Avrupa Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Avrupa Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Nisan 2020 Pazar

Avrupa Güvenliği NATO ve Türkiye

Avrupa Güvenliği NATO ve Türkiye.



 

Prof.Dr. Haydar ÇAKMAK,
EDİTÖRDEN.,
Stratejik Araştırmalar Dergisi 34 cilt1 (sayı3), 
2009,


Beykent Üniversitesi Stratejik Arastırmalar Merkezi (BÜSAM) tarafından yılda iki kez yayınlanmakta olan Stratejik Arastırmalar Dergisi 3. Sayısı ile sizlere ulaşmaktadır.
BÜSAM olarak gördügümüz ilgi ve bize ulasan övgülerden memnunuz. Dergimiz siz akademisyenlerin katkıları ile simdiden akademik yayın hayatımızda öneli bir yer edinmistir. Simdi bu sayıdaki makaleleri gözden geçirelim.

Haydar Çakmak, Türkiye’nin uluslararası barıs ve Avrupa güvenligine yapacagı en önemli katkının jeopolitigine ve kültürüne uygun olarak, Güney-Kuzey arasında beklenen “medeniyetler arası çatısma” oldugunu söylemektedir. Türkiye’nin Avrupa Güvenliginin dısında kalması hem Avrupalılar için hem de Türkiye için olumsuz sonuçları olabilir. Sermin Tekinalp, yeni bir kültür projesinin destekçileri, bilinen çok kültürlülük tezine elestirel bir bakıs açısı getirerek her iki tarafın (yerli elitler ve digerleri) kültürlerinin uyumlastırılmasını amaçladıklarını söylemektedir. Ümit Özdag ise devlet yönetiminin, operasyonların, savasların sadece dogasını degil sonucunu da belirleyen istihbaratın sadece bir sosyal bilim olmakla kalmayıp aynı zamanda bir sanat oldugunu söylemektedir.

Armagan Kuloglu Türkiye’ye müteveccih dıs ve iç tehditler bulundugunu
söylemektedir. Bu tehditler çevre ülkelerinden kaynaklanabildigi gibi, Türkiye’nin
etkide bulunma veya etkilenme konumunda bulundugu bölgelerden, küresel güç
unsurlarından, ilgi sahasındaki gelismelerden, bölücü akım ve faaliyetten, irticadan ve her türlü kutuplastırmaya yönelik hareketten kaynaklanmaktadır. Sait Yılmaz, Rusya’nın geçmiste oldugu gibi Batı ve Dogu arasındaki çeliskisini Putin-Medvedev ikilisinin ‘bagımsız büyük güç’ olma hevesi ile asmak istedigini söylemektedir. Soyalp Tamçelik, Kıbrıs’ta taraflar arasında yasayabilir bir anayasayı hazırlamak, uygulamak ve buna dayalı barısı tesis etmek için nelerin gerektigini ortaya koymaya çalısmaktadır.
Senem Atvur, Kongo’daki etnik temelli çatısmaların geri planında özellikle zengin
maden kaynakları üzerindeki çıkar mücadelelerinin etkili oldugunu söylemekte dir. Oguz Ketenci ise Avrupa Birligine üyeligini istemeyen Fransa ve Almanya’ya karsı Nabucco projesinde ABD‘in destegini almayı basaran Türkiye’nin bu projedeki rolü ve öneminin Avrupa Birligi’ne giris için yeterli olup olmayacagını sorgulamaktadır. Rıdvan Karluk ise Avrupa Birligi de Orta Asya ile iliskilerini gelistirmek için yeni stratejiler gelistirme zorunlulugunu hissettigini ifade etmektedir. Avrupa Birligi’nin bu bölgeye ilgisi enerji ve istikrar olmak üzere iki ana baslıktadır.

Yeni Sayı için makaleleriniz bekliyoruz.

Yrd.Doç.Dr.Sait Yılmaz
Genel Yayın Yönetmeni



***

AVRUPA GÜVENLİĞİ, NATO VE TÜRKİYE 


Haydar Çakmak*
* Prof.Dr. Gazi Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı, 
  hcakmak@gazi.edu.tr 


ÖZET.,

Soğuk Savaş dönemi Avrupa Güvenliğini tehdit eden Sovyetlerle birlikte birçok unsur ortadan kalkmış ancak yeni dönemde kendi tehditleri ve 
tehlikeleriyle gelmiştir. Yeni tehdit ve tehlikeler Türkiye’nin Avrupa güvenliğindeki yerini belirlemiş olacaktır.

Avrupa Birliği, Avrupa ve çevresinde tespit ettiği on altı potansiyel çatışma sorununun on üç tanesi Türkiye’nin çevresinde yer almaktadır. 
Türkiye Avrupa güvenliğinde NATO aracılığı ile bir rol oynamaktadır. Türkiye’nin uluslararası barış ve Avrupa güvenliğine yapacağı en önemli 
katkı jeopolitiğine ve kültürüne uygun olarak, Güney-Kuzey arasında beklenen “medeniyetler arası çatışma”dır. 
Türkiye’nin Avrupa Güvenliğinin dışında kalması hem Avrupalılar için hem de Türkiye için olumsuz sonuçları olabilir.

Türkler, Avrupalıların gündeminde 11.y.y’dan beri vardır ve (1071 Malazgirt zaferi) 18.y.y’ın ikinci yarısına kadar Avrupa Güvenliği’ni tehdit etmişlerdir.
Büyümeleri sürekli Avrupalıların aleyhine olmuştur. Ancak 18.y.y.’ın ikinci yarısından 1923’e kadar Avrupalılar Türklerin güvenliğini tehdit etmiş ve
Türklerin aleyhine büyümüşlerdir. İki taraf arasındaki güvenlik işbirliği İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlamıştır. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na
katılmayarak tarafsız kalmıştır. Ancak, SSCB savaşın galiplerinden biri olarak Türkiye’den toprak talebi ve Boğazlar Statüsü’nde kendi çıkarına 
değişiklikler istemiştir. Bir nevi tarafsız kalmanın bedeli istenmiştir.

   Türkiye Ulusal güvenliğine yönelik bu ciddi tehdidi beri taraf etmek için
Avrupa güvenlik sistemine 1949’da kurulan, batının güvenliğinden sorumlu
NATO’ya girmek için önemli çabalar göstermiştir. Türkiye çabalarının
sunucunda 1952’de NATO’ya girmiş ve Avrupa kolektif güvenliğinde yer
almıştır. Bu yolla hem kendi güvenliğini sağlamış hem de Batı Avrupa’nın
güvenliğine önemli katkılarda bulunmuştur. Türkiye, batı dünyasının en büyük
tehdit olarak gördüğü Sovyetler Birliği’ne hem denizden hem de karadan
komşu olması nedeniyle batının bir ön karakolu görevini yapmıştır. 1950-1990
Soğuk Savaş döneminde, iki blok arasında ciddi krizler (Kore, Küba, Vietnam,
Kamboçya vb.) olmuş ancak genel bir savaş veya ciddi çatışmalar olmamıştır.
Soğuk Savaş sonrasında en büyük düşman veya en büyük tehdit Sovyetler
Birliği ortadan kalkınca Avrupalılar güvenlik ve savunma politikalarını gözden
geçirmek zorunda kalmışlardır.

54 yıl dünya barışına ve Avrupa güvenliğine büyük katı sağlayan NATO’nun
varlığı veya artık gerekli olup olmadığı Soğuk Savaş sonrası tartışılmaya
başlanmıştır. Zira Doğu bloğunun güvenlik örgütlenmesi olan Varşova Paktı
Soğuk Savaş’tan sonra kapanmıştır. Ayrıca, Avrupa güvenliğine önemli katkı
sağlayan ABD’nin de Avrupa’daki varlığı tartışılmaktadır. Bir başka deyişle
ABD’den daha bağımsız bir Avrupa istemektedirler. Bütün Avrupalıları
bünyesinde barındıran AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) yeni
dönemde canlandırılmak istenmiş, ancak AGİT’in NATO gibi iyi donanımlı
olmadığı için Avrupa’da ortaya çıkan krizlerde herhangi bir rol oynaması
mümkün olmamıştır.

Avrupa’nın güvenliğini tehdit eden unsurlarda değişiklik olduğu için
politikalarında da değişikliğe gitmişlerdir. Avrupa bugün en büyük tehdit
olarak uluslararası terörizm, insan kaçakçılığı ve batıya yönelik illegal göçler,
kitle imha silahlarının tehlikeli rejimlerin eline geçmesi, uyuşturucu madde ve
silah kaçakçılığı yoksulluk, gelir dengesizliği, yolsuzluk, çevre kirliliği,
başarısız devletler gibi sorunları ulusal ve uluslararası güvenliğe tehdit olarak
görmektedirler. Türkiye yeni dönemde yeni tehditlere karşı müttefikleriyle
eskiden olduğu gibi yine ortak güvenliklerinde işbirliği yapılmasını
istemektedir. NATO’yu yok ederek değil de yeniden yapılandırarak yeni
stratejiler ve politikalar yeni duruma uygun donanım gibi değişiklikler
önermektedir. Türkiye Soğuk Savaş döneminde Doğu-Batı ekseninde cephe
ülkesiydi. Soğuk Savaş sonrasında ise Güney-Kuzey ekseninde cephe ülkesi
durumuna gelmiştir. Yeni dönemde Avrupa Güvenliği’ne yeni stratejik boyutu
ile katkı sağlayacaktır.

Doğu Bloğu’nun yıkılmasıyla ortaya çıkan yeni durumda Avrupa’nın
güvenliğini bozacak faktörler nelerdir, ABD’nin Avrupa güvenliğindeki rolü
ne olacak, Avrupalılar kendi güvenliğini kendileri mi sağlayacaklar, küresel bir
rol üstlenmeye niyetleri var mı gibi benzer soruların yanıtları net olarak ortaya
çıkmadığı müddetçe Türkiye’nin Avrupa güvenliğindeki rolü de net olarak
belirlenemez. Ayrıca Soğuk Savaş sonrası bölgesel güç olarak nitelendirilen
Rusya Federasyonu ve Çin’in uluslararası güvenlikteki rolleri ne olacak?
Özellikle de Rusya’nın bir Avrupa ülkesi olarak yeni güvenlik politikası ve
Avrupa’ya karşı nasıl bir davranış ve politika içinde olacaktır? Çok karmaşık
ve çok sayıda bilinmeyeni bulunan Avrupa güvenliği konusunda Türkiye’nin
de net bir tavrı olamaz.

Rusya NATO’nun eski Sovyet ülkelerini üye olarak almasının dostça bir
davranış olmadığı ve Avrupa güvenliğini olumsuz etkileyeceğini
söylemektedir. Dolayısıyla Rusya Federasyonu Avrupa güvenliğine veya
güvensizliğinde yerini alacaktır. Ancak bugün itibariyle Rusya Avrupa
güvenliğinin neresinde net olarak belli değildir. Şurası bir gerçek ki Ruslar
Avrupalı bir ülke olduklarını ve Avrupa’daki istikrarsızlığın ve güvensizliğin
kendi güvenliğini de tehdit edeceği ve çıkarlarına aykırı olacağını birçok kez
açıklamışlardır. Soğuk Savaş dönemi Avrupa Güvenliğini tehdit eden
Sovyetlerle birlikte birçok unsur ortadan kalkmış ancak yeni dönemde kendi
tehditleri ve tehlikeleriyle gelmiştir. Yeni tehdit ve tehlikeler Türkiye’nin
Avrupa güvenliğindeki yerini belirlemiş olacaktır. Avrupalılar Soğuk Savaş
dönemindeki savaşı kazanmak anlayışından Soğuk Savaş sonrası barışı
koruma politikasına gelmişlerdir. Avrupa’dan kısa ve orta vadede büyük çaplı
bir çatışma veya savaş beklenmemektedir. Ancak yukarıda not ettiğimiz gibi
yeni dönemin getirdiği yeni sorunlar genelde uluslararası özelde de Avrupa
güvenliğini ve barışını tehdit etmektedir. Yugoslavya’nın parçalanması ile
ortaya çıkan etnik ve sınır kavgaları Avrupa’yı hem endişelendirmiş hem de
olumsuz olarak etkilemiştir.

Avrupa Birliği Avrupa ve çevresinde tespit ettiği on altı potansiyel çatışma
sorununun on üç tanesi Türkiye’nin çevresinde yer almaktadır (Özdağ, 2001:
428-432). Bu bölgeler bilindiği gibi Balkan, Kafkas ve Ortadoğu’dur. Türkiye
aynı zamanda Kafkas, Ortadoğu ve Balkan ülkesidir. Bunlara Türkiye’nin bir
Akdeniz ülkesi, bir Karadeniz ülkesi kimliğinde katmak zorundayız.
Türkiye’nin bu kadar geniş ve sorunlu bölgede bulunması dezavantaj gibi
görünse de aslında bu sorun sadece Türkiye için değildir. Zira Türkiye bölgede
istikrar ve barış adası gibidir. Türkiye bölgedeki krizlerin hiç birinde doğrudan
ilgili değildir. Ayrıca Türkiye bölge ülkelerinde istikrar bozucu dostça
olmayan bir politika ve davranış içinde olmamıştır. Bu bölgelerdeki
istikrarsızlık Türkiye’den bağımsız olarak Avrupa güvenliğini veya Avrupalı
ülkeleri etkilemektedir. Bir başka deyişle Avrupalı ülkelerin bu bölgelerde
çıkarları olması nedeniyle bölgedeki sorunlar, çatışmalar veya istikrar bozucu
politikalar sadece Türkiye’yi değil Avrupalıları da yakından
ilgilendirmektedir. Bu çatışmaların Türkiye ile doğrudan bir ilgisi yoktur.

Çatışma veya sorunlu bölgelerde Türkiye gibi dost ve müttefik bir ülkenin
olması Avrupa’nın da çıkarınadır.

Türkiye Avrupa güvenliğinde NATO aracılığı ile bir rol oynamaktadır. NATO
Nisan 1999’da Washington zirvesinde kabul ettiği yeni stratejisinde alan dışı
bir başka ifade ile NATO üyesi ülkelerin topraklarının dışında görev alması ve
operasyon yapması kabul edilmiştir. NATO alan dışına çıkmayı iki kurumsal
kararı ile sağlamıştır. Birincisi üye sayısını artırarak 16 üyeden 26 üyeye
ulaşarak ikincisi ise doğu Avrupa Orta Asya ve Kafkaslarda Barış için ortaklık
(BİO) çerçevesinde Rusya Federasyonu da dahil olmak üzere ilgilendiği
coğrafyayı genişletmiştir (Karaosmanoğlu, 2004: 20). Bu iki alan dışı
müdahale şekline Afganistan ve Kosova’da olduğu gibi üye ülkelerin onayı ve
Birleşmiş Milletlerin izniyle alan dışındaki uluslararası krizlere müdahale etme
durumunu da ilave etmek gerekir.

NATO’nun Avrupa güvenliğindeki rolü tartışılmaya açılmıştır. Dolaylı olarak
da üye ülkelerin Avrupa güvenliğindeki rolleri de tartışılmaya açılmıştır.
ABD’nin, Kanada’nın Avrupa güvenliğindeki rolünün eskisi gibi olmayacağı,
olmaması gerektiği tartışılmaktadır. Özellikle de Almanya ve Fransa gibi
Avrupa’nın en güçlü ülkeleri başta gelmektedir. Gerçekten de hiçbir şey
olmamış gibi davranmak da mümkün değildir. Eski düşman Doğu bloğu
ülkeleri sadece düşmanlıktan çıkmadılar üstelik NATO’nun üyesi olarak da
Avrupa güvenliğinin bir parçası oldular. Zaten bu nedenle de NATO tehdide
dayalı savunmadan vazgeçerek güvene dayalı savunmaya geçmiştir. Temmuz
1990’da NATO’nun Londra zirvesinde doğu bloğunun eski ülkelerinin artık
düşman olmadıkları resmen ilan edilmiştir.

Ocak 1994 Brüksel zirvesinde ise Barış için ortaklık (BİO) projesinin
başlaması karara bağlanmış AGİT’in üyeleri ile Avrupa Güvenliği için işbirliği
yapılması benimsenmiştir. NATO bir yandan güvenliğin politik yanıyla
uğraşırken bir yandan da yapısal değişiklik yaparak yeni döneme ayak
uydurmaya çalışmaktadır. Örneğin 1992’de NATO’da 65 karargah varken
1999’da 20’ye inmiş, 2003’de ise 11 karargaha inmiştir. Daha da ineceği
muhakkaktır. ABD soğuk savaş döneminde Avrupalı müttefiklerine
güvenlikleri için daha fazla para ayırmalarını ve daha fazla görev
üstlenmelerini isterken soğuk savaş sonrası ABD yine Avrupalılardan katkı
bekliyor ama eskisi gibi kendi işin başında bulunmaya devam etmek istiyor.
Bu durumun en önemli sakıncası Avrupa güvenliğini sağlayan en önemli
kurum olan NATO’nun tartışılmaya başlanması ve üye ülkeler arasında görüş
ayrılıklarının ortaya çıkmasıdır. Dolayısıyla savunma zaafa uğramaktadır.
Soğuk Savaş dönemi dayanışma ve işbirliği de zayıflamaktadır. Bunun en
anlamlı örneği Kosova sorununda NATO çerçevesinde Türk uçakları harekâta
katılmak için İtalya’nın Avianno üssüne gitmek için Yunanistan hükümeti
Türk uçaklarına hava sahasını kullanma izni vermemiştir. Bilindiği gibi Türk
uçakları Bulgar hava sahasını kullanmak zorunda kalmıştır. Bulgarlar da
yasalarına aykırı olduğunu söyleyip yasayı değiştirmek için bir aylık süre
istemiş ve bir ay sonra yasa değişmiş ve Türk savaş uçakları Bulgar hava
sahasını kullanabilmiştir. Yunanistan soğuk savaş döneminde Türk uçaklarına
hava sahasını kapatma gibi bir davranışta bulunamazdı. Aslında Türkiye’ye
karşı yapılan bu davranış her ne kadar Türk-Yunan ilişkilerinin tarihi sorunlar
ve günümüzdeki uyuşmazlıklar nedeniyle iki ülke arasındaki sorunlarla ifade
edilebilinirse de kolektif güvelik anlayışının temelinde kolektif güven vardır ve
bu kolektif güvenin parçası olan ülkeler birbirlerine güvenmekte samimi
olmalıdırlar.

Avrupalılar Batı Avrupa Birliği (BAB) bünyesinde oluşturdukları Avrupa
güvenlik yapılanmasında gerektiğinde NATO’nun olanaklarını kullanmak için
NATO üyesi ülkelerden izin istemişlerdir. Türkiye ve ABD başta olmak üzere
birçok NATO üyesi ülke Avrupalıların bu isteğine olumsuz yanıt vermişlerdir.
Zira Türkiye karar mekanizmasında bulunmadığı BAB’ın aldığı bir karar
aleyhine de olsa uymak zorunda olacağı için NATO’nun olanaklarını otomatik
olarak kullanmasına karşı çıkmış ve veto hakkını kullanacağını bildirmiştir.

BAB’a tam üye olmanın koşuluda AB’e tam üye olmak olduğu için Türkiye
BAB’e üye olamamıştır. Ancak Avrupalılar özelliklede Almanya ve Fransa
Avrupa güvenliğinin Avrupa Birliği içinde yürütülmesini isteyince Avrupa
güveliği için organize olan BAB’ın önemi kaybolmuştur. Zaten AB’nin 7-9
Aralık 2000 tarihinde Fransa’nın Nice kentinde yapılan doruk toplantısında
BAB’ın görevlerinin AB’e devrine karar vermişlerdir. Böylece BAB içi
boşaltılmış bir tabela örgütü haline gelmiştir ( Çakmak, 2003: 237).
BAB’ın bu şekilde fonksiyonunu kaybetmesi Türkiye’yi olduğu gibi ABD’yi
de mutlu etmiştir. Avrupa güvenliği ile ilgili inisiyatif Avrupa Birliğine geçmiş
oldu. Avrupa’da böylece kendi güvenlik ve savunma politikasına sahip
olmuştur. Bu gelişmelerden sonra Türkiye ve ABD gerektiği takdirde
Avrupalıların NATO’nun olanaklarını kullanmaları konusunda tavırlarını
yumuşatmışlardır. 2 Aralık 2001’de Ankara’da AB’ni temsilen İngilizler ile
NATO’nun imkânlarının kullanılması için Türk vetosunu kaldırma
müzakereleri bir sonuç vermiştir. Varılan anlaşmada Türkiye’nin çevresinde
olacak müdahalelerde Türkiye’de karar mekanizması içinde bulunacak ve
Türk-Yunan uyuşmazlığında AB güçlerinin görev almaması koşulu ile Türkiye
NATO’nun imkânlarını Avrupalıların kullanmasını veto etmeyecek. Ankara
Mutabakatı adı verilen bu Anlaşmaya Yunanistan Türkiye’ye taviz verildi
diyerek itiraz etmiştir. Avrupa Birliği Dış politika ve Güvenlik Yüksek
Temsilcisi Javier Solana’nın özel gayreti ile taraflar arasında bir anlaşmaya 19
Mayıs 2003 Brüksel zirvesinde varılmıştır.

2000’li yıllardan itibaren yeni tehditler ve sorunlar ışığında Türkiye’nin
Avrupa güvenliğine katkısı ne olur? Avrupalılar Soğuk Savaş sonrası özellikle
Avrupa kıtasında genel bir savaş beklememektedir. Avrupa güvenliğini tehdit
eden unsurlar arasında başta terörizm, göçler, yoksulluk ve gelir dağılımı
bozukluğunun yol açacağı sorunlar, Atmosferin kirlenmesi ve uluslar arası
çevre sorunları, kitle imha silahları, uyuşturucu maddeler kaçakçılığı ve yaygın
kullanımı, başarısız Devletler, etnik ve sınır kavgaları ve medeniyetler arası
çatışma. Türkiye bu sorunların neresinde ve Avrupa güvenliğine nasıl bir katkı
sağlar. Yukarıda not ettiğimiz istikrar bozucu ve güvenliği tehdit edici
unsurların veya yol açtıkları sorunların çözümünde büyük ordulara gereksinim
yoktur. Bu sorunların çözümünde jeopolitiğinde rolü sınırlıdır. Dolayısıyla
Türkiye’nin Soğuk Savaş dönemindeki büyük bir orduya sahip olma ve
Sovyetlere sınır komşusu olma özelliği bugünkü tehdit için jeopolitik önemi
aynı oranda geçerli değildir. Ancak bu tür bir mantıksal yaklaşım sadece
Türkiye için değil bütün ülkeler için geçerlidir.

Günümüzdeki sorunlar daha yeni ve daha değişik çözümler ve olanaklar
gerektirmektedir. Soğuk Savaş sonrasına özgü sorunların oluşturduğu güvenlik
tehditlerine karşı diğer batılı ülkelerin ne kadar rolü olursa Türkiye’nin de o
kadar rolü olur. Bazı Avrupalı ülkeler gibi (İngiltere, Fransa ) Türkiye’nin
İmparatorluk ardılı bir ülke olması nedeniyle Türk imparatorluğu Osmanlının
eski topraklarında bulunan ülkeler sorunla karşılaştıklarında Türkiye’yi
yanlarında görmek istemektedirler. Özellikle de Balkanlarda Boşnaklar ve
Arnavutlar. Yugoslavya’nın parçalanmasıyla ortaya çıkan Bosna-Hersek
Savaşında ve Kosova krizinde Türkiye çok önemli roller oynamıştır. Bu
oynadığı rol batılı bir ülke olmaktan ziyade Osmanlı İmparatorluğunun yerine
kurulan bir ülke olmasıdır. Bir başka deyişle Türkiye olmasıdır. Balkanlarda
çıkan sorunlarda Türkiye diğer Avrupalı müttefikleriyle aynı politikayı
paylaşamama riski vardır. Zira Türkiye tarihsel ve kültürel nedenlerle Boşnak
ve Arnavutların çıkarlarını savunmak zorundadır; Yunanistan, Rusya ve
Fransa’nın Sırpları, Almanya ve Avusturya’nın Slovenya ve Hırvatları
destekledikleri gibi.

Avrupa’da sınır ve etnik sorunlar mevcuttur. Bu sorunların büyük çaplı genel
bir krize dönüşmesi kısa ve orta vadede gözükmemektedir. Avrupa Birliğine
üye olan eski Doğu bloğu ülkeleri etnik ve sınır sorunlarını çözmeden Avrupa
Birliğine üye olmaktadırlar. İçlerindeki azınlıklara hukuki ve insani haklarını
vererek sorunun çözüldüğü inancı vardır. Sorun şimdilik çözülmüş görünmekte
ancak etnik sorunun kültürel haklarını elde etmelerinden sonraki aşaması kendi
kaderini kendisinin tayin etmesi aşamasıdır bu aşama Avrupa’yı tekrar büyük
çatışmaların veya krizlerin kıtası haline getirebilir. Doğu Avrupa’nın eski
üyeleri şimdi AB’nin üyeleridir. Bu ülkelerin tamamının birbirleriyle toprak ve
etnik sorunu vardır. Polonya’nın Almanya ile, Macaristan’ın Romanya ile
Yunanistan’ın Arnavutluk ve Makedonya ile, Arnavutluk ve Makedonya AB
üyesi değiller ama olacaklar. Dolayısıyla AB etnik ve sınır sorunlarını içine
almaktadır. Bu sorunları Doğu Bloğu kendi içinde dondurmuştur. Ama artık
durum farklıdır bu sorunların Avrupa güvenliğini tehdit etme riski vardır.
Türkiye’nin Batı güvenliğine ve uluslararası güvenliğe yapacağı en önemli
katkı batılıların haksız bir şekilde İslami terör diye nitelendirdikleri
uluslararası terör ile medeniyetler çatışması riskidir. Türkiye yirmi yılı aşkındır
PKK terörü ile mücadele etmektedir. Bu mücadele Türk silahlı kuvvetlerini ve
Türk polisini terörizme karşı özel yetenek ve tecrübe kazanmasına neden
olmuştur. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk polisi NATO üyesi ülkeler içinde
ABD’den sonra yetenek ve tecrübe konusunda ikinci sırada yer almaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk polis teşkilatı yetenek ve tecrübe bakımından
Avrupa da birinci sıradadır. Türkiye askeri yeteneğinin dışında bir İslam ülkesi
olması nedeniyle İslam dünyası ile batılılar arsında köprü olabilir.
Türkiye’nin uluslararası barış ve Avrupa güvenliğine yapacağı en önemli katkı
jeopolitiğine ve kültürüne uygun olarak, Güney-Kuzey arasında beklenen
“medeniyetler arası çatışma”dır. Eğer medeniyetler arası bir çatışma olacaksa,
bu çatışmayı önlemek için dünyada en pozitif katkıyı yapacak ülke
Türkiye’dir. Medeniyetler çatışması dedikleri aslında Müslüman halklarla
Hıristiyan halklar arasında meydana gelecek bir çatışmayı kastetmektedirler.
Batılıların bu beklentilerinin nedeni aşağı yukarı her batılı ülkenin geçmişte
veya günümüzde sömürdükleri bir Müslüman ülke olduğu için Müslüman
halkların bir gün mutlaka bunun rövanşını alacakları düşüncesine sahip
olmalarıdır. Aksi takdirde kültürler nasıl savaşacak veya haçlı seferleri
zihniyeti nasıl geri gelecek hangi Müslüman ülke batıya Hıristiyansınız diye
savaş ilan edecek. Yahut hangi Hıristiyan ülke bir Müslüman ülkeye siz
Müslümansınız diye savaş ilan edecek. Türkiye doğu ile batı arasında sadece
coğrafi olarak değil, kültür ve politik iletişimi olarak, ülkesiyle, kültürüyle ve
rejimi ile her iki dünyanın da buluşma noktası olabilecek çeşitliliğe ve
farklılığa sahiptir. Türkiye’nin batıya benzemeyen tarafları doğuya, doğuya
benzemeyen tarafları da batıya benzemektedir. Bu farklılıkta Türkiye’nin
zenginliğini ve iki dünya arasında dostluğu kurma, barışı sağlama rolü
oynayabilir. Başka bir ifade ile medeniyetler arası bir platform oluşturulabilir.
2004 yılında çok tartışılan bir konuda Amerikalıların ortaya attığı “Büyük
Ortadoğu Projesi”dir. Bu projenin amacı Ortadoğu’ya demokrasi, insan
hakları, kadın hakları, hukuk devleti gibi evrensel değerleri getirmektir. Ancak
bu projenin gerçekleşme şansı çok zayıftır. Zira çoğu ABD ve Avrupalı
ülkelerin yakın dostu olan Ortadoğu’daki rejimler ve onların başlarındaki
kişilerin ve iktidarların düşmesi gerekir ki demokrasi ve insan hakları gelsin.
Bu değişiklikte savaşsız olmayacağına göre çok zordur. Bunun iki örneği
Afganistan ve Irak’tır. Afganistan yedi yıldır, Irak’ta beş yıldır hala
direnmektedir. Zaten Avrupalılar Amerikalıların bu projesine gerçekleştirme
şansı çok zayıf olduğu için pek sıcak bakmamaktadırlar. Ancak önemli bir
değişiklik olurda gerçekleştirme şansı ortaya çıkarsa Türkiye’nin de böyle bir
değişiklikte rolü mutlaka olacaktır. Ama içinde bulunduğumuz 2008’de bu
düşünce sanki terk edilmiş gibidir.

Avrupa’nın güvenliği, Batı’nın güvenliği çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Türkiye’de bu bağlamda geçmişte batı güvenliğine önemli katkılar sağlamıştır.
Bugün Avrupalılar Güvenliklerini AB’nin üyesi ülkeleri ile yapmak
istemektedirler. Eğer Türkiye AB üyesi olursa diğer üyeler gibi Avrupa
güvenliğindeki yerini alacaktır. Eğer Türkiye AB üyesi olmazsa ABD ile
NATO çerçevesi içinde veya bir başka çerçevede kolektif bir güvenlik içinde
kendi güvenliği için bulunmaya devam edecektir. Türkiye’nin Avrupa
Güvenliğinin dışında kalması hem Avrupalılar için hem de Türkiye için
olumsuz sonuçları olabilir. Uluslararası barış ve güvenlik önemli bir katkısını kaybeder.

SONUÇ

Avrupa Güvenliğinin temel unsuru olan insan, bir başka deyişle nüfus sorunu
Avrupalı sorumlu yetkililerin uykularını kaçırmaktadır. Avrupa’nın nüfusu ile
ilgili en son çalışmayı Avrupa konseyi yapmıştır. Bu çalışmaya göre 1995’de
728 milyon olan AB nüfusu % 22 eksiği ile 2050 yılında 564 milyona inme
ihtimali vardır. 2000 yılında Avrupa nüfusunun % 14.7’i 65 yaş üstüdür. 2050
yılında bu rakamın % 25-33 arası olacağı tahmin ediliyor. Bu son rakam
Avrupa’nın çalışan nüfus ve ülke savunmasında kullanacağı insan sıkıntısının
AB’nin ekonomik ve ülke güvenliğini sağlamada ne kadar risk alacağının
kanıtıdır. AB bugünkü nüfus Pozisyonunu korumak için 2050 yılına kadar her
yıl 1.8 milyon göçmen alması gerekir. Eğer kötü tahmin gerçekleşirse AB’nin
2050’ye kadar yaklaşık, 75 milyon göçmene ihtiyacı olacaktır.1 Dolayısıyla
AB’nin Avrupa’nın güvenliği ile ilgili sadece topa tüfeğe değil diğer
unsurlarında önemle ele alınıp çözüm üretilmesi gerekir.
Yukarıda not ettiğimiz uluslararası güvenliği tehdit eden unsurların büyük bir
bölümü Avrupa güvenliğini ya doğrudan tehdit ediyor ya da olumsuz etkiliyor.
Avrupa Birliğinin sorumluluğu gereği mutlaka küresel tehditlere karşıda önlem
alması gerekir.

AB, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan ABD-AB uyuşmazlığını kesinlikle bir
sonuca bağlaması gerekir. İki müttefikin ciddi fikir ayrılığı daha da
derinleşmeden çözüme kavuşması gerekir. Aksi takdirde Avrupa ve Uluslar
arası Güvenliğin ciddi sorunlarla karşılaşma riski vardır. Avrupalı ülkeler daha
rahat ve daha özgür davranmak için ABD’nin Avrupa’yı terk etmesi
gerektiğine inanmaktadır. Kısa bir gelecek için bu düşünce doğru olabilir.

Ancak 50 yıl sonrası için bu düşüncenin doğruluğunun tartışılması gerekir.

Dolayısıyla Avrupalıların daha fazla düşünmesinde yarar vardır. NATO’nun
Varşova Paktı gibi dağılması gerektiğine inanan ülkeler ve bir takım politik
gruplar var. NATO’nun görevini tamamladığı ve işlevsiz kaldığı dolayısıyla
Varşova Paktı gibi dağılması gerektiği söylenmektedir. Gerek Avrupa’da
gerekse dünyada kolektif güvenliği organize edecek bir yapılanmaya ihtiyaç
vardır. NATO’da kendisini kanıtlamış bir güvenlik örgütü olarak bu görevi
yürütmektedir. Öyleyse yeni bir örgütlenmeye gerek yoktur.

AB kendi güveliğini kendisi sağlayacaksa önce kendi arasındaki güvenlikle
ilgili fikir ayrılıklarını çözmesi gerekir. Zira İngiltere ve kendisine yakın
ülkeler Fransa ve Almanya gibi düşünmemektedir. Dış politika ve güvenlikle
ilgili kararlar bilindiği gibi AB’de oybirliği ile alınmaktadır. Güvenlikle ilgili
bir kararın çıkması için bütün üyelerin desteklemesi gerekir. AB üyesi ülkeler
soğuk savaş sonrasının rahatlığı içinde güvenlik ve savunmasını politik
bütünleşme, doğu Avrupalı ülkelerin batıya entegrasyonu ve sosyal adalet
konularının arkasına atmıştır. Savunma ve güvenliğe eskisi kadar kaynak ve
zaman ayırmamaktadır lar. Bu tutumda AB’ni ekonomik dev politik ve askerî
cüce konumuna sokma riski vardır.

ABD, Rusya Federasyonu, Çin ve Hindistan’ın küresel güç olma yolundaki
çabaları AB’nin ikinci plana itilmesine neden olabilir. Hindistan 2003 yılında
3,5 milyar Çin ise 2,5 milyar dolar ile silah ithalatında birinci ve ikinci
olmuşlardır. Rusya Federasyonu ise yine 2003’de 7 milyar dolar ile silah
ihracında birinci olmuştur. Günümüzde bu rakamlar çok farklı değildir. AB
küresel bir güç olmak istiyorsa büyük düşünüp büyük hareket etmek
zorundadır, ortaçağ zihniyeti ile AB’ni bir Hıristiyan birliğine dönüştürmenin
Avrupa’ya ve dünyaya hiçbir katkısı olmaz. Çin, Hindistan, Japonya, Kore vb.
ülkelerde Konfüçyüs felsefesine dayalı Budist bir birliktelik oluşturulursa
dünyayı orta çağ zihniyeti ile dinler kampına bölmenin dünya barışı için son
derece tehlikeli olur. Ayrıca kendisini dünyanın diğer bölgelerinden ayıran
Batı medeniyeti Batı özgürlüğü ve Çağdaşlık gibi kendilerini ayrıcalıklı yapan
değerlerden söz etmeleri mümkün değildir. Türkiye AB için büyük bir şanstır.
Avrupa’nın değerlerini (Demokrasi, Pazar Ekonomisi, İnsan Hakları vb.) kabul
eden ve yaşam tarzı olarak seçmiş Müslüman bir ülke olarak AB’ni küresel bir
güç yapacak ve dünya barışına hizmet edecek bir fırsattır. Türkiye gibi bir ülke
olmasıydı batılıların böyle bir ülke yaratması gerekirdi.

KAYNAKÇA

BAĞCI HÜSEYİN, Türkiye ve AGSK, Beklentiler, Endişeler 21.y.y.’ın Eşiğinde Türk Dış Politikası, Derleyen İdris Bal, Alfa Yayınları, 2001 İstanbul.
ÇAKMAK HAYDAR, Avrupa Güvenliği, Akçağ Yayınları 2003 Ankara
ÇAKMAK HAYDAR, AB- Türkiye İlişkileri, Platin Yayınları. 2005. Ankara Decaux Emmanuel, La conference sur la securite et la cooperation en Europe,
puf. 1992 Paris.
DEDEOĞLU BERİL, Uluslararası Güvenlik ve Strateji Derin Yayınları 2003 İstanbul.
DEFORGES. P.M. Les Institutions Europeens Armand 1995 Paris.
HOWORTH .J. Euroean Integration And Defanse : The Ultimate Chalenge? Chaillot Paper, İnstute For Security Studies, November – 2000 Paris.
KARAOSMANOĞLU. L.ALİ, Avrupa Güvenlik ve savunma kimliği, Avrupa Birliği ve NATO ilişkilerinin geleceği. Harp Akademileri Basımevi 2001.
İstanbul.
KARAOSMANOĞLU A.L. Prof. Dr. NATO stratejisindeki değişim ve gelişmeler. ASAM 2004 Ankara.
ÖZDAĞ ÜMİT Doç. Dr. Türkiye AB ilişkileri sempozyumu 16-17 Mart 2001. Ankara Ticaret Odası ve Türk Ocakları 2001 Ankara.
LEE STEPHEN J. Avrupa Tarihinden Kesitler 1789-1980 Dost Kitapevi 2002 Ankara.
ROBERT JACQUES , L’Esprist de Defanse. Economica, 1987. Paris.
ROTHSCHİLD EMMA, What İs Security. Deadolus, Summer. 1995. USA.
Y.İNANÇ REFET. Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye Seçkin Yayınları 2002 Ankara.
ZORGBİBE CHARLES, Histoire de la construction europeenne puf. 1993 Paris.
ZORGBİBE CHARLES, Les Organısations internationales. Puf 1994 Paris. Le Soir – Belçika Hürriyet Gazetesi



***

9 Şubat 2020 Pazar

Avrupa Birliği Ortak Güvenlik ve Savunma Politikaları

Avrupa Birliği Ortak Güvenlik ve Savunma Politikaları 


Türkiye’nin Bu Politikaya Olası Katkıları 

Arda DİLMAÇ 


Özet 

Bu çalışmanın konusu, Avrupa Birliği Güvenlik ve Savunma Politikasını inceleyip, Türkiye AGSP ilişkilerini değerlendirmek ve Türkiye’nin olası katkılarına araştırmaktır. 

Avrupa güvenlik sisteminde Türkiye önemli bir parçadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında NATO ve Birleşmiş Milletler kurumlarına da üye olan Türkiye AGSP içinde yer almalıdır. Bu çalışmada Türkiye’nin olası bir katılma sonucunda AGSP’ye yapabileceği katkılar vurgulanmıştır. Özellikle Türkiye’nin NATO ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi operasyonlarında yaptığı katkılar ve 
11 Eylül Sonrası dönemde ortaya çıkan yeni güvenlik endişeleri üzerinden duruşu araştırılmıştır. Türkiye’nin gerek bu tecrübesi gerekse ülke duruşu ile AGSP için önemi gösterilmiştir. 


Giriş 

Avrupa Birliği ekonomik merkezli kurulmuş ulus-üstü bir organizasyondur. 
Başlangıçta ekonomik ilişkilerini geliştirmeyi planlayan AB, Soğuk Savaş dönemi boyunca güvenliğini de toplu (kolektif) bir savunma örgütü olan NATO üzerinden sağlıyordu. Lakin hem Soğuk Savaş’ın bitişi hem de Birliğin ortak politikaları kapsamındaki hareketler AB içerisinde ortak bir güvenlik ve dış politika kurulması konusunu gündeme getirdi. 

Soğuk Savaş’tan sonra AB'nin güvenlik konularına olan ciddiyeti arttı. Soğuk Savaş boyunca Avrupa, o dönemdeki Toplulukları üzerinden ekonomik gücünü arttırıyor ve NATO üzerinden de dış tehditlere karşı toplu savunma yapıyorlardı. 267 Özellikle kendi sınırları etrafında ve gücünü hissettirmek istediği sınır dışı alanlarında meydana gelen olaylara müdahil olamama konusu da AB’yi NATO karşısında güçsüz bir konuma getirmekteydi. 

Avrupa ve çevresindeki olaylara daha fazla dahil olmak isteyen AB, ekonomik anlamda büyük güç iken askeri ve siyasi anlamda çok güçsüz görünüyordu. Ayrıca NATO’nun Avrupa üzerindeki etkisini biraz daha kırıp ABD bağımlılığından kurtulmak isteyen AB üye devletleri, hızlı bir şekilde güvenlik ve savunma politikalarını kurmak ve geliştirmek istiyordu. Böylelikle NATO karşısında Avrupa’da rüştünü de ispat edebilecekti. 

AB kamuoyu da Avrupa’da bir güvenlik politikası kurulmasını destekliyordu. Örneğin 2004 yılında “Eurobarometer” tarafından yapılan ankete göre AB vatandaşlarının %78’i Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın oluşturulmasını istiyordu.268 Ayrıca AGSP’nin geliştirilmesinin Avrupa bütünleşmesine de katkı yapacağına inanılmaktaydı.269 

Soğuk Savaş sonrasında AB'nin kendine bir yer bulma çabaları dış ve güvenlik 
konuları üzerinden yeni bir “Avrupa Kimliği” yaratarak başladı.270 Sonra antlaşmalar ve AB Zirveleri ile kapsamı daha da geliştirildi ve mevcut halini aldı. 

Türkiye, AB'nin savunma ve güvenlik konularını destekleyen bir tutum almıştı. 
Özellikle AB'nin güvenlik yapısının dışında kalmak istemiyordu. AB kriz yönetimlerinde yer almak ve bu politikalara katkı sağlayarak içerde olma hakkını korumak istiyordu.271 Ayrıca Türkiye, 11 Eylül sonrası oluşan yeni güvenlik endişeleri kapsamında AB ile ortak çıkarlara sahiptir ve AB’nin dış politikalarına gerek diplomatik gerekse askeri anlamda hatırı sayılır katkılar da yapabilir. 

Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası 

1990’lı yıllara gelindiğinde AB güvenlik ve savunma politikaları alanında adımlar 
atılmaya başlandı. 1990-1991 Körfez Savaşı ve Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde askeri alandaki yetersizlikler ve askeri gücün kısıtlılığı iyiden iyiye kendini gösterdi. Bu süreçte Avrupa Birliği, ABD’nin liderliğine ve askeri gücüne bel bağlamıştı. Bu da Birlik içerisinde tartışmalara sebep olmuştu. Fakat Balkanlardaki krizlerde ABD, AB’ye “yükün paylaştırılması” konusunda baskı yapıyordu. İşte bu gelişmelerin ışığında 1994 senesinde Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK-ESDI) için girişimler başladı.272 

Birlik içerisindeki St. Malo toplantısı bir dönüm noktası olmuş ve bu toplantıyı takip eden Köln, Helsinki ve Nice Zirveleri, AGSP’nin özerkleşmesi ve daha etkin hale gelmesi için kilometre taşı özelliği göstermişlerdir.273 

Haziran 1999 Köln AB Zirvesi’nde “Avrupa Ortak Savunma ve Güvenlik Politikasının Güçlendirilmesi Bildirgesi” yayınlanmış ve bu bildirge kapsamında “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası” amaçları belirtilmiştir.274 

Aralık 1999 Helsinki Zirvesi'nde, Köln Bildirgesi’nin içeriği teyit edildi ve 
“Petersberg Görevleri” dahilindeki tüm etkinlikleri gerçekleştirebilecek bir askeri güç oluşturulması konusu onaylanarak “Temel Hedef” belirlendi. Bu hedef kapsamında “Acil Müdahale Gücü” oluşturulmasına ve bu güce AB üyesi olmayıp da NATO üyesi olan devletlerin katılımı hakkında düzenleme yapılmasına da karar verildi. 275 

Nice Zirvesi’nde AGSP’nin kurumsal yapısına son şekli verildi ve yeni askeri yapılar getirildi. Zirvede BAB'ın işlevine son verildi ve AB "Acil Müdahale Gücünün" kurulmasına karar verildi.276 

Türkiye ve AGSP İlişkileri 

Türkiye ve AGSP ilişkilerini anlayabilmek için öncelikle BAB ve Türkiye ilişkilerine göz atmak gerekmektedir. Türkiye BAB’a ortak üye olmuştu ve operasyonların planlama ve kuvvet oluşturma sürecinde bazı avantajlara sahip olmuştu. Fakat BAB’ın Nice Zirvesi ile faaliyetlerine son verilmesiyle Türkiye bu hakları da yitirmiş oldu ve AB savunmasına dair konularda karar mekanizması içinde yer alma hakkını da kaybetmişti.277 Nice Zirvesi’nin BAB’ı tasfiye etmesi sonucunda Türkiye’nin AB güvelik ve savunma politikalarına dahil olması ancak NATO destekli harekatlar boyutuna kalmıştı. Bu durum da Türkiye AGSP 
ilişkilerinde yeni bir dönem başlayacağını işaret ediyordu. 

Kasım 2001 itibariyle Türkiye’nin AGSP çerçevesinde uzlaşma sağlayamadığı iki 
nokta vardı. Bu noktalardan birincisi AGSP dahilindeki uygulamaların müttefik ülkelere karşı kullanılmamasının garantisinin verilmesiydi. İkincisi ise Türkiye’nin yakın coğrafyasında meydana gelecek AB operasyonlarına Türkiye’nin katılımının garanti edilmesiydi. 278 Kıbrıs ve Ege konusunda muhtemel bir çatışma durumunda AB Ordusu’nun Yunanistan tarafında yer alması Türkiye tarafında kaygı yaratmıştı.279 

İşte bu durumlar ışığında, Türkiye AB’nin NATO planlama tesislerine erişebilmesini engelleyen bir tutum belirledi ve bunu NATO üzerinden gösterdi. Bu tıkanıklık, ABD, Britanya ve Türkiye arasındaki anlaşma ile son buldu. Ankara Mutabakatı (2 Aralık 2001) olarak bilinen bu uzlaşıda iki önemli sorunun aşılmasıyla Türkiye’nin vetosu kaldırıldı.280 

2001 tarihinden sonra gerek Türkiye’nin hem NATO üyesi hem de AB aday üyesi olmasından gerekse mevcut çekincelerin çözülmesinden dolayı AGSP ve Türkiye ilişkilerine dair ciddi bir gelişme olmadı. Türkiye kendi güvenlik çıkarlarının ortada olduğu veya sınırları yakınındaki konularda danışılma garantisi almıştı. Ayrıca NATO üyesi ve AB aday ülkesi olduğu için AGSP hakkında söz sahibiydi. Ama Türkiye’nin AGSP’ye yapabileceği katkılar 
azımsanamayacak kadar fazladır. 

Türkiye’nin AGSP’ye Katkısı 

Türkiye’nin olası AB üyeliği ile AGSP yapabileceği katkıların büyüklüğü konusunda tartışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmanın son kısmı da olası üyelik durumda Türkiye’nin AGSP’ye yapabileceği katkıların gerekçeleri belirtilmiştir. Ortak çıkarlar ve endişeler çerçevesinde Türkiye ile AB arasında ciddi bir bağ olduğunu söylemek yanlış olmaz. 

Türkiye’nin yapabileceği katkılarının kökleri güvenlik ağırlıklı birçok alan üzerinden açıklanabilir. Bu alanlar arasında Türkiye’nin stratejik ve jeopolitik konumu, AGSP ve NATO arasındaki organik bağ, Türkiye’nin çok kültürlü ve çok yönlü ülke yapısı, Soğuk Savaş bitişi sonunda ortaya çıkan konjonktür, Türkiye’nin askeri kuvveti ve özellikle Balkanlarda gerçekleşen çatışmaların barışla sonuçlanması için Türkiye’nin yaptığı çalışmalar sayılabilir. 

Öncelikle Türkiye’nin stratejik konumu yeni güvenlik endişeleri açısından önemli bir yer tutmaktadır. 11 Eylül sonrası oluşan konjonktürde Türkiye bulunduğu coğrafya ve bu coğrafyadaki laik ve demokratik ülke duruşu ile diğer ülkelere nazaran sivrilmektedir. AGSP içerisinde Türkiye gibi bir ülkenin olması gerek diğer ülkelerin AB algısı adına gerekse AB’nin Türkiye ile ortak olan güvenlik endişeleri adına pozitif bir imaj yaratabilir. Özellikle bu coğrafyadan bir ülkenin AB içersinde güvenlik karar mekanizmalarında bulunması AB’nin güvenile  bilirliğini arttıracaktır. 

Ayrıca Türkiye jeopolitik konum açısından AB’nin önceliği olan bir noktada 
bulunmaktadır. Türkiye Avrasya ana kıtasında sahip olduğu yer ile hem Akdeniz Havzası’na hem de Orta Doğu’ya ulaşılabilirliği ile stratejik bir noktada yer almaktadır.281 AB Komşuluk Politikalarının geliştirilmesiyle bu bölge üzerindeki AB’nin çıkarları ve uygulamalarında ciddi artışlar olmuştur. Bu artan çıkarların kontrolü için Türkiye’nin jeopolitik konumu, zamanında ABD’nin de yaptığı gibi, AB için de önemli bir yer tutmaktadır. 282 AB bu bölge üzerindeki ülkelerle gerek Komşuluk bağlarını daha da ileri götürmek gerekse bölge üzerinde 
oluşabilecek olaylara daha etkili bir şekilde dahil olabilmek için Türkiye’nin bu jeopolitik konumunun getirilerine ihtiyaç duymaktadır. 

Türkiye Soğuk Savaş boyunca Avrupa savunması için önemli bir rol oynamıştı 283 ve NATO-Varşova Paktı ülkeleri sınırlarının üçte birini savunan bir ülke olmuştu. 284 Günümüzde ise güvenlik endişelerinin yeniden ateşlendiği bir bölgede yer alan ülke olarak yine bu denli ciddi meseleler için Türkiye eskisi kadar önemli bir rol alacak pozisyondadır. Zaten Avrupa güvenlik ve savunması bölünmez bir bütündür ve Türkiye de bu savunmanın ayrılmaz bir parçasıdır. 

Bu sebeple Türkiye’nin dışlanmaması ve Avrupa bünyesindeki her savunma 
organizasyonlarında var olması gerekmektedir.285 

AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı 11 Eylül saldırıları sonrasında yeni tehditler sebebiyle 
artmıştır. Özellikle 2003 İstanbul, 2004 Madrid ve 2005 Londra saldırıları AB ve Türkiye arasında organik bir bağ yaratmıştı. Ayrıca küresel terör, insan kaçakçılığı, uyuşturucu ve kitle imha silahları kaçakçılığı, kara para aklama, etnik ve dini çatışmalar gibi Avrupa’nın ve Türkiye’nin günümüzde karşı karşıya olduğu sorunların286 çözümü konusu da AB ve Türkiye’yi yan yana getirmektedir. 

AB’ye Türkiye’nin üye olmasıyla AB’nin sınırlarının genişleyeceği ve bu genişleme ile AB’nin istikrarsız ülkelerin sınırlarına ulaşacağını287 iddia eden kişiler bulunmaktadır. Fakat bu genişleme ile sınırların ulaştığı noktaları farklı bir bakıştan da inceleyebiliriz. Türkiye’nin üyeliği ile Ortadoğu, Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar ve Akdeniz bölgelerine AB politikaların daha hızlı etki edebileceği, daha sağlam temellerde hareket edeceğini, komşuluk politikalarının daha inanılır ve hızlı nüfuz edebilecek şekilde yürütüleceğini de görmezden gelmek yanlış olur.288 Ayrıca şu anki AB sınırlarının ve politikalarının, her ne kadar kara 
bağlantısı olmasa da, bu bölgelere ulaştığını da söylemek yanlış olmaz. Aksine Türkiye’nin de Birliğe dahil olmasıyla 11 Eylül sonrası oluşan ve bu coğrafyalar merkezli yeni güvenlik sorunlarının çözümü ve kontrolünde daha güçlü bir AB görebiliriz. 

Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğu ve NATO-AB bağından önceki bölümde 
bahsetmiştik. Türkiye’nin NATO içerisinde aldığı aktif roller ve katkıları da AGSP için Türkiye’nin olası rolleri ve katkılarının bir tanıtımı gibi durmaktadır. Öncelikli olarak AB’nin son genişlemelerine rağmen, mevcut vatandaşlarının % 95’e yakın kısmı aynı zamanda NATO üye ilklerinin vatandaşlarıdır ve görüldüğü gibi NATO üye ülkelerinin AB içersindeki yoğunluğu NATO ülkelerinin AGSP adına konumunu göstermektedir.289 Bununla birlikte Türkiye NATO içerisinde ABD’den sonra en güçlü ikinci orduya sahip290 ve 800,000 kişilik güçlü ordusuyla Avrupa’nın en büyük ordu olarak AB’nin savunma kapasitesini arttırabilecek tir.291 Türkiye NATO’nun en büyük ikinci kara ordusuna sahip olmakla birlikte 
beşinci büyük deniz gücüne, NATO’nun hava jetlerinin %20.5’ine, kargo uçaklarının %20’sine ve envanter jetlerinin (inventory jets) %22.5’ine sahiptir.292 

NATO içersindeki operasyonlarda yaptığı katkılarla etkinliği gösteren Türkiye, bu 
krizlerdeki çözüm süreçlerinde edindiği tecrübe, bölgesindeki güvenlik ciddiyeti ve barış yanlısı duruşuyla AB’nin ihtiyaç duyduğu hem askeri hem de politik özelliklere sahiptir. Bunun yanında Türkiye ve AB’nin çakışan güvenlik kaygıları ile çözüm önerileri de birleşince AGSP içerisinde yapabileceği katkılar ve yardımlar tahmin edilebilir hale gelmektedir. 

Türkiye’nin Balkanlarda, Somali’de ve yakın zamanda Afganistan’da barışın 
kurulması için önemli ölçüde katkıları olmuştur. Örneğin, 1995 senesinde 1450 kişilik birlikle UNPROFOR’a katıldı. NATO bünyesinde IFOR ve SFOR’a 1200 kişilik birlikle katıldı ve Bosna Hersek ile Makedonya’daki polis operasyonlarına katkıda bulundu. Ayrıca Temmuz 2002 senesinde Afganistan’daki NATO’nun ISAF birliklerinde 9 ay bulundu ve 2005 senesinde tekrardan bu operasyona katıldı. 293 Dahası Türkiye, Kosova’da istikrarsızlığın ortadan kaldırılması için azami çabayı göstermiş ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi çerçevesinde kurulan Kosova Uygulama Kuvveti (KFOR), Bileşmiş Milletler Kosova Geçici İdari Misyonu (UNMIK) ve AGİT Misyonu’na da katılmıştır.294 

Özellikle Avrupa’nın içinde ve AB’nin hemen yanında Balkanlarda meydana gelen çatışmalar ve bu çatışmaların çözümü konusunda Türkiye çok ciddi inisiyatifler almıştır. 

Bölgede etkili ulus-üstü örgüt olan AB, uluslararası örgüt olan NATO, Birleşmiş Milletler ve AGİT gibi örgütlerle birlikte Türkiye’de coğrafi bağlarının bulunduğu Balkanlar çatışmalarının çözümünde aktif rol almıştır.295 

Türkiye’nin Bosna’da IFOR, SFOR ve UNPROFOR’a birlikler gönderdiğini yukarıda 
belirtmiştik. Bunun yanında Bosna’da Dayton Barışı'ndan sonra ABD’nin “Eğit ve Donat” programı çerçevesinde kurulan MPRI adlı özel bir şirket üzerinden Bosna’da askeri katkılarda bulunmuş ve bu çerçevede ABD’nin silah yardımının yanında Türkiye de eğitim kısmıyla ilgilenmiştir.296 

 Türk Hükümeti Kosova’da baş gösteren krizin ilk anlarından beri çatışmanın 
diplomatik yollarla çözümü için ciddi çaba göstermişti, fakat sonuçlar umulduğu gibi olmayınca 1999 senesinde NATO müdahalesinde aktif rol almıştı. NATO’nun hava harekatları için uçak (önce 10 sonra 8 adet F-16 ve 3 tanker uçağı) tahsis etmişti. Dahası Arnavutluk’ta konuşlandırılan İnsani Yardım Kuvveti’ne (AFOR) Sahra Hizmet Bölüğü ile katılmıştır. Mart 2005 itibariyle de Kosova’da görev yapmakta olan Polis Gücü’ne (UNMIK-CIVPOL) toplamda 214 personel ile katkıda bulunmuştur.297 

Son olarak da Türkiye Makedonya’daki silahlı militanların silahsızlandırılması adına 2001’de başlayan NATO bünyesindeki Zorunlu Hasat (Essential Harvest) ve Sarı Tilki (Amber Fox) harekatlarına katılmıştır. 2003’de yetkiyi NATO’dan devralan AB’nin Concordia harekatına iki “Hafif İrtibat Timi” ile destek vermiştir. AB tarafından Makedonya’da oluşturulan PROXIMA Polis gücüne de jandarma personeli bazında katkı sağlamıştır. 298 

Görüldüğü gibi Avrupa’da meydana gelen bu çatışmalarda gerek NATO üyesi kimliği ile gerekse NATO görevi AB’ye devrettikten sonra destekleyen Türkiye’nin AGSP’den ayrı bir biçimde anılması yanlış bir ifade olur. Bunun yanında bu NATO ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kapsamındaki operasyonlarda gösterdiği başarı ve kazandığı tecrübeler ile AB’nin müdahil olacağı bütün alanlarda da AGSP için önemli bir ülke olacağı da aşikardır. 

Son olarak da Türkiye’nin hem çok-kültürlü yapısı hem de demokratik-laik devlet şekli 11 Eylül sonrası dönemde ortaya çıkan yeni güvenlik sorunlarında AB’nin dahil olduğu konularda gerek çözüm süreçleri için gerekse inandırıcılığı için AGSP içersinde olması gerekir. Çünkü Türkiye’nin İslam modeli AB’nin de vurguladığı Batı değerlerine uygun ve bu değerlerle bağdaşan bir modeldir.299 Ayrıca AB’nin müdahil olduğu konularda Türkiye’nin de yer alması demek, Türkiye gibi Müslüman nüfusun fazla olduğu ülkelerde AB algısı üzerinde 
pozitif etkiler yapar. 

Sonuç 

AB, savunma ve güvenlik konularında NATO’ya ciddi anlamda bağımlıydı ve 
NATO’nun bu konu üzerinde AB’ye baskı yapabileceği, diğer bir ifadeyle Birliğin ABD bağımlılığı, AB içinde tartışmalara yol açmaktaydı. Ayrıca ciddi bir dış politikanın da eksikliği hissedilmekteydi. İşte bu eleştirilerden ve baskılardan kurtulmak isteyen AB dış politika, savunma ve güvenlik meselelerine ciddi yaklaşmaya başladı ve AGSP oluşturuldu. 

Türkiye, kurulduğu ilk aşamadan beri, Avrupa’ya olan yakınlığını her fırsatta 
belirtmiştir. Soğuk Savaş boyunca NATO’da yer alması ve gerektiğinde üzerine düşeni yapmasıyla, Soğuk Savaş sonrasında yine NATO ve Birleşmiş Milletler destekli, çatışmaların önlenmesi ve barış ortamının kurulması için yapılan girişimlerin ve operasyonların da hem destekçisi hem de gerektiğinde aktörlerinden biri olmuştur. 

Bu çerçevede kendisini ilgilendiren ve aynı zaman da AB’yi ilgilendiren sorunlarda söz hakkı olması gerekmektedir. Ayrıca AGSP kapsamında Türkiye’yi ilgilendiren konulara da müdahil olması gerekmektedir. Bunun yanında AB’nin güvenlik ve savunma konularında hem Türkiye’nin sahip olduğu tecrübe, hem de ulusal kimliğinin getirdiği ve yeni güvenlik sorunlarına karşı arabulucu özelliği gösterebilecek yapısı gereği etkin bir rol almalıdır. 

Yukarıda da görüldüğü üzere Türkiye’nin AGSP içerisinde bulunmak için yeterince sebebi vardır ve göz ardı edilemeyecek kadar önemli katkıları olacaktır. 

Kaynakça 

Baç, M., M,.“Turkey’s Accession to the EU: its Potential Impact on Common European 

Security and Defense Policy”, Turkey And European Security: IAI-Tesev Report, Giovanni 

Gasparini (Edt.), Roma, 2006, ss. 13-28. 

Bilgin, P., “A Return to ‘Civilization Geopolitics’ in the Mediterranean? Changing 

Geopolitical Images of the European Union and Turkey in the Post-Cold War Era” 

Geopolitics, Cilt: 9, Sayı: 2, Oxfordshire, 2007, ss. 269-291. 

Buharalı, C.,“Turkey’s Foreign Policy Towards Eu Membership: A Security Perspective”, 

Turkish Policy Quarterly, Cilt: 3, Sayı: 3, İstanbul, 2004, ss. 1-18. 

Büyükbaş, H., “Avrupa Güvenlik Strateji Belgesi ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi SBF 

Dergisi, Cilt: 61, Sayı: 1, Ankara, 2006, ss. 37-66. 

Caşın, M. H., Özgöker, U., Çolak H., Küreselleşmenin Avrupa Birliği Ortak Güvenlik ve 

Savunma Politikasına Etkisi: Avrupa Birliği, Nokta Kitap Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2007. 

Chaıbı, D., Akçapar, B., “Turkey’s EU Accession: The Long Road from Ankara to Brussels”, 

Yale Journal of International Affairs, Cilt:1 Sayı: 2, New Haven, 2006, ss. 50-57. 

Çayhan, E., “Towards a European Security and Defense Policy: With or Without Turkey?”, 

in: Turkey and the European Union Domestic Politics, Economic Integration and International 

Dynamics, Editör: Ali Çarkoğlu - Barry Rubin, Frank Cass Publisher, Londra, 2003, ss. 35- 55. 

Demirdöğen, Ü., “Nice Zirvesi Sonrasında Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve 

Türkiye”, İstanbul Kültür Üniversitesi Güncesi, Cilt: 1, Sayı: 2, İstanbul, 2002, ss. 69-76. 

Desai, S., “Turkey in the European Union: A Security Perspective – Risk or Opportunity”, 

Defense Studies (Routledge), Cilt: 5, Sayı: 3, Londra, 2005, s. 366-393. 

Efe, H.,“AB’nin Gelişen Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye“, Gazi 

Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 3, Ankara, 2007, ss. 127-145. 

Elbasan P., Şeker, B. Ş.,“Balkanlarda Güvenliğin Sağlamasında Türkiye’nin Rolü ve 

Karşılıklı Çıkarlar”, in: 21’inci Yüzyılda Uluslararası Örgütlerin Güvenlik Yaklaşımları ve 

Balkanlar’ın Güvenliği, Uluslararası Balkan Kongresi, Kocaeli Üniversitesi, Kocaeli, 28-29 Nisan 2011, ss. 603-618 

Gasparini, G., Silvestri, S.,“A Strategic Approach”, Turkey And European Security: IAI 

TESEV Report, Giovanni Gasparini (Edt.), Roma, 2006, ss. 65-75. 

Tangör, B., Avrupa Güvenlik Yönetişimi: Bosna, Kosova ve Makedonya Krizleri, Seçkin Yayınları, 1. Baskı, 2008, s. 175. 

Tangör, B., “Dış Güvenlik ve Savunma Politikaları” Avrupa Birliği: Tarihçe, Teoriler, 
Kurumlar ve Politikalar, Editör: Belgin Akçay – İlke Göçmen, Seçkin Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2012, ss. 579-610. 

Yılmaz, S., “Turkey and the European Union: A Security Perspective”, Turkey And 

European Security: IAI-Tesev Report, Giovanni GASPARINI (Edt.), Roma, 2006, ss. 51-65. 

Zhussipek, G., “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın Tanımı ve Düşünsel Arka Planı”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, 
Cilt: 5 Sayı: 19, Uşak, 2009, ss. 71-88. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

267 Seiju DESAI, “Turkey in the European Union: A Security Perspective – Risk or Opportunity”, Defense Studies (Routledge), Cilt: 5, Sayı: 3, 2005, s. 369 
268 http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb62/eb62_en.htm (erişim tarihi 16.05.2013) 
269 Galym ZHUSSIPBEK, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın Tanımı ve Düşünsel Arka Planı”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt: 5 Sayı: 19, 2009, s. 77 
270 Pınar BİLGİN, “A Return to ‘Civilization Geopolitics’ in the Mediterranean? Changing Geopolitical Images of the European Union and Turkey in the Post-Cold War Era”, Geopolitics, Cilt: 9, Sayı: 2, 2007, s. 270 
271 Can BUHARALI, “Turkey’s Foreign Policy Towards EU Membership: A Security Perspective”, Turkish Policy Quarterly, Cilt: 3, Sayı: 3, 2004, s. 6 
272 Burak Tangör, “Dış Güvenlik ve Savunma Politikaları”, İçinde: Avrupa Birliği: Tarihçe, Teoriler, Kurumlar ve Politikalar, Belgin AKÇAY ve İlke GÖÇMEN (Edt.), Seçkin Yayınları, Ankara, 2012, s. 589 
273 Ülkü Demirdöğen, “Nice Zirvesi Sonrasında Avrupa Güvenlik Savunma Politikası ve Türkiye”, İstanbul Kültür Üniversitesi Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, 2002, s. 70 
274 Tangör, 2012, s. 590-591 
275 Haydar Efe, “AB’nin Gelişen Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye“, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 3, 2007, s. 133 
276 EFE, 2007, s. 135 
277 Burak Tangör, Avrupa Güvenlik Yönetişimi: Bosna, Kosova ve Makedonya Krizleri, Seçkin Yayınları, 2008, s. 175 
278 Demirdöğen, 2002, s. 74-75 
279 Esra Çayhan, “Towards a European Security and Defense Policy: With or Without Turkey?”, İçinde: Turkey and the European Union Domestic Politics, Economic Integration and International Dynamics, Ali Çarkoğlu ve Barry Rubin (Edt.), Frank Cass Publisher, Londra, 2003, s. 176 
280 Çayhan, 2003, s. 48 
281 Efe, 2007, s. 139 
282 Giovanni Gasparini ve Stefano Silvestri, “A Strategic Approach”, Turkey And European Security: IAI-Tesev Report, 2006, s. 69 
283 Çayhan, 2007, s. 46 
284 Efe, 2007, s. 129 
285 Çayhan, 2003, s. 46 
286 Efe, 2007, s. 129 
287 Hakkı Büyükbaş, “Avrupa Güvenlik Strateji Belgesi ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt: 61, Sayı: 1, 2006, s. 62 
288 Efe, 2007, s. 139 
289 Büyükbaş, 2006, s. 45 
290 Çayhan, 2003, s. 46 
291 Denis Chaıbı ve Burak Akçapar, “Turkey’s EU Accession: The Long Road from Ankara to Brussels”, Yale Journal of International Affairs, Cilt:1 Sayı: 2, 2006, s. 54 
292 Meltem Müftüler Baç, “Turkey’s Accession to the EU: its Potential Impact on Common European Security and Defense Policy”, Turkey And European Security: IAI-Tesev Report, Giovanni Gasparini (Edt.), Roma, 2006, s. 25 
293 Suhnaz Yilmaz “Turkey and the European Union: A Security Perspective”, Turkey And European Security: IAI-Tesev Report, Giovanni Gasparini (Edt.), Roma, 2006, s. 61 
294 Pınar Elbasan ve Burak Ş. Şeker, “Balkanlarda Güvenliğin Sağlamasında Türkiye’nin Rolü ve Karşılıklı Çıkarlar”, İçinde: 21’inci Yüzyılda Uluslararası Örgütlerin Güvenlik Yaklaşımları ve Balkanlar’ın Güvenliği, Uluslararası Balkan Kongresi, Kocaeli Üniversitesi, Kocaeli, 28-29 Nisan 2011, s. 615 
295 Elbasan ve Şeker, 2011, s. 618 
296 Tangör, 2008, s. 197 
297 Tangör, 2008, s. 198-200 
298 Tangör, 2008, s. 200-201 
299 Baç, 2006, s. 23 

***

21 Aralık 2019 Cumartesi

DÜNYANIN VE TÜRKİYENİN ENERJİ GÖRÜNÜMÜ., BÖLÜM 6

DÜNYANIN VE TÜRKİYENİN ENERJİ GÖRÜNÜMÜ., BÖLÜM 6





SİYASİ KİRİZLER VE ENERJİ

Dünyada ve ülkemizde enerjinin görünümü hem bugün hem de gelecekte ülkelerin enerji politikalarını anlamada önemli ipuçları sunmaktadır. 
Bu ipuçları genellikle belirli krizler üzerinden kolayca görülebilirken, çoğu zaman enerji politikaları ile siyasi krizler arasındaki bağlantı gözlerden 
kaçabilmektedir. Enerji ile siyasi krizler arasındaki ilişki oldukça karmaşık bir arka planda yaşandığından, hangisinin diğerini tetiklediği 
konusu genellikle ucu açık kalan izahatlara dayanmaktadır. 

Dünya tarihinin son 50 yılında özellikle Ortadoğu’daki siyasi gelişmelerle enerji rekabeti arasında yakın bir ilişki olduğuna kuşku yoktur. 
Dünyadaki tüm petrol kaynaklarının üçte ikisine sahip olan bir bölgenin böyle bir unsurdan hali olduğunu düşünmek mümkün değildir. Ancak bu ilişki sürecinde bölgesel politikaları belirleyen etnik ve mezhebî farklı unsurların da bulunması, enerjiyi tek başına tüm sorunların sebebi olarak göstermeye yetmemektedir. 

Son 50 yıllık süreç dikkate alındığında Ortadoğu bölgesindeki hemen her olay ya önemli bir enerji krizinin ardından yaşanmış ya da tam tersine bir süreçle, ciddi bir gelişme sonrasında enerji krizleri ortaya çıkmıştır. Örneğin; İran’da 1953 yılında Muhammed Musaddık’ın ABD destekli bir askerî darbeyle iktidardan indirilmesi ve ülkenin uzun vadeli bir istikrarsızlığa itilmesi ardında İran’ın petrol kaynaklarını millileştirmesi kararı bulunmaktadır. Bu karardan rahatsızlık duyan İngiltere ve ABD, milliyetçi bir lideri görevden uzaklaştırmak için askerî darbeyi desteklemiş ve ülke 1979 yılına kadar sürecek bir kaosa sürüklenmiştir. Benzer şekilde Soğuk Savaş yıllarının acımasız rekabet koşullarında Doğu Bloku’nu 
ekonomik anlamda çökertmeye çalışan ABD’nin dünyadaki petrol fiyatları üzerinden spekülasyonlar yaparak kriz çıkarmaya çalışması, enerji ile siyasi krizler arasındaki ilişkinin farklı bir örneğidir. Dünya siyaset literatürüne “Yedi Kız Kardeşler” (Seven Sisters) olarak geçen Batılı büyük petrol şirketlerinin çevirmiş olduğu entrikalar da geçen yüzyılın tarih kitaplarında geniş yer tutmaktadır. 

Osmanlı’nın dağılmasında dahi payı bulunan bu enerji rekabetinin bölgesel siyaseti etkileyen büyük bir koz olma rolü bugün de kendini hissettirmektedir. 

1970’li ve 80’li yılların enerji krizlerinde adı sıklıkla geçen ülkeler ve bunların oluşturduğu Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), zihinlerde derin izler bırakan diğer bir aktör olmuştur. 1960’ta İran, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Venezuela’dan oluşan beş üye tarafından kurulan örgüt, 1971 sonuna kadar Katar, Endonezya, Libya, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir ve Nijerya gibi ülkeleri de bünyesine katmıştır. 1971’e kadar petrol fiyatlarını ABD kontrol ederken bu yıldan itibaren ham petrol fiyatlarını kontrol etme gücü neredeyse bütünüyle OPEC’e geçmiştir. 

Özellikle 1973 Arap-İsrail Savaşı sonrası dönemde petrolün Batı’nın sanayileşmesinde daha hayati bir rol oynamasıyla birlikte arz-talep dengesi 
bozulmuş ve varil bazında satın alma gücü %40 oranında azalmıştır. Bu savaşta ABD ve Batılı ülkelerin İsrail’e destek vermesi üzerine petrol ihraç eden Arap ülkeleri üretimi günde 5 milyon varil azaltarak İsrail’i destekleyen ülkelere ambargo uygulamıştır. Ambargonun uygulanmaya başladığı ilk altı ay içinde fiyatlar %400 artmış ve Batılı ülkelerde ciddi bir ekonomik belirsizlik ortaya çıkmıştır. Nitekim bu enerji krizinin ardından Batılı ülkeler kendi aralarında yeni bir ittifak geliştirmiş ve G-7’yi kurmuşlardır. O tarihten itibaren G-7 oluşumu zengin Batılı ülkelerin dünya siyasetine yön vermek üzere kullandıkları yeni bir platforma dönüşmüştür. 



<  Son 50 yıllık süreç dikkate alındığında Ortadoğu bölgesindeki hemen her olay ya önemli bir enerji krizinin ardından yaşanmış ya da tam tersine bir süreçle, ciddi bir gelişme sonrasında enerji krizleri ortaya çıkmıştır. >

Irak’ın 1980’de İran’a saldırmasıyla yaşanan sekiz yıllık savaş, iki ülkenin de petrol üretimine ve dolayısıyla dünya petrol fiyatlarına büyük oranda yansımıştır. İran ve Irak’ın toplam üretimi günde 6,5 milyon varilden savaşın ilk aylarında 1 milyon varile gerilemiştir. Üretimin düşmesi sadece savaşan ülkelerin ve bölgenin değil, küresel ekonomik dengelerin de sarsılmasını tetiklemiştir. 

Birçok ülkede ekonomik kriz baş gösterirken, yaşam kalitesi düşmeye başlamış; yükselen fiyatlar sanayileşmiş ülkelerdeki maliyetleri etkilerken, kalkınmakta olan ülkelerdeki dış borç yükünü arttırmış ve bunun doğrudan etkisiyle birçok ülkede ekonomik krizler siyasi kaosu beslemiştir. 
Nitekim doğrudan sebebi olmamakla birlikte, 1990 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşünü ve dolayısıyla Soğuk Savaş’ın bitişini getiren unsurlardan biri de 1980’li yıllarda yaşanan enerji fiyatlarındaki bu istikrarsızlık ve Moskova yönetiminin ekonomik rekabeti daha fazla devam ettirememesidir. 

Enerji fiyatlarındaki dalgalanma ile siyasi krizler arasındaki bağlantıyı gösteren önemli detaylardan biri de hemen her kriz öncesinde veya ertesinde 
yaşanan fiyat değişimleridir. 

Örneğin; 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali sadece bölgesel değil, tüm küresel dengeleri de değiştirmiştir. Kendisi de bir petrol üreticisi olan Irak’ın diğer bir büyük petrol üreticisi olan Kuveyt’i işgali ve bu işgalin ardından başlayan Körfez Savaşı’nın yol açtığı belirsizlik, ham petrolün 20 dolarlık varil fiyatında %50 artışla ani bir yükseliş getirmiş, bu yüksek fiyatlar savaştan sonra 1994’e kadar ancak istikrara kavuşmuştur. Başta Türkiye olmak üzere, bu fiyat istikrarsızlığı birçok ülkede derin ekonomik krizlere sebep olmuştur. 1990’dan 1997’ye kadar dünya petrol tüketimi günde 6,2 milyon varil seviyesinde artmış, aynı dönemde ABD ekonomisi güçlenmiş, Asya Pasifik bölgesi ciddi bir gelişme kaydetmiştir. Ancak çok geçmeden bu kez Asya’da patlak veren ekonomik kriz birçok ülkede iktidar değişimlerini getirmiş, 11 Eylül 2001 saldırılarından itibaren de petrol fiyatları yeniden hızlı bir şekilde artış trendine girmiştir. 





TÜRKİYE HARİTA PETROL BORU HATTI EKLE

Bugün de benzer şekilde mevcut enerji kaynakları ile köklü siyasi krizler arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Hatta Türkiye özelinde düşünüldüğünde son yıllarda devletlerin yanı sıra silahlı grupların da enerji odaklı bir politika izlemeye başladıkları görülmektedir. Yaşanan çatışmaların ve uluslararası krizlerin arkasında yatan asıl sebebin bölgede faal halde bulunan enerji kaynakları ve bu kaynakların geçtiği güzergâhların güvenliğini sağlamak olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 

Ortadoğu, Orta Asya ve Hazar Havzası bölgelerindeki enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara ulaştırıldığı petrol ve doğalgaz hatları üzerindeki 
gerilimler; artık enerji ile güvenlik politikaları arasında doğrudan bağlar kurulmasını getirmiştir. 

Kafkasya bölgesinde Gürcistan, Ermenistan, Dağıstan ve Azerbaycan gibi ülkelerin yaşadıkları gerilim ve çatışmaların bu bölgeden geçen petrol ve doğalgaz boru hatları ile bağlantılı olduğuna kuşku yoktur. Veya Türkiye’nin Kuzey Irak’a ilişkin politikaları ve PKK terörünün Kerkük-Musul petrolleri ile bağlantısı da zannedilenin aksine oldukça ilgilidir. 

Irak’ta DAEŞ’in ortaya çıkış sebebi büyük oranda Sünni-Şii çatışması özelinde gözükse de Kuzey Irak Kürt Yönetimi, merkezî hükümet ve DAEŞ arasında petrol konusunda gelinen nokta itibarıyla yaşanan gerilimin arkasında enerji kaynakları nın kontrolünün önemli rolü olduğu çok açık şekilde görülmektedir.2 150 milyar varillik rezerv bulunduran Irak’ta Musul’u ve Beyci rafinerisini, ardından da ülkenin doğusundaki bazı alanları ele geçiren DAEŞ, Irak petrol rezervlerinin %17’lik bölümünü kontrol altında tutmaktadır.3 Suriye’de de Rakka ve el-Ömer gibi ülkenin önemli petrol alanlarını ele geçiren DAEŞ, bölgede tamamen enerji odaklı bir strateji izlemektedir. 

Irak petrolünün dünya pazarına ulaşmasında önemli bir yere sahip olan Kerkük-Yumurtalık boru hattı, şu an DAEŞ’in bölgedeki saldırıları sebebiyle tehdit altında dır. DAEŞ’in bölgede bir aktör olarak varlık kazanması, buradan yapılan petrol sevkiyatının da önemli derecede aksamasına neden olmaktadır. Bunun da ister istemez başta Türkiye ve Irak ekonomisi olmak üzere bölgesel ve küresel enerji politikalarına yansımaları bulunmaktadır. 

Enerji rezervlerinin olduğu yerlerin çatışma alanı ya da devletler arasında sorunlu ve üzerinde mutabık kalınamayan alanlar olmasına bir diğer örnek ise Kıbrıs Adası ve Doğu Akdeniz’dir. Doğu Akdeniz, KKTC’nin varlığından dolayı Türkiye için bir “ulusal güvenlik meselesi” olmasının yanı sıra, doğu-batı yönlü ticari hareketliliğin merkezi ve keşfedilen petrol/doğalgaz rezervleri ile birlikte küresel/ bölgesel güç mücadelesinin kavşağı olması beklenen bir coğrafya olmaya adaydır. 

2003 yılında GKRY adanın çevresinde petrol ve doğalgaz arama çalışmalarına başlamıştır. Rum yönetimi, 

AB’nin de desteğini alarak 2 Nisan 2004 tarihinde BM’ye, KKTC ve Türkiye’nin uluslararası hukukta var olan haklarını yok sayarak “Kıbrıs Cumhuriyeti” 
adına 21 Mart 2003 tarihinden geçerli olmak üzere 200 millik bir Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilanı gerçekleştirmiştir. MEB ilanının ardından GKRY, 26 Ocak 2007 tarihinde Kıbrıs Adası’nın güneyinde 13 adet petrol arama ruhsat sahası ilan ederek bu sahaları ihale etmiştir. İhale edilen sahalardan 12 numaralı sahaya ait haklar, İsrail menşeli Delek Grup ile ABD menşeli Noble Energy şirketleri tarafından alınmıştır. 

Kasım 2014’te Türkiye’nin ikili ilişkilerde sorun yaşadığı Rum Yönetimi, Yunanistan ve Mısır hükümet başkanları Kahire’de bir araya gelerek Doğu Akdeniz’de enerji sondajı, üretimi ve pazarlanması konularında iş birliği yapılması başta olmak üzere, bölgesel güvenlik meselelerinde iş birliğine giden bir anlaşma imzalamışlardır.4 

İsrail’in 20. yüzyılın ortalarından itibaren işgal altında tuttuğu toprakları tüm uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayar şekilde genişletme uygulamaları, deniz yetki alanlarında da devam etmektedir. İsrail ile GKRY arasında yapılan MEB anlaşması sonrasında İsrail, diğer sahildar devletlerle hiçbir anlaşma imzalamaksızın, 12 Temmuz 2011 tarihinde MEB sınırlarını gösteren koordinat listesini BM Genel Sekreteri’ne bildirerek MEB ilanında bulunmuştur. Ayrıca İsrail, aynı sularda hakkı bulunan Filistin’in bağımsızlığını tanımamakta ısrar ederek Gazze Şeridi’ne ait Gaza Marine 1 ve Gaza Marine 2 alanlarında tespit edilmiş olan doğalgaz yataklarını kullanabilmek için sürekli olarak Gazze’ye yönelik askerî saldırılar düzenlemektedir.5 

Bölgesel olarak enerji geçiş noktalarında yer alan ülkeler arasında yaşanan bir diğer önemli problem kaynağı ise Azerbaycan-Ermenistan arasındaki askerî çatışmalardır. Dağlık Karabağ’ın da dâhil olduğu Azerbaycan topraklarının %20’sini işgal etmesi sebebiyle Türkiye ve Azerbaycan, 1993 yılından itibaren kara sınırlarını Ermenistan’a kapatmıştır. Bu durum İran’ı Gürcistan’la birlikte Erivan’ın dünyaya açılabileceği iki kapıdan biri haline getirmiştir. Ayrıca, Karabağ Savaşı sırasında bile Ermenistan’a mal akışını kesmemesi ve Karabağ meselesinde tarafsızlık politikası benimsemesi, İran’ı Ermenistan nezdinde diplomatik ve ekonomik alanda stratejik bir ortak konumuna getirmiştir.6 

Bugün bölgemizde devam eden gerilimlerin büyük bölümü var olan enerji kaynaklarının paylaşımı veya bu kaynakların uluslararası pazarlara 
ulaştırıldığı hatlar üzerinde bulunmaktadır. Dolayısıyla dünyanın enerji konusundaki geleceği planlanırken, sahada yaşanan sıcak çatışmaların 
da bunlara göre azalıp artma eğilimi göstereceğini söylemek yanlış olmayacaktır. 

Enerji bağlamında yeni bir çatışma noktası olarak Doğu ve Güney Çin Denizi’nden de bahsetmek gerekmektedir. Zira Güney Çin Denizi’nin 
zengin petrol, doğalgaz ve deniz ürünleri kaynakları, bu bölgede egemenlik tartışmalarını körükleyen en önemli unsurlardan biridir. Güney Çin Denizi üzerindeki bu tartışmalar, aslında Soğuk Savaş öncesi döneme dayanmaktadır. Stratejik bir bölge olan Güney Çin Denizi Malakka Boğazı, Hint Okyanusu, Körfez Bölgesi ve Doğu Afrika sahillerini Çin’e açar durumdadır. Uzun zamandır belirsizliğe itilen bu sorunun gün yüzüne çıkmasında, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte hızlı bir kalkınma sürecine giren Güneydoğu Asya Uluslar Birliği ülkelerinin Güney Çin Denizi’ne önem vermeye başlamaları belirleyici olmuştur. Özellikle son 20 yıldır Çin’in bölgeyi ve küresel pazarı etkileyen kalkınması ile birlikte bu bölge küresel dengeleri etkileyecek şekilde ön plana çıkmıştır. Büyük Okyanus ile Hint Okyanusu arasındaki önemli uluslararası nakliye güzergâhını barındırmasıbakımından başta ABD olmak üzere Batılı devletler ve Avustralya da bu bölge üzerindeki tartışmalara dâhil olmuştur. 
7-11 milyar varil petrol ve 5,3 trilyon metreküp doğalgaz potansiyeline sahip olduğu tahmin edilen Güney Çin Denizi, bölge petrol ve doğalgaz rezervlerinin
%70’ini barındırmaktadır.

SONUÇ 

Önemi giderek artan enerji, son dönemde uluslararası sistemde ülkelerin refahı ve kalkınması açısından en stratejik araçlardan biri haline gelmiştir. Bugün dünya liderliği ile enerji kaynakları arasında doğrudan bir ilişki vardır. 1. Dünya Savaşı’ndan itibaren dünya üzerinde yaşanan çatışmaların görünürdeki sebepleri bir yana, arka planlarında gelişmiş devletlerin enerji rezervlerine sahip olma yahut enerji nakil güzergâhlarını kontrol altında tutma isteklerinin olduğu görülmektedir. İnsanların ihtiyacının karşılanmasında ve kalkınmadaki rolü göz önüne alındığında, devletler arasında yaşanan siyasi krizlerin ve devlet dışı silahlı aktörler arasındaki çatışmaların enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelerde yoğunlaştığı gözlenmektedir. Petrol ve doğalgaz, ticari değer taşımaya başladıklarından bu yana yaşanan politik çatışmaların temel sebebi 
haline gelmiştir. Çatışma bölgelerinin enerji kaynakları ile doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Suriye, Irak ve bölgedeki diğer çatışmalar, Doğu Akdeniz’de bulunan ve dünya enerji rezervlerinin büyük kısmını içinde barındıran doğalgaz rezervlerini kimin kontrol edeceği meselesinden kaynaklanmaktadır. 

Ortadoğu petrolleri ve Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerinin yanı sıra yeni bir küresel çatışma alanı olarak Doğu ve Güney Çin Denizi de ön plana çıkmakta dır. Güney Çin Denizi’ndeki zengin petrol, doğalgaz ve deniz ürünleri kaynakları, bölge ülkelerinin hak iddialarını gündeme getiren önemli unsurlardan birini oluşturmaktadır. 

Enerji politikaları siyasi krizlere yol açtığı gibi, enerjide karşılıklı bağımlılık da devletlerin birbirleri ile olan ilişkilerini düzenleyen bir faktör olarak uluslararası sistemde önemli bir yere sahiptir. Türkiye’nin Rusya ile yaşadığı uçak krizinin kısa sürede atlatılmasının en temel sebebi, Türkiye ve Rusya arasındaki Türk Akımı ile Akkuyu Nükleer Güç Santrali projeleridir. 

Genel olarak bakıldığında ise, fosil yakıtlar, dünya enerji görünümünde sıralamadaki yerlerini yenilenebilir enerjiye bırakmaktadır. 2014’te yenilenebilir 
kaynaklar dünyanın yeni enerji yatırımlarının neredeyse yarısını oluşturmaktadır. 2030 yılında yenilenebilir enerjinin kömürü geçerek elektrik üretiminde öncü rol oynayacağı tahmin edilmektedir. World Economic Outlook/WEO 2015 verilerine göre, 2040 yılında özellikle Hindistan, Çin, Afrika, Ortadoğu ve Güneydoğu Asya kaynaklı olarak küresel enerji kullanımının üçte bir oranında artacağı öngörülmektedir. 

SON NOTLAR 

1 T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, “Petrol”, http://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Petrol 
2 http://aa.com.tr/tr/dunya/isid-enerji-depoluyor/145232 
3 http://aa.com.tr/tr/dunya/isid-enerji-depoluyor/145232 
4 http://politikaakademisi.org/2014/11/16/dogu-akdenizde-turkiye-karsiti-bir-ittifak-mi/ 
5 Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Arasında Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırması Anlaşması, 17 Şubat 2003, 
   http://www.un.org/dep-ts/los/LEGISLATIONANDTREATIES/PDFFILES/TREATIES/EGY-CYP2003EZ.pdf; 
   Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Lübnan Arasında Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Anlaşması, 17 Ocak 2007; Güney Kıbrıs 
   Rum Yönetimi ile İsrail ile Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Anlaşması, 17 Aralık 2010. 
6 http://www.bilgesam.org/incele/162/-iran-ermenistan-iliskileri--tecri-de-karsi-dayanisma/#.V772F5iLTIV 

KAYNAKÇA 

An Annotated History of Oil Prices Since 1861, 
http://www.businessinsider.com/annotated-history-crude-oil-prices-since-1861-2014-12 
Annual Energy Outlook 2015 with projections to 2040, U.S. Energy Information 
Administration, DOE/ EIA- 0383 (2015), Nisan 2015. 
“BP Energy Outlook 2016 edition Outlook to 2035”, 
http://www.bp.com/content/dam/bp/pdf/energy-economics/energy-outlook-2016/bp-energy-outlook-2016.pdf 
“BP Energy Outlook 2035 Country and Regional Insights-Global”, http:// 
www.bp.com/en/global/corporate/energy-economics/statistical-review-of-world-energy/downloads.html 
“Dünya ve Ülkemiz Enerji ve Tabii Kaynaklar Görünümü”, T.C. Enerji ve Tabii 
Kaynaklar Bakanlığı, 1 Temmuz 2016, http://www.enerji.gov.tr/File/?path=
ROOT%2f1%2fDocuments%2fEnerji%20ve%20Tabii%20Kaynaklar%
20G%C3%B6r%C3%BCn%C3%BCm%C3%BC%2fSayi_13.pdf 
“Enerji Diplomasisi”, 
http://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Enerji-Diplomasisi 
“Energy Efficiency Market Report 2015”, 
http://www.iea.org/publications/freepublications/publication/energy-efficiency-market-report-2015-.html 
“Ham Petrol ve Doğalgaz Sektör Raporu, Türkiye Petrolleri”, Mayıs 2016, 
http://www.enerji.gov.tr/File/?path=ROOT%2f1%2fDocuments%2fSekt%C3%B6r%20Raporu%2fTP_HAM_PETROL-DOGAL_GAZ_SEKTOR_RAPORU__2015.pdf 
James D. Hamilton, Historical Oil Shocks, Department of Economics University of California, San Diego, February 2011, 
http://econweb.ucsd. edu/~jhamilton/oil_history.pdf 
“Key Natural Gas Trends, Excerpt Gas Natural Gas Information (2015)”, International Energy Agency, https://www.iea.org/ 
“Technology Roadmap Nuclear Energy (2015)”, Nuclear Energy Agency & International Energy Agency, 
https://www.iea.org/media/freepublications/technologyroadmaps/TechnologyRoadmapNuclearEnergy.pdf 
Turkey International Energy Data and Analysis, U.S. Energy Information Administration August 6, 2015. 
Turkey, U.S. Energy Information Administration, August 6, 2015, 
https://www.eia.gov/beta/international/analysis_includes/countries_long/Turkey/turkey.pdf 
“Uluslararası Boru Hatları ve Boru Hattı Projeleri”, 
http://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Uluslararasi-Boru-Hatlari-ve-Boru-Hatti-Projeleri 
“World Energy Outlook 2015”, International Energy Agency, 
http://www.worldenergyoutlook.org/weo2015/ 

..............

Karagümrük Mh. Kaleboyu Cd. Muhtar Muhittin Sk.No:6 PK.34091 Fatih / İstanbul - TÜRKİYE 
www.insamer.com info@insamer.com 

ARKA KAPAK KAPANIŞ  BİLĞİSİ



Önemi giderek artan enerji, son dönemde uluslararası sistemde ülkelerin refahı ve kalkınması açısından en stratejik araçlardan biri haline geldi. Bugün dünya liderliği ile enerji kaynaklarına sahip olma arasında doğrudan bir ilişki söz konusu. 1. Dünya Savaşı’ndan itibaren dünya üzerinde yaşanan çatışmaların görünürdeki sebepleri bir yana, bu çatışmaların arka planlarında gelişmiş devletlerin enerji rezervlerine sahip olma yahut enerji nakil güzergâhlarını kontrol altında tutma isteklerinin olduğu görülüyor. 
Günümüzde Suriye, Irak ve bölgedeki diğer çatışmalar, Doğu Akdeniz’de bulunan ve dünya enerji rezervlerinin büyük kısmını içinde barındıran doğalgaz rezervlerini kimin kontrol edeceği meselesinden kaynaklanıyor. 

Ortadoğu petrolleri ve Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervlerinin yanı sıra yeni bir küresel çatışma alanı olarak son dönemde keşfedilen zengin petrol, doğal gaz ve deniz ürünleri kaynakları, Doğu ve Güney Çin Denizi’ni yeni bir gerilim bölgesi olarak gündeme getiriyor. 

www.insamer.com 
info@insamer.com 

***