31 Aralık 2017 Pazar

TÜRKİYEDEKİ MERKEZİ YÖNETİM, YEREL YÖNETİMLER, BÖLGESEL ÖRGÜTLENME, FEDERALİZM BÖLÜM 1

TÜRKİYEDEKİ MERKEZİ YÖNETİM, YEREL YÖNETİMLER, BÖLGESEL ÖRGÜTLENME, FEDERALİZM  BÖLÜM 1


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 
BEYİN FIRTINASI
http://www.21yyte.org/arastirma/ekonomik-arastirmalari-merkezi/2007/09/08/5957/beyin-firtinasi
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
15 Şubat 2005 Salı 
TÜRKİYE'DEKİ MERKEZİ YÖNETİM, YEREL YÖNETİMLER, BÖLGESEL ÖRGÜTLENME, FEDERALİZM
KONUK: MUSTAFA TAMER,

BİRİNCİ OTURUM

I- GİRİŞ


Prof. Dr. ÜMİT ÖZDAĞ- Çok değerli misafirler; 
"Türkiye'de Merkezi Yönetim, Yerel Yönetimler, Bölgesel Örgütlenme, Federalizm" konulu toplantıya hoş geldiniz.


Tabii, Türkiye ve federalizm deyince bile, insana ürpertici geliyor, ama ne yazık ki böyle bir konuyu da tartışmamız gereken bir sürece doğru itiliyor. 
Federalizm Türkiye'de üstü örtülü olarak işleyen bir süreç hâlihazırda. Ne yazık ki, gereken önem de bu konuya verilmiyor. En son çıkan Bölgesel Gelişme Yasasını incelediğimizde ki, federalizmin "güzel" örneklerinden biri, Türk basınında 2,5 santimetrelik bir yer aldığını görüyorsunuz. Bugün bu konuyu etraflı olarak incelemek için bir araya geldik. Aramızda Mustafa Tamer Bey var, kendisi merkez valisi, ama merkez valisi olmanın ötesinde bu konuyu bilimsel olarak incelemiş ve doktora tez konusu yapmış bir insan, yani meseleyi iki açıdan da biliyor. Uygulamadan geldiği için gayet iyi biliyor, meselenin içerisinde, bir de meselenin teorik çerçevesini bilimsel bir araştırma konusu yapmış durumda. 


Bizim toplantı şeklimiz, önce kendisini dinlemek, sonra kendisine yönelteceğimiz sorular olacak, soruları cevaplandıracak ve tabii bu arada yapacağımız katkılar olacak.Bu konuşma tamamen banda alınıyor, kapalı bir toplantı olmasına rağmen ve daha sonra sizlere deşifre edilerek metni dağıtılacak. 
Hepinize tekrar hoş geldiniz diyorum ve Sayın Valim sözü size bırakıyorum. 

Buyurun. 

II- MUSTAFA TAMER'İN DEĞERLENDİRMELERİ: 

Değerli Başkanım, değerli katılımcılar; hepinizi saygıyla selamlıyorum. İsmim Mustafa Tamer. Ben en son Iğdır Valisi olarak görev yaparken, 3 senedir de 
merkez valisi olarak görev yapıyorum. Daha önce, birer tane sizlere takdim edeceğimiz kitaplardan da görüleceğe üzere, il özel idaresiyle bir çalışmam 
olmuştu ve "bölge valiliği ve kalkınma" diye Devlet Planlama Teşkilatı tarafından bir eserimiz basılmıştı. Değerli hocamızın bana tevdi ettiği görev 
gereğince, sizlerle birlikte kısa bir süre fikir olması açısından neler bu konuda söylenebilir, vaktinizi almadan arz etmeye çalışacağım.


Bunun için her şeyden önce, Türkiye'de merkezi idarenin taşra teşkilatının nasıl bir gelişme seyri içerisinde olduğunun öncelikle ele alınmasında fayda vardır 
diye düşünüyorum. Tarihsel gelişimini mutlaka hepimiz biliyoruz, ama kısaca şöyle bir bakmakta da yine fayda var. Türkiye'nin idari yapısı bildiğiniz gibi, 
bölgemizdeki diğer ülkelerle birlikte köklü bir geçmişe sahip. Her şeyden önce, örneğin İran'daki gibi, bizim de devlet yapımız 2 bin, 3 bin senelik, belki daha 
fazla. Anadolu'ya Türklerin göçünden itibaren bizim idari teşkilatlanmamız, bölgemizdeki komşularımız ve diğer ülkelerle birlikte, İran, Roma, Bizans, 
Salsani, Abbasi gibi, değişik imparatorlukların etkisinde altında kalarak şekillene gelmiştir. Netice itibariyle Selçuklu da uçbeylikleri, eyalet 
beylikleri, emirlikler şeklinde bir örgütlenme görüyoruz. Anadolu Selçuklu yapılanması bu şekilde Osmanlıya da sirayet etmiştir. Osmanlı da bildiğiniz 
gibi, beylik döneminden itibaren eyalet, zaman zaman sancak, daha sonra livalar, kazalar, kariyeler, köyler şeklinde çok standart olmayan ve zamana göre değişen bir yapılanmanın varlığını görüyoruz. Bu Cumhuriyete kadar devam eden bir gelişme süreci içerisindedir. 


Özellikle Osmanlıdaki yenileşme hareketleriyle birlikte, Tanzimat Fermanı ve ıslahat çalışmaları sırasında, daha çok ülkedeki geri kalmışlığın veyahut da 
çöküşün nedenleri, yönetim organizasyonunun eksikliğine bağlandığı için, daha çok yönetimde yeniden yapılanma şeklinde bir çalışma sistemi benimsenmiştir. 
1864 yılında hidayeyi umumiye vilayet nizamnamesi, 1871 yılında yine genişletilerek devam etmiş. 1913 yılında Osmanlıların genel idare-özel idare 
şeklinde çıkarılan geçici kanun muvakkat, biliyorsunuz son zamanlara kadar yürürlükteydi, 1913 yılında il özel idareleri şeklinde devam etmiştir. 1850'li 
yıllarda kurulan belediye de, bizim yönetim sistemimize katılan bir ithal rejim bize göre. 


Bizde yerel yönetim birimi olarak kendi bünyemizden çıkan bir sistem değil. Bizim bünyemizde gerçi yerel yönetim benzeri örgütlenmeler var, vakıflar var, 
mahalli hizmet birimi olarak. Mahalle yönetimi var, yine halkın müşterek ihtiyaçlarını karşılayan, kendi yapımıza uygun. Bir de lonca sistemleri bizim 
yerel yönetim benzeri uygulamalarımız olmakla birlikte, daha çok bu mahalli idareler, yani yerel yönetimler Batıdan bize gelen ithal rejimler olarak
görülmekte.


Cumhuriyet dönemine geldiğimizde, 1921 Anayasası ve 1924 Anayasasında il yönetimine ve taşra teşkilatlanmasına, özellikle 1921 Anayasasında geniş yer 
verildiğini görmekteyiz. 1962 Anayasası, 1982 Anayasasında taşra yönetiminin hangi ilkelere göre şekilleneceği belirlenmiş. Bu ilkelere baktığımızda, 
merkezden yönetim, yerinden yönetim ilkesi var, idare kuruluş ve görevleri bir bütündür diyor. Aynı şekilde idari vesayet var, yetki genişliği var. Ayrıca 
bugün de üzerinde çok durulan, idarenin bütünlüğü temel ilkelerden biri. Merkezi idarenin taşra teşkilatlanması, mevcut gelişmelere bağlı olarak iki şekilde 
geliyor. Biri il sistemi, diğeri de fonksiyonel sistem. Bizim idari yapımız bildiğiniz üzere Fransa'dan büyük ölçüde etkilenmiştir. Fonksiyonel sistem bölge 
örgütlenmesi dediğimiz, daha çok Kıta Avrupa'sında, Amerika ve İngiltere'de gözüken bir yapılanma. Teknolojinin ve uzmanlaşmanın gelişmesi sonucunda ortaya çıkan bir yapılanma söz konusu. 1961 Anayasasında ve 1982 Anayasasında il temel alınırken, bölge istisnai bir örgütlenme olarak yer almış, ama uygulamada bölge sistemiyle il sistemi birbirine karışmış vaziyette. Teknik ve uzmanlaşmanın ilerlemesi sonucunda yetkiler daha çok bölge kuruluşlarına kaymış. Netice itibariyle karmaşık bir yapı söz konusu. Daha sonra bucak yönetimleri biliyorsunuz, fiiliyattan kalkmış vaziyette, ilçeler temel hizmet birimi olarak devam ediyor. Netice itibariyle bizim sistemimiz ikili bir yapı olarak günümüze kadar gelmiş durumdadır ve bugün ne bir yapı olacağı konusunda ayrıntılı çalışmalar mevcut Hükümet tarafından bir ekip kurulmak suretiyle devam ettirilmektedir.


Bölge konusu önem taşımaktadır. Bölgesel düzeyde örgütlenmeler il sisteminde iki türlüdür. Birincisi; il yönetimine baktığımızda, kapsayıcı valilik var. Bir de, 
sınırlı valilik diye bir sistem var. Kapsayıcı sistem Fransa'da, sınırlı valilik sistemi de daha çok İtalya'da, valiler sembolik şekilde görev yapmaktadırlar. 
Bölge düzeyinde yönetici, yönetim mekanizması iki şekilde olmaktadır. Birincisi, kurul tipi yönetim şekilleri vardır. İkincisi de, yönetici tipi. Kurul tipi 
şeylere baktığımızda, bir kurul olmakta veya ekip olmakta veya koordinasyon kurulu olmakta veya valiler toplantısı veya birlik şeklinde kurul tipi 
organizasyonlar var, bölge düzeyindeki mekanizmalarda. İkincisi de, yönetici tipi örgütlenmede ise, bir planlama örgütü veyahut da koordinatör valilik veya 
bölge valiliği veyahut da büyük il sistemi şeklinde ikili bir yapı var, yani birincisinde bir çalışma grupları, kurulları oluyor, ikincisi de tek kişiye 
bağlı bir yönetim şekli söz konusu. Bizim kendi sistemimizde bölge yönünde geçmişte çeşitli uygulamalar olmuştur. Bunlara baktığımızda, örneğin 1927 
yılında dört ilde uygulanan, dört il merkezli, 20 ilde uygulanan genel müfettişlikler söz konusu ve 1949 yılında çıkarılan İl İdaresi Kanunuyla genel 
müfettişlikler kaldırılmıştır. Daha çok asayiş mülahazalarıyla kurulan bu yönetim Erzurum, Edirne, Elazığ ve Diyarbakır illerinde, bir müddet de 
Anadolu'da kurulmuş ve kaldırılmış. Bir diğer uygulama, koordinatör valilik. Örneğin, Düzce, İzmit, Sakarya depreminde, depremin sevk ve idaresinden sorumlu deprem koordinatör valiliği kurulmuş. Bir diğer bölge uygulaması, olağanüstü hal bölge valiliğidir. Bozulan asayişi temin amacıyla, biliyorsunuz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da bazı illerle ilgili yakın zamanda uygulanan bir sistem. 

Ayrıca sistemi tamamen değiştiren, fakat uygulama şansı bulmayan önemli bir hukuki çalışma da, 12 Eylül rejimi sırasında kurulan bölge valiliği, 71 sayılı 
Kanun Hükmünde Kararnameyle kurulmuştur ve bölge valiliği Türkiye'de gerçekten tamamen yeni bir yapılanmaya gitmiştir, merkezle il arasında yeni bir kademe ve burada anormal, sekiz bölgeye ayrılmış. Mesela, Erzurum Türkiye'nin ¼'ünü içine alan bir bölge sistemiyle, 15 ile bağlı, bir ucundan bir ucuna 600-700 kilometre olan büyük bir yapılanma getirmiş. Ama iktidarın el değiştirmesi sonucunda, ilk genel seçimlerde Anavatan Partisinin iktidarı zamanında bu yönetimler Türkiye Büyük Millet Meclisinde uygun görülmeyerek, kaldırılmıştır.

Baktığımızda, bölge esasının daha çok planlama kaynaklı olmasının yerinde olacağı, bölgesel planlamanın esas alınması gerektiği şeklinde çeşitli görüşler 
kalkınma planlarında, yıllık programlarda dile getirilmiş, siyasi partilerin kendi programlarında, hükümet programlarında dile getirilmiştir, ama plan 
maalesef kendini uygulayacak bölgesel ve taşraya sirayet edecek bir yapılanmaya gidememiştir. Plan sadece kalkınma planları, merkezde karar alınan, merkez tarafından uygulanan bir yapıdan ibaret kalmıştır. Neticede baktığımızda, Avrupa Birliğinin yeni sürecinde Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı, Yerel Topluluklar ve Yönetimler Arasında Sınırötesi İşbirliği Çerçevesi Sözleşmesi ve diğer buna benzer bütün metinlerde görüyoruz ki, yerel yönetimlerin temel alınması ve taşranın büyük ölçüde merkezden ziyade, merkezin taşra örgütünden ziyade, yerel yönetimler ağırlıklı olması yönünde çeşitli telkinler gözümüze çarpmaktadır. 

Örneğin, Avrupa'daki bazı ülkelere şöyle bir baktığımızda, Fransa'da Mitterand'dan sonra bölgesel örgütler yerel yönetim temeline dayandırılmış. 
İtalya'da yine, üniter devletin korunması için, faşist rejime kaymaması açısından yine bölgesel örgütlenme ön plan çıkarılmıştır. Fransa'da da yine aynı 
şekilde yarı eyalet şeklinde bir sistem söz konusu. Daha önce 50 yıllık diktatörlükten önce biliyorsunuz, Katalanya'da, Bask'ta, 1930'lu yıllarda 
özerklikler ilan edilmiş ve ulusal bölünmezliği yumuşatılmış yarı feodal bir sistemle Fransa'ya korumaya çalışmıştır. Netice itibariyle, dünyadaki
gelişmelere paralel olarak, Avrupa'da da, örneğin Korsika'da, Bask'ta, Britanya özerkleşme kıpırdanmaları söz konusu ve bunlar daha çok bölgesel ve özerk
yönetimlerin bir araya gelmesiyle oluşmaya çalışmaktadır. 

Türkiye'ye geldiğimizde, son yıllarda özellikle sanayileşmeye baktığımızda, İstanbul, İzmir, Ankara ve Adana gibi yerlerin yanında, hemen bu illerin komşusu biçimindeki İçel, Kocaeli, Kırklareli, Tekirdağ ve Sakarya gibi birtakım yerlerin yeni alternatif sanayi merkezleri olarak çıktığını görüyoruz. Aynı şekilde, Anadolu kaplanları dediğimiz, Gaziantep, Çorum, Afyon, Kayseri, Kahramanmaraş, Karaman ve Denizli gibi yerlerde, devletin daha çok katkısı olmadan kendi kendine gelişmeler söz konusu; bunları hepimiz biliyoruz. 

Yeni bir göç yapılanması var. Bu gelişmelere bağlı olarak, Ankara, Bursa, İstanbul, İzmir, asıl göç alan merkez olmakla birlikte, yeni dönemde Antalya, 
Diyarbakır, Batman, İçel, Adıyaman, Urfa ve Van'a da yoğun bir göç olduğunu görüyoruz. Türkiye'deki bu yeni sanayileşme, bilimsel anlamda bilgi teknolojisi, 
haberleşme, ulaşımdaki gelişmeler sonucunda âdeta sistem bir alabora olmaktadır. 

Biliyorsunuz, köylerden şehirlere doğru nüfus göçü söz konusu ve mevcut idari sistem bu yükü taşıyamamaktadır, yani mevcut elbiseler bu bedene dar gelmektedir. 


Bu arayışlar içerisinde bölgesel örgütlenme konusunda çeşitli çalışmalar yapılmıştır. "Bölge bize terstir, biz bölgeye karşı çıkıyoruz" gibi kesin görüş 
bence doğru değil, çünkü zaten fiilen bölgesel anlamda çalışmalar var. Neler var? Mesela, ben size, daha çok ekonomik içerikli olmakla birlikte, GAP Projesi, 
bir bölgesel çalışmadır, Doğu Anadolu Projesi var, DAP dediğimiz, Devlet Planlamanın gündeminde olan, DOKAP dediğimiz, Doğu Karadeniz Bölgesi, Yeşilırmak Havza Geliştirme Projesi, Kızılırmak Havza Geliştirme Projesi, Marmara Bölgesel Planı ve Doğu Akdeniz Bölgesel Gelişme Planı. Bir de, Konya'nın bu konuda bir çalışması var. Bunlar aynı zamanda birer bölgesel çalışmayı gerektiren konular bana göre. Netice itibariyle bir arayışın ürünü. O nedenle bölgesel kuruluşlar yoktur, bizim amacımız mülki idare esas olsun… Mesela, ben bir mülki idare amiri olarak meslek taassubuyla buna yaklaşırsam, bölgeye karşı çıkıyorum; ama fiilen bir bölge teşkilatının olduğunu söylersem, yanlış olmak diye düşünüyorum, çünkü bölge gerçektir, Türkiye'nin realitesidir, ama bunun nasıl şekilde, en etkisiz şekilde olacağı konusunun iyi planlaması, tasarlanması lazım. 

Birkaç şey daha söyleyip, konuşmamı bitirmek istiyorum: Türkiye'de bölgesel çalışmaların daha çok üzerinde durulduğu konular, dil konusunda, bölgesel 
örgütlenme, teknik anlamda ulusal saiklerle bölgenin olsun veya olmasın şeklinde karşı çıkmalar söz konusu. Taşradaki yapılanmaya baktığımızda, idari birimler teknik olarak artması gerekirken, büyümesi gerekirken, alan olarak, nüfus olarak, bizde tam tersi bir gelişme söz konusu, küçülme söz konusu. Benim 2 sene önce en son almış olduğum bilgilere göre, mesela 128 tane ilçe il olmak için müracaat etmiş ve 592 tane belde veya nahiye gibi yerler de ilçe olmak için İçişleri Bakanlığına müracaat etmiş. Gerçi son yıllarda bu hız kesildi ve gündemden kalkmış gibi gözüküyor, ama halkın yine de bu konuda bir baskısının olduğu inkâr götürmez. Çünkü sadece ekonomik, sosyal, kültürel saiklerle değil, siyasi düşüncelerle ve diğer saiklerle il olma, ilçe olma gibi, bir gecede 103 ilçenin kurulduğunu biliyoruz. Bakanlıktan giden 15-20 ilçe teklifi komisyonda 50-60'a, Genel Kurulda 103 ilçeye çıkmıştır. Bunları 1989 yılında hepimiz yaşadık. Türkiye'de yerel yönetimlerin taşra teşkilatının bu kadar ele alındığı ve neticede gelişigüzel yapılandırıldığını hepimiz biliyoruz, ayrıca bunu 
söylemek de gereksiz bence. Bölge konusunda neler yapılabilir? Türkiye'de bence bir öneri olarak, illerde yeni yapılanmada İlhan Özay isimli bir meslektaşımız değişik bir valilik yapılanması olabilir, politik vali, yani politik, hükümetin de şimdiki tasarısında var. Hükümetle gelip, hükümetle gidecek, seçimle gelmiyor, politik, yani belli kadrolar politikayla irtibatlanır, hükümetle gelme, hükümetle gitme atamayla olabilir şeklinde bir öneri vardı. Bir 
koordinatör valilik önerisi var ayrıca, yani koordinatör vali Devlet Planlama Teşkilatı merkezli olacak ve müsteşarlığa bağlı bir sistemle bu iş olabilir diye 
düşünülüyor. Uygulamada getirilen öneriler bunlar, benim savunduğum bir görüş değil de, tartışılan konular olarak arz ediyorum. 

Bir diğeri de, mevcut yapıyı değiştirmeden, kötüleştirmeden iyileştirilebilir. Mesela, il ve ilçeler sayısı azaltılabilir, yani mevcut sistemlerde yönetim 
birimlerini kaldırdığınız zaman halk tepki verir, ama ileri bir kademeye götürürseniz halk bundan memnun. Mesela, ili ilçe, ilçe il yapmak, ili daha üst 
kademeye götürmek. Baktığımız zaman, 900 civarında büyük yerleşim yeri var Türkiye'de. Bu bir çalışmada da üçlü bir kademe öngörülüyor. Büyük il,
büyütülmüş sistem diyoruz buna, 700 civarında ilçe olsun, 100 civarında ikinci kademe il olsun, 20 civarında büyütülmüş il olsun şeklinde bir öneri söz 
konusu. 

Bir başka öneri de, bölge valiliği olarak şey yapılıyor. Bu bölge valiliği dediğim gibi, 1982'de uygulamadan son anda vazgeçilen bir sistem. Kuvvetli bir 
bölge valisi uygulaması. Atamayla geliyor, ama merkezi hükümetin tamamen her türlü yetkisini taşrada kullanan, emniyet, asayiş, ekonomik, sosyal, kültürel 
her konuda yetki sahibi bir yönetim modeli. 

Beşinci bir sistem de, Eyalet Valiliği. Tamamen bu federe devlet ve seçimle gelen, âdeta mini hükümet şeklinde, Almanya'daki gibi veya Amerika'daki gibi 
veya İsviçre'deki kantonlar gibi, kendi parlamentosu, hatta yargı görevi olan bir sistem. Bunlardan hangisinin ön plana çıkarılacağı konusu tabii tartışma 
götürür. Bunlar olmayabilir de, yani bizim ülkemiz için bunlar olsun gibi benim bir önerim şeklinde bir yaklaşımım yok, ama tartışılan konular bunlar. Mülki 
idare ve taşra teşkilatı bölgeyle ilgili baktığımızda, çeşitli çıkarmalar mümkün. Bunlardan bir tanesi, şu tespiti yapabiliyoruz ki, bizim mevcut yapımız 
Osmanlı kökenlidir, Osmanlıya dayanıyor. İkincisi, genellikle valilik mülki idare sisteminin, taşra sisteminin, merkezi idarenin taşra uzantısının 
işletilmesi için İçişleri Bakanlığına değil, Başbakanlığa bağlanmasının daha uygun olacağı, çünkü hükümetin veya devletin temsilcilerinden bir yönetici. 
Gerçi bizim meslek mensuplarımız, kusura bakmayın, size de şey yapıyorum, ama buna karşı çıkarlar, "Bakanlık olarak, İçişleri Bakanlığı olsun" filan. Ama 
öteden beri istenilen Başbakanlığa bağlanmasının daha organik olacağıdır, çünkü hükümetin taşradaki yansıması. Bucaklar fiilen 800-900 civarındaki, bucaklar 
kalkmış durumda. Zaten görev yapan bucak müdürü de kalmadı. İlçeler taşrada temel hizmet birimi ve ilçeler vazgeçilmez, ancak ilçelere kaynak aktarılması 
gerekir. İl sistemi maalesef şu anda yürüyemez bir halde. Yetkiler son çıkan kanunlarla birlikte iyice karmaşıklaştı, ilin çok iyi tarif edilmesi lazım. 
Anayasada bölge kuruluşları istisna olarak öngörülmesine rağmen, fiiliyatta bölgeler asıl, iller istisnai hale gelmiş vaziyette. Mesela, bir Köy Hizmetleri 
Genel Müdürlüğünün kaldırılması için bir sürü kıyametler koptu. 1987 yılında bu idareler politik oldukları için de, özellikle sendikaların çok güçlü olması, 
bütçelerinin yüzde 70-80'inin bu personel giderlerine ayrılması sonucunda, gayri rantabl olan bu idarelerin kaldırılması çok güç gözükmektedir. Politikayla da 
çok fazla iç içe oldukları için, kaldırılırken bir sürü problem çıkmaktadır. 

Bunlardan bir tanesi, bölge planlaması Türkiye'de ihmal edilmiştir. Acaba bölge 
uygulaması yapmamak ayrılıkların temeli de olabilir. Tersten düşünmek lazım, 
yani bölgelerdeki gelişmişlik düzeyini ve dengesizliğini gidermemek de 
ayrıcalığın bir nedeni, yani bölge kurmayalım, ama mevcut yapıyı da böyle 
koruyalım derken, sistem giderek kendisini tersine götürebilir mi; bunu da bir 
düşünmekte fayda var.

Demokratik yerel yönetim, tamamen demokratik yerel yönetim sistemi Türkiye'de uygulanabilir mi? Bana göre, bunun için henüz erken. Eyalet sistemi Türkiye için geçerli bir sistem mi? Değil. Dolayısıyla seçimle gelen ve atamayla gelen yönetim modelinin, Türkiye'nin belli bir gelişmişlik seviyesine ve o seviyeye uygun bir vatandaş tipi yetiştirinceye kadar ertelenmesinde fayda var.

Merkezdeki politikacı iki hususu taşraya vermiyor; birisi kaynak, parayı, 
ikincisi personeli. Personel ataması ve kaynak kendisinden taşraya verildiği 
zaman, ayağına kimsenin gelmemesi gibi bir şey söz konusu herhalde. 

Türkiye'nin 2000 yılında tespit ettiği, 2023 gelişme stratejisi, 2010'lu 
yıllarda bölgesel güç, 2023 yılında küresel güç olma gibi çok büyük iddiaları 
olan bir yaklaşımımız var. Fakat bu amaçların gerçekleştirilmesi için, bizim her 
şeyden önce dünyadaki gelişmelere paralel olarak, yönetim yapımızı da yeniden 
şekillendirmemiz gerektiği kanaatindeyim. 

Mevcut sistemde, mevcut kamu yönetimi reformuna baktığımızda, özellikle kamu yönetimi temel kanunu çıkmadı biliyorsunuz, bununla birlikte il özel idaresi, belediyeler, büyükşehir belediyeleri, mahalli idare birlikleri kanunları 
Meclisten geçti, uygulama imkânı buldu. Belediye Kanunuyla ilgili çeşitli 
çekinceler söz konusu. Cumhurbaşkanlığı tarafından geri çevrilmesi sırasında, 
Belediye Kanununda bazı hususların idarenin bütünlüğüne, üniter devlet yapısına, idari vesayete aykırı olduğu, dolayısıyla bunların anayasamız açısından da kabul edilirliğinin olamayacağı belirtilerek, Meclise gönderilmişti. Biliyorsunuz, Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartında "merkezi yönetim koordine etsin, temel ilkeleri, standartları belirlesin, taşrada yerel yönetimler genel yetkili olsun" şeklinde bir ilke var. Dolayısıyla özerk yönetimler taşrada istediği konuda 
kendisini görevli saysın, genel yetki taşrada olsun, özel yetkiler merkezde 
tadat edilsin, sayılsın deniliyor. Fakat bizde Belediye Kanununun 4 üncü 
maddesinde, "mahalli müşterek nitelikteki başka bir kurumlara bırakılmayan 
görevleri belediyeler yapabilir" diye bir hüküm konulmuştu ve bu en son Anayasa Mahkemesinin durdurmuş olduğu, yürütmenin durdurulması için verdiği karardan, iki maddenin biridir. Bu madde çok tehlikeli, çünkü belediye istediği zaman kendisini bir konuda yetkili addedebiliyor, âdeta bir yerel parlamento gibi. Tabii, bu Anayasanın mevcut yapısı değiştirilmeden, uygulama imkânı bulması mümkün değil.

İl özel idarelerine baktığımızda, il özel idareleri, valilik kurumuyla özel 
idarenin seçilmişlik olayında bir karmaşa söz konusu. Biz eskiden baktığımızda, 
il özel idaresinde bir tek vali vardı, şimdi valinin yanında bir ikinci kişi 
genel meclis başkanı var, üçüncü kişi genel sekreter var, yani üç tane. Geçen 
bir ile gitmiştim, üç tane ayrı otorite, üçü birbirinden bağımsız, yetkiyi 
bölmüşler, kim ne kadar yetkili belli değil. Dolayısıyla gücü az bir idare, ama 
yetkisi paylaşılmış, zayıflatılmış bir yönetim söz konusu. Merkezi yönetimi 
küçültmeden, taşraya bu yetkileri devretmeden, oradaki kişilerin yetkilerini 
artırmak bir şeyi çözmüyor. Rahmetli meslektaşımız demişti, Recep Yazıcıoğlu 
Bey, Allah rahmet eylesin, "Ankara en güzel yatırım yapılacak yer" diyordu. 
Binlerce insan giriyor çıkıyor Ankara'ya, otobüs işletmeciliği, lokantacılık, 
otelcilik, emlak, minibüsçüler, yani yeme içme barınma hizmetlerine yatırım 
yaptığınız zaman zarar etmezsiniz, çünkü Ankara bu kadar hantal bir yapıda, 
klasik 1940'lı yılların merkezi olan yer yetişmiyor, şimdi Eskişehir Yoluna 
doğru büyüyor. Merkezi küçültmeden taşrayı etkin hale getirme imkânı yoktur. 

Netice itibariyle, "taşrada bölge uygulaması olur mu, olmaz mı?" konusunun çok 
iyi tartışılması lazım. Bence, güvenlik mülahazaları, ulusal bütünlük, aynı 
şekilde hizmet gerekleri, bundan başka emniyet, asayiş, üniter devlet yapısı, 
dış politika, geleneksel yapı, tarihi geçmiş gibi konular dikkate alınarak, 
Türkiye'nin bu konuda karar vermesi lazım, çünkü mevcut il sistemi yetersiz, 
bölge kuruluşları da belki sakıncalı, ama buna ilişkin uygulamalar söz konusu. 
Biraz önce değerli hocamız açılış konuşmasında arz ettiler, bölge kalkınma 
ajansları gibi belli yapılanmalar var, ama bu da bir bürokratik, yeni bir 
bürokratik kademe olmaktan öteye gidecek bir sistem değil, çünkü her sıkıntıda 
yeni bir idare şekli kurulması sadece yapıyı biraz daha hantallaştırmaktadır. 
Bence sadeleştirmek, taşraya devretmek ve bunun demokratikleşmeyle paralel bir kültür olarak yerleştirmek gerekir. 

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

III- TARTIŞMA

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Bugünkü toplantının maksadına bakmamız lazım. Bugünkü toplantının maksadı, Türkiye'de mevcut yönetim nasıl, bu yönetimi mevcut şartlara cevap veriyor mu?

Bir de, yeni çıkan Kamu İdaresi Yasası var; çıkmadı da, taslak halinde. Bunda 
bazı zorlamalar var, işte Başbakanlık Müsteşarının koordinesinde bu iş 
hazırlanmıştı. Bu yeni çıkan tasarı veya çıkacak olan kanun tasarısı, acaba bir 
dış baskılar sonucunda mı hazırlandı, yoksa uygulamadan doğan, Türkiye'nin 
ihtiyaçlarından mı ortaya çıktı? Bu Avrupa Birliği giriş süreciyle paralel 
olarak, bunlar da yürürlüğe girdiği zaman, Türkiye'yi bekleyen tehlikeler neler, 
Türkiye bir federalizme doğru mu gider, bu federalizme gitmesi konusunda 
birtakım önlemler almamız mı gerekiyor, acaba Türkiye neden bu konuda birtakım zorlamalarda bulunuyor, niçin federatif bir yönetime doğru itilmek isteniyor. 

Bütün bunların, soruların cevaplarını verip, bunlardan korunmak için Türkiye'ye 
özgü, şu andaki yönetim tarzının aksaklıkları ortaya çıkarılıp, bunlar nasıl 
düzeltilir, ancak bunlar düzeltilirken de, yerel yönetimlere inisiyatif vermek, 
yetkiler vermek suretiyle onların yerel konularda daha etkili ve bağımsız duruma doğru gidip, federalizmi destekler ve federalizmi yaratır biçimde ulusal 
bütünlüğü bozucu tarzda gelişmelerine de nasıl engel olabiliriz? Bugünkü 
toplantının maksadı bu. O bakımdan Valimden özetle şunu ifade etmesini
istiyorum, yani kendi ifadelerini bir sonuca bağlamamız lazım. Şu andaki 
yönetim ve idare şekli Türkiye için uygun bir idare şekli midir? Aksayan 
taraflarını düzeltmek için hangi tedbirleri almamız lazım?

Bir de, gerek dış baskılar sonucu, gerek Avrupa Birliği giriş sürecinin ortaya 
çıkartmış olduğu bazı zorlamalar ve bir de içeriden kamu idare yasası 
çıkartıyorum deyip, federalizme doğru giden yolu açmak isteyenlerin yapmak 
istedikleri, uygulama sonucunda Türkiye'yi bekleyen tehlikeler neler, bunlara 
karşı nasıl tedbir almamız lazım? Bunu çok özet olarak, zaten konuşmalarınız 
içinde parça parça vardı bu, sadece o kısmını bir tekrar ederseniz, ondan sonra 
müsaade ederseniz, sorularla konuyu açmaya devam edelim. 

MUSTAFA TAMER- Teşekkür ederim. Biz bir Türk kamu yöneticisi olarak, öteden beri mevcut sistemin hantal olduğunu, yürümediğini, karmaşık olduğunu savuna gelmekteyiz. Yeni arayışlar içerisinde, sürekli kamu yönetimi, MEHTAP 
Raporundan, idarenin yeniden düzenlenmesi ve diğer çalışmalar, KAYA Projesinde çeşitli öneriler getirilmiştir. Bizim üzerinde durduğumuz konu, ulusal bütünlük, dış politika ve diğer konular bir tarafa, dar anlamda söylediğimiz zaman…

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞL- Onları bir tarafa atamıyoruz.

MUSTAFA TAMER- Oraya geleceğim. Taşrada ne olsun? İl mi olsun, bölge mi olsun, bu tartışıla gelmektedir. Anayasal açıdan baktığımızda, il temelli bir yapılanma söz konusu. Anayasayı değiştirmediğimiz müddetçe, bölgesel örgütlenme Türkiye'de mümkün değil. Bu yerel mi olsun, merkezi idareye atanmış, seçilmiş şekilde de özetleyebiliriz, bu şekilde mi olsun şeklinde bir tartışma var. Tabii, bu konular, biraz önce bazı örnekler vermeye çalıştığım gibi, çok çeşitli öneriler getirilmiştir bilim adamları ve yöneticiler tarafından. Kesin bir neticeye varılmış bir yargı söz konusu değil. Kesin olan şu ki, fiiliyatta bir sistem 
sorunu var taşrada. Bakıyorsunuz, bir ilde ordu birlikleri var, üniversite var, 
bölgesel kuruluşlar var, büyük hastaneler var, büyük ekonomik tesisler var. 
Mesela, yerel yapılanmalara baktığımızda, İstanbul İli Bilecek İli'nin 32 katı 
büyüklüğünde bir nüfusa sahip. Erzurum İli veyahut da Konya İli, diyelim ki bir 
başka ilin 13 katı büyüklüğünde toprağa sahip, yani İstanbul'la Hakkari aynı 
kanunla yönetiliyor; il idaresine göre baktığımızda, belediye olarak da öyle. 
Kanunlar zorluyor sistemi. Mesela, İstanbul'da köylere ilişkin hizmet götüren 
Köy Hizmetleri Birliği kaldırıldı, ben şimdi izliyorum, köylerin yolları bir 
türlü açılamıyor İstanbul'da. Neticede bir yeri alıp, bir yere koymak çok zor. 

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Nereye gitti bunlar?

MUSTAFA TAMER- Nasıl?

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- Köy Hizmetlerinin sahip olduğu imkânlar.

MUSTAFA TAMER- Sadece Kocaeli ve İstanbul ilinde Köy Hizmetleri Genel 
Müdürlüğünün taşra birimleri belediyelere devredildi, diğer illerde valiliklere, 
özel idarelere verildi. Şimdi İstanbul'da köyler 40 gün, 30 gün, hatta 20 gün 
kapalı olan köylerden bahsediliyor. Taşrayı hafif bir şekilde değiştirdiğiniz 
zaman, sistem buna alışkın değil. Büyükşehir belediyeleri var, hadi bölgeden 
vazgeçiyoruz, ama zaten bölgeleşmişler. Valilikler İstanbul'da şimdi merkezi 
hükümetin şeyinde başka bir hükümetin varlığı fiilen söz konusu, ekonomik olarak merkez olmuş. Bunları böyle biz eyalete karşıyız, federalizme kayarız şeklinde karşı çıkarak da çözemeyiz, biz bunlara çözüm bulmak zorundayız. İl sistemini veyahut da yapılandırmayı değiştirmemiz lazım. Bu öneriler o kadar çok kaypak ki. Mesela, Fransa'da bölge yönetimi yönetsel karakterlidir, yani ekonomik ve yönetim saikleriyle oluşturulmuştur. Bunların parlamentosu yoktur, meclisleri vardır, ama yargı yetkisine, zabıta yetkisine sahip değil, ama İtalya'da ve İspanya'da bu şekilde daha çok eyalet yapılanması söz konusu, yani bizim 
sistemimiz Fransa'ya yakın olduğu için, mevcut ekonomik problemlerin, sosyal, 
kültürel problemlerin çözümü için taşrada yeni bir arayışa gitmekte fayda var. 

Buraya geldiğimiz zaman hassas nokta. Ben biraz önce dedim, mevcut yapıyı bu şekilde koruduğumuz zaman, acaba ayrılık tohumlarını da ekiyoruz, bir de o var. 

SAVAŞ ÖZDAĞ- Affedersiniz, yeniden yapılanma gerçek ihtiyaçtan kaynaklanıyor, dışarıdan dayatma söz konusu değil.

MUSTAFA TAMER- Hayır, öyle bir şey demiyorum. Türkiye'nin mevcut yapısında bir dağınıklık var, bir zorlama var, bu kesinlikle var; yani mevcut sistem, yani bir cümle var kitapta, bu elbise bu bedene dar geliyor. Bunu böyle bir tespit olarak koyduğumuz zaman, dışarıdan Türkiye'ye birtakım şeyler yaptırılıyor mu? Kamu Yönetimi Temel Kanunu çerçevesinde baktığımızda, Türkiye'de şunlar var 
deniliyor: Performans açığı var, stratejik açık var, mali açık var, bir açık 
daha var, dört açık; stratejik açık, performans açığı, mali açık, güven açığı. 
Stratejik açık nedir? Hedefimizi göremiyoruz. Performans açığı nedir? Verimli, 
etkili bir idare yok. Mali açık, sürekli açık veren bir bütçe. Güven açığı da, 
yolsuzluklar var deniliyor. Bunların çözümü için de biz, yani değişim yönetimi 
için yönetimde değişim diye, Başbakanlık sitesine girdiğin zaman bir çalışma 
var, ben onu çıkarttım onu internetten. Sayın Ömer Dinçer'in başkanlığında 
yapılan çalışmaların özünde bu var. 
Biz üç şey yapacağız diyor, "özelleştireceğiz, yerelleştireceğiz, sivilleştireceğiz" 

Özelleştirme nedir? 

Devletin elini eteğini ekonomiden çekeceğiz. Yerelleştirme nedir? Bütün 
yetkileri taşraya devredeceğiz. Sivilleştirme nedir? Demokratik olması açısından 
sivil toplum kuruluşlarını, STK'ları ön plana çıkaracağız diye bir mantıkla bu 
işi yürütüyorlar ve bununla ilgili olarak mevcut Belediye Kanununda, Büyükşehir 
Belediye Kanununda, İl İdaresi Kanununda bunu parça parça yerleştirmeye 
çalıştılar. Örneğin, İsviçre'de, İspanya'da, İtalya'da uygulanan eyalet  sistemleri nin bir uygulaması. Mesela, halkoylamasına gidilmesi, bizde de bunu 
koydular. Belediye Kanununda bir hüküm var, diyor ki "belediye başkanı anket 
yapabilir, halkoylaması yaptırabilir" diyor. Biliyorsunuz, Ankara'nın trafiğiyle 
ilgili bir halkoylaması yapıldı, yargı konusu oldu. Halbuki şimdi kanuna bunu 
koydular. Mesela, Belediye Kanununda bir hüküm var, "yapar veya yaptırır, 
gördürür" diyor. Ne demek bu? Bütün işleri özel sektöre gördürebilir diyor. 
Bunlar parça parça yerelleşmeye gidişin işaretleri. Dediğiniz gibi, kalkınma 
ajanslarının kurulması da öyle, ama bir bütün halinde, bunlar bu şekilde olar 
gibi bir yaklaşım henüz söz konusu değil. Benim şahsi kanaatime göre, mutlak 
suretle dış baskılar gerektiriyor değil, ama biz istesek de, istemesek de, bir 
yapılanmaya gitmemiz gerekiyor.

E. Tümg. ARMAĞAN KULOĞLU- İhtiyaçtan kaynaklı.

MUSTAFA TAMER- İhtiyacımız var, ama dış bizi bölecek gibi, böyle bir önyargılı 
saikle de buna yaklaşıp, mevcut yapıyı iyice muhafaza haline getirmenin de bir 
anlamı yoktur. Mutlaka arayış yapmak lazım. Örneğin, İstanbul için özel bir 
yönetim şeyi kurmak lazım, yani artık İstanbul'da vali var mı, yok mu bilen yok.

OSMAN NURİ EYÖVGE- Zaten bu kanunla kuruldu.

MUSTAFA TAMER- Fiilen bölge var, yani "İstanbul valisi kim?" diye sorun, kimse 
bilemez, ama İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı aynı zamanda başbakan oluyor Türkiye'de. Hangi büyükşehirde belediye başkanı varsa, Türkiye'nin cumhurbaşkanı olarak görüyor kendisi. Bir fiilen yapı var, biz bunu tarif etmemiz lazım; önemli olan budur. Bölge gereksizdir, bölgeye geçilmesin şeklinde bir önyargı, yok biz Türkiye'de merkezi hükümeti güçlü tutacağız, ulusal bütünlüğü tutmak için tekil devlet, üniter yapı diye diye, taşrayı hantal hale getirdiğiniz 
zaman, taşrayı yetkisiz, imkânsız, kaynaksız bıraktığınız zaman gelişemeyiz. 
Onun için bana göre merkez koordine etmeli, standartlar belirlemeli, 
denetlemeli, ulusal bütünlük açısından koymalı, klasik, liberallerin söylediği 
gibi, dış politika, savunma, adalet, şu, bu, ama taşraya bunu devretmek lazım. 
Ama Türkiye'de bu sistem nedir? Ben dedim ki, ithal rejimler bu rejimler bize, 
100 sene, 150 sene. Biz 2-3 bin dolarlık bir insan tipiyle yetiştiğimiz bir 
ülkedeki vatandaş tipiyle, 30-40 bin dolarlık ülkelerin uyguladığı rejimleri 
aynen uygulayamayız. Kendimize göre bir geçiş planı çerçevesinde bir zaman 
dilimi içerisinde, okuma-yazma oranı, vatandaşın kültürel, sosyal 
alışkanlıklarının geliştiği bir seviyeye vardığımız zaman, ekonomimiz de üç beş 
kat ilerlediği zaman ancak bu sistemler uygulanabilir. Bana göre, bölge idaresi 
kaçınılmazdır, desek de demesek de fiilen olmuştur. Geleceğin yönetimleri yerel 
yönetimlerdir, bunları görmek lazım. Bunları görürken de ülkenin tekil 
devletini, temel bütünlüğünü, ulusal bütünlüğünü göz ardı etmeden ve mevcut 
sistemi daha da çürüterek, belki de b şekilde aksi yönde davranarak bölgesel 
bölünmelere, mesela güvenlik mülahazalarıyla kurulan bölge valiliği sadece 
jandarma, polise, askere havale edildi, ne oldu? Güneydoğu'ya girilemez hale 
geldi şimdi. Fiilen Güneydoğu'da devlet şu anda, devlet memuru, vatandaşın hâkim olduğu, biz de çalıştık, HADEP'li belediye meclisleriyle çalıştık, adamlar 
istediği kararı alıyor, istediği köye yardım yapıyor, sende imza atıyorsun. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder