Cezayir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cezayir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ocak 2018 Salı

ABD’NİN İSLAM POLİTİKASI

ABD’NİN İSLAM POLİTİKASI 

Prof. Dr. Hasan KÖNİ
* Ankara Üniversitesi. S.B.F. Uluslararası İlişkiler Bölümü ÖĞretim Üyesi. 
AVRASYA DOSYASI,

Giriş: 

   Sovyetler Birliği çökene kadar siyasal İslam konusunda uluslararası ilişkilerde pek araştırma, makale, kitap yayınlanmazdı. 

   Sovyetlerin çöküşünü gerçek olarak 1985 civarında kabul edersek siyasal İslam konusunda yoğun yazıların bu dönemden sonra başladığı ortaya çıkar. Siyasal İslam’ın önemini ortaya çıkaran iki önemli olay bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Orta Doğu’daki İsrail-Arap çatışmasıdır. 1948 yılından beri süre gelen bu çatışma Arap ülkelerinde reaksiyoner İslami grupların oluşmasına yol açmıştır. 

   Ancak, Sovyetler Birliği’nin varlığı ve komünizm Batılı ülkeleri daha çok ilgilendirdiği için İslam’ın siyasi yüzüyle müslüman ülkeler ve genellikle bu ülkelerin askeri bürokrasileri uğraşmak zorunda kalmışlardır. Siyasal İslam’ı sıçratan olay, 1979 yılında Sovyetler’in İran Devrimi’nin tepkilerini 
önlemek üzere Afganistan’a girmesiyle başlamıştır. İran Devrimi’nden çok daha önceleri Gürcü asıllı Fransız yazar Helene Carrere D’Encause’un, Türkçe’ye, “Çatlayan İmparatorluk” adı ile çevrilen eserinde yazar, Sovyet İmparatorluğu’nda Orta Asya Türk müslümanları ile Rusların iyi geçinmediği ve bu imparatorluğun çökmekte olduğu yönünde iddialar ortaya atmıştır. 

1979 Orta Doğu ve Yakındoğu müslüman ülkelerinin tarihi için dönüm noktası olmuştur. Amerikan elçiliğini basıp 400 elçilik mensubunu bir sene kadar rehine tutan İran bu hareketini Irak’la sekiz sene kadar savaşarak ödemiştir. Irak’ın savaşa girmesinde Suudi Arabistan ve Kuveyt paralarıyla, Fransa, Rusya, ABD, Almanya silah ve cephaneleriyle etkili bir rol oynamışlardır. İran-Irak savaşı daha sonra Körfez savaşının kapısını açacaktır. Hem İran-Irak savaşı hem Körfez savaşı ise Türkiye’nin karşısına PKK ve Kuzey Irak sorununu çıkaracaktır. 

1979 yılının ikinci olayı ise Sovyetler Birliği’ne karşı ABD’nin Afganistan’daki İslami grupları desteklemesi olmuştur. Bu destek, aşağıda anlatacağımız gibi ABD, Suudi Arabistan, Pakistan ve hatta Çin’den gelmiştir. 1989 yılında Ruslar Afganistan’dan çekilirken Afganistan’da silahlı çatışma konusunda yetişmiş müslüman ülkelerin hepsinden gruplar oluşmuştur. Bu gruplar, Çeçenistan’da, Bosna’da Somali’de Sudan’da, Mısır’da Batılı dostlarının yanında ve karşısında dövüşmüşlerdir. Afgan militanları Batının yarattığı bir Frankeştein olmuştur. 

Batı’nın Yakın Doğu’da yarattığı militan İslam Orta Doğu’da varolan militan İslam’ı denetimine almış-Hizbullah grupları gibi- ve etkinliğini Güneydoğu Asya’ya yaymaya başlamıştır. Amerikan Teröre Karşı Koyma Grubunun Başkanı elçi Michael A. Sheehan terörizme karşı koyma ile ilgili olarak Senato önündeki ifadesinde, İran, Suriye, Libya ve Irak’ın gözetim listesinde olmasına karşılık, bu ülkelerin terörizme direkt destek vermelerinde gerileme olduğunu belirterek asıl Pakistan’ın içindeki terör kaynaklarına dikkat çekmiştir.1 Elçi Sheenan’a göre terörizmde ikili bir gelişme görülmektedir. 

Bunlardan ilki terörist gruplar iyi örgütlenmiş, mahalli ve bazı devletler tarafından desteklenme yerine belirgin örgüt yapısı olmayan yeni bir 
uluslararası bağla oluşmuş gruplara dönüşmüşlerdir. İkincisi terör eylemleri Orta Doğu’dan Güney Asya’ya kaymıştır. 

Sheenan’a göre terörizmin Güney Asya’ya kaymasındaki başlıca neden Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgalinden sonra ve bunu takip eden on seneyi aşkın iç savaşın Afganistan’da hükümeti ve sivil toplumu yok etmesi olmuştur. Dünyanın her tarafından gelen savaşçılar ve silahlar bu bölgede dengeyi yok etmiştir. Afganistan’daki savaşlar Orta Doğu’daki diğer çatışmalara destek sağlanmasını doğurmuştur. Nihayet Taliban, Kuzey İttifakı’na karşı savaşmaya devam etmekte ve ülkenin her yerinde güç kazanmaktadır. Güney Asya, Kafkaslar’a ve Orta Doğu’ya destek sağlamaktadır.2 Orta Doğu barış görüşmelerinden ümitli olan Orta Doğu devletlerinin teröristlere karşı tutumunu 
değişirken terörizm de coğrafya değiştirmiştir. 

ABD terörizmin mali desteğini kırmaya çalışmaktadır. Bu konuda en çok şikayet edilen kimse bir zamanlar Afgan savaşında ABD adına çalışmış olan Suudi Arabistanlı Ussame Bin Ladin’dir. Washington, daha önceleri desteklediği Taliban’dan artık şikayet etmektedir. Taliban’ın Keşmir’de, Mısır’da ve Cezayir’de radikal İslamcı militanlara destek verdiği belirtilmektedir. 

Sheenan’ın ifadesi resmi bildiriler ile gizli devlet eylemlerinin ne kadar çeliştiğini göstermektedir. Şimdi bazı belgelere dayanarak asıl durumu ve nedenlerini ortaya koymaya çalışacağız. 

I - Arabistan-ABD İlişkisi, AVRASYA DOSYASI,

Petrol, II. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan toplumunun bir sosyal olayı durumuna gelmişti. Yalta Konferansı’ndan önce Roosevelt Senatör Landis’in hazırladığı petrol ve Orta Doğu’da Amerikan çıkarları adlı raporu okumuştu. Bu metin daha sonraları Araplar ile Washington arasında kabul edilmiş bir manifesto durumuna gelecekti. Yalta dönüşünde kısa süre Mısır’da duraklayan Roosevelt Cidde’deki ABD’nin Konsolosu’na Suudi Arabistan Kralı ile bir randevu ayarlaması için emir vermiştir. Bu buluşma 14 Şubat 1945 günü ABD’nin kurvazörü 
Quincy’de gerçekleşmiştir.3 İki devlet adamı arasındaki konuşmalar bugün Quincy Paktı diye bilinen bir anlaşma ile sonuçlandı. Bu anlaşma beş önemli konu üzerinde kurulmuştu. 

a) Suudi Krallığı’nın dengesi ABD için hayati bir çıkar taşıyordu. Krallık ABD’ye sürekli petrol sağlayacaktı. Bunun karşılığında Washington Suudi Arabistan’a kayıtsız şartsız güvence sağlıyordu. 1991 yılında ABD’nin Suudi’lerin yanında savaşa girmesi Quincy Paktı’nın bir sonucuydu. Petrolü araştıracak olan şirketler toprağın sahibi olmayacaklardı. Araştırdıkları alanları 60 seneliğine kiralayacak lardı. Anlaşmanın sona ereceği 2005 yılında kuyular ve üzerindeki materyel Suudi Arabistan’a geri verilecekti. Kraliyete ödenecek para varil başına 
21 cent olarak saptanmıştı. Aramco şirketine verilen araştırma alanı 1.500.000 kilometre kare idi. 

b) ABD sadece Suudi Arabistan’ın değil Adap yarımadasının güvenliğini de sağlayacaktı. Böylece ABD İran Körfezi’nin güvenliğinden sorumlu oluyordu. Zaten Suudi Arabistan bu bölgede başat güçlerden biriydi. 

c) İki ülke arasında ekonomik, ticari ve mali bir ortaklık kurulmuştu. ABD silah satışları karşısında petrol alımlarını arttırıyordu. Suudiler bu anlaşmaya uygun olarak Amerikan devlet bonolarına zaman içinde 400 milyar dolar yatırmışlardır. 

d) Bu yatırımlar karşılığında insan haklarını ileri sürerek bütün dünyayı sıkıştıran Washington, Suudi Arabistan’ın iç işlerine karışmayarak İslami rejim ihraç eden bu ülkeyi rahatsız etmemiştir. Gerçekte Suudi Arabistan Krallığı bir devrin İran’ı gibi, ahlaki açıdan savunulabilir bir ülke değildir. 

e) Quincy Paktı’nın üzerine düşen tek gölge Filistin sorunu olmuştur. Kral’a Musevilerin Almanlar karşısında çektikleri ızdırabı anlatan Roosvelt’e karşı İbni Suud, Musevilere onlara baskı yapan Almanların evlerini ve topraklarını vermesini önermiştir. Fakir Filistin’e Musevilerin yerleşmesini bir türlü kabul etmemiştir.4 ABD, Arap yarımadasının yönetiminde Suudilere dayanmasına karşın İsrail-Filistin sürecinde Suudilere bundan böyle çok dar bir manevra alanı bırakacaktır. Bu dar alan içinde Suudiler İslamcı eylemlere destek verebilmektedirler. 

Bu anlaşma bölgede İngiliz hegemonyasına son verecektir. ABD diğer Avrupa Devletlerini dışarıda bırakarak Orta Doğu’ya yerleşecektir. 
Bu anlaşmanın diğer yönleri de bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Suudi Arabistan kullanılarak bölgede laik milliyetçi Arap devletlerinin ortaya çıkmaları denetlenecektir; ikincisi ise Suudi Arabistan korunarak İsrail’in güvenliği de sağlanmış olacaktır.5 

II- Arap İslamcıları Arap Milliyetçilerine Karşı 

1950’li yıllar Mısır’da genç subaylar hareketiyle Arap milliyetçiliğinin ve daha sonra Pan-Arabizmin doğduğu yıllar olmuştur. Arap milliyetçiliği Batı emperyalizmine karşı olmuştur. 1948’de İsrail’in kurulması, Arapları bağlantısızlık hareketine itmiştir. Türkiye’nin İngilizlerin baskısıyla Bağdat Paktı’nı kurması pek başarılı bir girişim olmamıştır. Paktaki tek Arap ülkesi Irak’tır. 1956 savaşı İngilizleri Orta Doğu’ya geri döndürememiştir. Washington Mısır’ın yanında yeralmıştır. Ancak, Sovyetler’in Mısır’ın yanında yeralmaları, ABD’nin Asuan barajına mali yardım vermeyi reddetmesi ve Johnson’un Beyaz Saray’da Kennedy’nin yerini alması Mısır-Amerikan ilişkilerini geriletmiştir. 1966 
yılında ABD’ye çağrılan Faysal, Amerikan yönetimini Sovyet taraftarı Nasır’a karşı uyarmış ve Yemen’de 1962’den beri solcu cumhuriyetçilere yaptığı yardıma dikkate çekmiştir. Suudi Arabistan kralcıları desteklerken Nasır 68.000 kişilik bir ordu ile Albay Sallal’i desteklemiştir. Arap dünyasında Mısır, Irak, Suriye, Tunus ve Cezayir gibi solcu laik rejimler gelişmiştir. 1970’lerde Pan-Arabizmin yanında 
Arap sosyalizminden bahsedilir olmuştur. Nasır tutucu Arap rejimlerini ve onların içinde yeralan emperyalist üsleri ortadan kaldırmaktan sözetmektedir. Bu durum karşısında İsrail’liler tutucu Araplarla ilişki kurmayı tercih etmişlerdir.6 1967 Arap-İsrail savaşından sonra batıdan ithal edilen laik, milliyetçi modelin bu savaşlara neden olduğu Doğu ve Batı Arap ülkelerinin omuz omuza savaştığı ileri sürülmüştür. 1967 savaşından sonra İslamcı Araplar siyasal sahneye büyük bir gürültü ile gireceklerdir. Bu Arapların, derneklerin, birliklerin arkasında Müslüman Kardeşler Örgütü vardır. Hassan el-Banna ve Sayed Kutb’un kurduğu Müslüman Kardeşler Örgütü hak ve hukukun birleştiği ‘tevhid’ ilkesi 
üzerine dayanmaktadır. Suudilerin desteğiyle Kardeşlik Örgütü, ‘Özel Düzen” adı altında gizli bir ordu kuracaktır. Kardeşler, Milliyetçi Nasır’a karşı Kral Faysal ve Amerikan gizli servislerince desteklenecektir.7 Bu destekle güçlenen Müslüman Kardeşler bugün Sudan, Yemen, Ürdün, Suriye, Filistin, Tunus, Cezayir ve Fas’ta kollar bulundurmakta ve Latin ABD, Siyah Afrika ve Güney Doğu Asya’daki İslamcı hareketlerin temelini oluşturmaktadır. 

Müslüman Kardeşler’in ideolojik babalığını yaptığı İslamcı hareketlenme çok değişik ve hetorojen bir yapılanma göstermiştir. 

Genel olarak İslamcı ideoloji reformu örgütlenmelere benzemektedir. Bu örgütlenme içinde İslamın temellerini Arap-Müslüman halkların sorunlarına bir çözüm olarak göstermektedirler. Böylece dünyadaki aşırı dinci gruplar kendi sektlerinin yaşamı üzerine yoğunlaşmakta çok sıkıştırıldıklarında siyasi şiddete veya terörist girişimlere başvurmaktadırlar. Soğuk Savaş sırasında ve 1989 Lübnan savaşının sonuna kadar İslamcı ideolojiye sahip bu topluluklar kendi uluslararasına uygun stratejiler geliştirmeye çalışmışlardır. Bu stratejiler kendilerinin ülke rejimlerine karşıdırlar. 1990’dan itibaren İslamcı gruplar Orta Doğu’da çabalarını kabileler, büyük Arap aileleri veya savaşçılarının etki alanlarında ve etnik yapılarda yoğunlaştırmaya başlamışlardır. İslamcı ideoloji, taktik olarak alternatif bir ulusal alan göstermemektedir. Ulusal alan göstermedikleri için müslüman devletleri belirli sınırlar içinde yöneten bütün rejimler meşruiyetlerini kaybetmektedirler. Böylece belli bir toprak alanında milliyetçiliğe dayanan Kemalist, Nasirist ve Baasçı rejimler anti-müslüman komploları olarak görülmektedir. Ulusçu fikirler, inancı olmayanların ümmetin bütünlüğünü bölmek için kullandıkları şeytani bir fikir olarak kabul edilmektedir. Ulusçu olmayan yapılanmalar yeni uluslararası düzende Batı’nın işine gelen bir konum oluşturmuştur. Ulus devletin direnişi olmadan geniş pazarlar Batı’nın 
mallarına açık olacaktır. İngiltere bu gerçeği daha I. Dünya Savaşı öncesi keşfetmiştir. 

Orta Doğu’da etkin bir rol oynayan İngiliz istihbaratı 1915’de Çanakkale’yi geçememiştir ama Osmanlı İmparatorluğunu Orta Doğu’da yenerek çökertmiş, kendisine karşı ayaklanan Hindistan’ın müslüman kısmını Pakistan ve daha sonra Bangladeş diye ayırarak zayıflatmış ve İngiliz tekstil endüstrisine karşı çıkan Gandi’den intikamını almıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD durumu farkederek müslüman ülkelerle; Türkiye, Suudi Arabistan, Pakistan, İran ile Sovyetler Birliğini çevrelemiştir. Ruslar’ın Vietnam’ına karşı Afganistan 
müslümanlarını kullanarak, doğuda Sovyetlerin işini bitirmiştir. Afganistan’daki savaş günümüzde Ruslar’ın geri çekilmesine karşın yeni bir stratejiyle canlanmış bulunmaktadır. Bu yeni strateji Zbigniew Brzezinski “Satranç Tahtası” adlı kitabında geliştirmiştir. Brzezenski’ye göre enerji sahaları ve doğal kaynakları nedeniyle önümüzdeki bin yılda ABD’nin birinci derecede ilgi alanı içindedir. Bu alan Balkanlar’ı Orta Asya ve Çin’i kapsamaktadır. Avrasya alanı içinde merkezi bir yer tutan Türkiye’nin yeniden güç kazanması için çabalar ancak 1996 
yıllarında başlayacaktır. Yeni Avrasya stratejisi bu defa komünizme karşı değildir. Karşı olunan Ruslar’ın 19. yüzyılda olduğu gibi sıcak denizlere 
inmesini önlemektir. Bu stratejide önemli olan Türk, Suudi ve Pakistan’ın ve ilerde İran’ın etki alanlarının sağlamlaşmasıdır. Bu arada İslamcı ideolojide de ilerlemelidir. Brzezinski ideolojik İslamı “belirli bir İslamcı kimlik” olarak tanımlamaktadır. Eğer bu belirgin İslamcı kimlik gelişmezse Orta Doğu’da bir kaos ortamı yaşanacaktır. İslamcı kimliğe önem verilmesinin nedeni bölgenin bu kimlik altında küresel ekonomik yapının içine çekilmesi modeliydi. İslami kimlik bölgede etnik çatışmalar ve siyasal dengesizlikler yaratacak ve Orta Asya bölgesine ABD tam olarak yerleşecekti. Türkiye’yi menteşe devlet, bölgesel güç olarak öven Brzezinski aslında “İslami kimliğin” babasıydı. Brzezinski’nin Amerikan Güvenlik Konseyine kabul ettirdiği amaç Rusya’nın Orta Asya’dan silinmesiyle ilgiliydi. Bu nedenle Basra Körfezi Krallıklarında bastırılan binlerce Kuranı Kerim silahlarla birlikte Özbekistan’a, Tacikistan’a ve Türkmenistan’a sokuldu. ABD İslam kaldıracını kullanarak ilerisinin bu önemli alanına siyasi dengesizlik sokuyordu. Siyasi dengesizlikleri Amerikan gücü çözecek ve bu bölgeye Orta Doğu’da yaptığı gibi çözüm üretici olarak oturacaktı. Orta Doğu’daolduğu gibi Orta Asya’da ulusçu orta sınıflar var olmadığı için orta ve 
uzun dönemde Amerikan yatırımlarıyla mücadele edecek Washington’a göre İslam kapitalizm içinde eriyebilirdi, İslam, milliyetçi hareketlerin 
anti-dozunu oluşturuyordu ve sosyalizmin geri dönüşüne karşı bir kaleydi; kısacası İslam yeni liberal düzenin kaçınılmaz müttefikiydi. 

“Cihad’a karşı McWorld” yani Cihad’e karşı Macdonald’s dünyası adlı eserinde bir yazar Cihad ve Macdonald’s dünyasının ortak bir noktası olduğunu söylüyor. Yazara göre her ikisi de ulus devletin egemenliğine ve demokratik kurumlarına karşı ortak savaş veriyorlar. Sivil toplumu yeriyorlar, demokratik vatandaşlığa karşılar ama söylediklerinin karşısında alternatif demokratik kurumlar önermiyorlar. Ortak noktaları sivil özgürlüklere karşı olmaları.8 

ABD’nin militan İslam’a karşı tutumunu yansıtan en iyi araştırmalardan birisi eski CİA ve Rand Corporatıon araştırıcısı Graham Fuller. Füller 1995’te bütün Avrupa büyükelçiliklerine gönderilen: “Cezayir Geleceğin İslam Devleti olacak mı?” adlı raporun yazarı. Fuller’in analizlerinin 1996 yılına kadar Orta Doğu bölgesinde ABD’nin politikasını yönelttiğini belirtmekte yarar olduğu kanısında yız. Fuller raporunda: “... İslamcılığın komünizme benzemediğini, yönü ve merkezi bir planı bulunmadığını, İslamcı politikanın direkt olarak mahalli geleneksel kültür çerçevesinde oluştuğunu belirterek İslamcı hareketlerin çok çeşitlilik gösterdiğine dikkati çekiyor. Anti-demokratik olma İslamcı hareketin doğasında yok ve demokratikleşme zamanla hareketin içinde gelişiyor diyen Fuller, gelecek yıllarda İslamcı hükümetlerin çeşitli şekiller alarak Orta Doğu ülkelerinde çoğalacağına işaret ederek onlar Batı ile: Batı, İslamcılarla yaşamayı öğrenecektir...” demektedir. Fuller, Cezayir’deki İslamcı rejimin ABD’nin tüm özel yatırımlarını kabul edeceğini ve ABD ile ticari ilişkilere girebileceğini açıklıyor.9 Fuller, İslamcılar’ın Pazar ekonomisine “doğal bir eğilimleri” belirterek, İslamcılar’ın Amerikan Arco petrol şirketiyle kurdukları ilişkiye dikkati çekiyor. Sünni olan Cezayirliler’in diğer Arap müttefikler gibi Şii İran’a karşı ABD’nin yanında yer alacakları Fuller’in tahminleri arasında. 
Cezayir’in İslamcı yönetimi diğer Arap ülkeleri gibi uluslararası İslam bankaları nın ağından faydalanacak. Al-Baraka uzun zaman Sudan’daki İslamcılar’a para sağlayarak Sudanlılar’ı müttefik gruba çektiklerini ve Cezayir’in de bu grubun içine çekilebileceğini söyleyen Fuller, Cezayir İslamcı yönetiminin diğer bir faydasının Arap dünyasındaki İslamcı hareketlere karşı dengeleyici bir rol oynayabileceğini ileri sürerek 

NATO’nun güney komutasının doğu Akdeniz’deki buhran noktalarına Cezayir İslamcılığını kullanarak daha rahat müdahale edebileceğini söylüyor. 

Cezayir İslamcıları’nın yurt dışında yaşayan başkanı Anuar Haddam’la Middle East Quarterly dergisinin yaptığı mülakatta kendisine Amerikan yönetiminden kimselerle görüşüp görüşmediği sorulduğunda, Anuar Haddam bu gibi kimselerle görüşmesinin kendi görevi gereği olduğunu söylüyor. Dergi bir başka sorusunda Cezayir’de yüzlerce Batılı’nın yaralanıp öldüğünü ancak hiçbir Amerikalıya zarar 
gelmediğini söylediğinde, Anuar Haddam, “Amerikalılar’ın iyi istihbaratı var. Cinayetleri kimin işlediğini biliyorlar ve belalı alanlara gitmiyorlar”, diyor. 

ABD’nin Cezayirli İslamcılar’a karşı politikası 1998 yılında değişmeye başlamıştır. Cezayir’in askeri yönetimi bu tarihlerde ABD’ye yaklaşarak ülkenin güneyinde bulunan yeni petrol ve doğal kaynaklarını Amerikan petrol şirketlerine açmıştır. NATO güney Avrupa kuvvetleri komutanı Joseph Lopez Ağustos 1998’de Cezayir Ulusal Halkçı Kuvvetleri komutanı’nı ziyaret ederek Cezayir’le ABD arasında yeni bir süreç başlatmıştır. Bu yeni süreci bazı yazarlar ABD’nin Afrika’ya açılma stratejisine bağlamaktadırlar. Amerikan diplomasisi birden bire Angola’da Marksist Dos Antos rejimini desteklemeye başlamıştır. Güney Sahra’da bağımsızlık isteyen Polisario gerillalarına Cezayir’in yardım ettiğini bilerek Polisario gerillalarına destek vermeye başlamıştır.11 ABD’nin 1998’de İslamcılar’a karşı değişen politikalarında Amerikan musevi lobisinin etkisini de gözönüne almak gerekmektedir. Musevilerin sünni İslam’a karşı tavır almalarında bazı önemli gelişmeler vardır. Bilindiği gibi İsrail kendilerine karşı silahlı çatışmaya giren Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşılık Fuller tipi bir İslamcı-uyuşmacı gelişme gösteren Müslüman Kardeşler’in bir ürünü olan Hamas’ı ve Hizbullah’ı desteklemiştir. 1990’larda Filistin Kurtuluş Örgütü’yle barış 
görüşmeleri yapılırken Hamas’ın aşırı İslam’a kayarak İsrail’e karşı çatışmaya girmesi ve Şii Hizbullah Örgütü’nün İran etkisine geçerek İsrail’le çatışmaya girmesi İsrail’in “yumuşak İslam” konusundaki fikirlerinin değişmesine yol açmıştır. İsrail’in fikir değiştirmesindeki ikinci önemli husus İtzak Rabin’in bir Musevi tarafından katlinden sonra iktidara gelen Netanyahu’nun aşırı sağı temsil eden politikasının “barış için güç” sloganına dayanmasıdır. Dış çevre güvenliği açısından 1996’da erken seçime zorlanan Netanyahu hükümeti düşmüş, yerine sosyal demokrat Ehud Barak hükümette iş başına gelmiştir. Amerikan politikasını değiştiren üçüncü faktör Rusya Federasyonu’nun İslamcılar’a 
karşı güttüğü ısrarlı savaş politikası olmuştur. 1994’de ilerde anlatacağımız şekilde ABD ve Batılılar Afganistan’dan sonra Çeçen bağımsızlık hareketine İslami güçlerin katılmasına izin vermişlerdir. 1996 yılında Rusya Federasyonu Çeçenler karşısında zor durumda kalarak General Lebed’le geçici bir barış anlaşması imzalamışlardı. Rusya’nın Orta Asya’da ve kendi içinde zor duruma düşmesi bu defa Çin’den korkan ABD’nin tekrar Rusya’yı desteklemesine yol açmıştır. Yeltsin’in yerine gelen Putin’le Çeçen savaşı kızışmıştır. Ancak bu defa 
Çeçenler’e İslami çevrelerden yardım gelememiştir. Öte yandan Putin Kafkaslar’da ve Orta Asya’da Rusya’nın elini güçlendirecek eylemlere 
girişmiştir. Amerikan Başkanı Clinton’un Putin’i ziyareti, Rusya Federasyonu Duma’sında konuşması Rusya’nın Orta Asya’da elini güçlendirmiş ve müttefiki Türkiye’nin Kafkas politikasına önemli bir darbe indirmiştir. Artık İslami güçleri Ruslar’a karşı kullanmanın sonuna gelinmiştir. Diğer Şii İslami güç İran ise zaten Rusya Federasyonu’nun yanında yeralmıştır. ABD’nin amacı Rusya’nın nükleer 
güçlerini azaltarak 1972’de imzaladıkları nükleer silahları sınırlandırma anlaşmasına kendi koruyucu kalkanını kabul ettirme olarak görülebilir. 
Bu hususta dördüncü faktör Amerikan desteğiyle gelişen çatışmacı İslami güçlerin Afganistan içinden Afrika’ya, Sudan’a, Mısır’a, Lübnan’a el atmaları ve gerek Suudi Arabistan içinde gerekse Afrika’da Amerikan elçiliklerine karşı eylemlere girişmeleridir. 1998’de Nairobi’de ve Dar es-Salam’daki saldırılar Amerikan politikasını etkilemiş olmalıdır. Washington mecbur kalarak Sudan ve Afganistan’daki bazı hedefleri bombalamak zorunda kalmıştır. Kendi yarattığı Frankestein patronunu ısırmaya başlamıştır. 

III- Ussama Bin Ladin Faktörü 

New York Federal mahkemesinin uluslararası tutuklama kararı verdiği bir numaralı halk düşmanı Ussama Bin Ladin’in geçmişini incelemek bize Amerikan politikaları konusunda gerekli açıklamaları getirecektir. 43 yaşındaki Suudi Arabistan’lı bir milyarderin oğlu olan bin Ladin kendisi de dolar milyarderidir. 7000 kişilik bir orduya komuta eden ve uluslararası bir mali imparatorluğun başında olan kişi için hikaye Sovyetler Birliğine karşı “kutsal savaşın” Afganistan’da verilmesiyle başlamaktadır. Ussama bin Ladin, diğer bir ifade ile kariyerine ABD adına Arap savaşçıları askere alarak başlamıştır. 1994 yılında Suudi vatandaşlığından çıkmasına karşılık Suudi Arabistan gizli servis
lerinin başı Türkibin Faysal ile ilişkileri olan Ussama, Sudan ve Yemen’de savaştıktan sonra dostları Talibanlar’ın yanına sağınmış. 

Ussama Bin Ladin’in Londra’da kurduğu Danışma ve Reformasyon Komitesinin başkanı Halit el-Fevaz kendisiyle konuşan bir gazeteciye şunları söylüyor: “... Eğer Bosna’da, Çeçenistan’da, Sudan’da, dünyanın herhangi bir yerinde bir kardeşiniz varsa, onun sorunları için elinizden geleni yaparsınız. Yiyecek verirsiniz, biraz gücünüz varsa silah gönderirsiniz veya silahlı adamlarla yardımına gidersiniz. Biz müslümanlar böyle düşünüyoruz...”12 

Halit, Londra’nın ABD ile Arap dünyası arasında bir ilişki çizgisi olduğunu belirterek Ussama Bin Ladin’in özel jetiyle 1995 ve 1996 yıllarında İngiltere’ye geldiğini doğruluyor. Bugün Afganlıların giriştiği eylemlerin arkasında Bin Ladin’in izni var. 

Bin Ladin mühendis babasıyla birlikte Arap ülkelerinde önemli inşaatlar yapmışlar. En çok para kazandıkları ise cami inşaatları. Bin Ladin bu zenginlik çemberinden kaçarak İstanbul’a gelmiş. Burada İran’dan kaçmış zengin İranlı tüccarlarla tanışmış. Bin Ladin’in İstanbul’da Amerikan servisleriyle tanıştığı sanılıyor. ABD’nin Afgan mücahitlerine yardımı ve silahlı mücahitleri İstanbul’dan sevkettiği iddia ediliyor.13 1980’lerde Bin Ladin, gönüllülerle birlikte -takma adı Abu Abdullah- Afganistan’a geliyor ve Pesavar’daki CİA görevlisiyle birlikte 
“taraftarlar evi” diye bir örgüt kuruyor. 

Bu örgüt Pakistan-Afganistan sınırındaki onaltı İslami gerilla kampını yönetecektir. Afgan gerillalarına Amerikan silahları verilmeyeceği için 
Washington, Rusların Mısır’a sattığı silahları Mısır’dan alıp yenileyerek Suudi Arabistan üzerinden Afganistan’a sokacaktır.14 Gönüllüleri Pakistan gizli servislerinin himayesinde olan Hikmetyar yapmaktadır. Bin Ladin, Hikmetyar’ın hayranı olarak dini ve siyasi eğitimini Pakistan’da tamamlayacaktır. 1989’da Ruslar Afganistan’dan çekilince Amerikan Dışişleri Bakanlığı aşırı uçtaki İslamcıları desteklemenin Afganistan’da kendilerine karşı İran gibi bir rejimi doğuracağını hissederek Afgan dini gruplarına yardımını azaltma yoluna gitmiştir. Burada Amerikan Dışişleri Bakanlığıyla CİA arasında bir anlaşmazlık olduğu anlaşılmaktadır. Afgan mücahitlerinin önemi konusunda çıkan 
anlaşmazlıkta CİA’nin Bin Ladin-Hikmetyar ilişkisinin desteklenmesi, Pakistan’ın Taliban’a verilen desteği sürdürmesi ve bölgede ABD’nin etkinliğinin artması konusundaki fikirlerinin baskın çıktığı anlaşılmaktadır. Ussama Bin Ladin 1990’da Sudan’a gitmiş ve orada Ulusal İslami Cephenin başkanı Dr. Hassan el Turabi ile tanışmış ve 1992’de Kartum’a yerleşmiştir. Bin Ladin Afganistan’a silah satışlarına ek olarak Gülbettin Hikmetyar ile başlattığı afyon satışları hattını Sudan’da kurmuştur. Bu satışlardan önemli bir servet yapan Bin Ladin, Sudan’da bu paralarla lüks inşaat, anayollar, köprü ve havaalanları inşaatına girişmiştir. Daha sonra Kartum’da El-Şamal bankasını kurmuştur. 
1992’de Afganistan’da Necibullah rejimi çökünce Hikmetyar ve Taliban grupları arasında iç savaş başlamış ve Afganların bir kısmı Sudan’da Hassan el-Turabi’nin yanına gelmiştir. Diğer Afgan-Arap savaşçıları Cezayirlilere katılmışlar ve önemli bir kısmı Mısır’daki Gama’a grubuna girmişlerdir. Suriye ve Libya’daki militan İslami gruplara katılanlar olmuştur. Bu Afganlaşmış Arap savaşçılarının bir kısmı uyuşturucu kaçakçılığı sayesinde Arap dünyasının iş alemine girmişlerdir. Necibullah’ın Afganistan’da iktidardan düşmesi üzerine militan İslami gruplara yardımı kesen Suudi Arabistan 1994’de Ussama Bin Ladin’den rahatsızlık duyarak onu vatandaşlıktan çıkarmıştır. 1994’den sonra Mısır ve Suudi Arabistan’ın baskısıyla Sudan yönetimi Bin Ladin’i ülke dışına sürmek durumunda kalmıştır. Sudanlılar terörist Carlos’u Fransa’ya vermeleri gibi Bin Ladin’i Suudiler’e vermeyi önermişlerdir. İstihbarat başkanı Türki buna karşı çıkmıştır. 1996’da Bin Ladin Afganistan’da arkadaşı Hikmetyar’ın yanına dönmüştür. Bin Ladin Sudan’ı terk ettiğini ispat için CNN televizyonuna artık adil olmayan ABD ile mücadele edeceği konusunda bir demeç vermiştir. Ancak, Bin Ladin’in Körfez savaşında ABD’ye nasıl çalıştığını bilen hiçbir Batı ülkesi 
bu demeci ciddiye almamıştır. Taliban’la iyi ilişkiler kuran Bin Ladin onların işgal ettiği uyuşturucu yollarını gene Talibanların desteğiyle kullanıma açmıştır. 

1996’da Londra’da toplanan İslamcı gruplar Trafalgar meydanında gösteri yaparak düşmanlarını Batı ve demokrasi olarak ilan etmişlerdir. 
Militan konuşmacılar İngiliz polisinin gözü önünde Amiral Nelson heykeline “Allahü Ekber” yazılı bir pankart asmışlardır. 1996’dan sonra Suudi Arabistan’ın militan İslam’ı desteklemesi azalırken Sudan, Mısır ve Pakistanlı İslamcıların İslami hareketlere desteği artmıştır. Bin Ladin’in kurduğu mali şirketler dünyanın dört bir yanında İslami hareketi desteklemişlerdir. 1997’lerde Bin Ladin Afgan uyuşturucusevkiyatının başı olarak Taliban’ların vazgeçemeyeceği bir kimse durumuna gelmiştir. Bin Ladin Afganistan’daki çalışmalarının yanı sıra 
Yemen’de çatışmalar içinde yeralmıştır. 1998 sonlarına doğru Bin Ladin’in emrinde; Yemenli, Suudi ve Mısırlı Afganlar olmak üzere 5.000’in üstünde militan müslüman bulunmaktadır. Ancak Bin Ladin’in faaliyetleri Kral Fahd’ın yerine geçen yetmiş beş yaşındaki Prens Abdullah’ı rahatsız etmiştir. Samar kabilesinden gelen Prens’in kabilesi Irak, Suriye ve Ürdün’e yayılmış durumdadır.15 Prens aynı zamanda 40.000 Bedevi’den oluşan ulusal muhafızların başkanıdır. Ussama Bin Ladin’in Yemen’de Suudiler’e karşı olan kabileleri desteklemesi, ilerde Suudi rejimini sarsabileceğinin düşünülmesi Ladin’in terörist ilan edilmesine neden olup, Ladin de intikam almak için Nairobi ve Suudi Arabistan’daki Amerikan elçilik ve üslerini kendisine bu kadar hizmet karşılığı ihanet edildiğini düşünerek bombalamış mıdır? 
Bunu belki asla öğrenemeyeceğiz. 
Bilinen Ladin’in terörist ilan edilip Sudan ve Afganistan’daki üslerinin ABD tarafından bombalanmaya çalışılmasıdır. 

III- Amerikan Dış Politikasında İslam 

Bir yazar Amerikan dış politikasını milföy pastasına benzetiyor. Bu pasta içinde Amerikan gizli servisleri ile ortak çalışan ve karar verme mekanizmasınıetkileyen “think tank”lar de var. Dışişleri, Ulusal Güvenlik Konseyi üyeleri, Savunma Bakanlığı, CIA, FBI gibi kuruluşlar var. Ancak Amerika Başkanı’nın dış politika kararlarında etkinliği büyük. Son sözü O söylemektedir. Amerika Başkanı’nın eşiti tek örgüt ise Amerikan Kongresi. Amerikan Kongresi ise etnik grupların etkisi altında birçok katmanlara ayrılmış durumda. Bazen CIA bürokrasisi, 
yürütme gücünü atlatarak “İrangate skandalı” gibi olayları kendi başına yaratabiliyor. CIA’nin bu cesurluğu bu örgütün başının sık sık değişmesine neden olabiliyor. Etnik, ekonomik, tematik ve dinsel lobiler ABD kongresinde cirit atıyorlar. 

Son dönemlerde ABD’nin dış politikasında Latin Amerika ve Asya önemli bir yer tutuyor. Bu bölgelerin dış politika da önemli yer tutmalarının nedeni Latin Amerika’nın geniş tüketici pazarı ve Asya’nın petrol ve gazı. Amerikan Musevi lobisi ekonomik çıkarların önemini iyi bildiği için Türkmenistan, İran ve Türkiye arasındaki enerji ilişkilerini bozacak bir tavır sergilemekten kaçınıyor. Özellikle doğal gazı taşıyacak Amerikan petrol şirketlerini karşısına almamayı yeğliyor. Öte yandan, İran’ı düşman ilan eden Musevi lobisi, eski Yugoslavya savaşında müslümanları destekliyor ve Bin Ladin’in İranlı militanlarının Bosna’ya sızmasına ses çıkarmıyor. Bütün bu davranışlar uluslararası politikanın normal olan davranışlarıdır.

Demokrasiyi savunan Amerikan basının ise ABD’nin uluslararası alana askeri müdahalelerini destekliyor. Bütün bu değişken ve belirsiz yapılanma içinde ABD’nin siyasal İslama ve genel olarak İslam ülkelerine karşı politikasını belirleyen iki önemli konferans vardır. 
Bu konferanslardan birincisi Dışişleri Bakanı yardımcısı Ermeni asıllı Edward P. Djerejian’ın 1992’de Washington’daki Meridian House’de verdiği “Amerika Birleşik Devletleri, İslam ve Değişen Dünya’da Yakındoğu”adlı konferans. İkinci Konferans Ortadoğu’dan sorumlu Dışişleri Bakanı Robert Pelletreau’nun 1994’de verdiği “İslam ve Amerika Birleşik Devletleri” adlı konferans. 

Bush yönetiminin Yakındoğu sorumlusu olan Djererian’ın yukarıda adı geçen konuşması ABD’nin militan İslam karşısındaki ilk kez görüşlerini yansıtması açısından önemliydi. Djererian, konuşmasında Cezayirli İslamcıları kastederek: “...demokratik süreci yıkanlara karşı temkinliyiz.. tek kişi tek oy ilkesine inanıyoruz, ancak tek kişi, tek oy, ancak bir defa oy kullanılmasını desteklemiyoruz.” demiştir.16 Bush yönetimi Cezayir’de gelişen durumu askerlerin olaya hakim olmaması karşısında yeniden değerlendirmişti. Askeri çözümün olasılığı ve şiddetin büyümesi karşısında ABD rejim tarafına ve İslamcılara uzlaşmalarını tavsiye etmiştir. ABD’nin 1992’deki amacı Arap-İsrail 
çatışmasını bitirmek ve İran Körfez petrolüne erişmektir. Djererian, Meridian House’deki konuşmasında İslam’ı Batı’yı rahatsız eden bir “izm” olarak algılamadıklarını, İslam’ın dünya barışını tehdit etmediğini belirtmiştir. Djererian İran’ı ve Sudan’ı kastederek militan İslamcı grupların ortak davrandıklarını ama ılımlı İslamcıların bir örgütlenme içinde olmadıklarını söylemiştir. ABD’nin mücadele ettiği dini grupların aşırılık, şiddet, zorlama, terör, korkutma uygulayan gruplar olduğunu belirten Djererian ılımlı rejimlere karşı “haçlı seferlerinin” artık sona erdiğini kapalı olarak açıklamıştır.17 

1992’de Meridian House’da yapılan konuşma ABD’nin siyasal İslam karşısındaki politikalarına bir açıklık getirmemiştir. Örneğin, Bush yönetimi, yapılan serbest seçimlerin sonucunda İslamcılar’ın seçimi kazanmalarının kendilerini nasıl etkileyeceğini belirlememiştir. ABD, Mısır ve Cezayir’de İslamcı hükümetleri kabul etmeye hazır mıdır? Militan İslam ve ılımlı İslam arasındaki fark belirsizdir. Djererian’ın ifadesinden anlaşılan tek şey aşırı uçta olmanın, İslamcı veya Laik, ABD’nin kabul etmediği bir husus olmasıdır. Ancak, Bush yönetimi siyasal İslam’dan rahatsız olmuştur. 1992’de Mısır, İsrail ve Türkiye’ye silah akışı devam ederken ABD, İran ve Sudan’ın terörist faaliyetler içinde olmalarını ve 
Arap-İsrail barış sürecinde karşı durmalarını kınamamıştır. Bush’un politikaları Clinton’u etkilemiştir. Clinton’un ilk döneminde Djererian Ortadoğu sorunlarından sorumlu devlet görevlisi olarak işine devam etmiştir. Bill Clinton 1994 yılında Ürdün Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada özetle; “bazı kimselerin inançlarımız ve kültürlerimiz nedeniyle İslam’a çatışacağımızı söylemektedir. Ancak, onların 
yanlış söylediklerine inanıyorum. Medeniyetlerimizin çatışmasını reddediyorum. İslama karşı saygılıyız.”demiştir.18 

Clinton ilk yıllarında zaten Körfez Savaşı’yla sarsılmış olan Arap ülkelerini üzerine gitmemiştir. Zaten, Clinton ilk yıllarında iç politika gelişmeleri ile meşgul olmuş ve dış politika düzenlemelerini Warren Christofer, Dışişleri Bakanı yardımcısı Strobe Talbott Lake gibi bürokratlara bırakmışlardır. Yeniden seçilen Clinton bu sefer Dışişleri Bakanlığı’na Madeleine Albright, Savunma Bakanlığına William Cohen, Ulusal Güvenlik Danışmanlığına Samuel Berger ve Strobe Talbott’u getirmiştir. Clinton’ın personel değişikliği dış politikada temel bir değişiklik yerine bir stil değişikliği getirmiştir. Clinton son üç yılda dış politikaya eğilmeyi yeğlemiştir. 

Ortadoğu konusuna gelindiğinde ABD’nin politikası Arap-İsrail barış sürecinin gelişmesi, Arap yarımadasından petrol akışının sağlanması şeklindedir. Ancak, ABD’nin amaçları İran’dan ve Sudan‘dan destek alan aşırı İslamcıların eylemleri yüzünden sarsılmıştır. Öte yandan Clinton yönetiminin izlediği demokrasinin yaygınlaşması ve pazar ekonomilerinin gelişmesi politikaları kuzey Afrika ve Arap ülkelerinde yankı bulamamıştır. Ortadoğu’da ABD’nin çıkmazı otoriter askeri rejimlerdeki değişiklikleri gerçekleştirmek için ayaklananların İslamcılar 
olmasıdır. ABD bir ihtilalci militan İslam’ın kendisine karşı dünya çapında bir üçüncü güç oluşturmasından korkmuştur. İslamcıların Mısır, Cezayir, Filistin, Tunus, Libya, Ürdün, Suudi Arabistan, Endonezya, Malezya, Pakistan gibi ülkelerde status quo’yu zorlamaları karşısında Clinton yönetimi Dışişleri Bakanlığı içinde bir grup kurarak İslam ve İslamcılık üzerinde politikalarını incelemeye almıştır. Bu grubun kararları hala gizli tutulmaktadır.19 

İsrailli yazar ve araştırmacılar ABD’nin İslamın bir kısmını kendi yanına çekme politikasına karşıdırlar. Örneğin bir İsrailli araştırmacı ABD’nin iyi ve kötü İslam modeli ortaya koyarken ılımlı İslamcılar’dan ne anladığını iyi belirlememesinden şikayetçidir. Bu yazara göre ABD köktenci İslam’ı iyi bilmemekte ve İslamcılığı bir reform hareketi olarak görmektedir. Bu düşünce tarzı gelecek on yıl içinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı tehlikeye atacaktır.20 

ABD’nin İslam’a ve militan İslam’a karşı politikasının oluşmasındazaman zaman ABD Musevi lobisi ve İsrail önemli bir rol oynamıştır. Bir İsrailli yazara göre Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Orta Doğu barış süresinde İsrail’in karşısında yeralan İslamcı köktencilik yaşamsal bir düşman olarak görülmüş, Avrupa ve ABD’nin kamuoyu İsrail’in yanına çekilmeye çalışmıştır.21 İsrail’in öldürülen Başbakanı Yitzak Rabin “İslamcı Tehdide” dikkati çektikten sonra İran’ın, Moskova’nın eskiden olduğu gibi önemli bir tehdit oluşturduğunu söylemiştir.22 

İsrail eski Başbakanı Şimon Peres bu konuda daha açık konuşarak: “Komünizmin çöküşünden sonra İslamcı köktencilik zamanımızın en büyük tehdidi olmuştur.” demiştir.23 yapılan araştırmalarda bazı Dışişleri memurları ABD’nin yalnızca kendi çıkarlarını takip ettiğini ifade ederken bazıları Dışişleri’nin algılamaların geniş ölçüde Musevi lobisinin görüşlerinden etkilendiğini belirtmişlerdir. Clinton’un Irak ve İran’a uyguladığı “çifte çevreleme” politikası ve 1995’de İran’a ticaret ambargosu uygulaması, bir yazara göre Musevi lobisinin etkisidir.24 

ABD’nin Musevi lobisi İran, Irak ve Suriye içindeki İslami gruplar için aynı çabaları göstermiştir. Özellikle aşırı sağcı Netanyahu hükümeti sırasında Ortadoğu barışı için güç politika öneren bir politikası güden İsrail’in anti-İslamcı argümanlarında artış olmuştur. Ancak, İsrail de ABD gibi Ortadoğu barış sürecine karşı olan İran, Irak’a ve Suriye’ye yüklenmiş, Pakistan, Afgan Talibanları ve Suudi Arabistan konusunda herhangi bir propaganda yapmamıştır. 

SONUÇ 

Pelletrau‘nun bir konuşmasında belirttiği gibi Ortadoğu’daki değişik yapılardaki devletlere karşı ABD değişik politikalar izlemektedir. 

1994’lerden başlayarak Amerikan hedeflerinin bazı saldırıları ABD’nin desteklediği Sünni Afgan grupları tarafından gerçekleştirilmiş olsa bile 
ABD, Rusya’ya karşı Afganistan’da ve Çeçenistan’da kullandığı bu gruplara karşı bir davranış uygulamak istememektedir. ABD’yle işbirliği yapan Sünni İslam ABD’nin yeni dünya düzenini Ortadoğu ve Asya’ya yaymasında etkili olmuştur. Destabilize olan alanlara ABD gelerek denge sağlayıcı rolünü oynamaktadır. Yeni yükselen pazarlar Türkiye dahil Ortadoğu ve Asya bölgesindedir. ABD’nin yüklendiği ülkeler İsrail’in yoğun etkisiyle Ortadoğu Barış Sürecine karşı olan İran, Irak, Libya ve daha az bir biçimde Suriye gibi ülkelerdir. Şii köktenciliği nin uyuşmazlığını karşısına almış olan ABD, Bin Ladin gibi kendisinin yarattığı Frankesteinlere karşı nispeten son dönemlerde sesini çıkarmaya başlamıştır. ABD’nin kendi çıkarlarına göre sık sık değişen politikaları İslam’a karşı tutumu Türkiye ve Mısır gibi laik ülkelerin iç politikalarında zorluklar yaratmaktadır. Ortadoğu’da petrol ve köktenci İslam olduğu müddetçe bu bölge büyük güçlerin oyunlarına sahne olmaya devam edip halkları ızdırap çekecektir. 


DİPNOTLAR;

1 Michael A, Sheehan; Sheehan Testimony on Counterterorism and South Asia, US Department of State, 
   International Information Programs, Washington File, 17 Temmuz 2000. 
2 Sheenan, a.g.m., s. 2
3 Louis, Blin, Le Petrole du Golfe, guerre et paix au Moyen-Orient, Maison-Neuve et Larose, 1996; Jacques 
   Benoist-Mechin, Faycal roi d’Arabie, Albin Michel, 1975
4 David Holden and Richard Johns, The House of Saud, Pan Books, London, 1981, s. 137. 
5 Richard Labeviere, Les Dollars de la Serreur: Les Etas-Unis et les ‹slamistes, Grasset, Paris 1999, s. 40.
6 Eric Rouleau, Jean Francis Held, Simonne et Jean Lacouture, ‹srael et Les Arabes, le 3e Combat, Le Seuil 1967, s. 116. 
7 Richard Labeviere, a.g.e., s. 46.
8 Benjamin R. Barber, Jihad vs. MaWorld, Time Books, 1995, ss. 16-54. 
9 Graham E. Fuller, Algeria, The Next Fundamentalist State?, RAND, Santa Monica, U.S., 1995.
10 Middle East Quarterly, Eylül 1996: bilgi açısından Cezayir petrol bölgelerinde 7.000’den fazla ABD linin yaşadıgını belirtelim. 
    Bu petrol bölgelerine Cezayirli İslamcıların flimdiye kadar hiçbir saldırıda bulunmadıkları bilinmektedir. 
11 Richard Labeviere, a.g.e., ss. 203-204.
12 Richard Labeviere, a.g.e., s. 105. 
13 Labeviere, a.g.e., s. 107. 
14 Pentagon’da özel izinle bir sene kadar çal›flarak kendisine verilen belgelerle ABD’nin Sovyetler birliğini nasıl 
    çökerttiğini anlatan "Zafer" adlı eserinde yazar Mısır’dan alınan Sovyet silahlarının kalitesizliğine karşılık 
    Afgan gerillalarının nasıl iyi çarpıştıklarını anlatıyor. Daha sonra ABD, Sovyetlerin helikopter taarruzlarına karşı 
    "stinger" füzelerinin Afganlara verilmesiyle Sovyet ordusunun nasıl çöktüğünü anlatıyor. Bkz.: Victory: The 
    Reagan Administration’s Secret Strategy That Rastened The Collapsa of the Soviet Union, New York, 1994 
    by Peter Schweizer, ss. 9-10.
15 Jean-Michel Foulquier, Arabie Saoudite-La Dictature Protegee, Albin Michel, Paris, 1995, s. 56-7.
16 Edward P. Djererian, "One Man, One Vote, One Time, "New Perspectives Cuarterly, No. 3, Yaz 1993, s. 49. 
17 Gene Bird, "Administrat›on Official Assures Middle East the "Crusades Are Over" Washington Report on 
Middle East Affairs, Temmuz 1992, s. 29.
18 Başkan Clinton’un Ürdün Parlamentosundaki Konuşması 26 Ekim 1994. 
19 Pelletrau’nun görüşleri için bkz.: Symposium: Resurgent İslam, Washington, 1994, ss. 2-3.
20 Martin Kramer, "Islam Versus Democracy" Commentary, Ocak 1993, s. 39. 
21 Haim Baram, "The demon of İslam" Hiddle East International, Aralık 1994, s. 8. 
22 New York Times, 23 Şubat 1993. 
23 Nw York Times, 21 Ocak 1996. 
24 Arthur Lowrie, "The Campaign Against ‹slam and American Foreign Policy, Middle, East Policy, Eylül 1995, ss. 215-216.



***

5 Aralık 2017 Salı

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 10

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 10


 Sonuç olarak Körfez Savaşı’ndan sonra ABD bölgenin en önemli gücü olmuş ve tüm bölgeyi denetimi altına almıştır. ABD bu savaştan sonra Ortadoğu‘da hayati 
çıkarlarını oluşturan, İsrail‘in güvenliği, bölgedeki ABD çıkarlarına bir başka devlet tarafından meydan okunmasının engellenmesi ve petrolün uluslararası piyasalara sürekli ve makul fiyattan akısının sağlanması gibi konularda önemli aşama kaydetmiştir. 1948 yılından beri devam eden Filistin-İsrail arasındaki çatışmalara çözüm bulunması maksadıyla ABD’nin kontrol ettiği Filistin-İsrail barısının çerçevesi çizilmiş ve çok sayıda anlaşma yapılmıştır. 
Irak’ın, Kuveyt‘ten çıkarılması sağlanmış, bölgede Amerika’nın çıkarlarının korunması ve bölge petrolünün denetim altına alınması için bölgeye birçok ABD askeri yerleştirilmiş ve üsler kurulmuştur.247 

Başkan Bush, Irak işgalinin ardından uzun yıllardır planlanan ve üzerinde çalışılan Büyük Ortadoğu Projesi’ni dünya kamuoyu ile paylaşmıştır. Başkan Bush bu proje ile Ortadoğu bölgesinde istikrarın sağlanacağını, terörün önleneceğini, enerji kaynaklarının ve İsrail’in güvenliğinin sağlanacağını söylemiştir. Bu bağlamda bölge ülkelerindeki halkların demokratik daha insanca bir yaşam süreceklerini ve diktatörlerin boyunduruğundan kurtulacaklarını iddia etmiştir. Yıllar sonra dönemin Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Birleşmiş Milletler (BM) oturumunda açıkladığı gibi, kendisine verilen bilgilerin yanlış olduğu ve açıklanamadığı anlaşılmıştır. 

 Büyük Ortadoğu Projesi’nin planlayıcılarının iddia ettiği gibi, Ortadoğu’da hızlı bir biçimde demokrasiye geçişi sağlamasının beklenmemesi gerekir. Bu 
konuyu Mahir Kaynak şu şekilde açıklıyor. “Demokrasi bu ülkelerde mümkün olmayan bir şey, çünkü demokrasi insanların gelişme seviyeleri ile ilgili değildir. 
Demokrasi ekonomik bir hadisedir. Başından beri şunu söylüyorum; bir ülkede demokrasi olması için rakip tarafların olması lazımdır. Bu rekabet ekonomik güç 
ile ortaya çıkar. Amerika Birleşik Devletleri'nde çok sayıda ekonomik güç olduğu için, bunların arasındaki rekabet, siyasi partileri doğurur. Oysa ekonomik gücün 
tek olduğu ülke de demokrasi olmaz. Çünkü bütün kaynaklar elindedir. Suudi Arabistan'da herkes Oxford'tan mezun olsa yine demokrasi olmaz. Çünkü 
ekonomik kaynak tektir. O da petroldür. Petrol kimin elinde ise, bütün basın yayın organlarına, eğitim sistemine hâkim olacaktır. Rakiplerini boğar. Hatta hiç kimse onunla rekabete cesaret edemez, çünkü ekonomik olarak kaybeder. O halde ekonomik kaynaklar tek elde olunca, siyaset de tekelde olmak zorundadır. Bunu kimse bozamaz. Demokrasi talepleri aslında burada daha özgür bir yaşamı teşvik etmek için değil, iki amaçla yapılmaktadır. Birincisi mevcut siyasi kadroların el değiştirmesi, ya bir seçim ile ya da bir darbe ile değiştirilir, çünkü her ülkede hâkim olan bir sınıf zümre vardır. Demokrasi olduğunda şu sonuç olur; kim organize ise, kim onlara para akıtabiliyor ise, kim medyayı kontrol edebiliyorsa o seçilir. O başa çıkar. İkincisi buradaki demokrasiler görünür gelecekte ideolojik farklılıklara dayanmayacaktır. Irk ve din temeline dayanacaktır. Kesinlikle, buradaki farklılıklar biraz evvel söylediğim batıdaki ekonomik güç farklılaşmasına benzemeyecektir. Mesela, Irak'ta gördüğünüz gibi, Kürt ile Sünnî veya Şii çatışacak. Şimdi bunun demokratik bir yanı var mıdır? Batı demokratik normlarıyla hiçbir ilişkisi var mıdır? Öyleyse bütün bu bölgede çok büyük bir farklılaşma ve ayrışma olur. Farklılaşma, burada yerel, o ülkeye has güçlerin oluşmasını engeller. Ve dışarının güdümü, dışarının bu ülkeyi yönlendirmesi son derece kolay olur. Irak Baas rejimi aslında bir bütündür ama demokrasi geldiği zaman üç parçalıdır. Grupların her hangi birine nüfuz ederek, ittifak yaparak, başka gurupları bertaraf edebilirsiniz. Birini öne çıkarır, birini geriye artırabilirsiniz. Yani o ülkeyi kesinlikle yönlendirebilirsiniz. Kim yönlendirir? İki özeliği olan güç yönlendirir. Birincisi ekonomik gücü olacak, ikincisi organizasyon gücü olacak. Ve tecrübesi olacak. Bu da Amerika Birleşik Devletleri'nde fazlasıyla var ve başka bir güç de görünmüyor şu anda”.248 
Görüldüğü üzere Ortadoğu’da ABD’nin iddia ettiği gibi bir demokrasi anlayışının yerleşmesi bir hayli zor görülmektedir. Kaynağın işaret ettiği açıdan Irak’ı göz 
önüne alacak olursak, demokrasi söylemi ile girilen ülke günümüzde etnik ve mezhepsel farklılıklardan dolayı paramparça ve her gün meydana gelen patlamalar ve can kayıplarıyla sarsılmaktadır. 

 Ortadoğu’da söz konusu demokrasi gelmesinin zorlukları düşünüldüğü zaman bu projenin bölge insanı üzerinde meydana getirdiği ve getirmesi muhtemel 
sonuçları yine Mahir Kaynağın dikkat çektiği gibi iç karışıklıklar olarak değerlendirebiliriz. Mahir Kaynak iç çatışmaları etnik ve dini çatışmalar olarak 
nitelendirerek şu şekilde açıklıyor. “Mısır'da mesela kökten dincililerle, mutediller arasında çatışma oluyor. Benim söylemek istediğim, yakınlaşmaları fazla 
görmeyeceğiz, çatışmaları daha fazla göreceğiz. Çünkü bu çatışmalar oradaki mahalli güçlerin, oralara has güçlerin etkinliğini azaltır ve müdahale imkânı 
doğurur. Biz bunu Türkiye'de de görüyoruz. Mesela Türkiye'de de bu farklılaşmalar ve bu çatışmalar arttıkça ve iki taraf birbiriyle uzlaşmaz duruma 
düştükçe herkes desteği dışarıda aramak zorunda kalmaktadır. Burada demokrasi dediğiniz şey aslında barışı değil, çatışmaları tahrik edecektir. Ve dışarının nüfuzunu arttıracaktır. Çünkü bu ülkelerde yanlış veya doğru bir siyasi otorite vardır”.249 Kaynak’ın ifade ettiği eskilerin “en kötü devlet devletsizlikten iyidir” ifadesi ile bire bir örtüşmektedir. Günümüzde BOP etkisi ile otoriteleri yıkılmış devletlere bakıldığı zaman, insanların günlük yaşantılarında can ve mal 
güvenliğini kendi imkânları ile korumak zorunda kaldıklarını ve çoğu zamanda buna pekte muvaffak olamadıkları görülmektedir. Bu ülkeleri günümüz itibariyle 
düşünecek olursak Irak’ın Saddam’lı, Libya’nın Kaddafi’li günlerini, o dönemlerde yaşadıkları baskılara rağmen, bugünkü durumlarından daha iyi 
durumda oldukları genel kabul görmüş bir fikir olduğu söylenebilir. Mısır’da günümüzde gerçekleşen hadiselere baktığımız zaman, Mahir Kaynağın 2004 
yılında bu konuda ne kadar isabetli bir ön görü de bulunduğuna şahitlik etmiş oluyoruz. 

 2004’te yapılan öngörünün günümüzde gerçekleşmesi esasında Büyük Ortadoğu Proje’sinin sistemli bir şekilde uygulandığını ve yukarıda verdiğimiz proje haritasında Türkiye’nin de sınırlarının değiştiğini göz ardı etmememiz gerekir. 
Bu bağlamda bizi ilgilendiren asıl mesele plan uygulanırken, Türkiye üzerindeki uygulama şekli ne tür olacağıdır. Projenin asıl hedefi çatışma değil ele geçirmek olduğundan dolayı projenin tatbiki ülkeden ülkeye farklılık arz edecektir. Mahir Kaynağın konu ile ilgili değerlendirmeleri ise şu şekildedir. 

“Diyoruz ki, konu ele geçirmektir. Burada eğer önünde bir engel var ise, orada yerleşmiş bir yapı var ise, demokrasi adına oraya müdahale edilecektir. Oradan 
demokrasi talep edilecektir. Demokraside de tarafların çatışma nedeni sadece dini ve etnik nedenler olacaktır. Batıdaki nedenlerin hiç birisi burada söz konusu 
olmaz. Bizim anladığımız manada farklı çözümler üreten siyasi partilerin ortaya çıkması söz konusu değildir. Mesela, İran'da radikaller ile mutedillerin, ekonomi  ye bakışlarında, dış politikaya bakışlarında bir farklılıkları var mı? Bunu kimse bilmiyor. Belki de yoktur. Nedir, mutedilsin veya radikalsin fark buradan 
kaynaklanıyor. Türkiye'de de giderek o hale getiriliyor. Türkiye'nin ekonomik meselelerinin çözümünde farklı bakışlar söz konusu değil. Laikler, muhafazakâr  lar veya radikaller diye bir takım ayrımlara gidiliyor. Bu demokrasinin genel tarifinin dışında bir olay. Bu ülkelerde dikkat ediniz çözümlere veya dünyanın algılanmasına yönelik dış politikaya yönelik farklılıkların hiç birisini göremeyeceksiniz. Ama insanlar birbiri ile sabahtan akşama kadar kanlı bıçaklı savaş halinde olacaklar.”250 

 Büyük Ortadoğu Projesi’nin bölge ülkeleri üzerinde ki ekonomik etkisi konusunda da Mahir Kaynak hiç iyimser bir tablo çizmiyor ve şunların belirtiyor. 

“Suudi Arabistan'a baktığınız zaman, vatandaşlarının hayat standardı birçok ülkenin vatandaşlarından çok daha iyi şartlardadır. Yani akmasa da damlar 
cinsinden, bal tutan parmağını yalamaktadır ama buradaki zenginliklerin çok önemli bir kısmı Batıya akacaktır. Burada söz konusu olan, aslında petrolün, 
enerjinin kıtlığı değildir, kıtlık üzerine bir tartışma ve çatışma yok, Amerika Birleşik Devletleri'nin belki de en önemli sorunu bolluğu sınırlamaktır. Şu anda 
dünya üzerinde bir petrol sıkıntısı yoktur. Aksine yeni bir takım kaynakların devreye girişi, doğalgazın kullanılışının artması, Orta Asya doğalgazının Batıya 
doğru gitmesi bir bolluk yaratacaktır. Bu bolluğun kontrol edilmesi gerekir. Bu bolluğun kontrol edilmesi kolaydır, mümkündür. Mesela bazı alanlar devreden 
çıkarılır. Amerika Birleşik Devletleri, kendi ülkesinde tarım ürünleri fazla olduğu zaman, çiftçiye şu kadar para al ekme diyor. 

Ama burada onu yapmaz. 

Ne yapar? 

Bu bölgede bir iç savaş çıkarır. Ve arada bir müdahale yapar. O alan kullanılamaz. Öylece bir planlama yapılabilir rahatlıkla”.251 

Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedeflerinin; enerji kaynaklarının güvenliği, bölgede istikrarın sağlanması, terör tehdidinin önlenmesi ve İsrail’in güvenliğinin 
sağlanması olduğunu yukarıda belirtmiştik. Hedeflerine baktığımız zaman petrol güvenliğini ABD’nin kendi adına kısmen sağladığını ancak bunun dışındaki hedeflere ulaşamadığını bilakis tam tersi etki oluşturduğu görülmüştür. 

 2014 yılına gelindiğinde Ortadoğu’nun belli başlı ülkelerine bakıldığında ortaya çıkan tablo oldukça olumsuz bir durumu ortaya koymaktadır. Örnek vermek icap ederse Irak iyi bir örnek teşkil edebilir. ABD Irak işgali ile Saddam Hüseyin’in diktatör yönetimini yıkıp yerine insan haklarının ve özgürlüklerinin getirileceği iddia etmiş ancak yaşanan olaylar Irak halkının eskiye nazaran çok daha kötü şartlar altında yaşamak zorunda kaldıklarını göstermiştir. İşgal sonrasında Haber bültenlerinde, genel olarak tüm Irak’ta meydana gelen bomba yüklü araçlarla düzenlenen saldırılar sonucunda, birçok sivilin öldüğü olaylara çokça yer bulmuştur. 

 Diğer bir örnek de Afganistan’dır. Afganistan’ı Taliban baskısından kurtaracağını iddia eden ABD ve Batılı güçler, orada gerçekleştirdikleri savaş sonunda 
Afganistan’ı savaş mağduru bir ülke haline getirmekten kurtaramamıştır. 

Büyük Ortadoğu Projesi’nin planları ve temeldeki mantığı gereği ulus devletler yerine etnik veya dini olarak bölünmüş küçük özerk yönetimler oluşturmuştur. Irak’ta bunun en somut örneğini görmek mümkündür. Mesele etnik olarak ele alınacak olursa Irak’ta şu anda Araplar, Türkmenler ve Kürtler olarak yalnız üç ayrı grubun olması gerekirdi. Şu anda ise Irak, ırk ve mezhepsel olarak birçok gruplara bölünmüştür. Irak’ta meydana gelen can kayıplarının büyük çoğunluğunun da mezhep çatışmaları sonucunda yaşandığı görülmektedir. 

 İstikrar bağlamında “Arap Baharı” şeklinde başlayıp daha sonra hiçbir ülkede neticesi bahar olmadığından ismini “Arap Ayaklanmaları” veya “Ortadoğu İsyanı” şeklinde değiştiren olayların da incelenmesi önem arz etmektedir. Nitekim başlangıçta özgür halk hareketi gibi gözüken olayların aslında tamamen organize, neo-renkli devrimler olduğu görülmüştür. Bu devrimler neticesinde İsrail için tehlike arz edebileceği farz olunan bazı ülkeler istikrarı bozulmuş ve İsrail için tehdit olamaz hale getirildikleri zaman içerisinde anlaşılmıştır. Örnek vermek gerekirse Arap ayaklanmalarının ilk etapta İsrail aleyhine sonuç doğuracak şekilde gerçekleştiği Mısır’da, bir sene sonra istenen sonuç alınamadığından dolayı karşı devrim gerçekleştirilmiş ve İsrail yanlısı bir yönetimin iş başına getirildiği görülmüştür. 

 Bölgeye bakıldığında izlenen gelişmeler, bölgede terör ve yıkım olaylarının yıllar içinde şiddetini arttırdığı ve daha sıklıkla gerçekleştiğini ortaya koymuştur. 
Özellikle dış güçlerin bölgeye girdiği 2003 yılı ile mukayese edildiğinde, bu artış ve bu artışın sonuçlarının bölge devletleri ve milletleri için çok yıkıcı hale geldiği 
gözlemlenmektedir. Bu ve benzeri birçok örnek ABD’nin, Büyük Ortadoğu Projesi ile iddia ettiği gibi terörü önlemek gibi bir niyeti olmadığını göstermiştir. 

 Bu çalışma, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesini, insan hakları ve demokrasiyi yaygınlaştırmak maksadı ile uygulamaya koyduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığını, asıl maksadının Ortadoğu Bölgesi’ne ve enerji kaynaklarına hâkim olma isteği olduğunu göstermeyi amaçlamıştı. Bu çerçevede Ortadoğu bölgesinin neden önemli olduğu ve ABD’nin bu projeyi uygularken Ortadoğu’da uyguladığı politikaları incelenmiştir. Bu bağlamda Irak ve Afganistan örnekleri üzerinde durularak uygulanan politikaların neticesinin neleri getirdiği gösterilmeye çalışılmıştır. Ortadoğu Bölgesinde bulunan Irak ve Afganistan örneklerinden yola çıkılarak tüme varım metodu kullanılmak suretiyle, Büyük Ortadoğu Projesi’nin asıl maksadı ortaya konmaya çalışılmıştır. Irak üzerinden tüme varım yapacak olursak, bir Ortadoğu ülkesi olan Irak’a özgürlük ve demokrasi getirme vaadi ile girilmiş ve neticesinde Irak petrolleri üzerinde Amerikan şirketlerinin söz sahibi olması sağlanmış, Irak’ta kalıcı ABD üsleri kurulduğu görülmüştür. Bunlar gerçekleşirken, yukarıda da belirttiğimiz gibi operasyon için ortaya konulan gerekçelerden çok daha kötü durumda bir ülke 
ortaya çıktığı görülmüştür. 

 Benzer çıkarımı Afganistan için de yapmak mümkündür. 

Afganistan’a Taliban baskısından kurtarma gerekçesi ile giren ABD, 2001-2014 yılları arasında ülkeye yerleşmiş görünmektedir. 
2015 itibariye askeri güçlerini tamamen Afganistan’dan çekeceğini söyleyen ABD askeri birlikler yerine Afganistan’da sivil güçler bırakmayı planladığını ifade etmiş bulunmaktadır. Amerikan varlığının bu şekilde devam ettirileceği planlanmaktadır. Zaten şu anda yönetimde olan Afgan idaresi de ABD'nin ülkeden tamamen çekilmesini net olarak arzu etmemektedir. 

Bu örneklerden hareketle ABD’nin Ortadoğu’da uyguladığı politikalarda asıl maksadının bölgeye yerleşmek ve enerji kaynaklarını kontrolü altına almak olduğu söylenebilir. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

247 Serhat Erkmen, Irak Krizi, ASAM Yayınları, Ankara, (2003), s.104, 
248 Kaynak-Gürses, A.g.e, ss.16-17 
249 A.g.e, ss.17-18 
250 A.g.e, ss.18-19 
251 A.g.e, s.19 


KAYNAKÇA: 

 KİTAP VE SÜRELİ YAYINLAR 

-ABASCAL, Eenesto Gomez, Ortadoğu’da İmparatorluğun Sonbaharı, (Çev.) Süleyman Altunoğlu-Barış Yıldırm, NoteBene Yayınları, Ankara, (2013) 

-ACAR, Sadık, “Orta Doğu’nun Dünya Ticareti Bakımından Önemi ve Körfez Bunalımı Sonrası Beklentiler”, DEÜ, İİBF Dergisi, Cilt: 7 Sayı:1, (1992) 

-AKAR, Atilla, Büyük Ortadoğu Kuşatması, Timaş yayınları, İstanbul, (2004) 

-AKBAŞ, Zafer, Irak Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye, Barış Kitap, Ankara, (2011) 

-AKDOĞAN, Hüseyin- KÂHYA, Yavuz- ALTUN, Nurullah, Ortadoğu’daki Siyasal Gelişmeler ve Güvenlik, Polis Akademisi Yayınları, Ankara, (2012) 

-AKMARAL, Kemal, Ben Bush, Evangelist Bush, Şimdi Yayınları, İstanbul, (2005) 

-AKYOL, Hakan, “Büyük Ortadoğu Projesi ve Projenin Demokratikleşme Yaklaşımları Açısından”, Bahçeşehir Üniversitesi, Değerlendirilmesi, 
            Uzmanlık Projesi, İstanbul, (2008) 

-ALP, İlker, Şark Meselesi veya Emperyalizmin Türk Meselesi, Eser Matbaacılık, Edirne, (2008) 

-ALTIOK, Metin, “Uluslararası Sermayenin Krizi, Hegemonya Savaşları Ve Türkiye”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, C.3 sayı. 12, Bahar, (2005) 

-ALTUĞ, Yılmaz, Çin, Vietnam, Çekoslovakya ve Orta Doğu Sorunları, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü Yayınları, İstanbul, (1970) 

-ALTUNIŞIK, Meliha Benli, “Ortadoğu ve ABD: Yeni bir Döneme Girilirken”, Ortadoğu Etütleri, Cilt 1, Sayı 1, (2009) 

-ARAS, Bülent ve BACIK, Gökhan (der.), 11 Eylül Öncesi ve Sonrası, Etkileşim yayınları, İstanbul, (2006) 

-ARDA, Erhan, Sosyal Bilimler El Sözlüğü, Alfa Yayınları, İstanbul, (2003) 

-ARI, Tayyar, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Alfa yayınları, İstanbul, (2007) 

-ARI, Tayyar, Irak, İran ve ABD, Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, Alfa yayınları, İstanbul, (2004) 

-ATEŞ, Toktamış, Türk Devrim Tarihi, Der Yayınları, İstanbul, (1998 

-AVCI, Gültekin, Doğu’nun İstilası Medeniyetler Savaşı’na Doğru, Birey Yayıncılık, İstanbul, (2006) 

-AYAN, Ergin, Ortadoğu’ da Yap-Boz, Karadeniz Dergi Yayınları, Ankara, (2010) 

-AYDIN, Mustafa ve ÖZCAN, Nihat Ali, Riskler ve Fırsatlar Kavşağında Irak’ın Geleceği ve Türkiye, TEPAV, Ankara, (2007) 

-AYDIN, Mustafa, “Amerika Dünyadan Ne İstiyor? ABD'nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Dış Politikası”, Stradigma, Sayı 4, (2003) 

-AYDIN, Dilek ve TEKBIYIK Arif, “İran Nükleer Programının Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, (2007) 

-AYDOĞAN, Metin, Türkiye Nereye Gidiyor, Umay yayınları, İzmir, (2006) 

-BERİŞ, Yakup ve GÜRKAN, Aslı, TÜSİAD ABD Temsilciliği Değerlendirme Raporu, Temmuz (2002) 

-BİLBİLİK, Erol, NATO-İstanbul Zirvesi ve Geniş Ortadoğu Stratejisi, Otopsi Yayınları, İstanbul, 2004 

-BORAN, Yıldırım, El-Fetih, Hamas, Hizbulla Ortadoğu’da Direniş, Siyah Beyaz Kitap, İstanbul, (2011) 

-BOSTANOĞLU, Burcu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, İmge Kitapevi Yayınları, Ankara, (1999) 

- BOZARSLAN, Hamit, Ortadoğu: Bir Şiddet Tarihi, İletişim yayınları, İstanbul, (2010) 

-BOZTEMUR, Recep, “Irak Savaşı Sonrası Ortadoğu”, SAREM 5. Uluslararası Sempozyum Bildirileri, Ankara, Genel Kurmay Başkanlığı Basımevi, 2008 

-BULUT, Faik, Ortadoğu’nun Solan Renkleri, Berfin Yayınları, İstanbul, (2002) 

-CHOMSKY, Noam, ABD’nin Irak Politikası; Güdüler ve Sonuçlar, Amerika’nın Irak Savaşı, Aram Yayıncılık, İstanbul, 2003 

-CÖHCE, Salim, “Büyük Orta Doğu Projesi Bağlamında Hindistan ile Ortadoğu Arasındaki Tarihi Bağlar ve Güncel İlişkiler”, Gazi Akademik Bakış, Cilt. 2, Sayı 3, (2000) 

-ÇANDAR, Cengiz, Ortadoğu Üzerine Aykırı Düşünceler, Bir yayıncılık, İstanbul, (1984) 

-ÇEÇEN, Anıl, Türkiye’nin B Planı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, (2006) 

ÇELEBİ, Özlen, “1990’lardan 2000’lere Türk Dış Politikası ve ABD İle İlişkiler: Stratejik Ortaklık, Model Ortaklık Ve sonrası”, Türk Dış Politikası Son On Yıl, Palme 
            yayıncılık, Ankara, (2011) 

-ÇELENK, Nazmi, Amerika’nın İslâm’ı, İlgi Yayınları, İstanbul, (2006) 

-ÇELİK, Serkan - GÜRTUNA , Anıl, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye’ye Etkileri, Global Strateji Enstitüsü, Ankara , (2005) 

-ÇETİNKAYA, Hikmet, Amerikan Mızıkacıları, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, (2008) 

-ÇETİNKAYA, Hikmet, Soros’un Çocukları, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, (2007) 

-ÇETİNSAYA, Gökhan, SETA Irak Dosyası, Irak’ta Yeni Dönem, Orta Doğu ve Türkiye, SETA Yayınları, Ankara, Nisan (2006) 

-ÇEVİK, Halis, Kadim Toprakların Trajedisi: Uluslararası Politikada Ortadoğu, İkia Yayıncılık, İstanbul (2005) 

-ÇİFTÇİ, Kemal, “Soğuk Savaş Sonrasında ABD: Rızaya Dayalı Hegemonyadan İmparatorluk Düzenine”, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 10, (2009) 

-ÇUBUKÇU, Mete, Ortadoğu’nun Yeniden İşgali, Kalkedon Yayınları, İstanbul, (2006) 

-DAVUTOĞLU, Ahmet, Stratejik Derinlik, Küre Yayıncılık, İstanbul, (2004) 

-DEDEOĞLU, Beril, Ortadoğu Üzerine Notlar, Derin Yayınları, İstanbul, (2002) 

-DEMİRKIRAN, Özlem, “Soğuk Savaş Sonrası Ortadoğu Ekseninde Türk-Amerikan İlişkileri”, Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta, (2005) 

-DENİZ, Şadiye, “Ortadoğu’nun Yeniden İnşaasının Yapı Bozumu: Büyük Ortadoğu Projesi Üzerine Bir Analiz”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, 
            Sayı:20, (2012) 

-DENİZ, Taşkın, “Mekânsal Paylaşım Açısından Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, Marmara Coğrafya Dergisi, Sayı:26, İstanbul, (2012) 

-DURSUN, Davut, Ortadoğu Neresi, İnsan Yayınları, İstanbul, (1995) 

-DUMANLI, Cihangir, Ulusal Güvenlik Sorunlarımız, Bizim Kitaplar Yayınevi, İstanbul, (2007) 

-EKİNCİ, Arzu Celalifer, İran Nükleer Krizi, USAK Yayınları, Ankara, (2009) 

-ERCEYLAN, Mustafa, “Büyük Ortadoğu Projesinde İran’ın Önemi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli, (2007) 

-ERDÖNMEZ, Hüseyin, “Avrupa Devletlerinin Orta Doğu Politikası İle ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi”, Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, Edirne, (2010), 
           ss.63-64 

-ERKMEN, Serhat, Irak Krizi, ASAM Yayınları, Ankara, (2003) 

 -ERSİN, Nihat, Ortadoğu Savaşlarının Perde Arkası, Gündem yayınları, İstanbul, (2003) 

-EVCİOĞLU, Kemal, Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyük Ortadoğu Projesi, Umay Yayınları, İzmir, (2005) 

-GERGER, Haluk, ABD, Ortadoğu, Türkiye, Ceylan Yayınları, İstanbul, (2006) 

-GÖNENÇ, Selami, Güneybatı Asya “Ortadoğu” Ülkeler Coğrafyası, Çantay Yayınları, İstanbul, (1999) 

-GÖKÇE, Orhan, Terörün Görüntüleri, Görüntülerin Terörü, Çizgi Kitapları, Konya, (2004) 

-HARMAN, Ömer Faruk, “Yeni Ahid’de Din ve Din Anlayışı”, Dinler Tarihi Araştırmaları II. sempozyumu, 20-21 Kasım, Konya, (1998) 

-HAN, Ahmet K., Irak Savaşı; Oyunun Adı Petrol mü?, ABD Dış Politikasında Yeni Yönelimler ve Dünya, Der. Toktamış Ateş, Ümit Yayıncılık, İstanbul, (2004) 

-HOLLİDAY, Fred, Ortadoğu Hakkında 100 Mit, Can Cemgil (Çev.), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, (2008) 

-İDRİSOĞLU, Railya Elif, “Rusya’nın ve ABD’nin SSCB Sonrası Ortadoğu Politikası”, Yüksek Lisans Tezi, Konya, Selçuk Üniversitesi, (2010) 

-KAPAN, İsmail, Irklar, Dinler ve Mezhepler Mozaiği Ortadoğu’da Bahar Sancısı, Babıali Kültür yayınları, İstanbul, (2012) 

-KARAASLAN, Tufan, Ortadoğu’nun Coğrafyası, Atlas kitapevi, Konya, (1998) 

-KARABULUT, Bilal, Uluslararası İlişkilerde Anahtar Kavramlar Serisi, Strateji, Jeostrateji, Jeopolitik, Platin yayınları, Ankara, (2005) 

-KASIM, Kamer, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi ABD-İsrail İlişkileri, Avrasya Dosyası, Cilt 6, Sayı. 2, (2000) 

-KAYNAK, Mahir-GÜRSES, Emin, Büyük Ortadoğu Projesi, Timaş Yayınları, İstanbul 2008 

-KAYNAK, Mahir, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye Üzerine Stratejik Analizler, Truva Yayınları, İstanbul, (2005) 

-KESER, Ulvi, Dünyanın Kaynayan Kazanı Ortadoğu, Motif Matbaacılık, Ankara, (2012) 

-KHAN, Mujeeb R., The Tragedy of the Modern Middle East: The Systemic Basis of War and Authoritanism in The Regime, Milletlerarası Orta Doğu: 
           Kaos mu Düzen mi?, Hazırlayan: Ali Ahmetbeyoğlu, TADAV Yayınları, İstanbul 

- KİBAROĞLU, Mustafa, “İran Bir Nükleer Güç Mü Olmak istiyor?”, Avrasya Dosyası-İran Özel Sayısı, Cilt. 5, Sayı.3, (1999) 

- KOCAOĞLU, Mehmet, Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu, Genelkurmay Basımevi, Ankara, (1995) 

- KULOĞLU, Armağan, Türkiye’nin Stratejik Yeraltı kaynaklarının Ulusal Güvenliğe Etkisi, Ankara, (2010) 

- KONA GÜNGÖRMÜŞ, Gamze, “Yeni Ortadoğu ve Düşündürdükleri”, Görüş Dergisi, No:54, (2003) 

- LAÇİNER, Sedat-EKİNCİ, Arzu Celalifer, 11 Eylül Sonrası Ortadoğu, USAK Yayınları, Ankara, (2011) 

- LATİF, Hüseyin, ABD’nin Türkiye’ye Biçtiği Rol, Bizim Avrupa Yayınları, İstanbul, (2007) 

- LEWİS, Bernard, Ortadoğu, İki Bin Yıllık Ortadoğu Tarihi, Selen Y.Kölay (Çev.), Arkadaş yayınevi, Ankara, (2000), 

- LOCKMAN, Zachary, Hangi Ortadoğu? Oryantalizm. Tarih. Siyaset, Burcu Birinci (Çev.), Küre yayınları, İstanbul, (2010) 

- LUTSKİY, Borisoviç, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, Turan Keskin (Çev.), Yordam Kitap, İstanbul, (2011) 

- MAHALLİ, Hüsnü, Ortadoğu’da Kanlı Bahar, Destek Yayınevi, İstanbul, (2012) 

- MAHAN, Alfred Thayer, Deniz Gücünün Tarih Üzerindeki Etkisi, Kerem ve Melahat Fındık (çev.), Q-Matris yayınları, İstanbul, (2003) 

- MEMİŞ, Ekrem, Kaynayan Kazan Orta Doğu, Çizgi Kitapevi, Konya, (2002) 

- MÜTERCİMLER, Erol, Yüksek Stratejiden Etki Odaklı Harekâta Geleceği Yönetmek, Alfa Yayınları, İstanbul, (2006) 

- NYE, Joseph, Amerikan Gücünün Paradoksu, Gürol Koca (Çev.), Literatür Yayıncılık, İstanbul, 2003 

- ÖNGÖR, Önder, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde ABD’nin Ortadoğu Coğrafyasında Uyguladığı Güvenlik Politikaları Ve Bu Politikaların Türkiye Üzerine Yansımaları”, 
             Yüksek Lisans Tezi, Gebze, (2005) 

- ÖZDAĞ, Ümit, Yeniden Yapılanan Ortadoğu, Irak Krizi (2002–2003), Ankara, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, (2003) 

- ÖZER, Ahmet, “11 Eylül, Bölünen Dünya, Huntington ve Çatışma”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, (2007) 

- ÖZEY, Ramazan, Dünya Denkleminde Ortadoğu, Aktif yayınevi, İstanbul, (2004) 

- ÖZEY, Ramazan, “Jeopolitik Açıdan Akdeniz’i İkiye Ayıran Ülke: Tunus”, Altınoluk Dergisi, sayı. 137, İstanbul, (1997) 

- ÖZMEN, Süleyman, Ortadoğu’da Etnik, Dini Çatışmalar ve İsrail, IQ Kültür Sanat yayıncılık, İstanbul, (2001) 

-ÖZTÜRK O. Metin-SARIKAYA, Yalçın, NATO Büyük Ortadoğu ve Türkiye, POLSAR, Ankara, (2004) 

-PAPPE, Ilan, Ortadoğu’yu Anlamak, Gül A.(Çev.), NTV yayınları, İstanbul, (2009) 

-PINAR, Babür ve ULUTAŞ, Recai, Ortadoğu Yalancı Bahar, Nitelik Kitap Yayınevi, Ankara, (2012) 

-PARLAR, Suat, Ortadoğu Vaat edilmiş Topraklar, Mephisto yayınları, İstanbul, (1997) 

-PEHLİVANOĞLU, A.Öner, Ortadoğu ve Türkiye, Kastaş Yayınevi, İstanbul, (2004) 

-PEKÖZ, Mustafa, Küresel Güçlerin Ortadoğu Stratejisi, Kalkedon Yayınları, İstanbul, (2007) 

-SANDER, Oral, Siyasi Tarih: 1918–1994, İmge Kitapevi, Ankara, (2002) 

-SANDER, Oral, Siyasi Tarih (İlkçağlardan 1918’e), İmge Kitapevi Ankara, (1992) 

-SANDIK, Atilla ve DAĞCI, Kenan, Büyük Ortadoğu Projesi: Yeni oluşumlar ve değişen dengeler, İstanbul, (2006) 

-SAYIN, Ümit, Küresel Terörün Perde Arkası: Gizli Örgütler, 11 Eylül ve Büyük Ortadoğu Projesi, Neden Kitap, İstanbul, (2006) 

-SEDEF, Serpil, “Genişletilmiş Ortadoğu Projesine karşı uzman aydınların tutumu”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul, (2009) 

-SEVER, Ayşegül, ABD’nin İkili Çevreleme Politikası ve Türkiye, Büke yayınları, İstanbul, (1997) 

-SİNKAYA Bayram, “İran’ın Nükleer Programına Arap Ülkelerinin Yaklaşımı”, Orta Doğu Analiz, Cilt. 2, Sayı. 15, (2010) 

-SÖNMEZOĞLU, Faruk, Uluslararası ilişkiler Sözlüğü, Der Yayınları, İstanbul, (2000) 

-ŞAHİN, Abdullah, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye, İstanbul, Temmuz 2004 

-ŞEFİK, Münir, Emperyalizmin İslam Dünyasına Girişi ve Ortadoğu Sorunu, Cemil Akpınar, (Çev.), Risale Yayınları, İstanbul, (1983) 

-ŞAFAK, Hasan, Büyük Orta Doğu Projesi, İsrail’in İmparatorluk Planı, Profil Yayıncılık, İstanbul, (2006) 

-TAŞLI, Ömer, Ortadoğu’ya Süper Güçlerin Etkileri, Fikir Yayınları, İstanbul, (1986) 

-TAŞDEMİR, Fatma, Uluslar Arası Terörizme Karşı Devletlerin Kuvvete Başvurma Yetkisi, USAK Yayınları, Uluslar arası Hukuk Serisi:3, Ankara, (2006) 

-TURAN, Ömer, Tarihin Başladığı Nokta Ortadoğu, Yaydağ yayınları, İstanbul, (2002) 

-TURHAN, Talat, Küresel İhanetin İçyüzü ve Arap Baharı, Destek Yayınları, İstanbul, (2012) 

-TÜRK, Hakan, Türkiye Ateş Çemberinde, Akademi TV Yayın, İstanbul, (2004) 

-TÜRKMAN, Sayim, ABD, Ortadoğu ve Türkiye, Nobel Yayınevi, Ankara, (2007) 

-TÜRKMEN, İlter, Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu Politikası, BİLGESAM Yayınları, No: 4, (2010) 

-USLUBAŞ, Fevzi, SSCB’den Sonra Rusya’da mı? Afganistan, Küresel Terör ve ABD İmparatorluğun Bataklığı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, (2005) 

-UŞAKLI, Ali Bülent, “Savaşın Dönüşümünde Teknolojik Gelişmelerin Etkisi”, Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, (2007) 

-VARLIK, Ali Bilgin, “Küreselleşme ve Küreselleşmenin Orta Doğu’ya Etlileri”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyasal Bilimler Fakültesi Uluslararası 
              İlişkiler Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, 2009 

-VATANDAŞ, Aydoğan, Arabulucu Amerika Konuşmaları, Kara Kutu Yayınları, İstanbul, (2012) 

-YAPICI, Utku, “Uluslararası Hukukta Terörizme Karşı Kuvvet Kullanımı Sorunu”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 2, No: 7, (2006) 

-YENERER, Vedat, Düşman Kardeşler: ABD İşgalindeki Irak’ta Arap, Kürt ve Türkmen Çatışması, Bulut Yayınları, İstanbul, (2004) 

-YEŞİLTAŞ, Murat, ABD’nin Uluslararası Terörizme Yaklaşımı, ABD’nin Haydut Devletleri, Ed. Kemal İnat, Değişim Yayınları, İstanbul, (2004) 

-YILDIZ, Yavuz, Ortadoğu’da Silahlanma ve Militarizm, Bağlam yayınları, İstanbul, (1993) 

-YILDIZ, Yavuz Gökalp, Global Stratejide Ortadoğu, Der Yayınları, İstanbul, (2000) 

-YILDIZ, Yavuz Gökalp, “Bush Doktrini Ve Irak Üzerine Savaş”, New Perspectives Quarterly Türkiye, Cilt: 4, Sayı: 4, Yıl: 2002 

-YİNANÇ, Refet ve TAŞDEMİR, Hakan (der.), Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Seçkin Yayıncılık, Ankara, (2002) 

-ZEHİR, Cemal, Son Gelişmeler Işığında Ortadoğu’da Su Meseleleri, Milletlerarası Ortadoğu: Kaos mu? Düzen mi?, Konferansı Bildiriler Kitabı, 
            Tarih ve Tabiat Vakfı Yayınları, İstanbul, (2004) 


İNTERNET YAYINLARI;


-AKBAŞ, Zafer-BAŞ, Adem, “İran'ın Nükleer Enerji Politikası ve Yansımaları”, History Studies, 
            http://www.historystudies.net/DergiPdfDetay.aspx?ID=594 , 2013, 16.03.2014 

-ATİKER, Mustafa, “Ortadoğu, Petrol ve ABD”, http://www.kto.org.tr/d/file/ortadogu_rapor.pdf, 12.03.2014 

-BAĞCI, Hüseyin ve SİNKAYA, Bayram, “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye:AK Parti’nin Perspektifi”, 
           http://www.akademikortadogu.com/belge/ortadogu1%20makale/huseyin_bagci_bayram _sinkaya.pdf, ss.21-22, 20.03.2014 

-ERALP, Yalım, “Obama’nın Konuşması: Ankara-Kahire Farkı”, 
            http://www4.cnnturk.com/Yazarlar/YALIM.ERALP/Obama.nin.Konusmasi.Ankara.Kahire.Farki/39.490/index.html, 08.06.2009, 25.02.2014 

-EROL, Hikmet, “Geçmişten Günümüze ABD’nin Ortadoğu Politikası”, 
          http://www.tuicakademi.org/index.php/kategoriler/amerika/252-gecmisten-gunumuzeabdnin-ortadogu-politikasi, 06.08.2010, 12.03.2014 

-ERSOY ÖZTÜRK, Tuğçe, “Yeni Dönem Türkiye - ABD İlişkileri: Fırsatlar ve Riskler”, 
          http://www.tasam.org/Files/PDF/abdsonucraporu.pdf, s.29, 16.03.2014 

-ERSOY ÖZTÜRK, Tuğçe, “ABD’nin Yumuşak Güç Kullanımı: Barack Obama İmajı Üzerinden Amerikan Dış Politikasının Yeniden İnşası”, 
           http://kamudiplomasisi.org/pdf/abdninyumusakguckullanimi.pdf, 12.03.2014 

-GERGER, Haluk, “Ortadoğu’da Düş Ve Karabasan: Ortadoğu Nereye?”, 
           http://forum.memurlar.net/konu/615441/, 19.03.2014 

-GÖKBAŞ, Seval, “Çok Kutuplu Yeni Dünya Düzeninde Güvenlik Algısı”, 
           http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/1113/cok_kutuplu_yeni_dunya_duzeninde_%E2%80%98guvenlik_algisi, 30.07.2009, 19.03.2014 

-GÜNAL, Altuğ, “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, 
            www.medyaokuryazar.com/wp-content/2012/12/bop.pdf, 24.02.2014 

- GÜNEY, Çetin, “Büyük Orta Doğu Çerçevesinde İslam ve Demokrasi”, 
            http://dusuncetarihi.files.wordpress.com/2010/01/buyuk-orta-dogu-cercevesinde-islamve-demokrasi.pdf, s.6, 22.03.2014 

- GÜNGÖRMÜŞ KONA, Gamze, “Üzgünüm Abede: Yeni Orta Doğu, Türkiye ve Rusya Federasyonu Olmadan Olmaz”, 
            http://www.politikadergisi.com/makale/üzgünüm-abede, 09.11.2008, 14.03.2014 

-KESKİN, Arif, “İran’ın Nükleer Çabaları: Hedefler, Tartışmalar ve Sonuçlar”, TURKSAM, 
            http://akademikperspektif.com/2012/01/10/iranin-nukleer-cabalarihedefler-tartismalar-ve-sonuclar/, 10.01.2012, 16.03.2014 

KİBAROĞLU, Mustafa, “İran’daki Gelişmelerin Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri ve Alınabilecek Tedbirler”, 
         http://www.mustafakibaroglu.com/sitebuildercontent/sitebuilderfiles/Kibaroglu-HarbAkademileri-Sempozyum-Iran-Mart2006.pdf, Mart 2006, 16.03.2014 

-KÖSE, Talha, “İran’ın Nükleer Programı ve Orta Doğu Siyaseti Güç Dengeleri ve Diplomasinin İmkânları”, SETA Yayınları, Ankara, (2008), s. 23, 
          http://file.setav.org/Files/Pdf/iran-nukleer-programi-ve-orta-dogu-siyaseti-gucdengeleri-ve-diplomasinin-imkanlari.pdf, 16.03.2014 

-KULOĞLU, Armağan, “Türkiye’nin Stratejik Yeraltı kaynaklarının Ulusal Güvenliğe Etkisi”, Ankara, (2010), s.3, 
          www.beykent.edu.tr/WebProjects/Uploads/kulogluocak%202010.pdf, 06.03.2014 

-MUSAOĞLU, Neziha ve EFEGİL, Ertan, “Ortadoğu’da Büyük Ortadoğu Projesi uygulanabilir mi?”, 
         http://www.akademikortadogu.com/belge/ortadogu2%20makale/neziha_musaoglu_ertan_efegil.pdf, 18.03.2014 

-ORUÇ, Mehmet, “İslam’a karşı topyekûn savaş sürüyor”, 
         http://www.mehmetoruc.com/detay.asp?i=104, 12.03.2014 

- TURAN, Aslıhan P., “Hazar Havzasında Enerji Diplomasisi”, 
         http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/makaleler/Hazar%20Havzasinda%20Enerji%20Diplomasisi.pdf, s.183, 28.03.2014 

-YAŞAR, Ali, “Büyük Ortadoğu Projesi ya da paylaşımın yeni adı”, 
         http:www.ozgurlukdunyasi.org/arşiv, 12.02.2014 

-Dünya üzerindeki önemli boğazlar ve kanallar,
        http://www.dünyabülteni.net, 12.02.2014 

-Arap İsrail savaşları, 
       http://forum.lotr.oasgames.com/viewtopic.php?f=105&t=80004, 28.02.2014 

-Ortadoğu, 
       http://tarihdersnotlari.blogcu.com/ortadoğu, 12.02.2014 

-İslamiyet gelmeden önce Arabistan’da hangi dinler hâkimdi?, 
        http://sorularlaislamiyet.com/article/16135, 03.12.2011, 15.02.2014 

- İslam’ın doğuşunun eşiğinde İran’ın dini ve siyasi durumu 
      http://farsca.blogcu.com/   15.02.2014 

-Sünnilik mi? Vehhabi/ Selefilik mi?, 
       http://blog.milliyet.com.tr/sunnilik-mi--vehhabi--selefilik-mi-/Blog/?BlogNo=433897, 27.10.2013, 25.03.2014 

-Fransa'nın Mısır'ı İşgalinden 1. Filistin İntifadası'na Kadar Ortadoğu Siyasi Tarihi 1800-1990, 
       http://eski.bgst.org/keab/keab140705bol1.asp, 01.03.2014 

- Pax Americana yolda yollar kapalı, 
      http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-6906/pax-americana-yolda-yollar-kapali.html, 11.09.2002, 15.03.2014 

-11 Eylül saldırısı ve 5 komplo teorisi, 
      http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/08/110829_nine_eleven_conspiracy.shtml, 26.08.2011, 15.03.2014 

-ABD’nin Irak’tan Çekilme Süreci Ve Bölge Dinamikleri Açısından Değerlendirilmesi, BUSAM , İstanbul 2009, 
      http://busam.bahcesehir.edu.tr/rapordosya/080109abdiraktan-cekilme-sureci.pdf, 26.03.2014 

-Birleşmiş Milletler Kamusal İletişim Dairesi, Birleşmiş Milletler Hakkında Her şey, 
      http://www.unicankara.org.tr/everything_Turkish_final.pdf, s.36, 16.03.2014 

-Hasan Ruhani: Nükleer program konusunda gerekli tüm adımları atmaya hazırız, , 
      http://tr.euronews.com/2014/01/23/hasan-ruhani, 23.01.2013, 24.02.1024 

-Dünya Bülteni, Barack Obama’nın ilk röportajı, 
       http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=64993, 30.01.2009, 25.02.2014 

-Barack Obama’nın Kahire konuşması, 
       http://xa.yimg.com/kq/groups/17875166/445506459/name/Barack+Obama%26%2339%3Bs+Cairo+speech.doc, 04.06.2009, 25.02.2014 

-Başkan Obama’nın TBMM’deki Konuşması, 
       http://www.yenidenergenekon.com/98-baskan-obamanin-tbmmdeki-konusmasi-turkce-tam-metin/#sthash.GWHxrEo0.dpuf, 07.04.2009, 25.02.2014 

- Büyük Ortadoğu Projesi, 
       http://trtr.facebook.com/note.php?note_id=154231004611127&id=104439666258769, 18.03.2014 

-Meclis araştırmaları önergesini metni, 
http://www2.tbmm.gov.tr/d24/10/10-163458gen.pdf, 12.12.2012, 19.03.2014 

-Din dağılımı dünya haritası, 
       http://aygunhoca.com/cografi-haritalar/76-dinselharitalar/511-din-dagilimi-dunya-haritasi.html, 19.03.2014 
-      http://haber.gazetevatan.com/rice-sekiz-yil-once-22-ulkenin-siniri-ve-rejimi-degisecekdemisti/361082/4/yazarlar, 23.02.2011, 26.02.2014 

- Rice, sekiz yıl önce ‘22 ülkenin sınırı ve rejimi değişecek’ demişti! 
         http://haber.gazetevatan.com/rice-sekiz-yil-once-22-ulkenin-siniri-ve-rejimi-degisecekdemisti/361082/4/yazarlar, 23.02.2011, 26.02.2014 

- Zbigniew Brzezinski,Büyük Ortadoğu’ya Dikkat, 
          http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=109124, 10.03.2004, 26.02.2014 

- Bush G-8 zirvesine Erdoğan’ı neden davet etti, 
         http://eski.bianet.org/2004/05/28/35726.htm, 29.05.2004, 22.03.2014 

- George Friedman Ve Zbigniew Brzezinski’ye göre 21. Yüzyılda Türkiye’nin Konumu ve Önemi, 
         http://politikaakademisi.org/george-friedman-ve-zbigniew-brzezinskiyegore-21-yuzyilda-turkiyenin-konumu-ve-onemi/,   13.03.2013, 26.02.2014 

- Sykes-Picot: http://www.osmanakbasak.com/Sayfalar/Syses_Picot.htm, 10.05.2014 

- Dünya Ham Petrol ve Doğal Gaz Rezervleri, 
         http://www.pigm.gov.tr/dunya_ham_petrol_ve_dogalgaz_rezervleri.php, 07.05.2014 

- Orta Doğu’da Etnik Yapı ve Din, 
        http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1475.0, 10.05.2014 

Büyük Ortadoğu Projesi Haritası: http://bopnedir.blogspot.com.tr/2013/03/buyukortadogu-projesi-haritasi.html, 10.05.2014 

Johnson Mektubu: 
        http://www.akintarih.com/turktarihi/cumhuriyetdonemi/johnson_mektubu/johnson_mektubu.html, 11.05.2014 

- Türkiye, İran anlaşmasının neresinde? 
        http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/11/131126_iran_turkiye.shtml,   26.11.2013, 15.03.2014 

- Sosyal Darwinizm: 
        http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/sosyal_darwinizm, 10.05.2014 


ÖZGEÇMİŞ; 
Kişisel Bilgiler 
Adı Soyadı : Hamit ÇELİK 
Doğum Yeri ve Tarihi : Mardin/1979 
Eğitim Durumu 
Lisans Eğitimi : Fen- Edebiyat Fizik 
Yüksek Lisans Öğrenimi : Uluslararası İlişkiler 
Bildiği Yabancı Diller : İngilizce 
İş Deneyimi 
Çalıştığı Kurumlar : 
Pozisyon : Memur 
İletişim 
E-Posta Adresi : hamitcelik3545@hotmail.com 


***

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 9

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 9


ABD’nin Ortadoğu bölgesine yönelik ikinci operasyonu, ikinci Körfez Savaşı olarak nitelendirilen Mart 2003 Irak müdahalesidir. Türkiye, Irak’ı işgali konusunda, öncelikle sorunların barışçıl yollardan çözülmesi, Irak’ın BM kararlarına uyması ve BM kararı olmaksızın Irak’a güç kullanılmamasını savunmuştur. Bu bağlamda, Türkiye bir taraftan Irak hükümeti ile diyalog içinde olmaya ve BM ile işbirliği yapmaya ikna etmeye çalışırken, diğer taraftan da bölge ülkeleri nezdinde yaptığı girişimlerle sorunun güç kullanımına varmadan çözülmesi için işbirliği olanaklarını araştırmaktaydı. ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’a ikinci cephenin açılmasına izin verecek tezkerenin 1 Mart 2003’te Meclis’ten geçememesi ABD’nin yapmış olduğu planları bozmuştur.228 

“2003 Irak işgali döneminde, ABD ile Türkiye arasında ilk gerilim Irak’ın işgali ile sürerken, Türkiye’nin Kuzey Irak’tan gelecek olası riskleri önlemek için Irak’ın kuzeyine askeri güç sevk etme olasılısı üzerine belirmiş ve Amerikalı yetkililer buna karşı çıkmıştır. İkinci önemli kriz Bağdat’ın düşmesinin ardından kuzeyde peşmergelerin229 Kerkük’te başlattıkları yağma olayları ve bu çerçevede Türkmenlere karşı başlatılan saldırı eylemleri üzerine Türkiye’nin Amerikan yönetiminden bölgeyi denetim altına alması aksi halde Türkiye’nin bunu yapabileceğini açıklaması olmuştur. Diğer yandan, Bush’un kongreden, Irak’ta devam eden savaş için talep ettiği ek savaş bütçesi tasarısında Türkiye için de 1 milyar dolar hibe verilmesi yer alıyordu. İlk önerildiği sırada herhangi bir şarta bağlanmayacağı ifade edilen, Türkiye’ye verilecek 1 milyar dolar hibe, kongrenin onayladığı son metinde, Türk hükümetinin Irak’a özgürlük operasyonun da işbirliğini ve insani yardıma desteğini sürdürmesi ve tek yanlı olarak kuzey ırak asker yerleştirmemesi koşullarına başlanmıştı. Türk hükümeti şarta bağlı bu yardımı kullanmamıştır. Ayrıca Türkiye, işgalin henüz sona erdiği nisan ayının sonu ve mayısın başında söz konusu olan İran ve Suriye’ye yönelik olası Amerikan müdahalelerine karşı oldukça kararlı bir tutum sergilemiş ve bölgede yeni karışıklıklara yol açacak güç kullanımına karşı olduğunu ortaya koymuştur. Türk- ABD ilişkilerinin eski doğrultusunda gitmediğinin en açık göstergesi ise 2003 Temmuzunun başında 11 Türk subayının Süleymaniye’de tutuklanması olmuştur. 
Bu olaydan sonra Türk- Amerikan ilişkileri zedelense de, aynı dönemde Erdoğan’ın ABD’yi ziyareti bazı pürüzlerini üzerini örtmüştür. ABD’nin Türkiye’ye yüklediği Ankara’nın bölgede Ilımlı İslam rolünü üstlenerek, demokratik Büyük Ortadoğu Projesi için model olması gerektiği durumu, İslam dünyasında Amerikan hegemonyasının kurulması için Türkiye’nin ABD tarafından 
görevlendirildiği imajını uyandırdı. Türkiye için ılımlı İslam modeli rolü ordu tarafından da kabul görmedi ve laik bir devletin İslami bir devlet olamayacağı öne sürüldü. Bugün var olan durum ise, Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle politikası bakımından aktif bir tutum izlediği görülmektedir. Bir taraftan Amerika’nın müttefiki olmaya devam eden Türkiye, diğer taraftan Ortadoğu ülkeleriyle de sıkı ilişkiler kurmakta ve Ortadoğu’da Doğu-Batı arasında bir köprü olmaktan fazla bir dış politikası izlediğini söylemek mümkündür. 
Türkiye’nin hem projeyi ortaya atan devletlerle, hem de Ortadoğu ülkeleriyle bizzat ilişkilerinin olması, Türkiye’nin bölgedeki stratejik konumunu daha da önemli kılmaktadır.”230 

Amerika, 11 Eylül terörist saldırısının ardından Ortadoğu’yu yeniden düzenleme projesini başlatmıştır. Türkiye’nin de bölgedeki Müslüman bir toplum olması nedeniyle, Arap ülkelerine model olarak gösterilmek için iyi bir örnek olmuştur. Türkiye’nin konumu ABD ve AB tarafından farklı yorumlanmıştır. ABD 2004 yılında G-8 zirvesine sunduğu raporda Türkiye’yi tanımlarken, Avrupa ise Türkiye’nin Ortadoğu içinde olmadığını düşünmektedir. AB’ye göre Türkiye bir NATO üyesi aynı zamanda potansiyel bir AB üyesi adayıdır. Avrupa,’ya göre Ortadoğu Arap ülkeleri, İsrail, İran ve Afganistan ile sınırlıdır.231 ABD’nin önde gelen stratejistlerinden Rutsel, Kaplan ve Goblenz Türkiye’nin bölgedeki önemi için şöyle söylemektedirler; “Türkiye, Ortadoğu’da ideal bir araçtır. Çünkü Türkiye bu bölgede, birleşik devletler stratejisinin gelişmesine aktif olarak katılan ve yakın Doğu/Ortadoğu sahnesinde Amerika’nın yüzünü güldüren tek devlettir.”232 

ABD’li siyaset bilimci Zbigniew Kazimierz Brzezinski Türkiye’nin Amerika ile müttefikliği konusunda şu ifadeleri kullanmaktadır; 

“Türkiye yarım yüzyıldan beri Amerika Birleşik devletlerinin müttefikidir; Kore savaşına katılarak Amerika birleşik devletlerinin saygı ve güvenini kazanmıştır. NATO’nun güvenilir ve kati bir üyesidir. Sovyetler birliğinin dağılması ile birlikte Gürcistan ve Azerbaycan’ın bağımsızlıklarını kazanmalarına yardımcı olmuştur. Ve Türk dili ve kültürü açısından politik ve sosyal gelişmelerin enerjik bir biçimde sağlayarak, orta Asya ülkeleri için bir model haline gelebilmiştir. ABD’nin bölgedeki eski Sovyet ülkelerinin bağımsızlıklarını destekleme politikalarına destekçi olması açısından çok önemli bir stratejik role sahiptir.”233 

Brezezinski, Türkiye’nin Ortadoğu ve Orta Asya için önemli bir model olduğunu ve ABD’ye sadakatini sağladığına vurgu yapmaktadır. Bu vurgudan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin sadece Ortadoğu ülkelerine değil, Orta Asya ülkelerine de yönelik olduğunu göstermektedir. 

2000 yılına gelindiğinde W.Bush hükümeti Türkiye’nin Orta Doğu’ya model olabilmesi için yeni bir yaklaşım getirerek Türkiye’nin ılımlı bir İslam ülkesi olduğunu vurgulamaya başlamışlardır. Zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, her fırsatta Türkiye’nin böyle bir rolü üstlenmeyi arzulamadığını vurgulamıştır. Bu kişisel ve ideolojik bir tavırdan çok, siyasi bir yaklaşımı ve daha geniş bir çevrenin eğilimini temsil ediyordu.234 Benzer bir açıklamayı, Genel Kurmay 2. Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, görüşmeler için gittiği Amerika’da yapmış ve Türkiye için “ılımlı İslam” tanımın kullanılmasını eleştirmiştir.235 28 Ocak 2004'te Başbakan Tayyip Erdoğan Başkan Bush ile yaptığı görüşmenin ardından Türkiye’nin demokratik değerlerin yaygınlaşmasını hedefleyen bu projeye destek vereceğini ve proje içinde anahtar rol 
oynayacağını söylemiştir. Başbakan Tayyip Erdoğan konuyla ilgili şu ifadeleri kullanmıştır; 

“Türkiye daha demokratik, daha özgür, daha barışçıl bir Ortadoğu görmek istemektedir; böyle bir bölge iyi yönetilecek ve etkin bir şekilde işleyen ekonomiye sahip olacaktır. Bu yanlışlıkla idealizm olarak görülmemelidir. Türkiye’nin kendi çıkarları istikrarlı ve barış içinde; birbirleriyle her düzeyde karşılıklı ilişki kurabilen komşulara sahip olmayı gerektirmektedir. Bu yüzden, Türkiye’nin bölgeye yönelik beklentileri BOP’ un olumlu hedefleri ile uyumludur”.236 

Başka bir konuşmasında da yine Başbakan Erdoğan hükümetinin BOP eş başkanlarından biri olduğunu ve bu görevi yürüttüğünü dile getirmiştir. Özetle, Türkiye yüz yıla yakın bir süredir ABD’nin sadık müttefiki olarak Ortadoğu bölgesi dâhil ABD’nin politikaları doğrultusunda bir siyaset izlemiştir. BOP ’da bu kapsam içerisinde görünmektedir. Şurası unutulmamalıdır ki ABD, BOP’ u uygulamak ve başarılı olmak için Türkiye’ye muhtaçtır. Türkiye bu durumu kendi lehine değerlendirmelidir. Bütün bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda, resmi söylemde ve dış politikada desteklenen Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesindeki aktif rolünün, Türkiye açısından iç ve dış sorunlar doğurması muhtemel görünmektedir. 

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME: 

 Batı’nın Ortadoğu olarak isimlendirdiği bölge, tarihin başlangıcından bu yana insanlığın meydana getirdiği medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve dünyanın başka noktalarında bulunan medeniyetler arasında bir köprü vazifesi görmüştür. Ortadoğu Bölgesi, Doğu ile Batı arasında yalnız ticari bir köprü değil, aynı zaman medeniyet, kültür ve inançların etkileşimini sağlayan bir geçiş güzergâhıdır. Günümüzde kullandığımız kâğıt ve barut, Çin’den Batı’ya Ortadoğu Aracılığı ile geçmiştir. Semavi dinler de aynı şekilde Ortadoğu’dan doğup dünyanın dört bir tarafına yine bu etkileşim yolu ile yayılmıştır. Batı, kendisine yakınlık derecesi olarak orta uzaklıkta bulunan Ortadoğu bölgesi’ni, büyük zenginlik ve sanayinin bulunduğu kendilerine uzak olan doğuya ulaşabilmeleri için geçilmesi gereken bir engel olarak görmüştür. Bu sebeple her ne kadar dini sebeplere de dayandırılsa da, Haçlı Seferleri içten içe bu zenginlik arzuları ile pekiştirilmiş ve insanların katılımı sağlanmıştır. 

Bu kültürler arası çok yönlü alışveriş Ortadoğu'yu, tarihte dünyayı en çok etkileyen ve yaşanan hadiselerle gidişatı değiştiren bir bölge haline getirmiştir. 
Ortadoğu’nun bu özelliklerinden dolayı, dünya hâkimiyetine sahip olmak isteyen devletlerin, bir şekilde Ortadoğu’nun hâkimiyetini ellerinde tutmaya çalıştıkları 
düşünülmektedir. Hâkimiyet mücedalesinin neticesi olarak Ortadoğu bölgesinin, sürekli savaş, kan ve gözyaşı ile iç içe yaşamak zorunda kaldığı görüşmüştür. 

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Afgan sosyalist hükümetin daveti üzerine Afganistan’a girmiş, 1988 yılına kadar orada kalmıştır. Bu dönemde 
SSCB’nin Afganistan’daki tutumu ve uygulamaları baskıcı ve adeta “işgalci” bir güç görünümüne bürünmüştür. Bu tutum Afgan halk ve idarecileri tarafından tepki ile karşılanmıştır. Bunun sonucunda Afganistan genelinde yaygın bir direniş görülmüştür. Direniş meticesinde SSCB Afganistan’dan çekilmek zorunda kalmıştır. Bu savaşın SSCB üzerinde meydana getirdiği ekonomik baskılar neticesinde, bir kısa bir süre sonra SSCB’nin dağıldığı düşünülmektedir. 

Soğuk Savaşın ardından dünyanın tek süper gücü haline gelen ABD, bu konumunu koruyabilmek için kendini sürekli geliştirmiştir. Kendini geliştiren ABD’nin bununla da yetinmeyerek ileri de kendine rakip olması muhtemel ülkelerin önünü stratejik olarak kesmeye çalıştığı görülmüştür. Bu bağlamda ABD, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi ile petrol rezervlerinin büyük bir çoğunluğunun tek bir elde toplanmasına izin vermesi halinde, ileride kendine rakip bir devletle uğraşmak zorunda kalacağı öngörüsü ile bu duruma izin vermemiş ve Irak’a müdahalede bulunmuştur. Çok kısa bir savaş neticesinde Irak, Kuveyt’ten çekilmiş ve ABD bölgeye, körfez ülkelerinin de isteği ile üslerini kurmuş ve bölgeye yerleşmiştir. 

ABD, Başkan Clinton döneminde çevreleme politikası uygulamıştır. Başkan Clinton’dan sonra başkanlık görevini devralan Başkan Bush’un dış politika stratejilerini değiştirerek, bölgede etkin olmaya dönük politikalar uygulamaya başladığı görülmüştür. ABD’nin 11 Eylül 2001 terör saldırısı ile birlikte bu etkin politikayı uygulama fırsatını yakaladığı söylenmektedir. 

11 Eylül saldırısı, ABD’nin Ortadoğu’ya dönük politikalarını uygulamaya dönük fırsat yarattığından dolayı, dünyanın büyük bir kesimince şüphe ile karşılandığı mütalaa edilmiş ve üzerinde daha önce durduğumuz, bir çok komplo teorisi üretildiği görülmüştür. ABD’nin bu saldırı ile birlikte planlarını uygulamaya koymaya başladığı yaşanan olaylar neticesinde anlaşılmıştır. ABD planlarını uygulamaya SSCB’nin daha önce işgal ettiği ve Ortadoğu’da konumu itibarı 
ile çok önem arz eden Afganistan’a terörü desteklemek ve Usame Bin Laden’i himaye etmek gerekçesi ile harekât düzenlemiştir. Afganistan’a saldırısından sonra ABD, küresel terör kavramını geliştirerek dünyanın neresinde olursa olsun, terörü destekleyen, kitle imha silahları üreten veya bulunduran ülkelere müdahale edeceğini duyurmuş ve bu noktada her ülkenin kendisine destek olmasını istemiştir. ABD’nin destek çağrısını Başkan Bush “Ya bizimlesiniz, ya da bizim karşımızda” şeklinde özetlemiştir. 

ABD yeni başkanı ile birlikte geliştirdiği yeni politikası çerçevesinde, kendini Ortadoğu’ya daha fazla yerleştirecek adımlar atmaya başlamış ve kitle imha silahlarını gerekçe göstererek Irak’a saldırmayı gündeme getirmiştir. Irak yönetimi, BM silah denetçilerine denetleme için izin vermiş, denetçiler araştırmalar sonucunda herhangi bir kitle imha silahı izine rastlayamadıklarına dair rapor sunmuştur. Bu rapora rağmen ABD, BM kararına gerek duymaksızın Irak’ı işgal etmiş ve Ortadoğu’daki varlığını artırmıştır. 

 ABD’nin Ortadoğu politikası, Soğuk Savaş sonrası Amerikan başkanı George Bush döneminde, İsrail ve Irak olmak üzere iki esas üzerinde şekillenmiştir. Çünkü ABD’nin, etki alanını genişletmeye çalışan SSCB’yi engelleme amacıyla çevrelemesine gerek kalmamıştır. Bu dönemde tek süper güç haline gelen ABD, tüm politikalarını, kendi çıkarlarını korumaya dönük, dünyayı ve Ortadoğu bölgesini bir düzene koyma üzerine bina etmiştir. Bush yönetimi, bu politikalarını uygulamaya İsrail ile Filistin arasındaki problemlerin çözülmesine çalışarak başlamış, çözüme engel teşkil eden Benyamin Netanyahu’nun da içinde bulunduğu Siyonist Likud yönetimine baskı uygulamıştır.237 1980’de başlayıp, 1988’e kadar devam eden, İran-Irak Savaşı’nda İran‘a karşı Amerika tarafından desteklenen ve çok ciddi bir askeri güce sahip olan Irak, uzun savaş sonucunda uğradığı zararları karşılamak amacıyla 1990 yılında Kuveyt’i işgal etmiştir. Irak’ın bu işgali, bölgeyi bir düzene koyma politikası güden Amerika’nın, 
çıkarlarını tehdit eden bir durum olmuştur. Bunun başlıca nedeni, bu işgal ile Irak’ın petrol rezervleri, dünya petrol rezervlerinin % 16‘sıne karşılık gelmesidir. Kuveyt'in işgalinden sonra Irak bu kez Suudi Arabistan için potansiyel bir tehdit oluşturmaya başladı; Irak'ın Suudi Arabistan'a da girmesi, dünya petrol rezervlerinin yarıya yakınının bu ülkenin eline geçmesi anlamına geliyordu. Bir bunalım söz konusu olmuştu ve ABD’nin yıllarca Nevada çöllerinde yetiştirdiği Çevik Güç’ü kullanma fırsatı doğmuştu.238 Bu durum, hem petrolün dünya piyasalarına kesintisiz ve ucuz akışını risk altına sokması, hem de bölgede ABD‘ye düşman güçlü bir devletin ortaya çıkması açısından ABD’nin ulusal çıkarlarıyla ters düşmüştür. Bu nedenle ABD, Ortadoğu’yu denetimi altına almak için oluşturduğu koalisyonla Irak‘a müdahalede bulundu.239 

Irak’ın Kuveyt‘i işgali İran-Irak savaşının son perdesini teşkil ediyordu. Her iki savaş da Irak lideri Saddam’ın güç, refah, toprak genişlemesi ve askeri üstünlüğü ele geçirmek gibi hedeflerinin bir sonucuydu. Gerekçesi petrol kaynaklarının ele geçirilmesi ve petrol gelirlerinden ilave gelir elde etme isteği idi. 
Başkan Bush büyük bir uluslar arası koalisyonu harekete geçirerek, Körfez‘de geniş çaplı hava, kara ve deniz harekâtı gerçekleştirilmesini sağlamıştır. 
17 Ocak 1991‘de ABD liderliğindeki koalisyon Irak‘a karşı askeri operasyona başlamıştır. Şubat ayında kara harekâtı başladı ve Irak askeri potansiyelinin büyük bir bölümü tahrip edilmiş olarak, Kuveyt‘ten geri çekilmek zorunda kalmıştır. 

 Müdahalenin ardından ABD, planlarını Saddam Hüseyin iktidarını yıkmak üzere kurmaya başlamıştır. Amerika bu planını gerçekleştirebilmek için, Soğuk Savaş 
döneminde SSCB’ye karşı kullandığı, Çevreleme Politikasını uygulamaya koymuştur. Bu politikasını Iraklı muhalif grupları güçlendirme, silah denetimi, uçuşa yasak bölge ve ülkeye ambargo konması gibi uygulamalarla desteklemiştir. ABD, Saddam’ın Kürtler ve Şiilerin müdahalesi olmaksızın, Irak ordusu ve Sünni Araplar vasıtasıyla düşürülmesini amaçlamıştır. ABD, bölgedeki etkinliğini artırma ve petrol bölgelerinin kontrolünde, Saddam’ın bölgeye için bir tehdit olarak görülmesi sayesinde meşru bir zemine oturtmuştur. Yani Saddam’ın varlığı ABD’nin işine gelmekteydi. ABD, kendisinin Ortadoğu’daki varlığına bahane teşkil edecek, aynı zamanda da komşularını tehdit etmeyecek kadar güçsüz bir Irak istemiş ve Irak’a müdahalesini bu politik çerçeveye oturtmuştur.240 

 Bu dönemde ABD politikasını Yeni Dünya Düzeni adı altında dünyaya ilan etmiştir. “Yeni Dünya Düzeni terimi, Irak’ın Kuveyt‘i 1990 Ağustos‘unda işgali 
sonrasında Irak‘a karşı ABD politikasını haklı göstermek için, bu dönemde, ilk kez başkan George Bush tarafından kullanıldı. Başkan Bush ve ABD yönetimi, SSCB’nin etkisinin kaybolduğu dünya siyasetinde ve özellikle dönemin kritik noktası olan Ortadoğu‘da, dengelerin ABD lehine değişmekte olduğunu fark etmiş, aynen daha önceki ABD başkanları gibi, ABD’nin dünyada liderlik edeceği bir düzenin yaratılmasını hedeflemiştir.”241 

 Körfez Savaşı sonrası Ortadoğu’da ortaya çıkan genel durum, ABD politikaları açısından uygun bir durum oluşturmuştur. ABD Körfez savaşı sonrası bölgeye büyük askeri yığınak yapmıştı ve Körfez bölgesindeki diğer Arap Devletleri, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinden sonra, ABD’nin bölgedeki askeri varlığını kabullenmiş ve destek vermişlerdir. ABD’nin bölgedeki varlığına karşı olan İran ve Irak, savaş yaralarını sarmakla meşguldüler ve ABD’ye tehdit oluşturacak durumda değillerdi. Bununla birlikte dünyada, ABD’nin bu ülkelere uyguladığı Çevreleme Politikasını boşa çıkaracak veya engelleyecek bir süper güçte kalmamıştı. Ortadoğu’da meydana gelen bu gelişmeler ile beraber, ABD açısından olumlu bir hava oluşmasına neden olan, Arapİsrail barış süreci ortaya çıkmıştır. Bu durum, Filistin meselesini kullanarak ABD karşıtı bir bloğun oluşmasının önünü kesmiştir.242 

 ABD, Ortadoğu bölgesinde istikrarsızlık kaynağı olarak görülen, Arap- İsrail Barış Sürecini sekteye uğratacağı düşünülen, yani bölgede ABD liderliğindeki yeni düzene karşı olacağı bilinen Irak ve İran‘ı hedef alıyordu. ABD’nin “İkili çevreleme politikası” böyle bir genel durum içerisinde açıklanmış, İran ve Irak uluslararası barışı tehdit eden yasadışı iki ülke olarak tanımlanmıştır. Bu yeni politikayla ABD, uzun yıllar boyunca uyguladığı ve Ortadoğu’da İran ve Irak arasında güçler dengesini sağlamaya yönelik politikasını terk etmiştir. 
ABD’nin yeni Körfez politikasının en önemli nedeni, SSCB’nin dağılması ve tek kutuplu bir sistemin ortaya çıkması ile artık ABD‘ye karşı olan ülkeleri destekleyecek bir güç kalmamış ve Amerika bu sayede hem Irak’ı, hem de İran’ı tecrit etmiştir. ABD artık bu iki ülkeyi birbirine karşı kullanma politikasını bırakmış ve ikisini birden tecrit etmeye yönelik yeni bir politika geliştirmiştir.243 

 Gamze Güngörmüş Kona bu politikanın nedenlerini; “Amerika tarafından İran ve Irak’a karşı uygulanan ikili çevreleme politikası Clinton yönetimi zamanında Ulusal Güvenlik Konseyi Yakın Doğu Bölgesi sorumlusu Martin Indyk tarafından kaleme alınmıştır. Bu doktrine göre İran bölgedeki terörist faaliyetlere destek vermektedir, İslam Devrimini yaymaya çalışmaktadır ve gizlice kitle imha silahlarını arttırmaktadır; Irak, Saddam yönetiminin genişleme politikaları nedeniyle bölgede istikrarsız bir durum yaratmaktadır; ayrıca her iki ülke de Arap-İsrail barış sürecine olumsuz yaklaşmaktadır. İşte tüm bu davranışlar ABD’nin bölgedeki çıkarlarını engellemekte ve genelde bölgenin özelde ise ABD’nin güvenliğine karşı tehdit oluşturmaktadır.” 244 şeklinde belirmiştir. ABD Başkan Bill Clinton döneminde, Ortadoğu‘da İran ve Irak‘a karşı Mayıs 1993‘de ikili çevreleme stratejisini benimsedi. Bu politikayla Irak’ın BM kararlarına uymasının sağlanması, İran’ın ise silahsızlanma ve barış sürecine engel olmasının önlenmesi gibi yaptırımlara maruz bırakılması öngörülmüştür. Ancak ikili çevreleme politikasının çok başarılı olduğu söylenemez. 

Özellikle İran’a yönelik ambargo kararına Çin, Rusya gibi devletler karşı çıkıyordu. Ayrıca 1997’de İran’da yönetime gelen Hatemi’nin ABD’ye yönelik iyi niyetli adımları sayesinde bu politikanın İran’a uygulanması giderek zorlaşmıştı. İran’ın Rusya Federasyonu ile yakınlaşan ilişkileri nedeniyle de ikili çevreleme 
politikaları eleştirilmekteydi.245 

 İkili Çevreleme politikası ve Barış Süreci ile ABD bölgede şu başlıklarda çıkarlarının güçlenmesini öngörüyordu. 

• Dünya için hayati değerdeki petrol kaynaklarına erişimin korunması. 

• Ortadoğu’nun siyasi ve ekonomik gelişiminin sağlanması. 

• Barış sürecinde liderliği elde bulundurarak, bölgesel istikrarın arttırılması. 

• Kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi. 

• Terörizm ile savaşmak için bölgesel güçlerle işbirliği kurulması. 

• Siyasi radikalleşmeye yol açan ve onu besleyen merkezi sorunların ortadan kaldırılması. 

• Irak ve İran’ın askeri çevrelenmesi. 

• Rejimde veya rejimin davranışlarında değişiklik yapabilecek ekonomik yaptırımların uygulanması. 

• Rusya ve Çin gibi güçler ve müttefik ülkelerle uluslararası desteği arttırmak amacıyla siyasi girişimlerde bulunulması. 

• Irak ve İran rejimlerinin istikrarsızlaştırılarak Körfez‘in güvenliğine oluşturacakları tehdidin ortadan kaldırılması.246 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI ;

228 Arı, A.g.e, s.627 
229 Peşmerge: Kuzey Irak bölgesinde ki Kürt savaşçılar 
230 Deniz, A.g.m, s.180-181 
231 Ergin Ayan, Ortadoğu’ da Yap-Boz, Karadeniz Dergi Yayınları, Ankara, (2010) , s.13 
232 Peköz, A.g.e, s.299 
233 George Friedman Ve Zbigniew Brzezinski’ye göre 21. Yüzyılda Türkiye’nin Konumu ve Önemi, 
      http://politikaakademisi.org/george-friedman-ve-zbigniew-brzezinskiye-gore-21-yuzyilda-turkiyeninkonumu-ve-onemi/, 13.03.2013, 26.02.2014 
234 Mahir Kaynak, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye Üzerine Stratejik Analizler, Truva Yayınları, İstanbul, (2005), s.32 
235 Metin Aydoğan, Türkiye Nereye Gidiyor, Umay yayınları, İzmir, (2006), s.52 
236 Bağcı-Sinkaya, A.g.m, s.27 
237 Kamer Kasım, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemi ABD-İsrail İlişkiler”, Avrasya Dosyası, Cilt 6, Sayı. 2, (2000), s. 127 
238 Haluk Gerger, ABD Ortadoğu Türkiye, Ceylan Yayınları, İstanbul, (2006), s.454 
239 Noam Chomsky, ABD’nin Irak Politikası; Güdüler ve Sonuçlar, Amerika’nın Irak Savaşı, Aram Yayıncılık, İstanbul, (2003), s. 105. 
240 Burcu Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, İmge Kitapevi Yayınları, Ankara, (1999), s.423 
241 Kemal Çiftçi, “Soğuk Savaş Sonrasında ABD: Rızaya Dayalı Hegemonyadan İmparatorluk Düzenine”, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 10, (2009), s. 208. 
242 Ayşegül Sever, ABD’nin İkili Çevreleme Politikası ve Türkiye, Büke yayınları, İstanbul, (1997), s. 347. 
243 Meliha Benli Altunışık, “Ortadoğu ve ABD: Yeni Bir Döneme Girilirken”, Ortadoğu Etütleri, Cilt 1, Sayı 1, Temmuz, (2009), s. 72 
244 Gamze Güngörmüş Kona, “Üzgünüm Abede: Yeni Orta Doğu, Türkiye ve Rusya Federasyonu Olmadan Olmaz”, 
      http://www.politikadergisi.com/makale/üzgünüm-abede, 09.11.2008, 14.03.2014 
245 A.g.m 
246 Önder Öngör, Soğuk Savaş Sonrası Dönemde ABD’nin Ortadoğu Coğrafyasında Uyguladığı Güvenlik 
      Politikaları Ve Bu Politikaların Türkiye Üzerine Yansımaları, Yüksek Lisans Tezi, Gebze, (2005), s.28 

10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;



***