Richard Deacon (1999: 15-17), 19. yüzyılda Almanya ve Rusya’da yaşayan Yahudiler arasındaki en yaygın mesleğin casusluk olduğunu belirtmektedir. Avrupa genelinde Yahudilerin casusluk faaliyetlerine ilgi duydukları görülmektedir. Bu durumun Yahudiler açısından olumsuz sonuçları olmuştur.  Fransa’da aynı dönemde açık bir Yahudi düşmanlığı görülmüştür. Albay Dreyfus olayı, bunun en açık göstergesidir. Fransız ordusunda görevli olan Yüzbaşı Dreyfus, 1894 yılında, askerî sırları Almanlara satmakla suçlanmıştır. Rusya’daki Yahudi düşmanlığı ise, imparatorluk sınırlarında yaşayan Yahudilerin devrimcilere yakınlaşmasına neden olmuştur. Ancak bir süre sonra sadece Çar taraftarları arasında değil, devrim yanlıları arasında da Yahudi aleyhtarlığı artmıştır. Böylelikle, Yahudiler, çift taraflı ajanlar olarak kendilerini ve çıkarlarını korumaya çalışmışlardır. Azeff olayı, Rusların hafızalarına kazınan bir casusluk olayıdır. Azeff, hem Çarlık Rusya’sının üst düzey yöneticilerini öldürmüş, hem de bu suikastlar sırasında kendisiyle beraber olan devrimcilerin yakalanmasını sağlamıştır.

İsrail’in, siyasal sistemiyle ilgili önemli bir eleştiri, ülkenin kurulduğu ilk günden beri, siyaset ve ordunun birbirinden ayrılamadığı gerçeğidir. İsrail halkı, İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin, halkın ve devletin ordusu olma özelliğini koruması konusunda hemfikirdir.  Bu nedenle,  İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin rollerinin ve aktivitelerinin, siyasi karışıklık ve siyasi eğilimlerden uzak tutulması amaçlanmaktadır. Bu fikir, İsrail’in ilk Başbakanı ve Savunma Bakanı Ben Gurion tarafından, tasarlanmıştır. Ancak, işler kurgulandığı gibi gitmemiş, ordu ve siyaset birbirinden ayrılamamıştır. Bu durum, İsrail’in tarihi ve coğrafyasının niteliği ile ilintilidir.  Altı Gün Savaşları, Batı Şeria ve Gazze’nin işgali ve bu olaylar sonucunda gerçekleşen barış süreci, İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin aktivitelerinin siyasetten arındırılmasını imkânsız hale getirmiştir (Pascovich, 2013b).

Modern İsrail devletinin güvenlik anlayışını, Yahudiliğin etkilediği bilinen bir gerçektir. Filistin topraklarında bulunan Kudüs, El Halil ve benzer yerlerin Yahudilerin kontrolü altında bulunması önem arz etmektedir. Yahudiler arasında barış anlayışında toprağın kutsallığını ön planda tutanlar bulunmaktadır. Bu görüşü savunan Yahudi Yerleşimleri Konseyi, Judea, Samaria (Batı Şeria) ve Gazze’den çekilmenin, Yahudi Devleti’nin yıkılmasına yol açabileceğini savunmuştur. Ayrıca yine aynı görüşü dini referanslarla savunan Haham Shlomo Goren, Yahudilerin bu topraklardaki yerleşimleri boşaltmalarının dinen yasak olduğunu duyurmuş ve askerlerin bu yöndeki emirlere uymamalarını önermiştir. İnsan hayatının kutsallığı, İsrail Devleti’nin güvenlik anlayışını etkileyen diğer unsurdur. Buna göre, insan hayatının korunması, kutsal yerlere sahip olma amacından daha üstündür (Bayraktar, 2012: 251-252).
İsrail Devleti, istihbarat servislerine teröre karşı savaşta ve demokratik düzenin korunması konusunda, yüksek yetkiler tanımıştır. Verilen bu yetkiler arasında yakalama, sorgulama, özel hayatın gizliliğine tecavüz, insan hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması, yok edilmesi ve suikastlar düzenlemesi de bulunmaktadır. Yasalar ve düzenlemeler, istihbarat servislerinin sahip oldukları bu yetkilerin kötüye kullanımını engellemeye çalışmaktadır ancak İsrail Devleti’nin ve halkının hissettiği yüksek tehdit algısı çoğu zaman buna engel olmaktadır (Shpiro, 2007a).

İsrail’in istihbarat yapılanması, ABD için öncelikli öneme haiz olmuştur. İsrail istihbarat örgütleri ve ABD’nin istihbarat örgütleri arasında sıkı bir işbirliği günümüzde de devam etmektedir. ABD, İsrail’le istihbarat paylaşımında bulunmakta ve İsrail’i yeni teknoloji ürünlerle ve finansal olarak desteklemeyi sürdürmektedir.   

Aman’ın Tarihsel Geçmişi ve Görev Tanımı

Israil’in istihbarat örgütleri, devletin kurulmasıyla oluşturulmuşlardır. Başlangıçta, askerî olarak İsrail Silahlı Kuvvetleri; içişleri ile ilgili Başbakanlık Ofisi ve siyasi-harici işlerle ilgili Dışişleri Bakanlığı, istihbarat konusunda görevlendirilmişlerdir. Askerî istihbaratın en önemli görevleri, düşman ordularının gücü, yetenekleri, endüstriyel destek gücü, düşman ülkelerin siyasal yapıları, halkların askerî çatışmaya dayanabilme kapasiteleri ile ilgili bilgi toplamaktır (Bar-Joseph, 2010:511). 

Agaf HaModi'in (Aman) İsrail Silahlı Kuvvetleri’ne  bağlı askerî istihbarat servisidir; Agaf Ha Modi’in, bilgi bürosu anlamına gelmektedir. Şabak ve Mossad, görece bağımsız haber alma servisleri olarak yapılandırılırken, Aman, İsrail Silahlı Kuvvetleri’ne bağlıdır (Shpiro, 2006). 7 Haziran 1948 tarihinde, Ben Gurion, istihbarat birimlerinin yapılandırılmasına karar vermiştir. Büyük Isser lakaplı Isser Beeri, askerî istihbarattan sorumlu olmuştur. İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbaratının başında bulunan Isser Beeri, istihbarat konusundaki tüm gücü elinde tutmaya çalışmıştır. (Black, Morris, 2011: 75-77).

1949 yılında Beeri’nin olaylı bir şekilde görevden alınmasının ardından, Mart ayında İsrail Savunma kuvvetleri İstihbarat şubesi kurulmuş ve başına Chaim Herzog getirilmiştir. Binyamin Gibli ise yardımcı olarak atanmıştır. Herzog, yeni kurulan birimin, iç güvenlik ve karşı istihbarata bakmayacağını, ordu içinde saha güvenliğini sağlayacağını vurgulamıştır (Black, Morris, 2011: 60-65).
Chaim Herzog, askerî istihbaratın görevinin, İsrail’i ani bir Arap ordusunun saldırısı karşısında uyarmak olduğunu açıklamıştır. Başlangıçta, askerî istihbarat, Arap ülkelerinde istihbarat toplamakla görevlendirilirken, dış siyasal servis, özellikle Avrupa ülkelerinde istihbarat toplamakla görevlendirilmiştir. Ancak, askerî istihbaratın büyüyen gücüyle 1950 yılından sonra, görev dağılımının çizgileri değişmiş ve askerî istihbarat Arap olmayan ülkelerde de faaliyet göstermeye başlamıştır (Bar-Joseph, 2010:511). 1949 yılında, İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat birimi, Paris’te şube açmıştır, 1950 yılının sonunda tüm Avrupa başkentlerinde, ofis açmıştır. Bu dönemde, askerî istihbaratın ve siyasi dairenin yetki alanları tam olarak belirlenmemiştir. (Black, Morris, 2011: 75-77).
İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat servisi için en büyük tehdit kaynağı, Arap orduları olmuştur. Mossad, Şabak ve polisin, ona yardımcı olmasına karar verilmiştir. Bu bağlamda, Arap ordularının niyetleri, güçleri, kapasiteleri ve stratejilerinin öğrenilmesi ana görev tanımı olmuştur. İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat servisi elemanları, günlük, haftalık, aylık olarak bölge ve ülke gözetleme, izleme ve değerlendirme raporları hazırlama görevini üstlenmişlerdir. 1950 yılında, İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat servisinin başına Binyamin Gibli gelmiş ve 1953 yılında bölümün adı, İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat şubesi ya da Aman olarak değiştirilmiştir (Black, Morris, 2011:95-96).
İsrail istihbarat örgütleri, Başbakan Ben Gurion’un talimatıyla, 1952-53 yılları arasında yeniden yapılandırılmışlardır. İstihbarat örgütleri arasında işbirliği ve bilgi alışverişi olması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Yeni yapılanmada askerî istihbaratın güçlendirilmesi ve öneminin artmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda 1953 yılında Aman bünyesinde Araştırma Bölümü kurulmuş ve Yom Kippur Savaşı’nın ardından bir bölüm haline getirilmiştir. 1970 yılından sonra, Aman, sadece İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin istihbarat servisi olarak değil, tüm hükümetin ve ülkenin savunma gücü olarak görev yapmaya başlamıştır. Aman, İsrail dışında oluşturduğu örgütlenme ile dünya çapında sanayi casusluğunu gerçekleştirmiş ve ülkeye büyük faydalar sağlamıştır. Dünyadaki pek çok istihbarat servisinin aksine, Aman'ın askerî istihbarat faaliyetlerinin kapsamlı olarak; biyografik istihbarat, sinyal/elektronik ve insan istihbaratı (sigint, elint, humint) faaliyetleri de dahil olmak üzere, barış zamanında da sürmüştür.. Bu durumun ana nedeni içinde bulunduğu düşük yoğunluklu çatışma ortamının yarattığı endişelerdir. Bir başka ifadeyle, İsrail'in güvensizliği, Aman'ın güçlenmesinin başlıca gerekçesi haline gelmiştir. Aman Araştırma Bölümü, İsrail devletinin iç işleri haricinde tüm istihbarat alanlarında araştırma ve değerlendirme faaliyetlerinde bulunmuştur. Aman, askerî konulardaki istihbaratın yanında, diğer ülkelerin liderlerinin niyetleri ve barış konusunda istihbarat faaliyetleri üzerinde de çalışmalarını yürütmüştür. Mossad ve Aman arasında askerî güçlerin lojistik ve savunma faaliyetleri konusunda kuruluşlarından beri süregelen bir işbirliği mevcuttur. Aman, İsrail’in diğer istihbarat örgütleri arasında belirli bir üstünlüğe sahip olmuştur. Bu üstünlük, özellikle, 1973 yılına kadar sürmüştür. Aman’ın, 1973 Yom Kippur Savaşı’nın gerçekleşeceği konusundaki istihbarat eksikliği, önemli bir başarısızlık olarak görülmektedir (Pascovich, 2013b; Uri Bar, 2007; Giannoulis, 2011:13; Deacon, 1999:65-67). 

Aman’ın ilgi Alanları, Hedefleri ve Operasyonları

Aman’ın siyasal alana müdahalesi, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ni işgali ile yoğunlaşmıştır. Altı Gün Savaşları öncesinde, bu bölgeler, Ürdün ve Mısır’ın kontrolü altında bulunmaktaydı. Savaşın ardından, İsrail Silahlı Kuvvetleri bölgeyle daha yakından ilgilenmeye başlamıştır. Bölgenin ilhak edilmemesi ve bölgede yaşayan Filistinlilerin, İsrail vatandaşlığına geçmemiş olmaları nedeniyle, Batı Şeria ve Gazze dış tehdit olarak değerlendirilmiştir (Pascovich, 2013b). Aman, Arap ülkeleri başta olmak üzere pek çok farklı yerde askerî istihbarat için gerekli olan bilgileri toplamak için çalışmalarını sürdürmüştür.

1950’li Yıllar

Aman, 1950'li yıllarda,  istihbarat yeteneği sayesinde Cezayirli isyancılar hak¬kında bilgi toplamış ve bu bilgileri Fransızlara iletmiştir (Turquie diplomatique, 2013). Aman’ın özel görev subayları, 1950’li yıllarda, Bedevilerden entelektüellere kadar toplumun her kesiminden ajanı istihdam etmişlerdir. 1949-1956 yılları arasında İsrail  Silahlı Kuvvetleri ve Aman’ın en büyük çabası, Arap saldırganlar yani fedailere karşı önlemler almak ve Arap ordularına karşı yapılacak ikinci bir savaşa hazırlanmak olmuştur. Aman, hasım devletlere yönelik bilgi derleme faaliyetlerinde ülkeye sızmaya çalışırken yakalanan Arapları, sınırlarda yaşayan köylüler ve muhbirlerden, istifade etmişlerdir. Aman, istihbarat toplayan devriyeleri ile bilgi akışını sağlamıştır. Telefon ve telsiz dinlemeleri, önemli verilerin toplanmasına katkıda bulunmuştur.   1956 yılı ortalarında, Aman’ın topladığı bilgiler, Mısır ve Suriye yanında Ürdün’ün de Fedayin grubuna yardım ettiğini doğrulamıştır (Black, Morris, 2011:101, 111-117).

1954 yılında, Aman’a katılan Dr. Yuval Ne’eman, askerî istihbaratta, bilgisayar teknolojisinin yaygın ve etkin olarak kullanılmasını sağlamıştır. O dönemde, askerî istihbarat büyük oranda, haber kaynaklarının gönderdikleri raporlara dayanmıştır. Ne’eman, Suriye ve Mısır’dan gelebilecek ani bir saldırının ihtimal dâhilinde olduğunu öngörmüştür. Bu nedenle, askerî istihbaratta “anında bilgi” kavramına önem vermiştir. Böylelikle, 1960’lı ve 1970’li yıllarda, Aman’ın yetki ve faaliyet sahası genişlemiştir. Aman, istihbaratçılardan aldığı raporlar yanında, bilgisayar teknolojisini kullanmıştır. Ne’eman, bilgisayar teknolojisinin yardımıyla, düşmanın deniz ve hava kuvvetlerinin yerlerini doğru olarak tespit etmeyi amaçlamıştır. Bunun yanında, İsrail’in nükleer silaha sahip olması için faaliyetlerde bulunmuş ve Fransızların desteğiyle Dimona nükleer santralini devreye sokmuştur (Deacon, 1999:133-137).

1948 Arap-İsrail Savaşı’nın ardından Aman, Mısır’da “uyuyan hücreleri” kullanmaya başlamıştır. Mısır’da yaşayan Yahudiler, gizli olarak terörist saldırılar için eğitilmişlerdir. 1954 yılında meydana gelen ve Lavon olayı olarak adlandırılan olay, bir istihbarat başarısızlığı olarak bilinmektedir. Lavon, o dönemin savunma bakanının ismidir. Sekiz Mısırlı Yahudi’ye, Aman tarafından Mısır’da Batılılara ait yerleri bombalamaları emri verilmiştir. Bu görevin nedeni, olayın sonucunda Müslüman Kardeşler ve Komünist Parti’nin suçlanmalarını sağlamak ve Nasır rejimine olan güveni sarsmaktı. Aman Şefi Binyamin Gibli’ye göre, Susannah Operasyonu’nun amacı Mısır rejimine Batı’nın desteğini azaltmaktı. Önce İskenderiye postanesi ve ardından Kahire ve İskenderiye’de bulunan altı ayrı yer bombalanmıştır. Saldırılarda 39 Mısırlı hayatını kaybederken, olayın failleri Mısır güvenlik güçlerince yakalanarak öldürülmüştür. Olaylar büyümüş; Mısır ve Sovyetler Birliği arasında silah antlaşması yapılmış ve bu antlaşma, İngiltere ve ABD’nin Asvan Barajı’nın yapımı için verdikleri krediyi geri çekmelerine neden olmuştur. Ardından, Nasır kanalı kamulaştırmış, İsrail, Fransa ve İngiltere’nin ortak askerî operasyonu Nasır’ı iktidardan indirmeyi hedeflemiştir. Fransa, bu olaydan sonra, İsrail’in nükleer gücünü kurmasına yardımcı olmuş ve nükleer İsrail’i yaratmıştır (Weiss, 2013).

1956 yılında Aman, Sina saldırısı öncesinde, Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan orduları hakkında tabur ve bölük düzeyinde son derece ayrıntılı bilgilere sahip olmuştur. 1956 Savaşı’nda Aman’ın ikinci büyük başarısı, Arap medyasını yerleştirdiği ajanları sayesinde, dezenformasyon faaliyetleri yürüterek beklenen hedefin Mısır değil Ürdün olduğu bilgisini yaymasıdır. Hatta, Irak’ın Ürdün topraklarına girdiğine dair yalan haberlerin yayılmasını sağlamıştır. 29 Ekim 1956’da İsrailli paraşütçüler Sina’ya inmişlerdir. ABD’nin bile bu harekâttan haberi olmamıştır. Aman’ın bu olaydaki üçüncü önemli başarısı ise, savaş sırasında yakalanan esirlerden son derece önemli bilgiler elde etmesi ve daha sonra kullanılmak üzere bilgisayar ortamında arşivlemesidir (Black, Morris, 1999:120-121). Aman personeli, Mısırlı askerleri, sorgulamaktan ziyade sohbet ortamı sağlayarak esirlerin kendileriyle ilgili pek çok bilgiyi tereddüt etmeksizin vermesine imkân sağlamıştır.  Böylelikle subayların görev yerleri, uzmanlıkları, karakterleri ve psikolojik durumlarıyla ilgili pek çok bilgi bilgisayarlara depolanmıştır. Bilgi bankaları, sabit ve gezici gözlem istasyonları, istihbarat konusunda diğer ülkelerin önüne geçmelerine olanak tanımıştır. Aman görevlileri, insan yaşamayan alanlar ve çöllerde bulunan telefon kablolarına cihaz yerleştirerek, düşman ülkelerin askerî bilgilerine ulaşmayı başarmışlardır. Fotoğraf, radar ve gözlem istihbaratı konusunda Amerika Birleşik Devletleri’nin istihbarat örgütleri, İsrail istihbarat örgütlerini desteklemişlerdir (Deacon, 1999:133-137).

1960’lı yıllar ve Altı Gün Savaşı, 

14 Şubat 1960 tarihinde, Mısır ordularını Sina Çölü’ne nakletmiştir. Aman, söz konusu bu konuşlandırmayı ancak dört gün sonra fark edebilmiştir. İsrail Silahlı Kuvvetleri alarm durumuna geçmiş ve yedek kuvvetler silah altına alınmıştır (Kahana, 2005:262; Bar-Joseph, 2010:514). 

Bu dönemde, Aman ve Mossad arasında bir fikir ayrılığı meydana gelmiştir. Mossad, Alman bilim adamlarının, Mısır’ın füze programını desteklediğini, öne sürmüştür. Ancak, bu görüş, Aman tarafından kabul edilmemiştir. Almanya’nın İsrail’e soykırım tazminatlarını ödemesi bunda etkili olan bir unsurdur (Paskovich, 2013b:13-14). Aman yetkilileri, İsrail hükümetinin isteği doğrultusunda davranmışlardır. Başlangıçta, Aman da Mossad gibi Mısır’ın füze tehdidini ciddiye almıştır. Şimon Peres yönetiminin baskısı, Aman’ın fikrinin bir gecede değişmesine neden olmuştur. Aman, daha önceki fikirlerinin aksine, Alman bilim adamlarının, kimyasal ve biyolojik silahlarla ilgili bir çalışmasının bulunmadığı yönünde beyanat vermiştir (Black, Morris, 1999:173).
Mossad şefi Meir Amit ve Aman şefi Aharon Yariv, 1964 yılında görevlerine başladıklarında, Birim 188’in Aman’dan Mossad’ın kontrolüne geçmesine karar vermişlerdir. Birim 188, Arap ülkelerine casus yerleştirme ve yönetme görevini yürütmüştür. Böylelikle, Mossad, Arap ülkelerindeki Arap ve İsrailli ajanların sorumluluğunu üstlenirken, Aman sadece düşman ülkelerdeki Arap ajanlardan sorumlu hale gelmiştir. Bu değişiklik, ordunun sivil örgütlenmenin kendilerine yeterince bilgi vermediği yönündeki eleştirisinin ardından gerçekleşmiştir (Black, Morris, 1999:195).

1966 yılının sonbaharında,  Aman, Yemen Savaşı’nın ardından Mısır’ın askerî bir operasyona girişmeyeceğine inandığını açıklamıştır. Ancak, Aman bu konuda yanılmıştır. Mayıs 1967’de Mısır, Birleşmiş Milletler gücünün, Sina Çölünden ayrılmasını talep etmiş ve ardından ordusunu Sina Çölüne nakletmiştir (Kahana, 2005:263). 

Aman, Mayıs 1967’de Mısır ve Ürdün harekâtlarını yanlış değerlendirmiştir (Black, Morris, 1999:411). Aman, 1966-67 döneminde, bazı teknik düzenlemeler nedeniyle, yıllık değerlendirmesini yapamamıştır. 1967 yılı Mayıs ayında yapılan toplantıda, bir yıl sonra bir savaş beklemediğini, kesin bir dille açıklamıştır. Aman şefi Aharon Yariv, 14-16 Mayıs’ta Mısır kuvvetlerinin Sina’ya gireceğini tahmin edemediklerini, ifade etmiştir. Aman, 15-30 Mayıs 1967 tarihleri arasında, Nasır’ın Sina’ya girişini, BM Acil Durum gücünün geri çekilişini, ve boğazın kapatılmasını tahmin edememiştir  (Black, Morris, 1999:183,189). 1966-67 döneminde, Aman, İsrail’in Suriye üzerinde artan askerî baskısının Mısır’a etkisini ve Nasır’ın savaşa giden tutumunu, anlayamamıştır. Ancak, savaş sırasındaki istihbaratı, önemli ve başarılıdır (Bar-Joseph, 2007:583).
Richard Deacon (1999:184), Altı Gün Savaşı’nda elde edilen zaferin, İsrail istihbarat örgütlerine ait olduğunu ileri sürmektedir. 1956 Savaşı sonrasında, Araplara karşı kısa sürecek ama etkin sonuçları olacak bir savaşın, Arap-İsrail sorunun çözebileceği sonucuna varılmıştır. Altı Gün Savaşı’nda elde edilen zaferin, Mossad ve Aman’a ait olduğu öne sürülmektedir. Bu savaşta İsrail’in Humint’ten yani insana dayalı istihbaratından sonraki en önemli başarısı, Air-Photint yani hava fotoğraflarıdır. Ayrıca, Sigint adı verilen sinyal istihbaratı, düşmanın telsiz mesajlarının ve telefonlarının dinlenmesini sağlamıştır. Aman, 1967 savaşı sonunda yenilen üç Arap ordusunun yapılarını, silahlarının ve personelinin niteliğini öğrenme fırsatına kavuşmuştur. Aman görevlileri, savaşta ele geçirilen gizli belgeleri uzun süre incelemişler ve son derece önemli bilgiler elde etmişlerdir (Black, Morris, 1999:197, 200).

1967 Altı Gün Savaşı, Arap devletlerini ve özellikle Mısır Devlet Başkanı Nasır’ı utandıran bir yenilgiyle sonuçlanmıştır. Savaşın ardından Nasır istifasını sunmuş ancak Mısır halkının desteği sonucunda istifasını geri çekmiştir. Cemal Abdul Nasır’ın 1970 yılında kalp krizinden hayatını kaybetmesinin ardından yerine geçen Enver Sedat’a göre, İsrail’le savaşın ve barışın olmadığı düzen kabul edilemezdi.  İsrail ise, 1967 savaşı ile geniş sınırlara ulaşmış ve stratejik bir derinliğe sahip olmuştur. İsrail, bu dönemde ve sonrasında 3 ana askerî amaca sahip olmuştur. İlk hedefi, küçük kara ordusu ve ilk saldırıyı engelleyecek kapasiteye sahip düzenli ve üstün teknolojiyle donatılmış güçlü hava kuvvetleri ile sınırlarını korumaktır. İkinci hedefi, saldırıya karşı koyacak iyi eğitimli ve hızlı şekilde mobilize olabilecek yedek kara kuvvetlerinin bulundurulmasıdır. İsrail’in üçüncü hedefi ise, sınırlardaki birliklerin ve yedeklerin harekete geçmesini sağlayacak yeterli erken uyarı sisteminin yapılandırılmasıdır. Ancak, Ekim 1973’teki savaşta bu üç temel amacın gerçekleştirilmesi konusunda başarısızlık yaşanmıştır. Bu savaşta en önemli başarısızlık, stratejik ikaz ve ihbar sisteminin bulunmayışı olarak açıklanmaktadır  (Buckwalter, 2002).

Mossad ve Aman ajanları, Altı Gün Savaşları’nın ardından, Dimona nükleer tesisindeki faaliyetlerine devam edebilmek için uranyum ve plütonyum arayışına girmişlerdir. Bu amaçlarını 1968 yılının sonunda, gerçekleştirmişlerdir. Batı Alman bandıralı bir gemi uranyum yüküyle Antwerp’ten ayrılmış, İtalya’ya gitmesi gerekirken Rotterdam’dan, Almanya’ya geri dönmüştür. Yolda geminin yükünün boşaltıldığı ve personelinin değiştirildiği anlaşılmıştır (Deacon, 1999: 231). Böylelikle, nükleer tesis için gerekli olan materyal İsrail tarafından ele geçirilmiştir.

Aman üzerindeki istihbarı görevlerin arttığı görülmüştür. Altı Gün Savaşları’nın ardından Aman ve Şabak arasında yeni bir görev dağılımı yapılması Aman’ı rahatlatmıştır. Bu savaşla işgal edilen yerler, iç istihbaratın görev sahasının genişlemesine neden olmuştur. Aman, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki Filistinli ajanları Şabak’a devretmiştir (Black, Morris, 1999: 208). 

1970’li yıllar ve Yom Kippur Savaşı, 

1967 Altı Gün Savaşları’nda elde edilen zaferin ardından Aman, Arap ordularının toparlanmak ve yeniden silahlanmak için bir yıl ya da bir buçuk yıla ihtiyaç duyacaklarını öngörmüştür. Bu öngörüyü haklı çıkaracak şekilde, 1968 yılında, Mısır’ın askerî gücü resmi rakamlara göre savaş öncesi durumundan daha üstün hale gelmiştir. Aman, cephe boyunca farklı yerlerde kurduğu dinleme cihazları ile Arap askerî istihbarat servislerini dinlemiştir. 1968-70 yılları arasında İsrail, hava saldırıları düzenlemiştir. Bu döneme yıpratma savaşı adı verilmiştir. Aman, İsrail komandoları ve havacılarına hedeflerin yerlerini bildirerek yardımcı olmuştur. Aman, Mısır cephesini havadan gözetleyen pilotları korumak için İHA (İnsansız Hava Araçları)  geliştirmiştir. Daha sonra, uzun menzilli ve kameralı 'dron'lar geliştirmeyi başarmıştır (Black, Morris, 1999:239-240). 

Aman, Yom Kippur Savaşı öncesinde, Mısır ve Suriye’de haberleşme trafiğinin arttığını, köprü inşa faaliyetlerinin gerçekleştirildiğini, mayınlı arazilerin temizlendiğini, tespit etmiştir. Ancak, savaşın çıkmayacağı sonucuna varmıştır. Hükümet yetkilileri, Mossad’ın istihbarat kaynaklarından pek çok uyarı almışlardır. Nasır’ın damadı Eşref Marvan, Mısır savaş planı da dahil olmak üzere pek çok doğru bilgiyi, İsrail’e vermiştir. Ancak, Aman şefi Zeira, Marvan’ın durumunu sorunlu bulmuştur. Marvan’ın savaşın başlayacağına dair verdiği son dakika istihbaratı, İsrail’i tamamen sürpriz bir saldırıdan korumuştur (Bar Joseph, Levy, 2009:483). 

13 Eylül 1973 yılında Suriye-İsrail çatışması, Suriye’nin 12 uçağına karşı 1 İsrail uçağının düşürülmesiyle sonuçlanmıştır. Bu olayın ardından, Aman misilleme beklentisinde olduğunu bildirmiştir. Ancak, Mısır ve Suriye’nin kuvvet konuşlandırmaları normal olarak nitelendirilmiştir. 25 Eylül 1973’te Ürdün Kralı Hüseyin, İsrail Başbakanı Golda Meir’le acil bir görüşme yapmayı istemiş, Suriye’nin savaş hazırlığında olduğunu ve Mısır’ın Suriye birlikleriyle birlikte hareket edeceğini iletmiştir. Başbakan Golda Meir, bu haberi Aman’ın araştırmasını istemiştir. Aman şefi Eli Zeira, Kral Hüseyin’in Enver Sedat’ın yanında yer aldığını ve İsrail’e blöf yaptığını ileri sürmüştür. Kral Hüseyin’in uyarısı Golan tepelerinde İsrail’in gücünün arttırılmasını sağlamış, ama Meir’in ertesi gün Avrupa’ya yapacağı ziyareti engellememiştir. 28 Eylül’de, Sovyetler Birliği’nden göçen Yahudileri taşıyan Moskova-Viyana seferini yapan tren, Suriye’de örgütlenmiş olan Filistinli bir örgüt tarafından ele geçirilmiştir. Örgüt üyeleri, Sovyet Yahudileri için Schonau Kalesi’nde hazırlanan transit merkezinin kapatılmasını talep etmişlerdir. Kendisi de bir Yahudi olan Avusturya Şansölyesi, rehineleri kurtarmak için örgütün isteklerini kabul etmiştir. Bu olay, Başbakan Golda Meir’ın ülkeye dönmesinin gecikmesine neden olmuştur. Meir, 3 Ekim 1973’e kadar ülkesine dönememiştir (Buckwalter, 2002).

Mısır, 27 Eylül 1973’te, seferberlik ilan ederek yedek kuvvetlerin 7 Ekim’e kadar hizmet vereceklerini duyurmuştur. Mısır, 1973 yılı boyunca 23 kez yedek kuvvetlerini seferberliğe çağırmıştır. 30 Eylül’de, İsrail tarafını yanıltmak için yedek kuvvetlerinin küçük bir kısmını terhis etmiş, ancak yedek kuvvetlerin büyük kısmı askerî hizmetlerine devam etmişlerdir. Aman, insan istihbarat (Humint) unsurlarının uyarılarına rağmen, bu ve benzeri hareketlilikler genel durum olarak nitelendirmiştir. İsrail’i asıl yanıltan daha önce savaş çıkacağı konusunda sürekli aldıkları istihbaratlar ve bunlar sonucunda savaş çıkmaması olmuştur (Buckwalter, 2002).

6 Ekim 1973 yılında, 13:55’te başlayan Yom Kippur Savaşı’nın gelen pek çok istihbarata rağmen öngörülememiş olması, Aman açısından bir dönüm noktasıdır. Bu savaşta baskına uğranılmış olması devletin diğer kurumlarının olduğu gibi Aman'ın da sorgulanmasına neden olmuştur. Yom Kippur Savaşı ile ilgili istihbarat bilgileri yanlış yorumlanmıştır. İstihbarat örgütlerinin yönetim kademesinde sorunlar baş göstermiştir. Bu dönemde hükümet çevrelerinden, Aman ve Mossad’a yönelik yoğun eleştiriler gelmiştir. Aman’ın istihbarat başarısızlığının nedenleri araştırılmıştır. Aman’ın lider kadrosunun sık sık değiştirilmesi,  Aman personelinin kendilerini güvende hissetmemelerine neden olmuştur. Aman şefi Tümgeneral Eliyahu Zeira, 1973 yılında göreve getirilmiştir. Aman’a bağlı görev yapan subaylar, Mısır’ın savaş hazırlığı yaptığını iletmişler, ancak Zeira onlarla aynı kanıda olmamıştır. Moşe Dayan anılarında, 1973 yılının Ekim ayı başlarında, Aman’ın Mısırlıların tatbikat düzenlediğini ilişkin bilgi verdiğini ancak Aman tarafından bu durumun savaş hazırlığı olarak değerlendirilmediğini açıklamıştır. Mossad, 1973 yılında, Norveç’in Lillihammer şehrinde masum bir kişiyi terörist sanarak öldürmüştü. Mossad’ın bu başarısızlığının ardından Mossad’dan gelen raporlara gereken önemin verilmemeye başlanmıştır; Mossad ve Aman arasındaki eşgüdüm bozulmuştur.  NSA ve CIA’dan gelen istihbaratlara da gereken önem verilmemiştir. ABD hükümeti, şüpheleri olmasına rağmen, kesin olarak Mısır’ın bir savaş başlatacağına inanmamıştır. 5 Ekim 1973, saat 18:00’de Mısır ve Suriye saldırısının başlayacağına dair gelen istihbaratlara rağmen, Aman şefi Zeira, bu görüşü kesinlikle reddetmiştir. Yom Kippur Savaşı’nda yapılan en büyük hata, Aman’a gelen bilgilere, Şabak ve Mossad’a gelen bilgilere göre, daha çok önem verilmesidir. Diğer üzerinde durulması gereken konu ise, istihbarat birimlerine yazılı raporlar gelmesi ancak fotoğraf ve haritaların eksik kalmasıdır (Deacon, 1999:281-290). 

Aman şefi Zeira, Yom Kippur Savaşı’nı incelemek için kurulan Agranat Komisyonu’na verdiği ifadesinde, istihbarat kaynağının kendilerine pek çok kez Mısır saldırısı hakkında bilgi verdiğini, orduyu alarma geçirdiklerini, ancak saldırının gerçekleşmediğini belirtmiştir. Zeira, kaynağın kendilerini, 6 Ekim tarihinde “bugün” dediğini eklemiştir. Aslında, Aman, 1973 yılı ortalarında, Mısır ve Suriye’nin savaş planını öğrenmiş, ancak ordu Arapların kullandığı farklı taktiklerden dolayı bunu anlayamamıştır. Eylül 1970’de, Enver Sedat, İsrail’le savaş planını açıklamış ancak İsrail tarafından ciddiye alınmamıştır.  1967’deki zaferle İsrail, stratejik derinlik kazanmıştır. Aman, Mısır’ın hava kuvvetlerinin güçsüz olduğuna ve Suriye’nin Mısır olmadan İsrail’le savaşmayacağına dair güçlü inançlara sahip olmuştur (Black, Morris, 1999: 243-246). 
İsrail’de seçimlerin yakın olması, savaş hazırlığına kaynak aktarılmasını güçleştirmiştir. Araplar, hava üstünlüğü problemini uzun-menzilli uçaklar değil, Sovyet yapımı SAM ve Scud füzeleriyle çözmüşlerdir. 1973 yılında, Mısır’ın elinde bulunan SAM füzeleri, kara kuvvetlerinin korunmasını sağlamıştır.  Hava gücü üstünlüğünün İsrail’in düşündüğü kadar belirleyici olmadığı anlaşılmıştır. Mısır ve Suriye’nin işbirliği gerçekleşmiştir (Buckwalter, 2002). 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

21 Ocak 2020 Salı

İNGİLTERE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI BÖLÜM 2

İNGİLTERE’NİN  ORTADOĞU  POLİTİKASI BÖLÜM 2



    İngiltere, Ortadoğu’da ilk varlık gösterdiği Mısırbaşta olmak üzere Irak, Ürdün ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerinde kendisine fayda sağlayacak düzlemde devam etmekte. Arap ayaklanmaları karşısında sadece gözleme dayalı bir siyaset benimseyen İngiltere, halk hareketlerinin yoğunlukta olduğu ülkelere karşı temkinli bir dil kullanmaya da dikkat etmektedir. Mısır İngiltere için önemli bir 
ticari ortaktır. İngiltere 20 milyar dolar yatırım ile Mısır’ın en büyük dolaysız yabancı yatırımlarına sahiptir. Mısır ise İngiltere’nin Afrika’daki üçüncü en büyük ticari ortağıdır. Turizm bağı güçlüdür, 1,5 milyon İngiliz vatandaşı her yıl Mısır’a turist olarak gitmektedir. Mısır İngiltere’nin dış politika hedeflerinin merkezinde yer almaktadır. 

Bunun için de Ortadoğu Barış Süreci (Middle East Peace Process) kapsamında Sudan, İran ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi de yer almaktadır. İngiltere Hüsnü Mübarek devrilmeden önce terör ve köktencilikle mücadele konusunda iş birliğinde bulundu. 38 

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan sorumlu bakan Alistair Burt Tunus, Mısır ve Libya’daki değişimlere, Suriye’de süren şiddete, İran nükleer programı ile ilgili devam eden Ortadoğu Barış Süreci’ne dikkat çekerek İngiltere’nin bölge ülkeleriyle birlikte dört yıllığına çalışmak için 110 milyon sterlin taahhüt ettiğini bildirdi. Arap Ortaklık Programı çerçevesinde dokuz ülkede onaylanmış 6,5 milyon sterlin maliyetli 48 proje yer aldığını ve geri dönüşlerin olumlu olduğunu belirtti. 39 İngiltere Başbakanı David Cameron 2013 Ağustos ayında Mısır’da Mursi’nin devrilmesiyle başlayan şiddet ile ilgili açıklamasında ise olağanüstü hali vurgulamış; şiddeti desteklemediklerini, tamamıyla kınadıklarını ve bunun problemleri çözmeyeceğini belirtmiş,40 
Mursi taraftarları ve askerin barış için anlaşmaya varması gerektiğini de eklemişti. 41 
Bunun yanında İngiliz enerji devi BP Fas’ta bulunan açık denizde petrol arama ve üretim faaliyetlerini yürüten grubu kontrol etme hakkını elde etti.42 

İngiltere’nin koloni sürecinden sonra kurduğu uluslararası ortak yapı, İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth Nations), koloni zamanında sömürdüğü ülkelerle sonrasında bağını koparmamış ve buralarda düşünce üreten (think tank) kuruluşlar açmış, dil kursları yoluyla İngiliz kültür ve siyasetini ihraç etmeyi sürdürmüştür. Orta doğu’da açtığı British Council ve sivil toplum çalışmalarıyla yumuşak güce yatırım yapmaya devam etmektedir. Saha faaliyetleriyle de bu ülkelerde etkinlik alanını korumaktadır. Ortadoğu’yu tanımak için başlatılan çalışmalar meyvelerini vermiş ve Ortadoğu halklarının kültür, dil, davranış modelleri üzerine 200 yıldan fazla zamandır yaptıkları çalışmalarla bu ülkelere uygun siyaset geliştirmektedir.43 

2003 Irak Savaşı ve İngiltere’nin Suriye Politikası 

Irak’ın 2003 yılında işgal edilmesi İngiliz politikasın- da bir fiyasko olarak görülmektedir.44 
İngiltere’de Suriye’ye yapılacak saldırı konusu görüşülürken, İngiliz basını Avam Kamarası oturumuyla ilgili milletvekillerinin Suriye’yi değil, 10 yıl önceki Irak’ı tartıştığını yazdı. Başbakan David Cameron’ın Suriye’den bahsettiği kadar Irak’tan da bahsettiğini yazdı. David Cameron Suriye için yapılan tezkere görüşmelerinde Irak’a gönderme yaparak “Suriye savaşında bir taraf tutulması, ülkenin işgali, rejimin değişmesi veya muhalefetle daha yakından çalışma anlamına gelmiyor.” dedi. Ağustos ayının sonunda Suriye’ye müdahale konusunda İngiltere parlamen- tosunda yapılan oylamada 272 evet oyuna karşılık verilen 285 hayır oyuyla müdahale kararı reddedildi. 

Avrupa ve İngiltere’nin Irak Savaşı’nın akabinde askerî politikaları bölgeyi hüsrana uğrattı. Guantanamo hapishanesi hâlâ açık ve insan hakları ihlalleri devam ediyor. Irak Savaşı öncesinde 2 milyon kişi Londra sokaklarına dökülerek savaşı protesto etmişti. 2003 yılında halka yalan söylendiğini düşünen protestocular tekrar benzer bir durumla karşı karşıya kalmak istemiyor. İngiltere; Irak, Afganistan ve Libya olmak üzere üç askerî müdahaleye tanıklık etti ve buralarda elde edilen sonuç bir zafer getirmedi, insan haklarının da korunmasına fayda sağlamadı.45 

İngiltere Türkiye İlişkileri., 

Türkiye İngiltere ilişkileri Osmanlı döneminden bu yana devam etmektedir. İngiltere, kolonisi altındaki ülkelere açılan kapı olarak Osmanlı’yı Yakın Doğu olarak adlandırmış ve Rusya’nın tehdidine karşı da kendi çıkarları için Osmanlı’yı desteklemişti. Her ne kadar İngiltere’nin İstanbul’u işgali sırasında ve 
Cumhuriyet’in yeni kurulduğu dönemde Türkiye ile ilişkilerinde uzaklaşma olduysa da Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında Batı’ya yaklaşan Türkiye ile ilişkilerini normal seviyede tuttu. 

Birleşik Krallık, Türkiye’nin dış ticaretinde oldukça önem verdiği gelişmiş ülkelerden biridir. 
En son İngiltere Kraliçesi Elisabeth’in 2008 yılında Türkiye’yi ziyaret etmesiyle ilişkiler ivme kazandı ve ardından Başbakan David Cameron Temmuz 2010’da Tür- kiye’yi ziyaret etti. Cameron’ın Temmuz 2010’da Türkiye’yi ziyareti sırasında imzalanan “2010 Strate- jik Ortaklık Belgesi” iki ülke arasında stratejik or- taklığın güçlendirilmesinde önemli bir gelişmedir. İngiltere kraliçesinin 
Abdullah Gül’e “ 2010 Chatham House Ödülü” vermesi de ilişkilerde önemli bir adım olarak görülmektedir. 

   İngiltere, dünyada yükseliş gösteren ve kimin yanında yer almak gerektiği 
konusunda önemli bir tecrübeye sahip bir ülkedir. Ülke, tarihsel çatışmalara rağmen önemli ölçüde Türkiye’nin gücüne empati kurarak yaklaşmaktadır. 

Türk-Amerikan ilişkileri güvenlik eksenli gelişirken Türk-İngiliz ilişkileri ticari, ekonomik ve teknolojik birçok alana yayılmış durumda. 46  Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Mart 2011 ve Temmuz 2012’de, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 
de 20-24 Kasım 2011 tarihlerinde İngiltere’ye gerçekleştirdiği ziyaret ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik en üst düzeyde adımlar atılmış oldu. İngiltere ile bakanlar düzeyinde de yoğun ziyaretler gerçekleştirilmekte dir. Ayrıca Birleşik Krallık’ın Türkiye’nin AB üyeliğine en güçlü desteği veren ülkelerden biri olduğu biliniyor. 

Ayrıca Türkiye ve Birleşik Krallık arasında diyaloğu güçlendirmek ve kurumsallaştırmak amacıyla her iki taraftan siyasetçi, akademisyen, medya temsilcileri ve sanatçılardan oluşan “ Türk-İngiliz Tatlı dil Forumu” kuruldu. Forumun ilk toplantısı Ekim 2011’de İngiltere’de, İkincisi 12-14 Ekim 
2012 tarihlerinde İstanbul’da, Üçüncüsü 1-3 Kasım 2013 tarihlerinde 
Cumhurbaşkanı Gül’ün katılımıyla İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da gerçekleşti. 47 Toplantıların her yıl dönüşümlü olarak Türkiye ve İngiltere’de sürdürülmesine karar verildi. Türkiye-Birleşik Krallık ikili ticaretinde, 2011 yılında ticaret hacmi 13,9 milyar dolar, Türkiyenin ticaret fazlası 2,4 milyar dolardır. Türkiye’de faaliyet gösteren Birleşik Krallık sermayeli şirketlerin sayısı Mayıs 2012 
itibarıyla 2.362’dir. 2011 yılında Birleşik Krallık’ta yaklaşık 250 bin Türk vatandaşı yaşamaktadır. Birleşik Krallık’tan Türkiye’ye 917 milyon dolar doğru- dan yatırımın gerçekleştiği, 2011 yılında 2.582.054 Turistin Türkiye’yi ziyaret ettiği Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından açıklanmıştır. 

Öte yandan, 37.460 Birleşik Krallık vatandaşının Türkiye’de 26.730 adet gayrimenkulü bulunmakta.48 

Sonuç 

İngiltere dünyanın en büyük gaz ve petrol rezervlerinin ve sömürgelere ulaşım yollarının merkezi Ortadoğu’dan askerî olarak çıksa da yaptığı ticari anlaşmalarla bölgede varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Bu varlığın bir sebebi de İngiliz gücünün temelinin ticarete dayanmasıdır. 
   Ticaret yollarının ve stratejik noktaların ele geçirilerek güvence altına alınması  İngiltere için hayati önem taşımaktadır. 

2. Dünya Savaşı’ndan sonra dekolonizasyon sürecinde coğrafi yakınlık arz etmesi bakımından Ortadoğu’ya odaklanmıştır. ABD’nin dünya siyasetinde ön plana geçmesinden sonra ise İngiltere’nin çıkarları ABD çıkarları ile iç içe girmiştir. 

2003 yılında kimyasal silah bulundurduğu gerekçesiyle Irak’a saldırı yapılmasını kabul eden ve bölgeye asker gönderen İngiltere bu siyasetinden dolayı İngiliz halkından tepki aldı ve Irak konusu muhalefet nezdinde de eleştirildi. Arap baharı olarak isimlendirilen Arap ayaklanmaları sırasında ise İngiltere Ortadoğu’daki ülkelerin kendi kaderini tayin etmeleri hususunda görüş bildirerek belli bir süre sessiz kaldı ve olayların durulmasını izlemeyi ter- cih etti. 
Bu sırada bölge ülkeleriyle petrol, gaz ve silah ticareti anlaşmalarına devam etti. Son olarak Suriye rejiminin ülkede kimyasal silah kullandığı gerekçesiyle Suriye’ye askerî müdahale konusu gündeme geldi. Ağustos ayının sonunda Suriye’ye müdahale konusunda İngiltere parlamentosunda yapılan oylamada 272 evet oyuna karşılık verilen 285 hayır oyuyla müdahale kararı reddedildi. 

Türkiye İngiltere ilişkileri ise Osmanlı döneminden bu yana devam etmektedir. İngiltere, kolonisi altındaki ülkelere açılan kapı olarak Osmanlı’yı Yakın Doğu olarak adlandırmış ve Rusya’nın tehdidine karşı da kendi çıkarları için desteklemişti. Her ne kadar İngiltere’nin İstanbul’u işgali sırasında ve Cumhuriyet’in yeni kurulduğu dönemde Türkiye ile ilişkilerinde uzaklaşma olduysa da Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında Batı’ya yaklaşan Türkiye ile ilişkilerini normal seviyede tuttu. Bu ilişkisini müttefik ve stratejik ortaklık üzerinden yürütmeye devam etmektedir. 

Son Notlar 

1 Mark Sedgwick, Britain and the Middle East: In Pursuit of Eternal Interests, 
http://www.ashgate.com/ pdf/SamplePages/Strategic_Interests_in_the_Middle_East_Ch1.pdf, s. 5. 
2 Ortadoğu kavramı birçok siyasi kavram gibi ilk olarak 20. yüzyılın başlarında İngilizler tarafından kullanılmaya 
başlanır. Yakın Doğu (Near East) kavramının (o dönem için Osmanlı Devleti’nin kapladığı coğrafya) yetersiz kaldığını 
düşünen İngilizler, Osmanlı Devleti’yle Hindistan arasında kalan bölgeyi kapsayacak Ortadoğu (Middle 
East) kavramını ortaya atarlar. Kavramın kullanılmaya başlanmasının temelinde yatan sömürgeci kaygılar bu 
bölgenin geleceğinin şekillenmesinde etkin rol oynar. 
3 Davut Dursun,Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler, s. 1233. 
4 Albert Hourani,Arap Halkları Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 10. Baskı, 2013, s. 353. 
5 Edward Said, Oryantalizm Sömürgeciliğin Keşif Yolu, İstanbul: Pınar Yayınları, 2. Basım, 1989, s. 58-59. 
6 Mark Sedgwick,Britain and the Middle East: In Pursuit of Eternal Interests,s. 5-14. 
http://www.ashgate.com/ pdf/SamplePages/Strategic_Interests_in_the_Middle_East_Ch1.pdf. 
7 Yavuz Yener, İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi 
http://www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#.UoOQgnDwmCg. 
8 Peter Masnfield, Ortadoğu Tarihi, Say, İstanbul, 2012, s. 139. 
9 İslam Ansiklopedisi, İSAM, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, Cilt 33, Ankara, 2003, s. 405. 
10 Davut Dursun,Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler, s. 1236. 
11 Azmi Özcan, Pan-İslamizm, Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere (1877-1924), İstanbul: İSAM, 
1997, s. 23. 
12 İslam Ansiklopedisi, s. 405. 
13 William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008, s. 118. 
14 Kemal H. Karpat, Ortadoğu’da Millet, Milliyet, Milliyetçilik, İstanbul: Timaş Yayınları, 2011, s. 192. 
15 Seyfi Kılıç, Mavi Nil Nehri Suları Üzerinde Uyuşmazlık, Ortadoğu Analiz, Ağustos 2013, Cilt 5, Sayı 56, s. 31. 
http:// www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201395_ seyfi_kilic.pdf. 
16 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt 1-2:1914 1995, İstanbul: Alkım Yayınları, 15. Baskı, 2005, s. 85. 
17 Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu toprakları, İngiliz hükümeti adına Mark Sykes ile Fransız hükümeti adına Georges Picot tarafından 
imzalanan 16 Mayıs 1916 tarihli gizli antlaşma ile paylaşılmıştır. Buna göre Fransa, Suriye, Lübnan, Kilikya ve Musul bölgelerini, İngiltere 
ise Ürdün, Irak ve Kuzey Filistin’i almaktaydı. Filistin’in geriye kalan toprakları üzerinde uluslararası bir rejim ve 
sınırları belli olmayan bir de Arap devleti kurulacaktı. Gerçekte, Sykes- Picot Antlaşması, İngiltere’nin daha 
önce Araplarla yaptığı Ortadoğu düzenlemelerine aykırı düşmekte, İngiltere’nin ikiyüzlü dış politikasını göstermekte 
ve bölgede bugüne kadar sürecek anlaşmazlık tohumlarını atmaktaydı. Çünkü İngiltere Osmanlı devletine 
karşı savaşmalarını sağlamak ve böylece yükünü hafifletmek için Arapları kendi yanına almayı tasarlamış 
ve bunun için de Mekke şerifi Hüseyin ile Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri Mc Mahon arasında, şimdi 
İngiltere ile Fransa arasında paylaşılmış bulunan topraklar üzerinde bir Arap krallığının kurulması yönünde bir 
antlaşma imzalanmıştı. Öteki gizli antlaşmalarla birlikte Sykes-Picot antlaşmasının da Bolşevikler tarafından 1918 
ilkbaharında açıklanması, özellikle Ortadoğu’da büyük karışıklıklar çıkaracak ve bir yanda Araplarla öte yanda 
Batılı devletlerin arası açılacaktır. Oral Sander, Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, 2008, 17. Baskı, s. 382-383. 
18 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt 1-2:1914 1995, İstanbul: Alkım Yayınları, 15. Baskı, 2005, s. 125-126. 
19 Peter Masnfield, Ortadoğu Tarihi, İstanbul: SayYayınları, 2012, s. 248. 
20 Armaoğlu, s. 202-203. 
21 Armaoğlu, s. 209-210. 
22 Armaoğlu, s. 489-491. 
23 Marienne Stern, “Ve Susuyor Herkes Artık Unutuldu KörfezdekiSavaş”,Dünya Sorunları 1988/1, OrtaDoğu Dosyası, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1988, s. 189. 
24 http://www.euractiv.com.tr/6/analyze/beril-dedeoglu- ingiltere-kuresel-siyasete-geri-donus-mu-022807. 
25 Eftal Irkıçatal, “İkinci Dünya Savaşı Sonrası İngiltere’nin Ortadoğu Politikaları için Kıbrıs’ın Stratejik Önemi ve 
Kıbrıs Meselesi’nin Ortaya Çıkışı”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2012/1, Sayı:15, s. 35. 
26 Kemal H. Karpat, Kısa Türkiye Tarihi 1800-2012, İstanbul: Timaş Yayınları, 2012, s. 97. 
27 Yavuz Yener, “İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi”, 
www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#.UngRvXDTqFt (Erişim tarihi: 05.11.2013). 
28 Dünyanın en önemli deniz geçitlerinden biridir. Akdeniz ile Kızıldeniz’i birleştiren yapay su yolu 193,3 km uzunluğunda, 205-225 m genişliğinde ve 24 m derinliğindedir. 
Kanal, Hint Okyanusu’nu Akdeniz’e bağlayan en kısa deniz yoludur. 
29 Laurie Milner, The Suez Crises, 03.03.2011, 
http://www.bbc.co.uk/history/british/modern/suez_01.shtml. 
30 Mısır nüfusunun %95’i Nil’e 19 km mesafe içinde yaşamaktadır. Mısırlılar için nehrin yıllık taşkınlarını denetlemek, 
kuraklık zamanları için su saklamak daimi bir sorumluluk olmuştur. Nâsır’a göre, Asvan Yüksek Barajı 
projesinin ekonomik yararları (sulanan alanın büyümesi ve ülkenin tamamına hidroelektrik enerji sağlanması) ile 
politik avantajları (Mısır halkının gözünde yeni rejimin itibarının artırılması) örtüşmekteydi. Amerika Birleşik 
Devletleri Hükümeti’nin söz verdiği kredinin 1955 yılında aniden geri çekilmesiyle devreye giren Sovyetler 
Birliği, projeye %2 faizle 1.120.000.000 dolarlık fonun yanı sıra teknisyen ve ağır iş makineleri sağlayınca, 
baraj Soğuk Savaş döneminde iki güç arasındaki rekabetin sembolü hâline geldi. 3.830 metre uzunluğunda 
ve 11 metre yüksekliğindeki dolgu baraj, 1960-1970 yılları arasında inşa edildi. Asvan Barajı 1956 yılında 
kamusallaştırılan Süveyş Kanalı’yla birlikte Mısır’ın tarihî bir gurur kaynağı olmayı sürdürmektedir. 
http://www.saltonline.org/img/938.pdf. 
31 Seyfi Kılıç, “Çin-Afrika İlişkilerinin Gelişmesinde Baraj İnşaatlarının Rolü”, Ortadoğu Analiz, Nisan 2013, Cilt 5, Sayı 52, s. 89-90. 
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2013411_9seyfikilic.pdf. 32 Cengiz Çandar,Arap Uyanışı ve Bölgesel Düzen, İstanbul Küresel Forumu, 13 Ekim 2012. 
33 İngiltere Başbakanı’ndan Arap Baharı Vurgusu, 22 Eylül 2011, 
http://www.haberler.com/ingiltere-basbakani-ndan-arap-bahari-vurgusu-3010709-haberi/. 
34 “İngiltere Arap Baharını Silahla Besledi”, http://www.hurriyet. com.tr/planet/18605433.asp. 
35 “Körfez ülkelerinin silah alımı arttı”, 31 Temmuz 2012, 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25370709/. 
36 “Oil, British foreign energy policy and Middle East repression”, 24 Şubat 2011, (Erişim tarihi 10.11.2013) 
http://platformlondon.org/2011/02/24/oil-british-foreign-energy-policy-and-middle-east-repression/#sthash.SwRD3CT3.dpuf. 
37 Sezgin Mercan, Avrupa Birliği’ni Düşündüren ‘Bahar’, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, s. 2. 
38 House of Common Foreign Affairs Committee, British foreign policy and the ‘Arab Spring’, Second Report of Session 2012- 13, 
19 Temmuz 2013, s. 59. 
39 Announcement, The Arab Spring and the UK’s role, Foreign & Commonwealth Office, 17 November 2011, 
https://www. gov.uk/government/news/the-arab-springand-the-uks-role. 
40 Egypt crisis: David Cameron condemns violence, 14 Ağustos 2013, 
http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-23701536 
41 http://www.theguardian.com/world/video/2013/aug/15/ egypt-clashes-david-cameron-violence-video. 
42 British energy giant acquires stakes in Morocco offshore blocks, Middle East Online, 16.10.2013, 
http://www.middle-east-online.com/english/?id=62002. 
43 Ayrıntı için bkz. 
http://www.instituteforgovernment.org.uk/sites/default/files/publications/The%20new%20persuaders_0.pdf, http://www.parliament.uk/documents/ 
lords-committees/soft-power-uk-influence/CofEFinal.pdf. 
44 http://www.economist.com/blogs/blighty/2013/08/ intervention-syria. 
45 İngiltere basını: Suriye oylamasına Irak damga vurdu,30 Ağustos 2013, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/basinozeti/2013/08/130830_suriye_tezkere_basin.shtml. 
46 İngiltere’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından ChathamHouseKraliyetUluslararasıİlişkilerEnstitüsü (Royal Institute of International Affairs) 
üyelerinin oylamasısonucunda, o yıliçerisindeuluslararası ilişkilerin gelişmesine en önemli katkıyı sağlayan devlet adamına veriliyor. 
Ödül her yıl farklı bir kişiye veriliyor. İhsan Bal, Kraliyet Ödülü Neden Ankara’da?, 13-11-2010, 
http://www.usak.org.tr/print.php?id=231&z=6. 
47 http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/87561 /cumhurbaskani-gul-turkingiliz-tatlidil-forumuna-katilmak-uzere-iskocyaya-gitti.html. 
48 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Birleşik Krallık Siyasi İlişkileri, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ingiltere-siyasi-iliskileri.tr.mfa. 


Kaynakça 


Announcement, The Arab Spring and the UK’s role, Foreign & Commonwealth Office, 17 November 
2011. https://www.gov. uk/government/news/the-arab-spring-and-the-uks-role. 
Armaoğlu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt 1-2:1914 1995, İstanbul: Alkım, 15. Baskı, 2005. 
Bal, İhsan. Kraliyet Ödülü Neden Ankara’da?, 13 Kasım 2010. http://www.usak.org.tr/print.php?id=231&z=6. 
British energy giant acquires stakes in Morocco offshore blocks, Middle East Online, 16.10.2013. 
http://www.middle-east-online.com/english/?id=62002. 
Çandar, Cengiz. Arap Uyanışı ve Bölgesel Düzen, İstanbul Küresel Forumu, 13 Ekim 2012. 
Cleveland, William L. Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008. 
Cumhurbaşkanı Gül, Türk-İngiliz Tatlıdil Forumu’na Katılmak Üzere İskoçya’ya Gitti 
http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/87561/cumhurbaskani-gul-turkingiliz-tatlidil-forumuna-katilmak-uzere-iskocyaya-gitti. html. 
Dursun, Davut. Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler. 
---------. Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler. 
Egypt crisis: David Cameron condemns violence, 14 Ağustos 2013. 
http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-23701536. 
Hourani, Albert. Arap Halkları Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 10. Baskı, 2013. 
House of Common Foreign Affairs Committee, British foreign policy and the ‘Arab Spring’, Second Report of Session 2012–13, 19 July 2013. 
http://www.economist.com/blogs/blighty/2013/08/ intervention-syria. 
http://www.euractiv.com.tr/6/analyze/beril-dedeoglu- ingiltere-kuresel-siyasete-geri-donus-mu-022807. 
http://www.instituteforgovernment.org.uk/sites/default/files/publications/The%20new%20persuaders_0.pdf. 
http://www.parliament.uk/documents/lords-committees/ soft-power-uk-influence/CofEFinal.pdf. 
http://www.saltonline.org/img/938.pdf. 
http://www.theguardian.com/world/video/2013/aug/15/ egypt-clashes-david-cameron-violence-video. 
İngiltere Arap Baharını Silahla Besledi. 
http://www.hurriyet.com.tr/planet/18605433.asp. 
İngiltere Başbakanı’ndan Arap Baharı Vurgusu, 22 Eylül 2011. 
http://www.haberler.com/ingiltere-basbakani-ndan-arap-bahari-vurgusu-3010709-haberi/. 
İngiltere basını: Suriye oylamasına İrak damga vurdu, 30 Ağustos 2013. 
http://www.bbc.co.uk/turkce/basinozeti/2013/08/130830_suriye_tezkere_basin.shtml. 
Irkıçatal, Eftal. İkinci Dünya Savaşı Sonrası İngiltere’nin Ortadoğu Politikaları için Kıbrıs’ın Stratejik Önemi ve Kıbrıs Meselesi’nin Ortaya Çıkışı, 
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:15, Yıl: 2012/1. 
İslam Ansiklopedisi, İSAM, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, Cilt 33, Ankara, 2003 
Karpat, Kemal H. Kısa Türkiye Tarihi 1800-2012, İstanbul: Timaş Yayınları, 2012. 
--------. Ortadoğu’da Millet, Milliyet, Milliyetçilik, İstanbul: Timaş Yayınları, 2011. 
Kılıç, Seyfi. Çin-Afrika İlişkilerinin Gelişmesinde Baraj İnşaatlarının Rolü, Ortadoğu Analiz, Cilt 5, Sayı 52, Nisan 2013. 
http://www.orsam.org.tr/ tr/trUploads/Yazilar/ Dosyalar/2013411_9seyfikilic.pdf. 
---------. Mavi Nil Nehri Suları Üzerinde Uyuşmazlık, Ortadoğu Analiz, Ağustos 2013, Cilt 5, Sayı 56. 
http://www.orsam.org. tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201395_seyfi_kilic.pdf. 
Körfez ülkelerinin silah alımı arttı, 31 Temmuz 2012. 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25370709/. 
Masnfield, Peter. Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Say Yayınları, 2012. 
Mercan, Sezgin. Avrupa Birliği’ni Düşündüren ‘Bahar’, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. 
Milner, Laurie. The Suez Crises, 03.03.2011, 
http://www.bbc.co.uk/history/british/modern/suez_01.shtml. 
Nil sularının paylaşımı, http://www.sondakika.com/haber/haber-nil-sularinin-paylasimi-4679159/. 
Oil, British foreign energy policy and Middle East repression, 24 Şubat 2011. (Erişim tarihi 10.11.2013) 
http://platformlondon.org/2011/02/24/oil-british-foreign-energy-policy-and-middle-east-repression/#sthash. SwRD3CT3.dpuf. 
Özcan, Azmi. Pan-İslamizm Osmanlı Devleti Hindistan Müslümanları ve İngiltere (1877-1924), İstanbul: İSAM, 1997. 
Said, Edward. Oryantalizm Sömürgeciliğin Keşif Yolu, İstanbul: Pınar Yayınları, 2. Basım, 1989. 
Sander, Oral. Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, 17. Baskı, 2008. 
Sedgwick, Mark. Britain and the Middle East: İn Pursuit of Eternal İnterests, http://www.ashgate.com/ 
pdf/SamplePages/ Strategic_İnterests_in_the_ Middle_East_Ch1.pdf. 
Stern, Marienne. Ve Susuyor Herkes Artık Unutuldu Körfezdeki Savaş, Dünya Sorunları 1988/1, Orta Doğu Dosyası, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1988. 
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye-Birleşik Krallık Siyasi İlişkileri, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ingiltere-siyasi-iliskileri.tr.mfa. 
Yener, Yavuz. İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi 
http:// www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#.UoOQgnDwmCg. 
-------, İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi, 
www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#. UngRvXDTqFt (Erişim tarihi:05.11.2013). 


***

İNGİLTERE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI BÖLÜM 1

İNGİLTERE’NİN  ORTADOĞU  POLİTİKASI BÖLÜM 1



Zeliha Sağlam, 
Araştırma 
02 

Giriş 


İngiltere, uluslararası ilişkilerde kendi çıkarlarını koruma veya taleplerini karşı tarafa kabul ettirme konusunda sahip olduğu maddi ve manevi potansiyeli iyi kullanan bir aktördür. Dış siyasetinde ticaretini korumaya ve genişletmeye, ekonomik gelişmeyi teşvike, küresel çıkarlarının güvence altına alınmasına, yakın çevresinin korunmasına ve stratejik ortaklıklar kurmaya çalışmaktadır. 
Bu hedeflere ulaşmak için de yumuşak gücü ve gerektiğinde sert gücü kullanmaktadır. 

Bir sömürge ülkesi olan İngiltere, Fransa ile Ortadoğu’yu bölüşmüş ve bölge içinde kendince sınırlar çizmişti. 1900’lü yılların ortalarında Ortadoğu ülkeleri tek tek bağımsızlıklarına kavuştu. Fakat dünya 1945’ten sonra yeni bir sürece girdi. 

2. Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle İngiltere ve Fransa’nın dünya siyasetinden çekilmesinden sonra, dünya kesin çizgileriyle (1945-1947) ABD ve Sovyetler Birliği’nin çevresinde iki kutuplu bir yapıya dönüştü. Bu dönemden sonra İngiltere’nin çıkarları ABD çıkarları ile iç içe girdi. Bu kutuplaşma, güçler dengesini doğurdu, büyük ve orta büyüklükteki devletlerin hemen hepsi bu iki 
blok içinde toplandı. Dünya siyasetinde merkez î rol oynayan Ortadoğu, Soğuk Savaş döneminde gücü elinde tutmak isteyen tarafların çıkar çatışmalarına sahne oldu. Temel enerji kaynağı olan petrol ve gazın bölgede bol miktarda bulunması Ortadoğu üzerinde etki kurma mücadelesini körükledi. Petrol, Ortadoğu’daki mücadelenin temel sebeplerinden biri oldu. 


Bu çalışma İngiltere’nin Ortadoğu’da yer almaya başladığı dönemden bugüne, çıkarları doğrultusunda bölgeyi şekillendirmek istemesine, bölgede bir aktör olarak etkisine ve Arap ayaklanmalarıyla bölgede aldığı pozisyona değinmektedir. 

İngiltere’nin Dış Siyaset Hedefleri ve Ortadoğu ile İlişkisi 

İngiltere koloni döneminden 2. Dünya Savaşı’na kadar kendi istikrarı için küresel dengeleri gözetmeye çalışmıştır. İngiltere’nin dış siyasetindeki hedefler; ticaretin korunması ve genişletilmesiyle ekonomik gelişmeyi teşvik, küresel çıkarların güvence altına alınması, yakın çevrenin korunması ve stratejik ortaklıklar kurulmaya çalışılması, son olarak da bir birlerine gittikçe entegre olan dünyanın kontrol altına alınmaya çalışılması olarak sıralanabilir.1 


İngiltere her zaman Ortadoğu’da başat aktörlerden biri oldu. Öyle ki Ortadoğu 2 kavramını ilk olarak Amerikan deniz tarihçisi Alfred Thayer Mahan tarafından 1902’de kullanıldıktan sonra, İngiliz gazetesi The Times’ın dış politika editörü Valentine Chirol, Basra Körfezi’nin stratejik önemini, Almanya’nın bölgede inşa etmeye çalıştığı Bağdat demir yolunun Basra’ya kadar uzatılmasının 
İngiltere’nin bölgede ve Asya’daki çıkarlarına vereceği zararları anlattığı birkaç yazısına “Ortadoğu’nun Problemleri” başlığını koyarak kavramın kamuoyunda benimsenmesine katkıda bulundu.3 


18. yüzyılda başlayan Asya çalışmalarıyla bölge mercek altına alınmış kültürü, dili ve dini antropoloji bilimiyle incelenmiştir. Arap ve İslami olanın örgütlü bir biçimde incelenmesi, öğretilmesi ve varılan sonuçları bir kuşaktan diğerine iletebilecek kurumların oluşturulması daha sonra başladı. Bengal’in Britanya’ya ait yeni bölgesinde, Sir William Jones (1746-94) Hindistan’daki Hindu kültürünün yanı sıra Müslüman kültürünü araştırmak için pek çok örneğin ilkini oluşturan bir Asya derneği kurdu.4 

Ayrıca Batılı güçler kendi kazanımlarını bir üstünlüğe dönüştürerek Doğu’ya karşı kullanmaya başlamışlardı. 1910’da Avam Kamarası’nda Arthur James Balfour’un konuşmasındaki şu sözleri Batı’nın Doğu algısını göstermektedir: “Doğulu ulusların tarihine bir bakın, kendi kendini yönetim konusunda hiçbir ize rastlamazsınız. Bizim işimiz yönetmekse, minnettarlık görsek de görmesek de, onlara sağladığımız nimetler hakkında bir fikirleri olsa da olmasa da yönetmek görevimiz.”5 

1. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere imparatorluk için karasal olarak genişlemeye önem verdi. Churchill İngiltere’nin güvenliği için Ortadoğu’yu stratejik ve ekonomik amaçlarına ulaşacağı hayati öneme sahip bir yer olarak görmüştü. İngiltere Hindistan’a bağımsızlık tanıdığı 1947’de dekolonizasyon 
sürecine girmiş fakat Ortadoğu’ya imparatorluğunun son kalıntıları olarak çok daha fazla önem vermeye başlamıştı. İngiltere’nin güvenlik planı bölgede Körfez ülkeleri; Umman, Kuveyt, Bahreyn ve Mısır’ı kontrol altına almaktı ve bu sebeple Ortadoğu’ya odaklandı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin çıkarları ABD çıkarları ile iç içe girdi.6 Dünyanın en büyük gaz ve petrol rezervleri Ortadoğu’da bulunuyor. Bu sebeple özellikle Batılı ülkeler başta olmak üzere dünyada artan enerji ihtiyacını karşılamak isteyen güç odakları bölgeye nüfuz etme yarışına girdi. Ortadoğu’nun İngiltere Çıkmazı 


İngilizlerin tarih boyunca güç mücadelesinin önemli merkezlerinden biri olan Ortadoğu’ya tam anlamıyla girişi 1. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti’nin savaşa dâhil olmasıyla gerçekleşti. İngiliz gücünün temeli ticarete dayandığından ticaret yollarının ve stratejik noktaların ele geçirilerek güvence altına alınması İngiltere için hayati öneme sahipti. Bu bakımdan Akdeniz’de Kıbrıs, Mısır’da ise Süveyş Kanalı İngilizlerin stratejik önceliğini oluşturdu. Savaş boyunca Osmanlı ve İngiliz orduları arasında çok çetin mücadelelere şahit olan bölge savaş sona erdiğinde çoğunlukla İngilizlerin kontrolüne geçti.7 

Ortadoğu bölgesi, Hindistan yolunu açtığından İngiltere için önemliydi.8 İngiltere’nin 19. yüzyıldaki stratejik çıkarları Hindistan’ı, dolayısıyla Hindistan’a ve diğer sömürgelere giden ulaşım hatlarını korumak ve ticari üstünlüğünü devam ettirmekten geçiyordu. İngiltere bu amaçlara ulaşmak için Osmanlı Devleti ve İran’ın Rusya karşısında bağımsızlığını ve bütünlüğünü savunmak, 
tampon devletler olarak kalmalarını temin etmek için çalıştı.9 

1.Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere hükümeti Sömürgeler Bakanlığı bünyesinde Middle Eastern Department adıyla bir idari teşkilat kurdu. 2. Dünya Savaşı sırasında Kahire merkezli Ortadoğu Hava Komutanlığı (Middle East Air Command) adıyla bir birim oluşturuldu ve İngiltere’nin bölgedeki mandaları olan Filistin, Mavera-i Ürdün ve Irak’ın yanı sıra Aden ve Malta da buranın kontrolüne verildi. İran ve Eritre de bu komutanlığın kontrol alanına dâhil edildi.10 

Mısır’da ortaya çıkan Mehmet Ali Paşa sorununda Osmanlı’nın yanında yer alan İngiltere, Rusya’nın yayılmasını önlemek için o dönemde Osmanlı’ya desteğini esirgemedi. 

1853’te Kırım Savaşı Rusya’nın İngiltere’ye yaptığı Osmanlı topraklarının paylaşılması teklifinin reddedilmesinden sonra Rusya’nın bu işe tek başına kalkışmasından dolayı patlak verdi. 

Buna razı olmayan İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne destek olması karşısında direnemeyen Rusya, durdurulmuş ve 1856’da imzalanan Paris Antlaşması ile savaş sona ermişti. Rusya’nın İngilizlerin teklifi kabul etmemesinin sebebi, Ortadoğu’ya yerleşecek Rusya’nın kendi çıkarlarını tehdit edeceği endişesiydi. 

Palnerstone’nın dediği üzere “Hindistan yolununemniyetinikorumak.”11 en önemli hedefti. İngiltere Malta, Aden ve Kıbrıs’ı ele geçirdi, 1875’te Süveyş Kanalı hisselerini satın aldı.12 


1882 yılında Mısır’ı işgal etti. Bu işgal modern çağın en önemli sömürgecilik olaylarından biri olarak kabul edilmektedir. Mısır’ın on yıllar boyunca ekonomisine çekidüzen verilmesine imkân sağlayan, ülkenin siyasal liderliğinin oluşmasında büyük etkisi olan ve 20. yüzyılın ilk yarısında 
Mısır (ve İngiliz) politikalarını etkileyen anti-emperyalist milliyetçi hareketin odak noktasıdır. İngiltere Mısır’ı Süveyş Kanalı’nı güvence altına almak, Mısır’ın siyasi ve mali istikrarını sağlamak, çağın imparatorluk yarışması bağlamında da ülkeyi Fransızlara kaptırmamak için işgal etmişti.13 

İngiltere’nin işgaline uğrayan Mısır yeni Arap edebiyatının da merkezi hâline geldi ve Arap edebiyatı Osmanlı dünyasının Ara- pça konuşan diğer bölgelerine Kahire’den yayıldı. Böylece Arap edebiyatının seçkinleri arasında dile dayalı bir millî uyanış yaşandı.14

İngiltere dokuma sanayisi için buradaki pamuk üretimine özel bir önem vermeye başladı. Pamuk üretimi sulama olmadan gerçekleşmeyeceği için Nil Nehri ’nin Mısır’a ulaşmadan önce yukarı kıyı daşlar tarafından kullanılmasının önüne geçecek uluslararası düzenlemeler yaptı.15 

İngiltere 1885 Berlin Konferansı’n dan sonra Nil Nehri’nin bütünlüğünü korumak için Mısır’dan güneye inip Sudan’ı da ele geçirmek istedi. Burada Müslümanların direnişiyle karşılaşan İngiltere bir süre Sudan’a dokunmasa da 1896’da ülkeyi işgal etti. Böylece Afrika’nın kuzeyinde İskenderiye’den güneyinde Cape Town’a kadar geniş bir şerit hâlinde uzayan büyük bir sömürge imparatorluğu kurdu.16 

Sykes-Picot. HARİTA 



Öte yandan İngiltere ve Fransa’nın 1916 yılında imzaladıkları gizli anlaşma Sykes-Picot. 17 ile Osmanlı’ya ait topraklar masa başında bölüşüldü; Lübnan ve Suriye Fransa’nın, Ürdün ve Irak İngiltere’nin kontrolüne bırakılırken, Kudüs uluslararası yönetimin kontrolüne verildi. Bu anlaşma ile 400-500 yıl boyunca siyasi, iktisadi, idari ve kültürel bütünlük arz eden bölge dış müdahaleyle 
parçalandı. 


İngiltere Osmanlı’nın parçalanmak üzere olmasını kullanarak Arap âlemini de Osmanlı’ya karşı ayaklandırma çabasına girişti. Mekke şerifi Hüseyin ile temasa geçti ve bir anlaşma yaptı. 
Hüseyin Arap Yarımadası, Irak ve Suriye’yi içine alacak bağımsız bir Arap devleti kurmak isteğini bildirdi. Lübnan hariç bütün istekler İngiltere tarafından kabul edildi. Fakat söz verilen bu yerler Fransa’yla paylaşılmış ve İngiltere Şerif Hüseyin’e karşı iki yüzlü bir oyun oynamıştı. Aynı zamanda İbni Suud’la da anlaşma imzalayan İngiltere, Basra Körfezi’nin güney kıyılarında İbni Suud’un 
bağımsızlığını tanıdı. İbni Suud Basra Körfezi’nde İngiltere’yi rahat bıraktığı için Irak’taki muharebeler kolaylaşmıştı. Şerif Hüseyin kendisini Arabistan kralı ilan etti ve İngiltere tarafından tanındı.18 


Ortadoğu’da Yeni Oluşan Ülkeler ..,




İngilizler ve Fransızlar Akdeniz’den İran’a ve Körfez’e kadar 19. yüzyılda uygulamaya başladıkları ulus devlet modelini Ortadoğu’da yeni oluşturulmak istenen yapılar üzerinde devreye sokmuşlardı. 

Fakat bölgenin kültürü, yapısı, geleneği, dini Batı’nın bu dayatmasına uygun değildi. 
Bu dayatmacı politikalar sonucunda Arap dünyasında parçalanma hızlandı, Araplar kendi aralarında da bölündü. Çizilen suni sınırlarla irili ufaklı 16 devlet kuruldu. 

1918 yılında Osmanlı’nın toptan çökmesi, Britanya ve Fransa’ya istedikleri gibi hareket edebilecekler- ini hissettikleri kısa bir dönem sundu. Bu dönem iki istilacı Hristiyan devlet için hayal edilmesi zor bir şeydi. Fransa Kilikya ve Adana’yı işgal etmiş, Britanya güçleri Çanakkale Boğazı’nın yönetimini 
ele geçirmiş ve Batı müttefik güçlerinden İtalya da Antalya’ya çıkmıştı.19 

İngiltere Irak’ı işgal ettiğinde Irak milliyetçiliğiyle karşılaştı ve ilişkilerini anlaşmalar üzerinden götürdü. Böylece Irak iç ve dış işlerinde geniş yetkilere sahip olmuştu. Milliyetçilik hafiflememiş ti, yeni anlaşmalar yapıldı ve nihayetinde 1930’da Irak bağımsızlığını kazandı. Bundan sonra İngiltere ile Irak dış politikada daima birbirlerine yardım etti. 1932’de Irak Milletler Cemiyeti’ne 
üye oldu. Lakin İngiltere bölgede Kürt meselesi ve mezhepler sorununu canlı tuttu. Türkiye’nin üzerinde hak iddia ettiği Musul anlaşmazlığı sırasında Doğu Anadolu’da Kürt ayaklanmasını kışkırttı. 20 

İran üzerinde ise Rusya ile yarışa girdi ve 1901’de İran’la bir imtiyaz anlaşması yaptı. 1932 yılında İran’daki Abadon petrolleri üzerinde hak iddia eden ve öncesinde yapılan imtiyaz anlaşmasını fesheden Rıza Pehlevi’yle aralarında gerginlik başlayınca Basra Körfezi’ne donanma gönderdi. 

Milletler Cemiyeti ile sorun çözüldü ve 1933’te İngiltere İran ile Anglo-Persian Şirketi (Anglo Persian Oil Company/ APOC) arasında yapılan anlaşma ile alacağı hisseleri artırdı. 21

Fakat İran 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin ödediği parayı az bularak anlaşmanın değiştirilmesini istedi. 1949’da İran petrolünün millileştirilmesi fikri ortaya atıldı ve bu plan 1951’de gerçekleşti. Amerika’nın arabuluculuğuyla APOC ile Amerikan petrol şirketlerinin oluşturduğu bir komisyon ile İran arasında 1954’te bir anlaşma imzalandı ve İngiltere %40 hisse aldı. 22 Şah’ın Körfez kuşağında üstlendiği askerî sorumluluğun temeli Ekim 1971’de İran, ABD ve 
İngiltere arasında bağıtlanan gizli bir anlaşmaya dayanıyordu: Buna göre İran silahlandırılacak ve “Körfezin jandarması” olarak Hint Okyanusu’na kadar uzanan bölge için kullanılabilir bir duruma getirilecekti. Böylelikle Sovyetler Birliği’nin Hint Okyanusu’ndaki varlığı karşılanmak isteniyordu. 23 

Ortadoğu toprakları üzerinde kaynak kapma yarışının önemli aktörlerinden bir diğeri Rusya’dır. Tarih İngiliz dış politikasının Rusya’yı çevreleme üzerine inşa edildiğini gösterir; bu çerçevede İran iki gücün mücadele alanlarından biridir. Dolayısıyla İngiltere’nin sıkıntısı İran’la değil daha çok Rusya iledir, sebebi muhtemelen bu ülkenin AB’nin bütünüyle değil içlerinden bazılarıyla mesela 
Almanya’yla “daha yakın” ilişki içine girmiş olmasıdır. 24 

Bir İngiliz Mirası: İsrail., 

İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth Na- tions)’nun savunması açısından Filistin’in önemine dair Başbakanlık tarafından Genel Kurmay Başkanlığına sorulan soruya, Hava Kuvvetleri Komutanı Lord Tedder, gelecekte İngiliz Milletler Topluluğu’nun savunmasının üç ana ihtiyaca bağlı olduğunu, ilkinin İngiltere’nin de içinde bulunduğu Birleşik Krallık ana adasının savunulması 
ve buranın bir saldırı üssü olarak geliştirilmesi, ikincisi denizlerdeki ulaşım ve iletişim ağının devamlılığının sağlanması ve son olarak da Sovyetler Birliği’ne karşı bir savunma ve saldırı üssü olarak Ortadoğu’da İngiliz nüfuzunun ve pozisyonunun devam etmesiydi. 25 

İngilizler, Suriye ve Filistin cephesini çökertmek için Şerif Hüseyin’e Suriye, Irak, ve Hicaz’ı içine alan bağımsız bir Arap ülkesi vadetti. Öte yandan 2 Kasım 1917’de Bal-four Deklarasyonu olarak tanınan bir mektupla da Siyonistlere Filistin’de bir “millî vatan” sözü verdi. Böylece İsrail’in kuruluşu için gerekli zemin hazırlanarak günümüzde “Filistin Davası” olarak bilinen olayların temeli de atıldı. 26 

İngilizlerin destekleriyle Avrupa’dan Filistin’e bir Yahudi akını yaşandı. İsrail’in 1948 yılında kurulmasıyla sorunlar katlanarak büyümeye başladı, bölgeye yapılan dış müdahaleler ise her zaman problemleri ağırlaştırdı. 

2. Dünya Savaşı sırasında artık Arap milliyetçiliği, İngiliz düşmanlığı etrafında birleşti ve İngilizler aşama aşama bölgeden çekilmeleri gerektiğini istemeyerek de olsa kabul etti. Süveyş Kanalı ve Ortadoğu petrolü, İngiltere için hayati öneme sahip unsurlardı ancak İngiltere bunları kontrol edebilecek güçten yoksundu. Dolayısıyla artan Amerikan etkisi karşısında çaresiz kaldı. 

İngiliz dış politikası ne Filistin’de ne İran’da ne de Mısır’da iyi bir 
sınav veremedi. 27 

1956 Süveyş Kanalı Sorunu Süveyş Kanalı 28 

İngiltere’ye petrol bölgelerine ulaşabileceği kısa deniz yolunu sağlıyordu. Bu nedenle İngiltere her zaman kanalın kontrolünü elinde tutmaya çalıştı. Fakat Süveyş Kanalı her iki dünya savaşında da saldırıya maruz kaldı. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere kanalı korumak için İngiltere ve Hindistan 
güçlerini himayeci olarak belirledi. Londra’da yapılan bir Anglo-Mısır Antlaşması’yla 1936’da Mısır’a bağımsızlık verildi fakat İngiltere’nin finansal ve stratejik çıkarlarını korumak için askerî birliğini Süveyş Kanalı’nda tutacağını Mısır’a kabul ettirdi.29 

Mısır’da bulunan İngiliz kuvvetleri Arap milliyetçiliğini de körükledi. 

Mısır 1951’de İngiltere ile yaptığı anlaşmayı feshetti. Sudan da anlaşmazlık konusu olmuştu. 1953’teİngiltereile yapılan anlaş-maylaSudan’a üç yıl içinde bağımsızlık verilmesine karar verildi. 1956’da İngilizler Mısır’dan çekilmeye karar verdi. Mısır’da Cemal Abdünnasır Sovyetler’e yakın bir politika izlemiş, buna da Batı’nın kendisine silah satmamasını sebep olarak göstermişti. Ayrıca bu dönemde Büyük Asvan 30 

Barajı inşaatı için Batı’dan yeterli desteği bulamayan Mısır, Süveyş Kanalı’nı millîleştirdi ve kanalı işleten İngiltere ile Fransa ortak şirketine el koydu. İngiltere ve Fran-sa kanalın kontrolünün Sovyetler’e geçmesinden korktukları için bir komplo hazırlamış ve İsrail’in Mısır’a saldırmasına sebep olmuşlardı.31 

Basra’dan satın alınan petrol için kanal oldukça önemliydi. İsrail Mısır’a saldırmıştı, kanalı işgal etmek isteyen İngiltere ve Fransa Nasır’a asker göndererek savaşı durdurabileceklerini söyledi. 

Nasır bunu kabul etmeyince İngiltere ve Fransa da savaşa dâhil oldu. ABD’nin bu gelişmelere tepki vermesiyle İngiltere ve Fransa bölgeden çekildi. Süveyş Kanalı için yapılan savaşın en önemli sonucu İngiltere, Fransa ve İsrail’in Mısır’ı askerî yenilgiye uğratması ve Nasır’ın çöküşünü getirmesiydi. 

Arap Ayaklanması ve İngiltere’nin Bölge Üzerindeki Siyaseti 

Tunus’ta başlayan ve 2011 Ocak ayında zirveye ulaşan halk hareketleri Sykes-Picot düzeninin yeniden sorgulanması olarak da yorumlanmaktadır. 

Arap dünyasının kendi iç dinamikleriyle başlayan bu hareketler Arap dünyası denen jeopolitik alanın sunduğu düzen ve o düzenin ürettiği düzenler, Sykes-Picot Antlaşması sonrası oluştu.32 

Arap ayaklanması, Orta doğu’daki ülkelerin iç siyaset dengelerini alt üst ederken bölgesel dengelerin; sömürge döneminde inşa edilen ve sonrasında statükonun bölge ülkelerdeki hâkimiyetleri nin de sorgulanmasını sağladı. Bu anlamda bugün Orta doğu’nun son yüzyılda en karışık dönemden geçtiği söylenebilir. 

İngiltere Başbakanı David Cameron, Birleşmiş Milletler 66. Genel Kurulu toplantısında Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da Arap Baharı olarak ortaya çıkan sürecin bir fırsat olduğunu ve bu sürecin gelişmesine bütün dünyanın yardımcı olması gerektiğini söyledi. Cameron, İngiltere’nin bu sürece sosyal ve ekonomik olarak her türlü desteği vermeyi hazır olduğunu ve Filistin sorununun iki devletli modelle çözülebileceğini belirtti. 33 

The Times gazetesi Arap ayaklanmaları başladıktan sonra, 2011 Şubat-Haziran döneminde İngiltere’nin Libya, Bahreyn, Suudi Arabistan gibi ülkelere silah ihracatının 22,2 milyon sterlinden 30,5 milyon sterline çıktığını kaydetti. 
Bu silahların, suikast silahı olarak da bilinen keskin nişancıları, tüfekleri, hafif makineli tüfekleri kapsadığı bildirildi.34 Suudi Arabistan, 2012 Mayıs ayında 72 Eurofighter Typhoon savaş uçağı satın almak için İngiltere ile 3 milyar dol- arlık 
anlaşma imzaladı. 35 

İngiltere petrol çıkarlarını korumak için Ortadoğu’daki ve Afrika’daki hükümetlerle sıkı ilişkilere her zaman önem verdi. Petrol şirketi Shell, rakiplerini geride bıraktı ve 2004’te Tony Blair’in Afrika’nın en büyük petrol rezervlerine sahip Libya’ya ilk ziyaretinde gaz için 1 milyar dolara anlaşma imzaladı. 36 

İngiltere’nin Arap ülkeleriyle ilişkilerinde pragmatik bir dış politika izleyen Başbakan David Cameron döneminde “ticari diplomasi” kavramı önem kazandı. Cameron hükümetine göre ulusal güvenlik çıkarları siyasi aktörlerle kurulacak ticari iş birlikleri yoluyla sağlanabilmektedir. Fransa ve İngiltere, Libya’daki 
performansları karşılığında Shell, BP, Eni ve Total’in sözleşmelerinin devamı için ayrıcalık kazandı. Bu gibi durumlar Arap Baharı sürecinde Fransa ve İngiltere’nin stratejik yakınlaşması sonucunu doğurdu. Libya’da Fransa ve İngiltere öncülüğünde bir askerî operasyon gerçekleşeceği fakat operasyonun liderliğini kimin üstleneceği en başta gelen uzlaşmazlık konusu oldu. İlk saldırıyı 
gerçekleştiren Fransa olurken, İngiltere ABD ile birlikte hareket ederek operasyona katıldı. AB içindeki bu ayrışmalar üye ülkelerin ağırlıklı olarak NATO’yu ve askerî gücüne ve mücadele kabiliyetine güvendikleri ABD’yi oper- asyonda görmek istemelerinden de kaynaklandı.37 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***