IŞİD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
IŞİD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2016 Cuma

Irak’ta IŞİD’le Mücadelede Kritik Eşik: Musul Operasyonu





Irak’ta IŞİD’le Mücadelede Kritik Eşik: Musul Operasyonu


 
Bilgay Duman
2016-10-27



   17 Ekim 2016 tarihinde başlayan Musul operasyonu pek çok tartışmayı beraberinde getirmiştir. 

   ABD’nin tutumu, Irak’taki güçlerin dağılımı, Türkiye’nin Başika’daki varlığı, operasyon süreci ve sonrası gibi konular gündemin ana maddelerini oluşturmaktadır. Irak’ta IŞİD’le mücadelede kritik bir eşik olacağı düşünülen Musul operasyonuna ilişkin tartışmalar daha uzun sürecek gibi görünse de operasyona ilişkin bir ön değerlendirme yapmak yerinde olacaktır.
Musul operasyonu başlangıç tarihi itibariyle bir sürpriz değildir. ABD’nin bu operasyonu Kasım 2016’da düzenlenecek olan başkanlık seçimleri öncesinde yapmayı planladığı bilinen bir gerçektir. Operasyona ilişkin ABD’li yetkililer tarafından yapılan açıklamalarda Ekim 2016 tarihinin hedeflendiği çok kez ifade edilmiştir. ABD Başkanı Barack Obama’nın, dönemini, sözlerini yerine getirmiş olarak kapatmak istediğini söylemek mümkündür. Operasyonun Demokratlara da seçimde bir avantaj sağlayacağı hesap edilmektedir. ABD’deki başkanlık seçimleri için Demokrat Parti’nin adayı olan Hillary Clinton’un başkanlık yarışında bir adım önde olduğu, yapılan çoğu ankette ortaya çıkan sonuç olmuştur. Musul operasyonuna başlanmış olmasının Clinton’a avantaj sağlayacağı düşünülmekte dir.

Ancak ABD dahil bütün ülkeler Musul operasyonunun kısa vadede bitirilemeyeceğinin farkındadır. Aslında Iraklı yetkili makamların Musul operasyonuna başlanması konusunda pek de istekli davranmadıklarını da söylemek mümkündür. Operasyon için yeterli hazırlıkların tamamlanamadığı pek çok Iraklı yetkili tarafından kabul edilmektedir. Bununla birlikte her ne kadar Erbil ve Bağdat’ın operasyon planları konusunda anlaştığı söylense de sahada tam bir koordinasyon olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Bu durum Musul operasyonuna ilişkin olarak Irak’ta tedirginlik yaratmaktadır. Ancak Iraklıların büyük bölümü için ABD desteği olmadan operasyonun başarıya ulaşması mümkün görünmemektedir.

Neredeyse Irak’taki hemen hiçbir bölgede ABD’nin hava desteği olmadan IŞİD’e karşı büyük bir ilerleme sağlanamadığı bir gerçektir. Tikrit operasyonu bu açıdan en büyük örneği teşkil etmektedir. Tikrit operasyonunda Irak merkezi hükümeti önce ABD’nin hava desteği olmadan operasyon yapmaya kalkışmıştır. ABD’nin hava desteği olmadan yaklaşık 3 ay süren Tikrit operasyonunda ilerleme sağlamak mümkün olmamıştır. Hatta ilerleme sağlanamaması nedeniyle sahadaki güçler arasında koordinasyon dahi kopmaya başlamış ve sorunlar çıkmıştır. Bunun üzerine Irak merkezi hükümeti operasyonu durdurmak zorunda kalmıştır. Operasyon durduktan kısa bir süre sonra ABD’nin hava desteği ile başlatılan operasyon sonucu Tikrit alınabilmiştir. Irak merkezi hükümeti, ABD’nin desteği olmaksızın Musul’da büyük çaplı bir ilerleme olmayacağının farkındadır. Bu nedenle ABD’nin öncelikleri ve yönlendirmesine uygun davranmak zorunda kalmaktadır. Bu durum sadece operasyonun başarısıyla ilgili değildir. Irak merkezi hükümeti özellikle Erbil tarafından ortaya konabilecek aşırı istekler konusunda da ABD’nin bir denge rolü oynadığını bilmektedir. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin son Bağdat ziyaretinin bunun bir göstergesi olduğunu söylemek mümkündür. ABD, Erbil’i Bağdat’la anlaşması için teşvik etmiştir. Barzani de ABD desteğinden mahrum kalmamak için Bağdat’la uzlaşma yolunu seçmiş görünmektedir. Bu nedenle hem Erbil hem de Bağdat, ABD ile uyum göstermek zorunda kalmaktadır. Erbil ve Bağdat için bu durum bir tercihten çok zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Zira ABD’nin desteğindeki ağırlık merkezinin bir tarafın lehine kayması, dengeleri büyük oranda değiştirebilecek niteliktedir. Kısacası Musul operasyonunun zamanlamasındaki ilk tercihin ABD’de olduğu, ancak Erbil ve Bağdat’ın da buna uyum gösterdiğini söylemek mümkündür.

Musul Operasyonunda Son Durum

Operasyona 15 bin civarında Peşmerge ile 30 bin civarında Irak güvenlik güçlerinin katıldığı bilinmektedir. Bu güvenlik güçleri içerisinde Irak Ordusu çoğunluğu oluştururken, federal polis, yerel polis, aşiret birlikleri de bulunmaktadır. Ayrıca Irak’taki en tartışmalı aktörlerden biri olan Haşdi Şaabi’nin de operasyona katılıp katılmayacağı konusunda belirsizlik yaşanmaktadır. Ancak Haşdi Şaabi’nin operasyona katılsa bile Musul şehir merkezine girmeyeceği söylenmektedir. Bununla birlikte sayısal çoğunluktan öte IŞİD’e karşı savaşan güçlerin askeri yeterliliği de savaşın gidişatında belirleyici olacaktır. Musul operasyonuna katılan Irak güvenlik güçlerinin yeterli oranda eğitim almadığı ve tecrübesiz oldukları yönünde tartışmalar bulunmaktadır.
IŞİD’in kullandığı farklı yöntemler, Musul operasyonuna katılan Irak güvenlik güçlerinin IŞİD’le savaşmadaki yeterliliğinin sorgulanmasına yol açmaktadır. IŞİD, standart savaş yöntemlerinin dışında yöntemler kullanmaktadır. Özellikle IŞİD’in tünelleri kullanarak Musul’daki güvenlik güçlerine verdiği karşılık, zaman zaman beklenmeyen, şaşırtıcı eylemler olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle IŞİD’le savaşta sadece doğrudan savaş yöntemleri yeterli görünmemektedir.
Operasyona uluslararası koalisyon güçlerinin eğittiği Irak güvenlik güçleri de katılmaktadır. Musul operasyonu bu güçlerin sınavı olacaktır. Burada sadece Musul’un IŞİD’den geri alınması değil, Musul’un korunması ve muhtemel çatışmaların da önüne geçilmesi önemli olacaktır.

Irak Başbakanı Haydar El-Abadi, operasyonun ilk haftasında beklenenden hızlı bir ilerleme sağlandığını açıklamıştır. Ancak büyük ilerleme Peşmergeler ve Irak Ordusu’nun ortak operasyon hattında gerçekleşmiştir. Özellikle Peşmergelerin ilerlediği doğu-batı hattında önemli bir ilerleme sağlanmıştır. Operasyon planlarına göre, Peşmergelerin Irak’ta tartışmalı bölgeler olarak bilinen ve Irak Anayasası’nın süresi geçmiş 140. Maddesi kapsamına giren bölgelerin ötesine geçmeyeceği bilinmektedir. Musul şehir merkezine sadece Irak merkezi hükümetine bağlı güvenlik güçlerinin girmesi planlanmaktadır. Peşmergeler operasyonun başlangıcından itibaren Musul’un güneyinde bulunan Dicle nehrinin batısındaki Mahmur’dan başlayarak, Musul’un kuzeyine doğru bir cephe açmış durumdadır. Peşmergeler bu hat doğrultusunda doğu-batı yönlü ilerleme sağlamıştır. Yani Erbil’den Musul’a doğru birkaç cephe açılmıştır. Bu hat şehrin dış çeperini oluşturmaktadır. Bu bölgeler daha çok Kürt nüfusla birlikte azınlık nüfusun yaşadığı yerlerdir. Ancak bu bölge neredeyse insansız bölgelerdir. IŞİD’in 2014’te Musul’u işgal etmesinin ardından buradaki nüfusun büyük bölümü göç etmek zorunda kalmıştır. Bu nedenle Peşmerge savaş alanında rahat ilerleme sağlayabilmiştir. Bu bölgelerin bir kısmında Erbil ve Bağdat’ın anlaşmasına dayalı olarak Irak Ordusu da Peşmerge ile ortak operasyon yapmaktadır. Yapılan operasyonlar sonucu 20’ye yakın yerleşim yerinin IŞİD’den temizlendiği bilinmektedir. Diğer taraftan Irak Ordusu da yine Musul’un güneyinde bulunan Dicle Nehri’nin batısındaki Geyyara’dan hareket etmiştir. Geyyara’dan bulunan hava üssü de aynı zamanda ABD öncülüğündeki koalisyonun operasyon merkezi konumundadır. Irak Ordusu ve güvenlik güçleri buradan güney-kuzey yönünde ilerlemekte ve Dicle Nehri’nin kıyısından kuzeye doğru önemli bir koridor açmıştır. Burada Irak güvenlik güçleri için ciddi bir zorluk bulunmaktadır. Nitekim Irak güvenlik güçlerinin açtığı koridorun hem doğusu hem batısı IŞİD’in elindedir. Yani Irak güvenlik güçleri operasyonu kuzeye doğru genişletirken, aynı zamanda batı ve doğu cephelerini de akılda tutmak zorundadır. Ancak bu konuda Peşmergeler daha rahattır. Zira Peşmerge arkasını güvenli bölgeye, yani Erbil’e dayamış durumdadır. Ancak Irak Ordusu dört bir yanını kollamak zorundadır. Bu durum önümüzdeki süreçte Irak güvenlik güçleri için bir problem ortaya çıkarabilir.

Ayrıca IŞİD’in Musul şehrinin dış çeperinde değil, daha çok şehir merkezinde ana savaş için hazırlık yaptığı söylenmektedir. Bu nedenle merkeze yaklaştıkça çatışmaların artması ve ilerlemenin zayıflaması beklenmektedir. Hatta zaman zaman IŞİD’in geri kazanım sağlayabileceği bölgeler ortaya çıkabilir. Musul’da halen yaşayan 1.5 ila 2 milyon arasındaki sivil nüfus da hesaba katılmalıdır. Bu nedenle şehir merkezine yaklaştıkça hava operasyonları konusunda da sıkıntı yaşanabilir. Zira sivil bölgelerde yapılacak hava operasyonlarında sivil kayıpların yaşanmaması için daha dikkatli davranılması gerekmektedir. Aksi takdirde büyük sivil ölümlerine ve insani krizlere yol açılabilir.

Musul operasyonunu çevresinden bağımsız düşünmemek gerekmektedir. Musul şehir merkezinin alınması, Musul operasyonunun sonuna gelindiğini göstermeyecektir. Önemli olan Musul’daki istikrarın sağlanmasıdır. Ancak Musul’un çevresi temizlenmeden ve IŞİD’in lojistik destek hatları kesilmeden yapılan operasyonun kısa vadede başarılı olması zor görünmektedir. Telafer, Havice, Kaim’deki IŞİD varlığı halen dikkat çekici boyuttadır. İşte Kerkük’te Musul operasyonundan sadece günler sonra yaşanan IŞİD baskını önemli bir mesajdır. Musul’dan çok daha küçük bir yer olan Kerkük’ün ilçesi Havice’deki IŞİD varlığı temizlenmeden operasyona başlanmıştır. IŞİD’in başka bölgelerdeki uyuyan hücrelerini de harekete geçirmesi muhtemeldir. Bu nedenle beklenmeyen gelişmeler yaşanabilir ve operasyon beklenenden uzun sürebilir.

Türkiye’nin Pozisyonu

21 Ekim 2016 tarihinde ABD Savunma Bakanı Ashton Carter’ın Türkiye ziyareti sonrasında Türkiye’nin Musul operasyonuna ilişkin pozisyonu daha netleşmiş görünmektedir. ABD Savunma Bakanı Carter ziyaret sonrası yaptığı açıklamada, Türkiye’nin operasyona dahil olmasını istediklerini ve Türkiye ile Irak merkezi hükümetinin prensipte anlaştığını açıklamıştır. Bu kapsamda Türkiye, Musul operasyonunda aktif rol alacak gibi görünmektedir. Zira Türkiye, IŞİD’e karşı yapılan hava operasyonlarına destek vermeye başlamıştır. Ayrıca istihbarat, lojistik ve askeri yardım desteği de sağlanabilir. Türkiye’nin Başika’daki askeri varlığı halen tartışılırken, Türkiye, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve siyasi birliğinin sağlanması konusundaki hassasiyetlerini sürdürmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin Başika’daki askeri varlığı, sadece Irak’ın terörle mücadelesine bir destek olarak algılanmalıdır. Zira Başika’daki Türk varlığı, ABD Başkanı Barack Obama’nın 2014 Eylül’ünde açıkladığı, IŞİD’le mücadele stratejisine ters bir durum oluşturmamaktadır.
Başika’daki Türk varlığı IŞİD’e karşı mücadele ederken aynı zamanda IŞİD’e karşı savaşan gruplara de eğitim desteği vermektedir. Nitekim Türkiye’nin Başika’da eğittiği gruplar operasyonda yer almaktadır. Irak tarafı da bu gücün operasyona katılmasına onay vermiştir. Bu bir anlamda Türkiye’nin Başika’daki varlığının kabullenildiğinin bir göstergesi olarak ifade edilebilir. Türkiye’nin hiçbir şekilde ne Irak’ta ne de başka bir ülkede toprak kazanma hedefi yoktur. Irak, Türkiye’nin eğitim vermesine karşı olmadığını, Türkiye’nin Başika’da bulunan askeri yığınağının rahatsızlık verdiğini açıklamaktadır. Ancak, burada eğitim veren birliğin korunması söz konusudur. Irak güvenlik güçlerinin bu bölgede denetimi olmadığı bilinmektedir. Başika’da bulunan eğitim üssünün çevresinde IŞİD varlığı vardır. Bu nedenle Türkiye de kendi korumasını sağlamıştır. Nitekim Türkiye, Başika’daki kampa yapılan IŞİD saldırılarında şehit bile vermiştir. Başika çevresinde Türkiye’nin IŞİD’e karşı yaptığı saldırılarda 700’e yakın IŞİD üyesinin öldürüldüğü bilinmektedir. Türkiye, Musul operasyonunda uluslararası koalisyon güçleri ve Irak güvenlik güçleri ile koordineli olarak hareket etmek istemektedir.
Bu noktada Türkiye’nin hassasiyetlerinin anlaşılmaya başladığı görülmektedir. Öncelikle Türkiye, bölgede terör örgütü PKK’nin yeni bir yapılanma ve ikinci bir Kandil oluşturmasından endişe duymaktadır. Musul operasyonu ve sonrasında Irak’ın ve koalisyon güçlerinin bu konuda adım atmaması durumunda Türkiye kendisi inisiyatif alacaktır. Ayrıca bölgeden Türkiye’ye yönelik bir göç hareketi de Türkiye açısından bir endişe kaynağıdır. Bu sürecin doğru yönetilmesi Türkiye açısından kritik bir meseledir. Suriye’de yaşanan tecrübe, Irak konusunda daha dikkatli davranılmasını beraberinde getirmektedir. Eğer bu süreçte Irak ve uluslararası kamuoyu yetersiz kalırsa Türkiye yine önlemlerini alacaktır. Ayrıca bölgedeki Türkmenlerin durumu da Türkiye için önemlidir. 
  Özellikle Telafer hassasiyeti üst düzeydedir. 
Telafer’in kurtarılması sonrasında bölge halkının geri dönmesi durumunda etnik ve mezhep çatışması çıkmaması Türkiye’nin öncelikleri arasındadır. Ayrıca terör örgütü PKK’nın da Telafer üzerinde baskı kurabileceği söylenmektedir. Böyle bir tehlikenin ortaya çıkması durumunda da Türkiye hamle yapacaktır. Başika meselesi iki ülke ilişkilerini her zamankinden fazla germiştir. Ancak her iki ülke de uzlaşma yollarını aramaktadır. Türkiye bölgedeki istikrardan yana. Irak’ın istikrara kavuşması için de her türlü yardıma hazırdır. Bu yüzden Irak’ın Türkiye’den fayda sağlamayı gözetmesi yerinde olacaktır. İlişkilerin daha fazla gerginleşmesi ne Türkiye’ye ne de Irak’a bir fayda sağlayacaktır.


28 Ekim 2015 Çarşamba

IŞİD’in Ramadi’yi Kontrolü ve Bağdat-Washington Eksenindeki Gelişmeler






IŞİD’in Ramadi’yi Kontrolü ve Bağdat-Washington Eksenindeki Gelişmeler



Ali SEMİN
www.bilgesam.org





Irak’ta yerel güvenlik güçlerinin ve ABD öncülüğünde kurulan uluslararası koalisyonun Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütüne karşı başlattığı 
askeri mücadeleden bugüne kadar herhangi bir somut netice alındığını söylemek mümkün değildir. Irak, 10 Haziran 2014 tarihinden bu yana IŞİD 
krizinden ve petrol fiyatlarının düşüşünden dolayı ekonomik krizle de mücadele etmektedir. 
IŞİD tehdidinin büyümesiyle birlikte ortaya çıkan göç sorunu, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası toplumun ve Irak hükümetinin 
yaşanan krizi aşmasını zorlaştırmaktadır. 

Irak’ın IŞİD krizi ile beraber ülke tarihinin en zorlu dönemecinden geçtiğini ve bu sorunun yalnızca havadan sınırlı operasyonlarla çözülemeyeceğini 
ifade etmek gerekir. Gerek yerel güvenlik güçleri gerek uluslararası koalisyon IŞİD’in ülkedeki ilerleyişini kısa süreliğine durdurmayı sağlasa da örgütün 
Irak’ta ve hatta Suriye’de stratejik bölgeleri denetimine aldığı görülmektedir. IŞİD’in Anbar’ı kontrol etmesi hem bölgesel ve küresel güçlerin Orta Doğu’daki 
güç rekabeti açısından hem de Irak’ın iç siyasetindeki etnik ve mezhepsel ayrışmaların keskinleşmesi bakımından oldukça önemli bir gelişmedir. 
IŞİD sadece bir örgütten ibaret değildir. Bölgede yaşanan gelişmeler ve güç boşluğunun belirginleşmesi sonucunda çıkara dayalı bir güç mücadelesinin de 
aracıdır. Küresel ve bölgesel güçlerin Irak ve Suriye’deki nüfuz rekabetinin sonucunda güçlenen IŞİD’e karşı Ağustos 2014’ten beri yürütülen operasyonlara 
ramen örgütün zayıflatımaması/ve ilerleyişinin durdurulamaması kuşkulara yol açmıştır. Bu bağlamda IŞİD sorununun ardından Irak’ta ortaya 
çıkan milisleşme süreciyle birlikte, Irak güvenlik güçleri dışındaki silahlı grupların etnik ve mezhepsel (Şii-Sünni ve Kürt) aidiyete göre silahlanması ülkenin 
kısa ve orta vadede iç savaşa doğru gideceğinin habercisidir. Bu analizde söz konusu saptamalar ışığında Anbar vilayetinin IŞİD kontrolüne geçmesinin 
düşündürdükleri ve Bağdat-Washington ekseninde yaşanan gelişmeler kaleme alınmaya çalışılacaktır.

IŞİD’in İlerlemesi ve Ramadi’nin Kontrolü 

IŞİD’in Musul’dan sonra Irak’ın en önemli vilayeti olan Anbar’ı kontrol etmesi, ülkedeki yerel güçlerin ve uluslararası koalisyonun örgüt ile olan askeri 
mücadelesinin yetersiz olduğunun önemli bir göstergesi olmuştur. Ayrıca IŞİD’e yönelik askeri mücadelenin yetersizliğinden dolayı ülkedeki sivil kaybının 
arttığı görülmektedir. Birleşmiş Milletler’in açıkladığı rakamlara göre, IŞİD’in 10 Haziran 2014 tarihinde Musul’u kontrol etmesinden 2015 yılının Nisan ayına kadar Irak’ta 15219 kişi hayatını kaybetmiş 
ve 29493 kişi de yaralanmıştır. 1

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL www.bilgesam.org www.bilgestrateji.com bilgesam@bilgesam.org Tel: 0212 217 65 91 - Fax: 0 212 217 65 93



2 Sayfa



 Bunun yanı sıra Irak’ta IŞİD saldırılarından ötürü 3 milyon kişi göç etmek zorunda kalmış ve 8 milyon 200 bin kişi ise insani yardıma muhtaç duruma 
düşmüştür.2 Dolayısıyla IŞİD ile mücadelenin yalnızca askeri yöntem ile yürütülmesi zor görünmektedir. 

IŞİD için Anbar bölgesinin stratejik önemi oldukça yüksektir. Anbar vilayeti yüzölçümü olarak Irak’ın en büyük ilidir. Anbar’ın bir diğer önemi ise Suriye, Ürdün ve Suudi 
Arabistan ile çevrili bir kent olmasıdır. Ayrıca nüfusunun çoğunluğu Sünni Araplar’dan oluşmakta ve Bağdat merkezi hükümetindeki Şii yönetim karşıtı aşiretlerin çoğunluğu 
Anbar’da bulunmaktadır. Anbar Bağdat’ın batısından 110 kilometre uzaklıktadır. Anbar vilayetinin Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın sınırında olması stratejik olarak IŞİD’in 
ülkenin diğer bölgelerine ve hatta güneydeki kentlere ilerlemesine yol açabilir. Bunlara ilaveten Ramadi’de bulunan Ramadi ve Hadise barajlarını kontrol altına alması, birçok 
kentte su sıkıntısı yaşanmasına ya da kapakların açılarak bazı bölgelerin sular altında kalmasına sebep olabilir. Anbar vilayetine bağlı 41 ilçe ve kasabanın sadece 5 tanesi Irak 
güvenlik güçlerinin kontrolünde olup geri kalanı IŞİD’in denetimindedir. IŞİD’in Anbar vilayetinin merkezi olan Ramadi’yi kontrolünde tutmasının Irak güvenlik güçlerinin 
Musul’a yapacakları kurtarma operasyonlarını engellediğini /engelleyebileceğini ifade etmek mümkündür. 

Bu çerçevede 17 Mayıs 2015 tarihinde Ramadi’nin IŞİD’in kontrolüne geçmesi, örgütün Musul’dan sonra Irak’taki ikinci başarısı olarak kabul edilebilir. Bu durum IŞİD’in Irak’ta 
ve Suriye’de ilerleyişinin hızlanmasına yol açabilir. Aslında IŞİD’in Irak’taki ilerleyişi, örgütün güçlü olmasından ziyade, Irak güvenlik güçlerinin çatışmadan birçok kentten geri 
çekilmesinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Irak’ın tek bir bütün olarak savaşan güvenlik gücünün olmayışı IŞİD’in ülkedeki hareket alanını genişletmesine neden olmaktadır. 
Musul’dan sonra Irak güvenlik güçlerinin Ramadi’den de çatışmadan çekildiği belirtilmektedir. Irak Başbakanı Haydar el-Abadi, Ramadi’nin IŞİD’in denetimine geçmesiyle ilgili 
yaptığı açıklamada güvenlik güçlerinin herhangi bir çekilme emrini beklemeden kentten geri çekildiğini belirtmiştir. 
Bu sebeple Abadi, 20 Mayıs’ta Anbar İl Emniyet Müdürü General Kazım Muhammed Farıs el-Fehdavi’yi görevden almış  ve yerine General Hadi Rezic’i atamıştır.3 


1 http://www.almadapress.com/ar/news/47 
(Erişim: 19.05.2015)

2 http://elaph.com/Web/News/2015/5/1007556.html,
(Erişim: 25.05.2015)



Öte yandan Anbar iline bağlı el-Bağdadi nahiyesinde ve Ramadi’nin 90 km batısında bulunan Aynel-Esed askeri üssünde Irak güvenlik güçlerine eğitim ve danışmanlık yapan 300’den fazla Amerikan askerinin bulunduğu bilinmektedir. 
Ayrıca Irak ordusunun en eğitimli özel operasyon gücü olarak tanımlanan el-Dehabi (Altın) kolordusu, Ramadi’de IŞİD’e karşı savaşmaktadır. 
Bütün bunlara rağmen Ramadi’nin IŞİD’in kontrolüne geçmesi oldukça düşündürücüdür. Irak güvenlik güçlerinin Ramadi’den geri 
çekilmesi hususunda iki gerekçe ileri sürülmektedir. Birincisi bin civarında Irak askerinin IŞİD tarafından Ramadi operasyonlarının koordinasyon merkezinde kuşatıldığı, silah 
ve askeri mühimmatın ulaştırılamadığıdır. Diğeri ise, Irak güvenlik güçlerinin savaşmak istemediği ve Bağdat hükümetinin bölgede silahlandırdığı 3 bin aşiret mensubunun da 
silahlarıyla birlikte IŞİD’in safına geçtiği iddiasıdır. Hem Abadi hükümetinin hem de ABD’nin başını çektiği uluslararası koalisyonunun terörle mücadele kapsamındaki tutumuna 
bakıldığında, ordu ve güvenlik güçlerinin Anbar’da ve diğer Sünni bölgelerinde IŞİD ile savaşın tamamen Sünni Arap aşiretleri arasında bir güç rekabetine dönüştürüldüğü ifade 
edilebilir. Bu durum ABD’nin Irak’ta IŞİD’in kontrolündeki Sünni bölgelerinde örgütle mücadele stratejisini Sünni Arap 
aşiretleriyle sürdürmek istemesinden kaynaklanmaktadır. 

   (  Irak’ın işgalinden bu yana Irak ordusunun ve güvenlik güçlerinin Washington tarafından yeterince eğitilmediği ve desteklenmediği 
gerçeğini de ifade etmek mümkündür. )

Bu bağlamda 29 Nisan’da ABD Kongresi, Irak ordusu dışında IŞİD’e karşı savaşan Peşmerge ve Sünni Arap aşiretlerin milis güçlerine doğrudan askeri desteği öngören yasa 
tasarısını onaylamıştır. ABD Kongresi aynı zamanda Iraklı güçlere 715 milyon dolarlık askeri destekte bulunulacağı da belirtilmiştir. Söz konusu yasaya göre, Irak’a yapılacak askeri 
yardımların %25’i Peşmerge ile Sünni millis güçlerine doğrudan dağıtılacaktır.4 

3 http://www.alwasatnews.com/4639/news/read/992806/1.html,
(Erişim: 21.05.2015)


4 http://www.alliraqnews.com/modules/ news/article.php?storyid=2935,
(Erişim:25.05.2015)


“  Irak ordusunun en eğitimli özel operasyon gücü olarak  tanımlanan el-Dehabi (Altın) kolordusu, Ramadi’de 
IŞİD’e karşı savaşmaktadır. Bütün bunlara rağmen Ramadi’nin IŞİD’in kontrolüne geçmesi oldukça düşündürücüdür.“



ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, Ramadi kentinin IŞİD’in kontrolüne geçmesine ilişkin 24 Mayıs’ta CNN kanalına verdiği mülakatta “Ramadi’deki 
gelişmeler Irak ordusunun savaşma iradesi olmadığını gösteriyor” şeklinde bir açıklama yapmıştı.5 ABD’nin Irak’ta IŞİD ile mücadele etme ve krizin çözümünde ülkedeki yerel 
güçler arasında kime güveneceği konusunda henüz net bir karara varamadığı ifade edilebilir. Irak’ta IŞİD ile mücadelede Irak güvenlik güçleri, Peşmerge gücü, Haşed el-Şaabi Şii milis gücü ve Sünni Arap aşiretlerine bağlı silahlı milis güçleri 
olarak dört ana faktörün varlığından söz etmek mümkündür. 

ABD’nin söz konusu kararındaki belirsizliğin sebepleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Irak Güvenlik Güçleri Faktörü: Irak ordusunda ve güvenlik güçlerindeki etnik ve mezhepsel ayrışmalar IŞİD’e karşı mücadeledeki en önemli sorunlardan birisidir. Yerel 
güçler arasında koordinasyonun sağlanamaması ülkedeki terör sorununun artmasına ve IŞİD’in ilerleyişine yol açmaktadır. Dolayısıyla IŞİD’e karşı mücadelenin sadece Irak 
ordusu ve güvenlik güçleri tarafından yürütülemediği görülmektedir. ABD Kongresi’nden geçen yasa tasarısında Irak güvenlik güçleri yerine Iraklı güçler tabirinin yer alması, 
Washington yönetiminin IŞİD ile mücadelede Irak güvenlik güçlerine güvenmediğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. 

2. Peşmerge Gücü Faktörü: IŞİD ile mücadelede bir başka problem de peşmergenin Irak anayasasının 140. maddesinde yer alan tartışmalı bölgelerin dışında savaşmak isteğinin 
olmamasıdır. Başka bir ifadeyle Irak’ta Kürtler’in, 2003 Irak işgalinden sonra Kerkük ve diğer tartışmalı bölgeleri kendi toprakları olarak çizdikleri sınırlar dışında savaşmak istememeleri 
ABD’nin ülkedeki hangi yerel güçlere güveneceği hususunu belirsiz kılmaktadır. 



5 CNN:  http://arabic.cnn.com/middleeast/2015/05/24/ashton-carter-isis-ramadi,
(Erşim:25.05.2015)

3. Haşed el-Şaabi Faktörü: 

Silahlı Şii milis güçlerinin koalisyonu niteliğindedir. Haşed el-Şaabi gücünün komutanı eski Ulaştırma Bakanı ve Bedr Tugayı lideri Hadi el-Amıri’dir. Bu güç Bağdat’tan ziyade İran Devrim 
Muhafızları’na bağlı Kudüs Ordusu Komutanı General Kasım el-Süleymani’nin kontrolündedir. Söz konusu Şii milis gücü IŞİD ile mücadelede önemli bir unsurdur. Bunun da 
iki temel nedeni vardır. Birincisi Haşed el-Şaabi’ye katılan gönüllü Şii milisler, Şiiliği ve Şiiler için kutsal topraklar ve türbeleri koruma inancıyla çatışmaktadır. Diğeri ise Bağdat 
merkezi hükümeti tarafından ciddi mali, askeri ve silah desteği almaktadır. 12 Haziran 2014 tarihinde Şii Dini Merci Ayetullah Ali el-Sistani’nin çağrısı üzerine kurulan Haşed el-
Şaabi Şii milis gücüne Bağdat hükümeti 1 milyar dolar harcamıştır. Ayrıca Bakanlar Kurulu kararıyla Heşad el-Şaabi gücü, Başbakan ve Silahlı Kuvvetler Başkomutanı Haydar 
el-Abadi’ye bağlı olarak resmi bir şekilde IŞİD’e karşı mücadele etmektedir. Haşed el-Şaabi gücü, IŞİD ile mücadelede zımnen başarılı olsa da Şiilik bilincini fazlasıyla ön plana 
çıkarmasından dolayı ülkede mezhepsel çatışmayı körüklemektedir. 

Çünkü Irak’ın Diyale ve Selahaddin vilayetinde (Tikrit’te) IŞİD’e karşı başarı kaydettiğinde Sünni Araplara karşı baskı, sindirme ve yok etme potansiyeli olan bir güç 
şeklinde hareket etmiştir. Uluslararası İnsan Hakları Örgütü, Haşed el-Şaabi milis gücünün özellikle Diyale bölgesinde Sünni Araplara karşı katliam düzenlediğini açıklamıştır. 
Dolayısıyla İran’ın etkisi altında olan Haşed el-Şaabi milis gücünün IŞİD ile olan savaşta başarı kaydettikçe zamanla Bağdat merkezi hükümetinin kontrolünden çıkma ihtimali 
oldukça yüksektir. 

4. Sünni Arap Aşiretlerinin Milis Gücü Faktörü: Irak’ta IŞİD’in kontrol ettiği Sünni Arap bölgelerinde Bağdat hükümetine destek veren aşiretler bulunmaktadır. Fakat Bağdat 
yönetimi ile IŞİD’e karşı mücadele etmek isteyen Sünni Arap aşiretleri arasında ciddi anlamda güven bunalımı söz konusudur. Bağdat hükümetinin Sünni Arap aşiretlerine silah 
ve para yardımı yapma hususundaki çekincelerinin aynısının Obama yönetiminde de olduğu ifade edilebilir. Bağdat merkezi hükümetinin Sünni Arap aşiretleriyle ilgili kaygıları iki 
taraf arasındaki anlaşmanın bozulması halinde, bu aşiretlere verilen silahların IŞİD’e gitme ihtimalinden kaynaklanmaktadır. Nitekim 2008 yılında ABD’nin öncülüğünde dönemin 
Başbakanı Nuri el-Maliki tarafından kurulan ve Sünni Arap aşiretlerinden oluşan el-Sahva gücünün (Uyanış) durumu bu kaygının yersiz olmadığını göstermektedir. Sahva gücünü 
destekleyenlerin ellerindeki silahların büyük kısmı daha sonra Maliki ile ilişkilerinin kötüleşmesi neticesine IŞİD ve IŞİD’e destek veren silahlı Sünni milis güçlerinin eline geçmiştir. 


“ Yerel güçler arasında koordinasyonun sağlanamaması ülkedeki terör sorununun artmasına ve IŞİD’in ilerleyişine yol açmaktadır. ''




Bağdat, Washington ve Tahran Hattında IŞİD Krizi

IŞİD ile mücadelenin yalnızca hava operasyonlarıyla çözüme kavuşturulması oldukça zordur. IŞİD’in Irak ve Suriye’de kontrol ettiği bölgelerde yaklaşık 8 milyon sivil 
yaşamaktadır. Bu nedenle havadan veya karadan askeri operasyonların büyük ölçüde sivil kaybına yol açacağı unutulmamalıdır. Irak’ın sorunu sadece güvenlik kurumlarındaki 
bölünmüşlük değildir, istihbarat ve bilgi edinme eksikliği de söz konusudur. ABD’nin Irak hükümetiyle istihbarat anlamında daha fazla bilgi paylaşımı yapması gerekmektedir. 
Öte yandan Irak güvenlik güçleri etnik, mezhepsel ve ideolojik bölünmüşlük sebebiyle IŞİD ile savaşmamaktadır. Örneğin Haşed el-Şaabi milis gücü Şii bölgelerin ve kutsal 
türbelerinin korunması amacıyla kurulmuştur. Bu da ülkenin pratikte Kürtler, Şiiler ve Sünni Araplar arasında üçe bölündüğünün göstergelerinden biridir. Amerikan yönetimi 
IŞİD’in Musul’u kontrol etmesinden sonra bazı Sünni yetkili ve aşiret liderlerini Washington’a davet edip görüşse de bu çabaların örgütle mücadelede yeterli olmadığı görülmektedir. 
Çünkü Sünni Arap aşiretler arasındaki bölünmüşlük faktörü, ABD’nin Sünni bir muhatap bulmakta zorlanmasını beraberinde getirmektedir. Başka bir ifadeyle Irak hükümetinin 
ve Washington yönetiminin IŞİD ile mücadelede Sünni Arap aşiretlerinden tam manasıyla destek aldığı söylenemez. Aslında Sünni Araplar da birçok bölgede IŞİD’in faaliyetlerinden 
rahatsızdır. Fakat IŞİD’in kontrol ettiği bölgelerden çıkarılması durumunda Haşed el-Şaabi Şii milis güçlerinin kendilerine yönelik saldırı gerçekleştirmesinden ve sebepsiz 
tutuklamalar yapmasından çekinmektedir. Eğer Haşed el-Şaabi milis gücü Şii ve İran güdümlü bir yapıda olduğu görüntüsünü vermeseydi ve Haşed el-Irak olarak ortaya çıksaydı 
Sünni Araplar’ın çoğundan destek alabilirdi. Bu durumda Irak’ta IŞİD’e karşı savaşan yerel güçler arasında mensup oldukları etnik ve mezhepten ziyade ait oldukları toprakları 
savunma fikri daha belirgin hale gelebilirdi. Bugün Irak’ta bu yönde bir güvenlik ve savunma anlayışı oluşturulması elzemdir. Aksi halde IŞİD ile mücadele hususunda askeri operasyonlardan 
sonuç elde etmek oldukça güç görünmektedir. 

IŞİD ile mücadele etme konusunda ne Bağdat merkezi hükümeti ne de Washington yönetimi Iraklı güvenlik güçlerinin tek çatı altında olması için çaba harcamıştır. ABD’nin öncülüğünde 
kurulan uluslararası koalisyon, Irak’ın hassas bölgelerinde (barajların ve petrol rafinerilerinin olduğu bölgelerde) başarılı hava operasyonları düzenlese de, diğer yandan 
yerel güvenlik güçleri arasındaki ayrışmayı derinleştirmiştir. Koalisyona destek veren Almanya gibi ülkelerin Peşmerge güçlerine silah, eğitim ve lojistik destek vermesi, Irak’ta iki 
nizami ordu ortaya çıkarmıştır. Bir başka ifadeyle Irak’taki mevcut durum, Şii milis güçlerinin koalisyonu niteliğindeki Haşed el-Şaabi ve Peşmerge gücünün lehine değişmeye 
başlamıştır. Bu da aslında IŞİD ile mücadele hususunda Bağdat, Washington ve Tahran arasında hem dolaylı hem de doğrudan bir mücadele yaşandığını göstermektedir. Bağdat 
ile Washington yönetimi arasında ciddi bir güven sorunu bulunmaktadır. 13 Nisan’da Irak Başbakanı el-Abadi, ABD’yi ziyareti sırasında Başkan Obama’dan silah ve para talep 
etmiştir. Ancak Irak’ın ABD ile olan milyarlarca dolarlık silah anlaşmalarına rağmen Washington yönetimi Bağdat’a silahları vermeyi geciktirmektedir. Özellikle satın alınan 36 
adet F-16 tipi savaş uçağının Washington tarafından hala teslim edilmemesi oldukça düşündürücüdür. Diğer yandan Washington’dan yeterli silah desteği alamayan Bağdat hükümeti 
alternatif olarak Rusya ile silah anlaşması yapmaya yönelmiştir. Başbakan el-Abadi’nin 21 Mayıs’ta Rusya lideri Vladimir Putin ile görüşmesinin ana gündemini silah anlaşması 
oluşturmuştur.

Irak hükümetinin IŞİD ile mücadele sürecinde ABD’ye ve kurduğu uluslararası koalisyona fazla güvenmediğini söylemek mümkündür. ABD, Irak’ta IŞİD ile mücadeleyi Tahran, 
Haşed el-Şaabi ve Peşmerge güçleriyle sürdürmektedir. Ancak Washington IŞİD ile mücadelede Irak ve Suriye’deki yerel güçlerle işbirliği sağlamanın yanı sıra bölgesel bir işbirliği 
mekanizmasının oluşması için de çaba sarfetmelidir. Öte yandan İran, Irak’a IŞİD ile mücadelede destek vermeyi sürdürmektedir. Bunun üç temel sebebi bulunmaktadır: Bağdat 
yönetimindeki Şii çoğunluğun nüfuzunu sürdürmesini sağlamak, Şii milis güçlerinin kendi güdümünden çıkmasını önlemek ve Şiiliği simgeleyen kutsal mekânları IŞİD’den 
korumak. İran’ın bu noktada Sünni bölgeleri kurtarmak için herhangi bir çaba içerisinde olmadığını da görmek mümkündür. 

Yukarıda da bahsedildiği üzere ABD, IŞİD ile mücadele kapsamında bölgesel bir koalisyon kurmalıdır ki bu koalisyon tüm bölgesel rekabetler bir kenara bırakılarak Suudi 
Arabistan, Türkiye ve İran öncülüğünde oluşturulmalıdır. Zira IŞİD sadece Irak ve Suriye için bir sorun değildir, bölgesel ve global bir kriz unsurudur. 

Sonuç

IŞİD’in Irak ve Suriye’de ilerleyişinin önüne geçilememesi bölgesel anlamda büyük tehdit arz etmektedir. 10 Haziran 

“ Eğer Haşed el-Şaabi milis gücü Şii ve İran güdümlü bir yapıda olduğu görüntüsünü vermeseydi ve Haşed el-Irak olarak ortaya çıksaydı Sünni Araplar’ın çoğundan 
destek alabilirdi. “




2014 tarihinden bu yana IŞİD’in Irak’ta ve Suriye’de kontrol ettiği stratejik öneme sahip bölgelerin geri alınamaması, bu örgütün Orta Doğu’da uzun bir süre daha kalacağı şeklinde 
yorumlanabilir. Şu hususa dikkat çekmek gerekir ki, Irak’ta veya Suriye’de IŞİD’le işbirliği içerisinde olan Sünni Arap aşiretlerinin IŞİD’e biat etmesi durumunda örgüt ile mücadele 
daha da zorlaşacaktır. Çünkü bu durumda IŞİD’in kontrol ettiği bölgelerde toplumsal ve sosyal destek bulması kolaylaşacaktır. Dolayısıyla Sünni Arap aşiretlerinin IŞİD’e 
biat etmesiyle birlikte örgütün bundan sonraki süreçte Irak’ta yeni bölgeleri kontrol altına alması beklenebilir ki Irak’ta Ramadi’yi, Suriye’de Tedamır’ı kontrol etmesi ilerlemesinin 
süreceğinin sinyallerini vermektedir. Öte yandan Irak’ta IŞİD ile mücadelenin yerel güçler arasında bir nüfuz rekabetine ve silahlanmaya dönüşme ihtimali oldukça yüksektir. 
Zira bugün Irak’ta IŞİD ile mücadele bağlamında ulusal güvenlik güçlerinden ya da ordudan bahsetmek zorlaşmaktadır. 

Bu sebeple hem Irak hükümeti hem de ABD öncülüğünde kurulan uluslararası koalisyona katılan ülkeler yeni bir yöntem geliştirmeli ve somut adımlar atmalıdır. IŞİD’e karşı 
savaşmak için uluslararası toplumun ve ABD’nin sadece hava operasyonları gerçekleştirmesi ve sınırlı sayıda askeri danışman göndermesi yeterli değildir. IŞİD ile mücadele; 
sosyal medya araçlarının kullanılmasını, örgütün yeni üye bulmasının önlenmesini ve mali kaynaklarının engellenmesini gerektirmektedir. Ayrıca Irak ile bölge ülkeleri ve ABD 
arasındaki istihbarat paylaşımının artırılması ve IŞİD ile bölgesel çapta bir mücadele için zemin hazırlanmalıdır.

Bu çerçeveden bakıldığında ABD’nin Irak’ta IŞİD ile savaşa doğrudan ve tek başına girmek istemediği görülmektedir. Bu nedenle Obama yönetiminin Irak’ta iki stratejisinin olduğu 
söylenebilir. Birincisi hava operasyonlarının uluslararası koalisyona katılan ülkelerle devam ettirilmesidir. Diğeri ise, Irak’ta IŞİD ile mücadelenin karadan İran’ın desteklediği 
Haşed el-Şaabi gibi Şii milis güçleri tarafından yürütülmesidir. Her iki seçeneğin de Irak’taki Sünni Araplar tarafından tepkiyle karşılanacağı söylenebilir. Bu nedenle IŞİD ile mücadele 
etmek amacıyla Haşed el-Şaabi dışında Sünni Arap, Kürt ve Türkmenler’den oluşan yeni bir karma güç kurulmalıdır. Aksi takdirde IŞİD’in Irak’tan tamamen çıkarılması 5 
ila 10 yıl sürebilir. 


BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların 
katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, 
dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara 
yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında

Mart 2011’den beri BİLGESAM Orta Doğu araştırmaları uzmanı olarak çalışan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası,
Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri,
Körfez ülkeleri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. Semin, 2012 yılından itibaren Gazi

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir..


www.bilgesam.org


..