5 Aralık 2017 Salı

SINIRAŞAN SULARLA İLGİLİ ULUSLARARASI HUKUKİ DURUM, BÖLÜM 9

SINIRAŞAN SULARLA İLGİLİ ULUSLARARASI HUKUKİ DURUM, BÖLÜM 9

4.2.2. Diğer Esaslar 

Planlanan projeler hakkında detaylı bir prosedür içeren hükümler 1997 BM Sözleşmesi 3 üncü bölümünde yer almaktadır. Genel olarak su yolu devletlerinin bilgi alışverişinde bulunabilecekleri, birbirlerine danışabilecekleri ve gerektiğinde planlanan projelerin uluslararası su yolu üzerindeki olası etkileriyle alakalı müzakerelerde bulunabileceğini öngörmektedir.308 

Bu genel düzenlemeyle birlikte planlanan projelerin muhtemel olumsuz etkilerini ilişkin kapsamlı bir prosedür öngörmüştür. Bu kapsamda bir suyolu 
devletinin, diğer suyolu devletleri üzerinde önemli boyutlarda olumsuz etkilere sahip olabilecek nitelikte planlanmış projelerini uygulamaya koymadan veya uygulama iznini vermeden önce, ilgili devletlere, gerekli bildirimleri zamanında ulaştırmasını düzenlemektedir. Sözleşme gereği bildirimler herhangi bir çevresel etki değerlendirme sonuçları da dahil olmak üzere, mevcut veri ve bilgilerle birlikte sunulmalıdır.309 Bildirimde bulunan devlet söz konusu verileri incelemek, değerlendirmek ve vardığı sonuçları iletmek üzere bildirimde bulunulan devlete 6 aylık süre tanıyacaktır. Bu süre bildirime tâbi planlanan projenin değerlendirilmesinin özel zorluk arz etmesi durumunda bildirimde bulunulan devletin talep etmesi üzerine 6 ayı geçmeyecek şekilde uzatılabilir.310 Söz konusu süre zarfları içinde bildirimde bulunan devlet311; 

1) Bildirimde bulunulan devletlere elinde bulunan ve doğru değerlendirme için gerekli olan her türlü ek veri ve bilgiyi sağlayarak bu devletlerle işbirliği yapacak, 
2) Ayrıca bildirimde bulunulan devletlerin onayı olmadan planlanan projeleri uygulamaya koyamayacak veya uygulama izni veremeyecektir. 

Bildirimde bulunulan devlet söz konusu sürelere riayet ederek en kısa sürede cevabını karşı tarafa iletecektir. Bildirimde bulunulan devlet planlanan projelerin 
hakça ve makul kullanım ile önemli zarar vermemeye ilişkin hükümlere aykırı olduğuna karar verirse, gerekli evraklar ve gerekçelerini cevabına ekleyecektir.312 
Bildirime cevap verilmediği takdirde, bildirimde bulunan devletin hakça ve makul kullanım ile önemli zarar vermemeye ilişkin yükümlülüklere bağlı olarak planlanan projelerini uygulamaya koyabilecektir. 

Projeleri planlayan su yolu devleti tarafından bildirimde bulunulmaması durumuda ise; bir su yolu devletinin, diğer bir su yolu devletinin kendisine önemli boyutta önemli boyutta olumsuz etkileri olabilecek projeler planladığına inanmak için makul nedenleri bulunuyorsa, bu devlet, diğer devletten bildirim prosedürünün işletilmesini isteyebilir. Projeleri planlayan devlet 12 nci madde de öngörülen bir bildirimde bulunma yükümlülüğü altında olmadığı sonucuna varması durumunda bu durumu gerekçeleri ile birlikte diğer devlete bildirecektir ve bundan sonra diğer devletin bu bildirimi yerinde bulmaması durumunda taraflar arasında danışma ve müzakere süreci başlayacaktır.313 

Ayrıca sözleşmede öngörülen danışma ve müzakerelerin yürütüldüğü süre içerisinde, bildirimde bulunan/projeleri planlayan devlet, diğer devletin danışma ve müzakereleri başlatma isteğinde bulunduğu zaman bu yönde bir talepte bulunmuş olması halinde, aksi kararlaştırılmadıkça projeleri uygulamaktan veya uygulama izni vermekten 6 ayı aşmayacak bir süre kaçınacaktır.314 Bu suretle, projenin etkilerini iyi niyetle inceleyip müzakere için çaba gösteren bir aşağı ya da yukarı kıyıdaş devlet projeyi on sekiz ay süreyle geciktirmiş olacaktır.315 19 uncu maddenin bu sürelerin söz konusu olmayacağı acil durumlara ilişkin getirdiği düzenleme, projenin hayati aciliyeti bulunması durumunda, hakça ve makul kullanım ve önemli zarar vermeme hükümlerine bağlı olarak “derhal” uygulamaya geçilebileceğini öngörmekteyse de, konumuz açısından “derhal” uygulamaya konulabilecek bir projenin, taşkın, kirlenme, zararlı atık gibi acil durumlar dışında mümkün olmadığı açıktır.316 

 Hâlihazırdaki düzenlemede haber verme mecburiyeti, karşı tarafın itirazı halinde çalışmaların yapılamaması ve bir ön izin alma durumunu ortaya çıkarmakta ve aşağı kıyıdaş devleti, kaynak ülkenin yapacağı çalışmaları bile denetleyip izin verip vermeme noktasına taşıyan bir güç odağı durumuna sokmaktadır.317 Aşağı - yukarı kıyıdaş durumundaki komşu ülkelerin, suyolunun kullanımı açısından iş birliği içerisinde olmaları genel kabul gören bir husustur. 
Ancak, menfaatleri çatışan ülkelerin, bu türlü bir düzenleme ile karşılıklı olarak bir menfaatin kullanımı konusunda kolayca engellemeye başvurması mümkün hale gelmektedir. Dolayısıyla sözleşme, bu haliyle, uluslararası hukukun geldiği noktaya rağmen bir geriye dönüşü de anlaşılmaz biçimde gündeme getirmektedir.318 

Türkiye’nin en fazla muhalefet ettiği kısım, herhalde Sözleşme’nin bu bölümü olmuştur. Bununla ile ilgili olarak; Türkiye, 11 inci madde hariç, bir paket 
öneri sunmuştur. Etiyopya tarafından tamamen, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti tarafından da kısmen desteklenen bu teklif, kabul görmemiştir. Bunun üzerine 
Türkiye 11 inci madde hariç III. Bölüme tümüyle karşı görüş bildirmiştir.319 

Taraflar arası veri ve bilgi paylaşımda sözleşme istisnai bir düzenleme de ihtiva etmektedir. Bu düzenleme uyarınca bir su yolu devleti ulusal savunması veya 
güvenliği için hayati önemi olan veri veya bilgiyi vermeye zorlanamaz.320 

Sözleşmenin IV. Bölümünde; "Koruma, Muhafaza ve Yönetim", V. Bölümde "Zararlı Şartlar ve Acil Durumlar"a dair hususlar düzenlenmiştir. Altıncı bölüm; 
silahlı çatışma zamanında uluslararası suyolları ve tesisleri, dolaylı yöntemler, ulusal savunma ve güvenlik bakımından hayati veri ve bilgi, ayrım yapmama, 
uyuşmazlıkların çözümü gibi maddeleri içermektedir. Yedinci bölümde ise imza, onaylama, yürürlüğe girme konuları hükme bağlanmıştır. 

Burada son olarak Sözleşme’nin yönetim konusunda getirdiği düzenlemeye değinmek gerekir. Sözleşme uyarınca su yolu devletleri aralarında herhangi birinin isteği üzerine, ortak bir yönetim mekanizmasını da içeren görüşmelere başlayabileceklerdir. Burada bahsi geçeni yönetim;321 

1) Bir uluslararası su yolunun sürdürülebilir gelişimini planlamak ve kabul edilen planların yürürlüğe sokulmasını sağlamak, 
2) Su yolunun akılcı ve en uygun kullanımını ile korunması ve denetimi başka biçimlerde teşvik etmeyi özellikle amaç edinmelidir. 

4.2.3. Sözleşmeye Göre Uyuşmazlıkların Çözüm Yöntemleri 

1992 Helsinki Sözleşmesinin değerlendirilmesinde de belirtildiği üzere uygulamada ve uluslararası hukukun genel kurallarına göre, hiçbir devlet, 
uyuşmazlık sırasında açıkça belirtmedikçe ya da taraflar arasında mevcut ve yürürlükte olan bir antlaşmadan kaynaklanmadıkça, kendi iradesi dışında, bir 
uyuşmazlığı yargısal ya da siyasal yollardan çözümlemeye mecbur edilemez.322 1997 BM Sözleşmesi, taraf olan devletler bakımından uyuşmazlıkların çözümü konusunda tarafları alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerine ya da yargısal yola başvuruya yönlendiren hükümler ihtiva etmektedir. 

1997 BM Sözleşmesi’nin anlaşmazlıkların barışçı yollardan çözümü başlıklı 33 üncü maddesi323 bir çerçeve sözleşme için ayrıntılı denilebilecek ölçüde ve 
özellikle sorunu uluslararası hale getirecek biçimde hükme bağlanmıştır. Maddenin birinci ve ikinci fıkralarında, uluslararası hukukun uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin; artık tartışılmayan ve konuyla ilgili her kaynakta kolayca bulunabilecek; üçüncü bir tarafın dostça girişimi, arabuluculuk, ve uzlaştırma gibi yöntemler sayılmış, tarafların uyuşmazlığı, hakem mahkemesine veya Uluslararası Adalet Divanına götürmek için karar alabilecekleri belirtilmiştir. 

Kıyıdaş taraflar 6 ay içinde anlaşmazlıklarını müzakereler veya alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleriyle çözüme kavuşturamamışlarsa, anlaşmazlığa taraf olanlardan herhangi birinin isteği üzerine ve aksi kararlaştırılmadıkça anlaşmazlık soruşturma komisyonuna sunulacaktır. Bu usulde de asıl olan uyuşmazlığın Uluslararası Adalet Divanı’na veya sözleşme uyarınca getirilen tahkim usulü ile çözümlenmesidir.324Yani Soruşturma komisyonu Divan’ın veya tahkim mahkemesinin işleyişine tabi olarak faaliyetlerini yürütecektir. 

Sözleşmenin uyuşmazlıkların çözümü bakımından getirdiği ana yapı ise; taraf olan devletlerin uyuşmazlıkların Uluslararası Adalet Divanı’nı veya sözleşme 
uyarınca getirilen tahkim mahkemesi önünde çözümlenmesidir. Taraf devletler bu iki usulden birini seçebilirler. 

Hakemlik kurumu bakımından, uyuşmazlık taraflarının uluslararası hakemliğe başvurmaları, somut uyuşmazlığın ortaya çıkmasından sonra yapılan bir hakemlik antlaşması veya daha önceden yapılmış uluslararası bir antlaşmaya konulan bir hükümle (bir hükmün yorum veya uygulamasından doğan uyuşmazlıklar için özel hakemlik kaydı, antlaşmanın tümü için genel hakem kaydı) ya da bütün uyuşmazlıkların hakemliğe götürülmesi yükümlülüğünü öngören genel hakemlik antlaşmalarıyla gerçekleştirebilirler.325 Hakemlik sözleşmesinde, taraflar, uyuşmazlık konusunu, hakem mahkemesinin nasıl kurulacağını, uygulanacak uluslararası hukuku ve usulü de belirtirler. Burada 1997 BM Sözleşmesi gereği söz konusu usulü sözleşmenin ekinde belirlenmiştir. Yargılamanın usulü safhası bu ek uyarınca yürür. 





Uluslararası Adalet Divanının yargı yetkisi ise, ilke olarak daha önce belirtildiği üzere isteğe bağlıdır. Devletler, uyuşmazlıklarını Divana sunmakta görüş 
birliğinde iseler, Divan bu anlaşmazlığa bakabilir. Ayrıca devletler yaptıkları bir antlaşma ile uyuşmazlıklarını Divana sunmayı önceden kararlaştırabilirler. Böyle 
durumlarda, taraflar belirli bir anlaşmazlık tek yanlı bir başvuruyla uyuşmazlığı divana götürebilirler.326 
Örneğin Türkiye, kıta sahanlığı sınırlandırılması sorununun, görüşmeler yoluyla gerçekleştirilecek bir antlaşma ile çözümünü istemektedir. 
Bu nedenle Türkiye, Yunanistan’ın, sorunu Uluslararası Adalet Divanına götürmesini reddetmekte ve gerekçesini uluslararası hukukun böyle bir zorunluluk getirmediğine dayandırmaktadır. 
Nitekim, Uluslararası Adalet Divanı da, Yunanistan’ın 1976 yılında sorunu “tek taraflı” olarak Divan önüne getirmesi sonucu, Türkiye’nin Divanın yetkisizliğini ileri sürmesi üzerine 1978 tarihli “Ege Kıta Sahanlığı Davası’na ilişkin kararı ile Yunan başvurusunu reddetmiştir.327 

1997 BM Sözleşmesinin 33 üncü maddesinin üçüncü ve onuncu fıkralar birlikte değerlendirildiğinde Sözleşme; özel antlaşma olmaksızın, muhtemel bir 
uyuşmazlığın “taraflardan herhangi birinin isteği üzerine” yargı yoluna götürülebilmesi yolunu açmaktadır. Sözleşmeye taraf olan devletlere ilişkin 
uyuşmazlıklarda tek taraflı başvuru durumu ile karşılaşılabilir. 

4.3. Sözleşmenin Yürürlüğe Girme Usulü ve Güncel Durumu 

BM Uluslararası Hukuk Komisyonu, 1970’den itibaren üzerinde çalıştığı Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımı Sözleşmesini 21 Mayıs 
1997 tarihinde BM Genel Kurulana sunmuş ve 103 kabul, 27 çekimser ve 3 ret oyu ( Çin, Burundi ve Türkiye ) ile kabul edilmiştir.328 
akan su yolu üzerinde tartışmasız egemen olan Devletin ülkesel egemenliği ilkesini de yansıtmamaktadır. Aynı zamanda aşağı kıyı Devleti ile yukarı kıyı Devletinin hak ve yükümlülükleri arasında da dengesizlikler görülmektedir. Sözleşmenin uyuşmazlıkların çözümüyle ilgili düzenlemeleri BM kurucu antlaşmasında geçen uyuşmazlıkları çözme hükümleriyle uyuşmamaktadır. 

Hükümetimiz tüm uyuşmazlıkların barışçı görüşmeler çerçevesinde çözülmesinden yanadır. Bu nedenle bu sözleşmenin aleyhinde oy kullandık." Şeklindedir. 
Görüleceği üzere Çin’de hem uyuşmazlıkların çözümü için getirdiği düzenlemeye hem de sözleşmenin genel yaklaşımına karşı çıkmaktadır. 
Detaylı bilgi bkz., Dalar, s.183 

Sözleşme kabul edildiği 21 Mayıs 1997’den 20 Mayıs 2000’e kadar tüm devletlerin ve bölgesel ekonomik entegrasyon örgütlerinin imzalamasına açık 
kalmıştır. Bu süreçte 16 devlet sözleşmeyi imzalamıştır. Aynı süre zarfında Sözleşme’yi onaylayan devlet sayısı ise 6’dır.329 1997 BM Sözleşmesi 35. Onay 
belgesinin depo merciine tevdiinden sonra 90 ıncı gün yürürlüğe girecektir. Sözleşme uzun yıllar yürürlüğe girmesi için gereken sayıya ulaşamamıştı. Ancak son dönemlerde onay veren ülkelerin sayısında hızlı bir artış olduğu gözlenmektedir. 
2013 yılı Şubat ayında Nijer , 24 Eylül 2013 tarihinde Karadağ ve 25 Şubat 2014 tarihinde ise Fildişi Sahilleri de onay veren ülkeler arasında katılmıştır.330 
Bu onaydan sonra Sözleşme’ye taraf olan ülke sayısı 34'e yükselmişti. Aradan geçen 17 yılın ardından 19 Mayıs 2014 tarihinde Vietnam’ın sözleşmeyi onaylamasıyla bu sayı 35’e yükseldi. Bu durum bize sözleşmenin bu tarihi takip eden 90 ıncı gün yürürlüğe gireceğini öngören amir hükmüne binaen 17 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe gireceğini göstermektedir. Sözleşme’yi onaylayan 35 ülkenin; 12 ‘si Afrika’dan, 16'sı Avrupa’dan ve 7’si Asya ülkelerinden oluşmaktadır. Sözleşmeyi Amerika kıtasından hiçbir ülke onaylamamıştır. 

Sınıraşan sulara ilişkin olarak uluslararası alanda kodifikasyon çalışmalarına uzun süreçler almaktadır. Çoğulcu bir yaklaşımla bu metinlerin hazırlanmasında 
devletlerin bu süreçlere katılımı oldukça önemlidir. Büyük umutlarla hazırlanan BM Sözleşmesi kabul edildikten 17 yıl sonra yürürlüğe girebilmiştir. Bu durum bize bu alanda uluslararası hukuk kaynağı yaratmanın ne kadar zor olduğunu göstermiştir. Ayrıca 17 yılın küresel ölçekte birçok değişim olmuş ve sözleşmenin bazı hükümlerinin bu değişikliklere karşılayamayacağı kanaatindeyiz. Bu suretle Sözleşmenin yürürlüğe girmesinin akabinde bir revizyon ihtiyacı hasıl olacaktır. 

4.4. Sözleşmenin Hukuksal Durumu 

1997 BM Sözleşmesi uluslararası hukukun asli kaynaklarından antlaşmaların kapsamında yer almaktadır. Uluslararası hukukun kaynakları antlaşmalar 1992 
Helsinki Sözleşmesinde kapsamlı olarak ele alındığından tekrar değinilmeyecektir. Ancak burada şunu vurgulamakta fayda vardır, antlaşmalar kural olarak sadece taraf olan devletleri bağlarlar. Bu minvalde sözleşmenin Türkiye açısından hukuksal bir bağlayıcılığı yoktur. 

Sözleşme aradan geçen 17 yılın ardından yürürlüğe girecek olması ve taraf devlet sayının ancak 35 ülke ile sınırlı olması durumu uluslararası alanda genel bir kabulü yansıtmadığına ilişkin en önemli kanıttır. 1997 BM Sözleşmesi içerdiği hükümler bakımından yoğun bir şekilde tartışmalara maruz kalmıştır. Ayrıca 
günümüz su kaynakları yönetimi bakımından gelinen noktayı yansıtmamaktadır. Tüm bu durumlarla birlikte yürürlüğe girmediğinden ötürü sınıraşan sularla ilgili 
kıyıdaş devletlerin herhangi bir uygulamasından da söz edemeyiz. Sözleşme’nin bu yönleri ile uluslararası hukuka ne kadar katkı sağlayacağı hususu tartışmaya açıktır. Bu sayılan sebepler Ülkemiz açısından uluslararası alanda gelebilecek eleştirilere karşı oluşturulacak gerekçelere dayanak oluşturabilecek mahiyettedir. 

Ülkemiz söz konusu Sözleşme’nin çeşitli safhalarında bazı maddelere ilişkin muhalefet şerhini ortaya koymuştur. Bu durumda aklımıza söz konusu maddelere çekince koyulup taraf olunup olunamayacağı sorusu gelmektedir. Uygulanan uluslararası hukuka göre, kural olarak bir antlaşmanın aksi bütün taraflarca kabul edilmedikçe ya da antlaşmada izin verilmedikçe bir bütün olarak uygulanması gerekir. Eğer sözleşme açısından çekince koyulma konusunda bir engel yoksa sözleşmenin kimi hükümlerine karşı çekince koyulabilmekte dir. Yalnız bu durumda da söz konusu çekince antlaşmanın konusuna ve amacına ya da temel koşullarına aykırı olmamalıdır.331 1997 BM Sözleşmesi mahiyeti itibariyle bütünlük arz ettiğinden ötürü, hükümlerine çekince koymaya cevaz vermemektedir. Ayrıca Ülkemiz açısından ileri sürülebilecek çekinceler, antlaşmanın konusuna ve amacına ya da temel koşullarına aykırılık teşkil edilebilecek nitelikte olduğu için, Sözleşmenin muhalefet şerhi koyduğumuz hükümlerine, uluslararası hukuk uyarınca çekince koyma yolu işletilebilecek nitelik arz etmemektedir. Sözleşmenin oylaması esnasında 1997 BM Sözleşmesine karşı Ülkemiz tarafından tümüyle ret oyu kullanılmıştır. 

Burada şu durumu da göz önünde bulundurmamız gerekecektir. Uluslararası alanda 1997 BM Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesinden sonra, Sözleşmeye taraf olan komşularımız sınıraşan sulara ilişkin yürütülecek görüşmelerin Sözleşme uyarınca yürütülmesi talebinde bulunacaklardır. Söz konusu sözleşmeye komşularımızdan Yunanistan, Irak ve Suriye taraftır. Bu durumu örnek olarak; 9-10 Haziran 2014 tarihinde Londra’da Chatman House ve ESCWA tarafından gerçekleştirilen toplantıyı gösterebiliriz. Söz konusu toplantıda Irak temsilcileri “ Türkiye’nin yürürlüğe girecek olan 1997 BM Sözleşmesine biran önce taraf olmasını ve bu Sözleşme kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmesini beklediklerini, Fırat Nehri sularının paylaşılması için BM Sözleşmesi temelinde bir tahsis antlaşmasına gidilmesi gerektiğini ve bu süreçte BM kuruluşlarının katalizör görev üstlenebileceğini belirtmiştir.” Suriye temsilcileri de Irak tarafının ileri sürdüğü bu görüşü desteklemiştir.332 Her iki talebinde Sözleşmeye taraf olmayan ülkemiz açısından herhangi bir hukuksal bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Kaldı ki Sözleşme henüz yürürlüğe girmemiş ve geçen süreç içinde de Sözleşmeye taraf komşularımız 1997 BM Sözleşmesi uyarınca ilişkilerini yürütmüş değillerdir. Kıyıdaş devlet konumunda olan komşularıyla sürekli diyalog halinde ilişkilerini yürüten Ülkemiz, sınıraşan sularımızda uluslararası hukukun esaslarını gözeterek faaliyetlerde bulunmaktadır. Ayrıca Sözleşme’nin getirdiği hakça, makul ve optimum kullanım esası Ülkemizin sınıraşan sulara ilişkin benimsediği politikanın ana unsurları arasında yer almaktadır. Ancak Sözleşme bir bütün halinde değerlendirildiği ülkemizin yürüttüğü projeler bakımından sıkıntı doğurabilecek hükümler barındırmaktadır. Sözleşme’nin hazırlık sürecinde sınıraşan sulara ilişkin projelerini tamamlamış devletlerin görüşlerinin yansıtıldığı, metin detaylı bir şekilde incelendiğinde karşımıza çıkmaktadır. 

 Genel nitelikli antlaşmaların yanında, uluslararası ilişkilerde, su kaynaklarının kullanımı, yönetimi ve korunması; her akarsu havzası ve sisteminin kendine özgü nitelikler taşıması nedeniyle, yalnızca ilgili devletler arasında sürekli işbirliğini sağlayan bölgesel antlaşmalarla tatmin edici bir biçimde düzenlenebilir. Çünkü uluslararası hukukun genel kuralları bu kadar farklı özelliklerle başa çıkamaz.333 

Bu durumda; sözleşmeye birlikte taraf olmayan, ancak aralarında sınıraşan sulara ilişkin uyuşmazlık bulunan devletlerin, uyuşmazlığı çözme konusunda 
başvuracağı kuralların ne olacağı sorusunun cevabı bulunmalıdır. Sorunun cevabı yine uluslararası hukuk olmakla birlikte, bu kez taraflar uluslararası hukukun bütün kaynaklarından yararlanabileceklerdir. Bu kapsamda taraf olmayan devletler açısından bağlayıcı olmamakla birlikte teamülü hukuku yansıttığı ölçüde 1997 BM Sözleşmesinden de yararlanmak mümkündür. Ancak daha önce incelenen konular dikkate alındığında; nasıl ki artık benimsenmeyen doktrinler doğrultusunda çözümler kabul görmeyecekse, gelecekte de sınıraşan sular konusunda günün koşullarına göre gelinen aşamaları kısmen yansıtan Sözleşme ile getirilen ilkeler benimsendiği ölçüde çözüm alanın daralacağı gözden uzak tutulmamalıdır.334 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

310 Bkz. 13. Madde, Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
311 Bkz. 14. Madde, Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
312 Bkz. 15. Madde, Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
313 17. Madde, Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
 314 17-18. Madde, Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
315 Kapan, Türkiye İle Suriye ve Irak Arasında Su Anlaşmazlığı, s.71 
316 Toklu, s.49 
317 Pazarcı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri, I. Kitap, Ankara-1995, s.51 
318 Kapan, Türkiye İle Suriye ve Irak Arasında Su Anlaşmazlığı, s.71 
319 Toklu, s.48 
320 31. Madde, Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
32124. Madde, Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
322 Mengiler, s.37-39 
323 Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
324 Toklu, s.50 
325 Mengiler, s.64 
326 Toklu, s.51 
327 Toklu, s.51 
328 Bu sözleşmeye ret oyu veren Çin Halk Cumhuriyeti temsilcisi Gao Feng görüşlerine bakacak olursak: "Sözleşme taslağında önemli zafiyetler açıkça görülmektedir. 
Bunlardan biri, tüm Devletler arasında genel bir antlaşma mahiyeti yansıtmadığı gibi ana su rezervlerine sahip olan Devletlere yönelik genel bir antlaşma mahiyetinde de değildir. İkinci husus ise sözleşme metni, topraklarından Türkiye üçüncü tarafların sınıraşan sulara müdahalesine yol açabilecek bu maddeye itiraz etmiştir. 
Üçüncü tarafların müdahalesi devletlerin ön yargılı oldukları bu alanda uyuşmazlıkları çözmekten ziyade daha da derinleştirebileceği kaygısı giderek artmaktadır. 
329United Naitons Treaty Collection, 
https://treaties.un.org/Pages/ViewDetails.aspx?src=IND&mtdsg_no=XXVII12&chapter=27&lang=en  (En son erişim: 05/06/2014) 
330 United Naitons Treaty Collection 
331 Pazarcı, Uluslararası Hukuk, s.84; Ünal Şeref, Uluslararası Hukuk, Yetkin Yayıncılık, Ankara 2005, s.58-60 
332 9-10 Haziran 2014 tarihinde Londra’da Chatman House ve ESCWA tarafından gerçekleştirilen toplantıya İlişkin Dışişleri Bakanlığı Toplantı Raporu 
333 Toklu, s.53 
334 Toklu, s.53 

10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder