ORSAM SU SÖYLEŞİLERİ 2012 / ORSAM WATER INTERVIEWS 2012 BÖLÜM 2
JACOB GRANIT: “SU, ENERJİ ÜRETİMİNDE KISITLAYICI OLMAMALIDIR”
02 Mart 2012
* Bu röportaj Washington D.C.’de, 17 Ocak 2012 tarihinde ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı Dr. Tuğba Evrim Maden tarafından gerçekleştirilmiştir.
17 Ocak 2012 tarihinde Washington’da Friedrich Ebert Stiftung tarafından düzenlenen “The Water-Energy-Security Nexus” (“Su- Enerji-Güvenlik Arasındaki Bağ”) başlıklı toplantının ardından ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı Tuğba Evrim Maden, Stockholm Uluslararası Su Enstitüsü (SIWI) Proje Sorumlusu Jakob Granit ile görüştü. Röportaj sırasında Jakob Granit, dünya üzerindeki hidroelektrik enerji ve gelecek dönemde artacağı öngörülen su sıkıntısının enerji kaynakları üzerindeki etkisi konularında değerlendirmede bulundu. Jakob Granit, “Görüyoruz ki enerji üretiminde suyun rolüne ilişkin
çok daha iyi bir anlayış geliştirmemiz gerek, böylelikle su da enerji üretiminde bir kısıtlayıcı olmayacaktır,” ifadesinde bulundu.
ORSAM: Sayın Granit, kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Jakob GRANIT: Sınıraşan su kaynaklarının yönetimi ve geliştirilmesine ilişkin siyasi ekonomiye özel ilgisi olan bir Coğrafya Uzmanıyım. Stockholm Uluslararası Su Enstitüsü (SIWI) Bilgi Hizmetleri Birimi Başkanlığı görevini yürütüyorum. Söz konusu birimde, kamusal ve özel müşteriler için politika konusunda danışmanlık hizmetleri ve uygulamalı araştırmalardan sorumluyum. Dünya Bankası’nda Su Kaynakları Yönetimi Uzmanı olarak, Doğu, Orta ve Güney Afrika’daki müşterilere danışmanlık hizmetleri, kurumsal yapı tavsiyesi ve projelendirme desteği sağlayan çok sektörlü ve çok kültürlü Dünya Bankası Nil takımında Grup Takım Lideri olarak çalışmaktayım. Öncesinde ise İsveç Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı’nda (Sida) çalışmış ve Güney Afrika bölgesi için bir sınıraşan su kaynakları projesini yönetmiştim.
ORSAM: İnsanlığın su ihtiyacı ile karşılaştırıldığında, elektrik ihtiyacı ne boyuttadır?
Jakob GRANIT: Yapılan tahminlere göre, yaklaşık 1,6 milyar insan yemek pişirme, ışıklandırma ve ısınma için ihtiyaç duydukları modern elektriğe erişememekte.
Bu müşterilere yönelik mevcut hizmet boşluğunu doldurmak ve toplumların ekonomik değişimi dolayısıyla büyümekte olan nüfusun gelecek taleplerini karşılamak için, küresel enerji tüketiminin 2035’e kadar yaklaşık yüzde 49 oranında artması öngörülmektedir. Enerji talebindeki bu artışın çoğu OECD üyesi olmayan ülkelerde görülecektir.
Yakıt üretimi ile elektrik üretiminde kullanılmak üzere enerji üretmek için suya ihtiyaç vardır ve dağıtım ile arıtma sistemleri yoluyla suyu taşımak ve temizlemek için de enerjiye ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu söz konusu ilişki genellikle, “su ve enerji bağı” olarak adlandırılır.
ORSAM: Dünyada enerji üretimi için kullanılan kaynaklar nelerdir?
Jakob GRANIT: 2008 yılında dünya çapındaki toplam başlıca enerji talebinin %85’i fosil yakıtlarca karşılanmıştır. Bugün ise, başlıca enerji talebinin sadece yaklaşık yüzde 13’ü yenilenebilir enerji tarafından karşılanmaktadır ve bu bağlamda kastedilen enerjiler; hidroelektrik enerji, biyoenerji, rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi ve okyanus enerjisidir.
Hidroelektrik enerji, özellikle gelişen ve gelişmekte olan ekonomilerde önemli bir potansiyel olmak üzere, küresel yenilenebilir elektrik enerjisi üretiminin yüzde 86’sını temsil etmektedir. Gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler bakımından enerji üretim kaynaklarını birbirleriyle karşılaştırarak değerlendirebilir misiniz?
Enerji talebindeki bu artışın çoğu, OECD üyesi olmayan ülkelerde yaşanacaktır. Başta kömür kullanımı olmak üzere, başlıca enerji talebini karşılamak için fosil yakıtlara olan bağımlılık oldukça fazladır.
ORSAM: “Modern elektriğe erişim” ne anlama gelmektedir?
Jakob GRANIT: Modern elektrik, hanelerin ve sanayilerin, yemek pişirme, ışıklandırma, üretim vs. gibi ihtiyaçlarını karşılamak için güvenilir bir elektrik kaynağına erişmeleri anlamına gelmektedir.
ORSAM: Enerji suyun pompalanması, taşınması ve arıtılması gibi çeşitli alanlarda kullanılırken, sudan da enerji üretilmektedir; bu karşılıklı ilişkiyi kısaca açıklayabilir misiniz?
Jakob GRANIT: Bunun en büyük örneği, suyun akışıyla meydana gelen hidroelektrik enerji üretimidir.
ORSAM: İki tür su sıkıntısından bahsettiniz; bunlardan biri miktar bakımından yaşanan sıkıntı, bir diğeri ise teknolojik ve ekonomik kısıtlılıktan kaynaklanan su sıkıntısı. Bunu açabilir misiniz?
Jakob GRANIT: Su kıtlığı, verimli kullanımı için su kaynaklarının yönetimi ve geliştirilmesi amacıyla getirilen siyasi ve ekonomik sınırlamalardan kaynaklanabilir. Birçok ülkenin suya erişimi olmasına rağmen, kurumsal kapasiteleri veya bir piyasadaki yatırım ihtiyaçlarını finanse etme amaçlı kapasiteleri bulunmamaktadır.
Bunun sebebi piyasanın işlememesi veya su yöneticileri ile tedarikçileri tarafından kısıtlayıcı bir katılım olmasından kaynaklanıyor olabilir. İyi işleyen su kanunları ile yönetmeliklerine ihtiyaç duyulmakta ve uyumun takip edilmesi ve izlenmesi gerekmektedir.
Teknik bir bakış açısından bu durum, ülkelerin, işlenmemiş su kaynaklarını değerlendirmek için yeterli veri ve bilgiye sahip olmadıkları ve bir toplumda su kaynaklarının değer oluşturması için nasıl katkı sağlayacağının bilinmemesi anlamına gelebilir.
ORSAM: Suyun enerji üretimindeki yeri nedir ve önümüzdeki yıllara yönelik eğilim ne yöndedir?
Jakob GRANIT: IEO’nun 2007-2035 dönemi tahminlerine göre, elektrik dünyanın en hızlı büyüyen enerji tüketim formudur. Tüketimin 2035 yılına kadar %87’ye kadar çıkması öngörülmektedir.
Elektrik, dünyanın toplam enerji talebinin artan bir bölümünü karşılamak için kullanılır ve ulaşım dışında tüm nihai kullanım sektörlerinde sıvı yakıtlardan, doğal gazdan ve kömürden daha hızlı bir büyüme göstermektedir. IEA tarafından yapılan temel değerlendirme senaryolarına göre kömür, küresel düzeyde en çok elektrik enerjisi üretimi için kullanılan yakıt olmaya devam edecektir.
2007 yılında kömür yakmalı üretim, dünyanın elektrik kaynağının %42’sine tekabül etmekteydi, 2035 yılında ise bu payın az bir artış göstererek %43’e çıkması öngörülmektedir.
Kömür yakıt üretiminin gelişimine ilişkin yapılan açıklamalardan biri, diğer kaynaklarla karşılaştırıldığında fiyat bakımından cazip olmasıdır. Bir ekonomide su için diğer tüm rekabet eden kullanımlar hesaba katıldığında suyun enerji üretiminde kısıtlayıcı olup olma yacağını görmek için, enerji üretim zincirinin
her aşamasında suya olan ihtiyacın yerel, ulusal ve bölgesel düzeylerde daha iyi anlaşılması gerekir.
ORSAM: Ortadoğu, Afrika, Avrupa, ABD ve Güney Asya bakımından hidroelektrik enerji üretimini değerlendirdiğimizde durum nedir?
Jakob GRANIT: ABD ve Avrupa’daki hidroelektrik büyük ölçüde gelişme göstermiştir ve mevcut durumda, belki önemli bir kesintili yenilenebilir enerji kaynağı yükü bulunan hibrid sistemlerde maksimum güç sağlayabilme konusunda fayda sağlamak için bazı enerji nakil şebekelerindeki pompalama stok projeleri dışında yeni hidroelektrik enerji projelerine olan yatırım oldukça kısıtlıdır. Afrika ve Güney Asya’da hidroelektrik enerjiyi geliştirmek için hâlâ büyük bir potansiyel vardır.
Toplumsal ve çevresel değerlerin tehlikeye atılmamasını güvence altına almak için hidroelektrik enerjinin nasıl geliştirileceğine dair dersler alınmıştır ve bu kaynaklar daha da geliştikçe söz konusu derslerin uygulamaya geçirilmesi gerekir. Piyasa mekanizmalarını veya başka mekanizmaları kullanarak su kaynaklarının gelişiminden elde edilecek kazançların bir bölgeden diğerine aktarılması için bir yol olarak ülkeler arası enerji ticaretini teşvik için de fırsatlar söz konusudur.
Ortadoğu’daki Hidroelektrik enerji kaynakları artık çok önemli bir yere sahip değildir. Ancak öncelikle sınıraşan havzalarda olmak üzere önemli potansiyele
sahip bazı bölgeler hâlâ varlıklarını sürdürmektedirler; bu da, kıyıdaş ülkeler arasındaki işbirliğinin gerekli olacağı anlamına gelmektedir.
ORSAM: İklim değişikliğinin kurak bölgeleri daha da fazla etkileyeceği, nemli bölgeleri ise daha nemli hâle getireceği öngörülmektedir.
Bu bakımdan, mevcut hidroelektrik enerji projelerinin ve önümüzdeki projelerin akıbeti ne olacak? Özellikle de enerji güvenliklerini hidroelektrik enerjiye
dayandıran ülkeler için...
Jakob GRANIT: IPCC genel anlamda kurak bölgelerin daha da kuraklaşacağını ve nemli bölgelerin ise daha da nemli olacağını gözler önüne sermektedir.
Enerji güvenliğini sağlamak adına ülkeler, farklı enerji üretim kaynakları ve farklı yakıt kaynaklarını çeşitlendirmek durumunda kalacaklardır. Sınırlar arası
ve enerji ticaretini mümkün kılan işbirliği ise başka bir mekanizmadır, bu da farklı enerji kaynaklarının dengelenmesini mümkün kılar.
Teknik bir bakış açısından bakıldığında; uzun zaman önce geliştirilmiş olan hidroelektrik enerji projesinin değiştirilmesi gerekiyor mu, baraj duvarı yükseltilmeli mi, suyun döküldüğü yerler yeniden tasarlanmalı mı vs. gibi konularda değerlendirme yapılması için yerel ve alt bölgesel ölçekte iklim değişikliğinin ayrıntılı bir analizinin gerçekleştirilmesi gerekir.
ORSAM: Önümüzdeki yıllarda yaşanacak su sıkıntısı diğer enerji kaynaklarını nasıl etkileyecek?
Jakob GRANIT: Görüyoruz ki enerji üretiminde suyun rolüne ilişkin çok daha iyi bir anlayış geliştirmemiz gerek, böylelikle su da enerji üretiminde bir kısıtlayıcı olmayacaktır. Örneğin soğutma gibi daha az su gerektiren yeni enerji üretim teknolojilerinin uygulanması gerekir. Daha az su tüketen enerji üretim teknolojilerinin kullanımını teşvik etmek, ayrı şebekeleri birbirlerine bağlamak, örneğin evden sanayiye bağımsız üreticilerin sürdürülebilir enerji üretimine katılımlarını sağlamak için akıllı şebeke teknolojisini mümkün kılmak
gibi fırsatlar söz konusu.
ORSAM: Sayın Granit, değerli vaktinizi bize ayırdığınız için teşekkür ederiz.
***
YRD. DOÇ. DR. AYSUN UYAR: “ÇEVRE SORUNU YALNIZ DOĞA BİLİMLERİNİN DEĞİL SOSYAL BİLİMLERİN DE SORUNUDUR”
27 Nisan 2012
* Bu röportaj ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı Dr. Tuğba Evrim Maden tarafından 12-17 Mart 2012 tarihleri arasında Fransa’da düzenlenen Marsilya 6. Dünya Su Forumu’nda yapılmıştır.
ORSAM Su Araştırmaları Programı uzmanı Dr. Tuğba Evrim Maden, Marsilya’da düzenlenen 6. Dünya Su Forumu’nda Research Institute for Humanity and Nature (RIHN/ İnsanlık ve Doğa Araştırmaları Enstitüsü)’da çalışan Yrd. Doç. Dr. Aysun Uyar ile enstitünün çevre ve su ile ilgili çalışmaları üzerine röportaj yapmıştır. Bu röportajda, Dr.Aysun Uyar ile disiplinlerarası ve yurt içi ve yurtdışındaki üniversitelere bağlı araştırma merkezlerindeki uzmanlarla beraber çevre sorunları ve çözümüne ilişkin projelere kaynak sağlayıp, ev sahipliği yapan RIHN ve su çalışmaları üzerine konuşulmuştur.
ORSAM: Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
Aysun UYAR: ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunuyum. 2004 yılında aynı bölümde yüksek lisansımı bitirdikten sonra Japon Hükümeti eğitim bursu ile Japonya’da doktora araştırmalarıma başladım ve 2008 yılında Japonya’nın serbest ticaret anlaşmaları ve bölgeselleşme konusundaki doktoramı tamamladım.
Şu an hem RIHN’de yardımcı doçent olarak çalışıyorum, hem de Doshisha
Üniversitesi ve Ryukoku Üniversitesi’nde “Uluslararası İlişkilere Giriş”, “Uluslararası Politika” ve “Japonya ve Asya” dersleri veriyorum.
Bölgeselleşme, Doğu Asya bölgeselleşme mekanizmaları ve çevre entegrasyon
modelleri üzerine araştırmalarımı sürdürmekteyim. RIHN ile tanışmam 2009 yılında İstanbul’da düzenlenen Dünya Su Forumu sayesinde oldu. Doktora çalışmam sırasında çevre konusunda yürütülen bölgesel ortaklık mekanizmalarına ilgi duymaya başladım ve doktora sonrasında disiplinlerarası çevre çalışmaları ve uluslararası çevre politikaları temelinde araştırmalarımı sürdürmeye karar verdim. Doğa ve insanlık etkileşimine dayalı ortaya çıkan çevre sorunlarını anlamaya yönelik disiplinlerarası bir misyona sahip olan
RIHN’in çalışmalarımı sürdürmek için ideal bir yer olduğu kanısındayım. Kendi araştırmalarımın yanı sıra, RIHN’de enstitünün yurt dışı bağlantılarını yürüten ve uluslararası ilişkilerini statejik olan yönlendiren Araştırma Geliştirme Bölümü’nde görev yapmaktayım.
ORSAM: Enstitünüzü tanıtabilir misiniz?
Aysun UYAR:
RIHN, disiplinlerarası bir misyona sahip olup, entegre çevre araştırmalarının
Japonya’da bir ana bilim dalı olarak yerleşmesi için, doğa ve insanlık etkileşimine dayalı ortaya çıkan çevre sorunlarını anlayıp, bunların çözümüne yönelik olan üniversiteler arası ortak projelere kaynak sağlamakta ve ev sahipliği yapmakta dır.
Eğitim Bakanlığı’na bağlıyız ve tamamen akademik olarak çalışmaktayız.
Yurt içi ve yurtdışındaki üniversitelere bağlı araştırma merkezlerindeki uzmanlarla beraber öneriler üzerinden çevre konusunda sorunları ele alıp bunlara çözüm getiren projelere kaynak ve olanak sağlıyoruz. Nisan ayında 11. yılımıza başlıyoruz. Projelerin genelde 5 yıl sürdüğünü düşünürsek genç bir
kurumuz denebilir. Projeleri 5 yıl yapmamızın nedeni çalıştığımız bölgeyle akademik ve resmi bağlantılarımızı tam anlamıyla kurabilmek ve bölgedeki dataların sürekli bir şekilde alınmasını sağlamaktır. Ayrıca projelerin oluşum
süreci yaklaşık olarak 2 yıl sürmektedir. Toplamda bir proje için 7 yıl gerekmekte ve bu uzun süre nedeniyle her sene farklı ya da yeni konulara yönelmemiz mümkün olamamaktadır.
Ancak enstitünün kuruluşu sırasında oluşturulan araştırma programları sayesinde, içerik açısından oldukça geniş bir konu ve alan yelpazesine sahibiz.
Eğitim Bakanlığı ve bağlı olduğumuz Beşeri Bilimler Araştırma Enstitüsü’nün öngördüğü kuruluş hükümlerine göre, araştırmalarımızı tamamen bilimsel veriler ve akademik çalışmalara dayalı olarak yürütmekteyiz. Bu sebeple kar amaçlı, yeni teknolojileri tanıtımına yönelik ya da sivil toplum kuruluşları ile doğrudan
bağlantılı yardım ve destek projelerine kaynaklık yapmıyoruz. Diğer bir özelliğimiz ise, projelerimizin mümkün olduğunca çevre sorunlarını algılayıp, çözüm üreten disiplinlerarası çalışmalar olmasıdır. Bizim başlangıç noktamız -ki bu Japonya’da bir ilktir- çevre sorunlarını sadece doğal bilimler açısından
değil, doğal bilimler, sosyal bilimler ve beşeri bilimleri entegre edebilen bir yaklaşım ile anlayıp üzerine gitmektir. Mesela ben uluslararası ilişkiler ve bölgeselleşme üzerine çalışıyorum.
Enstitüde aynı zamanda ekonomistler, arkeologlar, tarihçiler, hidrologlar, genetik uzmanları, toprak uzmanları ve daha birçok doğal, sosyal ve beşeri bilimci birlikte çalışmakta. Bir proje, Japonya’daki merkezi grup ve bölgedeki partnerlerle birlikte 80-100 kişinin katılımıyla gerçekleşmekte ve bu grubun
içine danışmanlar ve partime çalışan arkadaşlarımız da vardır.
ORSAM: Su alanında çalışmalarınız var mı?
Aysun UYAR: Konu çevre olunca su doğal olarak en temel konulardan biri bizim için. Enstitümüzde her yıl, 5 yıllık uygulama planının çeşitli aşamalarında olan ortalama 12 civarında proje yürütülüyor ve bu projeler, araştırmacılar arasındaki disiplinlerarası iletişimi teşvik etmek amacıyla öngörülmüş 5 ana araştırma programına göre gruplandırılıyor.
Bu programlardan temel çevre araştırmalarına yönelik olanlar sirkülasyon, kaynaklar, çeşitlilik olarak adlandırılıyor. Su hem doğal bir kaynak olması, hem doğal sirkülasyon ve çeşitlilikte oynadığı temel rol nedeniyle tüm bu
programlara dahil olan projelerde çalışılmaktadır.
Bunların dışında iki programımız daha var. O programlarda da suyu görebilir siniz. Bunlardan birisi “ecosophy” olarak adlandırılmakta ve insanların ve toplumların çevre bilinci ve değişimine dair algılarını, çevresel değişimlere
nasıl ayak uydurduklarını inceleyen projelerden oluşmaktadır. Yani çevreyle ilgili
nasıl bir anlayışımız var, bizim kültürümüzde, dilimizde ve dinimizde çevre sorunları ve doğa nasıl işlenmiş gibi konular, dolayısı ile suyun toplum içinde nasıl algılandığı ve nasıl kullanıldığına ilişkin konular da enstitümüzde
tartışılmaktadır. Beşinci programımız ise “ecohistory” ve adından da anlaşılacağı üzere, çevre konularını tarihsel açıdan irdeleyen ve çevre değişiminin tarihsel olayların seyrini nasıl etkilediğini (ya da tam tersini) inceleyen projelerden oluşuyor. 10 yıllık süreç içinde 30 kadar uzun vadeli projeyi tamamladık ve bir kısmını hala aktif olarak devam ettirmekteyiz.
Bu projelerin yarısından fazlası suyla bağlantılı projelerdir. Dolayısı ile su bizim için en temel data ve araştırma alanlarından birini teşkil etmektedir.
ORSAM: Türkiye’yle ilgili projeleriniz oldu mu?
Aysun UYAR: Bizim çalışmalarımız genellikle Güneydoğu Asya, Orta Asya ve Batı Asya’da olmaktadır. Bunlara ek olarak Afrika’da iki projemiz gerçekleştirildi. Bizim projelerimizde direk su ana teması üzerine çalışmaktan ziyade su bağlatılı konulara değiniyoruz ve suyla bağlantılı bir çevre sorununu ele alıyoruz.
Bu durumda suyu havza olarak, yardımcı tema olarak ya da araştırma içerisinde sonradan çıkan bir faktör olarak da görebilirsiniz. Türkiye’de yaptığımız ilk ve tek projeden bahsedeyim. 2001 yılında başlayıp 2006 yılında biten enstitümüzün ilk projelerinden biriydi.
İklim değişikliğinin kurak alanlardaki tarımsal üretim değişimi ve çeşitliliği üzerine yürütülen bu projede Seyhan Havzası’nda iklim değişimiyle birlikte bundan 50-70 yıl sonra nasıl bir tarımsal değişim yaşanacağı ve muhtemel
modeller üzerine çalışıldı. Projede tarımsal üretimi ve verimi doğrudan etkileyen sulama yöntemleri temel alındığından, projede su kaynaklı datalar oldukça yoğun bir şekilde kullanıldı. Proje yürütülürken yerel yönetimler,
üniversiteler, TÜBİTAK ve DSİ ile ortak hareket edildi.
ORSAM: Güncel olarak hangi projeleriniz var?
Aysun UYAR: Enstitünün ilk 6 yıllık döneminde çevre sorunlarını irdeleyip bunlari analiz eden bilişsel bilime (cognitive science) dayalı çalışmalara öncelik verildi. 2010 akademik yılı itibari ile enstitünün ikinci 6 yıllık dönemine başladı ve bu dönemde daha çok sürdürülebilir toplum ve çevre oluşumuna
yönelik tasarım bilim (design science) temelli proje ve çalışmalara öncelik verilmektedir.
Her sene 2 ya da 3 yeni projemiz başlıyor. Bu sene başlayan projelerimiz çölleşme, Güneydoğu Asya kıyı bölgelerinde sürdürülebilirlik ve yeni müşterek çevre alanlarının oluşumuna yönelik çevre bilincinin geliştirilmesine dayalı
çalışmaları içermektedir.
ORSAM: Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Aysun UYAR: Ben teşekkür ederim.
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder