Mevlüt Çavuşoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mevlüt Çavuşoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2020 Pazartesi

ABD'nin çekilme kararı ve Suriyedeki etkileri

ABD'nin çekilme kararı ve Suriyedeki etkileri




Oğuz Çelikkol
ocelikkol@hurriyet.com.tr
25 Aralık 2018


ABD Başkanı Trump’ın bazıları tarafından çok anı olarak nitelendirilen Suriye’den çekilme kararının Suriye sorunu üzerinde çok önemli yansımaları olacağı açık. ABD’nin askeri gücü tarafından desteklenen Suriye Demokratik Güçleri halen Suriye’nin %30 ila %35’ini, yani ülkenin 1/3’ini kontrolü altında bulunduruyor.

Suriye Demokratik Güçleri adı altındaki bu milis güçlerinin temelini ise Türkiye’nin PKK’nin Suriye uzantısı olarak kabul ettiği PYD/YPG oluşturuyor. 

Diğer bir deyişle bugün PKK, ABD’nin sağladığı destekle, Suriye’nin 1/3’ini kontrolü altında bulunduruyor. Türkiye ile ABD arasında Suriye’deki en büyük sorun da esasen buydu. Vaşington’un PKK’nin Suriye uzantısı olan terörist bir örgütü askeri ve siyasi açıdan desteklemesi, eğitmesi ve silahlandırması.

Şimdiye kadar ABD bunu DEAŞ ile mücadele gerekçesiyle yapıyordu. 


Başını Pentagon’daki (ABD Savunma Bakanlığı) bir grubun çektiği Waşington’daki bazı odaklara göre DEAŞ ile mücadele ABD’nin Suriye stratejisinin temeliydi ve bu mücadele için işbirliği yapılacak yerel en uygun güç ise PYD/YPG idi. 

Bu çerçevede, PKK’yi terörist bir örgüt olarak tanıyan ABD, PYD/YPG’nin PKK ile (kendilerince de çok iyi bilinen) bağlarını, NATO müttefiki bir ülkenin topraklarında terör faaliyetlerinde bulunmasını önemsemiyor, aldırış etmiyordu.


Diğer bir deyişle Vaşington’daki bazı çevreler bir terör örgütüyle (DEAŞ’la) mücadeleyi diğer bir terör örgütüyle (PYD/YPG) yürütmede hiçbir sakınca görmüyor, Türkiye’nin itirazlarını ise “oyalama taktikleriyle” geçiştirmeye çalışıyordu. Daha da kötüsü son dönemlerde, Ankara’dan gelen Doğu Suriye’de askeri bir operasyon sinyalleri üzerine, ABD’nin PYD/YPG’yi Türkiye’ye karşı korumak amacıyla harekete geçtiğini gösteren işaretler artmış, Türkiye ile ABD’nin Suriye’de karşı karşıya gelmesi tehlikesi ortaya çıkmış, Türkiye-ABD ilişkileri ciddi bir tehdidin altına girmiş gibi gözüküyordu.

Başkan Trump’ın Suriye’den çekilme kararı bu tabloyu değiştirmiş, her şeyden önce Suriye’de Türkiye-ABD çatışması tehlikesini ortadan kaldırmıştır. 
Başkan Trump kararını açıklarken DEAŞ’ın yenilgiye uğratıldığını ve artık ABD’nin Suriye’de asker bulundurmasına gerek olmadığını belirtmiştir. 
Başkan Trump’ın açıklamasında, daha önce ABD’li yetkililerce Suriye’de asker bulundurmak için gerekçe olarak gösterilen diğer bir hususa, İran’ın Suriye’deki etki ve nüfuzunun azaltılması konusuna ise değinilmemesi ilginçtir.

Esasen Başkan Trump’ın Suriye’den çekilme kararının bir “sürpriz” olmaması gerekiyor. Başkan Trump seçim kampanyasından bu yana ABD’nin Orta Doğu’daki savaşlara “bulaşmaması” gerektiğini, bu savaşlarda ABD’nin önemli bir çıkarı olmadığını savunuyor. Daha 2017 yılı başlarında Başkan Trump’ın yine ABD askerlerinin Suriye’den çekileceğini açıkladığı, ancak daha sonra Suriye’de “kalma” konusunda “ikna” edildiği hatırlarda. Başkan Trump’ın ABD askerlerini Suriye’de kalmaya ikna edenlerin başında Pentagondaki bazı generallerin ve 
ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki bazı çevrelerin bulunduğu, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un da bu “ikna çalışmalarında” rol oynadığı biliniyor.


Yine de Başkan Trump’ın Suriye’den çekilme kararı “ani” ve “sürpriz” olarak nitelendirildi. Trump’ın Suriye’den çekilme kararını Cumhurbaşkanı Erdoğan ile geçen hafta yaptığı telefon görüşmesinde aldığı basın yayın organlarında geniş şekilde yer alıyor. Ankara’dan gelen işaretler de bu durumu doğruluyor. Ankara’dan gelen Doğu Suriye’deki askeri operasyonun bir süreliğine de olsa erteleneceği, Doğu Suriye’deki askeri operasyonun PYD/YPG yanında DEAŞ’a da yönelik olacağı yönündeki ifadeler dikkat çekiyor.

Başkan Trump’ın Suriye’den çekilme kararına ABD içinde en görünür tepki de yine Pentagon’dan geldi ve ABD Savunma Bakanı Mattis görevinden istifa etti. Savunma Bakanı Mattis’in Suriye’den çekilme kararını tasvip etmediği ve Başkan Trump’ın bu kararı kendisine danışmadan almasından da rahatsızlık duyduğu ifade ediliyor. Mattis’in Başkan Trump’a gönderdiği istifa mektubunda da bu görüş ayrılıklarının izleri görülüyor.

Savunma Bakanı Mattis’den sonra istifa ettiğini açıklayan diğer ABD yetkilisi ABD’nin DEAŞ’la Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk oldu. 

McGurk, Barack Obama Yönetimi döneminden beri (2015’den bu yana) ABD DEAŞ’la Mücadele Özel Temsilciliği görevini yürütüyor ve Obama döneminde atanmasına rağmen Trump Yönetiminde görevine devam eden ender yetkililerden biri.  Esasen McGurk’ün önümüzdeki Şubat ayında görev süresinin biteceği biliniyordu. Başkan Trump, istifası üzerine McGurk’u tanıdığını, (Şubatta görevi bitecekken Aralık sonu itibariyle istifa ettiğini açıklamakla) “şov yaptığını” ifade etti.

Brett McGurk, ABD’nin PYD/YPG’ ye dayanan Suriye politikasının“mimarlarından” biri olarak biliniyor ve Türkiye’nin en fazla tepkisini çeken isimler arasında. Suriyeli Kürtlerle ilişkileri Irak’ta daha önce yürüttüğü görevlere kadar dayanıyor. McGurk Türkiye’de, PYD/YPG mensupları ile çektirdiği “samimi” resimler, Suudi Arabistanlı bir Bakanı PYD/YPG’ye yardım ve destek sağlamak amacıyla Rakka’ya götürmesiyle tanınıyor, son dönemde de Ankara’da PYD/YPG’nin Türkiye’ye karşı korunması olarak değerlendirilen ABD girişimlerinin arkasındaki isim olarak biliniyor.      

Başkan Trump, Suriye’den çekilme kararından hemen sonra, Afganistan’daki ABD kuvvetlerinde büyük bir indirime gideceğini de açıkladı. 

Halen Afganistan’da 15 bin kadar Amerikan askeri bulunduğu biliniyor. Başkan Trump bu gücün yarısı kadarını kısa bir zamanda Afganistan’dan çekiyor. ABD, Afganistan’a askeri müdahalesini 2001 yılında başlatmıştı. 17 Yılı aşkın bir zamandan beri devam eden Afganistan savaşı ABD’nin en uzun süren savaşı olarak da biliniyor.  ABD’nin Suriye ve Afganistan’dan kuvvet çekmesi Trump’ın “Amerika İlk” politikasının uygulaması olarak değerlendiriliyor.

Başkan Trump’ın çekilme kararları ABD kadar Dünya’da da büyük yankı buldu. Trump karşıtı cephe bu “çekilme” kararları nedeniyle eleştiri oklarını Trump’a çevirmiş vaziyette. Bu cephenin içinde Trump’a muhalefetiyle tanınan basın-yayın organları da var. 


Trump’ın kararını savunanlar ise Trump’ın seçim kampanyasında verdiği sözleri yerine getirdiğini, Trump’ın ABD’nin Orta Doğu’daki savaşlara açık Amerikan menfaatleri olmadan karışmasına karşı olduğunu, ABD’nin Orta Doğu çatışmalarında polislik görevine sürüklenmemesi gerektiğine işaret ediyorlar. Trump’ı savunanların Irak’ta yapılan hataların şimdi Suriye’de yapıldığına ve bu hatalarda ısrar edilmesine gerek bulunmadığına işaret etmeleri ise çok ilginç.

Trump’ın çekilme kararları nedeniyle ABD içinde yükselen seslere rağmen, Amerikan kamuoyunun çoğunluğu esasen ABD’nin bölgesel savaşlarda 
yer almasına sıcak bakmıyor. Kamuoyu yoklamaları Amerikalıların %55 kadarının ABD’nin bölgesel savaşlardan çekilmesini desteklediğini gösteriyor. 

Bu rakam, ABD’deki iki büyük parti arasında kalan seçmen kitlesine bakıldığında %65’lere kadar çıkıyor. Bu çerçevede Trump’ın son Suriye (ve Afganistan) çekilme kararının da ABD kamuoyunun çoğunluğunda destek bulduğunu düşünmek mümkün.     

Başkan Trump’ın Suriye’den çekilme kararına en görülür dış tepkinin Fransa’dan gelmesi çok şaşırtıcı değil. Fransa Doğu Suriye’de asker bulunduruyor ve PYD/YPG ile ilişkileri var. Bir süre önce bir PYD/YPG heyetinin Cumhurbaşkanı Macron tarafından kabul edildiği hatırlarda. 

Basın-yayın organlarında Trump’ın çekilme kararından hemen sonra, bir PYD/YPG heyetinin Fransa’ya gittiği ve destek istediği haberi de yer aldı.

Fransa Doğu Suriye’deki askerlerini şimdilik çekmeme kararını açıkladı. Türkiye Dışişleri Bakanı’ndan Fransa (ve bazı Avrupa) ülkelerine PKK’ya sağladıkları destek nedeniyle gelen eleştiri ve uyarılar da dikkate alındığında, ABD olmadan Fransa’nın uzun süre Doğu Suriye’de kalması ve bölgede PYD/YPG’yi desteklemeye devam etmesi zor görülüyor. Paris’in Suriye’deki derdi gerçekten DEAŞ’la mücadele ise bunun yolunun artık Ankara ile işbirliğinden geçtiği açık. Vaşington’un desteğini kaybedeceğini anlayan PYD/YPG’nin Paris yanında şimdi Moskova ve Tahran gibi başkentlerde de destek arayışına gidebileceğinin, hatta (doğuracağı sonuçları iyi bilmesine rağmen) Şam rejimi ile de uzlaşı arayabileceğinin Ankara tarafından bilindiğini, Ankara’da tedbirlerin buna göre alındığını düşünmek zor değil.

Başkan Trump’ın Suriye’den çekilme kararı ABD’nin PYD/YPG işbirliğine dayanan Suriye stratejisinin sonu anlamına geliyor. Başkan Trump’ın bu adımı atmasıyla Türkiye ile ABD’nin Suriye bağlamında tekrar işbirliği imkanı ortaya çıkmış gözüküyor. Sorunun ilk patlak verdiği yıllarda ABD’nin Suriye stratejisinde Türkiye ile işbirliğinin önemli bir yer oynadığı, Özgür Suriye Ordusu’nun ortaya çıkmasında Ankara ile Vaşington’un işbirliği içinde hareket ettikleri hatırlanıyor.

Doğal olarak ABD’nin Suriye’de üst üste yaptığı hatalar sonucu Suriye’de çok şeylerin değiştiği bir gerçektir. Bugün Suriye’de oyun kurucu ülke artık Rusya’dır. Barack Obama döneminde başlayan hatalar zincirinin Trump Yönetiminin ilk 2 senesinde de devam etmesi Suriye’deki bugünkü güç tablosunun ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamıştır. Ankara’nın DEAŞ’la mücadele için Suriye’de birlikte hareket edilmesi, DEAŞ’a karşı Rakka operasyonunun birlikte yapılması önerisine rağmen, ABD’nin Pentagon’daki bazı kişilerin tercihleri (PYD/YPG ile işbirliği) doğrultusunda gittiği de hatırlanan hususlar arasındadır.

Bugün aradan geçen bunca zamandan sonra ABD’nin DEAŞ’la mücadele için tekrar Türkiye ile işbirliğine dönmesi Ankara-Vaşington ilişkilerinde çok ciddi bir sorunu ortadan kaldırmaktadır. Esasen bakıldığında Vaşington zaten PYD/YPG ile işbirliğinin “dönemsel ve taktiksel” olduğunu söylemiştir. Buna rağmen (DEAŞ’la mücadeleyi ve ABD’nin Suriye politikasını yönlendiren) bazı Amerikan yetkililerinin amaçlarının farklı olduğu konusunda Ankara’da ortaya çıkan şüpheler haklıdır. Ancak, Başkan Trump son kararıyla (daha önce bazı Amerikan yetkililerince Türkiye’yi oyalamak üzere söylenen) bu sözlere şimdi gerçeklik kazandırmaktadır.

Trump’ın arka arkaya gelen ifadeleri Vaşington’un Suriye’de DEAŞ ile mücadele konusunda artık Türkiye’ye baktığını açıkça göstermektedir. 

Ankara’dan gelen beyanlar da Doğu Suriye’de hiçbir terör örgütünün (PKK ve PYD/YPG ile DEAŞ) kontrolüne izin verilmeyeceği konusundaki kararlılığı ortaya koymaktadır. Bu durum Ankara ile Vaşington’un Doğu Suriye’de işbirliği yolunu açmaktadır. Bu çerçevede ABD’nin Doğu Suriye’den çekilmesi mutlaka Türkiye ile işbirliği ile (düzenli ve koordineli bir şekilde) yapılmalıdır.

Başkan Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında bu hafta sonu yapılan telefon görüşmesi Ankara ile Vaşington’un bu yönde hareket edeceklerine işaret etmektedir. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 8 Ocak tarihinde Vaşington’da bulunacağı ve temaslarında Doğu Suriye’deki durumun, ABD askerlerinin düzenli çekilmesinin, yapılacak işbirliğinin ele alınacağı zaten açıklamıştır. Bu aşamada Doğu Suriye’de terör örgütlerinin kontrolünün bitmesi ve bu terör örgütlerinin (PYD/YPG ve DEAŞ) bölgeden tamamen temizlenmesi kadar bölgenin hiçbir bölümünün Şam rejiminin kontrolü altına girmemesi de önemlidir.

Suriye sorununun siyasi çözümü için Anayasa Komitesi kurulması ve yeni Anayasa yazı çalışmalarında hassas bir dönemden geçilmektedir. 

Bu aşamada Suriye muhalefetinin güçlenmesi önem kazanmaktadır. Şam rejiminin Doğu Suriye’nin bir bölümünü (özellikle petrol alan ve kuyularını) 
ele geçirmesi Anayasa çalışmalarının hızlandığı bir dönemde Şam rejimini daha da katılaştırabilecek ve Suriye’de özgürlükçü, çoğulcu ve daha demokratik bir Anayasa yapımını daha da zorlaştırabilecektir. Vaşington bu hassas dönemde gerçek ılımlı Suriye muhalefetinin Anayasa Komitesindeki durumunu güçlendirebilecek şekilde hareket etmelidir.   

     https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/oguz-celikkol/abdnin-cekilme-karari-ve-suriyedeki-etkileri-41062400


***

Amerika Başkanı Donald Trump’ın Suriye stratejisinde sürpriz bir değişikliğe giderek, ülkedeki 2 bin askerini çekme kararı aldı. 

Peki bu adımın sonuçları Türkiye açısından ne olur? ABD’nin Suriye’den çekilmesi Türkiye için ne anlama geliyor? Türkiye, Suriye’de Fırat'ın doğusuna yönelik askeri bir operasyona hazırlanırken, ABD’nin bölgeden çekilmesi Türkiye’nin operasyon planını nasıl etkiler? 

Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlter Turan ve İstanbul Aydın Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Emekli Tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu VOA Türkçe’ye yorumladı.

“Çekirdek kadro Suriye’de kalır”

Emekli Tuğgeneral ve Akademisyen Dr. Babüroğlu, Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’den çekilme kararına ihtiyatlı yaklaşılması gerektiğini 
belirterek, ABD’nin daha önce de Irak’tan çekilme yönünde karar verdiğini fakat bunu tam anlamıyla gerçekleştirmediğini söyledi.

Babüroğlu, “ABD, Suriye’den çekilse dahi PYD ve yerel güçlerle koordineyi sağlayacak çekirdek bir personeli orada bırakacaktır” dedi.

ABD’nin Suriye’den Çekilme Kararı Türkiye’yi Nasıl Etkiler?

VİDEO;


https://www.youtube.com/watch?v=VEI1DiukkQg

“ABD’nin Suriye’den çekilmesi Türkiye, Rusya ve İran’ın işine yarar”

Dr. Babüroğlu, Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’den ayrılması durumunda bundan en çok Rusya, Iran ve Türkiye’nin mutlu olacağını söyledi. 
“Fırat’ın batısı Rusya’nın yönetimindeydi. Fırat’ın doğusu da Rusya’nın kontrolüne geçerse bu Rusya için stratejik açıdan mutluluk verici bir gelişme 
olur. ABD gidince Iran, Suriye’deki askeri varlığını daha da arttıracaktır. Dolayısıyla bu durum İran’ın da çok işine gelecektir. 

ABD’nin çekilmesi Türkiye içinde çok olumlu bir adım olur çünkü ABD Fırat’ın doğusundaki PYD güçlerini destekler konumdaydı. 
Şimdi oradan çekilmesi demek Türkiye’nin o bölgeye yapacağı olası bir operasyonda Türk-ABD askerlerinin karşı karşıya gelme riskini 
ortadan kaldırır ve Türkiye operasyonu daha rahat yapar” değerlendirmesinde bulundu.

“Amerika’nın Rusya ve İran’ı dengeleyici bir rolü var”

Çekilme kararının Türkiye açısından rahatlatıcı ve endişe verici edici tarafları olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. İlter Turan ise sözlerine şöyle açıklık getirdi:

“Amerika Birleşik Devletleri bu bölgede YPG ile iş birliği içindeydi ve onları askeri bakımdan güçlendirmekteydi. Amerikan mevcudiyetinin buradan çekilmesi YPG güçlerinin ABD destekli gelişmesini engelleyecektir. Buna karşılık ABD’nin bölgede Rusya’ya ve İran’a karşı dengeleyici bir rolü var. 

Bölgeden çekilmesi bu rolü oynamasını güçleştirecektir.”

“YPG Suriye hükümetiyle yakınlaşmaya çalışacaktır”

Prof. Dr.Turan, YPG’nin bulunduğu bölgelerde nüfusun etnik kompozisyonunu değiştirme çabası içinde olduğunu söyledi. Turan, “YPG, Türkiye’ye karşı daha da güçlenmeye dönük eylemlerde bulunmaktadır. Bunun için Suriye hükümetiyle daha da yakınlaşmaya çalışacaktır. 
Bütün bunlar daha ilerlemeden Türkiye’nin YPG’nin gücünü kırmak için girişimde bulunması beklenebilir” dedi.

https://www.amerikaninsesi.com/a/abd-nin-suriye-den-%C3%A7ekilme-karar%C4%B1-t%C3%BCrkiye-yi-nas%C4%B1l-etkiler-/4709168.html

***

7 Eylül 2019 Cumartesi

Güvenli Bölge Konusunda Neler Oluyor.

Güvenli Bölge Konusunda Neler Oluyor.






Anlaşılan Türkiye'nin konuyu partiler üstü olarak görüp bir devlet politikası olarak bakmasına mukabil ABD de konuyu hükümetten bağımsız ele almaktadır. Trump'ın tüm farklı çıkışlarına rağmen paradigmatik bir değişim söz konusu olmamıştır.

Muhittin Ataman

24 Ağustos 2019

Suriye krizinin en önemli boyutlarından biri güvenli bölge konusunda Türkiye ile ABD arasında yürütülen müzakereler oluşturmaktadır. Türkiye milli güvenliğine yönelik hayati bir tehdit olarak algıladığı bir aktörü (YPG/SDG) ABD ise Suriye siyasetinin en önemli aracı olarak görmektedir. Türkiye ne pahasına olursa olsun sınırın terörden temizlenmesini isterken ABD ise sonuna kadar PKK/YPG’yi destekleyeceğini ifade etmektedir. Anlaşılan Türkiye’nin konuyu partiler üstü olarak görüp bir devlet politikası olarak bakmasına mukabil ABD de konuyu hükümetten bağımsız ele almaktadır. Trump’ın tüm farklı çıkışlarına rağmen paradigmatik bir değişim söz konusu olmamıştır.

Türkiye’nin ısrarlı tutumu üzerine ABD ile başlayan müzakereler bu ayın başında bitmiş ve farklı bir aşamaya geçmiş bulunmaktadır. Taraflar 7 Ağustos’ta mutabakata varıldığını açıklamıştır. Varılan anlaşmada üç önemli husus ön plana çıkmaktadır: Buna göre Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderecek tedbirler alınacak, oluşturulacak güvenli bölgenin yönetimini iki ülke birlikte yapacak ve bölgede bir barış koridorunun inşa edilip bir kısım Suriyelinin buraya yerleşmesi sağlanacaktır. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar konuyla ilgili açıklamasında PKK/YPG’nin güvenli bölgeden çıkarılması, ağır silahların toplanması, hava sahasının kontrol edilmesi ve istihbarat değişimi konularında belirli noktalarda antlaşmaya varıldığını açıkladı. Bakan Akar herhangi bir ilerleme sağlanmaması durumunda Türkiye’nin bir B ve C planının olduğunu da duyurdu.

Öncelikle varılan antlaşmanın bir ara antlaşma olduğunu yani nihai bir antlaşma olmadığını ifade etmek gerekir. Zira tarafların nihai hedefleri mutabakata varılan hususlarla sınırlı değildir. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun antlaşmadan hemen sonra yaptığı açıklamada ifade ettiği gibi Türkiye’nin nihai hedefi PKK/YPG’nin Fırat’ın doğusunda temizlenmesidir. Bu konudaki kararlılık devam etmektedir. Antlaşmanın Amerikan tarafı için anlamı ise ABD’nin yıllardır Suriye krizinde Türkiye’yi oyalama siyasetinin yeni bir halkası olarak ifade edilebilir. Çünkü varılan mutabakatın uygulanmasının mümkün olmayacağı antlaşmadan sonra ABD tarafının PKK/YPG’ye sevkiyatının devam etmesinden anlaşılabilir.




Ancak Türk tarafının ısrarlı ve kararlı duruşu karşısında ABD’nin farklı bir tavır alma ihtimali de bulunmaktadır. Yaşanan bazı gelişmeler taraflar arasında bazı ilerlemelerin sağlanması konusunda umut oluşturdu. Bir kere hemen bir Müşterek Harekat Merkezi kurulması için çalışmalara başlandı; Türk ve Amerikan askerleri sınır hattında incelemelerde bulundu. Hemen akabinde de 14 Ağustos itibarıyla, İHA’ların bölgede uçmaya başladığı açıklandı. Yakında iki taraf askerlerinin katılacağı ortak devriyelerin de başlayacağı duyuruldu. İlaveten, YPG’nin bazı noktalardan çekildiğine dair haberler de geldi. Ayrıca, 15 Ağustos’ta Milli Savunma Bakanlığının yaptığı bir açıklamada ABD tarafının CENTCOM yerine Avrupa Kuvvetleri Komutan Yardımcısı başkanlığındaki bir heyetin Türk muhataplarıyla Şanlıurfa’da görüşmeler yaptığını duyurması önemlidir.

Türkiye’nin ABD ile anlaşmaya varması Suriye’deki diğer aktörleri rahatsız edeceği ve bunların karşı siyaset üreteceğini beklemek gerekir. İran ve Rusya’nın gelişmeleri kaygıyla izlediği görülmektedir. Örneğin, İran Dışişleri Bakanlığı 18 Ağustos’ta yaptığı bir açıklamada varılan antlaşmayı “rahatsız edici” ve “bölgede gerginliği artırıcı” olarak nitelendirdi. Antlaşmadan hemen sonra Rusya’nın Astana süreci ve Soçi mutabakatını ihlal ederek İdlib bölgesine yönelik ağır saldırılar başlatması kısmen Türk-Amerikan ilişkilerindeki gelişmelere de bağlanabilir.

Suriye krizinde şu anda aktif olan iki cephe vardır: YPG/SDG kontrol bölgesi ve İdlib bölgesi. Diğer aktör için bir cephe daha öncelikli iken Türkiye için her iki cephe de hayati önemi haizdir. Bu durum YPG/SDG bölgesinde ABD ile, İdlib bölgesinde ise Rusya ile karşı karşıya olan Türkiye’nin Rusya ve ABD arasındaki dengeyi sağlamasının ne kadar hayati olduğunu göstermektedir.

[Sabah, 24 Ağustos 2019]

https://www.setav.org/guvenli-bolge-konusunda-neler-oluyor/

***

Suriye'de 'güvenli bölge': Türkiye ve ABD arasındaki pazarlıkta son durum ne?

Hami AksoyTelif hakkıGETTY IMAGES
2 Ağustos 2019
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, ABD'nin Suriye için gündemde olan "güvenli bölge"yle ilgili önerisinin Ankara'nın beklentilerini karşılamadığını söyledi.
Hami Aksoy, Dışişleri Bakanlığı'nda düzenlediği basın toplantısında "ABD ile ortak bir noktada buluşulamaması halinde güvenli bölgeyi tek başımıza oluşturmak zorunda kalacağız" dedi.
Aksoy, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Beklentilerimizin karşılanmadığını anladığımız halde güvenli bölge konusunda gerekli adımları atacağız. Biz müttefiklerimizin teröristlerle işbirliği yapmasını istemiyoruz. 3 Ağustos haftası ülkemize gelecek olan ABD askeri heyetiyle görüşmeler devam edecek.
"Görüşmelerin oyalamaya dönüşmesine izin veremeyeceğiz. Her türlü önlemi alabilecek kabiliyete sahibiz. Görüşmeler ilanihaye sürecek değil."

Jeffrey: Türkler, bizim önerdiğimizden daha derin bir güvenli bölge istiyor

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ve Terörle Mücadele Koordinatörü Büyükelçi Nathan Sales de Perşembe günü ABD Dışişleri Bakanlığı'nda gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Jeffrey ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, 24 Temmuz'da Ankara'da bir araya geldiTelif hakkıGETTY IMAGES
Image captionJeffrey ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, son olarak 24 Temmuz'da Ankara'da bir araya geldi
Washington'ın "güvenli bölge" önerisinin detaylarını açıklayan Jeffrey, bunun "Suriye'nin kuzeydoğusundaki insanlar" diyerek işaret ettiği Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) kabul edeceği tek öneri olduğunu ve üzerine çalışıldığını söyledi:
"[Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu] Bu konuda oldukça sert bir pozisyon aldı ancak biz görüşmelere çeşitli seviyelerde devam ettik, buna askerlerin görüşmeleri de dahil. Türkler, bizim anlamlı bulduğumuz bölgeden daha derin bir güvenli bölge istiyor.
"Bizim önerimiz, 5-14 kilometre arası, ağır silahların çekildiği bir güvenli bölge. Bu bölgede ABD ve Türkiye'nin nasıl çalışacağımıza dair fikir ayrılıkları ve anlaşmazlıklar var, bunun çok fazla detayına girmeyeceğim. Ancak bu anlaşmazlıkların üzerine çalışmaya kararlıyız.
"Bu, bizim Kuzeydoğu Suriye'deki insanlara da kabul ettirebileceğimiz bir anlaşma. Bu da çok önemli."

'SDG ve Türkiye'nin kaygılarını dengelemeye çalışıyoruz'

James Jeffrey, Türkiye'nin "PKK'nın kolu" ve "terör örgütü" olarak gördüğü Halk Savunma Birlikleri (YPG) öncülüğünde oluşturulan SDG'ye desteğin süreceğini de şu sözlerle açıkladı:
"Suriye'nin kuzeydoğusunda IŞİD'ı yenmeye kararlıyız. Arap ve Kürtlerden oluşan askeri güç bizim oradaki ortağımız. Bizimle birlikte orada savaşanlara kimsenin saldırmaması veya kimse tarafından zarar verilmemesi için çalışmaya kararlıyız. Başkan da bunu açıkça söyledi. Bu, Türklerle ilgili endişelerimizi de kapsıyor."
Jeffrey ardından, Türkiye'ye yönelik PKK tehdidiyle ilgili de "çok endişeli" olduklarını söyledi. "Biri IŞİD'le mücadelemizde önemli bir ortağa ait, diğeri NATO müttefikiize ait bu çok önemli iki kaygıyı dengelemeye çalışıyoruz" diye de ekledi.
Bir gazetecinin "Kürtleri korumak ve olası bir işgali önlemek için Türklerle yapılan görüşmelerin nasıl ilerlediğini" sorması üzerine Jeffrey, "Türkiye'nin önemli bir yüzdesi olan Kürtleri korumak ya da bir işgali durdurmak için görüşme yapmıyoruz, çünkü bir işgal görmüyoruz." diye düzeltme yaptı.
ABD ve Türkiye ordusu, daha önce Menbiç'te ortak devriye görevi yürütmüştü.Telif hakkıGETTY IMAGES
Image captionABD ve Türkiye ordusu, daha önce Menbiç'te ortak devriye görevi yürütmüştü.
Jeffrey sonrasında görüşmelerle ilgili de bilgi verdi:
"Biz Türklerle, kuzeydoğu Suriye'de Türkiye sınırına kadar olan bölgede, Amerikan ve Türk güçlerinin birlikte Türkiye'nin güvenlik endişeleri üzerinde çalışacağı bir güvenli bölge olasılığı üzerine konuşuyoruz. Henüz bir anlaşmaya varmadık ancak görüşmeler sürüyor."
James Jeffrey, beraberinde bir heyetle 22 Temmuz'da üç günlük bir ziyaret için Ankara'ya gelmiş, Türkiye'den yetkililerle Suriye'nin kuzeyinde güvenli bölge önerileri görüşülmüştü.
Görüşmelerle ilgili konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da, "ABD'nin getirdiği öneriler bizi tatmin eder düzeyde değil. Esas bu güvenli bölgenin derinliği, buraları kimin kontrol edeceği konusu ve buradaki PKK/YPG'lilerin tamamen çıkarılması konusu bizim için hassas." demişti.



***



3 Temmuz 2016 Pazar

Savaş Başlıyor ve Seçimler



Savaş Başlıyor ve Seçimler,



Yazar: Ümit Özdağ
10 AĞUSTOS 2015 PAZARTESİ


Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 5 Ağustos’ta Malezya’da yapmış olduğu açıklamada “ ABD ile yaptığımız anlaşma çerçevesinde , üstlerimizin, özellikle de İncirlik Üssü’nün açılması konusunda mesafe kat ettik… İnsanlı ve insansız Amerikan uçaklarının gelmeye başladığını görüyoruz. 
  Yakında IŞİD’e karşı hep birlikte kapsamlı bir savaş başlatacağız ” demiş. Bakan bu açıklamayı yaptığında İncirlik’ten kalkan insansız uçaklar Suriye’de ilk saldırıyı gerçekleştirmişlerdi. Önümüzdeki günlerde ABD Hava Kuvvetleri’nin 480. Filosu Almanya’dan Türkiye’ye gelecek ve İncirlik hava alanından Suriye ve Irak’taki IŞİD hedeflerine saldırıya başlayacak. Amerikan Hava Kuvvetleri'ni, IŞİD’e karşı koalisyonda yer alan diğer ülkelerin savaş uçaklarının gelmesi de izleyecek. Özetle, Türkiye bir savaşa girmiş durumda. Bu iki ordu arasında cephede gerçekleşen bir savaş değil. Konvansiyonel savaş değil bu. Düşük yoğunluklu bir savaş. Bu savaş bütün Türkiye’nin cephe olduğu bir terör saldırısı şeklinde gerçekleşecek bir savaş. Türkiye bu savaşı hem PKK hem IŞİD’e karşı sürdürüyor.
Tabii ki IŞİD, Türkiye’den kendisine yapılan saldırılara cevap verecek. IŞİD’in Irak ve Suriye dışında terör eylemi gerçekleştirme kabiliyetinin küçümsenmemesi gerekiyor. 

IŞİD ile organik bağı olmasa dahi IŞİD adına saldırı düzenlemeye hazır bir çok radikal unsuru dünyanın bir çok ülkesinde görmek mümkün. IŞİD; Mısır, Cezayir, Libya, Yemen, Suudi Arabistan, Afganistan, Nijerya, Tunus, ve Rusya’da örgütlüdür. IŞİD, bu ülkelerde etkili ve kitle imha amaçlı terör eylemleri gerçekleştirdiği gibi, bir kısmında elinde bölge tutmaktadır. Türkiye için IŞİD’i daha vahim hale getiren IŞİD’in Türkiye içinde de örgütlenmiş olması. AKP Hükümetinin gösterdiği hoşgörü sayesinde IŞİD Türkiye’yi, Suriye-Irak iç savaşının cephe gerisi olarak örgütledi. Türkiye’den binlerce insan IŞİD saflarına savaşmaya gitti. Bir bölümü hala savaşıyor, bir bölümü geri döndü. Gidemeyip, IŞİD’in amaçlarına hizmet etmek için yanıp tutuşanların sayısı da az değil. Ancak daha önemlisi IŞİD’in Türkiye içinde uyuyan hücreleri. Bunlar da muhtemelen kitlesel kıyım hedefli eylem gerçekleştirecek. IŞİD, yayınlamış olduğu bildiride: “İslam Devleti’nin bomba yüklü kamyonlarının hedefi olmak istemiyorsanız, acilen elinizi bu savaştan çekin. O güvendiğiniz ABD sizi kurtaramayacak. Yarın İslam Devleti size saldırınca, ansızın bir bomba patlatılınca oturup ağlamayın. Bunu siz istiyorsunuz. Ey Türkiye halkı, başınızdakiler sizi Haçlı ABD’ye köle yapıp savaşa sürüklüyor. Bugün İslam Devleti’nin bombalandığı için mutlu olanlar, yarın hilafet aslanlarının bombalarını yiyince bakalım ne diyecek” diyerek ülkemizi tehdit etmiştir. Bu tehdit IŞİD gibi bir terör örgütü söz konusu olduğunda ciddiye alınmalıdır.

Öte yandan AKP’nin müzakere sürecinde teslim olduğu ve Güneydoğu Anadolu’yu fiilen devrettiği PKK terör örgütüne karşı devlet güçlerinin zorlaması ile başlayan bir terörle mücadele süreci vardır. Bu terörle mücadelenin geleceği belirsizdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “ Açılım bitti ” derken, Başbakan Davutoğlu ve AKP’li bakanlar, açılımın devam edeceğini ifade etmektedirler. PKK ise müzakere sürecini çatışmasız olarak, sürekli meşruluk ve güç kazanarak değerlendirdiğini gördüğü için, şimdi devletin tepki göstermesine neden olan Ceylanpınar’daki 2 polisin şehit edilmesi eyleminden pişmandır. Örgüt, bu eylemi gerçekleştirirken, devletin son 3 senede olduğu gibi tepki göstermeyeceği noktasından hareket etmiştir. 

Şimdi örgüt bir yandan “ Tekrar müzakerelere dönelim ” derken, diğer yandan terör eylemlerini bölgesel ayaklanmaya dönüştürecek hazırlıklar içindedir. 

PKK terörü büyük bir hızla tırmanmaya başlamıştır. Güneydoğu Anadolu’da bir çok ilçede devlet güçleri kontrolü yitirmiş durumdadırlar. Şırnak, Cizre, Silopi gibi merkezlerde durum vahimdir. Çünkü, güvenlik güçlerine hala kapsamlı bir iç operasyon için talimat verilmemiştir. AKP Hükümeti, devletin gücünü göstermesini engelleyerek, PKK’nın Türkiye içindeki ayaklanmanın şartlarını hazırlaması için zaman kazanmasına neden olmaktadır. Terör Ağustos sonuna kadar tırmanmayı sürdürecek, Eylül-Ekim’de belirli il ve ilçe merkezlerinde büyük çaplı ayaklanmalar başlayacaktır.  Öte yandan gerek IŞİD gerek PKK’nın büyük şehirlerde özellikle AVM gibi yerlerde bombalı saldırılar düzenlemesine çok müsait şartlar güvenlik güçlerinin ısrarlı uyarılarına rağmen, AVM yönetimlerinin umarsız tavrından dolayı devam etmektedir.

Özetle, IŞİD ve PKK ile savaş yeni başladı, ancak önümüzdeki dönemde savaşın temposu artarak yükselecek. Savaş ortamında genel seçim olmaz. Olur ise bedelinin yüksek olma ihtimali çok yüksek olur. Terör ortamında genel seçim yapmak kitleleri terör saldırılarına açık hale getirmek demektir. Mitingler, terör örgütlerinin açık saldırı alanı haline gelir. 

Terör örgütleri kitlesele kıyım hedefine ulaşmak amacı ile eylemlerine hedef teşkil edecek faaliyetler seçim döneminde yoğunlaşır.  Hiçbir ülke terör ile karşı kapsamlı bir çatışmanın içine girdiği bir dönemde genel seçim yapmaz. Türkiye’nin 2010’lu yıllarda karşı karşıya olduğu terörün doğası 1990’lı yıllarda karşı karşıya olduğu terörden çok daha farklıdır. 1990’lı yıllarda IŞİD gibi konvansiyonel/gerilla/terör karışımı eylem bütünlüğüne erişmiş bir terör örgütü dünyada yoktu. Bugün var ve onun ile savaşıyoruz. Ayrıca PKK bugün 1990’lı yıllarda olduğundan çok daha güçlüdür. 1990’lı yıllarda PKK ile çatışmalar kırsal kesimde yoğunlaşıyordu. Bugün ise PKK kentlerde AKP’nin kentleri PKK’ya teslim eden politikalarının sonucunda büyük bir silahlı etkinlik kazanmıştır.  

Bugün yaşadıklarımız büyük ölçüde PKK’ya teslim olan AKP’nin yanlış politikalarının sonucudur. 

AKP, müzakerelerde alanı PKK lehine boşaltmıştır. Kalekolların inşaatı büyük ölçüde durduruldu. Güvenlik güçleri alan boşaltıp, operasyonlarını durdurup, garnizon ve karakollarına sığınmaya zorlanırken, terör örgütü her geçen gün Güneydoğu Anadolu bölgesinde otoritesini inşa etmiştir. AKP Hükümeti ise devletin en temel gayesi olan vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini korumak olan görevini bir kenara bırakarak, PKK’nın bölgede vatandaşların rutin yaşamına müdahale edecek noktaya gelmesini seyretmişlerdir. Terör örgütü, Hükümetin sağladığı dokunulmazlık ile örgütlenme, istihbarat, yeni adam temini gibi çalışmalarını yürütürken ve kırsaldan il ve ilçe merkezlerine doğru örgütlenerek inerken, güvenlik güçlerine müdahale etmeme emri verilmiştir.

Oslo’da müzakerelerde PKK temsilcilerine PKK’yı aldığı önlemler ile rahatsız eden vali ve emniyet müdürlerini Hükümete şikayet edebilecekleri ifade edilmiştir. PKK’yı rahatsız eden  Türkiye Cumhuriyeti valileri tasfiye edilmiş, yerine TSK’nın operasyon taleplerini reddeden, Öcalan’a “çözüm sürecine katkılarından dolayı” teşekkürlerini sunan valiler atanmıştır.

Terör örgütü ise müzakereleri, AKP’nin sürekli taviz verdiği, örgütün ise Güneydoğu Anadolu’da devlet iktidarı yanında örgüt iktidarı inşa etmek için kullandığı bir süreç olarak değerlendirmiştir.

 İmralı’da Öcalan ile AKP’li bürokratlar arasında Yeni Türkiye’nin anayasal yapısının pazarlığı yapılırken, terör örgütü, Güneydoğu Anadolu’da yol kontrolü, vergi toplanması, yargılama yapılması, hazırlanan bir ayaklanmanın askeri/politik altyapısının oluşturulması çalışmalarını sürdürülmüştür.

 Sonuç olarak, PKK ile mücadele 1990’lı yıllardan daha zor olacak. Çünkü AKP Hükümetleri müzakere sürecinde PKK’nın güçlenmesine yardımcı oldular, önünü açtılar. 3 Ağustos 2015’te Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, bir televizyon kanalında şunları söyledi: "Bizim prensibimiz zaten bugüne kadar onlar ateş etmedikçe, eylem yapmadıkça biz yapmayacağız idi. Bunu biz son güne kadar, 10-15 gün evveline kadar hep uyguladık. O yüzden bizi halk da eleştirmiş olabilir, 'Bunlar silahlarıyla her gün köylerde ama siz bunlara bir şey yapmıyorsunuz.' Halkın şöyle söylediğini biliyorum, 'Üzerinde silah olan PKK'lı teröristler karakolun önünden geçiyorlar, onlara el sallıyorlardı. Asker de onlara hiçbir şey yapmıyordu.' Durum biraz böyleydi. Ama bunun bir tek sebebi vardı, tekrar terörün hortlamaması, siyasi görüşmelerin, müzakerelerin sonuca ulaşması. 

Meğer onlar alay ediyorlarmış. Yani el sallarken, 'Biz buradayız bak, sen de bize karışamıyorsun.' “AKP’nin yapmış olduğu hataların bedelini şimdi bütün Türk Milleti ve devleti ödemektedir.

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2015/08/10/8267/savas-basliyor-ve-secimler

..