ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 8
ABD’nin bölgeye demokrasi getirmesiyle beraber, sonlarının, Soğuk Savaş’ın sona ermesinde büyük role sahip bir dönemler SSCB dış işleri bakanlığı yapan,
Gürcistan eski Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze veya Irak devrik lideri Saddam Hüseyin gibi olacağını çok iyi bilen Mısır ve Suudi Arabistan’ın liderleri,
ABD’nin bu projesine direnç gösteren önemli simalar olmuşlardır. Hüsnü Mübarek, “Kapıları açarsak karışıklık çıkar” şeklindeki ifadesiyle, iktidarı kolay
kolay terk etmeyeceğinin sinyallerini vermiş ancak kaçınılmaz sondan kendini kurtaramamıştır. Suudi Arabistan yöneticileri ise, ABD’ye duyulan kini ve nefreti
azaltarak ABD’ye yaranmaya çalışmakta, bu şekilde iktidardaki ömürlerini uzatabilmeyi hedeflemektedirler. Kral demokrasi gelmesi halinde yetkilerinin
daralacağı ve rahatlıkla kullanabildiği ülke gelirleri üzerinde istediği gibi tasarruf edemeyeceğini bilmektedir.200
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin bölgedeki Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkelerin demokratikleşmesi için çaba içinde olmaması ciddi bir çelişkidir. ABD
demokrasiye olan doktrin-er bağlılığı ile dış politika gerekleri arasına sıkışınca demokrasiyi feda edebilmektedir.201 Bölge ülkeleri dışarıdan dayatmayla
demokrasi ve siyasi reformun gerçekleşemeyeceğini düşünmekte, bu nedenle BOP‘a çok sıcak bakmamaktadırlar. Böyle bir projenin bölge ülkeleriyle hiç
tartışılmadan dayatılmış olması, birçok kültürün ve toplumun iç içe yaşadığı karmaşık bir coğrafyanın tamamı için aynı yöntemin benimsenmesi ve İsrail’in
saldırgan tutumuna karşı hiçbir çözüm sunulmamış olması tepkilere neden olmuştur.
Ortadoğu ülkelerine demokrasinin gelmesinde üç sınıf, kilit rol oynayacaktır. Bunlar: demokrasinin gelmesini isteyen veya istemeyen despot
liderler, şimdiye kadar despot liderlere karşı verdikleri demokrasi mücadelesinde, daima ABD tarafından yalnız bırakılan ve dolayısıyla ABD’ye kırgın olan laik aydınlar ile İslamcılardır. Amerika’ya kırgın olan laik aydınların tavrının, demokrasi mücadelesi başlayınca değişeceği ve Amerika’nın demokrasi projesine destek olacağı değerlendirilmektedir.
“Al Hayat gazetesinde yayımlanan Daha Büyük Ortadoğu Ortaklık Projesi taslağına göre, Büyük Ortadoğu’nun tehdit olmaktan çıkarılmasının yolu reforma gidilmesidir.
Nitekim iki Arap Beşeri Kalkınma Raporu da bunun için zorlayıcı ve acil çağrılar niteliğindeydi.
Bu çağrılar bölgede bazı aktivist, akademisyen ve özel sektör nezdinde yankı buluyordu.
Bölgede bazı liderlerde bu çağrılara kulak vermiş ve siyasi, sosyal ve ekonomik reformlara yönelik adımlar atmıştı”202 bu adımları atılmasına öncülük eden gruplar, Amerika’nın demokrasi projesine destek olacağı düşünülen laik aydınlar ve İslamcılardır. İslamcılara gelince, her ne kadar, herkes İslam’ın tek olduğunu söylese de Ortadoğu halkının algıladığı üç tür İslam anlayışından söz edebiliriz. Bu üç grup İslam anlayışı: geleneksel İslam anlayışı, demokratik İslam anlayışı, radikal İslam anlayışıdır. Geleneksel ve demokratik İslam anlayışına sahip olanların, ABD’nin Ortadoğu’ya getirmeyi düşündüğü demokrasi konusunda destek olacakları, bununla birlikte asıl hususun, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında ”Küresel Terörizm” adı altında düşman olarak kabul edilen “radikal İslam” anlayışına sahip kişilerin takınacakları tavrın olacağı düşünülmekte dir.203
3.6. ABD’nin BOP için destek arayışları:
BOP kapsamında, ABD’nin kendi çıkarları doğrultusunda tek başına Ortadoğu’da yürüttüğü politikalar hem Avrupa ülkelerinde, hem Asya ülkelerinde hem
de Müslüman ülkelerde rahatsızlık meydana getirmektedir. Bu sebeple ABD, BOP’ u sorunsuz yürütebilmek için destek arayışı içindedir. ABD’yi destek aramaya iten diğer bir sebep ise BOP’ un mali ve askeri yükünün fazla olmasıdır. Savaş sonrasında beş yüz milyar dolarlık borç yükü ABD’yi ciddi zorlamaktadır.204
Bu konuda Özlen Çelebi
“ABD’nin 2003 yılında Irak’a saldırmasının ardından Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak da adlandırılan Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi ABD tarafından yeni kamu diplomasisi yöntemleri de kullanılarak gündeme getirilmiştir. Bu geniş coğrafyada bulunan farklı ülkelerin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarına çözüm olarak demokratikleşmeyi, insan haklarına, sivil
topluma saygıyı, serbest seçimler ve medyanın bağımsızlığını sunan proje BM Binyıl Projesine de denk düşen şekilde kadınlara özel bir önem verdiğini iddia etmekteydi. AB ile ABD’nin çıkar farklılıklarının ve çatışmalarının su yüzüne çıktığı bu dönemde, NATO kimlik ve yeni misyon arayışına da denk düşen şekilde NATO da BOP’u desteklemeye başlamıştır”205 değerlendirmesinde bulunmaktadır.
Aynı konuyu Altuğ Günal ise şu şekilde değerlendirmektedir.
“BOP’ un mali yükünün oldukça fazla olacağını ve zaman zaman da askeri müttefiklere gereksinim duyulacağını hesaba katan ABD, son aylarda kendine ortak bulma çabasına girmiş gözükmektedir. Ancak yük paylaşımı demek, hâkimiyet paylaşımı da demek olduğundan, geleneksel ABD politikaları bu konuda hep “sınırlı paylaşımı” esas almış; dolayısıyla kendi payını hep yüksek
tutmuştur. Bu konuda ilk adım, 2004 yılının Haziran ayında ABD’nin Georgia eyaletinde yapılan G-8 Zirvesi’nde atılmıştır. BOP Zirvenin gündemine konduğu gibi, BOP çerçevesinde yapılacak reformları konuşmak üzere Türkiye (demokratik ortak sıfatıyla) ve hedef ülkeler (bölgesel ortak sıfatıyla) davet edilmiştir. Bu davete Türkiye, Afganistan, Irak, Yemen, Ürdün, Bahreyn ve Cezayir olumlu yanıt vererek katılırken; basında yer alan bilgilere göre, başta Mısır, Suudi Arabistan ve Tunus olmak üzere birçok Arap ülkesi ise, “Arapİsrail
sorunu gibi kilit bölgesel konulara çözüm bulmadan reformların dayatılmaya çalışıldığı” gerekçesiyle olumsuz yanıt vererek katılmamışlardır.206
Buradan hareketle ABD’nin BOP için destek arıyor olması kesinlikle bir yük paylaşımı olarak anlaşılmalıdır. ABD, sınırlı ve Ortadoğu’daki çıkarlarına zarar
vermeyecek bir paylaşım hedeflemektedir. Başlangıçta BOP, ABD’nin tek başına yürüttüğü bir proje idi. Ancak ABD gördüğü tepkilerden dolayı artık BOP’ u tek başına yürütme fikrinden vazgeçmiş görünüyor. Daha önce de bahsedildiği gibi ABD dünya genelinde herkesin kabul edebileceği ortak bir terörizm düşmanı yaratarak, güvenlik gerekçesi ile diğer ülkeleri yanında yer almaya davet etmektedir. ABD bu konuda o kadar ısrarlı görünüyor ki yanında yer almayan ülkeleri başarısız ülkeler olarak kabul ediyor.207
Mahir Kaynak bu projeye başka devletlerin ve kuruluşların dâhil olmasını şu ifadelerle anlatmaktadır.
“Şu doğru değildir; sadece Amerika Birleşik Devletleri dünyada hesap yapıyor, başkaları hiç hesap yapmıyorlar. Burada iki temel soru var. Avrupa ile Amerika Birleşik Devletleri'nin ilişkisi ne olacak? Başlangıçta bu proje Amerikan projesi idi, tek başına yapıyordu. Şimdi baktı ki mukavemetler var, NATO diyor. NATO dediği zaman şunu anlamak lazım; NA TO bir askeri ittifak olmaktan
çıktı, dünya tarihin en büyük askeri ittifakı ama karşısında güç yok. Buradan anlıyoruz ki, NATO aslında Batının uzlaşmasının adıdır.
Eğer bu iş NATO tarafından yapılıyor diyorsanız buradan şu mana çıkar; Amerika ile Avrupa ülkeleri anlaştılar birlikte hareket ediyorlar. Mesela Afganistan'a gidiş odur. Derlerse ki, NATO olarak Ortadoğu'ya hâkim olalım, buradan şunu anlayacağız; Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa anlaştılar, herkes kendi rolünü biliyor. Ama şu andaki durum o kadar çok berrak değil”.208
Kaynak, ABD’nin projesine ortak arama çabalarını, savaşlar sonrası yaşadığı sıkıntıları paylaşmaya bağlıyor ve gelinen noktada ABD’nin kendisini mecbur
hissettiğini şu şekilde ifade ediyor.
“Amerika Birleşik Devletleri de artık Büyük Ortadoğu Projesi'ni tek başına yapmak ve dünya üzerinde tek başına egemen olma fikrinden vazgeçmiş gibi görünüyor. Ve Avrupa'ya iş birliği teklif ediliyor çok açık bir şekilde. İngiltere'nin zaten Avrupa'ya yanaşmasından da anlıyoruz bunu. İngiltere bu manevraları çok rahat yapar ve en hassas koku alan ülke de orasıdır. İngiltere kokuyu aldı, Amerika Birleşik Devletleri'nin tek başına bu işi başaramayacağını gördüğü için, Avrupa ile bütünleştirmek için de bir aracı rolü oynuyor”.209
Buradan da anlaşılacağı üzere, ABD’ye destek konusunda en yakın görülenler Avrupa devletleridir. 11 Eylül’den terör saldırılarından sonra Avrupa devletleri açıkça ABD’yi terörizmle mücadelesinde desteklerini ifade etmişlerdir. Bu devletler terörizmle mücadelenin kendilerinin de öncelikli hedefleri olduğunu söylemişlerdir.
İngiltere ve Fransa gibi bazı devletler ABD’nin müttefiki olmuş ve bu mücadelede ABD ile birlikte hareket etmişlerdir. AB küreselleşen dünyada, dünyanın her hangi bir noktasındaki problemlerin, diğer bölgeleri de etkilediği bildiğinden dolayı Ortadoğu bölgesinde yaşanan güvenlik sorunlarının kendi güvenlik ve ekonomilerini etkilememesi için ABD’nin yanında olacağını belirtmiştir. Avrupa ülkelerinden aldığı destek yanında, diğer dünya devletlerinin ve Müslümanların desteğini almak isteyen ABD, 2004 yılında Amerika’da yapılan G-8 zirvesine BOP kapsamında bulunan ülkeleri de davet etmiştir. BOP’a desteklerini belirtmek niyetiyle toplantıya katılan G-8 üyeleri ve BOP kapsamındaki ülkeler, ortak açıklama yapmış ve BOP’ un resmi hedeflerini benimsediklerini ifade etmişlerdir. ABD G-8 Zirvesi ile Batılı devletleri BOP’a ortak etmeyi başarmış ancak Müslüman coğrafyasından henüz arzuladığı desteği sağlayamamıştır.210
ABD, BOP’ un kendisi üzerindeki askeri ve mali yükünü azaltmak için de belli başlı çalışmalar yapmıştır. ABD bu çalışmalarını NATO üzerinde yoğunlaştır mıştır.
ABD’li yetkililer verdikleri beyanatlarda NATO’nun ABD’nin yanında yer alması gerektiğini vurgulamışlardır. NATO genel sekreteri seçilerek Ocak ayında görevi
devralan Hollandalı Jacop Gijsbert de Hoop Scheffer Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush'la birlikte yaptıkları basın toplantısında şunu söylüyordu;
"NATO, Afganistan'daki olaylara tarafsız kalamaz".
NATO bundan sonra hattı müdafaayı bırakıp sathı müdafaaya geçmek zorundadır. NATO’nun yeni görevi Ortadoğu’da ABD menfaatlerini korumak olmuştur.211
3.7. Türkiye’nin Ortadoğu tarihi ve ABD ile Türkiye’nin BOP ilişkileri:
Türkiye, coğrafi olarak bölgeye yakın olması ve uzun yıllar iç içe yaşamın neticesi olarak meydana gelen ortak kültürel değerlere sahip olması nedeniyle, hem Ortadoğu ülkeleri, hem de Ortadoğu’yla ilgilenen dünyanın diğer ülkeleri için önemli bir devlet olmuştur.212 Avrupa veya Amerika’nın Ortadoğu coğrafyası gibi bir bölgeye Türkiye’yi kullanmadan el atmaları kolay bir iş değildir.213 “NATO üyesi Türkiye’nin, Avrupa birliği ve İsrail ile yürüttüğü iyi ilişkilerin yanı sıra bölgedeki en büyük askeri güce sahip olması BOP’taki katkısını daha da önemli kıldı.”214 Türkiye’nin önemi özellikle SSCB’nin Afganistan’ı işgali, Birinci ve İkinci körfez savaşları sırasında artmıştır. Soğuk Savaş döneminde “Yeşil Kuşak Projesi” içinde yer alan Türkiye, BOP’ ta da büyük stratejik öneme sahiptir. Türkiye, halkının yüzde 99’unun Müslüman olmasına rağmen laikliği benimsemiş olması, aksaklıklara rağmen 80 yıldır demokrasi ile yönetilmesi, modernleşmeyi hedef alması ve yüzünü Batı’ya çevirmiş olması sebebiyle ilgi odağı olmuştur.215
BOP’ un geçmişi birkaç aylık bir çalışmaya dayanmamaktadır. Bu proje üzerinde son yirmi yıldır ABD ve İsrail çalışmaktadır.216 Günümüzde ise, Türkiye
Büyük Ortadoğu Projesinin en önemli ülkelerinden biri olarak gösterilmektedir. Bu görüş Batılı çevrelerde, özellikle Amerikan yetkilileri arasında yaygın olarak
paylaşılmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin İslam dünyası için İslam ile liberal demokrasiyi birleştiren bir örnek olabileceği düşünülmektedir.217 Batı Türkiye’yi model ülke görse de, Arap dünyası tarihsel sürecin de etkisiyle bazı fikir ayrılıklarına düşmüştür.218 Türkiye’nin Ortadoğu’daki öneminin anlaşılabilmesi için, tarihsel süreçte Türkiye’nin bu bölgedeki dış politikasının incelenmesi gerekmektedir. Osmanlı imparatorluğu, uzun yıllar hüküm sürdüğü Ortadoğu’da, İngiltere’nin kışkırttığı ulusçu akımlar neticesinde topraklarını kaybetmiştir. Cumhuriyet’in ilanıyla Türkiye komşuları ile iyi ilişkiler geliştirdiği gibi, bölgeye dışarıdan yapılan müdahalelere karşı da, bu durumu benimsemediğini gösteren bir tutum takınmıştır.
Atatürk, Suriye ve Irak’ta, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin zorba bir uygulama yürüttüklerini ve bu uygulamalar neticesinde de bahsi geçen ülkelerde sürekli karışıklık olduğunu ifade etmiştir. Bu ifade ile Atatürk, İngiltere gibi sömürgeci devletlere karşı bu devletlerin yanında olduğu mesajını veriyor ve bu tutum o dönemde Türk dış politikasının Ortadoğu’daki izlediği siyasetin de genel çerçevesini oluşturuyordu.219
Cumhuriyet kurulduğu dönemde Ortadoğu merkezli iki sorun olarak Musul ve Hatay sorunu ortaya çıkmıştır.
I. Dünya Savaşı'ndan önce Osmanlı hâkimiyetindeki Musul ve çevresi petrol varlığı sebebiyle, İngiltere, Fransa, Almanya arasında rekabet konusu oldu.
Bölge, 1916 tarihli Sykes- Picot Antlaşması ile Fransa'ya bırakılmıştı. Nisan 1920 San Remo Konferansında Fransa, kendisini Ortadoğu’daki menfaatlerini
desteklemesi sebebiyle, Musul bölgesini İngiltere’ye bıraktı. İngiltere bölgedeki Hıristiyanların güvenliği, İngiliz savaş esirlerine kötü muamele edilmesi gibi
sebepler ile Mondros Mütarekesinin 7. maddesine göre Musul'un kendilerine terk edilmesini istediler. Sonuç olarak Musul Irak’a bırakılmış, Hatay da 1939 yılında Türkiye’ye katılmış böylece bu meseleler çözüme kavuşturulmuştur. Türkiye komşuları ile iyi ilişkiler kurmaya ve Ortadoğu bölgesinde yapılacak operasyon ları onaylamama politikalarını ikinci dünya savaşına kadar sürdürmüştür. Soğuk Savaş’ın başlaması ile birlikte Türkiye’nin Sovyetler Birliği’nden çekinmesi ve Amerikan Başkanı Truman’ın Türkiye’yi desteklemesi ve yanında yer alması neticesinde Türk-Amerikan ilişkisi ittifaka dönüşmüştür. Türkiye, bu dönem de Ortadoğu’da çatışmalardan uzak durmaya çalışmış, güvenlik politikasının bir gereği olarak Batı ile ittifak halinde olmaya özen göstermiştir. Türkiye Batı ile sıkı münasebetlerine rağmen, İsrail’in kurulmasına sebep olan taksim kararının görüşüldüğü 1947 BM Genel Kurulunda aleyhte oy kullanmıştır.
Türkiye, Filistin görüşmelerinde Arap ülkelerini desteklemiş, Arap ülkelerinin Filistin’e bağımsızlık verilmesi yönündeki karar tasarılarını desteklemiş ve lehinde oy kullanmıştır.220
Bunun yanında İsrail’in
Sovyetlerin güdümünde bir ülke olmadığını anlamasından sonra, Türkiye, İsrail’i ilk tanıyan devletlerden biri olmuştur. Aynı tarihte Harry Truman Kongre’de Türkiye’nin Komünizme karşı korunması için desteklenmesi gerektiği ile ilgili bir konuşma yapmıştır.221
1955’te Batının teşviki ile oluşturulan Bağdat Paktı projesi içinde Türkiye’nin İngiltere ile birlikte yer alması, Türkiye ile bölge devletleri arasındaki politik farkları derinleştirmiştir. Bu nedenle Bağdat Paktı her ne kadar Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkisini arttırma düşüncesiyle yapılmış bir girişimse de Ortadoğu’dan biraz daha uzaklaşmasına neden olmuştur.222 Türkiye 1956 yılındaki Süveyş Krizi’nde İsrail ile diplomatik ilişkilerini sınırlandırmasına rağmen, yine de Arap ülkeleri tarafından Batının bölgedeki temsilcisi olarak görülmüştür. Türkiye’nin Ortadoğu meseleleri ile ilgili konularda Batıyla yakınlaşması 1964 yılındaki Johnson mektubu223 olayına kadar devam etmiştir. Uzun bir geçmişe sahip Türk-Amerikan ilişkilerinde ilk ve en büyük sarsıntıyı oluşturan Johnson mektubuna karşılık Başbakan İsmet İnönü, ‘yeni bir dünya
kurulur, Türkiye orada da yerini alır’ diyerek mektuba gereken cevabını vermiştir.224 Bu mektup olayı Türkiye’nin dış politikasını değiştiren önemli bir etki oluşturmuştur.
Süveyş Krizi ile birlikte Sovyetlerin Birliği’ne bazı Arap ülkelerinde sempati ile bakılmaya başlanmıştır.
Özal hükümetinin 1980’den sonraki dönemde göreve gelmesiyle, Türkiye’nin Batıyla ilişkileri tekrar düzelmeye başlamıştır. Özal döneminde Türkiye’yi Ortadoğu açısından ilgilendiren en önemli olay, Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgali sonrası patlak veren 1. Körfez Savaşı olmuştur. Türkiye, Irak’ın PKK’ya verdiği destek, güneydoğu Anadolu’daki projesine karşı takındığı tutum ve aşrı silahlanması gibi sebeplerden dolayı, körfez krizinin ilk gününden itibaren Irak karşıtı cephede yer almıştır.225
Kuveyt’in işgalinde ABD ve Batılı ülkelerin tutumda, bölgedeki petrol kaynaklarının büyük bir çoğunluğunun Irak’ın eline geçmesi ile petrolün Batıya güvenli ve sürekli akışının aksayacağı endişesi önemli rol oynamıştır. Türkiye’nin tutumunun nedeni ise, bölgedeki dengenin Türkiye aleyhine bozulacağı endişesiydi.226
Özal’ın aktif taraflılık politikası ile Türkiye, Johnson mektubundan sonra Batıya ve Ortadoğu’ya karşı uyguladığı dengeli politikaları bu savaşta terk etmiştir.
Özal bu aktif politikasını ‘bir koyup üç alacağız’ şeklinde açıklayarak bir fırsat olarak değerlendirmiş, ancak olası bir savaşta ne kadar askerin kaybedileceği
konusunda yapılan uyarılar neticesinde bu tutumu bırakmıştır.227
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
200 Şahin, A.g.e, ss.123-124
201 Güney, A.g.e, s. 10
202 Hakan Akyol, “Büyük Ortadoğu Projesi ve Projenin Demokratikleşme Yaklaşımları Açısından”, Bahçeşehir Üniversitesi, Değerlendirilmesi,
Uzmanlık Projesi, İstanbul, (2008), s.46
203 Mustafa Erceylan, Büyük Ortadoğu Projesinde İran’ın Önemi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli, (2007), s.17
204 Anıl Çeçen, Türkiye’nin B Planı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, (2006), s.43
205 Özlen Çelebi, 1990’lardan 2000’lere Türk Dış Politikası ve ABD İle İlişkiler: Stratejik Ortaklık, Model Ortaklık Ve sonrası, Türk Dış Politikası Son On Yıl,
Palme yayıncılık, Ankara, (2011), s.54
206 Günal, A.g.m, s.160
207 Gökbaş, A.g.m, s.4
208 Kaynak-Gürses, A.g.e, ss.20
209 A.g.e, s.23
210 Günal, A.g.e, s.160
211 Kaynak-Gürses, A.g.e, s.45
212 Deniz, A.g.m, s.179
213 O. Metin Öztürk- Yalçın Sarıkaya, NATO Büyük Ortadoğu ve Türkiye, POLSAR, Ankara, (2004), s.72
214 Hüseyin Latif, ABD’nin Türkiye’ye Biçtiği Rol, Bizim Avrupa Yayınları, İstanbul, (2007), s.83
215 Gültekin Avcı, Doğu’nun İstilası Medeniyetler Savaşı’na Doğru, Birey Yayıncılık, İstanbul, (2006), s.56
216 Hakan Türk, Türkiye Ateş Çemberinde, Akademi TV Yayın, İstanbul, (2004), s.9
217 Bağcı-Sinkaya, A.g.m, s.24
218 Ulvi Keser, Dünyanın Kaynayan Kazanı Ortadoğu, Motif Matbaacılık, Ankara, (2012), s.378
219 Toktamış Ateş, Türk Devrim Tarihi, Der Yayınları, İstanbul, (1998),S.116
220 Arı, A.g.e, s.305
221 Talat Turhan, Küresel İhanetin İçyüzü ve Arap Baharı, Destek Yayınları, İstanbul, 2012, s.29
222 Arı, A.g.e, s.306
223 Johnson mektubu, Haziran 1964’te ABD Başkanı Johnson tarafından Başbakan İnönü’ye Türkiye’nin
Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunma ihtimali üzerine gönderilmiştir, http://www.akintarih.com/turktarihi/cumhuriyetdonemi/johnson_mektubu/johnson_mektubu.html, 11.05.2014
224 Sayim Türkman, ABD, Ortadoğu ve Türkiye, Nobel Yayınevi, Ankara, (2007), s.266
225 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası ilişkiler Sözlüğü, İstanbul, (2000), Der Yayınları. s.453
226 Arı, A.g.e, s.584
227 Vedat Yenerer, Düşman Kardeşler: ABD İşgalindeki Irak’ta Arap, Kürt ve Türkmen Çatışması, Bulut Yayınları, İstanbul, (2004) s.229
9 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder