5 Aralık 2017 Salı

SINIRI AŞAN SULARLA İLGİLİ ULUSLARARASI HUKUKİ DURUM BÖLÜM 8



SINIRI AŞAN SULARLA İLGİLİ ULUSLARARASI HUKUKİ DURUM BÖLÜM 8


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 

BM ULUSLARARASI SU YOLARININ ULAŞIM DIŞI MAKSATLARLA KULLANIMINA İLİŞKİN SÖZLEŞME (1997 BM SÖZLEŞMESİ) 

Sözleşmede sınıraşan sular kavramı yerine uluslararası su yolları kavramı benimsenmiştir. Bu kapsamda sözleşme uluslararası su yollarının kullanım, geliştirme, muhafaza, yönetim ile korumasını ve günümüz ve gelecekteki nesiller için optimal ve sürdürülebilir kullanımın geliştirilmesini güvence altına almayı amaç edinmiştir.246 

Yedi bölümden oluşan Sözleşme 37 maddeyi içermektedir. Sözleşmenin ilk bölümü Sözleşme’nin kapsamı ile ilgili konuları içermektedir. İkinci bölüm 
terimlerin kullanımı, üçüncü bölüm ise planlanmış tedbirler başlığını taşımaktadır. Dördüncü bölümde suyun korunması, muhafazası ve yönetimi ile ilgili hükümlere yer verilmiştir. Beşinci bölüm zararlı koşullar ve acil durumlarla ilgili yükümlülükleri içeren iki maddeden oluşmaktadır. Altıncı bölüm; silahlı çatışma zamanında uluslararası suyolları ve tesisleri, dolaylı yöntemler, ulusal savunma ve güvenlik bakımından hayati veri ve bilgi, ayrım yapmama, uyuşmazlıkların çözümü gibi maddeleri içermektedir. Yedinci bölümde ise imza, onaylama, yürürlüğe girme konuları hükme bağlanmıştır.247 

4.1. Sözleşmenin Tarihsel Gelişimi 

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1959 gibi erken bir tarihte aldığı 1401 sayılı kararı ile “uluslararası nehirlere” ilişkin hukuki sorunların kodifikasyonunun 
mümkün olup olmadığına dair ön çalışmaların başlaması çağrısında bulunmuştur.248 1959 yılında “doğal kaynaklar üzerinde egemenlik” konusunu incelemek üzere kurulan özel bir komisyon, 1961 yılında yayınladığı raporunda “doğal kaynaklar” kavramı içine ulusal ve ulusal olmayan akarsuları da almıştır. Bu rapor Genel Kurulun 17nci dönem toplantısında tartışılmış ve Genel Kurul, 14 Aralık 1962’de, 1803 Sayılı Kararla “Doğal Kaynakların Üzerinde Devamlı Egemenliğe İlişkin Bildiri”yi benimsemiştir.249 Bildirinin çalışmamızı ilgilendiren 1nci maddesi şöyledir: “Ulusların ve halkların kendi doğal zenginlikleri ve kaynakları üzerindeki devamlı egemenlik hakkı, ilgili devlet halkının refahı ve ulusal gelişmesi yararına kullanılmalıdır.”250 Bu tarihten 1970 yılına kadar BM Genel Sekreteri’nin bu konu hakkında hazırladığı rapor dışında önemli bir gelişme kaydedilmemiştir. 1966 yılındaki Helsinki kararlarından dört yıl sonra 1970 yılında Finlandiya, Helsinki ilkelerinin uluslararası su yollarıyla ilgili bir model olmasını öneren bir kararın BM Genel Kurulu tarafından çıkarılmasını istemesi üzerine, BM'nin Altıncı Komisyonu 251, bu öneriyi tartışmak için gündeme almıştır.252 8 Aralık 1970 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2669 sayılı ve “Uluslararası Suyollarına İlişkin Uluslararası Hukuk Kurallarının Gelişmesi ve Kodifikasyonu” başlığı taşıyan bir karar kabul etmiştir. Bu karar ile Uluslararası Hukuk Komisyonu253, sınıraşan suyollarının ulaşım dışı kullanımlarına ilişkin çalışmalara başlamıştır. 1959 yılında alınan Birleşmiş Milletler Genel Kurul kararı ile 1970’te alınan Birleşmiş Milletler Genel Kurul kararı arasındaki temel fark, ilkinde nehirlerden bahsedilmesine karşılık ikincisinde suyolu kavramının kullanılmasıdır. Suyolu kavramı bir yandan nehirleri kapsarken diğer yandan da göller ve yer altı suları gibi nehirler ile doğrudan hidrolojik bağlantı içinde olan suları da kapsamaktadır. Bu değişiklik ise uluslararası kamuoyunun su  döngüsüne ilişkin bilgi birikiminin arttığına işaret etmektedir.254 1974 yılındaki yirmi altıncı oturumunda Komisyon, Genel Sekreterin gönderdiği ulaşım dışı uluslararası nehirlerin kullanımına dair hukuksal problemlerle ilgili ek raporunu da gündemine almıştır. Aynı oturumda Komisyon uluslararası nehirlerin ulaşım dışı kullanımıyla ilgili bir alt komisyon kurmuştur.255 

1991 yılında Komisyon, 1970’ten itibaren sürdürdüğü raporlarını ve BM Genel Kurulunda ele alındığı çalışmalarını, 43 üncü oturumunda, 32 taslak maddenin 
ilk okunması sonucunda kabul ettiği, “Maddeler Taslağı” adıyla ortaya koymuştur. Komisyon 22 Temmuz 1994 tarihinde Cenevre’de yapılan 46 ncı oturumda ise taslağı tamamlamış, “Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımına İlişkin Maddeler Tasarısı” na son şeklini vererek BM Genel Kurulu’na sunmayı kararlaştırmıştır. 7-25 Ekim 1996 tarihleri arasında Genel Kurula bağlı 6 ncı Komisyonun, Çalışma Grubu olarak yaptığı toplantıda ele alınmış, daha sonra 24 Mart - 4 Nisan 1997 tarihleri arasında, yine aynı usulle yapılan toplantıda son şeklini almıştır. Tasarı 21 Mayıs 1997’de BM Genel Kurulunda oylanarak kabul edilmiştir.256

4.2. Sözleşmenin Hükümleri 

4.2.1. Genel İlkeler 

1997 tarihli BM Sözleşmesinin hazırlanması sürecinde, hazırlanan sözleşmenin detaylı kurallar içeren bir sözleşme değil, devletlere yol gösteren ilkeleri 
içeren bir çerçeve sözleşme olması yönündeki görüşler ağırlıktaydı. Bir çerçeve sözleşmeyle getirilen genel ilke ve kurallar özel bir antlaşmanın yokluğunda 
uygulanacak ve antlaşma yapma görüşmelerinde rehber niteliğinde olacaktır. Her sınıraşan suyun diğerlerinden farklılığı nedeniyle, suların kullanımı, yönetimi ve korunması açısından en iyi sonuç sınıraşan suyun özelliklerine ve devletlerin ihtiyaçlarına uygun bir antlaşmanın yapılmasıyla alınabilecektir.257 Bu minvalde 
Sözleşme’nin giriş kısmında da çerçeve bir sözleşme olduğu belirtilmektedir. Ancak Sözleşme, kabul edilen haliyle, çerçeve sözleşme kavramının dışına taşmakta ve amacına ve niteliğine aykırı bir şekilde, planlanan projeler için oldukça detaylı bir mekanizma oluşturmaktadır. Türkiye, oylama sırasında Genel Kurul tutanaklarına geçmesi talebiyle bu hususu gündeme getirmiştir.258 

1997 BM Sözleşmesinin 2 nci maddesinin birinci fıkrası su yolunu259, "fizikî ilişkileri yoluyla bölünmez bir bütün oluşturan ve normal olarak nihaî bir varış 
yerine akan, yeraltı ve yerüstü suları sistemi" olarak tanımlamıştır Maddedeki "normal olarak" ifadesi, Taslağın ikinci okumasının aksine, birinci okumasında yer almamıştır. 1997 BM Sözleşmesinin hazırlanması aşamasında, hükümetlerin yorum ve gözlemleri arasında, su yolu kavramının açık olmadığı ileri sürülmüş, yerine kullanılmak üzere "sınıraşan sular" kavramı önerilmiştir. Kavramı kabul etmekle birlikte, havza/drenaj alanı yaklaşımının öneminin vurgulanmasını veya tanıma "ilgili ekosistemler"in eklenmesin önerenler de olmuştur.260 

Aynı maddenin 2 nci fıkrasına göre, uluslararası su yolu, kısımları farklı ülkelerde bulunan bir su yoludur. "Farklı ülkelerde yer alma"yla kastedilen, suyun 
statik hâlde olması değildir. Suların içinde bulunduğu akarsu mecrası, göl yatağı ve akifer sabit olsa da su devamlı hareket halindedir. Sözleşme su yolu devletini261 şöyle tanımlamıştır: " Ülkesinde bir uluslararası su yolunun bir kısmı bulunan mevcut Sözleşmeye taraf bir devlet veya bir veya daha fazla üye devletinin ülkesinde uluslararası bir su yolunun bir kısmı bulunan bir bölgesel ekonomik bütünleşme örgütü olan bir taraftır ” 262 

1997 BM Sözleşmesinin hazırlanması aşamasında, bazı UHK üyelerince, "su yolu" kavramının sadece su yollarını içerdiği, içindeki suları kapsamadığı ileri 
sürülmüş, havza yaklaşımına itiraz edilmiştir. Bu konudaki tereddütleri kaldırmak için 1991 Taslak metnine "ve onların suları" ifadesi dâhil edilmiştir. 1997 BM Sözleşmesinin, Sözleşmenin uygulama alanını belirleyen 1 inci maddesi de bu şekildedir. Böylece, söz konusu kuralların uygulama alanı, sadece su yolunun kendisinin (kıyılar, akarsu yatağı, bent vs.) kullanımını değil, sularının kullanımı da içerir.263 

1997 BM Sözleşmesi, yüzey sularıyla bölünmez bir bütün oluşturan ve ortak bir varış yerine akan yeraltı sularını, su yolu kavramı içine dâhil etmiştir. Böylece 
uluslararası bir sınır tarafından bölünüp, yüzey sularıyla bağlantılı olmayan yeraltı suları (bağlantısız yeraltı suları) sözleşmenin kapsamı dışındadır. 

UHK.’nın çalışmaları sırasında, bir uluslararası suyoluna bağlı olmayan yeraltı sularının da Maddeler Taslağına yeni bir madde eklenerek veya yan protokol 
yapılarak, dâhil edilmesi yolunda ABD’li özel raportör tarafından, Meksika ile ABD arasındaki yeraltı suyu problemlerini çözme amacıyla yapılan girişimi UHK.nun 
diğer üyeleri tarafından önlenmiştir. “Yeraltı suyu sorununun UHK statüsünün 16ncı Maddesi uyarınca yeterince incelenmediği, bilgi, belge ve devletlerin pratiğinin toplanmadığı, sınıraşan sular üzerinde 20 yılı aşkın sürede hazırlanan ilke ve prensiplerin, boyutu ve niteliği henüz bilinmeyen bir sahaya uygulanamayacağı” görüşü, yapılan önlemenin temel dayanağını oluşturmuştur.264 

Türkiye, uluslararası suyolu tanımının "bir sınırı oluşturan suyolları ve iki ya da daha fazla devletin içinden geçen sınıraşan suyolları" biçiminde sınıflandırılarak 
belirtilmesini teklif etmiş, ancak bu teklif kabul edilmemiştir. Uygulamada ve doktrinin büyük çoğunluğunda iki kategori nehre de aynı kuralların uygulandığını belirten Sar, çalışmasında; iki çeşit nehir kategorisini belirtmek üzere bu ayırımı kullanmıştır. "Ulaşıma elverişlilik" kıstasından "etki" kıstasına gelinen süreçte de, bu ayırımın yapılmaması ve bu durumdaki tüm akarsuların "uluslararası" kategorisinde değerlendirilmesi durumunda birçok sorunun cevapsız kalacağı açıktır.265 
Ayrıca uluslararası olarak nitelendirme kıyıdaş devletlerin haricindeki devletlerin söz konusu sularda müdahalesi gibi bir duruma yol açma ihtimalinden ötürü 
eleştirilmiştir. 

1997 BM Sözleşmesi’nin 3 üncü maddesine göre266; 

1-Aksine bir sözleşme olmadığı sürece, Sözleşme bir su yolu devletinin Sözleşmeye taraf olduğu tarihte yürürlükte olan antlaşmalardan doğan haklarını ve yükümlülüklerini etkilemeyecektir. 

2-Sözü edilen antlaşmalara taraf olan devletler, gerekli olduğunda bu tür antlaşmaları Sözleşme’nin temel ilkeleriyle uyumlulaştırma yolunu seçebilirler. 

3-Su yolu devletleri, bir uluslararası su yolunun veya onun bir kısmının kullanımlarına ve özelliklerine Sözleşmenin hükümlerini uygulayan ve uyarlayan 
veya "su yolu antlaşmaları" olarak anılan bir veya daha fazla antlaşma yapabileceklerdir. 

4-İki veya daha fazla su yolu devletleri arasında bir su yolu antlaşması yapıldığında, antlaşmanın uygulandığı suların belirlenmesi gereklidir. Böyle bir 
antlaşma, antlaşmanın su yolunun sularının bir veya daha fazla devlet tarafından kullanımını, onların açık rızaları olmaksızın önemli bir derecede olumsuz olarak 
etkilememesi şartıyla, su yolunun tamamı veya onun bir bölümü veya belirli bir proje programı veya kullanımına ilişkin olarak yapılabilecektir. 

Görüleceği üzere 3 üncü maddenin getirdiği düzenleme ile 1997 BM Sözleşmesi’nin yürürlüğe girdiği tarihte bir su yolu devletinin yürürlükteki 
antlaşmalardan doğan yükümlülük ve haklarını etkilemeyeceği ve devletlerin Sözleşmenin temel ilkeleriyle bu tür antlaşmalar uyumlulaştırma yolunu 
seçebilecekleri açıklığa kavuşmuştur.267 Uyuşmazlıklarını bu güne kadar çözmüş olan ülkelere, nasıl çözdüklerine bakılmaksızın hiçbir yaptırım getirmezken, uyuşmazlıklarını henüz çözememiş ülkeleri, uluslararası ortak iradeyi yansıtmadığı değerlendirilen bir uluslararası hukuk kaynağı ile karşı karşıya getirmektedir.268 

Ayrıca mezkûr madde ile kıyıdaş devletlere sınır aşan suyun tamamını kapsamayan antlaşmalar yapma olanağı sağlanmıştır. 

1997 BM Sözleşmesinin kullanım ile ilgili esaslar düzenleyen "Hakça ve Makûl Kullanım ve Katılım" başlıklı 5 inci maddesi şöyledir:269 

" 1- Su yolu devletleri kendi ülkelerinde bir uluslararası su yolunu hakça ve makûl bir şekilde kullanırlar. Özellikle bir uluslararası su yolu, su yolu devletleri 
tarafından ilgili su yolu devletlerinin çıkarlarını dikkate alarak, su yolunun uygun korunmasıyla bağdaşır şekilde, onun optimum ve sürdürülebilir kullanımını ve 
yararlar elde etmek için kullanılır ve geliştirilir. 

 2-Su yolu devletleri bir uluslararası su yolunu hakça ve makûl şekilde korumaya, geliştirmeye ve kullanmaya katılırlar. Böyle bir katılım Sözleşmede 
öngörüldüğü gibi, su yolunu kullanma hakkını ve hem de onun gelişimi ve korunmasında işbirliği yükümlülüğünü içerir." 

Bir sınıraşan akarsuyun, paylaşılabilecek bir mal olmadığı, sadece hakça, makul, optimal ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılabileceğinin açıkça ifade 
edilmesi olumlu bir yaklaşım olmasına rağmen, hakça kullanımın niteliğinin belirsiz olması nedeniyle yetersizdir. Bu nedenle hakça ve makul kullanımın, su yolu devletlerince suyolunun özel koşulları doğrultusunda belirlenmesi gereklidir. Hakça ve makul paylaşım ilkesinin ardındaki "hakların eşitliği" genel prensibinin, suların kıyıdaş devletler tarafından "eşit" şekilde bölünmesini gerektirdiği yolundaki bir anlayış, hiçbir dönemde uluslararası hukukta hakim olmamıştır. Nitekim ilgili maddenin yorumunda "hakça kullanım" prensibinin temel ilkeyi oluşturduğu belirtilmektedir. Burada amaç ve yöntem kullanımdır ki, bu kullanımı da, zaten o suya sahip olan devletler yapacaklardır. Dolayısıyla sulardan yararlanma konusunda, özellikle, genel bir su sorunu söz konusu olduğunda; eğer bir devlet ihtilaflı suya kıyıdaşsa, kullanım hakkına sahip olabilecektir.270 Kıyıdaş durumunda değilse, o sularla doğrudan ilişkisi yoksa (ilgili devlet değilse); bu sular üzerinde paylaşma amacıyla hukuki açıdan herhangi bir hak iddiasında bulunması da söz konusu olmayacaktır.271 5 inci maddede sınıraşan sularla ilgili bir paylaşım söz konusu değildir. Vurgulanan nokta, hakça, makul ve optimum kullanımdır. Hakça ve makul kavramları son derece göreceli nitelikte olduklarından bu madde memba ülkelerine 
oldukça geniş bir hareket hakkı sağlamaktadır.272 

Ayrıca madde de kıyıdaş devletlerin suyolunu “optimum” şekilde kullanmaları ve geliştirmeleri gerektiğini belirtmektedir. Böylelikle bu cümle bir yandan hakça ve akılcı kullanıma bir sınırlama getirmekte ve öte yandan da, dolaylı olarak, kavramı biraz tanımlamış olmaktadır. Getirilen sınırlama “optimum” 
kelimesinden  kaynaklanmaktadır. UHK bu terimi suyun “maksimum” şekilde kullanılması kavramından farklı olarak özellikle seçmiştir. Çünkü burada kastedilen, suyun, en fazla yarar sağlayacak biçimde (maksimum) kullanılması değildir. Örneğin, sudan sağlanacak kısa vadeli "maksimum" yarar uzun vadeli kayıplara sebebiyet verecek ise, UHK, bunun “optimum” kullanıma özellikle aykırı olacağı görüşündedir. Bunu, soyut bir örnekle, elindeki para ile karayolu inşa edecek bir hükümetin kararına benzetebiliriz. Bu para ile mümkün olan en uzun karayolunu inşa etmek, paranın "maksimum" şekilde kullanılmasına benzetilebilir. Onun yerine belki daha kısa fakat, daha fazla kullanıcıya taşıma hizmeti verebilecek bir karayolu inşa edilmesi ise, paranın, “optimum” şekilde kullanılmasıdır.273 

Yukarıda izah olunan “maksimum” ve “optimum” mukayesesini, kıyıdaş devletlerden birinin, suyu, daha rasyonel kullanması nedeniyle daha çok su 
kullanmaya hak kazanması şeklinde anlamamak gerekir. Nitekim, UHK, bir kıyıdaş ülke eğer suyu daha müessir bir şekilde kullanıyorsa, örneğin su israfını öteki kıyıdaş ülkelere nazaran daha geniş ölçüde önleyebilecek teknolojiler kullanıyorsa, bu durumun o kıyıdaş ülkeye, daha fazla su kullanma hakkı vermeyeceği görüşündedir.274 

5 inci maddenin ikinci fıkrasında suyolu devletlerinin, suyolunun kullanımına, geliştirilmesine ve korunmasına hakça ve makul bir şekilde iştirak 
edecekleri, bunun için de ilgili devletlerin aynı zamanda iş birliği yapma görevlerinin olduğu belirtilmektedir. Maddede belirtilen iş birliğinin gerekliliği, farklı çıkarların çatıştığı bu özel durumda daha da önem kazanmaktadır. Görüleceği üzere bir kıyıdaş devletin, suyun kullanımında kendisiyle işbirliği yapılmasını talep etme hakkı vardır. UHK, bu cümlede yer alan hakkın kullanılması için kıyıdaş devletlerin, aralarında ayrı bir anlaşma imzalamalarının şart olmadığı görüşündedir. Aşağı kıyıdaş devlet açısından aynı zamanda bir hak olarak yorumlanabilecek bu kavram, fıkranın ikinci cümlesinde yukarı kıyıdaş devlet için hem bir yükümlülük, hem de hak olarak düzenlenmiştir. Nitekim ikinci cümlede, “katılma, hem suyu kullanma hakkını, hem de suyun korunması ve geliştirilmesi için işbirliği yapma yükümlülüğünü içerir” hükmü yer almaktadır.275 Bu maddede düzenlenen, işbirliğine kapıyı açık tutma yükümlülüğü, hiçbir zaman, o devletin kendi ülkesindeki suyun kullanımı için 
yapacağı işleri önlemek üzere başka bir kıyıdaş devlete verilmiş veto hakkı haline dönüşmemelidir.276 

Sözleşmenin 6 ncı maddesinde ise, hakkaniyete uygun ve makul kullanımın tespitinde hangi esasların ve şartların göz önüne alınacağı, daha önce değinilen 
Helsinki Kuralları maddeye yansıtılarak, aşağıda olduğu gibi belirtilmiştir.277 

a. Coğrafi, hidrografik, hidrolojik, iklimsel, ekolojik ve diğer doğal tabiatlı faktörler, 
b. İlgili suyolu devletlerinin sosyal ve ekonomik ihtiyaçları, 
c. Her bir suyolu devletindeki suyoluna bağımlı nüfus, 
ç. Bir suyolu devletindeki kullanım veya kullanımların diğer suyolu devletleri üzerindeki etkileri, 
d. Suyolunun mevcut ve potansiyel kullanımları, 
e. Suyolundaki su kaynaklarının kullanımının muhafazası, korunması, geliştirilmesi ve ekonomisi ile buna bağlı alınan tedbirlerin maliyetleri, 
f. Özellikle planlanan veya mevcut kullanımlara ilişkin benzer değerdeki alternatiflerin mevcudiyeti. 

Bu faktörlerin nasıl ve hangi kuruluşlar tarafından belirleneceği sorusunun cevabı ise, Sözleşme tarafından açık ve net bir şekilde düzenlenmemiştir. Bununla 
beraber, sözleşmenin genel niteliği dikkate alınırsa, ilgili devletlerin işbirliği içinde antlaşma yapmaları öngörülerek bu tür sorunları iyi niyetle ve sözleşmenin ruhuna uygun olarak kendi aralarında çözümlemeleri önerilmekte dir. Nitekim 6 ncı maddenin ikinci fıkrası itibarıyla; 5 inci maddenin veya 6 ncı maddenin birinci fıkrasının uygulanmasını ilgili devletler gerektiği takdirde işbirliği ruhuna uygun olarak birbirleriyle dayanışma halinde olarak sağlarlar. Yukarda sayılan faktörlerin hangisinin önemli ve öncelikli olmasına gelince; aynı maddenin üçüncü fıkrası şöyle bir tespitte bulunmaktadır: "Her faktöre verilecek ağırlık diğer faktörlere verilecek önem derecesine kıyasla belirlenecektir. Hangi kullanımın hakça ve makul olduğunu belirleme konusunda ise tüm faktörlerin birlikte değerlendirilmesi ve sözleşme bir bütün olarak esas alınarak bir sonuca ulaşılması gerekmektedir."278 Bu faktörlere spesifik ağırlık veya hiyerarşi verilmemesi sonucunda anlaşmazlıkların çözümünde bu faktörler referans kaynağı olmayacağı için daha çok siyasi yollar kullanılmaya devam edilecektir. Başka bir deyişle, sınıraşan suların kullanımı konusunda hukuksal yöntemler bir tarafa bırakılmasına yol açabilir. Ayrıca bu maddedeki sayım sınırlı olmadığın dan, sınır aşan suların çeşitliliği ve insan ihtiyaçları gereği, burada 
sayılmamış olan faktörler de değerlendirmede dikkate alınabilecektir.279 Her özel durumun koşullarına göre ortaya çıkan bu faktörlerin bütün uyuşmazlıklara 
uygulanacak şekilde tahdidi bir listesinin yapılması ihtimali zayıftır.280 

Türkiye; söz konusu faktörlere, "pedoloji" (toprak kalitesi ve buna bağlı toprak sınıflandırması bilim dalı) teriminin ve Helsinki Kurallarında da belirtilmiş 
olan, "her havza devletinin suyoluna yaptıkları su katkısı"281 ifadesinin ilave edilmesini önermiş ancak; pedoloji terimine, Suriye ve Irak'ın da bulunduğu 6 ülke, su katkısına ilişkin ifadeye, ABD, Suriye, Irak, Lübnan, Sudan ve Mısır'ın da aralarında bulunduğu 12 ülke karşı çıkmıştır.282 

7 nci Maddede geçen " Önemli zarara yol açmama " ilkesine gelince; bu ilke başlangıçta UHK' nin taslak maddelerinde "kayda değer zarar vermeme" şeklindeydi. Bu ilke "kendi malını komşuna zarar vermeyecek biçiminde kullan" şeklindeki tarihsel teamül kuralına dayanmaktadır. Aynı su kaynaklarını paylaşan A ve B Devletlerinin kendi topraklarındaki suyu kullanırken birbirlerine önemli zarar vermeyecek şekilde kullanmalarını prensip edineceklerdir.283 Bu durum 7 nci maddenin birinci fıkrası "Suyolu devletleri, ülkelerindeki uluslararası bir suyolunu kullanırken, diğer suyolu devletlerine sebebiyet verilecek önemli zararları önlemek için tüm uygun tedbirleri alacaklardır" biçiminde ifadesini bulmuştur.284 . Buna göre bir kıyıdaş Devlet, suları hakça ve makul kullandığı takdirde, bu kullanımdan dolayı diğer Devlet zarar görse de bu kullanım, önemli zarar kapsamında değildir.285 Madde hükmü gereği kıyıdaş devlet, toprakların dan geçen suları kullanırken diğer kıyıdaş devletlere önemli zararları önleyecek tüm uygun tedbirleri alacağı hükmünü getirmiştir. Ayrıca bu fıkrada sözü edilen “önemli zarar (significant harm)” deyimi, “esaslı zarar (substantial harm)” anlamına değil, objektif verilerle doğrulanabilen ve bir kullanımı gerçekten kısıtlayan etkiler anlamında kullanılmıştır.286 

Aslında bu ilkenin amacı zayıf aşağı kıyıdaş devletin güçlü yukarı kıyıdaş devletin tek taraflı işlemlerinden kaynaklanabilecek zararından korumaktır. Ancak 
zarar kavramı ele alındığında bununla ilgili olarak tek sorumluluğun yukarı havza ülkelerine yüklenemeyeceği, bazı durumlarda aşağı havza ülkelerinin de zarara 
neden olabileceği hususu göz önünde bulundurulmalıdır. Birleşmiş Milletler Hukuk Komisyonu raportörlerinden Stephan C. McCaffrey’in konudaki görüşü şöyledir:287 

“Su kaynaklarını ilk önce geliştiren bir aşağı kıyıdaş ülke, daha sonra yukarı kıyıdaş ülke tarafından ele alınacak projeleri, kendisine zarar vereceğini iddia 
ederek engelleme hakkına sahip değildir. Sulardan hakça yararlanma ilkesi böyle bir anlayışa cevap verememektedir. Kaynağın aşağı kıyıdaş ülkece önceden 
geliştirilmesi, sulardan faydalanma ve hakkaniyet esasına göre tahsisinde göz önünde bulundurulacak pek çok faktörlerden sadece birisidir.” 

"Önemli zarar vermeme" ilkesi hem su miktarı hem de çevre unsuru açısından uygulanacak önemli bir ilkedir.288 Türkiye; önemli zarar kavramının, hakça ve makul kullanımla çatıştığını belirterek, maddenin metinden çıkarılması gerektiğini öne sürmüştür. Öneri, su yolunun kullanımının hakça ve makul olması halinde zaten diğer kıyıdaşlara önemli zarar vermeyeceği görüsüne dayanmaktadır. Türkiye ayrıca, zarar kavramının taraflı yorumlanabileceğine, yukarı kıyıdaş ülkenin ekonomik kalkınmasının engellenmesinin de yukarı kıyıdaş ülke açısından zarar olarak değerlendirebileceğine dikkat çekmiş ve bu nedenle, yalnızca maddi zararın göz önüne alınmasının yukarı kıyıdaş ülkenin meşru kalkınma amaçlarını göz ardı etmek olacağını da vurgulamıştır.289 

Eğer su yolları hakça ve makul kullanıldığı halde önemli zarar ortaya çıkarsa ilgili devletlerin bu sorunu nasıl çözecekleri konusunda 7 nci maddenin ikinci fıkrası 
şöyle bir düzenleme getirmektedir.290 

“Buna rağmen, diğer bir su yolu devletine önemli bir zarar verilirse, kullanımları söz konusu zarara sebep olan devletler, böyle bir kullanıma dair bir 
antlaşma olmaması durumunda, , 5 inci ve 6 ncı maddelerdeki hükümleri göz önünde tutarak, meydana gelen zararı ortadan kaldırmak veya hafifletmek ve uygun olduğunda tazminat meselesini tartışmak için etkilenen devletle danışma halinde tüm uygun önlemleri alacaklardır.” 

Madde metninde geçen buna rağmen ifadesiyle devletlerin ülkesindeki sınıraşan bir suyu kullanırken tüm uygun tedbirleri almasına rağmen önemli bir 
zarara yol açması durumu kastedilmiştir. Madde hükmü uyarınca eğer kıyıdaş devletler arasında suyolunun öteki kıyıdaş devletlere "önemli zarar" verecek şekilde kullanılmasına bir bakıma cevaz veren (bu tür kullanımı düzenleyen) bir anlaşma yoksa, zarara sebebiyet veren devletin zarara uğrayan devletle istişare etmesi gerekir. Bu ifadeden, kıyıdaş devletlerin, suyolunu birbirine "önemli zarar" verebilecek şekilde kullanmayı düzenleyen antlaşmalar imzalayabilecek leri sonucu çıkmaktadır. İlk bakışta mantık dışı gibi görünebilecek bu hususu şöyle anlamak gerekir: Kıyıdaş devletler, suyolunu "optimum şekilde kullanma" uğruna, bazı devletlerin "önemli zarar"a maruz kalmalarını göze alabilmek tedirler. Ancak suyolunun, böyle, bir veya birkaç devlete zarar verebilecek şekilde kullanılması karşılığında elde edilecek yararın, uğranan zarardan çok daha büyük olması gerekir. Aksi takdirde böyle bir çözümü haklı göstermek zor olurdu.291 

Üzerinde durulması gereken bir başka husus 1994 Taslağında yer alan 7 nci maddenin birinci fıkrasında yer alan "gereken ihtimamı göstermek (due diligence)" kavramıyla ilgilidir. Bu kavram da Tasarı’ya ikinci müzakere aşamasında girmiştir. Bu değişikliğin anlamı şudur: Tasarının ilk şeklinde bir kıyıdaş devlet öteki kıyıdaş devlete zarar vermişse, zarar veren devletin böyle bir zarara sebebiyet vermemek için gereken ihtimamı gösterip göstermediğine bakılmayacak, zararın verilmiş olması, olayın bu Tasarı kapsamına girmesi için yeterli sayılacaktı. Yapılan değişiklikle, zarar veren tarafın böyle bir zararın ortaya çıkmaması için gerekli ihtimamı gösterip göstermediğine de bakılması zorunlu hale getirilmekte ve ilgili kıyıdaş devlet, bir zarar ortaya çıkmaması için elinden gelen çabayı sarfetmişse, bu vecibesini yerine getirmiş olacaktır.292 

1997 BM Sözleşmesi’nde ise, taslağın ilgili 7 nci maddesindeki "due diligence" ifadesinin yerini, "bütün uygun tedbirlerin alınması"na bırakması, McCaffrey'e göre aynı şeyin bir başka şekilde ifade edilmesidir.293 Burada söz konusu olan, sonuç değil, davranış yükümlülüğüdür. Davranış yükümlülüğü devleti 
araçların seçiminden yoksun bıraktığı için, sonuç yükümlülüğünden daha sıkı olabilir. Devlet due diligence yükümlülüğünü yerine getirmemişse sorumlu olacaktır. Üzerinde anlaşılmış uluslararası standartların yokluğunda, due diligence gereği, devlet, gelişme durumuna göre kendisinden makul olarak beklenebilecek tedbirleri almalıdır.294 Her birinin farklı özellikleri ve bu konudaki düzenlemelerin azlığı nedeniyle, sınır aşan sular konusunda bu tür genel olarak kabul edilmiş standartların varlığını tespit etmenin güçlüğüne de durumu da karşımıza çıkmaktadır.295 

Kullanımın hakça ve makul olduğunu kanıtlama yükümlülüğü, doktrinde ağır basan görüşe göre, zarara sebebiyet veren devlete düşmektedir.296 Tabii ki bu 
kanıtlama yükümlülüğü ancak, zarara uğrayan tarafın böyle bir zarara uğradığını iddia etmesi ve bu iddiasını kanıtlaması halinde söz konusu olabilir. Fakat burada karşılıklı yükümlülükler konusunu biraz daha açmak yararlı olacaktır. Zarara sebebiyet veren taraf, zarara uğrayan taraftan, bu zararını kanıtlamasını talep etme hakkı vardır. Ancak bu hak, zarara sebebiyet veren tarafa, zararın "hakça ve makul olmayan" bir kullanımdan ileri geldiğini de kanıtlamasını talep etme hakkı vermez. 
Başka bir deyişle, zarara uğrayan devletin hem zarara uğramış olduğunu, hem de bu zararın, hakça ve makul olmayan bir kullanımdan kaynaklandığını kanıtlama yükümlülüğü yoktur. Zararın verilmiş olduğunu kanıtlaması yeterli olacak, zarara sebebiyet veren kullanımın, hakça ve makul bir kullanım olduğunu kanıtlama yükümlülüğü ise zarara sebebiyet veren devlete ait olacaktır.297 

Hakça ve makul kullanım ile önemli zarar vermeme kavramı arasındaki farkı şöyle açıklayabiliriz; Her ikisi de sosyo-ekonomik ve çevresel gereksinimlerle ilişkili olduğu düşünülse de " hakça ve makul kullanım" ilkesi pozitif karakterli, "önemli zarar vermeme" ilkesi ise negatif karakterlidir.298 

Sözleşmenin 8 inci maddesi, Devletlerin bu konuda nasıl işbirliği yapacaklarıyla ilgili genel hükümler getirmiştir. Uluslararası suların optimum kullanımı ve yeterince korunması amacıyla devletler, egemen eşitlik, toprak bütünlüğü, karşılıklı çıkar ve iyi niyet ilkeleri temelinde işbirliği yapacaklardır. Bu işbirliği şeklinin mahiyeti ise, devletlerin gerekli gördükleri müşterek mekanizmaların ve komisyonların oluşturulmasıyla belirlenecektir.299 

UHK tarafından, amaçların daha ayrıntılı biçimde sayılmasının uygun olup olmayacağı tartışılmış, fakat sonuçta genel bir ifadenin daha uygun olacağı sonucuna varmıştır. 

Çünkü suyollarındaki kullanımların çok çeşitli olması karşısında, amaçların sayılmasının yanıltıcı olabileceği düşünülmüştür.300 Bu tespitin yanında UHK 
tarafından kıyıdaş devletler arasında işbirliği sadece birtakım hukuk kurallarının kabul ettirilmesiyle sağlanamayacağı görüşü de belirtilmiştir. İşbirliği kıyıdaşlar 
arasında karşılıklılık temelinde gerçekleştirilebilir. Bu da sınır oluşturan sularda sınıraşan sulara oranla daha belirgindir. Bu nedenle sınır oluşturan sularda işbirliği daha güçlü olacaktır. Çünkü genellikle, bu tür sularda kıyıdaş devletler arasında fizikî durumdan kaynaklanan avantajlar söz konusu değildir.301 

Sözleşmenin "Düzenli Bilgi ve Verilerin Değişimi" başlıklı 9 uncu maddesine göre ise, su yolu devletleri işbirliği yükümlülüğüyle ilgili maddeye uygun olarak, 
özellikle hidrolojik, meteorolojik, hidrojeolojik ve ekolojik nitelikteki ve ilgili tahminler kadar su kalitesiyle ilgili su yolunun durumu hakkında kolaylıkla elde 
edilebilir veri ve bilgileri düzenli olarak birbirlerine iletirler. Bir su yolu devleti kendisinden diğer bir su yolu devleti tarafından talep edilen, kolaylıkla elde edilebilir olmayan bilgi veya veri sağlamak için azamî çabayı sarf eder. Fakat bu talebe uymasını, talep eden devletin bu veri veya bilginin toplama ve gerekiyorsa işleme tabi tutmaya ilişkin makul bedelleri ödemesi şartına bağlayabilir. Su yolu devletleri kendisine iletildiğinde su yolu devletleri tarafından, kullanımını kolaylaştıracak şekilde veri ve bilgileri toplamak ve gerektiğinde işlemek için azamî çabayı sarf ederler.302 

Düzenli veri ve bilgi değişimiyle ilgili olarak ileri sürülen bir görüşe göre, bu yükümlülük yerine getirilmeksizin hakça ve makul kullanımın gerçekleştirilmesi 
olanaksız olmasa da çok zordur. Bu yükümlülük kıyıdaş devletler arasında daha yakın işbirliğini sağlayabilir.303 Ancak, baskın görüş bu yönde yükümlülük öngören bir uluslararası örf ve âdet kuralının henüz oluşmadığı, bu tür bilgilere ulaşmak isteyenlerin bunların elde edilmesinde harcanan masraflara katılmak zorunda olduğu yönündedir.304 

Maddedeki bilgi alışverişi yükümlülüğünü, Sözleşme’nin 3 üncü maddesiyle birlikte mütalaa etmek gerekir. Eğer söz konusu madde çerçevesinde herhangi bir uluslararası suyolu için kıyıdaş devletler arasında bir anlaşma yapılmış da o anlaşmada bilgi alışverişi esasen öngörülmüşse, o anlaşmadan doğacak 
yükümlülükler saklı olacaktır. Eğer o anlaşmada belirtilen bilgi alışverişi ihtiyacı karşılamıyorsa, 9. maddeden kaynaklanan yükümlülüklere başvurulabilecek tir.305 

Sözleşmenin 10 uncu maddesi farklı kullanım şekilleri arasındaki ilişkiyi düzenlemektedir. Eğer bir suyolu için imzalanmış spesifik bir antlaşma varsa, 
muhtemelen hangi kullanış tarzının önceliği olduğu hususu o antlaşmada düzenlenmiş olacaktır. Bu nedenle 10 uncu maddenin birinci fıkrasında "aksine bir anlaşma veya teamül yoksa" ibaresiyle başlamaktadır. Eğer antlaşma veya teamül varsa özel kuralların genel kurallara önceliği ilkesine göre, bu Sözleşme’nin değil, o antlaşmada yer alan hükümlerin veya teamülün uygulanacağı doğaldır. Burada "teamül”e yapılan atıf, genel olarak bu alandaki teamülün ne olduğu değil, o spesifik su yolunun şu veya bu şekilde kullanılışına teamülen bir öncelik verilmekte olup olmadığı şeklinde anlaşılmalıdır.306 Maddenin ikinci fıkrasında ise kullanım şekilleri arasında ihtilaf çıkması halinde sözleşmenin hakça ve makul kullanımın belirleyen maddeleri ile önemli zarar vermeme maddesi uyarınca temel insani ihtiyaçların gereklerine özel önem verilerek çözümlenecektir. Burada öncelikleri belirleyen bir antlaşma varsa, herhangi bir ihtilafın ortaya çıkmayacağını varsaymamız gerekir. 

Çünkü, öncelik, o anlaşmada belirlenen tarzda uygulanacaktır. Anlaşmazlık, hem böyle bir antlaşmanın imzalanmamış olması, hem de kullanış tarzlarından hangisine öncelik verilmesi gerektiği konusunda görüş ayrılığı olması halinde ortaya çıkacaktır. Ancak burada anlaşmazlık, kıyıdaş devletler arasındaki genel bir anlaşmazlık değil, hangi kullanılış tarzının önceliği olacağıyla ilgili bir anlaşmazlıktır.307 Ancak taraflar arasında birçok konuda uyuşmazlık olması durumunda, bu uyuşmazlıkların esaslı unsuru kullanım şekilleri oluşturuyorsa 10 uncu maddenin ikinci fıkrasının amir hükmünün uygulanması durumu ile karşılaşabiliriz. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

246 Dursun, s.37; Toklu,s.37 
247 Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
http://legal.un.org/ilc/texts/instruments/english/conventions/8_3_1997.pdf (en son erişim:05/04/2014) 
248 M.A. Salman, The United Nations Watercourses Convention Ten Years Later: Why Has its Entry into Force Proven Difficult?, s.1-15 
249 Dursun,s.35 
250 Tiryaki, s.18 
251 Altıncı Komisyon: Hukuki konulara bakmaktadır. The United Nations Today, 
http://www.unicankara.org.tr/today/6.html ( en son erişim: 03/05/2014) 
252 Dalar, Mehmet, Uluslararası Hukuk Açısından Uluslararası Nehirler Ve Fırat-Dicle Nehirlerinin Hukuksal Statüsü(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Uludağ Üniversitesi, Bursa 2004,s.39-40 
253 Uluslararası Hukuk Komisyonu: Genel Kurul tarafından 1947 yılında, uluslararası hukukun geliştirilmesi ve tedvini için kurulmuştur. Komisyon, Genel Kurul tarafından 5 yıllığına seçilen 34 üyeden oluşmakta ve yılda bir kere toplanmaktadır. Üyeler dünyanın başlıca yasal sistemlerini temsil etmekte ve kendi hükümetlerinin temsilcileri olarak değil; icra ettikleri görevin uzmanı olarak hizmet vermektedirler. Komisyon ülkeler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesiyle ilgili pek çok konuyla ilgilenmektedir. Komisyonun çalışmaları nın büyük bölümünü uluslararası hukukun vecheleri için taslakların hazırlanması oluşturur. Bazı konular Komisyon tarafından seçilir; diğerleri de Genel Kurul tarafından getirilir. Komisyon bir konu üzerindeki çalışmalarını tamamladığında Genel Kurul taslağı kurallara çevirmek için yetkili kişileri çağırarak uluslararası bir konferans düzenler. Daha sonra taslak, ülkelere taraf olmaları için açılır. Bu, ülkelerin gönüllü olarak bu koşulları kabul etmeleri demektir. 
The United Nations Today 
254 Kılıç, Seyfi, Uluslararası Suyollarının Ulaşım–Dışı Kullanımına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ve 2012 Değerlendirmesi, Ortadoğu Analiz, C.5, S. 49, 
Ocak 2013, s.116-119 
255 Dalar, s.44 
256 Toklu, s.35; Tiryaki, s.36 
257 Acabey, s.155 
258 Toklu, s.37 
259 Sınıraşan su tabiri yerine uluslararası su yolu ifadesini benimsediğinden ötürü metin değerlendirmesi yapılırken bu husus gözetilecektir. 
260 Acabey,s.64 
261 Sözleşme metninde kıyıdaş ülkeler su yolu devleti olarak tanımlandığından ötürü sözleşme içinde yapılacak değerlendirmelerde kıyıdaş ülke terimi yerine 
su yolu devleti ifadesi kullanılacaktır. 
262 Acabey, s.64-65 
263 Acabey, s.65 
264 Çelik, s.34 
265 Sar, s.58; Kapan, Türkiye İle Suriye ve Irak Arasında Su Anlaşmazlığı, s.66 
266 Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
267 Acabey, s.159 
268 Toklu, s.41 
269 Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
270 Toklu, s.42 
271 Pazarcı, Su Sorununun Hukuksal Boyutları, s.47 
272 Üste, A. Nazmi Uluslararası Politika Ve Türk Dış Politikası Açısından Sınıraşan Sularımız, D.E.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, C.13, S.1, 1998, s.231-246 
273 Yakış, Yaşar, Sınıraşan Suların Hukuki Rejimi, Dış Politikası Dergisi , Cilt 6, Sayı: 1, Ankara, 1995 , 
http://www.yasaryakis.com.tr/TR/belge/1-413/bsinirasan-sularin-hukuki-rejimib-idis-politika-dergisi-.html (en son erişim:02/02/2014) 
274 Yakış, Sınıraşan Suların Hukuki Rejimi 
275 Dalar, s.51 
276 Yakış,Sınıraşan Suların Hukuki Rejimi 
277 Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
278 Dalar, s.51 
279 Kaya, İbrahim, uluslararası akarsular ve hukuk, 
http://www.usakgundem.com/yazar/530/uluslararasi-akarsular-ve-hukuk.html, (en son erişim:05/02/2014) 
280 Acabey, s.187-188; Sar, 300-301 
281 Acabey’e göre her ne kadar 1997 BM Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde bir kullanımın hakça ve makûl olup olmadığının değerlendirilmesinde dikkate alınacak faktörler arasında sayılmasa da, maddedeki sayım sınırlı olmadığından, her bir durumun özelliklerine göre bu maddede sayılmayan (örneğin kıyıdaş devletin sulara katkısı gibi) faktörler de değerlendirmeye alınabilecektir., Acabey, s.190-191 
282 Toklu, s.45 
283 Dalar, s.54 
284 Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
285 Doktrinde ileri sürülen bir görüşe göre; yukarı kıyıdaş devletin ülkesi içerisindeki su kaynaklarını hakça, makul ve optimum kullanıyor olsa bile bu kullanımları sonucunda aşağı kıyıdaş devletin benzeri kullanımlarına önemli zarar veriyor ise, kendi aşağı kıyıdaş devletin benzeri kullanımlarına önemli zarar veriyor ise, kendi kullanımlarından hakça, makul ve optimum da olsa aşağı kıyıdaş devlet lehine kaçınması gerekecektir. Bu bizi önemli zarar vermeme yükümünün kıt su kaynaklarına uygulanmasında hakça, makul ve optimum kullanma ilkesine göre üstünlüğü sonucuna götürür ki, bu bir anlamda aşağı kıyıdaş devletlerin ön kullanımlarına ayrıcalıklı bir nitelik kazandırmakla aynıdır, hatta bir yazarın iddia ettiği gibi bu "doğal durumun bütünlüğü doktrini"nin bir şekli olmanın ötesinde değildir. Bkz. Erdem, Mete, Kitap İncelemesi Akmandor N., Pazarcı H. Ve Koni H., Ortadoğu Ülkelerinde Su Sorunu, MHB Yıl 13 Sayı 1-2, s.50-53 
286 Toluner, Sevin, Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları, Beta Yayınları, 2004, s.432-433 
287 Toklu,s.47 
288 Dalar, s.55 
289 Toklu, s.46 
290 Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
291 Yakış, Sınıraşan Suların Hukuki Rejimi 
292 Yakış, Sınıraşan Suların Hukuki Rejimi 
293 McCaffrey, Stephen C., The law of international watercourses , Oxford ; New York : Oxford University Press, 2007., s.307 ; ACABEY, s.211-212 
294 McCaffrey, The law of international watercourses, s.374-375 
295 Acabey, s.212 
296 İspat durumu açısından diğer bir nokta, sınıraşan sular konusunda bir devletin diğer devletin davranışı sonucu önemli zarara uğradığını ortaya koyması halinde, diğer devletin zararı önlemek için due diligence yükümlülüğünü yerine getirdiğini ispatla yükümlü olmasıdır. Bu devlet due diligence yükümlülüğünü yerine getirdiğini kanıtlarsa ayrıca davranış veya kullanımının hakça ve makul olduğunu da ispatlama yükü altındadır. Zararın (harm) ağırlığı ve zarar veren devletin zararı önlemek için yaptıkları, zarar veren devletin kullanımının hakça ve makul olup olmadığının tespitinde dikkate alınacaktır. 
Bkz. McCaffrey, The law of international watercourses, s.380 
297 Yakış, SINIRAŞAN SULARIN HUKUKİ REJİMİ 
298 Dalar, s.57 
299 Bkz. Sözleşmenin 8 inci maddesi “ 
1-Suyolu devletleri, uluslararası bir su yolunun optimum şekilde kullanılmasını ve yeterli şekilde korunmasını sağlamak amacıyla, egemen eşitlik, toprak bütünlüğü, karşılıklı yarar ve iyi niyet temeline dayalı olarak işbirliği yapacaklardır. 
2- Söz konusu işbirliğinin yöntemini belirlerken suyolu devletleri, değişik bölgelerde mevcut olan ortak mekanizmalar ve komisyonlar vasıtasıyla edinilen tecrübeler ışığında, gerekli gördükleri takdirde, ilgili önlemler ve prosedürler üzerinde işbirliğini kolaylaştıran, ortak mekanizmalar veya komisyonlar kurmayı düşünebilirler”, Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
300 Yakış, Sınıraşan Suların Hukuki Rejimi 
301 Acabey, s.227-228 
302 Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
303 McCaffrey, The law of international watercourses, s.412 
304 Acabey, s.218-219 
305 Yakış, Sınıraşan Suların Hukuki Rejimi 
306 Yakış, Sınıraşan Suların Hukuki Rejimi 
307 Yakış, Sınıraşan Suların Hukuki Rejimi 
308 Bkz. Madde 11, Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 
309 Bkz. 12. Madde, Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses 

9.CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder