ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 5
2.5. ABD’nin, İran nükleer programına karşı politikaları:
Kendine özgü siyasi tarzı, tarihi, zengin enerji kaynakları ve kültürü ile İran; dünyanın tek Şii teokrasisidir. Hem devrimci bir rejime hem de oldukça geleneksel ve muhafazakâr bir topluma sahiptir. Bu yönleriyle İran emsalsiz bir örnektir ve Batı siyasi analizlerinin standart ölçütlerine uymamaktadır. İran dünyada iç dinamikleriyle ön plana çıkmasıyla birlikte jeostratejik önemiyle de ön plana çıkmaktadır. Orta Asya, Hazar Havzası ve Ortadoğu üçgeninin tam ortasında bulunması da İran’ı önemli kılmaktadır.
İran’ın içinde bulunduğu bölge, enerji kaynakları bakımından, dünyanın kalbi konumundadır.124 İran, yüzyıllar boyunca bulunduğu coğrafyada önder ülke olma iddiasını hiç bırakmamıştır. İmparatorluk, monarşik ya da fundamentalist bütün İran rejimleri Büyük İran sevdasından kurtulamamışlardır. İranlı yöneticiler, özellikle nükleer güç olmak yolunda ilerledikleri sürece, sonuçta gerçekleşmese dahi, Körfez ülkeleri, Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetleri üzerinde önemli bir nüfuza sahip olacakları inancını taşımaktadırlar.125 İran’ın nükleer enerji politikası dış politikasının bir uzantısıdır. İran dış politik tutumunu bölgesel ve küresel tehdit ve fırsatları da göz önünde bulundurarak belirlemektedir. İran nükleer çalışmalarının politik tutumlarla beslemekte ve politik yöntemleri kullanarak geliştirmektedir.
İran’ın konuya dair tutumu savaşa varmayan bir çatışma örneği olarak varlığını sürdürmektedir. Dış politikasının belirlenmesindeki en etkili unsurlardan biri ABD ile olan ilişkileridir. ABD ve İran arasında 1970’li yıllara kadar iyi ilişkiler söz konusu iken 1979 devrimi ile Humeyni’nin iktidara gelmesi ve ardından İran-Irak Savaşı’nda ABD’nin Irak’ı desteklemesi ilişkilerin adeta kopmasına neden olmuştur.126
Şah Rıza Pehlevi döneminde, İran-ABD arasında zorunlu bir stratejik birliktelik söz konusuydu. Şah, ABD’nin SSCB’yi gözetlemesine ve Basra Körfezinde ABD
çıkarlarının korunması için topraklarının kullanılmasına izin vermekte ve buna karşılık ABD, İran’ı bölgesel güç haline gelebilmesi için tüm modern askerî teçhizat ve silahları sağlamaktaydı.127 O dönemlerde ABD’nin Orta Asya'da ilgisini çeken yegâne hedef olan SSCB’nin bu bölgede nükleer silah denemeleri yapmasıydı.
Bu denemeleri izlemek için uzun süre, İran ve Pakistan'daki üslerden kalkan casus uçaklar Orta Asya üzerinde uçuşlar yaparak bilgi toplamışlardır.128
Muhammet Rıza Pehlevi, 1973 yılında Arap İsrail savaşı sonrasında Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) kurulmasıyla, dört katına çıkan petrol fiyatları sonucu büyük bir gelir akışına sahip olmuştur. Avrupalı Devletlerin bu alanda sundukları teklifler sonucu, bir açıklama yaparak “gelecek yirmi yılda 20.000 megavatlık nükleer enerji elde etmeyi” hedeflediğini belirtmiştir.129
İran’ın Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı’ndaki jeopolitik ve stratejik konumu, “nükleer devlet” olmanın ötesinde bir anlam kazandırmaktadır. Gerçek şu ki İran, nükleer reaktörlere ihtiyaç duymayacak durumda olmasına rağmen nükleer alandaki teknolojik gelişmelerden yararlanmak istemiş ve 1960'lı ve 70'li yıllarda ABD dâhil olmak üzere birçok batılı devletten yardım görmüştür.130 Bu alanda, Avrupa ve Amerikan firmaları ile ortak projeler yürütülmüştür. Başkan Jimmy Carter döneminde, ABD firmaları piyasalardaki avantajları kaybetmemek için, ”İran’ın geniş petrol ve doğal gaz rezervleri olmasına karşın, bu kaynaklardan tasarruf yapması ve daha temiz ve daha ucuz enerji olarak sunulan nükleer teknolojiden azami oranda faydalanması” konusunda İran yönetimi nezrinde lobi faaliyetlerinde bulunmuştur.131
Şah 1979’da, Humeyni yandaşları tarafından devrilmiş ve ülkeden uzaklaştırılmıştır. Bu uzaklaştırmayla birlikte İran'ın bölgedeki rolü de değişmiştir.
Süreç içerisinde İran ABD ile ilişkilerini koparmış, İsrail için bir tehdit haline dönüşmüş, adeta bölgede dışlanan bir konuma gelmiştir.132 Devrim sonrası İran her hareketi izlenir bir ülke konumuna gelmiş ve gerek coğrafi konumu gerekse dış politikadaki duruşu ile Ortadoğu’nun önemli aktörlerinden biri konumuna gelmiştir.
Saddam Hüseyin’in bölgedeki karışıklıktan faydalanmak isteğiyle İran’a saldırması ve savaşta kimyasal silah kullanmasıyla başlayan İran-Irak Savaşı’nda 1 milyon civarında insan hayatını kaybetmiş ve yaklaşık 150 milyar dolar tutarında maddi kayıp meydana gelmiştir. Bu savaşta Irak, Batı’dan açık bir destek görmesine rağmen savaşın bir galibi olmamıştır.133
İslam Devrim sonrasında gerek başa gelen liderlerin politikaları olsun, gerekse sekiz yıl süren İran-Irak savaşı olsun, İran’ın nükleer çalışmaları olumsuz yönde
etkilenmiştir. Şah döneminde başlatılan nükleer çalışmalar, İslam rejimi yöneticileri tarafından din açısından sakıncalı bulunmuş ve savaş sürecinde yaşanan ekonomik sıkıntılarının da etkisiyle bu alandaki çalışmalar durdurulmuş tur. Bu dönemde, nükleer araştırma faaliyetleri üzerinde herhangi bir gelişme elde edilemediği gibi yarım kalan tesislerin inşasına devam edebilmek için bir girişimde de bulunulmamıştır. İran’ın sahip olduğu rejimin, ABD ve Batı karşıtı olması nedeniyle, nükleer çalışmalar ile ilgili bütün anlaşmalar Batılılar tarafından iptal edilmiştir.134
İran İslam Devrimi, ABD’yi özellikle iki açıdan güç durumda bırakmıştı. ABD, bir yandan Sovyetlere yönelik en önemli istihbarat alanlarını kaybederken, bir yandan da Basra Körfezi’ndeki petrol kaynakları risk altına girmişti. Öte yandan İran’ın devrim ihracı politikaları Basra Körfezinde istikrarsızlığı tetiklemişti. Hem petrol hem doğalgaza sahip olan bir ülkenin nükleer enerji de üreterek bir enerji merkezine dönüşmesi ABD'nin Bölge'deki çıkarlarına tehdit olarak görülürken, İsrail tarafından da varoluşsal bir tehdit olarak algılanmaktadır. Öte yandan, ABD'nin Basra Körfezi'ndeki Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle kurduğu stratejik ilişkiler, İran nezdinde tehdit olarak algılanmakta, İran Bölge'de yalnızlaştırıldığını düşünmekte ve bu psikoloji içinde daha sert söylemlere girme eğilimi taşımaktadır.135
Enerji kaynaklarının küresel alanda homojen dağılmaması enerjiyi stratejik bir güç yapmakta, bulunduğu coğrafyayı sadece bölgesel değil, küresel güçlerin mücadele alanına dönüştürmektedir. Bu çerçevede, Avrasya coğrafyasının sahip olduğu zengin petrol ve doğal gaz rezervleri, bu bölgenin hayati ve stratejik önemini daha da ön plana çıkarmaktadır.
Dünyanın en büyük ekonomilerden birine sahip olan ABD’nin, bu enerji kaynaklarına sahip olması, ekonomik üstünlüğünü koruyabilmesi için bir gerekliliktir.
ABD’nin özellikle İran ile ilgilenmesinin sebebi, İran’ın küresel enerji dengeleri içindeki önemli bir yere sahip olması ve giderek artan enerji ihtiyacını bu geniş
bölgeden karşılamak istemesidir.136
Kitle imha silahlarının yayılması, terör örgütlerin elini de güçlendirmektedir. Terörizmle mücadele, kitle imha silahlarının denetim mücadelesi ile iç içe geçmiştir.
Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında Orta Doğu bölgesinde kontrol edilemeyen silahlanma yarışı, dünyayı ciddi anlamda endişelendirmektedir. Bu durum, ABD
şemsiyesinde himayesini sürdüren İsrail’in varlığına ve güvenliğine de büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Kitle İmha silahlarının özellikle bu bölgeden bertaraf edilmesi ABD dış politikasının öncelikli hedefleri arasında gelmektedir. 11 Eylül’de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a düzenlenen terörist saldırıları, kitle imha silahlarının terör örgütlerince kullanıldığında ne gibi zararlar doğurabileceğini açıkça göstermektedir. Dolayısıyla, İran’ın bölgesel güç olabilmek amacıyla edindiği başta nükleer silahlarını taşıyabilecek balistik füze sistemleri olmak üzere diğer konvansiyonel silahları uluslararası camiada büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır.137
ABD ve Batı, İran’ın nükleer hesaplarının irrasyonel bir ideolojiden kaynaklandığı nı düşünmektedir. Oysaki İran’ın nükleer hesaplamalarının kaynağı irrasyonel ideolojiden öte, kendisine yönelik çeşitli tehditlerden kaynaklanmaktadır. İran’ın bölgesel güç olma stratejik doktrininin bir taraftan bağımsızlığına diğer taraftan uluslararası yaşamsal kabul edilen çıkarlarının korunmasına yardım edeceği kabul edilmektedir. Bu durumun sağlanmasının bir yolu olarak da nükleer hesaplar kullanılmaktadır.138
İran-ABD ilişkilerine son dönemde damga vuran konu İran’ın nükleer faaliyetleri olmuştur. İran’ın nükleer programı neredeyse on yıldır uluslar arası
gündemin ilk sıralarında yer almaktadır. Bu durum büyük ölçüde İsrail, Batı Avrupa ülkeleri ve ABD’nin İran’ın nükleer programının silah yapmaya dönük olduğu iddiasından kaynaklanmaktadır.139 Bu sorun için UAEK dışında BM’ye bağlı diğer organlar eksenli süreçte ise yaptırım kararları ve bununla ilgili çalışmalar dikkati çekmektedir. BM nezdinde yürütülen çalışmalarda ABD, İran’a yaptırım uygulanmasını en güçlü şekilde destekleyen BMGK üyesi iken Çin ve Rusya ise aynı platformda İran’a ağır yaptırımlar uygulanmasına yanaşmamakta, hatta karşı çıkmaktadırlar.
Silahsızlandırma ya da KİS’lerin ortadan kaldırılması, BM’nin öncelikli hedeflerindendir. BM’nin desteği ile nükleer silahlardan arınmış bölgelerin kurulması üzerine antlaşma, genişletilmiş nükleer denemeleri yasaklayan antlaşma ve nükleer silahların sınırlandırılması anlaşması gibi geniş çaplı antlaşmaların yapılması sağlanmıştır. Hatırlanacağı üzere 1963’de nükleer denemelerin kısmen yasaklanması antlaşması ile nükleer denemelerin atmosferde, uzayda ve su altında yapılmasının
yasaklanması ve 1968’de NPT anlaşması yapılmıştır. Süreci takiben 1992’de, Kimyasal Silahlar Anlaşması ile kimyasal silahların kullanımı, stoklanması ve üretilmesi yasaklanmıştır. 1996 yılında ise nükleer denemeleri yasaklayan antlaşma ile tüm yeraltı nükleer denemelerinin yapılmasını yasaklayacak şekilde kapsam genişletilmiştir.140
Bu bağlamda, BM’nin İran’a yönelik politikasının birtakım kilometre taşları vardır ve bunlar BMGK’nın kararlarıyla atılmıştır. Bu kararların önemlilerinden bazıları
şunlardır. İran’ın uranyum zenginleştirme çabalarıyla bağlantılı ve yeniden işleme faaliyetlerini durdurmasını talep eden BMGK’nın UNSCR 1737(2006) sayılı kararıyla;
İran’a hassas nükleer materyal, teknoloji ve balistik füzelerin doğrudan veya dolaylı olarak satışı yasaklanmış ayrıca UAEK tarafından tespit edilecek olan hassas nükleer çalışmaların derhal askıya alınmasını amaçlanmıştır.141
BMGK’nın UNSCR 1747(2007) sayılı kararıyla; Tahran üzerindeki ekonomik ve ticari yaptırımlar genişletilmiştir. Dönemin İran Cumhurbaşkanı söz konusu kararı, geçersiz bir kâğıt parçası olarak tanımlamıştır. BMGK, ilave yaptırımlar öngören UNSCR 1803(2008) sayılı kararı ile UNSCR 1835(2008) ve UNSCR 1887(2009) sayılı kararları, genel olarak İran’dan uranyum zenginleştirme faaliyetlerine son vermesini, NPT antlaşmasının Ek Protokolü’nü imzalamasını ve UAEK ile işbirliğini artırmasını talep etmektedir. Haziran 2010 tarihinde, UNSCR 1929(2010) sayılı BMGK kararı ile İran’ın nükleer faaliyetleri ve nükleer silah sistemi geliştirme çabaları hedef alınmakla birlikte daha sıkı mali kısıtlamalar, genişletilmiş kargo kontrolleri ve genişletilmiş silah ambargosunu da içeren yaptırımlar kabul edilmiştir.142
2002 yılında Ulusal Direniş Konseyi’nin eski bir üyesi ve Tahran‘da önde gelen muhaliflerden Alireza Jafarzadeh, İran rejimi içerisindeki sağlam kaynaklardan edindiği bilgilere dayanarak Natanz ve Arak’taki iki gizli nükleer tesisin olduğunu ifşa etmiştir.
Bu açıklamaların ardından ABD, İran’ı nükleer silah yapmaya teşebbüs etmekle suçlamış ve nükleer kriz süreci başlamıştır. Haziran 2003 tarihinde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Muhammed El Baradey, İran’ın belirli nükleer materyaller ve faaliyetlerinin raporunu vermediğini açıklamış ve ülkeden işbirliğinde bulunmasını istemiştir. Ancak hiçbir noktada İran’ın NPT’den doğan yükümlülüklerini ihlal ettiğini açıklamamıştır.143
2005 yılında Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı olarak seçilmesinin hemen ardından İsrail haritadan silinmelidir ifadesi ile beraber gerek dış politikası gerekse
nükleer politikasında İran, sert ve uzlaşmadan uzak bir tutum sergilemeye başlamıştır. Ahmedinejad dönemi ile İran, 1989‘da Rafsancani ile başlayan ve 1997 ve 2005‘e kadar Hatemi ile pekişen Batıyla pragmatist uyum geleneğinden kopmaya başlamıştır.
Hatemi tarafından uygulanmaya çalışılan ve Batı dünyası ile diyalog kurarak Batıyla yakınlaşma düşüncesi Ahmedinejad döneminde terk edilmiştir.
Ahmedinecad’ın bu tutumu ve politikaları ile nükleer silah meselesi İran-ABD arasında adeta bir düello malzemesi haline gelmiştir.
Eylül 2005’te Ahmedinecad BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, ülkesinin barışçıl amaçlı nükleer enerji çalışması yürütme hakkından vazgeçmesinin söz konusu olmadığını söylerken Amerikalı yetkililer de İran konusunu, UAEA’nın oyuyla BM Güvenlik Konseyi‘ne taşımayı öngördüklerini açıkladılar.
Mart 2006‘da açıklanan Amerikan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesinde, İran öncelikli tehdit olarak tanımlandı ve İran NPT’nin Güvenlik Denetimi yükümlülüklerini ihlal etmekle ve nükleer programının tamamen barışçıl amaçlar için olduğunu objektif bir şekilde kanıtlayamamakla suçlanmıştır.144
İran ile Batı dünyası arasındaki gerilim 2006 yılından sonra her geçen gün giderek tırmanmaya devam etti. ABD yönetimi İran’ın yükümlülüklerini yerine
getirmediğini ileri sürerek İran‘a karşı yaptırımlar uygulanması konusundaki tezini Obama döneminde hayata geçirdi. Ancak yaptırımlar konusunda BM çatısı altında ABD adım atmadan önce 17 Mayıs 2010 tarihinde Brezilya ve Türkiye’nin katılımı ile Tahran
Deklarasyonu adı verilen bir anlaşma imzalandı. Anlaşma, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Brezilya
Cumhurbaşkanı Luis İnacio Lula Da Silva tarafından Tahran'da imzalandı. Anlaşma uyarınca, İran bir hafta içinde UAEK’ya bilgi verecek, Viyana Grubu'nca onaylanırsa 1.200 kg düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyum Türkiye’ye nakledilecektir. Bu malzeme Türkiye'de kaldığı süre içinde İran’ın malı olmaya devam edecek, Tahran ve UAEK güvenliği denetlemek üzere gözlemci gönderilebilecek, Viyana Grubu 1 yıl içinde İran'a 120 kg nükleer yakıt sunacak, İran, Türkiye'den uranyumu hızla ve koşulsuz olarak iade etmesini isteyebilecek.145
Ancak Tahran Deklarasyonu ABD’yi memnun etmedi ve ABD Haziran 2010‘un başında BM Güvenlik Konseyi’nde Çin ve Rusya’yı da ikna ederek İran‘a tarihinde dördüncü kez yaptırımları uygulamaya başladı. 2013 yılında cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Hasan Ruhani katıldığı Davos Dünya Ekonomi Forumu’nda, Kasım ayında Birleşmiş Milletler Nükleer Dairesi ile yaptığı anlaşma uyarınca ülkesindeki uranyum zenginleştirmesini %20 azalttığını duyurmuştur. Hasan Ruhani’nin ılımlı tutumu ve müzakerelere açık duruşu neticesinde AB İran’a uyguladığı yaptırımları 6 ay süreyle askıya almıştır.146
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
124 Zafer Akbaş ve Adem Baş, “İran'ın Nükleer Enerji Politikası ve Yansımaları”, History Studies,
http://www.historystudies.net/DergiPdfDetay.aspx?ID=594 , 2013, 16.03.2014
125 Mustafa Kibaroğlu, “İran Bir Nükleer Güç Mü Olmak istiyor?”, Avrasya Dosyası-İran Özel Sayısı, (1999), Cilt. 5, Sayı.3, s.13
126 Zafer Akbaş, Irak Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye, Barış Kitap, Ankara, (2011), s. 65
127 Dilek Aydın ve Arif Tekbıyık, “İran Nükleer Programının Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, (2007), s. 109
128 Akbaş-Baş, A.g.m, s.26
129 Mustafa Kibaroğlu, “İran’daki Gelişmelerin Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri ve Alınabilecek Tedbirler”,
http://www.mustafakibaroglu.com/sitebuildercontent/sitebuilderfiles/Kibaroglu-HarbAkademileri-Sempozyum-Iran-Mart2006.pdf s.2, Mart 2006, 16.03.2014
130 Kibaroğlu, A.g.e, ss.271-282.
131 Aydın-Tekbıyık, A.g.m, s.109
132 Tuğçe E. ÖZTÜRK, “Yeni Dönem Türkiye - ABD İlişkileri: Fırsatlar ve Riskler”,
http://www.tasam.org/Files/PDF/abdsonucraporu.pdf, s.29, 16.03.2014
133 Ali Bülent Uşaklı, “Savaşın Dönüşümünde Teknolojik Gelişmelerin Etkisi”, Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, (2007), s.121
134 Arif Keskin, İran’ın Nükleer Çabaları: Hedefler, Tartışmalar ve Sonuçlar, TURKSAM,
http://akademikperspektif.com/2012/01/10/iranin-nukleer-cabalari-hedefler-tartismalar-ve-sonuclar/, 10.01.2012, 16.03.2014
135 E. Öztürk, A.g.m, s. 31
136 Aydın-Tekbıyık, A.g.m, s.115
137 A.g.m, ss.115-116
138 Akbaş-Baş, A.g.m, s.31
139 Bayram Sinkaya, “İran’ın Nükleer Programına Arap Ülkelerinin Yaklaşımı”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 2 Sayı: 15, 2010, s. 88
140 Birleşmiş Milletler Kamusal İletişim Dairesi, Birleşmiş Milletler Hakkında Her şey,
http://www.unicankara.org.tr/everything_Turkish_final.pdf, s.36, 16.03.2014
141 Arzu Celalifer Ekinci, İran Nükleer Krizi, USAK Yayınları, Ankara, (2009), s.115
142 Akbaş-Baş, A.g.m, s.30
143 Ekinci, A.g.e, ss.15–20
144 Talha Köse, “İran’ın Nükleer Programı ve Orta Doğu Siyaseti Güç Dengeleri ve Diplomasinin İmkanları”, SETA Yayınları, Ankara, (2008), s. 23,
http://file.setav.org/Files/Pdf/iran-nukleer-programive-orta-dogu-siyaseti-guc-dengeleri-ve-diplomasinin-imkanlari.pdf, 16.03.2014
145 Türkiye, İran anlaşmasının neresinde?
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/11/131126_iran_turkiye.shtml, 26.11.2013, 15.03.2014
146 Hasan Ruhani: Nükleer program konusunda gerekli tüm adımları atmaya hazırız,
http://tr.euronews.com/2014/01/23/hasan-ruhani, 23.01.2013, 24.02.1024
6 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder