Karabağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Karabağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Aralık 2019 Cuma

TÜRKİYE’NİN KAFKASYA POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 1

TÜRKİYE’NİN KAFKASYA POLİTİKASI 2009,  BÖLÜM 1




Kamer Kasım*
* Prof. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi.


TÜRK DIŞ POLİTİKASININ 2009 YILI GELİŞMELERİ

ÖNSÖZ

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir. 
Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır. 

Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok analiz ağırlıklı olacaktır.

TÜRK DIŞ POLİTİKASI YILLIĞI 2009

Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.

Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle arama yapmaları yeterli olacaktır.

Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.

Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman


Giriş

Türkiye’nin dış politikasında Soğuk Savaş dönemi boyunca önemli bir yer tutmayan Kafkasya, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra üç ülkenin bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte öncelikli olarak ele alınan bir bölge olmuştur. Enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara ulaştırılması tartışmaları ve bölgesel sorunlar Kafkasya’ya yönelik kapsamlı bir strateji oluşturulmasını zorunlu kılmıştır. Hazar petrollerinin ve doğal gazının taşınmasında transit ülke olarak yer almak isteyen Türkiye bu alanda bir rekabetin içerisine girmiş ve bunun bir 
sonucu olarak da bölgedeki çatışma ve krizler Türk dış politikasını daha çok ilgilendirmiştir. Soğuk Savaş döneminde iki kutup arasındaki rekabet ortamında devletlerin dış politika çizgileri bu yapının gereklerine göre şekillenmişti. Gerek bölgesel güçlerin gerekse bölgelerin küçük ülkelerinin hareket kabiliyetleri sınırlıydı. Kutup liderleri müttefiklerinin sistem dışı hareketlerini önleyebiliyordu. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte bölgesel politikalar ön plana çıkarken bölgesel güçlerin de uluslararası politikadaki rolü ve ağırlığı artmıştır. 

Bu ortamda Türkiye de fazla tanımadığı ve yeterince bilgi sahibi olmadığı bölgelerin sorunlarına yönelik politikalar oluşturmak zorunda kalmıştır. Türk dış politikası açısından Kafkasya’nın istikrarsızlığı politikaların uygulanmasında sorunlara neden olmuştur. İki kutuplu dünya düzeninde görülmeyen veya dile getirilemeyen ayrılıkçı talepler Balkanlarda ve Brzezinski’nin “Avrasya’nın Balkanları” olarak adlandırdığı Kafkasya’da çatışmalara ve devlet yapılarının çatırdamasına neden olmuştur.

* Bakınız Zbigniew Brzezinski, The Grand Chessboard, American Primacy and Its Geostrategic Imperatives, New York, Basic Books, 1997, Bölüm 5.

Dünyada bir taraftan Gaddis’in ifadesiyle iletişim alanında devrim, karşılıklı ekonomik bağımlılık ve demokrasi gibi birleştirici güçler varken diğer tarafta ise aşırı milliyetçilik, etnik ve dinsel rekabet gibi ayrımcı güçler bulunmaktadır.

Soğuk Savaş dönemi sonrasında etnik ve dinsel temelli çatışmalar bir kısım bölgelerde ciddi istikrarsızlıklara neden olmuştur. Kafkasya da istikrarsızlığın olduğu ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan ülkelerin toprak bütünlüğü kaygısı taşıyıp, etnik temelli çatışmalara sürüklendiği bir coğrafya haline gelmiştir.

Türkiye için Kafkasya hem Orta Asya’ya açılan kapı hem de etkili olabileceği bir bölgedir. Kafkasya, Türkiye’nin enerji politikası açısından önemlidir. Ayrıca Türk Cumhuriyetleri arasında en yakın ilişkilerinin olduğu Azerbaycan’ın durumu da Kafkasya’nın Türkiye açısından önemini artırmaktadır. Soğuk Savaş dönemi sonrasında Türkiye bölgesel güç konumunu ön plana çıkararak aktif bölgesel 
işbirlikleri içerisini girmiş Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatından (KEİT), Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne kadar yeni bağımsızlığını kazanmış ülkelerin uluslararası örgütlere üyeliğini desteklemiş ve teşvik etmiştir. Kafkasya’daki çatışmalar ise Türkiye’nin bölgeye yönelik politikasında zorluklara neden olmuştur. Bölgeyi yeterince tanımayan ve bu nedenle Rusya karşısında dez avantajlı olan Türkiye, Kafkasya’da yakın ilişki içerisinde olduğu ve petrol ve doğal gaz kaynakları dolayısıyla enerji politikasında önem taşıyan Azerbaycan’ın topraklarının işgale uğraması nedeniyle zor durumda kalmıştır. Dağlık Karabağ sorunu Türkiye’nin Ermenistan ile olan ilişkilerini de olumsuz etkilemiştir. Gürcistan’ın yaşadığı Abhazya ve Güney Osetya problemleri de, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının geçtiği ve Türkiye’nin desteklediği petrol, doğal gaz ve ulaştırma projelerinde önemli konumda bulunan bu ülkenin istikrarını etkilemesinden dolayı enerji projelerine olumsuz yansıması olmuştur. 

11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrası oluşan uluslararası ortam, Türkiye’ye Kafkasya ve Orta Asya’da daha etkili olma olanağı vermiştir. 

Batı ile Rusya arasında Ağustos 2008 sonrası tırmanan gerginlik ise Türkiye’nin bölgedeki önemini artırdığı gibi yeni sorumluluklar ve riskleri de beraberinde getirmiştir.

Bu çalışmada Türkiye’nin Kafkasya politikasında 2009 yılı içerisinde meydana gelen gelişmeler analiz edilecektir. 2009 yılı özellikle Türkiye’nin Ermenistan ve Azerbaycan ile olan ilişkilerinde hareketli bir yıl olmuştur. Kafkasya açısından ise Ağustos 2008’de Rusya-Gürcistan çatışmasının etkilerinin devam ettiğini, Türkiye-Rusya ilişkilerinde ise sonuçları Kafkasya’ya da uzanan yakınlaşma 2009 yılı içinde de sürmüştür. Ancak Kafkasya’daki temel sorunlar olan Karabağ 
sorunu ve Gürcistan’ın durumu ile ilgili olarak Türkiye ile Rusya arasındaki görüş ayrılıkları 2009 yılı içinde de aşılamamıştır. 

Makalede 2009 yılı içinde Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde protokollerin 
imzalanmasına giden süreç ve protokoller, Karabağ sorunundaki durum, Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, Türkiye-Gürcistan ilişkileri ve enerji politikaların daki gelişmeler incelenecektir.

Kafkasya’da Siyasi Durum,

11 Eylül 2001 terör saldırıları dünya siyasetinde önemli değişikliklere sebep olması bakımından bir milat olarak değerlendirilmiştir. Ağustos 2008 Rusya-Gürcistan çatışması da, sonrasında oluşan ortam nedeniyle Kafkasya açısından bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Rusya’nın Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını tanıması ve Kafkasya’da askeri güç kullanmaktan çekinmeyeceğini göstermesi AB ve ABD’yi Kafkasya politikalarını gözden 
geçirmeye zorlarken, Rusya ile enerji alanında yakın ilişkilere sahip olan Türkiye açısından ikilemlere yol açmıştır. Türkiye ve Rusya bütün işbirliği görüntüsüne rağmen Kafkasya’da rakip ülkelerdir. 

Rusya Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın iç işlerine müdahale edip bu ülkelerin sorunlarını kullanarak bu ülkeleri kendi ekseninde tutma politikası izlemiştir. Azerbaycan’ın Bağımsız Devletler Topluluğu’na (BDT) girmeyi reddetmesi üzerine Karabağ sorununda Ermenistan’ı destekleyen Rusya, Gürcistan’ın da BDT üyeliği ve askeri üs taleplerini reddetmesi yüzünden Abhazya’yı desteklemiştir. 
Türkiye için ise Hazar bölgesi enerji kaynakları konusunda yaşanan rekabette Azerbaycan ve Gürcistan’ın istikrarı çok önemliydi. Ayrıca Türkiye bu ülkelerin uluslararası örgütlere üyeliği ve Batı ile yakınlaşmasını desteklemiştir. Türkiye’nin bu politikasının da Kafkasya’da Rusya’nın etkisini azaltıcı sonuçları olmuştur. 

Ermenistan, Rusya ile stratejik ortaklık düzeyinde ilişkisi olan ve Rusya’nın pek bir itirazla karşılaşmadan askeri güç bulundurduğu bir ülkedir. Türkiye’nin Kafkasya politikası açısından sorunlu bir konumda bulunan Ermenistan ile Türkiye kara sınırı 1993 yılından beri kapalıdır. Azerbaycan Kafkasya’da enerji kaynakları, gelişen ekonomisi ve göreceli istikrarıyla son yıllarda bölgede ön plana çıkmaya başlamıştır. Türkiye ile Azerbaycan arasında da hem petrol 
hem de doğal gazda işbirliği sürmektedir. Ancak Azerbaycan’ın topraklarının 
%20’sinin işgal altında olması ve sorunun bir türlü çözülememesi diğer ülkelerle ilişkilerini de etkilemiştir. Türkiye ile Ermenistan arasındaki süreçte Karabağ sorununun ne derece yer aldığı Azerbaycan için öncelikli bir konudur. Türkiye’nin Karabağ sorununda verdiği desteğin sürmesi beklentisinde olan Azerbaycan, Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokollerde Karabağ sorununa 
yer verilmemesine tepki göstermiştir. Gürcistan, Rusya’nın topraklarına müdahalesinin etkilerini aşmaya çalışırken, Abhazya ve Güney Osetya sorunları devam etmektedir. Türkiye, Rusya’nın müdahalesine Gürcistan ile olan bağları çerçevesinde bir tepki göstermemiş ve sorunun büyümesini diplomatik yollarla önlemek amacı taşıyan Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu önerisinde bulunmuştur. Türkiye-Rusya ilişkilerinde gelinen nokta, Türkiye’nin Rusya’nın askeri müdahalesi karşısında göreceli sessizliğinin nedenidir. Gürcistan ise hem güvenlik hem de Batı ile entegrasyon anlamında Türkiye’nin desteğini beklemektedir.

Enerji konusu da Kafkasya’daki siyasi gelişmelerde önemli bir başlıktır. 
Azerbaycan ve Türkmenistan doğal gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması projesi olan Nabucco başta AB üyesi ülkeler olmak üzere pek çok ülkenin gündeminde yer alırken, Rusya’nın Nabucco projesini engelleyemese bile geciktirme stratejisi çerçevesinde çabaları gündemde olmuştur. Türkiye ise Nabucco projesini desteklerken Rusya’nın istediği Güney Akım projesine de desteğini ifade etmiştir. 

Kafkasya’nın Rusya Federasyonu içerisinde kalan bölümünde de 2009 yılı gergin geçmiştir. Çeçenistan ve İnguşetya’daki istikrarsızlığa Türkiye, ülkelerin toprak bütünlüklerine saygı çerçevesinde yaklaşmıştır. Kafkasya’daki belirsizlik Karabağ sorunu, Abhazya ve Güney Osetya’nın durumu, Çeçenistan sorunu 2009 yılı içerisinde de Kafkasya’da devam eden ve Türkiye’nin bir politika oluşturmasını gerektiren konular olmuştur. 

Türkiye’nin Kafkasya Politikasında Azerbaycan,

Azerbaycan’ın etnik, kültürel ve dilsel yakınlığı, zengin enerji kaynakları Türkiye’nin Kafkasya politikasında merkezi konumda olmasına yol açmıştır. Türkiye, Azerbaycan’ı Orta Asya’ya açılımda bir köprü ve aynı zamanda enerji kaynaklarından dolayı istikrarlı olmasının büyük önem taşıdığı en stratejik pozisyondaki Türk Cumhuriyeti olarak değerlendirmiştir. Türkiye’nin Kafkasya politikasında Azerbaycan ile olan yakın ilişkisi özellikle enerji alanında önemli 
bir avantaj olurken, Azerbaycan’ın bağımsızlığından sonra uzun bir süre içinde bulunduğu istikrarsızlık ve Dağlık Karabağ sorunu Türkiye için Kafkasya politikasında zorluklara neden olmuştur. Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde 2009 yılında Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokoller, Dağlık Karabağ sorunu ve enerji gündemdeki konular olmuştur.

Türkiye’nin Azerbaycan politikası Azerbaycan’daki iç gelişmelerden ve uluslararası ortamdan etkilenmiştir. 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrası ABD’nin Kafkasya’ya yönelimi ve bölgesel güvenlik alanında ABD ile bölge ülkelerinin işbirliği, Türkiye’nin de hem Azerbaycan hem de Gürcistan’a yönelik güvenlik alanında işbirliği bakımından ilgisini artırmıştır.2 Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki gelişmeler ve süreç Azerbaycan ile ilişkileri de yakından ilgilendirmiştir. 

Azerbaycan’ın dış politikasında en önemli sorun işgal altındaki toprakların kurtarılması ve sorunun çözülmesidir. Türkiye’nin desteği gerek Karabağ’da sıcak çatışmaların sürdüğü dönemde gerekse ateşkes sonrası süreçte önemli olmuştur. Türkiye, Karabağ sorununda diplomatik kanalların harekete geçirilmesinde ve işgalin uluslararası hukuka aykırılığının tescilinde rol oynarken, Ermenistan ile olan kara sınırını kapatması ile de Azerbaycan topraklarının işgaline tepkisini ortaya koymuştur. Azerbaycan da Karabağ sorunu bağlamında 
Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki gelişmeleri yakından takip etmiştir. Karabağ sorunu çözülmeden Türkiye-Ermenistan sınırının açılması durumunda Ermenistan ’ın elinin güçleneceğini düşünen Azerbaycan, Türkiye Cumhurbaşkanı ’nın Ermenistan’a gitmesi ve yol haritası sürecini temkinle karşılamış ve Azerbaycan içerisinde protestolar olmuştur. Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev daha yol haritası açıklandığında, süreçte Karabağ sorununun gündemde olup 
olmadığını merak ettiğini açıklamıştır.

Aliyev’in İstanbul’da 6-7 Nisan 2009 tarihinde yapılan medeniyetler ittifakı zirvesine katılmaması da Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki gelişmelere tepkisi olarak değerlendirilmiştir.4 Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerde Türkiye’nin yapmak istediklerine ilişkin olarak özellikle Azerbaycan kamuoyuna yönelik bir bilgilendirme çalışmasının yapılmamış olması yanlış anlamalara neden olmuştur. 
Mayıs 2009’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Azerbaycan ziyareti sırasında Türkiye’nin, Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden Ermenistan ile olan kara sınırını açmayacağını teyit etmesi iki ülke ilişkilerindeki gerginliğin bir ölçüde aşılmasını sağlamıştır.5

Karabağ sorununda Türkiye’nin manevra alanı Ermenistan’ın hiçbir şekilde konuya Türkiye’yi karıştırmak istememesi nedeniyle oldukça sınırlıdır. AGİT Minsk Grubu bünyesinde sürdürülen diplomatik çabalardan Karabağ sorununun çözümüne yönelik bir sonuç çıkmamıştır. 14 Mart 2008 tarihinde BM Genel Kurulunda kabul edilen “işgal altındaki Azerbaycan topraklarının durumu” başlıklı Azerbaycan’ın uluslararası alanda kabul edilmiş sınırlarında toprak bütünlüğü destekleyen ve işgal altındaki topraklardan tüm Ermeni kuvvetlerin çekilmesini isteyen karara AGİT Minsk Grubu eş başkanlarının olumsuz oy kullanmaları da Azerbaycan’ın AGİT’e olan güvenini sarsmıştır.6 AGİT Minsk Grubu’nun Fransız eşbaşkanı Bernard Fassier Karabağ sorununun çözümünde Türkiye’nin yapacağı bir şey olmadığını ifade ederken Ermenistan ile Türkiye ilişkilerindeki süreçle Karabağ sorununun birbirinden bağımsız süreçler olduğunu ileri sürmüştür.7 AGİT Minsk Grubu eşbaşkanlarının süreci AGİT dışına çıkarma ma ve dışarıdan katkılara kapalı olma politikasının pek başarılı olduğu söylenemez. 
   AGİT Minsk Grubu eşbaşkanının Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki ilerleme ile Karabağ sorununun farklı süreçler olduğunu açıklaması ise Türkiye’nin Ermenistan ile olan kara sınırını Karabağ sorununda Azerbaycan toprakları nın işgali dolayısıyla kapattığı gerçeği ile çelişmektedir. 

Ermenistan, 2009 yılı içinde Rusya’nın Azerbaycan ile gelişen ilişkileri ve bu durumun Rusya’yı Dağlık Karabağ sorununda Ermenistan’a baskı yapmaya yöneltmesinden endişe duymaktadır. Karabağ’daki “yönetimin” sürece dahil edilmemesi de Ermenistan’da eleştirilen konulardandır.8 Ermeni kuvvetler Dağlık Karabağ’ın dışındaki bölgeleri ileride pazarlıkta kullanmak amacıyla işgal etmişlerdir. Azerbaycan tarafı bu bölgelerden beşinin hemen, Laçin ve Kelbecer’in ise 5 yıl içerisinde boşaltılmasını istemektedir. 

Azerbaycan’ın Karabağ’ın bir koridorla Ermenistan’a bağlanmasını 
kabul ettiği anlaşılmaktadır. Tartışma konusu bu koridorun güvenliği 
ve hangi ülkenin toprağı olacağıdır. En önemli anlaşmazlık noktalarından birisi de Karabağ’ın statüsünün nasıl olacağıdır. Azerbaycan Karabağ’ın kendi egemenliğinde olduğunu bu nedenle bölgeye ancak geniş bir özerklik verebileceğini ifade ederken, Ermenistan, Azerbaycan bağımsızlığını ilan ettiğinde, bağımsızlık ilanında bulunmuş Dağlık Karabağ’ın devlet olarak tanınmasını savunmaktadır.
Türkiye Karabağ sorununa yaklaşırken bu parametreleri ve tarafların 
pozisyonunu dikkate almak durumundadır. Aksine bir durum Türkiye’nin Kafkasya’daki etkinliğine zarar verecek, özellikle enerji alanında Kafkasya’daki en önemli ülke olan Azerbaycan ile olan ilişkilerini bozacaktır. 

Türkiye’nin Azerbaycan politikasında Karabağ sorununun yanı sıra diğer önemli bir başlık da enerji konusu olmuştur. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı iki ülke arasındaki önemli bir enerji köprüsünü oluştururken, Türkiye’nin Azerbaycan ile arasındaki doğal gaz hattı ile birlikte bu alanda da işbirliği başlamıştır. Azerbaycan doğal gazı Nabucco projesi için de önem taşımaktadır. Azerbaycan gazının yanında Türkmenistan ve Kazakistan gibi ülkelerin doğal gazını Türkiye üzerinden Avrupa içlerine kadar 3.300 kilometrelik boru hattıyla taşınmasını içeren Nabucco projesinin 2014 yılında faaliyete geçmesi düşünülmektedir. Nabucco’nun ilk etapta faaliyete geçebilmesi için 8 milyar metre küp doğal gaz gereklidir. Proje kapsamında yılda 31 milyar metreküp doğal gazın taşınması hesaplanmaktadır. Projenin tamamı 7.9 milyar Euro’ya mal olacaktır. Hattın 2000 kilometrelik kısmı Türkiye’den, 400 kilometresi Bulgaristan’dan, 460 
kilometresi Romanya’dan, 390 kilometresi Macaristan’dan geçecek ve 46 kilometrelik kısım Avusturya’da olacaktır. Rusya ile Ukrayna arasındaki gaz krizinden sonra Avrupa Nabucco’ya hız kazandırmak istenmiş ve bu amaçla 
27 Ocak 2009 tarihinde Budapeşte’de Nabucco Zirvesi yapılmıştır.10 
Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev zirvede Azerbaycan’ın Nabucco’ya desteğini ifade etmiştir. Rusya’nın Ermenistan’a önemli miktarda silah transferi yaptığı haberlerinin Azerbaycan’ın Nabucco’ya Budapeşte Zirvesinde desteğini ifade etmesinde etkili olduğu da ileri sürülmüştür. Ermenistan’daki Gümrü Rus askeri üssüne gönderilen silahlar arasında 27 adet T-72 tankı ve zırhlı personel taşıyıcılarının olması Bakü’de kızgınlığa neden olmuştur.11 

Ancak Nabucco’nun gerçekleşmesi için pürüzler de bulunmaktadır. 

Öncelikle Türkiye, Brüksel’in müzakere sürecinde enerji başlığını açmaması yüzünden projeye daha mesafeli yaklaşmıştır. 

   Türkiye ayrıca Nabucco’dan kendi ihtiyacı için de uygun fiyattan gaz kullanmak istemiştir.12 Bu konudaki sorunun aşılması üzerine Nabucco Hükümetlerarası Konferansı 13 Temmuz 2009 tarihinde İstanbul’da toplanmış ve proje için hükümetler arası anlaşma imzalanmıştır. Hükümetler arası anlaşma da Nabucco’nun sorunsuz olduğu anlamına gelmemektedir. 

    Azerbaycan’ın pozisyonu konusunda da soru işaretleri oluşmuştur. Azerbaycan ve Türkmenistan gazlarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasını Avrupa’ya gaz sağlanmasındaki tekeline tehdit olarak algılayan Rusya Nabucco’yu engellemek için çaba harcamaktadır. 

Rusya’nın bu konudaki bir hamlesi de Azerbaycan’dan doğal gaz almak olmuştur. İlham Aliyev’in Nisan 2009’daki Moskova ziyareti sırasında Şah Deniz II sahasından Rusya’ya gaz satışında mutabakata varmışlardır.13 
Bunun ilk adımı 27 Mart 2009 tarihinde Azerbaycan şirketi SOCAR ile Gazprom arasında imzalanan memorandum olmuştur. Bağımsızlığından itibaren sürekli Rusya’dan gaz ithal eden Azerbaycan’ın ilk defa Rusya’ya doğal gaz satacak olması nedeniyle anlaşma önem taşımaktadır. Doğal gaz üretiminde düşüşün    olması Rusya’yı, Avrupa’ya gaz tedariki için ihtiyacı olan gazı başka yerlerden temine yöneltmiştir.14 

Azerbaycan, enerji anlaşmaları nı Rusya’nın Karabağ sorunundaki tutumunu değiştirmek için de kullanmak istemiştir. Azerbaycan’ın Rusya’ya Şah Deniz II sahasından gaz satışı ile ilgili anlaşma yapması Azerbaycan’ın Nabucco için yeterli gazı olup olmayacağı tartışmalarını başlatırken, Türkmenistan’ın 
durumunun da net olmaması Nabucco için diğer bir sorun olarak  görülmekte dir.15 

Ancak eğer Azerbaycan ile Türkmenistan arasında gelişen ilişkiler sonucunda Azerbaycan doğal gazıyla Türkmenistan doğal gazının birlikte taşınması konusunda bu iki ülkenin antlaşmaları kesin bir şekilde sağlanırsa ve şirketler de bu doğal gaz boru hattı için kararlı davranırlarsa Hazar geçişli boru hattı projesi gerçekleşir. 
Bu noktada temel problemler ise Türkmenistan ile Azerbaycan arasında 
doğalgaz sahaları konusundaki anlaşmazlık ve Hazar’ın statüsü ile ilgili tartışmalardır. Bunun yanında Türkmenistan’ın Rusya ile yaptığı uzun dönemli gaz satış anlaşmasının da gazın miktarıyla ilgili soruna neden olabileceği ifade edilmektedir.16

Türkiye-Azerbaycan ilişkileri doğal gazdaki rekabetin sonucunu etkileyecek bir nitelik göstermektedir. Çünkü Azerbaycan Karabağ sorunu dahil dış politikası açısından önemli konularda Türkiye’den beklediğini bulamazsa, Rusya ile olan gaz satış antlaşmasının süresini uzatacaktır. Azerbaycan’ın Türkiye’ye sattığı gazın fiyatını artırmak istemesi de piyasa gerekleri dışında Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki sürece tepki olarak da görülmüştür. Nabucco projesinin geleceği ve Türkiye’nin Azerbaycan’dan çok uygun fiyata gaz alımına devam edebilmesi Türkiye ile Azerbaycan arasındaki yakın bağ ve ilişkilerin devamına bağlıdır. Rusya gibi enerji rekabetinde avantaj sağlamayı isteyebilecek ülkeler Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde gerginlik çıkması noktasında bir politika izleyeceklerdir. 

Türkiye ile Azerbaycan ilişkilerinde 2 milyar doları aşan ticaret hacminin yanı sıra 3 milyar dolara yakın doğrudan Türkiye’den firmaların Azerbaycan’a yatırımları ve 5,1 milyar doları bulan müteahhitlik projeleri de dikkat çekicidir. Konu ile ilgili önemli bir noktada Azerbaycan’da enerji dışı sektörlere Türkiye’den yapılan yatırımların tutarının 2,2 milyar dolara yaklaşmasıdır.17 
Azerbaycan ekonomisinin büyüyen bir yapıda olması, sadece enerji kaynaklarını ihraç eden bir ülke olarak kalmayı istememesi ve petrol ve doğal gaza dayalı sanayi dallarını geliştirmeye çalışması dikkate alındığında Türkiye ile olan ticaretin hacminin ve karşılıklı yatırımların artmasının beklendiği ifade edilebilir.18

Türkiye’nin Kafkasya Politikasında Ermenistan.,

Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde 2009 yılı çok önemli gelişmelere sahne olmuştur. Türkiye Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Ermenistan’ı diğer eski Sovyet Cumhuriyetlerini tanıdığı gibi tanımıştır. Türkiye ile Ermenistan arasında normal diplomatik ilişkiler kurulamadığı gibi, 1993 yılından beri kara sınırı da kapalı durumdadır. Bunun nedeni Ermenistan’ın soykırım iddialarını uluslararası alanda gündeme taşıması ve bu iddiaların 
tanınmasını en önemli dış politika araçlarından birisi olarak ortaya koyması, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü açıkça tanımaması ve Dağlık Karabağ sorunu dur. Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’nde “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen 1915 soykırımının uluslararası düzeyde tanınması çabalarını destekleyecektir.” demektedir. Bağımsızlık Bildirgesi’ne Ermenistan Anayasası’nda da atıf yapılmıştır.19 Yine Ermenistan 
Parlamentosu’nda da zaman zaman Türkiye-Ermenistan sınırını düzenleyen 
1921 Kars Antlaşması’nın tanınmaması gerektiği şeklinde konuşmalar yapılmaktadır.20 Dağlık Karabağ sorunu ise Türkiye’nin Ermenistan ile olan kara sınırını kapatmasına yol açmıştır.

Bu tablonun değişmesi doğrultusunda yapılan diplomatik girişimler sonucunda Nisan 2009’da yol haritası ile birlikte başlayan gelişmelerle 31 Ağustos 2009’da iki ülke arasında protokoller paraf edilmiştir. Protokoller 10 Ekim 2009’da Zürih ’te imzalanmıştır. Protokollerden ilki Ermenistan Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasına ilişkindir. Diğer protokol  ise iki ülke arasında ilişkilerin geliştirilmesine ilişkindir. Diplomatik ilişkilerin kurulmasına ilişkin protokolle taraflar protokollerin  yürürlüğe girmesinden sonra diplomatik ilişki kurma konusunda anlaşmışlar dır. Protokol ayrıca uluslararası hukukun ilgili anlaşmaları tarafından tanımlanan iki ülke arasındaki sınırların tanındığını teyit etmektedir. İki ülke protokol ile iyi komşuluk ilişkilerinin 
ruhuna uymayacak bir politika izlemekten kaçınacaklarını taahhüt ederken, terörizm, şiddet ve aşırılığın her türünü kınadıklarını, bu tür hareketleri desteklemekten veya müsamaha göstermekten kaçınacaklarını ve bu hareketlere karşı mücadele için işbirliği içinde olacaklarını ifade etmişlerdir. İki ülke arasında ilişkilerin geliştirilmesine yönelik protokolde ise en dikkat çekici nokta tarafların protokolün yürürlüğe girmesinden sonra iki ay içerisinde sınırın açılması konusunda anlaşmalarıdır. Protokollerde önemli bir nokta da kurulacak 
olan alt komisyonlardır. Tarihi boyut ile ilgili bir komisyonun kurulması özellikle 2005 yılında Türkiye tarafından yapılan tarihçi ve uzmanlardan oluşan bir komisyonunun kurulması önerisinin bir bakıma Ermenistan tarafından kabul edilmesi olarak da yorumlanabilir.21

Protokollerin Türkiye açısından sorunlu kısmı ise Türkiye ile Ermenistan 
sınırının protokollerin yürürlüğe girmesinden sonra 60 gün içerisinde açılacak olmasıdır. Türkiye Ermenistan ile sınırını Karabağ sorunu nedeniyle kapatmıştır. Protokollerde ise Karabağ sorunu konusunda bir ifade bulunmamaktadır ve Ermenistan çözüme ilişkin adım atmanın çok uzağındadır. Karabağ sorununun çözümü için en azından Ermeni kuvvetlerin Dağlık Karabağ’ın dışında işgal altında tutukları yedi bölgeden beşinden ilk aşamada çekilmeyi kabul etmesi ve Dağlık Karabağ’ın statüsü konusunda bir uzlaşmaya varılması gerekir. Protokollerin yürürlüğe girmesinin ardından iki ay içerisinde sınırın açılacağı ifade edilmesine rağmen, Türkiye tarafından en üst düzeyde Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden sınırın açılmayacağı Azerbaycan tarafına iletilmiştir.22 Bu durumda 
TBMM’de protokollerin kabul edilmeyeceği veya Karabağ sorunu çözülene kadar bekletileceği sonucuna varılabilir. Bir diğer olasılık da Türkiye’nin protokolleri onaylaması halinde bir deklarasyon yayınlayarak Karabağ sorunu çözülmeden sınırı açmayacağını açıklamasıdır. 

Protokollerin imzalanmasını takiben Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan da Türkiye ve Ermenistan milli futbol takımları arasında 14 Ekim 2009 tarihinde oynanan maçı izlemek üzere Türkiye’ye gelmiştir.23

Azerbaycan protokollerden duyduğu rahatsızlığı gündeme getirmiştir. 
Türkiye’de futbol maçının oynanacağı stadyuma getirilen Azerbaycan bayraklarının toplatılması ve Azerbaycan’ın da Bakü’deki şehitlik ile Din Hizmetleri Müşavirliği önündeki Türkiye bayraklarının indirilmesi iki ülke arasında soruna neden olmuş ve Türkiye Azerbaycan’a nota vermiştir.24 
Türkiye ile Azerbaycan ilişkilerinde gerginliğin ortaya çıkması ve iki ülkenin politikalarındaki ayrışma Ermenistan’ın Ulusal Güvenlik Strateji belgesinde vurguladığı gibi Ermenistan için en önemli tehlikenin kalkması anlamına 
gelmektedir. Ermenistan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde Türkiye’den Azerbaycan’ın stratejik ortağı olarak bahsetmekte ve bu durumu Ermenistan’a tehdit olarak değerlendirmektedir.25 Bu nedenle Türkiye ile Azerbaycan arasındaki yakın ilişkilerin bozulması Ermenistan’ın elini fazlasıyla güçlendirecektir. Zaten askeri bakımdan süren bir işgali, diplomasi yoluyla sona erdirmek çok zordur. Bir de Ermenistan’ın eline yeni kozlar geçmesi halinde Dağlık Karabağ sorununun çözümü daha zor olacaktır. 

Ermenistan’ın olağanüstü bir dış baskı ile karşılaşmadığı takdirde Dağlık Karabağ sorununun çözümünde aceleci davranmayacağı öngörülebilir. Ermenistan süreç içerisinde diplomatik alanda avantajlı konuma gelmenin hesabını yapmaktadır. Soykırım iddialarının araştırılmasını yani tarihi boyut ile ilgili komisyonun kurulmasını kabul etmesi nedeniyle Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan diaspora tarafından eleştirilmiştir. Yol haritasının açıklanmasından sonra 
Ermenistan içerisinde de Ermeni Devrimci Federasyonu gibi grupların tepkisi olmuştur. Diaspora için soykırım iddiaları birinci gündem maddesi ve kimlik unsuru olduğundan bu konu ile ilgili gelişmeler öncelikle dikkate alınmaktadır. Türkiye ile Ermenistan arasındaki protokollerde ifade edilen tarih komisyonunun kurulması, Ermeni diasporasının iddialara yönelik politikasını değiştirmeyecektir. 
Diasporanın asıl kaygısı bu konuda diaspora ile Ermenistan arasındaki işbirliğinin zayıflamasıdır. Ermenistan yönetimi açısından ise Karabağ sorunu öncelikli gündem maddesidir. Ermeni kuvvetlerin Karabağ’daki işgali sonlandırmasını içeren bir planının uygulanması Ermenistan iç politikasında daha fazla ses getirecek ve iktidar açısından uygulanması daha zor olacaktır. Karabağ ile ilgili bir maddenin protokollerde yer almaması bu nedenle Sarkisyan’ı bir ölçüde rahatlatmıştır. 

Ancak sorunun çözümüne ilişkin bir planın netleşmeye başlaması durumunda Ermenistan’da büyük tartışmalar olacaktır. Çünkü Karabağ sorununda bir çözüm mutlaka Ermeni kuvvetlerin en azından Dağlık Karabağ dışında işgal ettikleri topraklardan çekilmesini gerektirecektir.26

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

23 Aralık 2018 Pazar

Karabağ’da Savaş Senaryoları

Karabağ’da Savaş Senaryoları 





Araz ASLANLI
* Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi (UNEC) İktisat ve İşletme Bölümü öğretim görevlisi ve Azerbaycan merkezli Kafkasya Uluslararası 
İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (QAFSAM) Başkanı. 

       Ermenistan açısından adeta bir çıkmaz söz konusu. “Büyük Ermenistan” kurmak hedefi varken neredeyse bağımsız hiçbir karar alamayan Ermenistan’a dönüşüyor. Ermenistan’ın içinde bulunduğu çıkmaz Karabağ sorununun çözüm şansını da zayıflatıyor. Mevcut ateşkes ihlalleri de bu çıkmazın devam etmesinin bir sonucu… Ateşkes anlaşmasının 22. yılına yaklaşılırken, Ermenistan-Azerbaycan cephe hattında ateşkes ihlallerinin artması savaş senaryolarının bir kez daha gündeme gelmesine neden oldu. Peki, buraya nasıl gelindi? Karabağ sorunu neden bunca yıl çözülemedi? 22 yıldır süren ateşkesin şartları nelerdi?


Son yaşanan olayları dikkate alırsak, Azerbaycan tarafının resmi açıklamalarına göre, Nisan 2016 başında çatışmaların yoğunlaşmasının sorumlusu Ermenistan. Azerbaycan Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarının açıklamalarında, Ermenistan’ın ateşkes ihlallerini yoğunlaştırmak suretiyle Azerbaycanlı sivillere zarar verdiği ve buna cevaben Azerbaycan ordusunun askeri harekât başlattığı yönünde (tabii ki, Ermenistan tarafının resmi açıklamaları çok daha farklı ve bu ateşkes ihlallerine ilişkin alışılagelen bir durum). 

Olaylar yaşandığı sırada Nükleer Güvenlik Zirvesi için ABD’de bulunan Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev Azerbaycan’a döner dönmez 
Ulusal Güvenlik Konseyi’ni topladı. Toplantıda Aliyev ve Savunma Bakanı Zakir Hesenov, Ermenistan’ın provokasyonlarına cevaben Azerbaycan ordusunun gerçekleştirdiği askeri operasyonlar sonucunda düşmana ciddi darbe indirildiğini, bazı yerleşim birimlerinin ve önemli yüksekliklerin işgalden kurtarıldığını açıkladı. 

Aslında Azerbaycan’ın pozisyonuna ilişkin genel tablonun görülmesi açısından Ulusal Güvenlik Konseyi’nin 2 Nisan 2016 tarihli toplantısı büyük önem taşıyor. Çünkü Azerbaycan medyası ve kamuoyunda, o toplantıdaki çerçeveyle bu kadar yüksek oranda bir uyum ilk kez öne çıktı. 

Zira zaman zaman farklı söylemler ve eleştiriler olabiliyordu. 

Aliyev’in konuşmasında “gerginlik” ve “zafer” vurgularının birbirine paralel olarak sürdürülmesi dikkat çekiciydi. Örneğin, Devlet Başkanı Aliyev “ateşkes döneminde ilk kez Ermenistan’a bu kadar büyük darbe indirildi” dedi ama hemen ekledi: Bunun suçlusu, topraklarımızı işgal altında turan ve saldırıları başlatan Ermenistan’dır. Aliyev’in konuşmasında yer verdiği “biz kendi toprağımızdayız, başkasının toprağına saldırmadık”, “Ermenistan BM Güvenlik Konseyi’nin ve diğer uluslararası kuruluşların kararlarını uygulamıyor”, “Ermenistan ordusu Azerbaycan topraklarında kültürel anıtları, mezarlıkları tahrip etmiş. Bunu AGİT ve Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nin bölgede çalışma yapan uzman heyetleri de tespit ederek raporlarına yansıtmış” vb. ifadeler son gelişmelerden ziyade sorunun genel durumuna dikkati çekmek amacı taşıyordu. 

Toplantıda genel olarak “gerginlik” ve “zafer” havası hâkim olsa da barış ve hümanizm vurgusu da ihmal edilmedi. Aliyev Azerbaycan’ın savaş ve 
kan dökülmesini istemediğini de vurguladı: Biz sadece Azerbaycan analarının değil, Ermeni analarının da ağlamasını istemiyoruz. Ama sonu belli olmayan 
göstermelik bir sürecin bir parçası olmayı da düşünmüyoruz. İşgal Ermenilerin de işine yaramıyor. Ermenistan yönetimi Ermenilerin çıkarlarını düşünüyorsa işgalden vazgeçsin. 

Neden şimdi? 



Peki, neden bu kadar geniş çaplı bir çatışma ve neden şimdi? 

Öncelikle bir noktayı açıklığa kavuşturmakta fayda var, Karabağ sorununun ortaya çıkmaya başladığı 1980’lerin ikinci yarısından günümüze kadarki süreçte ateşkese ilişkin uzlaşmaların hiçbirisi tam anlamıyla başarılı olmadı. Özellikle 1990’lı yılların başındaki ateşkese ilişkin uzlaşmaların tamamı saldırı, terör, katliam ve işgalle sonuçlandı. Boris Yeltsin ve Nursultan Nazarbayev’in arabuluculuğuyla varılan uzlaşmadan kısa süre sonra 20 Kasım 1991’de Azerbaycanlı, Rus ve Kazak bakanları, generalleri ve gazetecileri taşıyan helikopter Ermeni birliklerinin işgali altındaki bir bölgeden açılan ateşle düşürüldü ve saldırıdan kurtulan olmadı. 

    Bu, Azerbaycan kamuoyunda, ateşkes kavramına özellikle olumlu bir anlam yüklenmemesi gerektiği algısının yerleşmesine neden oldu. 
Daha uzun süreli ve kalıcı görüntüye sahip olan mevcut Ateşkes Anlaşması uzun ve zor bir sürecin ardından Mayıs 1994 ‘te imzalandı ama o da sürekli olarak ihlal edildi. 

Ağustos 2008 ve sonrası Özellikle Ağustos 2008 olaylarından sonra“dondurulmuş sorunlar”ın aslında donmamış olduğu ve bu durumun büyük tehlike arz ettiği  daha iyi anlaşıldı, sorunun çözümüne yönelik girişimlerin yoğunlaşacağı iddia edildi. 

Bu aşamada, Rusya’nın arabuluculuğuyla 2 Kasım 2008’de Moskova yakınlarındaki “Mein Dorf ” şatosunda imzalanan anlaşmanın ateşkesi 
önemli ölçüde garanti altına alması bekleniyordu. Çünkü ilk kez taraflar Rusya’nın da imza attığı bir belgeyle sorunun çözümünde barışçıl yöntemlere 
bağlı kalacaklarını ifade etmişlerdi. Ama ilginç bir şekilde son yıllarda büyük kayıplara neden olan ateşkes ihlalleri, taraflar arasında görüşmelerin yapıldığı sırada ya da hemen ertesinde yaşandı. 

Örneğin Haziran 2010’da, Ağustos 2014’te, Kasım 2014’te, Aralık 2015’te ve diğer bazı dönemlerde ne zaman üst düzey görüşmeler söz konusu olsa, ateşkes ihlalleri her iki taraftan önemli kayıpların yaşanmasına ve savaş senaryolarının gündeme gelmesine neden oldu. Fakat bu gerginliklerin her birinden sonraki birkaç gün içerisinde önceki düzene geri dönüldü. 

<  Bölgedeki savaşın kaderi açısından hayati konumdaki Hocalı, Şuşa ve Laçın’ın işgallerinden önce de taraflar ateşkes konusunda uzlaşmaya varmışlardı. >

Daha öncesinde de sorunun çözümüne yönelik adımların atılma ihtimali belirdiğinde, Ermenistan’da (1998) iktidar değişikliği hatta bir terör saldırısı (27 Ekim 1999’da Ermenistan parlamentosuna yönelik saldırıda başbakan ve parlamento başkanı dâhil 8 milletvekili hayatını kaybetmişti) bile yaşanmıştı. 


Aslında Ateş hiç kesilmedi 

Yani ateş aslında hiç kesilmedi. Ateşkes ihlalleri ise daha çok tarafların karşı tarafı suçlama konusu ve Mayıs 1994’teki dengeyi kendi lehlerine 
çevirme girişimi olarak dikkat çekiyor. Şöyle ki, Azerbaycan askeri, ekonomik ve diplomatik açıdan 1990’lı yılların başlarına göre çok daha güçlendi. 

Rakamlar da bu veriyi destekliyor. 

Azerbaycan açısından topraklarının (eski Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi ve çevresindeki 7 rayonun) Ermenistan işgali altında kalması, hem uluslararası hukuka aykırı hem de iki ülkenin mevcut kapasitelerine uygun değil. Yani, Azerbaycan uygun gördüğü zamanda BM Sözleşmesi’nin 51. maddesine dayanarak meşru müdafaa hakkı çerçevesinde topraklarını Ermenistan işgalinden kurtarma hakkına ve kapasitesine sahip. 

Bazıları olayları sadece son gelişmeler ışığında değerlendiriyor ve bu olayın, Azerbaycan’ı Rusya’nın taleplerine boyun eğmeyen dış politika anlayışından vazgeçirmeye yönelik olarak Rusya tarafından planlandığını iddia ediyor. Bu çerçevede özellikle Azerbaycan’ın Batı’ya yönelik enerji projelerine devam etmesine, Rusya-Türkiye gerginliğine rağmen Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in sürekli olarak her konuda Türkiye’nin yanında olduklarını vurgulamasına ve 15 Mart 2016 tarihli Ankara ziyaretinde çok alışılagelmişin dışında bir tablo sergilemesine, en nihayet son ABD ziyaretine dikkat çekiliyor. 

Son yaşananlarda her iki neden rol oynamış olabilir. Ayrıca bu süreçlerde hem Ermenistan hem de Azerbaycan kendi güçlerini (askeri, diplomatik ve s.) test edebilme imkânı buluyor. 

Diğer yandan toplumlarını ortak hedefler için kenetleyebiliyorlarda. 

Rusya Faktörü 

Peki, süreç nereye kadar gider? Karabağ sorununun çok karmaşık bir sorun olduğunu, sorunun ortaya çıkışında tek suçlunun Rusya olmadığını ifade etmekle beraber, mevcut manzaranın ortaya çıkmasını sağlayanın da, çözüm sürecindeki en önemli engelin de bu ülke olduğunu belirtmek yanlış olmaz. 
Karabağ sorunu Rusya açısından Kafkasya’da etkinliğini sürdürmesi amacı doğrultusunda önemli bir araç. 
Bu nedenle de tam olarak çözüme kavuşturulmasını, yani bir aracının ortadan kalkmasını istemez. 

Dönemsel olarak yaşanan çatışmalarda bir tarafın üstünlüğü eğer Rusya’nın genel politikalarının dışına taşmıyorsa, buna izin verir. 
Örneğin, bir tarafa kendisini daha fazla sevdirmek ya da diğer tarafa varlığının önemini hissettirmek istiyorsa buna izin verebilir. 
Bunun dışında Rusya’ya rağmen ciddi bir çatışmanın başlaması ve taraflardan birinin diğerine ciddi üstünlük sağlaması ihtimali zayıf. 

Azerbaycan`ın bu aşamada Rusya`nın da müdahil olacağı bir savaşı arzu etmemesi, Rusya`nın da bu kadar sorun sürüyorken Azerbaycan dolayısıyla yeni sıkıntılar yaşamayı arzu etmemesi çatışmanın büyümesi ihtimalini de zayıflatıyor. 

< Azerbaycan’ın görüşüne göre Ermenistan bu gidişatı kendisi açısından çok riskli görüyor ve Azerbaycan’ın artan kapasitesinin Rusya’nın da 
yer alacağı bir savaşla sınırlanmasını sağlamak için Azerbaycan’ı provokasyona çekmeye çalışıyor.>

Ermenistan sürekli olarak Rusya’nın askeri desteğini hissediyor. Zaten Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü çerçevesinde ittifakı, ikili ittifak anlaşmasını ve 
Ermenistan’daki Rus askeri üslerini güvencesi olarak görüyor. Ayrıca Rusya’nın eski SSCB’yi canlandırma girişiminin bir parçası olarak de değerlendirilen Avrasya Ekonomik Birliği’nin de üyesi. 

Bakü’deki yaygın kanaate göre Ermenistan’da bu ülkeyi değil kendi geleceğini düşünen, bu nedenle de Rusya’ya bağımlı kalan bir iktidar var. 
SSCB dönemindeki tam bağımsız Ermenistan için yürütülen mücadele, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte başarılı olsa da günümüzde Azerbaycan’ın görüşüne göre Ermenistan bu gidişatı kendisi açısından çok riskli görüyor ve Azerbaycan’ın artan kapasitesinin Rusya’nın da yer alacağı bir savaşla sınırlanmasını sağlamak için Azerbaycan’ı provokasyona çekmeye çalışıyor. 

Ermenistan bırakın tam bağımsız olmayı, Ermenistan’daki yönetimlerin hatalı politikaları, özellikle de Karabağ sorunu dolayısıyla Rusya’nın kontrolü altında. 

Ermenistan özellikle Azerbaycan ve Türkiye’ye yönelik politikaları nedeniyle kendisini bir güvenlik çıkmazının içine sokmuş durumda. 
Bu iki ülkeyle olan sorunlarını çözmek yerine bu iki ülkeden tehdit algıladığı düşüncesiyle Rusya’ya sürekli olarak daha bağımlı hale gelecek politikalar izliyor, izledikçe de bu iki ülke ile güvenlik sorununu büyütüyor. Yani “Büyük Ermenistan” kurmak hedefi varken neredeyse bağımsız hiçbir karar alamayan Ermenistan’a dönüşüyor. O nedenle de Ermenistan açısından adeta bir çıkmaz söz konusu. Bu çıkmaz Karabağ sorununun çözüm şansını da zayıflatıyor. Mevcut ateşkes ihlalleri de bu çıkmazın devam etmesinin bir sonucu… 

(Bu makale daha önce Aljazeera’nın internet sayfasında yayınlanmıştır. 
http://www.aljazeera.com.tr/gorus/karabagda-hic-kesilmeyenates-ve-rusya

EDİTÖRDEN DEĞERLENDİRME..


EDİTÖRDEN,

    Mart ayının ön plana çıkan en önemli gelişmelerden biri Rusya’nın çekilme açıklamasıydı. Resmi açıklamalar ve Suriye içindeki değerlendirmeler Rusya’nın 
tamamen çekilmediği sadece Suriye’deki askeri personel sayısını ve varlığını azalttığı, siyasi süreçteki desteğini ise sürdürdüğü yorumlarını doğurdu. Rusya’nın Suriye’de kurduğu radar sistemleri ve edindiği askeri üsler, Akdeniz ve Orta Doğu’daki varlığını da belirginleştirdi. Nisan ayı ise işgal altındaki Karabağ’ın uluslararası hukuk vurgusuyla kendini dünyaya yeniden 
hatırlatmasıyla başladı. 2 Nisan’da başlayıp 5 Nisan’da Azerbaycan ve Ermenistan Genel Kurmay Başkanları’nın Moskova’da imzaladıkları ateşkes anlaşmasına kadar devam eden Karabağ’daki son çatışmalar, 1994’te sağlanan ateşkes sonrasının en önemli gelişmelerinden biri oldu. Rusya’nın burada Ermenistan’a açık destek vermek yerine tarafsız bir duruş sergilemesi dikkat çekiciydi. 

Karabağ’daki Nisan 2016 çatışmasının askeri ve siyasi galibi Azerbaycan oldu. Azerbaycan Karabağ’ın kuzey ve güneyinde üçer tane stratejik öneme sahip tepeyi geri aldı. Ancak acaba Azerbaycan, Ermenistan’ın Karabağ ile bağlantısını 
sağlayan Laçin ve Kelbecer’i ya da İran ile Ermenistan bağlantısını sağlayan Qubadlı veya Zengilan’ı da alacak olsaydı Rusya göreceli sessizliğini sürdürür müydü? Her halükarda geri aldığı topraklar Azerbaycan’a askeri avantaj sağlamaktadır. Öte yandan meselenin siyasi ve hukuki boyutu bakımından da 
Azerbaycan’ın kendi tezlerinin altını bir kez daha çizme fırsatı yakaladığı açıktır. Bu anlamda Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Başkanı Pedro Agramunt’un 3 Nisan günü yaptığı, Ermeni silahlı birliklerinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararları doğrultusunda Azerbaycan’ın işgal altındaki 
topraklarından çekilmesi yönündeki çağrısı büyük öneme sahiptir. 

Diğer taraftan 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü olarak her daim gündemde tutmaya çalıştığımız işgal edilen Ege adalarına (12 yılda Eşek, Koyun, Hurşit, 
Bulamaç, Fornoz, Nergizçik, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık, Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi adaları işgal edildi) 9 Mart’ta bir yenisi daha eklendi. 9 Mart’ta Yunanistan’ın Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve Deniz Kuvvetleri Komutanı, Türk hava sahasını ihlal edip Muğla’ya bağlı Ardıççık Adası’na helikopterle indi. 11 Şubat 2016 günü yine Türk hava sahasını 6 mil ihlal ederek Ardıççık Adası’na düşen Yunan helikopterinde hayatını kaybeden subaylar için burada anma töreni düzenlendi. Anma töreninde çekilen fotoğraflar Yunan Savunma Bakanlığı’nın resmi internet sitesinde de yayımlandı. Muğla sınırları içinde bulunan Ardıççık Adası, halihazırda Yunan işgali altında olan Koçbaba Adası’na 5 mil uzaklıktaki Türk Adası. 1943 Tarihli İngiliz haritasında da bu adanın 12 Ada deniz sınırının dışında ve Türkiye’ye ait olduğu açık bir şekilde gösteriliyor. 

Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nin Balkan Kasabı Radovan Karaçic’in yargılamasını bitirip 24 Mart 2016’da hakkındaki 40 yıl mahkûmiyet kararını 
açıklaması da not alınması gereken gelişmelerden biriydi. Karaciç’in 8 bin Müslüman’ın katledildiği Srebrenica’da soykırım suçu işlediği hüküm altına alındı… 

Ölen öldüğüyle kaldı… 

   21. Yüzyıl Dergisi’nin bu sayısında da dünya gündeminden önemli siyasi ve askeri gelişmeleri dikkatinize sunuyoruz. Kapak konusu olarak Türk-Rus rekabetini seçtik ve Sabir Askeroğlu okuyucularımız için geniş bir perspektiften konunun ayrıntılarını inceledi. Rusya’nın IŞİD’i tehdit olarak algılarken aynı zamanda bunu fırsat olarak kabul edip Orta Asya’daki etkisini artırmak için araçsallaştırmasını da Dilek Yiğit’in değerlendirmesiyle analiz ettik. 

Karabağ’daki çatışma, KKTC ve Türkiye arasındaki su krizi, Fergana Vadisi’ndeki yeni gerilim de dikkatinize sunduğumuz konu başlıklarından. Öte yandan Türkiye’nin gündemindeki ağırlıklı yeri itibariyle Sur, Silopi ve Cizre’deki operasyonlar ve bu çerçevede PKK terör örgütünün yenilenen stratejisi de terör ve terörizm konularının uzman ismi Merve Önenli tarafından analiz edildi. 

Gözde Kılıç Yaşın 
Editörden



***

23 Şubat 2017 Perşembe

AVRASYADA YASANAN ENERJİ KAYNAKLI GERGİNLİKLER


AVRASYADA YASANAN ENERJİ KAYNAKLI GERGİNLİKLER,




Kemal AYDIN*1 
Doç. Dr., Kocaeli Universitesi, Email: kemal.aydin111@gmail.com 
ALPER PÜRMÜŞ*2 
**Kocaeli Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğrencisi 

Özet 

Avrasya konumu nedeniyle, tarih boyu, Ahamenidler, Yunanlılar, Romalılar, Partlar, Bizanslılar, Araplar, Moğollar, Osmanlılar, Persler, Ruslar gibi bölge imparatorlukları için bir savas alanı ola gelmistir. 20.y.y. geldiğimiz tarihlerde Kafkas halkları 1991 de genel olarak bağımsızlıklarını kazanmıslardır. Bu bağımsızlık kazançlarının getirisi olarakta karsılıklı etnik sorunlarla mücadele etmek zorunda kalmıslardır. Zira bu bölge, zengin petrol ve doğal gaz 
kaynakları ile enerji mücadelesinin yeni coğrafi mekânı niteliğini almıstır. 21.y.y. da ise sürdürülen enerji mücadelesini; jeopolitik, ekonomik ve güvenlik unsurlarının yer aldığı çok yönlü bir oyuna benzetmemiz mümkündür. Avrasya özelde ise Hazar Havzası, nüfuz mücadelesinin en sert geçtiği bölgelerin basında gelmektedir. Bu bağlamda yasanan savaslar ve çatısmalar yeni enerji rotaları tabanlı olacağı süphe götürmez bir gerçektir. 

Anahtar Kelimeler: Avrasya, Enerji Hatları, Abhazya, Çeçenistan, Karabağ, Hazar Havzası, 

Büyük Oyun 


1 Doç. Dr., Kocaeli Universitesi, Email: kemal.aydin111@gmail.com 
2 Kocaeli Üniversitesi, Uluslararası İliskiler Bölümü Öğrencisi 


Giriş 

SSCB döneminin bitmesinin ardından baslayan Rusya Federasyonu dönemi 
kaybedilen güce yeniden ulasmayı hedefleyerek yola çıkmıstır. Bu neticede Avrasya ve Orta Asya’da bulunan Bağımsızlığını Kazanan devletler üzerine belirlenen dıs politikanın ana mihenk taslarını Doğal Gaz, Petrol’ün olusturması kaçınılmaz gerçek halini almıstır. Ana düsünce bölgeden geçen boru hatlarını kendi kontrolü altında toplayarak Enerji rotalarına hükmetmek olmustur. Bu düsünce doğrultusunda uygulanan politikaların bölgedeki etnik çatısmaların ve istikrarsızlığın fitilini ateslediğini söylemek tabi ki yanlıs olmayacaktır. 
Bölge ülkelerini siyasi açıdan Rusya’ya bağımlı hale getiren bu politikaları yasanan örnekleri ile birlikte, analizlerimi aktarmaya çalıstım. 

Abhazya 

Bölgede var olduğu günden beridir, Avrupa ve Asya medeniyetleri ve Dslam ile 
Hristiyanlık dini arasından bir köprü olmustur. Bu köprünün getirdiği dezavantajın sonunda etnik savasların çoğuna ev sahipliği yapmıstır. SSCB’nin dağılması ile orataya çıkan bölgedeki devletler, etnik azınlıklar yeni kurulan Rusya açısından bir avantaj haline gelmistir. Rusya’nın yakın çevre politikasına iliskin belirsizlikleri orta Asya ve Kafkasya için istikrarsız bir bölge olma yolunu açmıstır. Rusya’nın Orta Asya, Hazar ve Kafkaslara iliskin genel yaklasımı ve politikaları bölgedeki etkinliğinin devamını temin ve bu bölgelere dısarıdan gelen güçlerin etkisini minimize etmeye yönelik olsa da, izlenen politikalar her zaman aynı tonda ve sertlikte olmamıstır.3 Özellikle bölgedeki petrol ve enerji sorunlarına yönelik olarak 1990’larda, biri basbakan Viktor Chernomirdin tarafından destek gören ve bölgedeki ticari aktörlerle isbirliğini öneren, diğeri de sorunlara karsı tek yanlı ve daha sert bir yaklasımı içeren ve ‘Monrovski Doktrini’4 olarak bilinen yaklasım olmak üzere, iki ayrı ve birbirine zıt yaklasımdan söz etmek gerekir.5Bu bağlamda Abhazya, Gürcistan karsısında 
desteklenebilecek bir yer almıstır. Rus savunma bakanlığınca Gürcistan-Abhazya gerilimi sürekli olarak artırılmıs ve neticesinde yasanan pek çok kanlı mücadele ile 26 Ağustos 2008 tarihinde ise Rusya Federasyonu Devlet Baskanı Dimitri Medvedev, Abhazya Devletinin bağımsızlığını tanıma kararını imzalayarak uluslararası tanınma sürecine baslatmıstır. Rusya’nın buradaki amacı belli bir etnik grubun bağımsızlığına ön ayak olmak değil aslında enerji hatlarının güvenliğini sağlamaktı. Bir diğer nokta ise Gürcistan’ı zayıflatarak Türkiye’nin ve Batının bölgedeki etkinliğini sınırlamaktır. Bu sayede alternatif bir rota olarak kendi bölgesini ortaya çıkarıp enerji geçisinin kontrolü sağlamıs olacaktır. Novoroski limanı koruyup Poti’deki petrol ihracatına yakın olmak Rusya’nın dıs politikadaki hedeflerinde yerini almıstır.6 

Çeçenistan 

Tarih boyunca Rus çarlığı ile savas halinde olmus çeçen-inguslar süre gelen 
savaslarını ve inatçı tavırlarını 20.y.y.-21.y.y. da devam ettirmeyi basarmıslardır. Süphesiz ki Rusya’nın Çeçenistan isgalinin en büyük sebebi Bakü’den gelen, Grozni’den geçen Tikhoretsk’e ulasan boru hattını kontrol altına alarak zengin enerji yataklarının bir nevi sahibi olmaktır.7 

Bölge stratejik açıdan boru hatları yani enerji nakli için tam bir geçis güzergâhıdır. Buda bölgede oynan oyunun büyüklüğüne önemi aynı ölçüde artırmaktadır. Bunun yanında zengin yeraltı kaynakları da bu ülke için ayrı bir önem arz etmektedir. Dudayev döneminde (1991-1994 arası), Çeçenistan Moskova’dan ihraç vizesi almak için isbirliği yaparak, Bakü’den Grozniye milyarca dolar ham petrole ihraç olanağı sağlamıstır. Çeçenistan Bu bağlamda konuyu ele aldığımızda Rus Dıs Politikasında uzun müddet hat safhada öneme sahip olmustur. 8 Rusya'nın Çeçenistan'a karsı ilk yaklasımları, Azerbaycan ve Gürcistan'da izlediği yolun benzeri olmustur. Rus yanlısı Çeçen muhalefet kullanılarak Cavhar Dudayev yönetiminin tasfiye edilmesi denenmistir. Fakat Rus destekli muhalefetin baslattığı iç savas, Dudayev'in zaferiyle sonuçlanmıstır. Bu sonuç karsısında Yeltsin Rus ordusunun 1994 
tarihiyle Çeçenistan harekatını baslatmıstır.9 Grozni yerle bir edildi 30 bin kisi öldü. 300 binden fazla kisi mülteci durumuna düsmüstür. Ateskesler ile sürüp giden savas 1996 yılında imzalanan Hasavyurt Antlasması ile bitirilmistir.10 

Günümüzde Ramazan Kadirov Resmi olarak Cumhurbaskanlığı sıfatını üstlenmekte olduğu Çeçenistan’ın Rus yanlısı bir politika izlediğini söylemek pekte yanlıs olmaz bu anlamda Rusya için ayrılıkçı gruplar direnislerine devam etseler de Rusya çıkarı doğrultusunda kararlı harekâtının sonuçlarını aldığını söylemek mümkündür.11 

Karabağ Sorunu 

Karabağ bölgesi, Hazar petrolünün Türkiye’ye ulasmasında stratejik bir konumda bulunmaktadır. 1921 de Azerbaycan iradesine bırakılan yönetimi Ermeniler ve Rusya için hosnutsuzluğa neden olmustur12 . Nihayetinde 1988 de alevlenen bu hosnutsuzluk 1992 de savasa dönüsmüstür. Dönemde bu çatısmaların Ermenistan tarafından Ermenilerin yürütüğü bir çatısma olduğu ileri sürülse de zamanla açıklamaların ortaya çıkmasıyla Rus destekli bir 
toprak isgali olduğu ortaya konusmustur13. Bu savas neticesinde Azerbaycan topraklarının 5 te 1 i ölçüsünde isgale uğrasmıs ve büyük bir insanlık dramı olarak hocalı katliamı yasanmıstır. 1 milyon Azerbaycan vatandası da mülteci durumuna düsmüstür.14 1995’teki Barıs görüsmelerinden sonuç alınamamıstır. Bu duruma bağlı olarak dönemin BM Genel Sekreteri Butros GALD, sorunla ilgili olarak biz özel temsilci bölgeye göndermistir. Genel anlamda sorunu ele alacak olursak ne yazık ki karsılasılan ana baslık Rusya’nın Kafkasya’yı zayıflatması, istikrarsızlığın devamı ve petrol rotalarının somutlasmasının önlenmesi 
olacaktır. Rusya, ABD, Türkiye, Fransa, Dsveç, Dtalya’dan olusan Minsk grubu sorunu çözmek için görevlendirilmis olsa da sınırlı bir basarı elde edebilmistir. Öte yandan Rusya’nın anlasılmaz tutumu AGDT’i basarısız kılmıstır.15 Bu sonucun alınmasında baskı altında kalan Karabağında payı vardır. Petrol’ün tasınması konusunda Türkiye güzergâhının izlenmesi esas alınan rotalar içinde en ekonomik olanı, Ermenistan üzerinden geçecek rotadır. Ancak Karabağ bölgesinin hala isgal altında olması Azerbaycan’ın böyle bir seçeneğe sıcak 
bakmasını mümkün kılmamaktadır. Bu anlamda Azerbaycan’ın içinde olduğu durum (Bakü-Tiftis-Ceyhan) rotasının uzunluğunun yaklasık olarak 300 km daha uzamasına neden olmustur.16 

Azerbaycan-Türkmenistan Gerginliği 

Hazar denizinin kıyıdas iki ülkesi olan Azerbaycan ve Türkmenistan arasında enerji kaynakları tabanlı yasanan bu sorun Serdar/Kepez olarak bilinmektedir. Azerbaycan’ın “Kepez” ve Türkmenistan’ın ise “Serdar” olarak adlandırdığı zengin petrol yatakları bu iki ülke arasında iliskileri kopma noktasına getirmistir.17 Bu sorun 2001 yılında Türkmenistan’ın Azerbaycan’daki büyükelçiliğini kapatmasına neden oldu.18 Temmuz 1997’de Rus sirketleri 
Rosneft ve Lukoil ile Azerbaycan arasında imzalanan Kepez yatağını kapsayan anlasma Türkmenistan’ın tepkisini çekmis, Askabat, yatağın kendi sularında bulunduğunu ve Türkmenistan’ın malı olduğunu belirtmistir. Türkmenistan Hazar’ın statüsünün belirlenmeden yapılacak anlasmaların geçersiz olacağını savunmustur ve bu konuda gerekirse BM ve Uluslararası Mahkemelere konuyu tasıyacağını belirtmistir.19 Diğer bir yandan bu konudaki Türkmenistan’ın isteğini artıran bir neden ise Türkiye pazarıdır, Türkmenistan doğal gazının 
Türkiye üzerinden batı pazarlarına ulastıracak olan Trans-Hazar boru Hattı konusunda tartısmaların temelini atmıstır. Bu anlamda yasanan bu tartısma Azerbaycan ile fikir birliğine varılamadığı için ne yazık ki rafa kaldırılmıstır. Bu doğal gaz açığını ise Bakü-Tiflis-Erzurum boru hattı projesi karsılayacaktır, tabii ki bu durum Türkmenistan açısından hiçte hos karsılanmamıstır. Bölge hakkındaki sonuca gelirsek Kepez yatağının kıyıdas ülkelerin ortak isletimine karar verilirse her iki ülkede 30 milyar doların üzerinde gelir elde edecektir20 . 
Rusya ve Kazakistan soruna taraf olmamayı seçmistir ve sorunun taraf devlet arasında çözülmesini vurgulamaktadırlar. 

Boğazların Güvenliği 

Buraya kadar bahsettiğim Kafkasya’dan ve Orta Asya’dan gelen petrolün Karadeniz limanlarına ulastırılıp oradan Uluslararası Pazara sevki bölgelerde yasanan istikrarsızlıklar ve geçis güzergâhlarındaki tehtidler nedeniyle Türkiye’nin her geçen gün kaygıları artmaktadır.21 

Türk boğazları geçislerdeki düzeni sağlamak için kullanılan “Boğazlar Rejimi”, 1938 Montrö boğazlar sözlesmesiyle belirlenmistir. Açıkça ortadadır ki günümüz beklentilerini karsılayamayacak bir sözlesmedir. Antlasmayı imzalayan devletlerin bir kısmı günümüzde yoktur ve son yıllarda devletlerin de yaklasımlarında farklılıklar yasanması söz konusudur.22  1938’den bu yana Gemilerdeki ebat ve tonajlarda değismistir. Bugün gemilerin hacmi ve 
boyu artmıstır bunun yanında o yıldan bu yana olan tarihsel süreçte boğazdan geçen tanker sayısı da hayli artmıstır. Montrö sözlesmesi, bütün gemiler için serbest geçis hakkı tanısa da, bugün bu sayıdaki artıs ve çoğunun petrol tankeri olması, Süveys kanalının üç katı sayıya sonuç bazında ulasılmasını sağlamıstır. 
sayısı da hayli artmıstır. Montrö sözlesmesi, bütün gemiler için serbest geçis hakkı tanısa da, bugün bu sayıdaki artıs ve çoğunun petrol tankeri olması, Süveys kanalının üç katı sayıya sonuç bazında ulasılmasını sağlamıstır. 


Tablo 1: 1938-2000 Yılları Arasında Türk Boğazlarındaki Gemi Trafiği23 

Gemi trafiğinin bu denli artması ve tasınan yüklerdeki çesitlilik Türkiye’nin kaygısını artırmıstır, bu anlamda olan çesitli kazalar boğazları ve Dstanbul’un tarihi dokusunu tehtid eder duruma geldiğinde Türkiye 1 Temmuz 1994’te bu konuda Boğazlar Tüzüğü Düzenlemesini getirmistir. Bu sekilde boğaz trafiğini kontrol altına almaya çalısan Türkiye aynı zamanda çesitli sistemlerle de bu güvenlik arzusunu pekistirmeye çalısmıstır. Örnek olarak boğazların güvenliği ile ilgili olarak otomatik tanımlama sistemleri, Uzak mesafeden gemilerin tanımlanması ve izlenmesi(LRIT) kurularak çesitli seyir güvenliği önlemleri 
alınmıs24 . Radar istasyonu projesinde çesitli aksaklıklar yasansa da seyir güvenliği için saydığım önlemlerin alınması Türkiye’nin bu konuda ciddi tutumunu göstermektedir. 

Türkiye’nin Kaygıları 

Her ülke yönetimi toplumu için kesintisiz, güvenilir ve temiz enerjiyi ülkesi için ucuz bir yolla elde etmek ister. Bu bağlamda Türkiye’de bu örnek içinde yer alabilecek bir ülkedir nitekim yukarda bahsettiğim uzlasmazlıklar hem bahsedilen ülke topraklarında hem de bölgede bir istikrarsızlık olduğunu göstermektedir. Türkiye açısından kesintisiz ve enerjinin güvenirliği büyük bir önem arz etmektedir. Avrasya bölgesindeki çatısmalar, isgaller buradan 
tasınabilecek enerjinin hem kesintisizliğine olan güvensizliği hem de maliyetini oldukça artırmaktadır. Rusya, söz konusu bağımsız devletler üzerinde oldukça büyük bir stratejik üstünlük sağlamaktadır ve bunun da en önemli nedeni söz konusu devletler için petrol ve doğal gaz kaynaklarını uluslararası pazara aktarmak için Rusya rotasını izlemeleridir. Nitekim bu yol Rusya’nın yakın çevre politikasını uygulamaya koymasını sağlıyor. Bu anlamda izlediği politikalar birçok etnik grup arasındaki çatısmaları artırmaktadır neticesinde Gürcistan-Abhazya-G.Osetya gerginliği bunun bir neticesidir25 . Örneklerime Çeçenistan’da 
yasanan dram ve Karabağ sorunu olarak ta devam edebilirim. Türkiye’nin kaygıları tabii ki de bölgede yasanan istikrarsızlıkların doğurduğu sonuçlardır bu sonuçların getirisi olarak Kafkasya’da Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan kutuplasmasından bahsetmek pek tabii mümkündür. Bu istikrarsızlık karsısında Türkiye çesitli girisimlerde bulunsa da Rusya bölgede kendisini frenleme çabası olarak görmüs ve tatbikine hiç zaman müsaade etmemistir26 . 

Sonuç 

Doğal gaz ve Petrol 21.y.y. da geçmiste olduğu gibi önemini en üst seviyede 
korumaktadır ve anlamda savasların ve çatısmaların bu konuyu ana baslık yapacağı kaçınılmaz bir gerçektir. 

Orta doğu ve Sibirya’dan sonra Hazar havzası enerji bazında üçüncülüğü 
göğüslemektedir. Bu durum güçlü devletlerin ve büyük petrol sirketlerinin de istahını kabartmasına neden olmaktadır. Hazardaki hidrokarbon kaynakları günümüz taleplerini en üst düzeyde karşılamaya hazırdır nitekim bu durum bölgedeki istikrarsızlığında temelini oluşturmaktadır. 

Avrasya bölgesini ele aldığımızda genel anlamda jeopolitik konumu taban alındığında bu enerji yatakları çatısmaların temelini olusturmaktadır. Türkiye Rusya ve İran doğal gazına bağımlılığını azaltmak için Türkmenistan’ın doğal gazını, Azerbaycan’ın doğal gazını ve geçmisten gelen kültürel yakınlığı ve tarih bütünlüğünü temel alarak Türkiye’ye getirmesi gerekmektedir. Bunu yaparken enerji aktarımının ucuz, güvenli ve istikrarlı olmasını temel almalıdır bu anlamda Türkiye’nin bölgede yasanan etnik çatısmalara ve oynanan büyük oyunlara kayıtsız kalmaması yapması gereken en önemli unsurdur. Bu bağlamda uluslar arası örgütleri ve ulus üstü yapıları bölgeyi yönlendirmesi geçmiste olduğu gibi takipsiz kalarak sonuç alınmamasına engel olması gerekmektedir. Türkiye’nin suan ki bölgeye yönelik politikaları yetersizdir. Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya’da daha aktif olmalı ve bölgede yeni kazanımlar elde etmelidir. Geçmisteki Tarihsel kültürel bağları bu politikalardaki temeli sağlıyıcağı süphe götürmez bi gerçektir. Önemli bir enerji pazarı ve transit ülke olan Türkiye’nin bu bölgelere ve olaylara seyirci kalması beklenmemelidir. Çünkü Türkiye’nin geleceğine Avrasya’daki enerji kaynakları büyük oranda yön verecektir. 

DİPNOTLAR;


3 Lena Jonson, Russia and Central Asia: A Web of Relations, Central Asian and Caucasian Prospects, (CACP) 
Papers, (London: the Royal Institute of International Affairs, 1998), s. 60. 
4 David Sinker, “The Management of a Transboundary Energy Resource”, içinde Bulent Gokay (ed.) The 
Politics of Caspian Oil, (New York: Palgrave, 2001), s. 54. 
5 Rosemarie Forsythe, The Politics of Oil in the Caucasus: Prospects for Oil Exploitation and Export in the 
Caspian Basin, Adelphi Paper, No 300, University Oxford Press, 1996, s. 15-16. 
6 Didem EKİNCİ “ÇATISAN KÜRESEL GÜÇLER VE KARADENİZ GÜVENLİĞİ: ABHAZYA ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME” Karadeniz Arastırmaları, Kıs. 2014, Sayı 40, S.1-16 
7 Ufuk Tavkul, Kafkasya’nın Jeopolitik Konumu Dçerisinde Rusya Açısından Çeçenistan’ın Stratejik Önemi, Kök Arastırmalar, Güz 1999, s.24 
8 Hasan Kanpolat, “Rusya Federasyonu’nun Kafkasya Politikası ve Çeçenistan Savası”, Avrasya Dosyası, c.6, s.4, Kıs 2001, s.167 
9 Dr. Gamze Güngörmüs Kona,” Rusya Federasyonu ve Kafkasya”, 26-27 Ocak 2005, 
http://gamzegungormuskona.blogspot.com.tr/2007/08/harp-akademileri-komutanlstratejik.
html,(E.T.:28.08.2014),syf.1. 
10 Müktedir ilhan,”Çeçenistan’da Bitmeyen Cihad”,21 Aralık 2006, 
http://www.kavkazcenter.com/tur/content/2006/12/21/2542.shtml,(E.T.:28.08.2014),Syf.1. 
11 Yusuf Ensar,”Çeçenistan’da Kadirov’un Yalanları ve Cihad Gerçekleri”,24 Ağustos 2007, 
http://www.kavkazcenter.com/tur/content/2007/08/24/3564.shtml, (E.T.:28.08.2014),Syf. 1. 
12 Doç. Dr. Besir Mustafayev, “SOVYETLER DÖNEMDNDE RUSYA’NIN DAĞLIK KARABAĞ 
POLDTDKASI”, Karadeniz Arastırmaları, Güz 2013 , Sayı 39 , s.56 
13 Doç. Dr. Besir Mustafayev, a.g.m.,S.60. 
14 Prof. Dr. Aygün ATTAR (Hasimzâde),Karabağ Sorunu Kapsamında Ermeniler ve Ermeni Siyaseti,ANKARA, 
AKDTYK Atatürk Arastırma Merkezi,2005, Syf. 120-121 
15 Prof.Dr. Aygün ATTAR (Hasimzâde),a.g.e , s.143 
16 Doç.Dr. Besir Mustafayev, a.g.m. , S.63 
17 Sinan Oğan, “Yeni Global Oyun ve Hazar’ın Statüsü”, 
http://www.turksam.org/tr/makale-detay/601-yeni-global-oyun-ve-hazar-in-statusu,  E.T. : 29.08.2014 
18 Cavid VELİYEV, Askabat Bakü yakınlasması,
http://www.aman.be/politiek_economie/a351kabatbaku_yakinlasmasi-t2379.0.html;wap2, Erisim  Tarihi: 29.08.2014 
19 Veliyev, a.g.m., http://www.aman.be/politiek_economie/a351kabatbaku_yakinlasmasi-t2379.0.html;wap2, Erisim Tarihi: 29.08.2014 
20 Sinan Oğan, a.g.m., http://www.turksam.org/tr/makale-detay/601-yeni-global-oyun-ve-hazar-in-statusu,  E.t.:29.08.2014 
21 SEVER,Aysegül, “Türkiye-Rusya Federasyonu iliskilerinde çatısma,rekabet ve isbirliği”, Avrasya Dosyası, 
Cilt 7, Sayı 3, Sonbahar 2001, s.242. 
22 SEVER,Aysegül, a.g.e, s.242 
23 Hakan Emanet, Deniz Hakimiyetinden Dünya Hakimiyetine Giden Yolda Türk Boğazları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, istanbul, 2003, s.117, Tablo 1 
24 Oktay Kılıç, “Türkiye’de Deniz Trafiğini izlemeye dair sistemler”,T.C. Ulastırma Denizcilik ve Haberlesme Bakanlığı Bilgilendirme Kitapçığı,s.2 
25 Ahmet ÖZTÜRK,” Rusya-Gürcistan Krizi: Yerel Bir Çatışma, Küresel Yansımalar”,  Cilt:4, Sayı: 7, ss. 1-27, 2009 . 
26 Sinan OĞAN,”Tarihi Adım”,16 Eylül 2009, 
http://archive-org.com/page/4104785/2014-0610/
http://www.turksam.org/tr/makale-detay/747-tarihi-adim, (E.T. :30.08.2014), S.1. 


KAYNAKÇA 

Ahmet ÖZTÜRK,”Rusya-Gürcistan Krizi: Yerel Bir Çatısma, Küresel Yansımalar”, 
Cilt:4, Sayı: 7, ss. 1-27, 2009. 
Cavid VELDYEV, Askabat-Bakü yakınlasması, 
http://www.aman.be/politiek_economie/a351kabatbaku_yakinlasmasi-t2379.0.html;wap2, Erisim Tarihi: 29.08.2014 
David Sinker, “The Management of a Transboundary Energy Resource”, içinde Bulent Gokay (ed.) The Politics of Caspian Oil, (New York: Palgrave, 2001), s. 54. 
Didem EKDNCD “ÇATISAN KÜRESEL GÜÇLER VE KARADENDZ GÜVENLDĞD: 
ABHAZYA ÜZERDNE BDR DEĞERLENDDRME” Karadeniz Arastırmaları, Kıs. 2014, Sayı 40, S.1-16 
Doç. Dr. Besir Mustafayev, “SOVYETLER DÖNEMDNDE RUSYA’NIN DAĞLIK 
KARABAĞ POLDTDKASI”, Karadeniz Arastırmaları, Güz 2013 , Sayı 39 , s.56 
Dr. Gamze Güngörmüs Kona,” Rusya Federasyonu ve Kafkasya”, 26-27 Ocak 2005, 
http://gamzegungormuskona.blogspot.com.tr/2007/08/harp-akademileri-komutanl-stratejik.html,(E.T.:28.08.2014),syf.1. 
Hakan Emanet, Deniz Hakimiyetinden Dünya Hakimiyetine Giden Yolda Türk 
Boğazları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Dstanbul, 2003, s.117, Tablo 1 
Hasan Kanpolat, “Rusya Federasyonu’nun Kafkasya Politikası ve Çeçenistan Savası”, Avrasya Dosyası, c.6, s.4, Kıs 2001, s.167 
Lena Jonson, Russia and Central Asia: A Web of Relations, Central Asian and 
Caucasian Prospects, (CACP) Papers, (London: the Royal Institute of International Affairs, 1998), s. 60. 
Müktedir ilhan,”Çeçenistan’da Bitmeyen Cihad”,21 Aralık 2006, 
http://www.kavkazcenter.com/tur/content/2006/12/21/2542.shtml,(E.T.:28.08.2014),Syf.1. 
Oktay Kılıç, “Türkiye’de Deniz Trafiğini izlemeye dair sistemler”,T.C. Ulastırma 
Denizcilik ve Haberlesme Bakanlığı Bilgilendirme Kitapçığı,s.2 
Prof. Dr. Aygün ATTAR (Hasimzâde),Karabağ Sorunu Kapsamında Ermeniler ve 
Ermeni Siyaseti,ANKARA, AKDTYK Atatürk Arastırma Merkezi,2005, Syf. 120-121 
Rosemarie Forsythe, The Politics of Oil in the Caucasus: Prospects for Oil 
Exploitation and Export in the Caspian Basin, Adelphi Paper, No 300, University Oxford Press, 1996, s. 15-16. 
SEVER, Aysegül, “Türkiye-Rusya Federasyonu iliskilerinde çatısma,rekabet ve 
isbirliği”, Avrasya Dosyası, Cilt 7, Sayı 3, Sonbahar 2001, s.242. 
Sinan Oğan, “Yeni Global Oyun ve Hazar’ın Statüsü”, 
http://www.turksam.org/tr/makale-detay/601-yeni-global-oyun-ve-hazar-in-statusu, E.T. : 29.08.2014 
Sinan OĞAN,”Tarihi Adım”,16 Eylül 2009, http://archive-
org.com/page/4104785/2014-06-10/http://www.turksam.org/tr/makale-detay/747-tarihi-adim,, (E.T. :30.08.2014), S.1. 
Ufuk Tavkul, Kafkasya’nın Jeopolitik Konumu Dçerisinde Rusya Açısından 
Çeçenistan’ın Stratejik Önemi, Kök Arastırmalar, Güz 1999, s.24 
Veliyev,a.g.m., http://www.aman.be/politiek_economie/a351kabatbaku_yakinlasmasi-
t2379.0.html;wap2, Erisim Tarihi: 29.08.2014 
Yusuf Ensar, ”Çeçenistan’da Kadirov’un Yalanları ve Cihad Gerçekleri”, 24 Ağustos 2007, http://www.kavkazcenter.com/tur/content/2007/08/24/3564.shtml, (E.T.:28.08.2014), Syf. 1. 




***