5 Aralık 2017 Salı

SINIRAŞAN SULARLA İLGİLİ ULUSLARARASI HUKUKİ DURUM, BÖLÜM 1


SINIRAŞAN SULARLA İLGİLİ ULUSLARARASI HUKUKİ DURUM, BÖLÜM 1


SINIRI AŞAN SULARLA İLGİLİ ULUSLARARASI HUKUKİ METİNLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ 




BİRİNCİ BÖLÜM., TARİHÇE - KAVRAMLAR - DOKTRİNLER 

1.1.Tarihçe 

1.1.1.Genel Olarak 

Her insan topluluğu dünya üzerinde bir yer işgal eder. Başka bir ifade ile insan topluluklarının tümü coğrafî bir mekâna sahiptir. Coğrafî mekân, üzerinde 
yaşayan toplulukların maddi hayatlarına değişik biçimlerde etki etmektedir. Örneğin, deniz kenarında oturan insanlarla yaylalarda oturanların, nehir kenarında oturanlarla bozkırlarda oturan toplumların yaşantıları birbirinden farklıdır. Bu durumda tarihi olaylar toplumların üzerinde yaşadıkları coğrafî mekânların toplumlara etkileri çerçevesinde değerlendirilmeye çalışılmıştır.16 

Uygarlığın doğup geliştiği bölgelerden biri olan Anadolu ve Ortadoğu coğrafyası; M.Ö. 3000 yıllarından itibaren insanlara sağladığı su kaynağı ve ulaşım 
maksatlı kullanılan sular ile temel yerleşim ve uygarlık alanlarından birisi olmuştur.17 Su özellikle bu bölgede varlığı ile medeniyetin beşiği olurken, yokluğu da bu medeniyetlerin yıkılmasına yol açmıştır. Bilinen en eski uygarlık, ilk kez Fırat ve Dicle kıyılarında (Mezopotamya) kurulmuştur. Arkeologlar bu bölgede 4200 yıl önce, 300 yıl boyunca etkisini gösteren bir kuraklığın, Ortadoğu'nun ilk uygarlıklarından Akad Uygarlığını çökerttiğini belirlemişlerdir.18 Eski çağlarda Ortadoğu suları neredeyse su hukukunun ve hidrolojinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Öyle ki Nuh söylencesinde görülmüş taşkının Fırat’ın güneyini yaklaşık 150 gün su altında bıraktığı ve Babil kenti Ur’da yıkıma yol açtığı düşünülmekte ve Hammurabi yasalarının sulama ile ilgili kısımlar ihtiva ettiği bilinmektedir.19 

Uluslararası alanda sınır aşan suların kullanımından kaynaklanan sorunların çözümüne yönelik çabaların tarihsel geçmişi çok eskilere kadar götürülebilir. 
Mezopotamya'daki iki site devleti Umma ve Lagaş arasında sulama suyunun dağıtımından kaynaklanan uyuşmazlık, yaklaşık MÖ 3100'de tarihte kayıtlı ilk 
antlaşmayla çözümlenmiştir.20 Eski Yunanda dinsel nitelikte bir belgeyle on iki Yunan devleti, savaşta ve barışta, akarsu yatağını değiştirmeme veya akar suyun kullanımına zarar vermeme yükümünü kabul etmişlerdir.21 

Bundan sonra büyük su kütlelerini kapsayan antlaşmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu anlaşmaların çoğu suyollarının ulaşım amaçlı kullanımı ile ilgilidir. Ama günümüzde suyollarının ulaşım dışı amaçlı kullanımı ile ilgili antlaşmaların sayısı gün geçtikçe artmaktadır.22 

1.1.2. Roma Hukuku 

Romalılar iklim nedeniyle, Mezopotamyalıların aksine büyük sulama faaliyetlerine girişmemişlerdir. Corpus Iuris Civilis'te suların paylaşımında 
kullanıcılar arası rekabete değinilmiştir.23 Roma hukukunda kıyıdaş maliklere, sular üzerinde mutlak faydalanma hakkının tanınması eğilimi ağır basar. 24 
Genel olarak su kaynakları, doğal ve fiziki yönden, yeraltı ve yerüstü suları olarak ayrılabilirler. Bunlardan doğal yüzeysel su mecraları nehirler flumina ve nehir olarak adlandırabilecek genişlikte olmayan akarsular rivi olarak adlandırılırdı.25 
Oysa hukuksal açıdan sular, klasik olarak eskiden beri genel sular ve özel sular biçiminde ele alınırlar. 
Genel sular üzerinde kişisel mülkiyet tesis edilemez. Bunlar niteliklerinden dolayı kimsenin mülkü olmayıp, devletin egemenliği altında bulunan sulardır. Özel sular ise kamu malları dışında kalarak, özel hukuk alanına giren ve özel mülkiyete konu olan sulardır. Ancak bu iki kategori suyu belirtecek kesin ölçütleri bulmak da her zaman kolay ve imkan dahilinde değildir.26 

Cermen hukuku ise, suların kamu yararına kullanımını esas alarak, akarsulan ortak mal olarak nitelemiş, bunlar üzerinde özel mülkiyete izin vermemiştir. 
Kıta Avrupası’nda, Roma hukukunun esasları etkindir.27 

Klâsik dönemde suların yetersiz olması gibi koşulların etkisiyle, Harmon Doktrinine (mutlak ülkesel egemenlik doktrini) temel olabilecek düşünceler hâkim olmuş, daha sonra bu görüşü yumuşatmak için önceki kullanım ilkesi desteklenmiştir.28 

Roma hukukunda, bütün yıl boyunca akan akarsuların kamuya ait olduğu kabul edilmiştir.29 Bu ayrım Avrupa'da etkili olmuştur. Fransa'da ise bu ayrımdan 
farklı bir yaklaşım benimsenerek ulaşıma elverişlilik sürekliliğin yerini almıştır. Sar ise, Roma hukukunda devamlı olarak akan ve ulaşıma elverişli akarsuların genel sulara girdiğini ifade etmektedir.30 Bu sular özel mülkiyete konu teşkil etmeyip, herkesin faydalanma ve kullanımına açık bırakılan sulardı. 

Bulundukları taşınmazın mütemmim cüz’ü olan sular yani özel mülkiyete konu olabilen sular kıyıdaş malikin mutlak tasarrufu altındaydı. Ancak yukarı kıyıdaş 
durumunda bulunan malik, suları sırf başkasına zarar vermek amacıyla kullanamazdı. 

Aşağıda bulunan taşınmazın malikine kendi ihtiyacını aşan suları komşuluk hukuku uyarınca bırakmak zorundaydı.31 Bu kurala maxim sic utere tuo ut alienum non laedas (malını komşuna zarar vermeyecek şekilde kullan) adı verilmişti.32 

Kaeckenbeck, Roma hukukunda ulaşıma elverişli olan akarsuların kamu akarsuları olduğunu belirtilerek, bunlar üzerindeki hakları, halkın, devletin ve kıyıdaş maliklerin hakları olarak üç gruba ayrılmıştır:33 İlk grupta, ulaşım, balıkçılık, yüklerin yüklenmesi ve boşaltması ve bunun gibi haklar yer alır. İkinci grupta, akarsuyun iyi durumda tutulması ve denetim masraflarını karşılamak için vergi (titulus navium) toplanması, kanalizasyon işleri ve baraj yapma hakkı bulunmaktadır. 
Bu kapsamda baraj yapılması sebebiyle kıyıdaş malikler zarara uğrasalar da herhangi bir talepte bulunamayacaklardır. Üçüncü grupta, hâkimin kararıyla suların saptırılması, terkedilmiş bir yatağın paylaşımı veya bölünmesi hakkı, suyun hareketi yoluyla toprağa taşınan maddelerin paylaşımı (alluvio), yeni oluşan adaların paylaşımı hakkı ile üçüncü tarafların zararları için talepte bulunma haklarına zarar gelmeksizin, özel yetkiyle akarsuda tesislerin yapılması hakkı yer almıştır. 

Roma hukuku, Hammurabi Kanunu başta olmak üzere, daha önceki hukukî ilkelerden etkilenmiştir. Hammurabi Kanununda, sel ve sulama düzenlemelerinin neden olduğu diğer zararlar nedeniyle, sulama yapan toprak sahiplerinin sorumluluğu ve tazminatla ilgili düzenlemelere yer verilmiştir.34 

1.1.3 İslam Hukuku 

 İslam hukukunda da su konusunda mülkiyet durumu başta olmak üzere çeşitli düzenlemeler mevcuttur. İslami hukukun modern anlamda ilk kodifikasyonu 
olan Mecelle de pek çok ülkede Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra dahi işlerliğini korudu.35 İslâm hukukunda ot ve ateşin yanı sıra su da "mubah" 
sayılmıştır. Kural olarak su, "ortak eşya" kabul edilmiştir. Mecelle ‘ye göre, başkasına zarar vermemek koşuluyla, mubah olandan herkes yararlanabilir.36 Ayrıca Mecelle’nin 1266 ncı maddesi uyarınca ihraz edilmemiş sulardan herkese su içme hakkı tanınmaktadır. Genel olarak islam hukukunda suyun kamusal boyutu ağır basmaktadır. Bu durumla birlikte kaynak ve kuyuların kıyıdaş malikin faydalanma hakkına konu oluşturması hususuna ilişkin düzenlemelerde mevcuttur. Ancak malikin haklarında komşuluk hukukundan kaynaklanan bazı kısıtlamalar öngörülmüştür.37 

Mecelle’de umumi ve hususi sular ayrımı mevcut olup, bu kapsamda Mecelle’nin 1238 inci maddesinde umumî nehirleri şöyle tarif ediyor : “Kimsenin 
mülkü olmayan umûmî nehirler, herhangi bir topluluğun mülkü olan nehir yataklarında akmayan akarsulardır. Bunlar aynıyla mubahtır. Nil, Fırat, Tuna, Tunca işte bu umumî nehirlerdendir.”38 Umumî sulardan ülke topraklarında kalanlar üzerinde devlet ve devletin tebaası (halk) istediği gibi faydalanır. Aydın’a göre devletlerarası olanlardan ise, mütekabiliyet (karşılıklı olmak) hakkaniyet ve müsavaat (eşitlik) esaslarına bağlı kalınmak ve antlaşmaya bağlı kalmak şartları doğrultusunda her kıyıdaş istifade eder.39 

İslâm hukukunda sular yeraltı ve yüzeysel sular olarak ayrıma tabi tutularak, hukuki olarak düzenlemeye tabi tutulmuştur. Örneğin kuyuların etrafında 
yasaklanmış bir alan (harim) bırakılarak, birbirine çok yakın kuyu açılmasının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Kuyular ve suları onları açanlara ait olduğuna ilişkin düzenlemeler mevuttur.40 Mecellede bu ayrımı gözeten çeşitli hükümler ihtiva eder. 

İslam hukukuna göre suyun kullanımında net bir hiyerarşi, kullanım öncelik sıralaması bulunur. Buna göre insanların içme ve kullanma suları ile ilgili 
kullanımları en öncelikli kullanım alanlarıdır.41 Modern sınıraşan sular doktrininde kabul gören “önemli zarar vermeme” ilkesinin de İslam hukuku tarafından benimsenmiş olduğu görülmektedir. Arazi sahibi, tarlasında ürün yetiştirme ve bu amaçla tarlasını sulama hakkına sahiptir (Buna “shirb” hakkı denilmektedir). Ancak sulamayı yaparken komşusuna veya suyun akacağı daha aşağı kesimlerdeki diğer arazi sahiplerine zarar vermemelidir. Bu ilkeyi uluslararası düzleme teşmil ettiğimizde, kıyıdaş ülkelerin birbirlerine zarar vermeme ilkesine ulaşabiliriz.42 

1.2. Kavramlar 

Bir akarsu, kaynağından sona erdiği noktaya kadar yatağı ve kolları ile bir bütün teşkil ederler. Toplumların devlet olarak örgütlenmesi, bu doğal bütünlüğü, 
yapay bir biçimde bölmekte ve aynı akarsuyun değişik kesimlerini, değişik devletlerin egemenlik alanlarında bırakmaktadır. Bu durum da, devletler arasında önemli sorunlara neden olmaktadır. 43 

Artan su ihtiyacına yönelik olarak, özellikle suyun depolanması ve tüketici kullanımlar konusundaki gelişmeler, suyun ulaşım dışı kullanımlarının etkisini ulusal sınırlar dışında duyulmasına neden olmuştur. Gelişmeler zamanla akarsulardan yararlanmanın kapsamını ve çapını genişletmiş, yararlanma olanakları da artmıştır. 
Devletlerin akarsulardan yararlanma eylemleri sonucunda ise, suyun miktar ve niteliğinde, rejiminde değişiklikler olmuştur.44 

Suların devletler arasında oluşturduğu sorunlarda kavramların tanımı ve kapsamı kesin olarak saptanamazsa, ilgililerin hak ve yükümlülüklerinin kapsamı tam olarak belirlenemez. 

1.2.1. Ortak Sular 

Ortak sular kavramı, ulusal olmayan akarsular dışında kalan akarsular için ilk önceleri bazı anlaşma ve belgelerde kullanılmıştır. Ortak sular kavramı; 26 Ocak, 1699 tarihli Karlofça Antlaşması’nın, 5 nci maddesinde : “Bosut suyunun Sava’ya döküldüğü mahalle dek, nehri Sava’nın bir yakası Devlet-i Aliye’m ve bir yakası müşarun ileyh Çazar zabtında olmağla mabeynde olan nehri Sava ve bu mabeynde vaki adalar dahi müşterek olup gerek sefinelerin murur ve uburu gerek gayri menafide iki tarafın reayası alesseviye intifa eyleyüp birbiri ile hüsni muamele eyleye…” ve 1718 tarihli Pasarofça Antlaşması’nın ilk maddesinde: “…zikr olunan sular hudud olup mukaddema nehr-i Morş’da olduğu gibi tarafeynin reayası saky-i devab ve sayd-ı semek ve sair elzem olan menafide müşterek olup alesseviye intifa ideler…”45 şeklinde kullanılmıştır. XIX. yüzyılda, Avrupa’da nehirlere ait anlaşmalarda da ortak sular kavramını bulmak mümkündür.46 

20. Yüzyılda ise akarsularla ilgili olarak yapılan antlaşmalarda bu kavramın yerini başka terimlere bıraktığı görülmektedir. Ancak; örneğin, Keban Barajı 
projesinin uygulanmasına ilişkin olarak, 10 Şubat 1966 tarihinde Ankara’da yayımlanan Türk-Irak Ortak Bildirisinde “Müşterek sular konusunda, halihazır 
gayretlerin artırılarak akarsuları paylaşan ülkelerin…”ifadesine, tarafların aynı konuda bu kez Bağdat’ta yayımladıkları 26 Mayıs 1966 tarihli ortak bildiride ise “ … müşterek suların kullanılmasına müteallik sahildar memleketlerin…” ifadesine yer verilmiştir. 47 

Esas olarak yalnızca fiziki bir durumu açıklamak için kullanılan bu kavramı, genişleterek ve gerçek anlamını tahrif ederek ilgili devletlerin ortak mülkiyeti ya da egemenliğinde sayarak, bir çeşit kondominyum48 oluşturmaya çalışmak,49 devletlerin ülkeleri üzerindeki mutlak egemenliklerine ilişkin temel uluslararası hukuk prensibine aykırıdır.50 Ortak sular kavramının çoğunlukla sınır oluşturan sularla ilgili ve ulaşım ve ticaret konulu antlaşmalarda yer alması gözden uzak tutulmamalıdır. 
Ayrıca günümüzde bazı uluslararası metinlerde "ortak su" kavramının kullanılmasından, mutlaka o akarsuyun taraf devletlerin ortak egemenliğinde 
olduğunun kabul edildiği sonucu çıkarılmamalıdır. Bu tür ifadelere genellikle devletlerarası dostça ilişkileri yansıtması nedeniyle yer verilmiş olması olasılığı 
yüksektir.51 

1.2.2. Kıyıdaş Devlet 

Akarsuyun akış doğrultusu göz önünde tutulduğunda, devletlerin birbirlerine karşı durumları farklılaşmakta, “yukarıdaki devlet” ve “aşağıdaki devlet” ayrımı 
ortaya çıkmaktadır. Bu durumda akarsuyun akış yolunun yukarısında bulunan devletler “Yukarı Kıyıdaş veya Memba Ülkesi”, aşağısında bulunan devletler “Aşağı Kıyıdaş veya Mansap Ülkesi” olarak adlandırılmaktadırlar.52 Örneğin, Fırat ve Dicle nehirleri esas alındığında, Türkiye, Suriye ve Irak’a göre yukarı kıyıdaş, bunun yanında Türkiye’ye göre aşağı kıyıdaş ülke olan Suriye de, Irak’a göre yukarı kıyıdaş ülke konumundadır. 

Bugün benimsenen ve sınıraşan suları, “ulaşıma elverişli olup olmadığı” göz önünde tutulmaksızın “iki veya daha çok devletin ülkesini kesen ya da ayıran 
akarsular” seklinde tanımlayan görüş uyarınca “kıyı devleti” veya “kıyıdaş devlet” kavramları genişlemiştir. Bu anlamda, uluslararası akarsularda “Kıyı devleti” veya “Kıyıdaş devlet” deyimi, uluslararası akarsuyun sadece ulaşıma elverişli kesiminde kıyısı bulunan devletleri değil, uluslararası niteliği olan akarsuyun bütün akış istikameti boyunca herhangi bir kesiminde kıyısı bulunan devletleri kapsamaktadır.53 

Kıyıdaş devletler, birden çok devlet tarafından yararlanılan akarsular üzerinde bir takım haklar ileri sürebilen, aynı zamanda belirli yükümlülükleri de bulunan 
devletler olarak ifade edilmektedir. Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuku Komisyonu “kendi ülkesinde uluslararası su yolunun bir parçası bulunan devletleri” su yolu devleti olarak tanımlamıştır.54 

1.2.3. Paylaşılan Doğal Kaynak 

Paylaşılan doğal kaynak kavramı, sınıraşan sularda kıyıdaş devletlerin birbirlerine zarar vermeden azami faydayı sağlayabilmeleri için ortaya atılmış bir kavramdır. Sınıraşan suların bir bölümünde gerçekleşen faaliyetlerin, onun bir başka bölümünde etki yaratmasından hareketle, bu tür suları paylaşılan doğal kaynak olarak kabul edenler olmuştur.55 

1977 yılında toplanan Birleşmiş Milletler Su Konferansı da konuyla ilgili bir rapor kabul etmiş ve bu rapor daha sonra Ekonomik ve Sosyal Konsey ve Birleşmiş 
Milletler Genel Kurulunda görüşülerek tasvip edilmiştir. “Mar Del Plata Faaliyet Planı” olarak adlandırılan bu belgede bölgesel ve uluslararası iş birliği ön 
görülmekte, bunun içinde paylaşılan su kaynakları da yer almaktadır.56 

Öte yandan, yukarıda değinilen planda uluslararası örgütler vasıtasıyla iş birliği yapılması ve her devletin bu kaynaklardan hakkaniyete uygun faydalanma 
haklarının bulunduğu ve iki taraflı ya da çok taraflı antlaşmaların bulunmaması halinde, devletlerin paylaşılan su kaynaklarının kullanımı ile yönetiminde 
uluslararası hukukun temellerinde genel prensiplerinin uygulanacağı hükmüne varılmaktadır.57 

Paylaşılan Doğal Kaynak kavramı, hem Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu’nda, hem de Genel Kurul’da eleştirilere uğramıştır. Türkiye, 
Hindistan, Jamaika, Etyopya, Brezilya ve Fransa gibi ülkeler, “kavramın ihtilaflı olduğu”, “uygun bir terim olmadığı”, “Komisyon çalışmalarını zorlaştıracağı” ve 
“doğal kaynaklar üzerinde mutlak egemenlik prensibine aykırı olduğu” şeklinde gerekçelerle karşı çıkarken, Tayland, Mısır, Cezayir, Arjantin, Amerika Birleşik 
Devletleri, Hollanda ve Finlandiya gibi ülkeler ise; aksine bu terimi desteklemiştir. 58 

Konuya ilişkin bir başka uluslararası kuruluş olan BM Avrupa Ekonomik Komisyonu'nun 1982 tarihli "Paylaşılan Su Kaynakları Hakkında Uluslararası 
İşbirliği Hakkında Kararı"nda yeknesaklığı sağlamak amacıyla "paylaşılan su kaynakları" kavramının kullanıldığı belirtilmiştir. Kararda, bu kavramın 
kullanılmasının bu kaynakların korunması ve kullanımı konusundaki hak ve yükümlülükleri bakımından "sınıraşan sular" veya "uluslararası sular" kavramlarını savunan ülkelerin durumlarına ve devletlerin ülkelerindeki su kaynakları üzerinde egemen haklarına zarar vermeyeceği açıklanmıştır.59 

Suları paylaşılan bir değer olarak kabul edenler buradan hareketle, kıyıdaş devletler arasında bir menfaat birliği bulunduğunu vurgulayarak, bu tür sularda ortak yönetimin zorunluluğu olduğu sonucunu çıkartmaktadırlar.60 

Paylaşılan doğal kaynak kavramının bir tanımı yapılmadığı gibi, içeriği konusunda uluslararası toplum üyeleri arasında henüz bir uzlaşmaya da 
varılamamıştır. Söz konusu kavramın taraf devletleri işbirliğine yöneltme gibi konularda faydalı olabileceği söylenebilirse de, henüz içeriği üzerinde tam bir 
uzlaşmaya varılamamış bir kavramın, devletler bakımından uluslararası hak ve yükümlülükler doğurabileceği kabul edilemez. Ayrıca paylaşılan doğal kaynak 
kavramı ülkelerin egemenlik haklarına halel getirebileceği için uygun değildir. Söz konusu kavram uygulamada sınıraşan sular konusunda, kıyıdaş devletleri işbirliğine yöneltmek yerine uyuşmazlıkların artmasına yol açabilecektir. İçeriği tam anlamıyla doldurulamayan ve muğlak ifadeler ihtiva eden mezkûr kavram uluslararası metinlerde yer verilirken çok dikkat edilmelidir. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

16 Ünsal, Veli, Eskiçağda Anadolu Su Kaynakları (Orta ve Doğu Anadolu)Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.28, 2012, s.209-224, s.209-211 
17 Saltürk, Metin, Orta Doğu’da Su Sorunu ve Türkiye Açısından İncelenmesi, Güvenlik Stratejileri Dergisi, S.3, Haziran 2006, s.21-40, s.22 
18 Konuralp, Pamukçu, Su Politikası, Bağlam Yayınları, İstanbul 2000, s. 35 
19Wolf A. T., Middle East Water Conflicts and Directions for Conflict Resolution, , Washington D. C., International Food Policy Research Institute, March, USA, 1996, (http://pdf.usaid.gov/pdf_docs/PNABY541.pdf), s.27 
20 McCaffrey, S., Water Scarcity: Institutional and Legal Responses, The Scarcity of VVater Emerging Legal and Policy Responses, Ed. Edward H.P.Brans, 
Esther J. De Haan, Andre Nolkaemper and Jan Rinzema, London 1997, s.43 
21 Aktaş Acabey, Münevver, Sınıraşan Sular: Hukuki Rejim,Dicle-Fırat ve Türkiye’nin Diğer Sınıraşan Suları, Beta Yayınları, İstanbul 2006, s.12 
22 Maden, Sınıraşan Su Havzalarında İşbirliği Sorunu , s.26 
23 Acabey, s.6 
24 Sar, Cem, Uluslararası Nehirlerden Endüstriyel ve Tarımsal Amaçlarla Faydalanma Hakkı, Ankara, 1970,182 vd 
25 Günveren, Güzide Burcu, Roma Hukukunda Su Hakları-Çeviri, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, s.309-312, s.309 
26 Su Hukuku,http://www.volkanderinbay.com/tarimnet/sukaynaklari.asp?konuno=6 (en son erişim :10/04/2014) 
27 Sar, s.182. 
28 Acabey, s.6-7 
29 Tahiroğlu, Bülent, Roma Hukukunda Mülkiyet Hakkının Sınırları, İstanbul 1981, s.105. 
30 Sar, s.182. 
31 Sar,s.183 
32 Hukuk Sözlüğü,
 http://www.duhaime.org/LegalDictionary/S/SicUteraTuoUtAlienamNonLaedas.aspx (En son erişim: 20/04/2014) 
33 Acabey, s.8 
34 Acabey, s.10 
35 Sümer, Vakur, Orta Doğu ve Sınıraşan Sular: İslam Hukuku Ne Diyor, 
     http://www.fatihaktuel.com/yorum-analiz-orta-dogu-ve-sinirasan-sular-islam-hukuku-ne-diyor-53176.html (en son erişim:04/04/2014) 
36 Acabey,s.6-7 
37 Sar, s. 186-187 
38 Aydın , Hakkı, Devletler ve İslam Hukuka Göre Milletlerarası Akarsular, Göller ve Kanallar, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.5, S.2, 2001, 
     s.1-63, s.39 
39 Aydın, s.39 
40 Acabey, s.7 
41 Sümer, Orta Doğu ve Sınıraşan Sular: İslam Hukuku Ne Diyor 
42 Sümer, Orta Doğu ve Sınıraşan Sular: İslam Hukuku Ne Diyor 
43 Bir, s.2 
44 Toklu, Vefa, Su Sorunu Uluslar arası Hukuk ve Türkiye,Turhan Kitabevi, Ankara 1999, s.8-9 
45 Yukarıdaki metinler bugünkü Türkçe’ye şöyle adapte edilebilir; “Karlofça Anlaşması, md. 5: Bosut Suyu’nun Sava’ya döküldüğü yere kadar; bir yakası Osmanlı Devleti ve diğer yakası adı geçen Çarlık zabtında olan Sava Nehri ve bu arada yer alan adalardan iki tarafın halkı, hem gemilerin gidiş gelişi, hem de diğer menfaatlerden faydalanma hususunda eşit şekilde yararlanıp birbirlerine iyi muamele eyleyeler.” “Pasarofça Anlaşması’nın ilk maddesi: 
Belirtilen sular sınır olup, daha önce Morş Nehri’nde olduğu gibi iki taraf halkı hayvan sulama ve balık avlama ve diğer önemli menfaatlerde 
ortak olup eşit şekilde faydalanalar…“Bkz. SAR, s.47; Kapan, İsmail, Türkiye İle Suriye ve Irak Arasında Su Anlaşmazlığı ve Türkiye’nin Çözüm İçin Sunduğu 
“Üç Aşamalı Plan”In Su Hukuku Çerçevesinde İncelenmesi (Yayınlanmamış Doktora Tezi),İstanbul Üniversitesi, İstanbul 2006, s.8 
46 Örneğin, 1816 tarihli Hollanda ve Prusya Sınır Antlaşması’nın 27. Maddesinde ve 1864 tarihli Portekiz ile İspanya Sınır Antlaşması, Bkz. Sar, s.47; Acabey, s.19 
47 Toklu, s.9 
48 Kondominyon: İki devletin belirli bir ülke üzerinde yetkilerini birlikte kullanmaları; örneğin (x) ülkesini, (z) ve (y) devletlerinin birlikte yönetmeleri. 
Bkz. Yılmaz,Ejder, Hukuk Sözlüğü,Yetkin Yayınları, Ankara 2003, s.391 
49 Fransız Convention’unun Geciçi Yürütme Konseyi 16 Kasım 1792 tarihli Kararnamesinde “Nehir mecralarının, suladıkları bütün ülkelerin ortak ve devredilmeyen mülkiyetinde” oldukları belirtilmiştir. Bkz. Sar, s.48 
50 Kılıç, Seyfi, Sınıraşan Sulardan Faydalanmalara İlişkin Temel Yaklaşımlar-Ortadoğu Analiz, C.5, S.53, Mayıs 2013, s.14-22 
51 Acabey, s.19 
52 Dursun, Abdulkadir, Sınıraşan Sular Fırat ve Dicle Nehirleri’nin, Türkiye, Suriye Ve Irak İlişkileri Üzerine Etkileri (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), 
Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta 2006, s.26 ; Suyun Stratejik Dalgaları 
53 Tiryaki, Orhan, Sınıraşan Sular ve Ortadoğu'da Su Sorunu: 21 nci Yüzyılın Gündemi: Su, Cem Ofset Matbaacılık, 2003, s.10 
54 Toklu, s.10-11 
55 Acabey, s.30-31 
56 Çelik, Soner, Sınıraşan Sular Kapsamında Dicle ve Fırat Nehirlerinin Türkiye – Suriye İlişkilerine Etkisi (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), 
Ufuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Ankara 2013, s.16 
57 Çelik, s.16 
58 Şimşek, Tacettin, Sınıraşan Suların Hakça ve Makul Kullanımı (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi, Ankara 1997, s.13 
59 Acabey, s.30-31 
60 Acabey, s.31 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder