13 Aralık 2017 Çarşamba

SİYASAL AÇILIM


SİYASAL AÇILIM



Yekta Güngör Özden 
yektagungorozden@mucadele.com.tr
09 Haziran 2007 

Yürekleri yakan, acı acı düşündüren, üzen ve utandıran olayların arkası kesilmiyor. Yanlış bir insan hakları, demokrasi, özgürlük ve din anlayışı her gün gazete sayfalarını, televizyon ekranlarını dolduran çirkinliklere neden oluyor. Disiplin, terbiye, saygı yoksunluğu, kimi kendini yazar ve aydın sananların kalemlerinden dökülen pislikler olumsuzlukları tetikliyor. Toplumsal dokunun bozulduğu kuşkumuzda haklı çıkmamayı isterdik. Yaralamalar önemsenmiyor, öldürmeler, cinsel saldırılar, spor karşılaşmalarındaki azgınlıklar Türkiye ve Türkler hakkında amaçlı kötülemeleri doğrulayacak biçimde giderek büyümekte ve yaygınlaşmakta. Kendiliğinden hak alma (ihkak-ı hak) denilen türde girişimler de ayrı. Kolluk güçlerine, devlete karşı gelenler, gündüzleri toplum içinde görünüp geceleri mayın döşeyenlere eklenmeye başladı. Ulusu, ulusallığı benimsemeyen ümmetçi kafanın çelişkili ve sakıncalı yaklaşımlarının sonucu her tür, her biçim terör kanlı dişlerini gösteriyor. Yansız, etkin ve güçlü bir yönetim olsa bu durumlar yaşanmazdı. Önleme çabası da izlenmemektedir. Tersine, partizanlık ve kadrolaşma, amaca uygun Anayasa değişikliği oyunlarıyla hiçbir çekinme duyulmadan sürdürülmektedir. AB içişlerimize, ABD dışişlerimize, İMF ekonomimize egemen olmuştur. PKK ile savaşımda özel temsilciliği sıkıntılarla yürütmeye çalışan, ABD’nin tutarsızlığını eleştiren emekli Orgeneral Edip Başer’in görevden alınmasında ABD baskısı yadsınabilinir mi? ABD’nin her yaptığına katlanıp her ödünü veren AKP iktidarının tutumu ulusal onurumuzu da yaralamıştır. Başbakanın, kimi Bakan ve milletvekillerinin sakıncalı, kışkırtıcı, ayrımcı konuşmaları yetmiyormuş gibi kimi işlemler de dinci eksende, ulusallığa aykırı biçimde yapılmaktadır. Anayasa buyruğu “derhal seçim” durumu doğmuşken, üstelik daha önce erken seçim kararı alınmışken Meclis’in olağan çalışmalar yapması doğru değildir. “Yetkili olmak” başka, “faal olmak” başkadır.

İktidarın duruşuna, gizli-açık desteğine güvenmeseler içte ve dışta kimse kolay kolay Türkiye karşıtlığına, düşmanlığına soyunamaz. Seçimler nedeniyle AKP iktidarına kimlerin destek verdiğine bakmak yeter. Kimi ABD’li, kimi Fransız, kimi Alman, kimi Rum ve de Barzani ile Talabani. İşlerine gelmese övücü konuşma yaparlar mıydı? Bu ölçüde verici başka bir iktidar olmuş muydu? Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk ABD gazetesine verdiği demeçte “AB ile görüşmelere lâikler engel oluyor, hükümette olsalardı görüşmeler başlamazdı” demecini verirken, bir yandan da Silâhlı Kuvvetleri eleştirmeye kalkışan AB’lilerle mektup imzalamaktadır. AB’nin tutmadığı sözlere, AKP’nin modern Türkiye’yi karartma çabalarına asla değinmemektedirler. Ankara-Anafartalar Çarşısı vahşeti için üzüntü açıklama yeterli mi? PKK’yı kimler destekliyor, kimler besliyor, koruyor? Terörün her türü her zaman kınanmalı, gereken önlemler alınmalıdır.

Yekta Güngör Özden ile Türkiye gündemi


Yekta Güngör Özden ile Türkiye gündemi Milli Mücadele Derneği Ankara Temsilciliği 12 Mayıs 2007 tarihinde Yekta Güngör Özden ile Türkiye gündemi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.

Milli Mücadele Derneği

Ankara Temsilcisi Yılmaz Ekinci ve

Yekta Güngör Özen

İktidar İkilemleri

Sınırdışı operasyon için karar önceliği iktidardadır.


Seçimler herkesin gerçek yüzünü bir kez daha ortaya çıkaracaktır. Vitrin süsleme peşindeki siyasal partilerin listesine aldığı kimselerden yönelişi belli olacaktır. İktidar partisinin yine din ve inanç sömürüsüyle sonuç alma istediği açıktır. Başbakanın “Orası Tandoğan’sa burası Vandoğan!” sözleri yanında kimi iktidar partisi ilgililerinin konuşmaları bu durumun kanıtıdır. Türk Bayraklarının gölgesinden, yüzleri renklendiren aydınlığından kaçmışlardır. Onlar da bayraklarla topluluğa katılıp Türkiye’yi Türkiye yapan ilkeler için birlikteliklerini vurgulayabilirlerdi. Ama Türk olduğunu söylemekten kaçınanların, alt-üst kimlik tartışması başlatanların, kucaklarını köktendincilere açanların, kadrolaşma ve partizanlıkla sonuç almak isteyenlerin böyle bir olumlu yaklaşımı beklenemez. Onlar dini ve demokrasiyi bir araç olarak düşünüyorlar. Siyasete dini, dine siyaseti sokarak çıkar güdülerinde dini kullanıyorlar. Gerçek dindar olsalar bu sakıncadan kaçınırlar. Onlar için din adına yalan söylemek de sevaptır. Kötülük yapmak da. Dini siyasete sokarak demokrasiyi dinselleştiren iktidar kesimi, seçimlerde akçalı açılımlarla, dinsel söylemlerle, sıkmabaşlı eşleriyle birlikte poz vererek, Anayasa değişikliğini halkın zararına olmasına karşın yararına gösterip duygu sömürüsü yaparak, nice olanakları kullanarak çoğunluk sağlamaya yönelecektir. 19 Mayıs etkinliklerine alternatif toplantılar, sakıncalı yayınlar iktidarın tebessümüyle yapılmaktadır. Futbol karşılaşmaları bile 19 Mayıs günü yapılmayabilirdi. Günün anlamına uygun daha coşkulu etkinlikler izlenebilirdi. Her yıl okunan Gençlik Andı bu yıl 19 Mayıs Stadyumu’ndaki tören içindeki etkinliklerde okundu mu saptanamadı. Yazdığı kitaptaki çağdışı görüşleri belirgin Millî Eğitim Bakanı’nın görevinde tutulması anlaşılabilir bir durum değildir. Tokat’ın Niksar ilçesinde bir profesör hekimin yaptırdığı okul, ayrıca öğrenci yurdu yaptırması baskısı sürdürülerek öğretime açılmıyor. Ankara’da hastalarına sağlık hizmeti veren hekimin memleketi için özveride bulunarak gerçekleştirdiği yapı boş tutuluyor. Daha nice çelişkiler. Dinci gösteriler, dualarla yapılan açılışlar, tekke-türbe ziyaretleri, kimi ailelere göstermelik konukluk. Duyarlık ve özen olsa, gerçek demokrasi ve gerçek siyaset olsa, devlette görev verilmesini sakıncalı kılan sözleri davranışları olanlar, bırakınız milletvekili adayı olmayı, daha üst görevler için aday gösterilebilirler mi?

Siyasal Omlet mi?


Herkes işine geleni listesine alıyor. Ülke yararının gözetildiği kanısını verecek belirtiye rastlamak güç. Zikzak çizenler, önceleri karşıda olanlar, ilkeleri benimsemeyenler milletvekili olmak için eski karşıtına başvuruyor. O da yeni birisini kazanmış gibi kapısını açıyor. Düzelen, kendini bulan, yanlışından dönen, doğruyu bulan ile baştan beri kendi çizgisinde ilkeli ve tutarlı yürüyenler için söylenecek bir şey yok. Ama milletvekili olmaktan başka bir şey düşünmeyenlerle, buyruklarını dinleyecekleri yeğleyenler için her zaman söylenecek çok söz olacaktır. Aday adaylarına, daha sonra aday listelerine bakıp kimilerinin nerden nereye geldiğini görerek parmaklar ısırılacaktır. İşbirliğini, güçbirliğini, anlaşmayı, seçimde birlikte çalışmayı, kimi seçim yasaklarını aşarak iktidara karşı güç kazanmak çabalarını “birleşme” diye göstermek ve görmek de yanlıştır. Gerçek durum seçim sonrası belli olacaktır. Liderlerin hepsi “Lâiklik” diyor. Nasıl inanılır? Hele iktidar başının bu konudaki sözlerine nasıl güvenilir? Tansu Çiller, siyasette sahne almaya çalışıyor. Aday furyası açık. Nitelikten çok görünüm, ad, ün, siyasette yararlanma değil halkın alkışı aranıyor.

“..çürük yumurta..” söylemlerinin siyasal terbiye yönünden değerlendirilmesi gerekir. Kötü örnekler gelecek için tehlikedir. Çürük yumurta benzetmesi yapanlar sanırız kendilerini sağlam yumurta olarak tanıtmıyordur. Dini siyasete âlet ederek dine saygısızlık edenlerin, bu yolu Türkiye için elverişli görenlerin sorumlulukları ağırdır.

Tam Atatürkçü bir iktidar oluşturmak için en çağdaş Tüzük ve Proğramla, Atatürkçü Düşünce Derneği Şube Başkanlarının dernekten bağımsız Kemalist (Atatürkçü) bir parti kurulması önerisiyle gerçekleştirilen Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi, Mümtaz Soysal’ın Bağımsız Cumhuriyet Partisi’yle birleşip bütünlüşmeye önder ve örnek olarak CHP’de yoğunlaşmak amacıyla yola çıkmışken kimilerinin sözlerinden dönmeleri, imzalarını yadsımalarına varan ters tutum almaları ve engellemeleriyle gerçekleşmedi. Dernekler, vakıflar ve benzeri kuruluşlar toplumsal bilinç için çok yararlı ama siyasal güç, yetki sahibi olmadıkça sonuç almak olanaksız. Yeterli bilgisi olmayan kimi medya köşelileri anlamlı, soylu amacı “Bölücülük” diye suçluyor ve Bülent Ecevit’in bölücülükte direnmesini unutturmaya çalışıyor. Kurulan yeni parti CHP’den üye koparmadı. Partili olmayanlarla, CHP’ye, özellikle yönetimine karşı olanları, duraksayanları üye yaptı. CHP’den üye ayırarak, bir yerlere atama yapıp görev vererek, sözveride bulunarak, değişik olanaklar sağlayarak insan kandırmış, ayartmış değildir. Önerenler, katılanlar, destekleyenler arasında sözlerinden dönenler olmasaydı, asıl birleşme daha önceden olacaktı. Şimdi kimileri “AKP 2002’deki oy oranını tutturamaz” diyor. Çoğunluğu alması bile kötü. Parti ağalarını, siyaset demirbaşlarını, mafya, çıkar, dincilik, tarikat, aşiret, sermaye, yabancı ilişkililere bakmadan gerçek yurtseverleri suçlayanlar hiç vicdanlarını dinlemezler mi? Kimler nerde, kimler kimlerle hiç gözetmezler mi?

19 Mayıs’ta bayrak krizine, protokol tribünlerindeki sıkmabaşlılara kim destek veriyor, bunlar kimlere güveniyor? Düşünmek gerekir. Yarın Çankaya’yı ele geçirince devletin başına ne çuvallar geçirilir, ne çoraplar örülür, ne çarşaflar giydirilir, ne peçeler örtülür? Olanlara bakıp olacakları kestirmeden uluorta yazıp çizmek, “Gelen ağam, giden paşam” tutumuyla çalakalem karalamak kolay. Kimlerin kimleri niçin eleştirdiği ve desteklediğini çok kimse biliyor, anlıyor. İmza ve bildiri aydınları(!) boş durmuyor.

Mitingler


Bir kuruluşa maledilmesi yanlış olan, iktidara ve destekçilerine karşı Atatürkçülüğü seslendiren, ayrılıkçılara, bölücülere çağrıda bulunan mitingler önceki yazımızda değindiğimiz durumlar dışında olumlu karşılanmış, başarılı ve etkili olmuştur. Özellikle oylarını kullanmayanlar, duraksama içinde olanlar, kararsızlar yönünden yarar getirmiştir. Kadınlar ve gençler çoğunlukta idi. Partileri, kuruluşları aşan yığınlar Türk olmanın mutluluğu, Atatürkçü olmanın kıvancıyla coşkulu idi. Yıllar önce başlattığımız Samsun katılımları yinelenmiş, canlanmıştır. Yunanistan’da kindar pontusçular yürür, anıt dikerken yurttaşlarımızın ölgün durması beklenemezdi. “Ne şeriat, ne darbe” sloganıyla Silahlı Kuvvetler karşıtlığını uygun bulmuyoruz. Kimsenin darbe istediği, beklediği yok. Tersine, olmaması için iyi niyetli uyarıları var. Bir yanı olumlu, bir yanı olumsuz çıkış, anlamı yiten söz olur. Mitingleri bitirmek de yanlış. Nefes mi tükendi? Karşıdaki durmayınca uyarı yine yapılmalı, coşku yine dalgalanmalı, yurttaş yine kaynaşmalı, gerekenler yine uyarılmalıdır.

Yalan dolan


Medyanın büyük kesimiyle terör aygıtı gibi çalıştığını üzülerek yineliyorum. Anayasa Mahkemesi’nin özelleştirmeyle ilgili bir kararındaki karşı oyun on yılı aşan bir zaman sonra bile gerçekleri kestirmenin, gereksinimleri ortaya koymanın örneği iken bunu amaçlı biçimde eleştiren eski bir kafatasçı, hükümlü yazar, daha sonra “Atatürk yaşasaydı” diyerek onun zamanındaki koşullara karşın yaptıklarını, günümüz koşullarında örnek alarak nasıl yapmamız gereğine çağırmamı yadırgamıştı. Bir süre önce de 1975’de katıldığım bir seminerde Adliye-Felsefe ilişkileri konusundaki seminerde bir hukukçu olarak (felsefeci değil) yaptığım konuşmayı bir felsefecinin adını kullanıp onun ilettiğini söyleyerek “Fikir perişanlığı” ile nitelemişti. İlettiğini söylediği yardımcı doç. dr., konuştuğum 7.3.1975 gününde 5 yaşında imiş. Türkiye Felsefe Kurumu’nun konuşmama yer veren kitabını yazara gönderdiği, ne olduğu bilinen yazarın da okumadan, adıma duyduğu tepkiyle gelişigüzel eleştiriye kalkıştığı anlaşılıyor. Ben hukukçu olarak katıldım. Konuşmamı felsefe yönünden değil, adliye yönünden ele almak gerekir. Nedense kimileri Atatürkçülere katlanamıyor. Başka kusurumuz, kötülüğümüz varsa yazsınlar, düzeltelim, bilelim. Nice kötüleri, kötülükleri bırakıp bizlere saldırmaları nerelerde ve nasıl olduklarının kanıtıdır. Takıntılardan kendilerini kurtaramıyorlar. Değişmeleri de olanaksız görünüyor. Hiç mi olumlu bir şey yapmadık? Katkılarımız bir gün anlaşılır, anılır.

Geçenlerde bir muhabir telefonla arayarak ısrarla “dürüst davranıp söylediklerime aynen yer vereceği” sözünü vererek sorularına yanıt istedi. Yayımlanınca baktım, sözünde durmamış. Üstelik hiç gereği ve gerçeği yokken. “..mütedeyyinleri üzen açıklamalarıyla..” diye başlamış. Görevdeyken üzmüşüm. Hangi gerçek mütedeyyini insan hakları, özgürlük, demokrasi, hukuk, lâiklik, Atatürkçülük, ulus, ulusçuluk, halkçılık, milliyetçilik, ahlâk, adalet, barış, yargı bağımsızlığı, anayasanın üstünlüğü üzer? Dincilere yaranma, Atatürkçüleri karalama çabası insanı ne durumlara düşürüyor. Yazık!

Kimileri de kafasını “kafa”ya takmış. Yobazlığın türleri çoktur. Takıntılar, ruhsal ve beyinsel özürleri gündeme getirir. “Kafa” ile “Baş” kimi zaman aynı anlamdadır, kimi zaman başka anlamda kullanılır. Bu sözcükleri içeren nice atasözleri, özdeyişler, deyimler, benzetmeler vardır. “Tahta kafa” bunlardan biridir. Bunu anımsatmak yeter. Üstelik kafatasçı bir geçmişten gelenler için kafayı iyi kullanmak gerekir. Ne diyelim dilleri ve kalemleri kendileridir.

Milli Mücadele Derneği yöneticileri başarılı çalışmalarını sürdürüyor. Peşpeşe şube açıyorlar. Kutluyorum. Ama yeterli değil. Bayanların ve gençlerin yoğunluğuyla halkın ilgisi gerekir.


http://www.mucadele.com.tr/yazarlar/siyasal-acilim-56281/


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder