POLİTİKA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
POLİTİKA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2017 Perşembe

POLİTİKA, EKONOMİ VE KİTLE MEDYASI ALANLARININ ETKİLEŞİMİ BÖLÜM 1



POLİTİKA, EKONOMİ VE KİTLE MEDYASI ALANLARININ ETKİLEŞİMİ, BÖLÜM 1 

KOORDİNATLARINDA, DOĞANIN VE TOPLUMSAL YAŞAM ALANLARININ 
YIKIMINA KARŞI DİRENCİN YA DA SESSİZLİĞİN YENİDEN ÜRETİCİSİ OLARAK ÇEVRE GAZETECİLİĞİ 



Füsun ALVER*1 
*Prof. Dr., Kocaeli Üniversitesi İletisim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü 

Özet 

Doğada bulunan enerji kaynakları, tüm toplumsal süreçlerin itici ve dönüstürücü gücüdür; yasam alanlarının ve toplumun gelisimi için bir kosul olusturmaktadır. Enerji kaynaklarından yararlanılması, toplumsal refah için bir kosul olmakla birlikte insan ve doğa için önemli olabilecek riskleri içermekte, doğal ve sosyal çevreyi değistirmektedir. Kitle medyası doğa, çevre güvenliği ve korunması problemlerini ve aktörlerini, çevre gazeteciliği perspektifinden küresel ve yerel düzlemlerde izlemekte ve haberlestirmektedir. Bu çalısmanın problematiği; çevre gazetecilerinin, doğa ve çevreye iliskin haber üretim sürecinde, politika ve ekonomi alanlarının etki ve baskılarına maruz kalarak, manipüle edilebilmeleri, çevre güvenliği ve korunmasına iliskin özgür haber üretememeleri ve kitle medyası örgütlerinin, tiraj ve izleyici oranlarını arttırmak kaygısıyla haberleri 
sansasyonellestirerek, sunmaları ve toplumda risk, tehdit ve tehlike algılarını yönlendirebilmelerdir. Doğa, enerji teknolojileri ve çevre problemlerine iliskin haber üretim sürecinde, politika, ekonomi ve kitle medyası alanları arasında karsılıklı etkilesim ve yarar iliskileri vardır ve dıssal faktörlerin yanında kitle medyası örgütünün içsel faktörlerinin ve dinamiklerinin de enformasyon üretim ve değerlendirme sürecinde etkili ve yönlendirici olduğu belirlenmektedir. 

Anahtar Kavramlar: Ekoloji, Ekolojik Problemler, Enerji, Çevre gazeteciliği, Haber. 


1-Giriş 

Doğada bulunan enerji kaynakları, tüm toplumsal süreçlerin itici ve dönüstürücü gücüdür; yasam alanlarının ve toplumun gelisimi için bir kosul olusturmaktadır. İnsanlık tarihi boyunca daha genis enerji kaynaklarına erisilmesi, enerji kaynakları aracılığıyla istenilen yapıların kurulması ve korunması amaçlanmıstır. Enerjiye erisim ve kullanımı, toplumsal yapıların olusumunda ve dönüsümünde büyük bir öneme sahiptir. Enerji kaynaklarından yararlanılması, toplumsal refah için bir kosul olmakla birlikte insan ve doğa için önemli olabilecek riskleri içermekte, doğal ve sosyal çevreyi değistirmektedir. 1960’lı yıllardan itibaren teknik ve ekonomik alanların gelisim dinamiği, doğadan tahribat yaratacak 
esasta yararlanılmasını beraberinde getirmis ve dünyanın farklı bölgelerinde yasam alanları, risk ve tehdit altında kalmıstır. Enerji kaynaklarının doğayı tahrip ederek kullanılması, atmosfere zarar vermekte, iklim değisimi ortaya çıkmakta dır. Petrol suları, toprağı ve atmosferi kirletmektedir. Su, rüzgar ve kömür enerjilerinden yararlanılması, tarıma ve temel su gereksinimine zarar vermekte dir. Nükleer enerji, felakete yol açabilen risk profiline sahiptir ve doğal dolasımı uzun bir süre radyoaktifle yüklemektedir. 

Doğanın, çevrenin ve iklimin korunması, post -endüstriyel toplumların en önemli problemleri arasında yer almaktadır. Ekolojik problemler ve ortaya çıkan riskler, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren sosyal bilimler alanında giderek önem kazanan araştırma konuları olmustur. Dönüşlü Modernlesme Teorisi 2 Perspektifinden hareket eden risk toplumu kavramının fikir babası Alman bilim insanı Ulrich Beck 3, kapital ve risklerin sosyal sınıflar arasındaki paylasımına odaklanmıs ve risk toplumunda, herkesi kaçınılmaz bir biçimde ve esit 
olarak saran risklerin sosyal üretiminin, sosyal sınıflar arasındaki farklılıkları ortadan kaldırdığını ileri sürmüstür. Yapı ve aktörün eylemlerinin karsılıklı etkileşimine odaklanan Entegratif Sosyal Kuramların temsilcisi, İngiliz toplumbilimci Anthony Giddens 4 ise, küresel değisim ve ekolojik bunalımı irdelemis ve modernliğin sonucu olarak risk ve güven analizleri 
gerçeklestirmistir. Küresellesme sürecinde risk analizleri ve toplumsal etkileri, sosyoloji biliminin yanında iletisim ve gazetecilik bilimi alanlarında da ilgi çekmis ve arastırmalar 5 yapılmıstır. Çevre gazeteciliği arastırmaları için kullanılabilecek veriler, bilim gazeteciliği kapsamında gerçeklestirilen arastırmalar 6 sonucunda da elde edilmistir. 

Küresellesme sürecinde giderek artan ekolojik risk, tehlike ve tehditlerin bertaraf edilmesinde toplumun bilgilendirilmesi, bilinçlendirilmesi, politika ve ekonomi alanlarının uyarılması ve risk iletisiminin iyi yönetilmesini gerektirmektedir. Risk iletisimi, kamusal bir süreçte teknolojik risklere iliskin farklı algıların değistirildiği ve üzerinde tartısıldığı bir kavramdır. Risk iletisimi, gelecekte meydana gelme olasılığı olan zararların yarattığı güvensizliği konulastıran bir süreçtir. 

Dolaylı ya da dolaysız olarak bireysel ya da örgütsel kararlara yönelimli olan bu süreç, medya tarafından iletilmektedir7. Risk konu alanları içinde büyük ya da anahtar teknolojiler yer almaktadır. Bunların içinde nükleer enerji, gen teknolojisi, iklim değisiklikleri, kimya, sağlık ve beslenme riskleri de bulunmaktadır8. Kaynakların yaratılması, enerji teknolojilerinden özellikle de elektrik enerjisi elde etmek için hidrolik, nükleer, günes, rüzgar, jeotermal v.b. teknolojilerinden yararlanılması, çevre hareketleri, yesil teknolojiye yönelim ve ekonomi yapılarının dönüsümü, çevre güvenliği tartısmalarına yol açmakta ve risk iletisimi sürecinde önemli bir rol oynayan çevre gazeteciliğinin, küresel ve yerel düzlemlerde farklı açılardan enformasyon üretimini beraberinde getirmektedir. 

Bu çalısmada çevre gazeteciliği, yapı ve eylem ikiliğine odaklanan Entegratif Sosyal Kuramlar perspektifinden irdelenecektir. Giddens9, yapılasma kavramının, esas itibariyle hem toplumsal hayatın tekrara dayalılığıyla iliski içinde olan hem de yapı ve eylemin karsılıklı bağımlılığını ifade eden yapının ikiliği kavramını içerdiğini belirtmektedir. Yapının ikiliği, sosyal sistemlerin yapısal özelliklerinin bu sistemleri meydana getiren pratiklerin amacı ve sonucu olmalarını ifade etmektedir. Yapı, hem mümkün kılıcı hem de kısıtlayıcıdır. Aynı 
yapısal özellikler, nesne (toplum) kadar özne (aktör) için de mevcuttur. Yapı, aynı anda kisilik ve toplumdan olusur ancak ikisi de, eylemin niyetlenilmemis sonuçları ve ifade edilmemis kosullarının önemi nedeniyle, tek basına her seyi açıklayamamaktadır. Bu nedenle yapı, eyleme bir engel olarak değil, aslında onun üretimiyle iliskili bir sey olarak kavramlastırılabilir. Yapının eylemi ya da eylemin yapıyı belirlediğinden söz etmek anlamlı değildir. Bütün normlar hem kısıtlayıcı hem de mümkün kılıcıdır. Toplumsal yapılar ve insan eylemi birbirinden bağımsız olarak varolamaz; daha ziyade birbirlerine karsılıklı bağımlıdırlar ve iç içe geçmislerdir. 

Bu çalısmanın problematiği; çevre gazetecilerinin, doğa ve ekolojik problemlere iliskin enformasyon üretim sürecinde, kitle medyası örgütünün politika ve ekonomi alanlarıyla karmasık iliskileri ve kendi enformasyon üretim yasaları ve dinamikleri nedeniyle etki ve yönlendirmeye maruz kalmalarıdır. Çalısmanın arastırma soruları söyle formüle edilmektedir: Çevre gazeteciliği, kitle medyası örgütü içinde nasıl konumlandırılmaktadır? Çevre gazeteciliğinin arastırma konuları nelerdir? Çevre gazeteciliği, enformasyon üretim sürecinde enerji teknolojileri, ekolojik problemler ve doğal çevrenin korunmasına ne ölçüde ve hangi perspektiften yer vermektedir? Kitle medyası örgütünün, politika ve ekonomi alanlarıyla karmasık iliskileri ve enformasyon üretim yasaları ve dinamikleri, çevre gazeteciliğinin üretimlerini nasıl etkilemektedir? Çevre gazeteciliğinin, yapıyı etkileme potansiyeli var mıdır ve ekolojik problemlerin çözümünde, toplum için hangi basarımları sağlamaktadır? 

Çalısmanın varsayımı söyle belirlenmektedir: Doğal enerji kaynaklarının kullanımı, ekolojik problemler ve çevre güvenliğine iliskin enformasyon üretim sürecinde politika, ekonomi ve kitle medyası alanları arasındaki etkilesime dayalı karmasık iliskilerin yanında kitle medyası örgütünün içsel dinamikleri ve enformasyon üretim esaslarına dayalı amaç ve kuralları, çevre gazetecisinin enformasyon üretim sürecine etki etmekte ve eylemlerini sınırlandırmaktadır. Ancak çevre gazetecisi tamamen politika ve ekonomi alanlarının ve çalıstığı kitle medyası örgütünün etki ve yönlendirmesi altında değildir; politik ve ekonomik yapıya ve çalıstığı kitle medyası örgütünün enformasyon üretim sürecine sınırlı da olsa etki etme yetkinliği ve potansiyeli bulunmaktadır. 

Çalısmanın amacı ise, kitle medyasında enerji üretimi teknolojilerinin çevrede yarattığı tahribat ve çevrenin korunması ve güvenliğinin sağlanmasına iliskin üretimlerin, kitle medyası örgütünün politika ve ekonomi alanlarıyla karsılıklı etkilesimi ve çevre gazeteciliği perspektifinden irdelenmesidir. Ağırlıklı olarak Almanya’daki çevre gazeteciliğinin irdelenmesi öngörülmektedir. Çalısmada varsayımın sınanması, nedensellestirilmesi ya da yanlıslanması için ortaya konulan ifadeler ya da ifadeler dizisi ve sonuçları olan argümanlardan yararlanılmasını anlatan argümantasyon metodunun uygulanması öngörülmektedir. 

2-Ekonomik Değer ile Doğal Çevrenin Tahribatı Dkileminde Enerji Kaynakları 

İlk çağlardan itibaren doğanın verici potansiyeli kesfedilmis ve geçen yüzlerce yıl içinde bilim ve teknoloji alanlarında meydana gelen gelismeler ve sanayi devrimi, enerji kaynaklarının değerinin daha iyi anlasılmasını beraberinde getirmistir. Bu çerçevede tarihsel süreçte doğa kavrayısının irdelenmesi ve ekonomik ve teknolojik kosullara bağlı olarak doğa kavrayısının dönüsümü ve bu dönüsümle ortaya çıkan ekolojik risklerin belirlenmesinin çalısmanın bütünlüğü açısından yararlı olacağı düsünülmektedir. 

2.1-Tarihsel Süreçte Doğa Kavrayısı ve Dönüsümü 

Tarihsel süreçte insanın ve toplumların doğayı kavrayısları ve doğaya iliskin tasarımları toplumsal, kültürel, ekonomik ve teknolojik gelisim eğilimleri ve çerçeve kosulları tarafından belirlenmistir. Toplumsal gelisim eğilimleri ve çerçeve kosulları, geçmisteki düsünceler tarafından da biçimlendirilen doğa kavramının10 ne ifade ettiğine, nasıl tasarlandığına ve doğayla kurulan iliskinin niteliğine etki etmektedir. Düsünce tarihinin ve toplumların doğayla kurdukları gündelik iliskilerin bir sonucu olarak ortaya çıkan, biçimlenen ve geliserek, dönüsüm geçiren doğa anlayısını ve algılamasını da kapsayan doğa kavramı, yalnızca düsünce ve tasarımları değil aynı zamanda toplumsal değerleri ve normları ifade etmekte ve duyguları da içermektedir. Doğa kavrayısının biçimlendirilmesinde, felsefi düsüncelerin yanında inançlar ve dinler de etkili olmaktadır. Dini inançların, doğa tasarımına ve insan-doğa iliskisine etkisi, kutsal kitapların yorumu tarafından belirlenmektedir. 

Sümer11 ve Mısır12 uygarlıklarında doğayla iliskiler, insanın doğa karsısında kendi konumunu coğrafi kosullara göre de biçimlendirme çabalarına isaret etmektedir. Antik Yunan’da ise, filozoflarının önemli belirlemeleri, sonraki çağlardaki doğa anlayısına etki etmistir. Platon13, doğayı düzenlenmis ve yaratılmıs olarak kavramıstır. Doğayı, askın idealar değerleri ve biçimin karsısında konumlandırmıs ve doğanın bilgisini, niceliksel düzenliliğin yeniden tasarımına indirgemistir. Öğrencisi Aristoteles14 ise, doğayı, tanrısal bir ilke, yaratan olarak kavramıstır. Doğa, insandan bağımsız olarak olusan, onun müdahalelerine bağlı olmayandır. Aristoteles insanı, eylemi ve insan tarafından üretilen seyleri, doğa karsısında özel konumlandırmıs ve teknik ile sanatı kesin olarak doğadan sınırlandırmıstır. Böylece yapay ve doğal, karsılıklı olarak birbirini tanımlayan karsıt kavramlar olarak ortaya çıkmıstır15. 

Kendinde bir devinim ve değisim ilkesi bulunduran seylere özne olan maddeyi, doğa olarak kavrayan Aristoteles’in düsünceleri, büyük ölçüde Platon’un düsüncelerine karsıt bir perspektife sahip olmustur. 

Yunan felsefesi, doğa kavramının zaman içinde gelisimi için bir temel olusturmus ve Ortaçağ’da ve Yeniçağ’ın baslangıç döneminde, doğa kavrayıslarına etki etmistir. Augustine16, Antik doğa kavrayısı ile ilk dönem Hıristiyanlığın doğa kavrayısı arasında bir bağ kurarak, Hıristiyanlık ile Neo-Platonculuk arasında bir sentez olusturmaya çalısmıstır17 . Platon’un düsüncelerinden etkilenen Augustine, türsel olmayan ve asırı düzenlenmis merci kavramını, tanrı kavramıyla değistirmis ve Tanrının iradesinin sembolü olarak gördüğü doğayı, yaratılısla birlikte tek bir defaya mahsus bir olusum olarak kavramıs ve sonuna kadar değismeden kalacağını varsaymıstır. 

Ortaçağ’da ise, Avrupa’da Katolik Kilisesinin artan etkisine bağlı olarak doğa, teolojik bir perspektiften kavranmıs ve yorumlanmıstır. Onüçüncü yüzyılda Aristoteles’in düsünceleri, Hıristiyanlık felsefesine entegre edilmeye çalısılmıstır. Protestanlık mezhebinin ortaya çıkısı ise, Hıristiyan dünyasının doğayla iliskilerine farklı bir bakıs açısı getirmis ve bu yaklasım ondördüncü yüzyıldan itibaren önem kazanan coğrafi kesifler ve Avrupa’ya sömürgelerden aktarılan sermayenin birikimi ile onaltıncı yüzyılda tekniğin ve bilimin18 gelisimine olanak 
sağlamıs ve günümüz doğa tasarımının olusum sürecine etki etmistir. Dnsanı odak noktasına yerlestiren bu yaklasım, doğayı insanın ölçümünün bir nesnesine indirgemis ve ondan uygun bir biçimde yararlanılmasını öngörmüstür. 

Yeniçağ’da (XV.-XVI. yüzyıl) ve Rönesans (XV.-XVII. yüzyıl) döneminde, Antik felsefe ve bilim kavrayısı yeniden önem kazanmıs ve Ortaçağ dünya tasarımı, çözülmeye baslamıstır. Bilim, kilisenin denetimindeki skolastik düsünceden ayrılmaya baslamıs; insan birey olarak kendisiyle ilgili algılamalarıyla, bilincin merkezine yerlestirilmistir. Dinsel inançtan bağımsızlasan düsünce, dünyevi bir karakter kazanmıs; arastırmaya, bilimsellesmeye ve doğadan yararlanılmasına yönelmis ve bilimin ve tekniğin doğada ve toplumda egemenlesmesi süreci baslamıstır. Bilimsel arastırmalara önem verilmis, doğa kavranabilir ve düzenlenebilir olarak görülmüstür. Doğanın yasaları, sistematik olarak deneylerle arastırılmaya baslanmıs ve fizik ve matematik yasalarıyla açıklanmaya çalısılmıstır. Doğa ve evren kavrayıslarının dönüsümüne, bilim insanları Copernicus19, Bruno20, Bacon21, Galileo22 , Kepler23, Descartes24, Newton25 ve Kant26 önemli etkilerde bulunmuslardır. Kant tarafından gelistirilen özne ve nesne perspektifi, bilimin genel olarak kabul edilen temelini olusturmus böylece doğa bütünsel karakterinden ziyade doğanın bir parçasına odaklı olarak kavranmaya baslanmıstır. İnsan-doğa iliskisi ve doğal kaynakların kullanımı, Thomas Hobbes27 ve John Locke28 gibi dönemin sosyal bilimcileri tarafından da irdelenmistir. Bu perspektifler, doğanın kavranısında farklı tasarımları beraberinde getirmis; doğa artık korkutucu ve tehditkar olmaktan çıkmıs ve doğaya egemen olmanın yollarını öğrenen insan, doğa karsısında iktidarını uygulamaya baslamıstır. 

Onsekizinci yüzyılda, Aydınlanma döneminde ise doğa, insan çabaları ile islenilebilen bir kaynak olarak görülmüstür. Doğadan gündelik yasamda yararlanılması, burjuvazinin maddi ve toplumsal yükselisine yol açmıstır. Onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllarda yasam, giderek ilerleyen endüstrilesme ve tekniklesme, ekonomik büyüme ve bilime olan inanç ve güven tarafından biçimlendirilmistir. Ekonomik büyüme için doğanın sömürüsü hızlanma eğilimine girmistir. Teknik ilerlemeye ve Aydınlanmaya karsı çıkan ve insanın doğaya dönerek, doğallasmasını öneren Rousseau’nun29, evrim teorisini ortaya koyarak, doğaya ve insana bakıs açısını temelden değistirecek bilgi ve düsünceler gelistiren Darwin’in30 ve endüstriyellesme ile kapitalist ekonomik sistemin doğayı nesnelestirmesine dikkat çeken ve karsı çıkan Marx’ın31 düsünceleri bu çerçevede önem kazanmıstır. 

Bilim ve teknolojinin yirminci yüzyıl boyunca görülen olağanüstü gelisimi ve gelisimin hızı, bilim ve felsefe alanlarında olduğu gibi toplum, siyaset ve kitle medyası alanında da tartısmalara yol açmıs ve tartısmalar ağırlıklı olarak enerji kaynaklarının sınırlılığına, çatısma yaratma potansiyeline, doğanın ve yasam alanlarının tahribatına ve gelecek nesillere olası etkilerine odaklanmıstır. Yirmibirinci yüzyılın basında ise, insanın doğayla iliskisi, ekonomik yapı ve refah düzeyini destekleyen ve ekonomik değer yaratan maddi iliskiler tarafından biçimlendirilmektedir. Doğadan ekonomik kaynak olarak yararlanılması, onun tahribatını da beraberinde getirmektedir. Doğa artık büyük ölçüde egemen olunabilen olarak kavranmakta ve onun kaynaklarından olabildiğince yararlanılması amaçlanmaktadır. Refah düzeyinin yüksek olması ve gerekli serbest zamana sahip olunması halinde ise, doğaya zaman ayrılarak, ondan keyif alınması istenmektedir. Günümüzde insanın doğayla iliskisi, toplumda doğanın korunması gerekliliği bilincinin yükselmesine rağmen ekonomi ve siyasi alanlarının, ekonomik yarar yönelimi ile yeterince duyulmayan etik kaygılar arasındaki gerilim tarafından biçimlendirilmektedir. 

2.2-Enerji Kaynaklarının Sınırlılığı ve Yarattığı Ekolojik Riskler 

Grekçe kökenli enerji (energeia) sözcüğü faaliyet, gerçeklik ve etki eden güç anlamına gelmektedir. Aristoteles, enerjiyi etkinlik, faaliyet ve güç ile ilintili olarak kavramıstır. Wilhelm von Humboldt, enerji ile bilinçli insan faaliyeti arasında bir iliski kurmus; Leibniz ise, enerji kavramının, varlığını sürdürecek olan canlı gücü (vis viva) ifade ettiğini düsünmüstür32 . Ekonomik değeri ve siyasi iktidar sağlama potansiyeli nedeniyle savaslara ve çatısmalara neden olan enerji, insanlık tarihi boyunca erisilmeye çalısılan en önemli kaynak olmustur. Dnsan ile doğa arasındaki temel iliski, büyük ekonomik değeri olan enerji kaynaklarına erisimde ve denetiminde kendini göstermektedir. 

Enerjinin insan tarafından kullanım tarihi, besyüz bin yıl öncesine dayanmaktadır. Atesin keşfedilmesinden önce insanlar, çevreye diğer canlılardan daha fazla zarar vermemişlerdir. Ateşin keşfedilmesi ile birlikte kisi basına yararlanılan enerji miktarı iki kat artmıştır. Atesin kesfi, yıllar sonra baslayacak olan atom çağından daha fazla etki yaratmıştır. 

Enerji tarihinde, ikinci büyük değişim ise, onbin yıl önce Neolitik Çağ’da ortaya çıkmıştır. 

Avcı ve toplayıcı topluluklar için günes, tek enerji kaynağı olmustur. Böylece insanlar, sistematik olarak tarımla uğrasmaya baslamıslar ve bazı hayvan ve bitki türlerini, yararlanmak üzere seçmislerdir. Hayvan ve bitki dünyasının sömürülmesi, enerji kullanımının artısı ile ilgilidir. Bu durum, enerji tarihinde üçüncü büyük devrim olan endüstriyel devrime kadar değismeden sürmüstür33. Dlkçağ’larda günes, su ve rüzgar enerjisi önem tasırken, günümüzde de bu enerji formlarından yararlanılmakla birlikte elektrik, kimyasal ve nükleer enerji formları büyük önem kazanmıstır. 

Enerji kaynaklarının34 sınırlılığı, uluslararası çatısmaların önemli bir nedenidir. Enerji kaynaklarından yararlanma, refah düzeyini arttırma çabaları ve risk etkisiyle ortaya çıkan bes farklı çatısma türü belirlenmektedir. Birinci çatısma; enerji kaynaklarının yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda, yasam kalitesinin sınırlandırılması, ekonomide durgunluk ve sosyal farklılık ortaya çıkmaktadır. Dkinci çatısma; enerji kaynaklarının varolması ancak adaletli paylasılmamasından kaynaklanmaktadır. Kuzey-Güney dengesizliği, bir çatısma 
konusu olusturmaktadır. Ham petrol bağımlılığı, jeopolitik çatısma potansiyeli yaratmaktadır. 

Dünyada enerji rezervleri sınırlıdır ve enerji tüketimi, dengeli olarak gerçeklesmemektedir. Enerji rezervleri, ağırlıklı olarak Yakın Doğu ülkelerinde bulunmakta bu durum ise, endüstri ülkeleriyle çatısmayı beraberinde getirmektedir. Enerji kaynaklarının ulusal, bölgesel ya da küresel ölçekte paylasımı, kullanımı ve finanse edilmesi, mücadele edilen bir iktidar faktörü 
olmaktadır. Petrole, yüksek teknolojiye, nükleer enerjiye yönelim, prestij ve iktidar sembolüdür. Çatısma potansiyeli, kaynakların paylasımındaki asimetri nedeniyle artmaktadır. 

Bir diğer çatısma nedeni ise, dolaylı olarak enerji belirli sonuç ve riskler nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bunların arasında atom silahlarının kullanım olasılığı ve küresel ısınmanın yarattığı çatısmalar belirtilebilir. Bu çatısmalar, enerji kullanımının sonuçlarını ve riskleri engellemek ve sınırlandırmak amacını tasıyabilmektedir35 . Enerji kaynaklarına erisim ve denetimi nedeniyle uluslararası çatısmalar ve enerji kaynaklarının kullanımı, devletlerin önemli problemleri arasında yer almakta ve etkin enerji politikalarının üretilmesini gerektirmektedir. 

Enerji politikası ile devlet, herkesin yeterince elektrik, doğal gaz, benzin v.b. enerji kaynaklarından yararlanmasını amaçlamaktadır. Ekonomi alanının islerliği ve toplumun refahı için enerjinin pahalı olmaması gerekmemektedir. Yalnızca makinelerin, isletmelerin ve demiryolları ulasımının enerjiye gereksinimi yoktur aynı zamanda bireyler de kendi yasam alanlarında yemek, bilgisayar kullanımı, televizyon izleme gibi gereksinimlerini karsılarken, enerji tüketmektedirler. Günümüzde enerji, genellikle kömür ve ham petrol gibi hammaddelerin yakılması ile dönüstürülmekte ve yararlanılabilir hale getirilmektedir. Politik kararlar, geleceği biçimlendirme çabalarıdır. Kararlar yalnızca geleceğin nasıl olması gerektiğine iliskin düsüncelere değil, aynı zamanda nasıl olabileceğine iliskin beklentilere de dayanmaktadır. Enerji politikası kararları, diğer politik karalardan ayrılmamakta ve geleceğin güvence altına alınmasında önemli bir rol oynamaktadır36 . Enerji politikasının öncelikli hedefi, ekonomik amaçlıdır ve ısınma ve aydınlanma probleminin çözülmesini ve rekabet içinde uygun maliyetle üretim yapılmasını öngörmektedir. Bu süreçte arzın sürekliliğinin sağlanması gerekmektedir. Tüm canlıların varlıklarını sürdürebilmeleri ve sağlıklı yasayabilmeleri için temiz çevre, temiz hava ve su gereksinimi karsılanmalıdır. Oysa enerji kaynaklarının ekonomik değeri, onların islenmesinde ve tüketiminde doğanın, insan topluluklarının ve diğer canlıların yasam alanlarını tahrip etmekte ve bu problem, enerji politikaları uygulanırken, yeterince göz önünde bulundurulmamaktadır. 

Doğanın tahribatı toplum, diğer canlılar ve doğa açısından uzun vadede önemli sonuçlara yol açabilecek pek çok ekolojik problemi beraberinde getirmektedir. Su ve rüzgar enerjisinden yararlanılması, tarımı değistirmektedir. Sera gazı aracılığıyla atmosfere zarar verilmesi, iklimlerin değisimine neden olmaktadır. Baraj projeleri, ormanların kesilmesi, rüzgar enerjisi tartısmaları, radyoaktif içeren çöpler ve nükleer reaktör kazalarında, radyoaktif maddelerin sınırların ötesine yayılması ve nükleer enerji aracılığıyla nükleer silah teknolojilerinin yayılması, politik bir problem olarak ortaya çıkmaktadır37. Enerjinin çevrede yarattığı tahribatın niteliği ve anlamı, farklı perspektiflerden ve ilgi durumundan 
değerlendirilmektedir. Havanın ve suların kirlenmesi, zamansal ve mekansal olarak ve dolaysız gözlenmektedir; ancak madencilik ve erozyon nedeniyle doğanın tahribatının sonuçları daha uzak bölgelerde ve uzun zaman içinde görülebilir olmaktadır. Radyoaktif maddelerin zararlı etkileri de kural olarak on yıl sonra ortaya çıkmaktadır. Enerji temelli çevre problemlerinin uluslararası boyutları, farklılık göstermektedir. Yüksek derecede endüstrilesmis ülkelerde problemler, ağırlıklı olarak kömür ve hidrokarbonun kullanımından 
kaynaklanmaktadır. Gelismekte olan ülkelerde, doğanın tahribatı, kısıtlılık ve ticari olmayan biyolojik enerji tasıyıcılarının yanmasından ortaya çıkmaktadır. Yarı endüstrilesmis ve yoksul ülkelerde ise, tüm bu tahribatların bir arada ve hızlı bir biçimde ortaya çıktığını gözlemlemek olasıdır38 . Ekolojik problemler, gelismis endüstri ülkelerinde ve gelismekte olan ülkelerde, farklı nedenlere dayandığı gibi çözümü için devletlerin izledikleri enerji ve çevre politikaları, kitle medyasının yaklasımı ve kamuoyunun bilinç düzeyi ve duyarlılığı da farklılık 
göstermektedir. 

3-Politika, Ekonomi ve Çevre Gazeteciliği Alanlarının Gerilimli Etkilesimi ya da Yapı ve Eylemin Karsılıklı Bağımlılığı ;

Çevre gazeteciliği, doğanın ekonomik amaçlı kullanımı nedeniyle giderek artan doğal ve sosyal çevre problemleri karsısında, enformasyon üretimini, 1970’li yıllardan bu yana sürdürmektedir. Bir yandan çevre gazeteciliği arastırma alanına iliskin yayın sayısı ve üretim giderek artmakta, çevre problemlerine, dünyanın pek çok ülkesinde toplumsal ilgi ve duyarlılık olusmakta ve politik alan yasal önlemler almak zorunda kalmakta diğer yandan ise politika, ekonomi ve kitle medyası alanlarının karmasık iliskiler ağının gereği ve kuralları nedeniyle çevre gazeteciliğinin, doğal yasam alanlarının tahribatına iliskin ne ölçüde bilgilendirici ve aydınlatıcı üretim yaparak, kitleleri bilinçlendirdiği ve politik karar alma sürecine baskı yapabildiği tartısmalı kalmaktadır. 

3.1-Çevre Gazeteciliğinin Ortaya Çıkısı ve Gelisimi ;

Gazetecilikte uzmanlasma, ondokuzuncu yüzyılda, kitle basının gelisimiyle ortaya çıkmıstır. Ondokuzuncu yüzyılda magazin dergilerinin yanında, aile ve kadın dergileri, kültür politikası dergileri ve pek çok türde bilimsel yayın baslamıstır39 . Kuskusuz türsel enformasyona gereksinimin ortaya çıkmasında ekonomik, politik, teknik ve sosyo-kültürel dönüsümler de etkili olmus ve belirgin bir toplumsal alana yoğunlasan ve enformasyon edinmeye çalısan uzman gazetecilik alanları gelismistir. Uzmanlık ya da uzmanlık ilkesi 
kavramı, konu ve konu yetkinliği içeriklerinin yanında uzmanlık kültürünün diğer açılarını da kapsamaktadır. Uzmanlığın yalnızca nesne tasarımı yoktur; aynı zamanda kendine ait perspektifleri, düsünce güdüleri, paradigmaları, metotları ve gelenekleri de vardır. Uzmanlık alanının dilini, tasarım esaslarını ve örgütlenme biçimini içeren iletisim ve medya yasaları vardır. Gazetecilikte uzmanlık alanına ait olan ya da uzmanlık alanı gibi kavramlar, bir yandan özel konu ve yapı bilgisini diğer yandan ise, türsel temsil ve iletisim yetkinliklerini 
amaçlamaktadır; her iki boyut, farklı yönelime sahip olmakta ve odaklan maktadır. Uzman gazetecilik yetkinlik, uzmanlık alanı dilinin yoğun kullanımı ve karmasık cümle yapıları ile kendini göstermektedir40 . Gazetecilik, kamusal açıdan önem tasıyan konuları islemek ve böylece toplumsal iletisimi sağlamak islevini yerine getirmeye çalısmaktadır. Buna karsılık uzman gazetecilik, türsel toplumsal alanlardan konular seçmekte ve gündemine almaktadır. 

Avrupa ülkelerinde, 1970’li yılların sonunda ekolojiye iliskin haber üretimi baslamıstır. Bu süreçte denizlerde meydana gelen petrol tankeri kazaları41, çevreye yayılan petrolün yarattığı kirlilik ve denizde yasayan canlıların ölümü, ormanların yok olusu, suların kirlenmesi, yasam alanlarının tehdit altına girmesi sonucunda toplumda olusan enformasyon gereksinimi, çevre gazeteciliğinin ortaya çıkısında önemli bir rol oynamıstır. Bunun yanında enerji reaktörlerinde meydana gelen kazalar42 ve ortaya çıkan ekolojik tahribat, çevre gazeteciliğinin gelisiminde etkili olmustur. Çevre gazeteciliği ortaya çıkıs yıllarında, çevre koruması için angaje olan ya da en azından yasamlarını ekolojik olarak düzenle meye çalısanları, hedef kitlesi olarak belirlemis ve onlara yönelmistir. Bu hedef kitle, çevre hareketleri ile olusmus ve 1980’li yıllarda önemli bir büyüklüğe erismistir. 

Çevre gazeteciliğinin ortaya çıkısı ve gelisiminde, toplumsal ve politik gelismeler de önemli bir rol oynamıstır. Bu süreçte Almanya’da, alternatif ekolojik hareketler baslamıs ve Yesiller Partisi kurulmustur. Yesiller Partisinin kurulması ve çevrecilerin eylemleri, çevre ve çevre korunmasına iliskin toplumsal bilincin olusumuna önemli ölçüde etkide bulunmustur. Öyle ki, çevre gazeteciliğinin olusumuna önemli katkıda bulunduğu toplumsal bilinç ile Almanya, Avrupa Birliği ülkeleri arasında öncü olmustur. Ayrıca 1980’li yıllarda Almanya Çevre Bakanlığı ve eyalet çevre bakanlıklarının kurulması, çevre konusunun politika alanında tartısılmasını beraberinde getirmistir43. Bunun yanında çevre problemlerine duyarlı ve politik etki yaratmayı amaçlayan çok sayıda yurttas hareketi olusmus ve sivil toplum örgütleri kurulmustur. Çevre problemleri karsısında gruplar, hızla örgütlenmis ve politik alanı, toplumu ve kitle medyasını etkilemek için profesyonel halkla iliskiler ajansları olusturmuslardır. 

1990’lı yıllardan itibaren çevre konularına iliskin tartısmalara, kitle medyasında daha sınırlı olarak yer verildiği görülmüstür. Bu dönemde; çevreyi koruyucu teknolojinin gelistirilmesi çabaları desteklenmis, yesil teknolojiye yönelinmis ve yesil rengi, çevreye duyarlılığın sembolü ve sloganı olarak elektronik beyaz esya üreticisi firmalar tarafından sıkça kullanılmaya baslanmıstır. Tüketiciye, çevre problemlerinin yesil teknoloji ile çözümlenebileceği iletileri verilmeye baslanmıs ancak ekolojik problemler ve kalıcı çözüm önerileri sınırlı olarak vurgulanmıstır. 2000’li yılların basından itibaren çevre problemleri, kitle medyasında yine önem kazanmaya baslamıs, bu süreçte ekolojik tahribat ve koruma olanakları tartısılmıstır. 2010’lu yıllardan itibaren ise, çevre gazeteciliği, gelecekteki yasam tarzlarının niteliğinin yükseltilmesine odaklanmıs; daha az gayri safi milli hasıla ancak daha fazla yasam kalitesi önermistir. Böylece çevrenin korunması ve tahrip edilmemesi için yesil tüketim tesvik edilmeye baslanmıstır. İçinde bulunduğumuz dönemin yönelimi, doğayı ve insanı tahrip eden tüketim eğilimlerinden uzaklasılması olarak gözlenmektedir. 

Çevre gazeteciliğinin artan önemine bağlı olarak, Almanya’da 1980’li yıllardan itibaren ekoloji problemlerine yönelen çok sayıda basım ve yayın44 faaliyeti baslamıstır. 1990’lı yıllarda bölgesel çapta yayın yapan bazı radyo ve televizyon kurulusları, çevre birimleri olusturmuslardır. 2000’li yıllardan bu yana ise, çevre gazeteciliği birimlerine kitle medyası örgütleri içinde daha fazla yer verilmektedir. Bununla birlikte çevre gazeteciliğinin, geleneksel kitle medyası örgütü içinde bağımsız bir birim olarak konumlandırılması kolay değildir. Belirgin arastırma çevrenine rağmen pek çok kitle medyası örgütünün bir çevre gazeteciliği servisi bulunmamaktadır. Çevre birimlerinin bulunmayısının nedenleri arasında kitle medyası örgütlerinin maliyet kaygısıyla yeni birim olusturmada sakınımlı davranmaları ve çevre alanında uzman gazetecileri, kadrolu olarak çalıstırmaktan ziyade serbest çalısanlar arasından seçmeleridir. 

Kitle medyası örgütleri içinde çevre gazeteciliği biriminin yer almayısının bir diğer nedeni ise çevre gazeteciliğinin, diğer gazetecilik uzmanlık alanlarıyla yakından iliskili olmasıdır45 . Uzmanlık alanlarının yakın olması, diğer uzmanlık alanlarında çalısan gazetecilerden ekoloji konusunda da yararlanılmasını beraberinde getirmektedir. Politika, ekonomi ve bilim, çevre gazeteciliğinin yakın iliskili olduğu alanlardır. Bunun yanında kültür, toplum, serbest zaman, otomobil, spor ve teknoloji konuları da çevre gazeteciliğiyle iliskilidir. 

Doğaya iliskin enformasyon, kültür tarihini de ilgilendirmekte ve gazetelerin gezi sayfalarında yer almaktadır. Kitlesel turizmin ekolojik etkileri ve eko yasam tarzı, turizme odaklı gazeteci gibi geziye odaklanan gazeteciyi de ilgilendirmektedir. Ayrıca otomobil ve spor gazeteciliği de çevre konularına yönelimlidir. Bu gazetecilik alanlarının ilgisi, kapsamlı otomobil yarısları 
organizasyonlarının ekolojik çevreye etkisinden, birey olarak sporcuların doğayı koruma çabalarına verdikleri desteğe kadar genis bir alana uzanmaktadır. Teknoloji gazeteciliğinde ise, teknolojinin gelisimi, enerji santrallerinin kurulması ve alternatif enerji elde etme yolları önemli arastırma konularını olusturmakta ve çevre gazeteciliğiyle kesismektedir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***


17 Haziran 2016 Cuma

Türkiye Ve Yeniden Yapılanan Orta Doğu


Türkiye Ve Yeniden Yapılanan Orta Doğu.,







23 MAYIS 2003 CUMA


Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Raporlar ve Araştırmalar ..,



Bu yazı dizisini ise Türkiye'nin Orta Doğu ile ilgili politikaları konusunda bir değerlendirme izleyecek.


Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bugüne en sorunlu ve kendisi için en büyük tehditleri içeren döneme girmiş bulunuyor. Türkiye'ye yönelik tehditlerin dinamiklerini iç, bölgesel veküresel olmak üzere üç boyutta toplayabiliriz. Bu üç boyut birbirleri ile doğrudan bağlantılı içiçe geçmiş süreçleri ifade ediyorlar. Bir arada değerlendirilmedikleri sürece doğru anlamlandırılmaları mümkün değil. Türkiye için küresel boyutta tehditi, ABD'nin 21. yüzyılda tek süper güç olduğu bir dünya düzeninde küreselleşmenin ekonomik, politik ve teknolojik meydan okumalarına cevap verememiş olmasından kaynaklanıyor.
Bölgesel düzlemde Türkiye için tehdit, ABD'nin küreseltek süper güç olma stratejisinde çok önemli yertutan Avrasya ve Orta Doğu'da sınırların yeniden çizilmesi politikasından kaynaklanıyor. İç düzlemde ise tehdit, küreselleşmenin ürünü olan mikro milliyetçiliğin Türkiye Cumhuriyetini bir ulus-devlet olarak sonlandırmaya yönelik politik hedefinden kaynaklanıyor. Özetle, bu üç tehdit düzleminin kesiştiği noktada Türkiye Cumhuriyeti'nin 20. yüzyılın başında şekillenen devlet sistematiği ve sistemin üzerinde kurulduğu toprakların muhafaza edilerek 21. yüzyılın içlerine taşıması oldukça zor bir hal alıyor.
Öte yandan, iç, bölgesel ve küresel boyutta karşımıza tehdit olarak çıkan hususlar, farklı bir açıdan bakıldığında da ortaya Türkiye için fırsatlar koyuyor. Küreselleşme, Avrasya ve Orta Doğu'da sınırların yeniden çizilmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin yumuşak karnı olarak nitelenen ve mikro milliyetçilik mikrobu, Ankara'nın belirgin ve aktif bir politik hedefin olmasıdurumunda, Türkiye için ortaya büyük fırsatlar koyabilecek bir niteliğe de sahipler.
Önümüzdeki birkaç gün sürecek olan bu kısa yazı dizisinin amacı, Türkiye'ye yönelik tehditleri üç boyut çerçevesinde de incelerken, ağırlığı özellikle ikinci boyutu oluşturan Avrasya ve Orta Doğu'da gerçekleşmekte olan bölgesel yeniden yapılanmanın üzerine oturtarak, bölgesel yapılanmanın küresel sonuçları ile Türkiye için ortaya koyacağı tehdit ve fırsatların çok yönlü bir analizini yapmaktır.

I. 11 Eylül Sonrası Yapılanmanın Temelleri

Soğuk Savaş'ın ABD'nin galibiyeti ile sona ermesinden sonra Washington için temel hedef, ortaya SSCB'nin yerine geçebilecek küresel veya bir jeopolitik altsistem boyutunda meydan okumayı temsil eden bir devletin ortaya çıkmasını engelleyerek, ABD'nin tek kutupluluğunun devamını sağlama olmuştur. ABD, Soğuk Savaş'ın hemen sonrasında hazırlanan ilk beş yıllık Amerikan savunma bütçe kanununun içine bu politik hedefi açık bir anlatımlayerleştirmekten hiç çekinmiştir.[1]ABD'ye meydan okuyabilecek devletlerin hepsi Avrupa-Asya kıta bloğunda konumlanmışlardır.
Tek kutuplu dünya hedefini gerçekleştirmek için izlenen strateji Soğuk Savaş'ı izleyen ilk on yılda ağırlı olarak ekonomik içerikli bir strateji olmuştur. 1990'lı yıllar boyunca izlenen ABD stratejisi,küreselleşmedir ve küreselleşme Amerikan ekonomisinin dirilmesine izin vermiştir. Soğuk Savaş'ın hemen başında kurulan ve Batı Dünyasında ve ABD yanlısı jeopolitik sistemde Amerikan hegemonyasının temelini oluşturan Amerikan ekonomik üstünlüğünün simgesi olan Bretton Woods sisteminin 1974'de Vietnam Savaşının etkileri ile de çökmesinden sonra ABD'nin Batı Avrupa, Japonya ve Amerikan-yanlısı ülkeler üzerindeki hegemonyası ekonomik gücüne değil, SSCB'nin kapitalist ülkeler için oluşturduğu askeri tehdite dayanarak varlığını sürdürmüştür. Washington D.C., SSCB'nin çökmesinden sonra, kapitalist ülkeler ve dünyanın geri kalanı üzerinde ABD hegemonyasının kendisini yeniden üretebilemesinin ancak ekonomik bir yenilenme ile gerçekleştirilebileceğini düşünmüştür.Öte yandan, küreselleşmenin sadece Amerikan ekonomisinin yararına olduğu söylemek de mümkün değildir. Nitekim başta Çin ve Avrupa Birliği olmak üzere bir çok devlet/devletler birliği küreselleşmenin sağladı faydalardan istifade etmiştir.
Böylelikle küreselleşmenin ABD hegemonyasının alt yapısını tam anlamı ile hazırlayamayacağının meydana çıkması bir yandan Amerikan tek kutupluluğuna ve küreselleşmeye meydan okuyan güçlerin merkez-kaç eğilimleri öte yandan, W.Bush Ocak 2001'de iktidara gelir gelmez, Clinton yönetiminin dış ekonomik politikasında hep ayrıcalıklı bir yeri olan Çin'i Amerikan menfaatlerini tehdit eden yükselen bir güç olarak görmüş ve Çin'e yönelik bir strateji arayışına girmiştir.[2] W.Bush Yönetimi, Rusya'ya karşıda Clinton Yönetiminin izlediği ılımlı sayılabilecek politikanın terk edilerek daha sert bir çizgi izlenmesi gerektiği konusunda bir tavır içine girmiştir.[3]
Ancak, 11 Eylül saldırısı, Bush'un Çin'e politikasının tamamenfarklı bir eksene daha küresel bir boyuta oturmasının yolunu açmıştır. Amerikan dış poltikasında büyük ve radikal adımların atılabilmesi için Amerikan kamuoyunun desteğinin alınması hep şart olmuştur. 11 Eylül saldırıları da hem Amerikan kamuoyunun hem de onun ötesinde dünya kamuoyunun özellikle 11 Eylül'ü izleyen ilk aylarda Bush Yönetiminin politikalarına destek vermesine yol açmıştır.
11 Eylül'de El Kaide'nin gerçekleştirdiği operasyonun arkasındaki istihbarat/lojistikdesteğinin niteliği belki hiçbir zaman ortaya çıkmayacaktır ama böyle bir destek olsa da olmasa da El Kaide saldırıları, Bush Yönetimine ABD'nin Amerikan tek kutupluluğunu Amerikan ekonomisine değil de Amerikan silahlıu kuvvetlerine dayandırarak sürdürmek için büyük bir stratejik atağa geçmesi fırsatını vermiştir. Tek kutupluluğu ağırlıklı olarak Amerikan ekonomik üstünlüğüne dayandıramayacağını bilen ABD üstünlüğünün tartışmasız olduğu silahlı kuvvetleri kullanabileceği bir alanda, jeopolitik alanda oluşturmayı hedeflemiştir.
11 Eylül sonrasında ABD, terörü ve terörün arkasındaki güçleri göstererek kürenin her yerine askeri gücünü kullanarak girmektedir. Bu teorik olarak ABD'ye dünyanın bütün coğrafyalarına değişen boyutta askeri müdahale imkanı sağlarken, Bush'un imzasını taşıyan yeni Amerikan Güvenlik Doktrini'de ABD'nin askeri müdahale yapabilmesinin hemen hemen sınırsız olan şartlarını ortaya koymuştur. Amerikan Güvenlik Doktrini hedef olarak terörü ve terörün arkasındaki odaklar ile devletleri göstermekle birlikte, özü itibarı ile ABD'nin tek kutupluluğuna meydan okuyabilecek büyük güçleri hedef almaktadır. Amerikan Güvenlik Doktrininde hedef alınan terörün arkasındaki devletler, dünya enerji kaynaklarının üzerinde veya yakınında olup jeopolitik önem arz eden ve hem bölgesel planda ABD'ye meydan okuyup hem de ABD'ye küresel planda meydan okuyabilecek büyük güçler ile ittifak içine girebilecek devletlerdir.
11 Eylül sonrasında gittikçe netleşen Amerikan tutumu 21. yüzyılda aktuel ve potansiyel olarak ABD'ye meydan okuyabilecek büyük güçlerin enerji kaynaklarının bulunduğu alanların ya mevcut jeopolitik yapıları ile ya da jeopolitik yapıları değiştirilip Amerikan menfaatlerine uygun hale getirildikten sonra Amerikan denetimine alınmasıdır. Washington'un bu yaklaşımı, 1648'de ortaya çıkmış olan ve ulus-devletlerin egemenliği esasına dayanarak gelişen devletler arası ilişkileri ve devletler hukukunutamamen farklı bir eksene oturtmakta hem de yerine yeni bir hukuk sistemi değil de Amerikan askeri valileri/Amerikan korumaların kontrolundaki başbakanları koymaktadır.
ABD, Irak savaşı ile bir Soğuk Savaş dönemi kurumu olan BM'nin de Westphalia düzeninin tükenmesi için çalışıldığı dönemde işlevini yitirdiği ve 1930'lardaki Milletler Cemiyeti gibi işlevsiz/etkisiz bir konuma kaydığı veya işlevinin ABD'nin küresel politikalarını tastik eden bir noter haline geldiğini ortaya koymuştur.[4] Gerçi, savaş sonrasında BM ABD tarafından bir ölçüde de olsa onere edilecektir ama BM için hiç bir şey Irak savaşından once olduğu gibi olmayacaktır.ABD'nin başka hiçbir ulusun sahip olmadığı askeri güç kapasitesine dayanarak yaptığı/yapmaya çalıştığı bu jeopolitik düzenlemelerin ve dünyayı askeri karakollar sistemi ile kontrol altına almayı hedefleyen politikalarının eğer yeni ittifaklar oluşturmaz ise yerel, bölgesel ve küresel boyutta anti-Amerikan ittifakları ortaya çıkarmasıkaçınılmazdır.
Amerikan askeri güçleri, 11 Eylül sonrasında El Kaide veTaliban yönetimini ortadan kaldırmak amacı ile Afganistan'ı kuşatan alana, Pakistan, Özbekistan ve Kazakistan ve Kırgısiztan eksenli olarak yerleşmiştir. Sadece Afganistan boyutunda ve sadece günümüz açısından bakıldığında bile çok öneli olan bu gelişmenin gerçek niteliği daha geniş bir tarihsel perspektifden ve daha geniş bir coğrafi açı ile bakıldığında anlaşılmaktadır. Tarih boyunca anlılan coğrafyaya, bu derinlikte, Büyük İskender dışında girebilen hiçbir Asya dışı güç yoktur.
ABD'nin Afganistan'ın çevre kuşağına yerleşmesi, Amerikan askeri-politik gücüne Avrasya ekseninde yeni açılım alanları sağlamıştır.Bir Avrasya gücü haline gelen ABD, Batı Türkistan'ın başta enerji kaynakları olam üzere zengin yeraltı kaynakları üzerinde hakimiyet tesis etmenin ötesinde Çin, Rusya,Hindistan,Pakistan ve İran'a karşı hemen sınır ötesinden güç projeksiyonu gerçekleştirme şansı elde etmiştir. Batı Türkistan'ı tamamlayan alan ayni eksen üzerindeki Güney Kafkasya olmuştur. ABD, bu alanda Gürcistan'a yönelik Moskova baskısını karşı Tiflis'in arkasında askeri varlığı ile yeralmıştır. Bu iki stratejik alandaki mücadeleler, düşük yoğunluklu çatışma mantığı çerçevesinde devam etmektedir.
Batı Türkistan-Güney Kafkasya alanında gerçekleşen Amerikan askeri müdahelesien azından şimdilik mevcut jeopolitik yapıyı değiştirmeyi, ulus-devletlerin sınırlarını yeniden çizmeyi hedeflememektedir. Amaç bu coğrafyadaki mevcut ülkeleri Moskova ve Pekin'in etki alanı dışına çıkararak, Avrasya'nın enerji yataklarının bulunduğu Hazar havzasının doğusunda ve batısında bir Amerikan denetim bölgesi oluşturmak, bu bölgenin enerji kaynaklarının açık denizlere Amerikan denetiminde inmesini sağlamaktır.

2. Irak Politikası ya da Orta Doğu'nun Yeniden Şekillendirilmesi

ABD'nin Avrasya'da düşük yoğunluklu çatışma devam ederken Orta Doğu'da Irak cephesini açtığı görülmüştür. ABD'nin Orta Doğu'da yapacağı jeopolitik düzenleme, Irak merkezli gibi görünse de Orta Doğu gibi bir alt sistemde yerinden çekilecek bir taşın domino etkisi yapacağını Orta Doğu tarihine giriş ile ilgili bir kitap okumayanlar dahi görmektedirler. ABD'nin Irak'da Saddam Hüseyin rejimini kitle imha silahlarına sahip olduğu için devirmek için milyarlarca doları ve Amerikan yaşamlarını harcamayacağı, ABD'nin bu kadar kapsamlı bir harekatı ancak daha derin bir stratejik hedefe ulaşmak için gerçekleştireceği açıktır.
ABD'nin Orta Doğu'da Irak merkezli harekatının iki temel hedefi ve bu hedeflere ulaşma için kullanacağı araçları şöyle sıralayabiliriz:Birinci temel hedef, ABD'nin Orta Doğu ve Orta Doğu'daki enerji kaynakları üzerinde bölge dışı rakip bir gücün bölgeye girişini engelleyecek ve bölge içinden ABD'ye ve ABD'nin bölgedeki müttefiki İsrail'emeydan okuyacak bir devletin varlığını engellemek olarak tanımlanabilir.
ABD'nin Orta Doğu'ya gelmesinin ikinci temel nedeni ikinci bir 11 Eylül'ün olmasını engellemekdir. Amerikalı analizcilere göre, 11 Eylül'ün arkasında radikal İslam temelli anti-Amerikanizm vardır. Anti-Amerikanizmin ise üç önemli nedeni tespit edilmiştir.
1)ABD'nin Soğuk Savaş sonrasında güvenlik ve petrol merkezli politikalar izleyerek, Orta Doğu'da anti-demokratik feodal monarşileri desteklemesi, bu monarşilerinden memnun olmayan kitleleri, ABD'yi suçlamaya sürüklemiştir. Bundan dolayı, bazı Amerikan çevrelerine göre, ABD'nin Orta Doğu'da demokratik süreçleri desteklemesi, hatta demokrasiyi dayatması gerekmektedir. Bu noktada iki farklı görüş belirmektedir. "Demokratik emperyalistler" diye anılan grup, ABD'nin Orta Doğu'ya demokrasiyi Almanya ve Japonya'ya yaptığı gibi "dayatması" gerektiğini ve bunun hızla yapılması gerektiğini ileri sürmektedirler. Bu grup, hızlı demokratikleşmenin gerçi kısa vade de ortaya istikrarsızlık çıkaracağını ancak bu sürecin uzun vade de Amerikan menfaatleri ile uyumlu olduğunu ileri ssürmektedirler. "Demokratik emperyalistler" adlı grubun daha çok Amerikan Savunma Bakanlığı içinde konumlandığı görülmektedir. Öte yandan Dış İşleri Bakanlığı içinde bir grup ise Orta Doğu'da demokratikleşmenin tedrici olması gerektiğini, jeopolitik sarsıntılara ve kontrolun elden çıkmasına izin verilmemesi gerektiğini belirtmektedir.
2)Anti-Amerikanizmin ikinci önemli nedeni, Orta Doğu'da bulunan ve 1990 sonrasında komnuşlanmış olan Amerikan askeri varlığıdır. Arap kitleleri Amerikan askeri varlığından nefret etmektedirler. El Kaide'nin ağırlıklı olarak Suudi Arap militan devşirmesinin bir tesadür olmadığı ileri sürülmektedir. ABD askeri varlığının nedeni ise Saddam Hüseyin rejiminin varlığıdır. Saddam rejimi devrildikten sonra ABD, Orta Doğu'daki askeri varlığını yeniden yapılandıracak ve azaltacaktır.
3) Anti-Amerikanizmin üçüncü ve belki de en önemli kaynağını Arap-İsrail çatışmasında ABD'nin İsrail'in yanında yer alması oluşturmaktadır. ABD'nin İsrail'i terk etmeyeceği düşünülür ise yapılacak tek iş Arap-İsrail çatışmasının ortadan kaldırılması olacaktır. Çatışma kalmayınca veya en alt seviyeye inince anti-Amerikanizmde kalmayacaktır.

ABD'nin Orta Doğu politikasının ikitemel belirleyicisi petrolün Amerikan ve dünya pazarlarına güven içinde ulaşması ve İsrail'in varlığının korunmasıdır. Bu iki hedefi veya birisini gözardı eden bir Amerikan politkasının şekillenmesi mümkün görünmemektedir. ABD'nin Irak'a yönelik politikaları ile Orta Doğu'yu şekillendirecek olan politikalarda da bu iki ölçüt belirleyici olacaktır.

Birinci Boyut: Orta Doğu'da Demokratikleşme
ABD'nin Orta Doğu'da demokratikleşmeyi Amerikan menfaatlerini tehdit etmeyen bir sürece yayacağı ve "Demokratik Emperyalistler"in önerdikleri hızlı demokrasi dayatmasının yaşama geçmeyeceği anlaşılmaktadır. Irak'da ortaya konulacak performansın ABD'nin Orta Doğu'nun demokratikleştirilmesi hedefi için çok önemli olduğu anlaşılmaktadır.
Saddam sonrasında kurulabilecek yönetimler konusunda önündeki seçenekleri öncelikle üçe ayırmak mümkündür. Bunlar sırası ile üniter Irak, gevşek federasyon veya konfederasyon ve Irak'ın bölünerek Orta Doğu'da yeni bir yapılanmaya gidilmesi seçenekleridir. Aşağıda bu modeller tartışılmaktadır.

2.1.1. Üniter Model
Üniter devlet modelinin kabul edildiği bir Irak içinde değişik seçenekler mevcuttur.

a)Anti-baas özellikleri ağır basan, Arap ruhunu okşayabilecek ve sunni Arap seçkinlerin desteğini alan bir general/güçlü adam yönetimi çerçevesinde tedrici çok parti/demokrasi yönetimi ki bu model, Kürt ve Türkmen azınlıklar (ve Şia çoğunluk) için otonom bölge modeli ile desteklenebilir. Bu model 1970 Anayasasında var olduğu için Irak seçkinleri tarafından kabulü kolay olduğu gibi, bölgesel jeopolitik istikrar için en uygun modeldir. Ancak bu model bugün hiç yakın bir çözüm görünmemektedir. Türkiye için en olumlu çözüm yolu olan bu modeli Türkiye gündeme getirmediği ve sadece federalizme karşı çıkmakla yetindiği için bu model üzerinde ciddi bir tartışma gerçekleşmemiştir.

b) Amerikan işgal yönetimi altında kurulacak bir parlamento ile demokratik bir rejime doğru hızlı geçiş modeli. Bu modelde Washington'da bazı kulaklara hoş gelmekle birlikte, Irak coğrafyasında ve toplumsal dinamikler açısından gerçekçi görünmemektedir. Böyle bir demokratik modelin kısa bir süre içinde sosyal huzursuzluklara ve etnik fay hatları boyuncayeniden bölünmelere yol açması büyük bir ihtimaldir. Ayrıca, Irak'da demokratik modelin başarıya ulaşması da başta Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri olmak üzere bütün Arap dünyasında ABD'nin lehine olmayacak bir demokratikleşme sürecini başlatacaktır. Bazı ABD çevrelerinde savunulan üniter, demokratik Irak modeli hiçte Washington'un menfaatlerini gerçekleştirmeyebilir.

2.1.2. Gevşek federasyon veya Konfederasyon Modeli

Gevşek federasyon veya konfederasyon modeli ise bugün ki gelişmelerle veya ABD'nin yaklaşımları ile en uyum içinde olan model gibi görünmektedir. Gevşek federasyon veya konfederasyon, büyük bir olasılıkla, ABD işgalrejimi sırasında karşı görüşler olsa da etnik ve dinsel hatlar boyunca oluşturulacaktır. Gevşek federasyon veya konfederasyon modelinde, bütünün parçalarını, Sunni Araplar, Şii Araplar, Kürtler oluşturacaklardır. Türkmenler tamamen dışlanmış görünmektedirler. Ankara'nın Türkmenleri sistemin içine sokmak için çok ciddi ve başarı şansı yüksek bir politika izledikleri söylenemez. Federal devletlerin sınırların çizilmesi konusunda büyük ve iç/dış dinamiklerin ortaklaşa belirlediği bir çatışma yaşanacaktır. Dünya petrollerinin % 10.7'sini bulunduran bu ülkede petrol rezervlerinin büyük bölümünün bulunduğuKerkük üzerinde Araplar, Türkmenler ve Kürtler arasında ABD'nin, Türkiye'nin, Arap ülkelerinin ve dünya petrol şirketlerinin müdahil olduğu bir çatışma yaşanacak ve büyük bir ihtimal ile bölge için özel bir statü bulunacaktır.
Bu durumda Irak devleti, her an bir dış müdahaleye açık sahip olduğu kaynakları sunni Arap seçkinlerin pragmatik amaçlarla da olsa panarabist politikalar için kullanamayacakları bir devlet haline gelecektir. Böylece, Irak'ın İsrail için bir tehdit olam özelliği ortadan kalkacak, dengeler üzerinde yaşayan bir devlet haline gelecektir. Federasyon modelinde federasyonu bir arada tutacak sembolik bir müessese olarak meşruti monarşinin tesis edilmesi bir ihtimaldir.Ancak, bu çözüm bölgeye istikrar getirmeyecek, Irak'da merkez-kaç eğilimler çok güçlü bir şekilde varlığını sürdürmeye devam edecektir. Özellikle Kürt federal bölgesi, bağımsızlık ve irredentist taleplerle bölge için bir istikrarsızlık kaynağı olamaya devam edecektir. Ayrıca, etnik hatlar boyunca kurulan federal devletlerin istikrarsız süreçlere dayanamadığını 1990'lı yıllarda parçalanan SSCB, Yugoslavya ve Çekoslavakya'nın etnik federasyonlar olduğu gerçeği bir kez daha ortaya koymuştur.
Bir üçüncü çözüm modeli ise en radikal olan ve Westphalia sistemini tamamen gömerek, dünyayı tam bir hukuk kaosu içine sürükleyecek olan bölünme modelidir. Bu model, Irak'ın iki, üç veya dörte bölünerek, yeni devlet oluşumlarının gerçekleştirilmesini öngörmektedir. Bu konuda önerilen modellerden birisinin, kuzeyde bir Kürt devleti, orta Irak'ın Ürdün Haşimi Krallığı ile birleştirilmesi ve şii Arapların çoğunlukta olduğu güneyin iseKuveyt ile birleştirilmesidir.
Ortaya Kerkük'ü de kapsayacak bir Kürt devletinin çıkması durumun da bölgede varlığını tamamenAmerikan desteğine bağlamış ikinci bir İsrail yaratılmış olacaktır. Bağımsız Kürt devletinin bugün ki sınırlar içinde ortaya çıkması durumunda yaşama kabiliyetinin olacağı ise büyük ölçüde şüphelidir. Bölgede kurulacak bağımsız bir Kürdistan Arapları iki cephede böleceği ve dikkatlerin İsrail üzerinde teksif edilmesini engelleyecektir. Aynı zamanda Arapların elinden dünya petrol rezervlerinin hiçte küçümsenmeyecek bir bölümünü alacaktır.
Bölünme modelin uygulanması durumunda, Türkiye'nin silah kullanarak kuracağı bir bağımsız birTürkmen devleti de çıkmalıdır. Ancak, Türkiye'deki mevcut siyasal yapılanmaile Türkiye'nin bir Kürt devleti oluşumunu seyretme ihtimali de hiç küçük değildir.
Bugün Washington açısından en gerçekçi görünen model, Irak'da federal model olarak belirmektedir. Ancak, bu çözüm kısa vade de olmasa da uzun vade de bölgeye istikrarsızlık getirecektir. Federal bir Irak eğer federe bir Türkmen bölgesi içermez ise sunni Arap, şii Arap ve Kürt federe bölgelerinden oluşacak olan bir federal Irak Türkiye, Suriye veİran için tehdit oluşturacaktır. ABD'nin Irak'da meşruluk zeminini oluşturacak olan Irak'ın hızlı zenginleşmesinin gerçekleşemesi için bu ülkenin OPEC'den çıkarılması ve OPEC kotaların üzerinde petrol üretimi yapılarak bir yandan petrol fiyatının varilde 16 Dolar civarına çekilmesi küresel ekonomik durgunluğun aşılması yanında Irak'da ekonomik yaşamı canlandıracak, Saddam sonrası düşen milli gelir hızla artacaktır. Esasen ABD'nin uzun süre Irak'da kalmasının alt yapısını sağlayabilecek bir başka yolda yoktur.
Federal, demokratik, laik, piyasa ekonomisini benimsemiş, ABD'nin Orta Doğu için tasarladığı serbest ticaret bölgesinin küçük bir örneğini oluşturan ve zengin bir Irak, bütün için Orta Doğu için bir Arap modeliteşkil edecektir. Esasen, Orta Doğu için Türk modelinin bir gerçekçiliği yoktur çünkü Araplara hep Türk olduğu için itici gelen bir modeli benimsetme imkanı yoktur.
Ancak, zenginleşen bir Irak'daki federe Kürt bölgesinin gerek Türkiye gerek İran üzerinde etkilerinin olması kaçınılmazdır. Zaho'da kişi başına gelirin 4000 Dolara çıkması durumunda 2000 Dolarda kalan Nüsaybin Zaho tarafından emilecektir. Bu emilmeyi, Irak'ın inşası sırasında Güney Doğu Anadolu'dan Kuzey Irak'a gidecek olan büyük iş gücünün daha da kolaylaştırması, önümüzdeki 10 yıl içinde Orta Doğu'da sosyal bir pankürdizmin ortaya çıkması büyük bir ihtimaldir. Ankara, geçen aylarda KKTC'de yaşananlardan ders çıkarmaz ise çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalması muhtemeldir. Öte yandan oluşturlması hedeflenen federe Kürt devletinin nüfusunun % 12'si Arap, % 30-35'i Türkmen ve % 45-50'si Kürt olacaktır. KDP ve KYB şimdi gösterdikleri şovenist pratikte israr ederler ise bölgede ister istemez ciddi etnik çatışmalar çıkacaktır. Irak'daki bu tür etnik çatışmaların Türkiye'de huzuru bozması da bir başka sonuç olacaktır. Keza şii Arapların yeterince dikkate alınmaması da hep İran'ın Irak politikasına karışmasının zeminini hazırlayacaktır hem şii Arapların kurulacak yeni rejime yabancılaşmasının alt yapısını oluşturacaktır.

Özetle,

Irak'da siyasal sistem yapılanmasının gerçekleştirilmesi sırasında adil davranılması çok önemlidir. Bunun için herhangi bir siyasal yapılanmadan önce BM gözetiminde yapılacak bir nüfus sayımı ile etnik ve dini yapıların toplumsal güçleri tespit edilmelidir. Bu güçleri dikkate almayan bir yapılanmanın Irak'a dolayısıyla Orta Doğu'ya barış getirmesi mümkün değildir.

Öte yandan Irak'da Amerikan yanlısı bir federal rejimin kurulmasından sonra, İran etrafından zayıfda olsa bir Amerikan kuşatması tamamlanmış olacaktır. Bu kuşatma zayıftır. Çünkü, Afganistan ve Türkmenistan'ın bu kuşatmanın parçası olmaya ya mecali yoktur ya da isteği. Türkiye'de İran'ı yıkabilecek bir rejim değişikliğinden uzak durmak isteyecektir. Suudi Arabistan'da İran ile açık bir çatışma içinde olmak istemeyecektir. Ancak, bütün bunlar, Irak'a yerleşen bir ABD'nin İran'da zayıflayan ve toplumsal meşrulğunu yitiren İslami rejime ağır bir darbe vuracağı gerçeğini ortadan kaldırmayacaktır.

ABD'nin İran'a yönelik baskısının bu ülkedeki iki merkez-kaç dinamik olan Kürtler ve Azeri Türklerine yönelmesi ve ortaya İran'ın parçalanması tehlikesini çıkartması kaçınılmazdır. Kuzeyinde bağımsız bir Azerbaycan güneyinde ise bağımsız veya federal bir Kürdistan olan İran'ın toprak bütünlüğünü Amerikan baskısı altında korumasının çok zor olduğu ortadadır.

ABD açısından İran'ı nasıl bir geleceğin beklediğini söylemek için ise henüz erkendir. ABD entelijensiyası, Irak'ın aksine İran'a sahip olduğu derin tarihsel ve kültürel birikimden dolayı her zaman saygı duymuştur. Amerikan literatüründe iki ülke arasındaki ilişkilerin en kötü olduğu zamanlarda dahi İran'ın bölünmesi ile ilgili bir fikir jimlastiğine ya raslanmaz ya da çok marjinaldir. Ancak, ABD'nin bu ülkeye yönelteceği baskı ister istemez merkez-kaç eğilimlerin tarihinde en büyük potansiyel noktaya çıktığı İran'ı parçalanma tehdidi ile karşı karşıya bırakacaktır.

İran İslam Devrimi geride bıraktığı 23 yıl içinde İran'ın sosyal dokusunda büyük zayıflamalara yol açtığı gibi gerek küresel gerek bölgesel gelişmeler ortak İran kimliğini büyük bir erozyona uğratmıştır. Devrim öncesinde ve devrimin ilk yıllarında özellikle Azeri Türkleri ile Farsları bir arada tutan İslamın şii yorumu, İslam rejiminin tutarsızlıkları sonucu büyük bir hızla yıpranmıştır. Şianın birleştiriciliği zayıflarken, kuzey Azerbaycan'da bağımsız bir Azerbaycan'ın kurulması, laik Türkiye ile girişilen ideolojik mücadeleden Türkiye'nin temsil ettiği modernizmin galip çıkması ve 16. yüzyıldan bu yana tarihte hiç olmadığı kadar Türk-İran sınırının özellikle İran'dan Türkiye'ye geçiş ve sosyal entegrasyona açık olması, İran'ı bir Amerikan baskısı karşısında zayıf durumda bırakmaktadır. Bundan dolayı, Washington istemesi dahi, İslami rejime yönelecek baskı İran'da jeopolitik kaymalara ve kopmalara yol açabilecektir.

İkinci Boyut:Askeri Yeniden Yapılanma

ABD'nin Orta Doğu'da yeniden askeri yapılanması Irak savaşının bitmesinden hemen sonra başlamış ve Suudi Arabistan'daki Amerikan askeri varlığı Katar ve Kuveyt eksenli bir konuşlanma sürecine girmiştir. Böylece, Suudi Arabistan'da gelişen anti-Amerikanizmin ortadan kalkacağı umulmaktadır.

Üçüncü Boyut:Arap-İsrail BArışı

Washington'un Orta Doğu sistemi ile ilgili politika geliştirirken gözönüne alması gereken bir diğer ölçüt, İsrail varlığı ve bununla bağlantılı olan Arap-İsrail çatışması ile bu çatışmadan ve anti-Batı duygu/düşüncelerden beslenen radikal İslam gerçeğidir. Orta Doğu'da yapılacak her türlü düzenlemede bu içiçe geçmiş üç olgu, en az petrol kadar önem taşıyacaktır. Washington'un radikal İslam ile sonsuza değin süren bir savaşı besleyecek adımlar atması ve bazı analizcilerin radikal İslam'ın sahip oldukları dinamikleriküçümseyerek İslam politikasını anti-terörizm önlemlerine indirgemesinin Washington için çıkar yol olan bir Orta Doğu politikası olmayacaktır. Üstelik bugün Şaron'u destekleyen Washington stratejik hafızasında Arap-İsrail barışı için ne kadar mesafe alınabildiğinin bilinci içinde, Irak'da rejim sorununu çözdükten sonra Telaviv'in karşısına daha güçlü bir konumda oturmuştur. Amerikalı karar alıcılar bütün Arapları anti-Amerikan yapan ve radikal İslamcı süreçleri besleyen, savaş odaklı İsrailci bir çözümde ise radikal İslamcı Araplarla laik Arapları bölüp, Amerikan karşıtı cepheyi küçülten ve küçülen cephenin dinamiklerini Arap içi çatışmalarda tüketen bir çözümü tercih edecektir. Bu ise bir Arap-İsrail barış girişiminin Saddam sonrası bir Irak ile birlikte tekrar gündeme geleceğini göstermiştir.

Netice

Bu yazı dizisinde anlatmaya çalışılanlar ABD bakış açısı ile Orta Doğu'nun yeniden yapılandırılma çalışmalarını tasvir etmiştir. Ancak, Orta Doğu binlerce bilinmeyenin bulunduğu bir coğrafyadır. ABD'nin Suriye'ye baskı yaparak barış sürecinin içine çekmesi mümkündür. İran'ın geri çekilmeye zorlanması, böylece Hizbullah'ın barış sürecinde tarafsız bir tavır takınması mümkündür. Ancak, kimse Filistinli intahar saldırıcılarının ortadan tamamen kaldırılması, El Kaide'nin derhal etkisizleştirilmesi mümkün değildir. Irak'da şiilerin nasıl bir politik serüven izleyecekleri de bilinmemektedir. Örneğin, ABD Irak!da bugün gidilecek bir serbest seçimden bir şii iktidarı çıkacağını gördüğü için bir yandan demokrasi demekte öte yandan seçimler ertelemektedir. Özetle, Washington'da savaş öncesinde hazırlanan planlar şimdi Orta Doğu gerçeğinde tutarlılık açısından denenmektedir. Şu ana değin, El Kaide'nin yaptığı saldırılar sonucunda İngiltere ve ABD'nin Suudi Arabistan'daki diplomatik temsilciliklerini kapatması, İngiiltere'nin Kenya'ya uçak seferlerini durdurması, Irak'da içine girilen çıkmaz Washington'un ciddi bir şekilde canını sıkacağa benzemektedir.

[1] Yasa tasarısında daha açık bir anlatımla yer alan bu politik hedef New York Times gazetesinin……1992 tarihli sayısında yer alınca geniş bir politik tartışma çıkmış, aynı ifadeler tasarı yasalaşmadan önce yumuşatılarak ancak ozone dokunmadan konulmuştur.

[2] 1990'ların sonu 2000'lerin başında Amerikan dış politika yazınında özellikle de popular dış politika çalışmalarında Çin karşıtı kitaplar dalgası görülür.Örneğin Bill Gertz, The China Threat, How the People's Republic Targets America, Washington D.C., 2001

[3] Joe Barnes, Terror, Oil and Geopolitics:The Evolving U.S.-Russian-Iranian Triangle, Rice University-September 2002