5 Aralık 2017 Salı

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 9

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 9


ABD’nin Ortadoğu bölgesine yönelik ikinci operasyonu, ikinci Körfez Savaşı olarak nitelendirilen Mart 2003 Irak müdahalesidir. Türkiye, Irak’ı işgali konusunda, öncelikle sorunların barışçıl yollardan çözülmesi, Irak’ın BM kararlarına uyması ve BM kararı olmaksızın Irak’a güç kullanılmamasını savunmuştur. Bu bağlamda, Türkiye bir taraftan Irak hükümeti ile diyalog içinde olmaya ve BM ile işbirliği yapmaya ikna etmeye çalışırken, diğer taraftan da bölge ülkeleri nezdinde yaptığı girişimlerle sorunun güç kullanımına varmadan çözülmesi için işbirliği olanaklarını araştırmaktaydı. ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’a ikinci cephenin açılmasına izin verecek tezkerenin 1 Mart 2003’te Meclis’ten geçememesi ABD’nin yapmış olduğu planları bozmuştur.228 

“2003 Irak işgali döneminde, ABD ile Türkiye arasında ilk gerilim Irak’ın işgali ile sürerken, Türkiye’nin Kuzey Irak’tan gelecek olası riskleri önlemek için Irak’ın kuzeyine askeri güç sevk etme olasılısı üzerine belirmiş ve Amerikalı yetkililer buna karşı çıkmıştır. İkinci önemli kriz Bağdat’ın düşmesinin ardından kuzeyde peşmergelerin229 Kerkük’te başlattıkları yağma olayları ve bu çerçevede Türkmenlere karşı başlatılan saldırı eylemleri üzerine Türkiye’nin Amerikan yönetiminden bölgeyi denetim altına alması aksi halde Türkiye’nin bunu yapabileceğini açıklaması olmuştur. Diğer yandan, Bush’un kongreden, Irak’ta devam eden savaş için talep ettiği ek savaş bütçesi tasarısında Türkiye için de 1 milyar dolar hibe verilmesi yer alıyordu. İlk önerildiği sırada herhangi bir şarta bağlanmayacağı ifade edilen, Türkiye’ye verilecek 1 milyar dolar hibe, kongrenin onayladığı son metinde, Türk hükümetinin Irak’a özgürlük operasyonun da işbirliğini ve insani yardıma desteğini sürdürmesi ve tek yanlı olarak kuzey ırak asker yerleştirmemesi koşullarına başlanmıştı. Türk hükümeti şarta bağlı bu yardımı kullanmamıştır. Ayrıca Türkiye, işgalin henüz sona erdiği nisan ayının sonu ve mayısın başında söz konusu olan İran ve Suriye’ye yönelik olası Amerikan müdahalelerine karşı oldukça kararlı bir tutum sergilemiş ve bölgede yeni karışıklıklara yol açacak güç kullanımına karşı olduğunu ortaya koymuştur. Türk- ABD ilişkilerinin eski doğrultusunda gitmediğinin en açık göstergesi ise 2003 Temmuzunun başında 11 Türk subayının Süleymaniye’de tutuklanması olmuştur. 
Bu olaydan sonra Türk- Amerikan ilişkileri zedelense de, aynı dönemde Erdoğan’ın ABD’yi ziyareti bazı pürüzlerini üzerini örtmüştür. ABD’nin Türkiye’ye yüklediği Ankara’nın bölgede Ilımlı İslam rolünü üstlenerek, demokratik Büyük Ortadoğu Projesi için model olması gerektiği durumu, İslam dünyasında Amerikan hegemonyasının kurulması için Türkiye’nin ABD tarafından 
görevlendirildiği imajını uyandırdı. Türkiye için ılımlı İslam modeli rolü ordu tarafından da kabul görmedi ve laik bir devletin İslami bir devlet olamayacağı öne sürüldü. Bugün var olan durum ise, Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle politikası bakımından aktif bir tutum izlediği görülmektedir. Bir taraftan Amerika’nın müttefiki olmaya devam eden Türkiye, diğer taraftan Ortadoğu ülkeleriyle de sıkı ilişkiler kurmakta ve Ortadoğu’da Doğu-Batı arasında bir köprü olmaktan fazla bir dış politikası izlediğini söylemek mümkündür. 
Türkiye’nin hem projeyi ortaya atan devletlerle, hem de Ortadoğu ülkeleriyle bizzat ilişkilerinin olması, Türkiye’nin bölgedeki stratejik konumunu daha da önemli kılmaktadır.”230 

Amerika, 11 Eylül terörist saldırısının ardından Ortadoğu’yu yeniden düzenleme projesini başlatmıştır. Türkiye’nin de bölgedeki Müslüman bir toplum olması nedeniyle, Arap ülkelerine model olarak gösterilmek için iyi bir örnek olmuştur. Türkiye’nin konumu ABD ve AB tarafından farklı yorumlanmıştır. ABD 2004 yılında G-8 zirvesine sunduğu raporda Türkiye’yi tanımlarken, Avrupa ise Türkiye’nin Ortadoğu içinde olmadığını düşünmektedir. AB’ye göre Türkiye bir NATO üyesi aynı zamanda potansiyel bir AB üyesi adayıdır. Avrupa,’ya göre Ortadoğu Arap ülkeleri, İsrail, İran ve Afganistan ile sınırlıdır.231 ABD’nin önde gelen stratejistlerinden Rutsel, Kaplan ve Goblenz Türkiye’nin bölgedeki önemi için şöyle söylemektedirler; “Türkiye, Ortadoğu’da ideal bir araçtır. Çünkü Türkiye bu bölgede, birleşik devletler stratejisinin gelişmesine aktif olarak katılan ve yakın Doğu/Ortadoğu sahnesinde Amerika’nın yüzünü güldüren tek devlettir.”232 

ABD’li siyaset bilimci Zbigniew Kazimierz Brzezinski Türkiye’nin Amerika ile müttefikliği konusunda şu ifadeleri kullanmaktadır; 

“Türkiye yarım yüzyıldan beri Amerika Birleşik devletlerinin müttefikidir; Kore savaşına katılarak Amerika birleşik devletlerinin saygı ve güvenini kazanmıştır. NATO’nun güvenilir ve kati bir üyesidir. Sovyetler birliğinin dağılması ile birlikte Gürcistan ve Azerbaycan’ın bağımsızlıklarını kazanmalarına yardımcı olmuştur. Ve Türk dili ve kültürü açısından politik ve sosyal gelişmelerin enerjik bir biçimde sağlayarak, orta Asya ülkeleri için bir model haline gelebilmiştir. ABD’nin bölgedeki eski Sovyet ülkelerinin bağımsızlıklarını destekleme politikalarına destekçi olması açısından çok önemli bir stratejik role sahiptir.”233 

Brezezinski, Türkiye’nin Ortadoğu ve Orta Asya için önemli bir model olduğunu ve ABD’ye sadakatini sağladığına vurgu yapmaktadır. Bu vurgudan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin sadece Ortadoğu ülkelerine değil, Orta Asya ülkelerine de yönelik olduğunu göstermektedir. 

2000 yılına gelindiğinde W.Bush hükümeti Türkiye’nin Orta Doğu’ya model olabilmesi için yeni bir yaklaşım getirerek Türkiye’nin ılımlı bir İslam ülkesi olduğunu vurgulamaya başlamışlardır. Zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, her fırsatta Türkiye’nin böyle bir rolü üstlenmeyi arzulamadığını vurgulamıştır. Bu kişisel ve ideolojik bir tavırdan çok, siyasi bir yaklaşımı ve daha geniş bir çevrenin eğilimini temsil ediyordu.234 Benzer bir açıklamayı, Genel Kurmay 2. Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, görüşmeler için gittiği Amerika’da yapmış ve Türkiye için “ılımlı İslam” tanımın kullanılmasını eleştirmiştir.235 28 Ocak 2004'te Başbakan Tayyip Erdoğan Başkan Bush ile yaptığı görüşmenin ardından Türkiye’nin demokratik değerlerin yaygınlaşmasını hedefleyen bu projeye destek vereceğini ve proje içinde anahtar rol 
oynayacağını söylemiştir. Başbakan Tayyip Erdoğan konuyla ilgili şu ifadeleri kullanmıştır; 

“Türkiye daha demokratik, daha özgür, daha barışçıl bir Ortadoğu görmek istemektedir; böyle bir bölge iyi yönetilecek ve etkin bir şekilde işleyen ekonomiye sahip olacaktır. Bu yanlışlıkla idealizm olarak görülmemelidir. Türkiye’nin kendi çıkarları istikrarlı ve barış içinde; birbirleriyle her düzeyde karşılıklı ilişki kurabilen komşulara sahip olmayı gerektirmektedir. Bu yüzden, Türkiye’nin bölgeye yönelik beklentileri BOP’ un olumlu hedefleri ile uyumludur”.236 

Başka bir konuşmasında da yine Başbakan Erdoğan hükümetinin BOP eş başkanlarından biri olduğunu ve bu görevi yürüttüğünü dile getirmiştir. Özetle, Türkiye yüz yıla yakın bir süredir ABD’nin sadık müttefiki olarak Ortadoğu bölgesi dâhil ABD’nin politikaları doğrultusunda bir siyaset izlemiştir. BOP ’da bu kapsam içerisinde görünmektedir. Şurası unutulmamalıdır ki ABD, BOP’ u uygulamak ve başarılı olmak için Türkiye’ye muhtaçtır. Türkiye bu durumu kendi lehine değerlendirmelidir. Bütün bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda, resmi söylemde ve dış politikada desteklenen Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesindeki aktif rolünün, Türkiye açısından iç ve dış sorunlar doğurması muhtemel görünmektedir. 

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME: 

 Batı’nın Ortadoğu olarak isimlendirdiği bölge, tarihin başlangıcından bu yana insanlığın meydana getirdiği medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve dünyanın başka noktalarında bulunan medeniyetler arasında bir köprü vazifesi görmüştür. Ortadoğu Bölgesi, Doğu ile Batı arasında yalnız ticari bir köprü değil, aynı zaman medeniyet, kültür ve inançların etkileşimini sağlayan bir geçiş güzergâhıdır. Günümüzde kullandığımız kâğıt ve barut, Çin’den Batı’ya Ortadoğu Aracılığı ile geçmiştir. Semavi dinler de aynı şekilde Ortadoğu’dan doğup dünyanın dört bir tarafına yine bu etkileşim yolu ile yayılmıştır. Batı, kendisine yakınlık derecesi olarak orta uzaklıkta bulunan Ortadoğu bölgesi’ni, büyük zenginlik ve sanayinin bulunduğu kendilerine uzak olan doğuya ulaşabilmeleri için geçilmesi gereken bir engel olarak görmüştür. Bu sebeple her ne kadar dini sebeplere de dayandırılsa da, Haçlı Seferleri içten içe bu zenginlik arzuları ile pekiştirilmiş ve insanların katılımı sağlanmıştır. 

Bu kültürler arası çok yönlü alışveriş Ortadoğu'yu, tarihte dünyayı en çok etkileyen ve yaşanan hadiselerle gidişatı değiştiren bir bölge haline getirmiştir. 
Ortadoğu’nun bu özelliklerinden dolayı, dünya hâkimiyetine sahip olmak isteyen devletlerin, bir şekilde Ortadoğu’nun hâkimiyetini ellerinde tutmaya çalıştıkları 
düşünülmektedir. Hâkimiyet mücedalesinin neticesi olarak Ortadoğu bölgesinin, sürekli savaş, kan ve gözyaşı ile iç içe yaşamak zorunda kaldığı görüşmüştür. 

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Afgan sosyalist hükümetin daveti üzerine Afganistan’a girmiş, 1988 yılına kadar orada kalmıştır. Bu dönemde 
SSCB’nin Afganistan’daki tutumu ve uygulamaları baskıcı ve adeta “işgalci” bir güç görünümüne bürünmüştür. Bu tutum Afgan halk ve idarecileri tarafından tepki ile karşılanmıştır. Bunun sonucunda Afganistan genelinde yaygın bir direniş görülmüştür. Direniş meticesinde SSCB Afganistan’dan çekilmek zorunda kalmıştır. Bu savaşın SSCB üzerinde meydana getirdiği ekonomik baskılar neticesinde, bir kısa bir süre sonra SSCB’nin dağıldığı düşünülmektedir. 

Soğuk Savaşın ardından dünyanın tek süper gücü haline gelen ABD, bu konumunu koruyabilmek için kendini sürekli geliştirmiştir. Kendini geliştiren ABD’nin bununla da yetinmeyerek ileri de kendine rakip olması muhtemel ülkelerin önünü stratejik olarak kesmeye çalıştığı görülmüştür. Bu bağlamda ABD, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi ile petrol rezervlerinin büyük bir çoğunluğunun tek bir elde toplanmasına izin vermesi halinde, ileride kendine rakip bir devletle uğraşmak zorunda kalacağı öngörüsü ile bu duruma izin vermemiş ve Irak’a müdahalede bulunmuştur. Çok kısa bir savaş neticesinde Irak, Kuveyt’ten çekilmiş ve ABD bölgeye, körfez ülkelerinin de isteği ile üslerini kurmuş ve bölgeye yerleşmiştir. 

ABD, Başkan Clinton döneminde çevreleme politikası uygulamıştır. Başkan Clinton’dan sonra başkanlık görevini devralan Başkan Bush’un dış politika stratejilerini değiştirerek, bölgede etkin olmaya dönük politikalar uygulamaya başladığı görülmüştür. ABD’nin 11 Eylül 2001 terör saldırısı ile birlikte bu etkin politikayı uygulama fırsatını yakaladığı söylenmektedir. 

11 Eylül saldırısı, ABD’nin Ortadoğu’ya dönük politikalarını uygulamaya dönük fırsat yarattığından dolayı, dünyanın büyük bir kesimince şüphe ile karşılandığı mütalaa edilmiş ve üzerinde daha önce durduğumuz, bir çok komplo teorisi üretildiği görülmüştür. ABD’nin bu saldırı ile birlikte planlarını uygulamaya koymaya başladığı yaşanan olaylar neticesinde anlaşılmıştır. ABD planlarını uygulamaya SSCB’nin daha önce işgal ettiği ve Ortadoğu’da konumu itibarı 
ile çok önem arz eden Afganistan’a terörü desteklemek ve Usame Bin Laden’i himaye etmek gerekçesi ile harekât düzenlemiştir. Afganistan’a saldırısından sonra ABD, küresel terör kavramını geliştirerek dünyanın neresinde olursa olsun, terörü destekleyen, kitle imha silahları üreten veya bulunduran ülkelere müdahale edeceğini duyurmuş ve bu noktada her ülkenin kendisine destek olmasını istemiştir. ABD’nin destek çağrısını Başkan Bush “Ya bizimlesiniz, ya da bizim karşımızda” şeklinde özetlemiştir. 

ABD yeni başkanı ile birlikte geliştirdiği yeni politikası çerçevesinde, kendini Ortadoğu’ya daha fazla yerleştirecek adımlar atmaya başlamış ve kitle imha silahlarını gerekçe göstererek Irak’a saldırmayı gündeme getirmiştir. Irak yönetimi, BM silah denetçilerine denetleme için izin vermiş, denetçiler araştırmalar sonucunda herhangi bir kitle imha silahı izine rastlayamadıklarına dair rapor sunmuştur. Bu rapora rağmen ABD, BM kararına gerek duymaksızın Irak’ı işgal etmiş ve Ortadoğu’daki varlığını artırmıştır. 

 ABD’nin Ortadoğu politikası, Soğuk Savaş sonrası Amerikan başkanı George Bush döneminde, İsrail ve Irak olmak üzere iki esas üzerinde şekillenmiştir. Çünkü ABD’nin, etki alanını genişletmeye çalışan SSCB’yi engelleme amacıyla çevrelemesine gerek kalmamıştır. Bu dönemde tek süper güç haline gelen ABD, tüm politikalarını, kendi çıkarlarını korumaya dönük, dünyayı ve Ortadoğu bölgesini bir düzene koyma üzerine bina etmiştir. Bush yönetimi, bu politikalarını uygulamaya İsrail ile Filistin arasındaki problemlerin çözülmesine çalışarak başlamış, çözüme engel teşkil eden Benyamin Netanyahu’nun da içinde bulunduğu Siyonist Likud yönetimine baskı uygulamıştır.237 1980’de başlayıp, 1988’e kadar devam eden, İran-Irak Savaşı’nda İran‘a karşı Amerika tarafından desteklenen ve çok ciddi bir askeri güce sahip olan Irak, uzun savaş sonucunda uğradığı zararları karşılamak amacıyla 1990 yılında Kuveyt’i işgal etmiştir. Irak’ın bu işgali, bölgeyi bir düzene koyma politikası güden Amerika’nın, 
çıkarlarını tehdit eden bir durum olmuştur. Bunun başlıca nedeni, bu işgal ile Irak’ın petrol rezervleri, dünya petrol rezervlerinin % 16‘sıne karşılık gelmesidir. Kuveyt'in işgalinden sonra Irak bu kez Suudi Arabistan için potansiyel bir tehdit oluşturmaya başladı; Irak'ın Suudi Arabistan'a da girmesi, dünya petrol rezervlerinin yarıya yakınının bu ülkenin eline geçmesi anlamına geliyordu. Bir bunalım söz konusu olmuştu ve ABD’nin yıllarca Nevada çöllerinde yetiştirdiği Çevik Güç’ü kullanma fırsatı doğmuştu.238 Bu durum, hem petrolün dünya piyasalarına kesintisiz ve ucuz akışını risk altına sokması, hem de bölgede ABD‘ye düşman güçlü bir devletin ortaya çıkması açısından ABD’nin ulusal çıkarlarıyla ters düşmüştür. Bu nedenle ABD, Ortadoğu’yu denetimi altına almak için oluşturduğu koalisyonla Irak‘a müdahalede bulundu.239 

Irak’ın Kuveyt‘i işgali İran-Irak savaşının son perdesini teşkil ediyordu. Her iki savaş da Irak lideri Saddam’ın güç, refah, toprak genişlemesi ve askeri üstünlüğü ele geçirmek gibi hedeflerinin bir sonucuydu. Gerekçesi petrol kaynaklarının ele geçirilmesi ve petrol gelirlerinden ilave gelir elde etme isteği idi. 
Başkan Bush büyük bir uluslar arası koalisyonu harekete geçirerek, Körfez‘de geniş çaplı hava, kara ve deniz harekâtı gerçekleştirilmesini sağlamıştır. 
17 Ocak 1991‘de ABD liderliğindeki koalisyon Irak‘a karşı askeri operasyona başlamıştır. Şubat ayında kara harekâtı başladı ve Irak askeri potansiyelinin büyük bir bölümü tahrip edilmiş olarak, Kuveyt‘ten geri çekilmek zorunda kalmıştır. 

 Müdahalenin ardından ABD, planlarını Saddam Hüseyin iktidarını yıkmak üzere kurmaya başlamıştır. Amerika bu planını gerçekleştirebilmek için, Soğuk Savaş 
döneminde SSCB’ye karşı kullandığı, Çevreleme Politikasını uygulamaya koymuştur. Bu politikasını Iraklı muhalif grupları güçlendirme, silah denetimi, uçuşa yasak bölge ve ülkeye ambargo konması gibi uygulamalarla desteklemiştir. ABD, Saddam’ın Kürtler ve Şiilerin müdahalesi olmaksızın, Irak ordusu ve Sünni Araplar vasıtasıyla düşürülmesini amaçlamıştır. ABD, bölgedeki etkinliğini artırma ve petrol bölgelerinin kontrolünde, Saddam’ın bölgeye için bir tehdit olarak görülmesi sayesinde meşru bir zemine oturtmuştur. Yani Saddam’ın varlığı ABD’nin işine gelmekteydi. ABD, kendisinin Ortadoğu’daki varlığına bahane teşkil edecek, aynı zamanda da komşularını tehdit etmeyecek kadar güçsüz bir Irak istemiş ve Irak’a müdahalesini bu politik çerçeveye oturtmuştur.240 

 Bu dönemde ABD politikasını Yeni Dünya Düzeni adı altında dünyaya ilan etmiştir. “Yeni Dünya Düzeni terimi, Irak’ın Kuveyt‘i 1990 Ağustos‘unda işgali 
sonrasında Irak‘a karşı ABD politikasını haklı göstermek için, bu dönemde, ilk kez başkan George Bush tarafından kullanıldı. Başkan Bush ve ABD yönetimi, SSCB’nin etkisinin kaybolduğu dünya siyasetinde ve özellikle dönemin kritik noktası olan Ortadoğu‘da, dengelerin ABD lehine değişmekte olduğunu fark etmiş, aynen daha önceki ABD başkanları gibi, ABD’nin dünyada liderlik edeceği bir düzenin yaratılmasını hedeflemiştir.”241 

 Körfez Savaşı sonrası Ortadoğu’da ortaya çıkan genel durum, ABD politikaları açısından uygun bir durum oluşturmuştur. ABD Körfez savaşı sonrası bölgeye büyük askeri yığınak yapmıştı ve Körfez bölgesindeki diğer Arap Devletleri, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinden sonra, ABD’nin bölgedeki askeri varlığını kabullenmiş ve destek vermişlerdir. ABD’nin bölgedeki varlığına karşı olan İran ve Irak, savaş yaralarını sarmakla meşguldüler ve ABD’ye tehdit oluşturacak durumda değillerdi. Bununla birlikte dünyada, ABD’nin bu ülkelere uyguladığı Çevreleme Politikasını boşa çıkaracak veya engelleyecek bir süper güçte kalmamıştı. Ortadoğu’da meydana gelen bu gelişmeler ile beraber, ABD açısından olumlu bir hava oluşmasına neden olan, Arapİsrail barış süreci ortaya çıkmıştır. Bu durum, Filistin meselesini kullanarak ABD karşıtı bir bloğun oluşmasının önünü kesmiştir.242 

 ABD, Ortadoğu bölgesinde istikrarsızlık kaynağı olarak görülen, Arap- İsrail Barış Sürecini sekteye uğratacağı düşünülen, yani bölgede ABD liderliğindeki yeni düzene karşı olacağı bilinen Irak ve İran‘ı hedef alıyordu. ABD’nin “İkili çevreleme politikası” böyle bir genel durum içerisinde açıklanmış, İran ve Irak uluslararası barışı tehdit eden yasadışı iki ülke olarak tanımlanmıştır. Bu yeni politikayla ABD, uzun yıllar boyunca uyguladığı ve Ortadoğu’da İran ve Irak arasında güçler dengesini sağlamaya yönelik politikasını terk etmiştir. 
ABD’nin yeni Körfez politikasının en önemli nedeni, SSCB’nin dağılması ve tek kutuplu bir sistemin ortaya çıkması ile artık ABD‘ye karşı olan ülkeleri destekleyecek bir güç kalmamış ve Amerika bu sayede hem Irak’ı, hem de İran’ı tecrit etmiştir. ABD artık bu iki ülkeyi birbirine karşı kullanma politikasını bırakmış ve ikisini birden tecrit etmeye yönelik yeni bir politika geliştirmiştir.243 

 Gamze Güngörmüş Kona bu politikanın nedenlerini; “Amerika tarafından İran ve Irak’a karşı uygulanan ikili çevreleme politikası Clinton yönetimi zamanında Ulusal Güvenlik Konseyi Yakın Doğu Bölgesi sorumlusu Martin Indyk tarafından kaleme alınmıştır. Bu doktrine göre İran bölgedeki terörist faaliyetlere destek vermektedir, İslam Devrimini yaymaya çalışmaktadır ve gizlice kitle imha silahlarını arttırmaktadır; Irak, Saddam yönetiminin genişleme politikaları nedeniyle bölgede istikrarsız bir durum yaratmaktadır; ayrıca her iki ülke de Arap-İsrail barış sürecine olumsuz yaklaşmaktadır. İşte tüm bu davranışlar ABD’nin bölgedeki çıkarlarını engellemekte ve genelde bölgenin özelde ise ABD’nin güvenliğine karşı tehdit oluşturmaktadır.” 244 şeklinde belirmiştir. ABD Başkan Bill Clinton döneminde, Ortadoğu‘da İran ve Irak‘a karşı Mayıs 1993‘de ikili çevreleme stratejisini benimsedi. Bu politikayla Irak’ın BM kararlarına uymasının sağlanması, İran’ın ise silahsızlanma ve barış sürecine engel olmasının önlenmesi gibi yaptırımlara maruz bırakılması öngörülmüştür. Ancak ikili çevreleme politikasının çok başarılı olduğu söylenemez. 

Özellikle İran’a yönelik ambargo kararına Çin, Rusya gibi devletler karşı çıkıyordu. Ayrıca 1997’de İran’da yönetime gelen Hatemi’nin ABD’ye yönelik iyi niyetli adımları sayesinde bu politikanın İran’a uygulanması giderek zorlaşmıştı. İran’ın Rusya Federasyonu ile yakınlaşan ilişkileri nedeniyle de ikili çevreleme 
politikaları eleştirilmekteydi.245 

 İkili Çevreleme politikası ve Barış Süreci ile ABD bölgede şu başlıklarda çıkarlarının güçlenmesini öngörüyordu. 

• Dünya için hayati değerdeki petrol kaynaklarına erişimin korunması. 

• Ortadoğu’nun siyasi ve ekonomik gelişiminin sağlanması. 

• Barış sürecinde liderliği elde bulundurarak, bölgesel istikrarın arttırılması. 

• Kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi. 

• Terörizm ile savaşmak için bölgesel güçlerle işbirliği kurulması. 

• Siyasi radikalleşmeye yol açan ve onu besleyen merkezi sorunların ortadan kaldırılması. 

• Irak ve İran’ın askeri çevrelenmesi. 

• Rejimde veya rejimin davranışlarında değişiklik yapabilecek ekonomik yaptırımların uygulanması. 

• Rusya ve Çin gibi güçler ve müttefik ülkelerle uluslararası desteği arttırmak amacıyla siyasi girişimlerde bulunulması. 

• Irak ve İran rejimlerinin istikrarsızlaştırılarak Körfez‘in güvenliğine oluşturacakları tehdidin ortadan kaldırılması.246 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI ;

228 Arı, A.g.e, s.627 
229 Peşmerge: Kuzey Irak bölgesinde ki Kürt savaşçılar 
230 Deniz, A.g.m, s.180-181 
231 Ergin Ayan, Ortadoğu’ da Yap-Boz, Karadeniz Dergi Yayınları, Ankara, (2010) , s.13 
232 Peköz, A.g.e, s.299 
233 George Friedman Ve Zbigniew Brzezinski’ye göre 21. Yüzyılda Türkiye’nin Konumu ve Önemi, 
      http://politikaakademisi.org/george-friedman-ve-zbigniew-brzezinskiye-gore-21-yuzyilda-turkiyeninkonumu-ve-onemi/, 13.03.2013, 26.02.2014 
234 Mahir Kaynak, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye Üzerine Stratejik Analizler, Truva Yayınları, İstanbul, (2005), s.32 
235 Metin Aydoğan, Türkiye Nereye Gidiyor, Umay yayınları, İzmir, (2006), s.52 
236 Bağcı-Sinkaya, A.g.m, s.27 
237 Kamer Kasım, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemi ABD-İsrail İlişkiler”, Avrasya Dosyası, Cilt 6, Sayı. 2, (2000), s. 127 
238 Haluk Gerger, ABD Ortadoğu Türkiye, Ceylan Yayınları, İstanbul, (2006), s.454 
239 Noam Chomsky, ABD’nin Irak Politikası; Güdüler ve Sonuçlar, Amerika’nın Irak Savaşı, Aram Yayıncılık, İstanbul, (2003), s. 105. 
240 Burcu Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, İmge Kitapevi Yayınları, Ankara, (1999), s.423 
241 Kemal Çiftçi, “Soğuk Savaş Sonrasında ABD: Rızaya Dayalı Hegemonyadan İmparatorluk Düzenine”, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 10, (2009), s. 208. 
242 Ayşegül Sever, ABD’nin İkili Çevreleme Politikası ve Türkiye, Büke yayınları, İstanbul, (1997), s. 347. 
243 Meliha Benli Altunışık, “Ortadoğu ve ABD: Yeni Bir Döneme Girilirken”, Ortadoğu Etütleri, Cilt 1, Sayı 1, Temmuz, (2009), s. 72 
244 Gamze Güngörmüş Kona, “Üzgünüm Abede: Yeni Orta Doğu, Türkiye ve Rusya Federasyonu Olmadan Olmaz”, 
      http://www.politikadergisi.com/makale/üzgünüm-abede, 09.11.2008, 14.03.2014 
245 A.g.m 
246 Önder Öngör, Soğuk Savaş Sonrası Dönemde ABD’nin Ortadoğu Coğrafyasında Uyguladığı Güvenlik 
      Politikaları Ve Bu Politikaların Türkiye Üzerine Yansımaları, Yüksek Lisans Tezi, Gebze, (2005), s.28 

10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder