EN BÜYÜK ERDEM, EN YÜCE ONUR..
Yekta Güngör Özden
yektagungorozden@mucadele.com.tr
23 Nisan 2007
Osmanlı yönetiminin engellemeleriyle oyunlarına, ölüm fetvalaryla idam fermanlarına, isyanlarla ihanetlere, halife ordularına karşı sayısız güçlüğü ve yoksunluğu göğüsleyerek “Müdafaa-i Hukuk” anlayışı ve “Kuvayı Milliye” ateşiyle başlatılan Ulusal Kurtuluş Savaşı her alanda tam bağımsızlığı, özgürlükle ulusal egemenliği, aydınlanmayla çağdaşlığı amaçlıyordu. Baş komutanlık Meydan Savaşı’nda kazanılan utku sonrasın da Mustafa Kemal’in Akşehir ve Salihli konuşmalarında açıkladığı, İzmir İktisat Kongresi’yle 1927’deki Büyük Söy levi’nde vurguladığı “hedef” çağın gereklerine uygun, eko nomik yönden güçlü, barışçı, bilim devletini gerçekleştir mekti. Bu amaçla saltanat yıkılmış, hilafet kaldırılmış, devrimlerle Osmanlı’dan ilgisiz yeni kuruluş sağlanmıştır.
“Ya bağımsızlık ya ölüm!” ilkesi, Amasya Genel gesi’ne “Bu ulusun bağımsızlığını yine bu ulusun direnci ve istenci kurtaracaktır” pekiştirmesiyle yansımış, Ulusal Ant’la (Misak-ı Milli) geleceğin izlencesi belirlenerek, ulus bilinci, uluslaşma ve ulusallık yolunda atılımlara girişil miş, TBMM’nin açılmasıyla kurulan yeni yapıya ad, 29 Ekim 1923’te “Türkiye Cumhuriyeti” olarak konulmuştur. Kendine güvenen, ulusuna inanan, bağımsızlık ve öz gürlük tutkusunu “karakter”i bilen Mustafa Kemal, öğ rencilik yıllarında düşündüklerini ustaca zamanlamalar, hu kuksal yöntemler ve gerçekçi çabalarla evre evre, aşama aşama gerçekleştirmiştir. İnsanımızı kul-köle-teba olmaktan, hak ve özgürlükleriyle donanmış nitelikli kişi, birey durumuna, toplumu da ümmetten ulus düzeyine getirmiş, bilgi, hukuk, ahlak yoluyla yepyeni bir insan, yepyeni bir toplum, “Türk Ulusu” ve yepyeni bir devlet, “Türkiye Cumhuriyeti” kazandırarak yazgıcılıktan yaratıcılığa yükseltmiştir. Demokrasinin yaşama geçişi, yönetimdeki çağdaş biçimi olan cumhuriyet, ulus temelindeki en büyük yapılanmadır ve ulusal egemenlikle geçerlik ve anlam taşımaktadır. Birbirinden ayrılması, bölünmesi, birbirinden kopartılarak değerlendirilmesi olanaksız “Mustafa Kemal Atatürk” hiçbir dayatma olmadan, kendi ruhunun enginliğinden, kişiliğinden yüceliğinden, usunun ve yüreğinin gücünden gelen esinle, ülke sevgisi ve ulus saygısıyla hukuku yeğlemiştir. Kaynağını oluşturduğu Türkiye aydınlanmasını, önderi olduğu Türk Devrimi’ne, yolumuzu-yönümüzü belirleyen, yaşam felsefemiz, varlık nedenimiz saydığımız, başta “Altıok”la özetlenen “Atatürk ilkelerine” insan haklarına dayanarak sürdürme görevi, kendini bilen her yurttaşın yükümlülüğüdür. Ulusal egemenliğin değerini bilmeliyiz ki ümmet karanlığına düşmeyelim.
Ulusal egemenlik, hukuksal bir kurumdur. Ulusu ve ülkeyi kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olan devletin yönetim kaynağı ve dayanağıdır. Ulusal istençle yaşama geçen ama ondan daha geniş açılımlı bir varlık ve geçerlik ölçütüdür. Ulusun gerçek sesi, içtenlikli istemi, hukuksal öngörüşüdür. İşlem ve eylemlerin bu doğrultudaki düzenlemelerle kotarılması, bu yolla açıklanan belirlemelere uygun olmasıdır. 1921 Anayasası’nın 1. maddesiyle, bağsız-koşulsuz ulusun olup ulusça kullanılacağı öngörülen, 1924 Anayasası’nın 3.maddesiyle aynı deyişin yinelenmesinden sonra 4. maddesinde ulus adına kullanma yetkisi yalnızca TBMM’ye tanınan, ulusal egemenliği, 1961 Anayasa sı’nın 4. ve 1982 Anayasası’nın 6. maddelerinde ulusun anayasanın öngördüğü ilkelere göre yetkili organlar eliyle kullanılacağı belirtilerek erklerin egemenlik kullanma yetkisinin tartışılmaz geçerliği (meşruiyeti) vurgulan mıştır. Böylece, 1961 Anayasası’ndan bu yana “Ege menlik ulusun olup TBMM’nin değildir. TBMM egemenlik hakkını yasama alanında kullanmaya yetkili organdır” yinelemesinde yarar vardır. TBMM her istediğini yapamaz.Ulusal egemenlikten söz edip insan haklarına, temel özgürlüklere aykırı düzenlemelere kalkışamaz. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temel organı niteliğiyle ken di varlığını ve bunun ulusal dayanaklarını göz ardı eden işlemlere girişemez. Bunlar anayasa da olsa geçersiz olur.
Son günlerde kendi konumlarını, siyasal, kişisel ve partisel amaçlarını gerçekleştirmeyi tutkuya dönüş türdükleri ibretle izlenen kimi siyasetçilerin bir ulusal yaşam andı sayılan anayasayı yeniden delmeye çalış maları ulusal bağlamda en kötü örnektir. Değiştirilmesi zorunlu kurallar, hatta tümüyle yenilenmesi gereken anayasa dururken, gereksiz, anlamsız, zamansız ve sakıncalı değişiklikler önermek, yeterli oyu sağlamak için siyasal rüşvet niteliğinde başka anayasa ve yasa maddeleri değişikliğiyle pazarlıkta çirkin ödünler vermek, halkoyundan kaçınarak halka, adaletten kaçarak yargıya güvenle, milletvekillerini ve gizli oylarını gözetleyerek ortaklar kararıyla baskı uygulamak milletvekili onuru ve TBMM saygınlığıyla bağdaşmadığı gibi ulusal ege menlikle asla uyuşmaz. Ulus-devlet nasıl uluslaşmanın somut örgütlenmesi, ulusal egemenliğin hukuksal yapısı ise, başta yasama organı, yürütme ve yargı organları, bu yapının ana öğeleridir. Hepsinin gerçek, öz sahibi ise ulustur.
Ulus yapısının bozulmak, ulus-devletin iç ve dış sapmalar ve sapkınlıklarla, sözde ilerici ve demokrat gösterişçilerle, çıkarcı, numaracı cumhuriyetçi yeni man dacılarla, Arap milliyetçisi, ümmetçi şeriatçılarla yıkılmak istendiği günümüzde devletin tekliğini, ülkenin tüm lüğünü, ulusun birliğini ödünsüz koruyarak ulusal ege menliği güçlendirmeliyiz. Duyarlık ve özenimiz; çeliş kileri, aykırılıkları ve tüm kötülükleri önleyecek, başı boşluk, başına buyrukluk, sorumsuzluk, ilkesizlik ve tutarsızlık bitmese de azalacak tır. Laik Atatürk Cumhuriyeti’ne ve temel organlara yaraşmayan olumsuzluklardan, dayatmalar dan ve anayasaları delmeye yel tenenlerden böylece kurtulabili riz. Ulusal egemenlik, 1950’den bu yana “Siz isterseniz hilafeti ge tirirsiniz. Odunu aday göstersem milletvekili olur. Kara cüppeliler kim oluyor?- Hükümetin üstünde Danıştay, Meclis’in üstünde Ana yasa Mahkemesi var. Şeriat dindir, dine karşı yürünmez. Devlet dindarları tehlike göremez. Devlet dinin hizme tindedir. Benim halkım göğsünü gere gere Müslümanım demelidir. Verdimse ben verdim. İnançlara saygılı laiklik. Takıyye içtenliğe dönüşebilir. Yararlı tarikat. Bu okullarla kıvanç duyulur” sözleriyle yozlaştırılmaktadır. Ulusallığın, ulusal egemenliğin dışlanıp yadsındığı, etnik ve dinsel sömürünün, bölücülüğün ve yıkıcılığın acıyla anımsan dığı ortam her yurtseveri üzmektedir.
Kemalistlikle Atatürkçülük aynıdır. Kimilerinin sözde kalan Atatürkçülüğü ve sanal milliyetçiliği uyarıcı olmalıdır. Gerçek eşitçi yurttaşlar düzeni ve halk demokrasisi olan cumhuriyetçi demokrasimizi “demokratik cumhuriyet” söylemleriyle yozlaştıranlara, Ulusal Kurtuluş Savaşı dönemindeki kötülükleri yinelemek isteyenlere karşı, ulusal egemenliği bilimsel gerçekçilikle savunanlara büyük sorumluluklar düş mektedir.
En büyük Türk, en çağdaş, en büyük Türk milliyetçisi Atatürk döneminin saygınlığı, onuru, coşkusu, tutarlılığı, devingenliği unutulamaz. Tanrı’nın evrenin oluşu mundaki egemenliğiyle ulusun kendini yönetmedeki özgün egemenliğini karşılaştırıp “Egemenlik Allah’ındır” diyerek karışıklık çıkarmak isteyen aymazlara, bağnazlıklara kanmamalıdır. Fetva ve ferman dönemi asla geri gelemeyecektir. Ulusumuzun her değerin sahibi olduğundan odaklanıp yoğunlaşan ulusal egemenlik, çağdaşlaşma düzenidir. Bu nedenle laiklik, egemenliğin kaynağıdır. 1921’den beri böyledir, sonsuza kadar böyle gidecektir.
Akıl-bilim-gerçek ile inanç-din varsayım kendi özgün yerlerinde kalacaktır. Birbirleriyle karşılaştırılıp birbirlerine karşı kullanılmayacak; inanç, usa tavan koymayacak, varsayımlar gerçeği engellenmeyecektir. Bağımsızlığın, özgürlüğün ve bilimselliğin onurlu bileşkesi ulusal egemenlik, insanlığın utkusudur.
Edinmemizi sağlayanları saygıyla anıyor ve 87. yıldönümünü coşkuyla kutluyoruz.
http://www.mucadele.com.tr/yazarlar/en-buyuk-erdem-en-yuce-onur-56279/
*********
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder