TÜRKİYEDEKİ MERKEZİ YÖNETİM, YEREL YÖNETİMLER, BÖLGESEL ÖRGÜTLENME, FEDERALİZM BÖLÜM 6
ALİ GÜLBAHAR- Neleri konuşalım? Orada konuşulanları elbette bilmiyorum, ama bazı şeyler vardır ki, çok önemli karinelerdir onlar. Yüzde 30'u artık sizin tanık
olmadığınız kısmıdır, o da konuşmanın kendisidir; ama yüzde 70 olarak o olaylar sizi bir yere götürür, oradan ders çıkarmak lazım. Eğer bir gün bunların afişe edileceğini, açıklanacağını beklersek, bu herhalde yarım yüzyıl sonra o
adamların anılarında olacaktır.
E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Sokaktaki çözümü biraz daha netleştirir misiniz?
ALİ GÜLBAHAR- Sokağın çaresizliği, çözümü de üstlenme konusunda bir sorumluluk olarak dönecektir bu konuda yetki kullananlara; bundan hiç şüphem yok.
E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Ne netice verir bu?
ALİ GÜLBAHAR- Ben sanmıyorum ki, dünyanın başka böyle bir ülkesi olsun.
İnsanların sosyal, iktisadi vesaire olayları bu kadar bildiği, bu kadar
derinliğine bildiği ya da bilmemesi gereken olayların bu kadar afişe edildiği
bir başka ülke olabileceğini sanmıyorum. Hep bir sağduyusu vardır bu ülkenin,
ülke gitti denilen noktada, gidişi çeviren bir sağduyusu vardır bu insanların.
Sanırım, oraya geliniyor, yani bütün mesele bir güven meselesidir. O insanlara
güven verecek birilerinin, onlar adına bu çözümü sağlayabileceği anlatılmadığı
sürece, kendi geleceklerini kurmak üzere inisiyatif kullanacaklarını
düşünüyorum. Bu onayladığım bir şey değil, çünkü böyle bir yetkinin kullanılması konusundaki ilk adım, toplumun şu an en örgütlü kesimini onların önünde görmeyi gerektirir ki, bu benim için sonuçları facia olan bir şey.
E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Sizin için doğru çözüm nedir?
ALİ GÜLBAHAR- Doğru çözüm, söylediğim gibi, önce kavramlar. Cumhuriyetin temel değerleri dediğimiz şeyin bugünkü yorumlanışı, bugünkü ihtiyaçlara göre
yorumlanışı, bütün bu tartıştığımız, şurada konuştuğumuz şeylerin içinde bile,
küreselci dayatmanın ürünü olanların ayıklanması, ondan sonra bize kalan
kavramlarla, kendimizi doğru ifade edebileceğimiz temel kabulleri
oluşturabilmek; çünkü ondan sonrası çok daha zor. İktisadi bağımsızlığını
sağlamak üzere adım atacaksınız, borçlarınız konusunda bir şey söyleyeceksiniz, herkesin küreselleşmenin -dış politika itibariyle- esiri olduğu şu dönemde -biraz Güney Amerika bunun dışına çıkmaya başladı- bir şeyler söyleyeceksiniz onlara ve bunları söylerken de bir gücünüz olacak. Bakın, dönüp dolaşıp güce geliyoruz. Bu iktisadi değilse, bu halkın güveni olacak, bir kredi
kullanacaksınız sonuçta, yani varsa paranız, onunla destekleyeceksiniz
duruşunuzu. Paranız yoksa, bu mutlaka güven olmak zorunda. Bu ülkeyi, bu ülke halkını arkanızda göreceksiniz. Detayları elbette tartışılır, ama sanırım, bir
başka konuşmanın konusu olur.
E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Buyurun.
ÜNSAL AKTAŞ- Sokağa bir katkı olsun mu?
E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Sokağa bir katkı olsun, evet.
ÜNSAL AKTAŞ- Sosyal dokudan parçalar. İntiharlar yaygınlaşıyor, bunun içerisinde bir profil vereyim, polis intiharları. Sonra iki çocuğunu, sonra karısını, sonra kendisini vuruyor, yani geleceğe ilişkin bir mali korku…
E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Kredi kartından battığı için mi?
ÜNSAL AKTAŞ- Evet. Bu bir örtülü cinnettir.
Bir başka husus, kent türyası o raddeye vardı ki, kent türyası diyorum ben bunu, belli bir grubun sistematik göç furyasıyla beslenen kent türyası, sistemi
kilitlemek adına o çerçevede ihkakıhak giderek yeni boyutlar ve tarifler
kazanıyor. Linç, kapkaça karşı tavır, kent güvenliği içerisinde güruhlarda,
paşamın dediği o güruhlarda linç çerçevesinde. Yarınki hırsızlar için de bu
geçerli olacak. Sadece siteler için bir kurtuluş yok, sokak için söylüyorum.
Bir ileri adım daha, varoşlardan başlayan bir yağmayla karşılaşabiliriz; çok
uzak değil. O bakımdan sokağı öyle takrir ediyorum.
Söz almışken, iki şey daha söyleyeceğim: Bugünden yarına, yarından öbür güne, eğer gayri safi milli hâsıladaki feryadı okuyamazsak ve milli burjuvaziyi tesis etmek için tedbirler vasıl edemezsek, o 10 yıl belki 5 yıla çekilebilir. Çok
aleyhe gidiyor, hangi hükümet gelirse gelsin.
Teşekkür Ediyorum.
E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Buyurun.
ÖMER FARUK EMİNAĞOĞLU- Ben bir farklı boyut eklemek istiyorum: "Devlet
modelinde, yapılanmasında bir değişiklik isteği mi var?" dediniz, evetaçıkça bir
değişiklik isteği var. Uyguladığımız merkezi ulus-devlet yapılanmasında klasik
anlamda nitelendirilen yasama, yürütme, yargı, erk üçlüsü içerisinde bir
federalizme geçiş aşamasında topluma en az hissettirerek, nasıl geçebilirsiniz?
Yargıdan başlayarak geçersiniz. Yasama ve yürütmeden başlarsanız, ilk etapta
bunu yapmanız çok kolay olmayacaktır, ama yargıdan başlarsanız, bunu daha rahat, geçiş sürecini daha az sancılı bir şekilde yapabilirsiniz.
Öncelikle bir devlet bir hukuk düzeni demek, bir anayasal düzen, hukuk düzeni
demek. Bu hukuk düzeni korumak hukuksal yolla ilk etapta, yargı yoluyla
koruyacaksınız, yargınızı, devleti koruma, anayasal kamu düzenini koruma
boyutunun ötesine gönderirseniz, hukuk düzeniyle koruyamazsanız, zaten hukuksal bir varlık olma şeyinizi kaybedersiniz. Bu noktada bizim Türkiye'de 1982 yılında bölge idare mahkemeleri kuruldu, fakat bu olaya tam oturmuyor. Bölge adliye mahkemeleri konusu gündeme geldi. Nedeni, niçini tartışılmadan ve belki Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu modelin çok çok daha ötesinde ve yargının varlık nedenlerini sorgulatırcasına bir kapsam genişliğiyle bölge adliye mahkemeleri çıkarılıyor. Osmanlı modelinden bahsedildi. Osmanlıda 1876'da bu bölge mahkemeleri kurulmuş, 1924'te şeri mahkemelerle birlikte kaldırılmış, zaman içerisinde kurulsun mu, kurulmasın mı tartışmaları yaşanmış, fakat kaldırılırken birinci gerekçe, yeni bir hukuk devrimi reformu içerisinde olan Cumhuriyet döneminde, bu mahkemelerde çalıştırılacak yeterli yargıç sayısının olmaması, uzman yargıç sayısının olmaması. İkincisi, bir ulus-devlet kimliğinin
benimsenmesi anlamında, Türkiye yasamasını ve yürütmesine merkeze tek bir
otorite olarak çekmiş, yargıda da denetim anlamında o temel yasaları, aldığı
yasaları oturtma anlamında tek bir Yargıtay örgütlenmesi anlamında tek bir
merkezi denetim, yargısal denetim organını yüksek mahkeme organı olarak
oluşturmuş.
Bu noktada Avrupa Birliğinden bize yönelik yapılan talepler içerisinde, koşulsuz
ve kısa vadeli öncelikler listesinde, bu istinaf mahkemelerinin hayata
geçirilmesi olayı var. Bu yasa çıktı, istinaf mahkemelerini -bölge adliye diğer
adıyla - hayata geçirdiğiniz zaman, şu anki Yargıtayın iş yükünün yüzde 80'i
bölge mahkemelerinde kalıyor ve bunlar bir daha Yargıtaya gelmemecesine kalıyor.
E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Yargıtay bunların üst kurumu olmuyor.
ÖMER FARUK EMİNAĞOĞLU- Hayır.
E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Yargıtay yerine geçiyor.
SALONDAN- Devreden çıkarılıyor.
ÖMER FARUK EMİNAĞOĞLU- Her bölgenin bir Yargıtayı oluyor diyebilirsiniz. Yargı, merkezi devletin üç unsurundan biri yargı, bölgeselleşiyor, yasaması ve
yürütmesi bundan sonraki bir tartışma süreci.
Bunun Atatürk döneminde kaldırılmasının birinci gerekçesi neydi? Orada
çalıştırılacak kişi sayısı ve yeni devlet tanımına uyum sorunu idi. Aynı sorun
bugün yine var. Bu mahkemelerde çalıştırılacak yargıç, savcı yeterli, eğitimli
ve mesleki tecrübeye ulaşmış yargıç, savcı söz konusu değil, ancak Aralık ayında bir yasa çıkarıldı, Aralık ayında çıkartılan yasalarla bütün yargıç ve savcılar kâğıt üzerinde 4 yıl kıdemlendirildi. 4 yıl kıdemlendirilince, herkes o
mahkemelere atanabilir yeterliliğe geldi. Bilgi düzeyi olarak o niteliği
taşımayan insanlar, o mahkemelerde üst denetim yaparcasına görevlendirilecekler. Kâğıt üzerinde kadro sorunu çözüldü, fiiliyatta o kadro sorunu, Cumhuriyet dönemindeki olay devam ediyor.
Avrupa olayından bahsettim, Türkiye'de bu bölge adliye mahkemeleri konusu
gündeme geldiğinde, 2003 yılında Avrupa Birliği Türkiye'ye bu konuda parasal
yardımda bulundu. 2004 yılında bu parasal yardımlarla, ama Avrupa Birliği bunda bulunurken, bize özellikle üç il adı verdi, mutlaka bunu Ankara'da kuracaksınız, mutlaka Erzurum'da kuracaksınız, mutlaka Diyarbakır'da kuracaksınız. Diğer kaç ilde kurarsanız kurun, bu bölge mahkemelerini kaç ilde kurarsanız kurun, ancak üç ile karışıyorum, Ankara, Erzurum ve Diyarbakır.
SALONDAN- Orada sırf Diyarbakır için aslında.
SALONDAN- Erzurum kapatmak için.
ÖMER FARUK EMİNAĞOĞLU- Ankara, Erzurum, Diyarbakır, bu üçüne karışıyorum dedi, o şekilde parası alındı, arsaları alındı.
E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Peki, gerekçe gösterdi mi?
ÖMER FARUK EMİNAĞOĞLU- Hayır, özel bir gerekçe göstermiyor. Ama Sevr modeline giderseniz, başka yerlere giderseniz, belki komplo diyebilirsiniz, ama başka varsayımsal şeyler de çıkarılabilir. Fakat bu para alınıp, bu modele geçildiği zaman, Türkiye'de İstinaf Mahkemeleri Yasası yoktu, bu yasa çıkmamıştı. Avrupa Birliğinden biz bu parayı aldığımız zaman, arsalar için ihaleye çıkıp, bu arsaları aldığımız zaman, henüz İstinaf Mahkemeleri Yasası çıkmamıştı. İstinaf Mahkemeleri Yasası 2004 yılı Eylül ayında çıktı. Dolayısıyla yargıdaki yeni
örgütlenme modeli anlamında, kimin isteğiyle hareket edildiği, yani "bu istek,
devlette yeni bir yapılanma mı isteniyor, kim istiyor?" derseniz, biz bu parayı
aldığımız zaman bu yasamız yoktu, o ihaleyi yaptığımız da bu yasamız yoktu.
Ondan en son ihale 2004 Temmuz ayında yapıldı, biz yasayı Eylül ayında çıkardık ve o yasayı çıkartan ihale Türkiye Büyük Millet Meclisi olmasa gerek.
Bütün temel yasalarımızı değiştirdik. Temel yasaları hocam da iyi nitelendirir,
anayasalardan belki çok daha fazla değişmez nitelikte metin olma özelliğini
taşıyan yasalardır. Biz daha 80 yılda bütün anlamıyla oturtamadığımız temel
yasaları değiştirdik, hepsini çöpe attık. Çöpe atınca, 80 yıllık yargı
birikimimiz ve tecrübemizi de çöpe attık. Bütün kavramları, bütün kurumları ve
yargının 80 yıllık tecrübesini çöpe attık. Peki, ne oldu? Tam böyle bir modelde
istinaf mahkemeleri dayatıldı, getirilen yeni yasaları daha yorumlayamamışken,
oturtamamışken, istinaf mahkemelerini koyuyorsunuz, Yargıtayı bir tarafa
bırakıyorsunuz, her bölgede yasama, yürütme, yargının yargısını koyuyorsunuz,
yargı artık çözüm merkezi, kamu düzenini sağlayan, kişilerin sorununu çözen
değil, çözümsüzlüğe götüren devlet organları haline geliyor. Yargı bunu
çözemiyorsa, o zaman devlet kendi hukuksal varlığını korumaktan uzaklaşıyor.
Devlet hukuk yoluyla koruyamıyorsa, o zaman bahsettiğiniz örgütlenme anlamında farklı şeyler çıkıyor.
Bizde, hukukçularda çok tartışılır, Yargıtay içtihat mahkemesi olmuyor, yılda
600 bin dosya yapılıyor, bizim yumuşak karnımız bu, Yargıtay içtihat mahkemesi olsun falan. Fakat bunları her ilde kurabilirsiniz, görev kapsamını dar tutabilirsiniz. Bölge idare mahkemelerindeki gibi, her şey orada kesilmiyor, ama burada her şey bölge mahkemelerinde kesiliyor, Danıştay yine asli konumda, ama Yargıtay artık sistemden uzaklaşıyor; yani devletin yasalarını yorumlayan yüksek mahkemesi artık tek bir noktada değil, her bölgenin ayrı yorumları, ayrı olayları çıkıyor.
OSMAN NURİ EYÖVGE- İçtihat farklılıkları olacak.
ÖMER FARUK EMİNAĞOĞLU- Çıkacak. Benzer konu Avrupa'da gündeme gelmiş, Avrupa Konseyi bünyesinde gündeme gelmiş. Malumunuz, İnsan Hakları Mahkemesi var ve 50 yıldır faaliyette, 50 yılda 5 bin dosya çıkarabilmiş, ama bugün önünde 50 bine yakın biriken dosyası var. Peki, bölgesel mahkemeler mi kuralım denilmiş? Avrupa Konseyi bunu tartışmış ve 2001 yılındaki değerlendir me raporunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bölgesel nitelikte mahkemelerin kurulmasının, Avrupa kamu düzenini tek merkezden yorumlama anlamında sakıncalar ve içtihat aykırılıklar yaratacağı düşüncesiyle bunun mümkün olmaması gerektiği yolunda verdikleri rapor üzerine bu düşünceden vazgeçilmiş. Şimdi Türkiye'de çok farklı olaylar yaşıyoruz ve bir kısmı kamuoyuna intikal ediyor, bir kısmı etmiyor. Yasaları yorumlarken,
artık uygulama birliği yok oluyor. Kamu düzenini hukuk yoluyla sağlama iradesi
yok oluyor. Bu yasa 2005 yılı Haziranında çıktı, Avrupa Birliğinin kısa vadeli
öncelikler listesine göre, iki yıl içerisinde bu mahkemelerin faaliyete geçmesi
gerekiyor; yasa uyarınca, bu hüküm yasada da var. 2007 yılı Haziran ayına kadar bu mahkemeler faaliyete geçecek. Aralık ayında çıkacak yasayla da herkese 4 yıllık bir terfi olanağı sağlandığı için, kâğıt üzerinde herkes uzmanlaştı, fakat bilgi birikimi yeterli olmayan yargı ve savcıları oraya koyduğunuz zaman, uzman olmayan yargıç ve savcılara denetim mahkemesi kurduruyorsunuz ve Türkiye'nin hukuksal yolla kamu düzenini koruma olayı artık geri planda kalıyor. Yasama, yürütme, yargı erklerinden en kolay yolla federalizme geçiş süreci yargıyla ve topluma hissettirilmeden böyle yaşanıyor, bunun başka izahı yok.
Avrupa'da bölge mahkemeleri tartışılıyor, Avrupa'da bölge mahkemeleri
tartışılıyor. Federal yapıda olan ülkelerde tartışmasız uygulayan ülkeler var.
Ama bizim yapımızda olan ülkelerin hepsi bölge mahkemelerini kaldırma çabasında.
Böyle bir çabadayken, biz bunu getirmek için var gücümüzle, yasadan olmadan
parasını alarak…
E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Yani federalizmin altyapısını hazırlıyoruz.
ETHEM AKAY- Maalesef, doğru bu söylediğiniz. Zaten ben Ceza Kanunu yapılması vesaire sırasında birtakım arkadaşlarla birlikteydik, "Türkiye'ye yapabildiğiniz en büyük kötülüğü yaptığınızın farkında mısınız?" dedim, "ağır konuşuyorsun" dediler. "Bu daha bir tespit, ağır konuşmayı biz sonra yaparız" falan dedim. Maalesef, az önceki hafıza meselesinde, hafızada birtakım şeylerin silinmesinde, çünkü hafıza insanın geleceğine de yön veren bir şey, hukuk da böyle. Bizdeki birtakım müesseseleri yorumlayıp, hayata geçirmek kolay olmamıştır ve Cumhuriyetin ilk döneminde çıkartılan kanunlar her ne kadar desepsiyon yoluyla getirilmiş olsa bile, Türk insanının ve Türk toplumunun bünyesine uydurularak yapılmıştır.
ÖMER FARUK EMİNAĞOĞLU- Şöyle bir ekleme yapayım: Avrupa Birliğine İtalya bizim Ceza Yasamızla girdi, Fransa ve Almanya bizim uyguladığımız yasalarla girdi. Demek ki, bizdeki temel yasalar Avrupa Birliği için olmaması gereken yasalar değil, bizim aldığımız ülkeler o yasalarla girdi. Ancak bizden mutlak bir
şekilde bu yasaların değiştirilmesi, yani temel oturtulmuş şeylerin bir tarafa
bırakılması, bir belirsizlik sürecinin yaşanması gibi bir model dayatıldı ve bu
tabloda da başarılı olundu.
Şunu söyleyeyim: Türkiye'de hukuk devrimi yaşanırken, Atatürk yeni bir modeli
getirirken slogan bir söz var ve Mahmut Esat Bozkurt'un kullandığı bir sözdür,
"Türk devrimini ilk safta Türk adliyesi koruyacaktır" diyor. Bu yapıda bugün bu
sözü hayata geçirme şansınız ortadan kalkmıştır.
ETHEM AKAY- Zaten dünyanın her yerinde evrensel birtakım prensipler vardır. Bu insanların ortak kanaatinden çıkıyor, fakat ortak kanaatinden çıkan kuralları
her ülke kendi insanına uygun bir şekilde formüle eder. Şimdi bizde maalesef,
Avrupa Birliği süreci içerisinde, ben daha önceki, 1982 Anayasasında bu köklü
değişiklikler yapıldığı zamanki komisyona da ben yine çağrıldım, hatta ben 120
sayfa, hiç çalışmadığım, yapmadığım kadar, Avrupa'daki bütün anayasaları,
oturdum, mukayesesini yaptım, her maddede değişiklik öngörülen maddeyle ilgili olarak Türk siyasi tarihindeki gelişimle nasıl bir anlam verildiği, ne verilmesi gerektiği vesaire saatlerce tartıştık, aradan üç beş gün geçti, tekrar bir değerlendirme toplantısı diye bizi çağırdılar, "hocam, kusura bakmayın,
yaptığınız hiçbir şey değişmedi" dediler. "O zaman siz bana hakaret ediyorsunuz, benim emeğime hakaret ediyorsunuz. Benimle bu kadar dalga geçer gibi, 3-5 ay çalıştırıyorsunuz, bir şeyler hazırlanıyor. Netice itibariyle gelen şeye değişmedi diyorsunuz" dedim. "Liderler böyle şey yaptı" dediler. Hatta orada ben anekdot olsun diye bir şey söyledim: "Hiç olmazsa, 65 inci maddenin başlığında iktisadi demişsin, içerisinde ekonomik demişsiniz. Hiç olmazsa, şu kelimeyi düzeltin de, insicamda hiç olmazsa bir katkım olsun" falan dedim.
Netice itibariyle, bizim kuralların bazıları, hassas konuların oluşumunda bir
yerde bir irade var, bu iradeyi çözmek biraz zor. Bir başka toplantıda,
milletlerarası hukukla ilgili olan, 90 ıncı maddeyle ilgili bir yorum söz konusu
oldu. O dönemin Adalet Bakanı falan da orada. Ben kalktım bir yorum yaptım,
"hoca, bunu yapmaya bizim irademiz yetmez" dedi. Bir bakanın, isim vermeyeyim, bir sorun yaratabilir. Bir bakanın bu cümlesi beni çok rahatsız etti. Bu tespitler, kötü tarafı bu; ama iyi tarafı şu: En azından bunu artık bilen ve
eleştiren bir nüve oluşmaya başladı. Bu nüveleri, bu çekirdeğin gelişmesi, fidan
olacak, ağaç olacak, meyve verecek.
İyi bir şey daha tespit ettim: Yeni oluşan jenerasyonda, belki yüzde 80'i
Türkiye meselelerinden uzak, ama bu yüzde 20'ye yakın, yüzde 10'u da bu işi
bilerek düşünüyor, düşünmeye çalışıyor. Ancak bir başka şey var: Türkiye'de tam bir erozyon bütün müesseselere öyle bir şekilde yansımış ki, hiçbir müessese asli fonksiyonunu ifa edemiyor. Mesela, en önemlisi ülkelerin gelişmesini, vizyonunu gösteren şeylerden biri üniversitedir, fakat ben şu anda ben Türkiye'deki üniversitelerin yüksek lise bile olamayacağını söylüyorum. Bunu
tespit etmek lazım, söylemek lazım. İçerisinde bulunun, akademisyen olarak
gurur duyuyorum, ama bu tespiti yapamazsam, zaten ben bu sıfatı taşıyamam. Bunu arkadaşlarımın yanında söylediğim zaman onlar bozuluyorlar. Hayır, memleketin meselesi, hususunda hassasiyeti hangi mecrada açık sözlülükle söylüyorsunuz?
Söyletmiyor. Sistem bunu niye söyletmiyor? Sistem şu: Sistemde bir güçlüler
odağı var ve güçlüler odakları, kendisinin karşısında olacak kişileri bir
şekilde kendisinin yanına çekecek bir mekanizma oluşturmuş. Nedir mesela?
Ekonomi bakımından birilerinin birilerine bağımlı kılınması. Korkunç bir şey,
düşünen insanların böyle bir cendere içerisinde bırakılması, düşüncelerinin
açıklanmasını engellemektedir. Türkiye'de bir anayasa sorunu olduğu zaman, şu
anda 28 tane hukuk fakültesi var. 28 hukuk fakültesinde 28 tane hocanın çıkıp
da, doğru dürüst konuştuğunuzu gördünüz mü? Türkiye'de idari reform yapılıyor, bu idari reformla ilgili kaç tane idare hukukçusu bu meseleyle uğraşmıştır?
SAVAŞ ÖZDAĞ- Ama şu temel yasalardaki değişikliği sizin fakültedeki arkadaşlarınız yaptılar.
ETHEM AKAY- Onun arkasında başka şeyler de var.
SAVAŞ ÖZDAĞ- Buraya çağırsak, mesela Ömer Beyi dinleseler, burada hepimizi
inandıracak, ikna edecek bir açıklama yapabilirler mi?
ETHEM AKAY- Valla, ben ikna olmadım, ama belki size yaparlarsa…
SAVAŞ ÖZDAĞ- Peki, sizin gördüğünüzü, benim gördüğümü, hocaların gördüğünü onlar niye görmüyor?
ÖMER FARUK EMİNAĞOĞLU- Ben bunu kamuoyuna devrettim yazılarımla, yani
federalizmin yargısal ayağının adımı atılmıştır, bunun başka anlamı yok. Bu
geniş kapsamla getirirseniz, federalizm yargısal boyutuyla…
SAVAŞ ÖZDAĞ- Bu siyasi bir mesele diyorsunuz, değil mi?
ÖMER FARUK EMİNAĞOĞLU- Bunu getirebilirsiniz, ancak görev kapsamını dar tutmanız ve il düzeyinde bunu yapmanız lazım. Uygulayan ülkeler modellerini incelerseniz, neden federal ülkeler bunu korurken, diğer ülkeler bu yapıyı kaldırıyor ve çok ciddi tartışmalar var bu konuda, yani bizim yapımızda olan ülkelerden hiçbiri bu kalsın demiyor.
SAVAŞ ÖZDAĞ- O komisyonda bulunan İzzet hoca buraya gelse, kendisine siz bir ceza hukuku meselesini konuşmuyoruz, devleti konuşuyoruz diyorsunuz.
ÖMER FARUK EMİNAĞOĞLU- Elbette.
SAVAŞ ÖZDAĞ- Buna katılıyor mu?
ÖMER FARUK EMİNAĞOĞLU- Bu mahkemeler boyutuyla, bu o hocaları da aşan konular, yani bir ceza yasasına şu madde niye konuldu, niye konulmadı, belki onu İzzet hocayla tartışabiliriz ama…
SAVAŞ ÖZDAĞ- Bir spot başlıktır o, her bölgeye kendi Yargıtayını getiriyor bu sistem dedik.
ÖMER FARUK EMİNAĞOĞLU- Ama bakın, ben size şunu söyledim: Yasa çıkmadan, yasa 2004 yılı Eylülde çıktı, yani o yasanın içeriğinin yapılmasında o hoca görev almış olabilir, ancak o yasa çıkmak zorunda, yani Türkiye Büyük Millet Meclisinin orada bir takdir şeyi yoktu, çünkü 1 yıl önce o isimle Avrupa Birliği fonundan parası alınmıştı.
SAVAŞ ÖZDAĞ- Çıkmak zorundaydı diyoruz, evet.
7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder