7 Kasım 2018 Çarşamba

EVANJELİZM VE TÜRKİYE PLANI BÖLÜM 3

EVANJELİZM VE TÜRKİYE PLANI BÖLÜM 3



1.3.1. AMERİKAN HALKINA ETKİSİ 

İnsanları dine çağırma bilincine sahip evanjelizm mezhebinin etki alanının her geçen gün Amerika’da daha da genişlediği görülmektedir. Rakamlarla göstermek gerekirse, İç Savaş dönemi (1861–1865) Amerika’sında evanjelik kilise mensubu sayısı sadece dört milyonken, bugün bu rakamın Jerry Falwell tarafından 70 milyon olduğu iddia edilmektedir.32 Gallup’un resmi sitesindeki verilere göreyse 2005 anketine göre Amerikan halkının %42’si kendini evanjelist olarak tanımlamaktadır.33 
Evanjelistlerin fikirlerini yaymada kullandıkları en etkin ve en eski yöntem kiliseler ve dolayısıyla vaazlardır. Hıristiyanlığın yayılmasında çok büyük bir payı olan Pavlus’un dahi yöntemi budur. Pavlus da gezgin bir vaizdir. ABD’de evanjelizmin yayılmasını sağlayan ve bunu bir sistematiğe oturtan Darby’nin de aynı yöntemi izlediği bilinmektedir. Modern çağda da evanjelistlerin aynı yöntemi kullandığı görülmektedir. Pazar ayinleri inananlara ulaşmanın hala en önemli yoludur. Vaazların konusu genellikle aile hayatı ve toplumsal ahlak ile ilgilidir. Evanjelizm, ahlaka büyük önem verir. Öyle ki mezhebin Moral Majority “Ahlaki Çoğunluk” adında bir kolu bile mevcuttur. Kuruculuğunu Jerry Falwell’in yaptığı bu kol, kürtaj, homoseksüellik, evlilik dışı cinsel ilişkiye karşı ciddi bir tavır almış, hatta sigara ve kâğıt oyunlarının dahi toplum ahlakına zarar verdiğini öne sürmüştür.34 Hareket, okullarda din dersi okutulması için de mücadele vermiş, fakat kürtaja karşı verdiği mücadele şiddetli eleştiri ile karşılanmıştır. Üniversitelerde de evanjelik bazı öğrenci grupları her gün toplanıp dua ettikten sonra evleninceye kadar temiz kalacaklarına yemin ederler. Hatta buinsanlar 
içinde “Gerçek Aşk Bekler” (True Love Waits) yüzüğü takarak bakire kalacağına söz verdiğini çevresindeki insanlara da gösteren, onları bir şekilde uyaranlar da 
mevcuttur.35 Homoseksüel eğilimleri olanların aslında hasta oldukları ve bunların ilahi ıslah ile tedavi edilebilecekleri düşünülmektedir. 

   Kuvvetli bir örgütlenme yapısı bulunan evanjelizmde hata yapan cemaat üyeleri ihtar edilir ve hatasından vazgeçmesi sağlanır. Israrcı olması durumunda ise kiliseyle ilişiği kesilir. 

Üniversitelerde de etkin bir yapısı bulunan mezhebin Bob Jones, Oral Roberts ve Liberty Üniversiteleri gibi kendi kurmuş olduğu üniversiteler de mevcuttur.36 Bu üniversitelerde gerici denebilecek kadar katı disiplin kurallarının uygulandığı görülmektedir. Kız ve erkek yatakhanelerinin ayrı olduğu bu üniversitelerde, kampus içinde sarmaş dolaş olmamak koşuluyla el ele gezmek serbesttir fakat öpüşmek yasaklanmıştır. Evlilik dışı cinsel ilişkiye giren öğrencilerse okuldan atılmaktadır.37 
Devlet üniversitelerindeyse evanjelik öğrenciler birbirlerini çok sıkı bir şekilde takip ederler. Bu sayede mahalle baskısı da denebilecek bir cemaat içi denetim sağlamış olurlar. Üniversitelerdeki Din Merkezleri (Religion Center) vasıtasıyla diğer öğrencilere ulaşmaya çalışırlar. 
Bu yöntemlerin dışında evanjelistlerin Amerikan halkından öncelikle başkan ve yardımcıları gibi siyasi karar alıcıları, sanatçıları ve seçkin gazetecileri düzenledikleri gezilerle İsrail’e götürdükleri bilinmektedir. Seçkinlerin katıldığı bu gezilerin rehberliğini bizzat evanjelist Jerry Falwell yapmaktadır. Orta sınıf evanjelistler için de geziler tertiplenmekte ve bu geziler epey talep almaktadır. Gezilere katılanların tamamının Hıristiyan olmasına rağmen hiçbir Hıristiyan mabedinin gezi programına dâhil edilmemesi dikkat çekicidir. Geziler, adeta Yahudi kültürünü tanıtmaya ve sevdirmeye yöneliktir. Yahudi mabetlerinin ve Eski Ahit’te ismi geçen yerlerin tanıtıldığı gezilerde Yahudilerden başka hiç kimseden alışveriş yapılmaması ve hiç kimseyle temas kurulmamasına özen gösterilmektedir. 

Eğer Amerika’dan evanjelist bir rehber getirilmemişse, rehberler her zaman İsraillidir. Bu gezilerden birine katılan Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak kitabının yazarı Grace Halsell, kitabında gezide tanıştığı eski asker Clyde’ın Megiddo* ovasını gördüğünde yaşadığı heyecandan bahseder. Clyde’a göre bu ova aslında tüm insanlığı ilgilendiren bir yerdir, çünkü kıyamet burada kopacaktır.38 Halsell’in birkaç defa katıldığı bu gezilerde dikkatini en çok çeken noktaysa Hz. İsa’nın doğduğu, büyüdüğü, öldüğü yerlerin kesinlikle programda olmamasıdır.39 

Tüm bu çalışmalarına rağmen evanjelistlerin ulaşamadığı bazı gruplar vardır.: Mesela Afro-Amerikalılar. Beyazlara karşı tutumlarından dolayı ve beyazların da kendilerine karşı özellikle geçmişteki tutumlarından dolayı mezhebe büyük ölçüde uzak kalmışlardır. Mezhep daha ziyade WASP olarak adlandırılan Beyaz Anglo-Saxon Protestanlara hitap etmiştir. Lakin gün geçtikçe yelpazesini genişleten mezhebin artık Asya kökenli Amerikalılara dahi ulaştığı görülmekte dir. 

Mezhebin ileri gelenleri genelde iyi eğitim görmüş beyaz Amerikalılardır. Ulaşmaya çalıştıkları kesimse ailevi sorunları olan, uyuşturucu kullanan, maddi sıkıntılar yaşayan kimselerdir. Bu nedenlerle mezhebin aslında bu tür kimselerin zayıf durumlarını istismar ettiği de iddia edilmektedir. Gerçekten de çok önceden beri fakir çocukların eğitimi ile ilgilenen cemaat bunu kiliselerde yapmakta, dersler haricindeki zamanlarda ise öğrencileri evanjelik anlayışa göre yetiştirmektedir. Ülkenin hemen her yerine yayılmış Baptist Okullarında (Baptist College*) da durum farklı değildir. İdarecilerin aynı zamanda din adamı olduğu bu okullarda asıl amaç İncil ahlakına göre öğrenci yetiştirmektir. Okulların bu misyonunun tanıtım kitapçıklarında da açıkça dile getirildiği görülmektedir. 

Harold Comer’in 1997 yılında yazdığı İncil Evanjelizmi (Biblical Evangelism) adlı kitapta öncelikle ulaşılması gereken kimseler açıkça belirtilmiştir. Buna göre önce çocuklar, ardından da değişim ve arayış içinde olan üniversite öğrencileri gelmektedir. Küçük çocuk sahibi genç ailelerin dine daha düşkün olduğu için ulaşılmaya elverişli oldukları belirtilmektedir. Bunlardan başka ülkeye yeni gelmiş ve bir çevre sahibi olmayan, bu nedenle de tanışacak yeni kimselere ihtiyaç duyan Asyalı ya da orta sınıf siyahî göçmenler gelmektedir. Hayatında ciddi değişiklikler olmuş kimseler, mesela eşini yeni kaybetmiş dullar, boşanmış kişilerdir. Kitap cemaat üyelerine, sokaklarına yeni taşınan kimselerin elverişli olduğunu hatırlatmaktadır. 
İlginç bir şekilde kitap, yakın zamanda kaza ya da hastalık nedeniyle ölümle yüz yüze gelmiş kimselere de çok kolay ulaşılabileceğini düşünmektedir.40 Kitabın ilerleyen sayfalarında ilgilenilen kişiye karşı kullanılacak dilden, toplantı merkezlerinin park yerlerine kadar her detay açıkça tasvir edilmiştir. 

1.3.2. EVANJELİZM VE MEDYA 

Modern çağ ile birlikte mezhebin halka ulaşma yolları da çeşitlenmiş ve medya kullanımı olmazsa olmaz hale gelmiştir. Şehir şehir gezerek vaazlar veren evanjelistler, önce radyo ardından da televizyondan seslerini Amerikalılara duyurmaya başlamışlardır. Televizyon vaazcılığı o kadar başarılı olmuştur ki bu hareket İngilizceye Televanjelizm terimini kazandırmıştır. Bu kelimeyle vaazlarını televizyon aracılığıyla ileten evanjelistler ifade edilmektedir. Mezhebin binlerce radyo, yüzlerce uydu ve kablolu olmak üzere yayın yapan ulusal ve uluslararası televizyon kanalı, aylık ve haftalık dergileri, web siteleri ve günümüze kadar binlere ulaşmış kitabı vardır. Sadece Michigan’da dokuzdan fazla ulusal kanal ve 43 radyo istasyonu, Kaliforniya’da yirmiden fazla evrensel yayın yapan radyo istasyonu bulunmaktadır. Mezhep aynı zamanda Spacenet, Satcom, ve Galaxy evrensel uydular üzerinden de yayın yapmaktadır. Trinity Broadcasting Network (TBN) de tüm dünyaya mezhebin görüşlerini yaymak üzere yayın yapmakta dır.41  Chiristianity Today mezhebin ilk dergilerinden biriyken42, Calvin Teology Forum ve aile kurumuna verdiği önemle dikkat çeken Focus on the Family de mezhebin diğer etkili dergileridir. Gazeteye ise Countdown News Journal’ı örnek verilebilir. Ağırlıklı olarak Hıristiyan müzik kliplerini yayınlayan evanjelist Lowell White Paxton’ın sahibi olduğu PAX-TV ise gençlere yönelik yayın yapan evanjelik kanala örnek gösterilebilir. Bu kanallarda orta sınıf Amerikan halkına İncil vaazlarının yanında ince siyasi göndermeler de göze çarpmaktadır. Şüphesiz ki bu yayın organlarının hepsi, İsrail devletini açıkça desteklemekte ve bunları destekleyen Amerikalı siyasetçilerin de yanında olduklarını açıkça ifade etmektedirler. 2004 seçimlerinde başarısız ekonomi politikalarına rağmen evanjelistlerin desteğini alan George Bush, ikinci kez seçilmeyi bu şekilde başarmıştır. 

Bu medya örgütleri, gençlere yönelik Edge TV gibi programlar sayesinde evanjelik görüşlerini iletmeyi başarmıştır. Kanalın programlarında, gençlere uygun kıyafetler moda programlarıyla empoze edilirken, çok ciddi denetimden geçen klipler de yayınlanabilmektedir. Sadece rock müziğin değil, Hıristiyan müziğinin de ‘havalı’ (cool) olabileceği izlenimi verilmektedir. Çocuklara yönelik programlar olan Mc Gee and Me ve Veggietales gibi programlarda çocuklara anlatılan hikâyelerin Eski Ahit’te geçen hikâyeler olması dikkat çekicidir.43 İlginç olan her programın sonunda İncil’i inceleyen çocukların görüntülerine yer verilir.44 Her ne kadar ironik olsa da gücünü İncil’den alan İncil Adam (Bibleman) isimli kahramanın dizisi de mezhebin kanallarında yayınlanmaktadır. 

Tüm bu medya mücadelesi sadece dini yayma amaçlı değildir. Yapılan yayınlarda yer alan reklâm gelirleri küçümsenecek bir oranda değildir. Ayrıca adı geçen Mc Gee and Me, Veggietales ve Bibleman gibi kahramanların tişörtleri, model oyuncakları, video CD’leri yok satmaktadır. Uydudan yapılan canlı yayınlarda milyonlarca dolar bağış toplanmaktadır. Jim Bakker’ın kanalı Tanrı’ya Yalvaralım (Pray The Lord- PTL), her programından sonra bağış için hesap numarası yayınladığından adı (pass the loot) ‘Parayı Tosla’ya çıkmıştır. Kanala para yardımında bulunanlar arasında devletten aldığı para yardımıyla geçinenler dahi vardır. 15 günde 162 dolar alan yaşlı bir işsiz kendisini ve ailesini İsa’nın korumasına almak için her ay uğurlu saydığı 7,77 doları kanala bağışlamakta
dır.45 Kanal, işsiz, umutsuz, hasta ve bağımlı olan kimselere de şifa ve umut dağıttığını iddia etmekte, bunun da kendilerine yapılacak bir miktar bağıştan sonra yapılan duayla mümkün olacağını iddia etmektedir. 
Fazla kilolarından şikâyetçi olan bir ev hanımı 6000 dolar bağışta bulunarak dua ettirmiş fakat hala bir mucize gerçekleşmediği için parasının iadesini istemiştir.46 Gösteri havasında geçen televizyon vaazlarında herhangi bir hastalıktan muzdarip bir müridin sahneye çıkması ve tüm stüdyodakiler ve televizyonu başındaki izleyicilerle birlikte İsa’ya yakarması mutat bir olaydır. Birkaç yayın sonra bu hastanın bir mucizeyle iyileştiği görüntüleri yeniden yayınlanır. Stüdyodaki tövbe seansları sırasında vecd ile kendinden geçenleri görmek de şaşırtıcı değildir. 

Mezhebin takipçilerinin liderlerine son derece bağlı oldukları görülmektedir. Ünlü televanjelist Oral Roberts, eğer sekiz milyon dolar toplayamazsa Tanrı’nın kendisini yanına çağıracağını söylemiş, bunun üzerine müritleri parayı göndermişleridir. Yirmi altı bin üyeli Dallas kilisesi papazı ise kilisenin elektrik ve benzeri faturalarının olduğunu cemaatine söylemiş ve bir milyon doları bir tek Pazar ayininde toplamayı başarmıştır. Evanjelist Pat Robertson’ın sahibi olduğu Hıristiyan Yayın Ağı (Christian Broadcasting Network-CBN) sayesinde her yıl, vergiden muaf yedi milyon dolar toplamayı başarmıştır. Daha sonra kurduğu Aile Kanalını (Family Channel) ise 1997’de Fox TV’ye 1,9 milyar dolara satmıştır.47 Elde edilen gelirlerin belirli bir kısmıysa İsrail’e yardım olarak ayrılmaktadır. Haaretz 1999’da çıkardığı baskısında televanjelistlerin 1997’de Yahudilerin İsrail’e göçü için yirmi milyon dolar bağış topladığını yazmıştır.48 

Hastalıklarına şifa bulmaktan başka evanjelist inançları nedeniyle televanjelistlere bağışta bulunanların oranı da azımsanmayacak kadar yüksektir. Yaptıkları bağışın kendilerine geri döneceğine kati inancı olanların aynı zamanda bağış miktarını da yüksek tutanlar olduğu anlaşılmaktadır. Bu kişilerin yaptıkları yardımın bir şekilde İsrail’e ulaşacağına ve İsrail’in de kıyametin kopması için şartları olgunlaştıracağına olan imanları tamdır. 
Zaten inançlarına göre de kıyamet koptuğunda bu kişiler mükâfatlandırılarak Tanrı’nın katına yükseltilecekler dir. ABD’de yaptığı dini yayınlarla tanınan Dale Crowley’in bu insanlarla ilgili görüşleri şu şekilde: 

   “Amerika’da yeni bir mezhep var. Çılgın değil, yerleşik, orta ve orta-üst sınıfa mensup Amerikalılardan oluşuyor. Bu insanlar söz konusu mezhebin temel esaslarını anlatan TV vaizlerini dinliyorlar ve bunlara her hafta milyonlarca dolar aktarıyorlar. Hal Lindsey ve Tim LaHaye’i* okuyorlar. Tek bir hedefleri var: Kendilerinin zahmetsizce, Armagedon Savaşını ve Dünya gezegeninin yok oluşunu izleyecekleri yere, bir diğer deyişle semaya yükseltilmeleri için Tanrı’nın elini çabuk tutmasını sağlamak. 
    Bu doktrin, Güney Baptist, Bağımsız Baptist ve İncil kilisesi adı verilen sayısız kiliseler ve Mega Kiliseler yanında, Tanrı Toplulukları, Pentekostal. ve diğer karizmatik kiliselere hâkimdir. Her on Amerikan kilisesinden birisi bu mezhebe bağlıdır. Bugün Hıristiyanlık içinde en hızlı gelişen dini hareket budur.”49  * Evanjelist vaizler. 
. Tanrı ve kul arasındaki ilişkiye önem veren Protestan mezhebinin bir koludur. 
Esasında İsrail’e gönderilen yardımlar televizyon vaazlarıyla sınırlı değildir. Kiliselerde yapılan vaazlardan sonra bağış toplanması bir gelenek halini almıştır. Özellikle Mega Kilise (Mega Church) dedikleri çok fazla insanı alabilen vaazlarda inanılmaz yüksek meblağlar toplandığı bilinmektedir. Houston’da bulunan Lakewood Church 16.500 koltuklu devasa bir yapıdır. Kilise ABD’nin en büyük kilisesidir ve evanjelist Joel Osteen ve eşi tarafından yönetilmektedir. Kablolu yayında da vaazlarını canlı olarak yayınlayan kilise, bunun için yılda 30 milyon dolar harcadığını iddia etmektedir. Kilise yenileme ve ek binası içinse 120 milyon dolar gerektiğini, bunun 75 milyon dolarını temin ettiğini belirten Joel Osteen parayı nereden temin ettiği konusundaysa detaya girmemektedir.50 

Josh Pollack Jewish World Review adlı siteye Birleşik Yahudi Haykırışı (United Jewish Appeal) derneğine yapılan yardımların çoğunun Hıristiyanlar tarafından olduğunu belirtmiştir.51 Pollack’ın burada ‘Hıristiyan’ olarak kastettiği kimseler evanjelistlerdir. Chicago’da kurulu olan Uluslararası Hıristiyan ve Yahudi Kardeşliği (International Fellowship of Christians and Jews) derneği 1997’de pek çoğu evanjelik Hıristiyanlar tarafından olan beş milyon dolar toplamayı başarmıştır. 2006’da ise bu rakam 39 milyon dolara fırlamıştır.52 Bunların haricinde ülke çapındaki küçük kiliselerden de muhtelif yardımlar İsrail’e tamamen inançsal nedenlerle aktarılmaktadır. Bunların içinde öğrenci bursları ya da yurt inşaatı giderleri devede kulak kalmaktadır. Tüm bu bağışları yapanların toplanan paraların evanjelik amaçlarla kullanılacağından şüphesi yoktur. 

Yardımda bulunan herkes, direkt ya da dolaylı olarak Siyonizm’i de desteklediğinin farkındadır. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

32 Mary Jayne McKay, “Zion's Christian Soldiers”, Erişim: 
http://www.cbsnews.com/stories/2002/10/03/60minutes/main524268.shtml (22 Kasım 2010). 
33 Albert L. Winseman, “U.S. Evangelicals: How Many Walk The Walk?”, Erişim: 
http://www.gallup.com/poll/16519/US-Evangelicals-How-Many-Walk-Walk.aspx (14 Kasım 2010). 
34 Güngör, s. 164. 
35 Heather Hendershot, Evanjelizm: Medya ve Muhafazakârlık, Çev. Güneş Ayas, Bora Çağlayan, Salyangoz Yayınları, İstanbul, 2005, s. 155. 
36 Gilles Kepel, Tanrı’nın İntikamı, Çev. Selma Kırmız, İletişim Yayınları, İstanbul, 1992, s. 155. 
37 Kepel, a.g.e., s. 166. 
* Eski Ahit’te Mesih ile Deccal’ın savaşacağı ova. Bahsi geçen yer Akdeniz’e açılan sahile 20 km uzaklıktadır. 
38 Grace Halsell, Tanrıyı Kıyamete Zorlamak, Çev. Mustafa Acar, Hüsnü Özmen, Kim Yayınları, Ankara, 2003, s. 26, 28. 
39 Halsell, a.g.e., s. 72. 
* Lise Sonrası eğitim veren okullar. Türkiye’de Yüksek Okulların ve Üniversitelerin karşılığı sayılabilir. 
40 Harold Comer, Biblical Evangelism, 1997, s. 25. 
41 Halsell, a.g.e., s. 15. 
42 Hendershot, s. 46. 
43 Hendershot, a.g.e., s. 75. 
44 Hendershot, a.g.e., s. 84. 
45 Kepel, s. 129. 
46 a.g.e., s. 130. 
47 Halsell, a.g.e., s. 17. 
48 Charles A. Sullivan, “The Alliance Between Israel and the New Evangelicals”, Erişim: 
http://www.scribd.com/doc/8485655/The-Alliance-between-Israel-and-the-New-Evangelicals (12 Ocak 2010). 
49 Halsell, a.g.e., s. 16. 
50 Lilian Kwon, “Interview: Joel Osteen on the Future of America's Churches and Him Pastoring One”, Erişim: 
http://www.christianpost.com/article/20070215/interview-joel-osteen-on-the-future-of-america-s-churches-and-
him-pastoring-one/ (09 Kasım 2010). 
51 Josh Pollack, “The Dance of Symbols”, Jewish World Review, Erişim: 
http://www.jewishworldreview.com/010198/symbols1.html (12 Kasım 2010). 
52 Christiane Amanpour, “Christians, Jews in Holy Land Alliance”, Erişim: 
http://edition.cnn.com/2007/WORLD/meast/08/17/jews.christians/index.html (26 Aralık 2010). 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

EVANJELİZM VE TÜRKİYE PLANI BÖLÜM 2

EVANJELİZM VE TÜRKİYE PLANI BÖLÜM 2



BÖLÜM - I 

EVANJELİZM 

Dünyanın şu anki süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), sosyal hayatta her ne kadar tüm dinlere hoşgörüyle yaklaşıp halkını kendi dinini yaşamada özgür bıraksa da, bazı din veya inanç gruplarının diğerlerinden daha özgür ve dış politikada daha etkin olduğu görülmektedir. 
Yapı itibariyle ABD tek Tanrı’ya inanan, hatta bunu resmi bir ideoloji olarak dile getirmekten çekinmeyen bir ülkedir. 

Bu yapısına örnek olarak Amerikan başkanlarının göreve başlama törenlerinde, Yüce Mahkemenin her oturumundan önce “Tanrı bu şerefli mahkemeyi korusun” sözünü, şükran ve milli dua gününü, sadakat yeminindeki “Tanrı’nın çatısı altında” ifadesini, paraların üzerindeki “Tanrı’ya güveniyoruz” sözünü ve hükümet binalarındaki İncil alıntılarını gösterebiliriz.5 
Ülkedeki dini yapıyı daha iyi anlayabilmek için, en geniş inanç grubunu oluşturan ve evanjelizmi daha iyi anlamamızı sağlayacak olan Hıristiyan mezheplerini incelemekte fayda vardır. 

1.1. HIRİSTİYAN İNANCI 

1.1.1. KATOLİK MEZHEBİ 

Merkezi Vatikan olan ve Roma kilisesi kaynaklı Hıristiyan mezhebidir. Kardinaller tarafından seçilen Papa, Hz. İsa’nın vekili olan Petrus’un temsilcisidir ve yanılmazdır.6 “Evrensel” manasındaki Katolik, kendini tüm Hıristiyanlığın üst makamı olarak görür. Başlangıçta evanjelizm, Hıristiyanlığa Katolik inancından farklı yorumlar getirdiği için ortaya çıkmış olsa da günümüzdeki evanjelizm anlayışı, Katoliklikle çatışma içinde değildir. 

1.1.2. ORTODOKS MEZHEBİ 

İstanbul kilisesinin temsil ettiği Ortodoks mezhebi Roma kilisesine karşı siyasal ve kültürel bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.7 Sözlük manası itibariyle “dogmaya ve kilise öğretisine uygun olan”8 anlamına gelen Ortodoks kelimesi, bununla asıl hak olan mezhebin kendisi olduğunu iddia eder. Papa’yı lider olarak kabul etmeyen mezhebin Katolik inancındaki gibi hiyerarşik bir yapılanması yoktur. Fakat İstanbul Fener Rum Patrikliğinin saygın bir konumu vardır.9 Genel olarak Hıristiyan Slavlar tarafından kabul görür. ABD’de neredeyse Yahudi nüfusu kadar kalabalık olan Ortodokslar, evanjelizm mezhebine mesafeli durmaktadırlar. 

1.1.3. PROTESTAN MEZHEBİ 

Öncülüğünü Martin Luther King (1483–1546) ve Johannes Calvin’in (1509–1564) yaptığı Katolik mezhebinin endülijans ile para kazanmasını, ayin dilinin Latince olarak kabul edilmesini ve Papa’nın yanılmaz olmasını eleştiren reformist mezheptir.10 Alman kökenli olan Luther, tövbenin kişinin kendisi ile Tanrı arasında olduğunu bunun için kiliseye para vermenin gerekmediğini, din adamlarının hatta Papa’nın da yanılabileceğini, bu yüzden dinde asıl kaynağın kutsal kitap olduğunu kabul etmektedir. Luther’in düşüncelerini temelde kabul eden Calvin ise Fransa’da ve İsviçre’de Protestanlığı yaymıştır. Protestanlığı yorumlayan bu iki isim, evanjelik hareketin de ilham kaynağı olmuştur. 
Günümüzdeki anlamı değişmiş olsa da “evanjelik” terimi ilk kez Luther tarafından kullanılmıştır. Kelime itibariyle “müjde ya da iyi haber “ manasında olan evanjelizm, evanjelist olarak da, İncil’de Hz İsa’nın havarileri olarak geçen Matthew, Mark, Luke ve John’a verilen unvandır. 

Luther’in evanjelizmin doğuşuna katkısı ise kutsal kitap hakkındaki görüşüdür. Hıristiyanların İncil olarak kabul ettiği kitap, Eski Ahit (ahit: anlaşma) ve Yeni Ahit olmak üzere iki kitaptan oluşmaktadır. Yahudiler, Tevrat ve Zebur’dan oluşan Eski Ahit’i kutsal sayarken, Yeni Ahit’i uydurma kabul ederler. Bunun nedeni Yeni Ahit’in kabul etmedikleri Hz. İsa’yı konu etmesidir.11 Luther’in de kutsal metnin Katolik kilisesi tarafından yanlış yorumlanması ve tahrif edilmesinden dolayı Eski Ahit’e daha çok ağırlık verdiği görülmektedir. İlerleyen dönemlerde Protestan mezhebi daha farklı inanç gruplarına ayrılmış, fakat buna rağmen inanç esasları ve Kitab-ı Mukaddes konusunda merkez görüşten uzaklaşmamıştır. Bu gruplardan bazıları Presbiteryenler, metodistler ve baptistlerdir. Kalvenci görüşten beslenen Presbiteryenler, kilise işlerine en çok 
önem veren gruptur. 
Bir diğer Protestan grup ise 18. yy başlarında ortaya çıkan metodistlerdir. Grubun liderliğini bir ilahiyatçı olan John Wesley yapmıştır. Yine İngiltere’de kurulmuş olan mezhep Oxford Üniversitesi öğrencileri arasında kabul görmüştür.12 Cemaat yaygın olarak öğrenci toplantıları, cezaevlerinde mahkûmları ziyaret, bakıma muhtaç çocukların eğitimi ve korunması gibi faal yöntemler kullandığı için “yöntemci” manasına gelen bu isimle adlandırılmıştır. 

Suya batırılarak vaftiz edilmeyi savunan baptistlerse, İngiliz Protestanlığının tamamen Katolik inancından arınması gerektiğini savunan Püritenlerden etkilenmiştir.13 

Baptistlerin konumuzla ilgisi, bu cemaatin milenyalist* ve Mesih ile ilgili inançlarından kaynaklanmaktadır. Hz. İsa’nın yeniden dünyaya ineceğine ve ona inananları kurtarıp diğerlerini cezalandıracağına kati bir inançları vardır. 
 * Kıyametin kopacağı ve Mesih’in döneceği inancı. Buna göre bin yıl boyunca huzur ve mutluluk içinde geçecek olan Tanrı’nın krallığı dönemi (millennium) başlayacak. 

1.2. HIRİSTİYAN SİYONİZMİ 

1.2.1. EVANJELİZM’İN AMERİKA’YA GELİŞİ 

18. yüzyıla kadar Avrupa’da doğmuş ve burada etkinlik göstermiş bu akımlar, bu tarihten itibaren sömürgecilik ile birlikte Amerika kıtasına geçmeye başlamıştır. 
İngiltere’de Anglikan bir papaz olan John Nelson Darby’nin 1870’lerden itibaren ABD’ye yaptığı seferlerden sonra evanjelik düşünce ülkede hız kazanmıştır.14 Darby, kurmuş olduğu Plymouth Kardeşliği Hareketi ile ülkeyi şehir-şehir, kasaba- kasaba gezerek verdiği etkileyici vaazlarla mürit toplamayı başarmıştır. Darby’nin takipçileri kendilerini dispensalist olarak da tanımlarlar. Dispensalizm inancına göre Tanrı, dünya hayatını yedi bölüme ayırmıştır.15 Son bölüm ise tahmin edilebileceği gibi kıyamet ve Mesih’in geri dönüşüdür. Gary Burge, dispensalizmi şu şekilde özetlemektedir: 

“Anlaşma: Tanrı’nın İsrail ile sonsuz ve kayıtsız şartsız bir anlaşması vardır. Buna göre İbrahim’e verilen topraklar geri alınmayacaktır. Bu yüzden tüm arsızlığına rağmen bu ayrıcalıklar onlardan geri alınmadı. 

Kilise: Tanrı’nın planı hep İsrail’i kurtarmaya yönelik olmuştur. Ama ne zaman İsrail İsa’ya karşı çıksa, kilise yedek plan olarak ortaya çıkmıştır. Bu yüzden Mesih’in dönüşünde kilise ortadan kalkacak ve İsrail yeniden Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olacak. Şimdi, yakında sona erecek olan ‘Gentile’ (Yahudi olmayanlar) çağında yaşıyoruz. Bu demektir ki iki anlaşma var; biri Musa ile diğeri İsa ile. Ama bu yeni anlaşma eskisini geçersiz kılıyor. 
Modern İsrail’i korumak: İsrail için “Seni koruyanı koruyacağım ve seni lanetleyeni lanetleyeceğim” diyen Genesis 12,3’ü harfi harfine anlamalıyız. Bu yüzden Hıristiyanların İsrail’i korumak ve Kudüs’ün selametini sağlamak için dini bir sorumlulukları vardır. Eğer İsrail’i politik olarak desteklemekte başarısız olunursa, ilahi azaba maruz kalınacaktır. 

Kehanet: İncil’deki olaylar aslında o dönemi değil günümüzü tasvir etmektedir. Bu yüzden, mesela Daniel 7 pasajına baktığımızda, gerçek bir yorum becerimiz varsa gözlerimizin önünde modern tarihin sayfalarının açıldığını göreceğiz. 

Modern İsrail ve Eskatologya*: İşte modern İsrail bu geri sayım kehanetindeki katalizördür. Eğer bunlar son günlerse, medeniyetlerin dağılmasını, kötülüğün artmasını, uluslararası barışın ve eşitliğin bozulmasını, Deccal’ın gelmesini ve İsrail’e olan imanımızın sınanmasını beklemeliyiz.”16 * Kehanet inancı. 

Darbyistler bu görüşlerini yine Darby’nin bir müridi olan C. I. Scofiled’in yazdığı, 
Scofield İnciline dayandırmaktadırlar.17 Darbyistlerin kendilerini “Hıristiyan siyonistler” olarak adlandırmalarının temel nedeni de Kitab-ı Mukaddes’i ele alış tarzlarından kaynaklanmaktadır. Nasıl ki Yahudiler Filistin topraklarında İsrail’in kurulmasını savunuyorlarsa, Darbyistler de aynı şeyi onlardan daha ateşli savunmaktadırlar. Çünkü dispensalizm inancına göre Mesih’in dünyaya yeniden gelmesi için bazı şartlar vardır. Bunlar: 

1. Yahudilerin Filistin’e geri dönmeleri ve kendilerine ait toprağı olan bir devlet kurmaları, 
2. Kudüs’ün başkent yapılması, 
3. Mescid-i Aksa’nın yıkılıp yerine Süleyman tapınağının inşa edilmesi, 
4. Tüm insanlara İncil’in vaaz edilmesi, 
5. Tribülasyon*: Yahudiler ve iman edenlerin eziyet görmesi, 
6. Armagedon savaşı, * Kargaşa dönemi. 18 Vural, s. 29. 
7. İnananların (Hıristiyanların) semaya yükseltilmesi.18 

Sayılan maddelerden ilkine bakıldığında, Siyonizm’in ilk siyasi hareketi olarak Theodor Herzl’in öncülüğünde 1897’de Basel’de toplanan 1. Siyonist Kongre gösterilebilir.19 
Sultan 2. Abdülhamit’le de görüşüp Yahudilere Filistin topraklarını satmasını istediği iddia edilen Herzl, esasında Yahudi devleti konusunda siyonist bir yaklaşımdan çok milliyetçi bir tavır sergilemektedir. İlk kez işte bu kongrede, Yahudilere bir toprak verilmesi fikri ortaya atılmıştır. Başlangıçta Tevrat’ta da geçen Babil ya da diğer adıyla Irak düşünülmüşse de İngiltere’nin muhalefetiyle karşılaşmıştır. Sonraları Uganda ve Kıbrıs gibi bazı yerler önerilmiş olsa da siyonistler, kitaplarında geçen Kudüs’ü talep etmişlerdir.20 Gerçi İngiltere’de de evanjelik inançları nedeniyle Yahudileri destekleyen kimseler olmuştur. Shaftesbury Kontu Lord Anthony Ashley Cooper ki kendisi ateşli bir dispensalisttir- dönemin dışişleri bakanı Lord Palmerton’un aklını Yahudilere bir devlet kurulması hususunda çelmeyi başarmıştır. Ne var ki daha önceden de 
yaşadıkları bazı olumsuz tecrübelerden dolayı İngiliz Yahudiler, Avrupalıların kendilerinden kurtulmaya çalıştıklarını düşünmüşlerdir.21 

Aynı yıllarda Amerika’da Darby’nin müritlerinden biri olan ve dönemin çok satan kitabı “İsa Geliyor” u yazan William Eugene Blackstone, Başkan Benjamin Harrison’a mektup yazmış ve Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması konusunda desteğini istemiştir. Blackstone, J. P. Morgan ve John D. Rockefeller gibi 413 etkin isimden konuyla ilgili destek imzası toplamıştır.22 

Herzl’in ölümünden sonra Siyonist Kongrenin başına 1895 yılında Chaim Weitzman geçmiştir. Weitzman ise muhafazakâr parti lideri Lord Arthur James Balfour’a ulaşmayı başarmış ve onun Siyonizm’e destek vermesini sağlamıştır. Bu çok da zor olmamıştır, lakin Balfour da çocukluğunda dispensalist öğretilerle yetişmiştir.23 11 yıl sonra Balfour’un dışişleri bakanıyken yayınladığı Balfour deklarasyonu, Siyonizm için milat olmuştur. Söz konusu deklarasyon metninde şu ifadelere yer verilmiştir: “Majesteleri hükümeti Filistin topraklarında Yahudilere yurt olacak bir devletin kurulması hususunda elinden gelen çabayı gösterecektir. Ancak mevcut Yahudi olmayan halkın inanç ve kamu hakları gözetilecektir.” 2 Kasım 1917 

Lord Balfour, büyük bir mutlulukla çıkarttırdığı kararı dönemin Siyonist Kongre başkanı Lord Rothschild’e de göndermiştir.24 Bu deklarasyondan sonra Avrupa’dan Filistin’e göçler başlamış ve bu olay Amerikan basınında takdirle karşılanmıştır. 11 Haziran 1922 tarihli New York Times, göçmenleri New England ve Jamestown gibi Amerikan şehirlerini kuran ilk Amerikalı yerleşimcilere benzetmiştir. Gazete, Yahudilerin de bu topraklara refah ve medeniyet getireceğini yazmıştır.25 

Deklarasyon, Lloyd George’un başbakanlığı döneminde imzalanmıştır. Lloyd George bununla ilgili olarak deklarasyonu hem milli çıkar düşüncesi hem de Siyonizm sempatizanlığından ötürü yaptığını açıklamıştır.26 Çocukluğunun baptist bir ortamda geçtiğini Pazar okullarının kendisinde Yahudi davasına karşı doğal bir sempati yarattığını itiraf etmiştir. Hatta daha da ileri giderek kendi tarihinden daha fazla İbrani tarihini bildiğini ifade etmiş, sadece birkaç İngiltere kralı sayabilecekken İsrail krallarının tamamını sayabileceğini iddia etmiştir. Diğer yandan Lloyd George’un “kısmen milli menfaatler” itirafından yola çıkarak aslında İngiltere’nin Siyonizm’e tüm desteğinin, Amerikalı Yahudilerin sempatisini kazanarak ABD’yi 1. Dünya Savaşına kendi saflarında dâhil etmek olduğu iddiası da göz ardı edilmemelidir.27 Nitekim o yıllarda Siyonizm, tüm Yahudiler arasında yaygın bir düşünce de değildir. Hatta İsrail’in ilk başbakanı olan David Ben Gurion, Britanya’ya karşı savaşmak üzere Osmanlı Devleti adına bir bölük kurma telaşındadır.28 Öyle anlaşılıyor ki İngilizler hem ABD’yi kendi yanlarına çekmeyi başarmışlar, hem de Yahudilere şirin gözükerek başlarına 
bela olabilecek bir Osmanlı bölüğünün daha hiç kurulmadan dağılmasını sağlamışlardır. 

1.2.2. HIRİSTİYAN SİYONİZMİ 

Siyonizm, tüm dünya Yahudilerinin esasında Filistin’de devlet sahibi olması gerektiğini iddia eden ve bu konuda siyasi mücadele veren harekettir. Hıristiyan siyonistler de aynen bu düşüncede olan Hıristiyanlardır. Onların bu düşüncede olmasının nedeni ise evanjelik inançlarından kaynaklanmaktadır. Bu da Mesih’in gelmesi için kıyametin kopması gerektiği inancından kaynaklanmaktadır. Kıyametin kopmasıysa yukarıda bahsedilen Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması şartına bağlıdır. Hıristiyan siyonistler bazen bu düşünceyi siyonistlerden daha ateşli savunmaktadırlar. Theodor Herzl’in 1897’de topladığı 1. Siyonist Kongreden sonra, yine aynı yerde 
2. Siyonist Kongre toplanmıştır. Bu sefer dikkat çekici olan katılanların hemen hepsinin Hıristiyan olmasıdır. Zaten adı da bu yüzden 1. Hıristiyan Siyonist Kongresi olarak geçer. Kongre sonunda alınan kararlardan biri de İsrail’in işgal ettiği Batı Şeria bölgesini resmen ilhak etmesidir.29 Hıristiyan siyonistler, İsrail’in gevşek davrandığını ellerini biraz daha çabuk tutmaları gerektiğini ima etmektedir. Bu düşünceyi biraz abartılı bulan Yahudi bir katılımcı, bunun İsrailliler tarafından dahi tepki toplayacağını dile getirince, Uluslararası Hıristiyan Elçiliği temsilcisi Van der Hoeven, “İsraillilerin ne düşündüğü umurumuzda değil. Biz Tanrı’nın ne söylediğine bakarız ve Tanrı o toprakların Yahudilere ait olduğunu söylüyor.” diye çıkışır.30 Görüldüğü gibi Hıristiyan siyonistler, Filistin’deki Yahudi yerleşimine karşı sempatizanlıktan öte hesap sorar hale de 
gelebilmektedirler. 

Başka bir açıdan bakıldığında Hıristiyanların ve Yahudilerin yakınlaşmasının 2. Dünya Savaşından sonra başladığını söylenebilir. İngiltere’nin aktif rol aldığı İsrail’in kuruluşu sürecinde görüldüğü üzere, Amerika Birleşik Devletleri bu süreçte çok da etkin olmamıştır. Fakat 2. Dünya Savaşı yıllarında Almanya’yı düşman benimseyen ABD, Almanya’nın düşman bellediği Yahudileri de dostu görmeye başlamıştır. ABD’de yaşayan Yahudi diasporası da bu dönemde daha kenetlenmiş ve Amerikan gücünü Almanya’daki Yahudi halkı lehine kullanmak için siyasi olarak örgütlenmiştir. 
Belirtilen 7 şarttan ilki bu şekilde gerçekleşirken, ikinci şart olan Kudüs’ün başkent ilan edilmesiyse 1967’de gerçekleşmiş ve evanjelistler bunu mucizevî bir olay olarak değerlendirmişlerdir. Çünkü bu yeni kehanetin habercisidir ve bunlar sırasıyla tamamlandığında Mesih dönecektir.31 

1.3. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNDE EVANJELİZM 

Kitab-ı Mukaddesi esas alan evanjelistler, kitapta bahsedilen kehanetlerin gerçekleşmesi için kendilerini sorumlu bilirler. Mesih’in dönmesini istiyorlarsa, Tanrı’nın buna zorlanması gerekmektedir. Şartları olgunlaştırmak insanların elindedir. Şartlar olgunlaştığındaysa Tanrı zaten üzerine düşeni yapacaktır. 
Amerikalı evanjelistler üzerine düşeni, yukarıda da bahsedildiği üzere, hakkıyla yapmakta, bunun için de siyaset ve medya kanalını etkin bir şekilde kullanmaktadırlar. 
Bu da evanjelizm hareketinin yapısından kaynaklanmaktadır. Çünkü evanjelizmin diğer mezheplerden asıl farkı da durağan olmamasıdır. Diğer mezhepler ‘öz bilince ulaşma, iyi bir kul olma’ gibi dini gayretler içindeyken, evanjelistler bunların yanında bu hasletleri diğer insanlara da yayma gibi aktif bir tutum içindedirler. 
Bu da, inancın misyoner kimliğini göstermektedir. Saved terimiyle dile getirilen “kurtarılma” ya da convert terimiyle dilegetirilen “döndürmek” (inanç olarak) ifadeleri sıkça kullanılmaktadır. Daha çok insana ulaşmak, daha çok para ve daha çok oy demektir ve bu yüzden çok önemlidir. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

5 Derek H. Davis, “Civil Religion as a Judicial Doctrine”, Journal of Church&State, 40:1, s. 53. 
6 Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ocak yayınları, IV. Baskı, Ankara, 2002, s. 299. 
7 Tümer-Küçük, a.g.e., s. 70. 
8 Türkçe Sözlük, Cilt II, TTK Basımevi, Ankara, 1988, s. 1119. 
9 Ahmet Geçici, “Evanjelik Tanrı Anlayışının Kritiği”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç. Dr. Hüseyin Aydın, İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007) s. 46. 
10 Tümer-Küçük, a.g.e., s. 302. 
11 Geçici, s. 145. 
12 Ali İsra Güngör, Hıristiyanlıkta Evanjelik Hareket, Aziz Andaç Yayınlar, Ankara, 2005, s. 70. 
13 Güngör, s. 54. 
14 İsmail Vural, Evanjelizm, Karakutu Yayınları, İstanbul, 2005, s. 10. 
15 Clifford A. Kiracofe, “Christian Zionism: A Foreign Policy Challenge”, U.S. Senate Committee on Foreign 
Relations, Washington, 21.11.2003. 
16 Gary Burge, “Christian Zionism, Evangelicals and Israel”, Erişim: 
http://www.hcef.org/hcef/index.cfm/ID/159(15 Ekim 2010). 
17 Burge, s. 5. 
18 Vural, s. 29. * Kargaşa dönemi.
19 Nuh Gönültaş, Bush ve Evanjelizmin Mesih Planı, Q-Matris, İstanbul, 2003, s. 41. 
20 Vural, s. 89. 
21 John Hubers, “Christian Zionism: A Historical Analysis And Critique”, Erişim: 
http://images.rca.org/docs/synod/ChristianZionism.pdf (18 Şubat 2010). 
22 Paul Charles Merkley, The Politics of Christian Zionism, 1898–1948, Frank Cass, London, 1998, s. 68. 
23 Don Wagner, Anxious for Armegeddon, Herald Press, Scottdale, 1995, s. 93. 
24 Donald M. Lewis, The Origins of Christian Zionism: Lord Shaftsbury and Evangelical Support for a Jewish 
Homeland, Cambridge University Press, UK, 2009, s. 2. 
25 Lawrence Davidson, America’s Palestine, University Press of Florida, Florida, 2001, s. 46. 
26 Lewis, s. 3. 
27 Lewis, a.g.e., s. 6. 
28 Tom Segev, One Palestine, Complete: Jews and Arabs under the British Mandate, Henry Holt, New York, 2000, s. 33. 
29 Vural, s. 102. 
30 Vural, a.g.e., s. 103. 
31 David D. Grafton, The Use of Scripture in the Current Israeli-Palestinian Conflict, Word & World, Volume 24, Number 1, Winter 2004, s.32. 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

EVANJELİZM VE TÜRKİYE PLANI BÖLÜM 1

EVANJELİZM VE TÜRKİYE PLANI BÖLÜM 1





Yasin YAYLAR 
YÜKSEK LİSANS TEZİ 
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI 
KIRŞEHİR 
TEMMUZ 2011
DANIŞMAN 
Yrd. Doç. Dr. Deniz ALTINBAŞ 
 T.C. AHİ EVRAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ 
KIRŞEHİR 

ÖZET 

Amerika Birleşik Devletlerinde son zamanlarda etkisini artıran evanjelizm mezhebi, Türkiye’yi de Mesih planı çerçevesinde tehdit etmektedir. İlk ortaya çıktığında özellikle Orta ve Güney Amerika’da çiftçi kesiminden büyük destek gören mezhep, zamanla Amerikan Başkanlarının dış politikasını belirleyecek seviyeye gelmiştir. Bu politika, kayıtsız şartsız İsrail’in desteklenmesini ve bölgenin Eski Ahit’in tasvir ettiği şekilde yeniden yapılandırılmasını öngörmektedir. İşte bu noktada Türkiye, evanjelizm planı ve dolayısıyla ABD ve İsrail ile karşı karşıya gelmektedir. Çünkü evanjelizmin kıyamet senaryosunda Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygı gösterilmediği anlaşılmaktadır. 
Bu plan uyarınca Kürtlerin kışkırtıldığı, bunu yaparken PKK ve Barzani’nin kullanıldığı anlaşılmaktadır. 

TEŞEKKÜR, 

Bu tezin meydana çıkmasında emeği bulunan Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Leyla HARPUTLU’ YA, Uluslararası İlişkiler Anabilim dalında Yüksek Lisans programının açılmasını sağlayan Prof. Dr. Türel YILMAZ ŞAHİN’E ve tez yazımında bana gösterdiği katkılardan ve sabrından dolayı tez danışmanım Yrd. Doç. Dr. Deniz ALTINBAŞ’A  Teşekkürü bir borç bilirim. 

 İÇİNDEKİLER 

ÖZET…………………………………………………………..……...……i 

ABSTRACT ....................................................... ii 

TEŞEKKÜR ....................................................... iii 

İÇİNDEKİLER ................................................... iv 

TABLO VE ŞEKİLLER ......................................... vi 

GİRİŞ………….....................................................1 

BÖLÜM 1

EVANJELİZM 

1.1.HIRİSTİYAN İNANCI ................................... 7 

1.1.1.KATOLİK MEZHEBİ .................................. 7 

1.1.2. ORTODOKS MEZHEBİ ............................. 7 

1.1.3. PROTESTAN MEZHEBİ ............................. 7 

1.2.HIRİSTİYAN SİYONİZMİ ...............................9 

1.2.1. EVANJELİZM’İN AMERİKA’YA GELİŞİ ......... 9 

1.2.2.HIRİSTİYAN SİYONİZM’İ .......................... 14 

1.3.AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNDE EVANJELİZM ........ 16 

1.3.1.AMERİKAN HALKINA ETKİSİ ..................... 16 

1.3.2.EVANJELİZM VE MEDYA ........................... 20 

1.3.3. MODERN ÇAĞIN ÖNDE GELEN EVANJELİSTLERİ ..... 25 

1.3.3.1.TELEVANJELİSTLER .............................. 26 

1.3.3.2.ABD BAŞKANLARI VE EVANJELİZM.......... 38 

1.4.BİLİMSEL VERİLERLE EVANJELİZM ............... 46 

1.4.1. GALLUP ANKET SONUÇLARI ..................... 48 

1.4.2. EVANJELİZM VE İSRAİL SEMPATİSİ ANKETİ ... 50 

BÖLÜM II 

EVANJELİZM’İN TÜRKİYE PLANI 

2.1.NİL VE FIRAT İDDİALARI ............................. 54 

2.2.İSRAİL LOBİSİ ........................................... 59 

2.2.1.İSRAİL LOBİSİNİN FAALİYETLERİ ............... 60 

2.2.2.MALİ YARDIMLAR ..................................... 62 

2.2.3.GÜVEN SORUNU ...................................... 65 

2.3.KÜRT – YAHUDİ İLİŞKİSİ .............................. 68 

2.3.1.YAHUDİ KÜRTLER ...................................... 69 

2.3.2.KÜRDİSTAN YAHUDİLERİ ........................... 70 

2.4.İSRAİL’İN KÜRTLERE DESTEĞİ ...................... 73 

2.4.1.İSRAİL - PKK İLİŞKİSİ ............................... 74 

2.4.2.İSRAİL – BARZANİ İLİŞKİSİ ....................... 77 

SONUÇ ........................................................... 87 

KAYNAKÇA ...................................................... 90 

ÖZGEÇMİŞ ....................................................... 97 


TABLO VE ŞEKİLLER 

TABLO 1: İSRAİL’E SEMPATİ DUYMA ORANI .......... 50 

ŞEKİL 1: GALLUP ANKET SONUÇLARI, İSA’YI KURTARICISI OLARAK GÖREN VE 
DİĞERLERİNİ DE BUNA DAVET EDENLERİN YILLARA GÖRE ORANLARIDIR. . 48 

ŞEKİL 2: GALLUP ANKET SONUÇLARI, YENİDEN DOĞMUŞ OLDUĞUNU KABUL 
EDENLERİN YILLARA GÖRE DAĞILIMIDIR. ............. 49 


GİRİŞ 

Realizm; menfaat anlayışını, uluslararası ilişkilerde alınan kararları etkileyen en etkili faktör olarak kabul eder. Menfaat kelimesine sadece maddi çıkarlar değil, buna alet edilen manevi unsurlar da dâhil edilmelidir. Bu tezde de görüleceği üzere alınan bazı kararlar ülke çıkarlarını hedeflerken bazıları da siyasi liderlerin inançları çerçevesinde şekillenmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde son yarım asırdır gittikçe güç kazanan ve zamanla siyasi bir hareket haline gelen evanjelizm mezhebi ve bu mezhebin Ortadoğu planı çerçevesinde Türkiye’yi ilgilendiren yönleri tezde incelenmiştir. Böyle bir konunun incelenmiş olma nedeni ABD’de ortaya çıkan bir mezhebin, nasıl olup da zaman içinde Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden bir harekete dönüştüğünü gözler önüne sermektir. Bu tezin amacı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının adını dahi 
duymadıkları, ABD’nin en etkin mezhebi evanjelizmi ve Türkiye’ye dokunabilecek muhtemel zararlarını ortaya koymaktır. Tezin konusu evanjelizmin başlangıcı olarak kabul edilebilecek 19. yüzyıldan günümüze kadar olan dönemi kapsamaktadır. 

Tezin kapsamı dâhilindeki ülkelerse Türkiye, Irak, İsrail ve ABD’dir. Tezin iddiası: evanjelizm mezhebi, siyonistlerin de desteğini alarak İsrail’in Nil ve Fırat arası 
olarak tanımlanan “vaat edilmiş topraklar” emelini gerçekleştirmek istemektedir. Bu yolda ilerlerken de bölgede bulunan Kürt halkı da egemenlik vaatleriyle istismar edilmektedir. 
ABD’de “Yeni Muhafazakârlar” (Neo-Con) olarak nitelendirilen bu mezhebin takipçileri, Eski Ahit’te Mesih’in yeniden dünyaya gelmesi için bazı şartların yazdığına inanmaktadırlar. “dispensalizm” olarak adlandırılan bu inanca göre, en önemli şart İsrailoğulları’nın vaat edilen topraklara dönerek yeniden Kudüs başkentli bir Yahudi devleti kurmalaradır. Bu şartın gerçekleşmesi için; kamuoyu desteği sağlamak, İsrail’e maddi destekte bulunmak ve Amerikan Dış Politikasını bu yönde etkilemek gibi bazı yöntemler izlemektedirler. Tam da bu noktada siyonizm ile aynı kulvarda koşmaya başlamaktadırlar. 

Başlangıçta Hıristiyanlığı Birleşik Devletlerin kırsalındaki halka yaymak gibi dini bir amaçla başlayan akım, zamanla liderlerinin zenginleşmesini sağlayan bir gelir kapısına dönüşmüştür. Diğer yandan mezhep liderlerinin takipçileri olan insanlar da siyasilerin dikkatinden kaçmamış; seçim dönemlerinde oy için gönülleri alınması gereken öncelikli kitlelerden biri haline gelmiştir. Bu durum evanjelist liderlere siyasi bir güç sağlamış ve sadece iç politikada değil dış politikada alınan kararlarda da etkin olmaya başlamışlardır. Amerikan iç politikasında ahlakçı bir anlayış izleyerek liberal Yahudilerden ayrı düşseler de Eski Ahit çerçevesinde savundukları “vaat edilmiş” topraklar anlayışı nedeniyle onlarla birlikte hareket etmektedirler. Evanjelistlerin Eski Ahit esaslarına göre takip ettikleri bu politika, bazen uluslararası hukuku hiçe sayarak insan hakları ihlallerine sebep olmakta, bazen daha da ileri giderek ABD’nin milli menfaatlerine dahi ters düşen adımların atılmasına neden olmaktadır. Mezhebin izlediği bu bağnaz politika ülke içinden ve dışından tepki toplamasına rağmen siyasi liderler büyük bir ağırlığı olan evanjelist ve Yahudi seçmeni kaybetmemek uğruna mezhepçe dikte edilen kararlara uymak durumunda kalmaktadır. Mezhebin bir diğer destekçisi ise Yahudi Lobisi’dir. Sadece finansal destekle yetinmeyip Amerikan Kongresi’nde 
alınan kararları da etkileyerek mezhebe destek vermektedir. İşte çıkar ilişkisi tam da bu noktada gözler önüne serilmektedir. Evanjelistler, aslında cehennemlik olduklarını düşündükleri Yahudileri Eski Ahit inancı nedeniyle desteklerken, Yahudiler de evanjelistlerin tüm bu ikiyüzlülüklerini bilmelerine rağmen kendi vaat edilmiş topraklarına kavuşmak amacıyla evanjelistleri desteklemektedirler. Bu iki grubun izlediği politika ise Türkiye’nin egemenliğini hiçe saymaktadır.
Tezin ilk bölümünde evanjelizmin terim anlamı tarih boyunca beslendiği veya kendisinden ayrı düştüğü Hıristiyan mezhepleriyle birlikte anlatılmıştır. Mezhebin Eski Ahit’i asıl kitap kabul etmesiyle birlikte Hıristiyanlıktan ziyade Yahudiliği öne çıkarır bir duruma gelmesi ve Hıristiyan siyonizmi terimi ele alınmıştır. Ardından mezhebin daha çok insana ulaşmak için kullandığı yöntem ve araçlar tarihi gelişimi içinde anlatılmıştır. Medyanın her kolunu kullanarak kitleleri nasıl etki altına aldığı açıklanmıştır. Mezhebin önde gelen liderleri ve Amerikan Dış Politikasına etkileri gözler önüne serilmiştir. Mezhebe bağlı olan ya da bağlıymış gibi görünen Amerikan Başkanları da bu bölümde yer almaktadır. Son olarak ise mezhebin etkinliğini göstermek adına, tamamlanmış bazı anketlere yer verilmiştir. Anketler Amerika’da mevcut bulunan tahmini evanjelist sayısını vermesinin yanında bu kesimin İsrail sempatisini göstermesi açısından da kayda değer bilgiler içermektedir. 
Tezin ikinci bölümünde ise, mezhep mensuplarının siyonistlerle birlikte hareket ederek Türkiye’nin egemenliği için doğurdukları tehditler ortaya konmuştur. Mezhebin dispensalist esaslar gereği gerçekleşmesini istediği “vaat edilmiş” topraklar, Irak ve Suriye gibi komşu ülkelerin yanı sıra Türkiye’nin güneydoğu topraklarını da içermektedir. Bu çerçevede kimilerince şehir efsanesi olarak değerlendirilen Nil-Fırat iddialarına yer verilmiştir. Hıristiyan siyonistlerin, Mesih’in yeniden dünyaya dönmesi için temel bir şart olarak kabul ettikleri bu toprakların Yahudilere iade etme gayretleri, evanjelist ve siyonist kaynaklar gösterilerek kanıtlanmıştır. Evanjelistlerin, siyonistlerle birlikte yürüttükleri bu politika bağlamında, Kürt halkını istismar ede geldikleri vurgulanmıştır. Siyonistlerin, bölgedeki Kürt halkıyla neden bu kadar ilgili olduklarını açıklamak için bazı kaynaklarda “Kürdistanlı Yahudi” bazılarındaysa “Yahudi Kürtler” olarak ele alınan Kürt grupları hakkında bilgiler verilmiştir. Bu çerçevede bölge Kürtlerini temsil ettiğini iddia eden Barzani ve PKK’nın, evanjelistler ve siyonistlerle birlikte hareket ettikleri iddia edilmiştir. Bu ilişkiyi göstermek için İsrail’in PKK ile olan ilişkisinin yanında Barzani ile olan ilişkisi de ele alınmıştır. Evanjelist ve siyonist işbirliğinin Irak Savaşında Kürtlerin bağımsızlığı için gösterdiği gayretin de aslında Yahudilerin lehine yapılan bir hareket olduğu öne sürülmüştür. Kürtlerin neden böyle bir işbirliğine gittikleri ise uluslararası ilişkilerdeki Realist kuram ile açıklanabilir. Öyle ki Yahudiler “vaat edilmiş toprakları” ele geçirme telaşındayken, Kürtler de kendilerine “vaat edilen toprakları” ele geçirmenin telaşındadırlar. 

Özellikle klasik realizm, uluslararası politikayı insan doğası ile açıklama eğilimindedir. İnsanda egemen olan objektif yasalar anlaşılmadıkça, uluslararası politikanın da anlaşılamayacağını iddia eder. İnsan doğuştan kötü, aç gözlü ve hırslıdır.1 Bu kuramın öncülerinden Hans Morgenthau ve Reinhold Niebuhr'a göre bireylerin ilişkilerinde gücü ön plana alması ve güç ile çıkara dayalı bir ilişkiyi benimsemesi gibi devletler de dış politikada güç ve çıkar peşindedirler. Morgenthau’ya göre devletlerin politikaları üç temel amaç için vardır: gücünü korumak, gücünü artırmak ya da gücünü göstermek.2 

Realistler diğer bir devletin, şayet bu devlet aynı zamanda potansiyel bir düşman ise, güçlenmesine seyirci kalmaktansa onu önlemek için savaşa başvurmayı meşru saymaktadırlar. 
Bunun en önemli örneği Thucydides'in çalışmasında görülmektedir. Thucydides, Atina'nın güçlenerek güç dengesini bozma ihtimaline karşı Sparta ve müttefiklerinin savaşa başvurmasını bir zorunluluk olarak görmektedir. Çünkü bu anlayışa göre vücudun herhangi bir yerinde varlığı tespit edilen bir tümörün henüz küçükken bertaraf edilmesi ne kadar gerekliyse bu da o kadar gereklidir. Bu yaklaşıma Machiavelli'de de rastlanmaktadır. Macchiavelli haklı ve haksız savaş gibi kavramlar üzerinde durmaz çünkü bu kavramlar aynı zamanda saldırı ve saldırgan kavramlarını da tanımlamayı gerektirir. Dolayısıyla bunlar üzerinde kafa yormaya gerek yoktur. Bir savaş ulusal çıkarın korunması için gerekliyse yapılmalıdır. Bu yönüyle realizm açıkça emperyalizme meşruluk tanımaktadır. Zira tehdit açıkça algılanabiliyorsa karşının saldırısını beklemeye gerek duymadan başlatılacak bir savaş meşrudur.3 

Realistler soyut nitelikli ahlaki standartların siyasal eylemlere uygulanamayacağı nı öne sürerler. Zira karar verici durumundaki devlet adamı, bütün devletlerce kabul edilmiş ilkelerin bulunmadığı bir uluslararası ortamda faaliyet göstermektedir. Dolayısıyla devlet adamı devletin çıkarını gözetmek durumunda olduğundan bireysel ilişkilerinde uyduğu ahlaki standartlara uymayabilir, çünkü öncelikle devleti dış tehditlerden ne pahasına olursa olsun korumak zorundadır. Devrimci, yayılmacı ve revizyonist davranışlara sık sık rastlanan bir uluslararası sistemde devleti düşmanlarından korumak zorunda olması, devlet adamını medeni bir toplumda bireyler ve gruplar arasındaki ilişkilerde hakim olan ahlaka aykırı ve çirkin olarak kabul edilen bir takım yöntemleri benimsemek mecburiyetinde bırakmaktadır. Machiavelli’ye göre de bir prensin iyi yürekli, sözünün eri ve dindar olması iyidir, ancak bazen zafere ve güce ulaşmak için bunlardan taviz vermek gerekir. Bir prens, mümkün oldukça iyilikten 
ayrılmamalıdır ama gerektiğinde kötülüğe sapmayı da bilmelidir.4 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 Keith L. Shimko, “Realism, Neorealism and American Liberalism,” The Review of Politics, Cilt 54, Sayı 2, Bahar 1992, s. 296 
2 Hans J. Morgenthau, Politics Among Nations, Knopf, New York, 1954, s. 36. 
3 Steven Forde, “International Realism and the Science of Politics: Thucydides, Macchiavelli and Neorealism,” 
International Studies Quarterly, Cilt 39, Sayı 2, Haziran 1995, ss. 141-159. 
4 Niccolo Machiavelli, Prens, Bordo Siyah Yayınları, İstanbul, 2004, ss. 133, 134. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ARMAGEDON Türkiye-İsrail Gizli Savaşı BÖLÜM 8

ARMAGEDON Türkiye-İsrail Gizli Savaşı BÖLÜM 8





Tasfiyeci Güç Kim? 

"TANSU ÇİLLER, Susurluk'ta yaptığı konuşmasında halka karşı şöyle sesleniyordu: 

"Susurluk'un arkasında kim var biliyor musunuz? Halkın iradesi olan hükümeti yıkıp yerine bir başkasını getirenler." 

DYP lideri bu sözüyle ne demek istiyordu? Konu ile ilgili görüştüğüm bir başka yetkili Tansu Çiller'in bu sözlerini şöyle yorumluyordu: 
Tansu Çiller'in bu sözleriyle Hasan Celal Güzel'in açıkladığı belgeler arasında bir ilişki bulunuyor. Güzel'in açıkladığı belgelerde ne vardı? Hiç kimse sorgulamadı bunu. Bu belgelerde ordu içindeki mezhepçi yapılanmadan bahsediliyordu. Belgelere göre bu grup ordunun kilit noktalarını ele geçirmişti, ideolojik 
olarak da, diğer grupla kesin bir çizgi ile ayrılıyorlardı. Çiller'in bu açıklamalarını, Güzel'in basın toplantıları izledi. Hanefi Avcı, 32. Gün haber programında ne demişti? Avcı açıkça devlet içinde bir grubun PKK ile işbirliği içerisinde olduğunu söyledi. Bu grup kimlerdi? işin ilginç tarafı, Abdullah Öcalan 7 Nisan 1997 tarihinde Demokrasi Gazetesi'ne verdiği demeçte şöyle diyordu: 

"Türk ordusu yavaş yavaş Kürt meselesiyle ilgili inisiyatifi ele geçirmeye başlamıştır. Bize açık bir sivil çözümden bahsetmeseler de, bunun önünü açıcı bir yönelişte olduklarını belirtmektedirler." 

Görüştüğüm yetkili sözlerini şöyle sürdürüyordu: 

"ABD'nin Kürt meselesini algılayışı ile bu grubun algılayışı örtüşmektedir. Aydınlık dergisinde çıkan haberden bir hafta önce Refah-Yol hükümetinin Çekiç 
Güç'le ilgili olarak hazırladığı 10 maddelik Çekiç Güç düzenlemesinin ABD'yi çok kızdırdığını düşünüyorum." 

Refah-Yol'un Çekiç Güç Direnişi REFAH-YOL iktidarının Çekiç Güç şartları: 

1. Kuzey Irak'ta Zaho ve Atruş kampları kapatılacak. Bu kamplar sözde BM denetiminde gösterilmesine rağmen fiilen PKK'nın emrinde birer anarşi merkeziydi. 

2. Çekiç Güç hiçbir suret ve şekilde PKK'ya destek sağlamayacak. Zira daha önce mesela ordumuzun Kuzey Irak'taki PKK kamplarına yapacağı harekatları Çekiç Güç önceden onlara bildiriyor ve kaçmalarını sağlıyordu. Ayrıca bu tür lojistik ve stratejik destekler dışında fiilen yiyecek, giyecek malzemeleri ve mühimmat sağladığı biliniyordu. 

3. Çekiç Güç'e bağlı jetler günde 50-60 sefer alçak ve uzun mesafeli uçuşlar yaparak hem bölgede huzursuzluk kaynağı oluyor hem de özellikle İran'la aramızın açılmasına neden oluyordu. Bundan böyle sabah ve akşam birer sefer dışında bütün uçuşlar kaldırılacak. 

4. Çekiç Güç'e sivil yardım örgütlerine ait araçlardaki çantalar ve sandıklar Türkiye tarafından açılacak ve kontrole tabi tutulacak. Halbuki bugüne kadar buna müsaade edilmiyordu ve ilaç ve gıda yardımı adı altında PKK'ya silah ve mühimmat taşındığı söyleniyordu. 

5. Kuzey Irak'ta Çekiç Güç dışında "Sivil ve gönüllü yardım kuruluşları" adı altında Türkiye aleyhinde faaliyet yapan bütün kişi ve grupların yıkıcı ve bölücü davranışlarından Çekiç Güç sorumlu tutulacak ve bunlardan Türkiye'nin istemedikleri bölgeden çıkarılacak. 

6. Irak'ın toprak bütünlüğü kesinlikle korunacak ve bir "Kürdistan" oluşumuna asla göz yumulmayacak. Kuzey Irak'ta sadece Kürtler'e değil Türkmenler'e de sahip çıkılacak. 

7. Irak'a uygulanan ambargo'nun Türkiye'ye verdiği zarar telafi edilecek... Ürdün-Irak örneği sınır ticareti başlatılacak. 

8. Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı derhal açılacak ve Türkiye'ye en az 200 bin varil petrol verilecek. Bu iki kalemden dolayı Türkiye en az 1.5 milyon dolarlık bir kazanç sağlayacak. 

9. Türkiye savaş ve ambargodan dolayı uğradığı zararlara karşı tazminat alçak. 

10. Zaho'daki BM kampına, ABD, İngiltere, Fransa yetkililerinin sayısı kadar Türk subay ve uzmanları gönderilecek ve Çekiç Güç faaliyetleri kontrol altına alınacak ve Türkiye'ye rapor sunulacak. 

11. Bu şartlara riayet edilmediği takdirde Türkiye, Bakanlar Kurulu kararıyla Çekiç Güç'ün faaliyetlerini istediği anda durduracak. 

O halde Kürt devleti projesinin önünde bir engel olarak duran bu güç tasfiye edilmeden, Kürt sorunu istendiği gibi çözülemeyecekti. Şöyle diyordu CIA'nın Türkiye masası şefi Graham Fuller: "Eğer Türkiye bu sürece direnmeye çalışırsa ortaya çıkacak sonuç kendisi için tehlikeli ve masraflı olabilir." 

Bu özel güç PKK'ya karşı Tansu Çiller döneminde oluşturulduğuna göre, bu gücü onaylayan siyasi irade de Tansu Çiller'di. Çiller'i C1A ajanlığı ile suçlayarak tasfiye etmek isteyen güçle Susurluk'un arkasındaki güç aynıydı. Çiller'e oy verenler çoğunlukla milliyetçi muhafazakar çevrelerdi ve amaç Tansu Çiller'i bir daha dönemeyecek şekilde yıpratmaktan ibaretti. 

İşin ilginç tarafı PKK lideri Abdullah Öcalan Temmuz 1997'de Demokrasi Gazetesi'ne şunları söylüyordu: 

"Ordudan atılanlar RP'li falan değil, faşist kliğin adamları!" 

Öcalan açıkça devlet içerisinde bir tasfiyeden bahsederken, görüştüğüm yetkili Alparslan Türkeş'in ölümü ile ilgili olarak da oldukça ilginç şeyler söylüyordu? 
"Alparslan Türkeş sadece MHP'nin değil aynı zamanda devlet içinde çok önemli bir kliğin de lideriydi. Mehmet Ağar ve ekibinin önünü açan, daha sonra da siyasete girmelerine sebep olan odur. Türkeş'in ölümünden sonra Ağar'ın isminin MHP liderliğinde geçmesi bir tesadüf müdür? Çiller'in arkasında bile Türkeş vardı. Erbakan biliyor. Türkeş Erbakan'dan hangi paşaları görevden aldırmak istemişti. Alparslan Türkeş ortadan kaldırılmadan bu ekibin tasfiyesi ya da bu ekibe rağmen politika üretilebilmesi mümkün olabilir miydi? Ekibin başsız kalması gerekiyordu. Ölüm şekline bir bakın 'kalp krizi'. İki MOSSAD ajanı bundan iki hafta önce Ürdün'de başarısız bir suikast girişiminde bulundu. Suikast aracı ölümden sonra kalp krizi sonucunu veren bir şırınga idi." 

Peki Susurluk'la birlikte başka kimler tasfiye edilmek istenmişti? 

DYP'den BBP'ye, MHP'den RP'ye, Fethullah Hocaefendi'den Türkiye'deki bütün Islâmi cemaatlere kadar bütün muhafazakâr kesimler yıpratılmak istenmiş, tasfiye edilmek istenmişti. 
O halde Kürt devletinin önünde duran bu siyasi, sivil-askeri güç tasfiye edilmeden Kürt devletinin kurulması mümkün olmayacaktı Aynı güç RP'nin kapatılması için çoktan kollan sıvamıştı bile... 

1991'de -koalisyonla bile olsa- DYP iktidarı ile, Ünal Erkan-Mehmet Ağar'ın ünlü İstanbul ekibi, teşkilatın tüm kilit noktalarına yerleşiyordu. Ünal Erkan Emniyet Genel Müdürü, Mehmet Ağar ise İstanbul Emniyet Müdürü olmuş ve bu kliğin bütün isimleri teşkilatın kilit noktalarına yerleşiyorlardı. 
MİT'te de, Ordu'da durum bundan hiç farklı değildi. Türk Silahlı Kuvvetleri o yıllarda "Kürt Meselesi"ne en hassas kurumdu. Emekli Orgeneral Doğan Güreş "Tansu Çiller şak emrediyor, ben tak diye yapıyorum" diyor, dönemin siyasi iktidarı ile ne denli koordinasyon içerisinde olduklarını ifade ediyordu. 
Ordu'nun kilit noktalarında da daha çok milliyetçi isimler bulunuyordu. 
Susurluk olayı Emniyet'teki bu kadroyu tasfiye ederken, Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki tasfiye çoktan yaşanmış ve böylelikle Susurluk'a giden yolun önü açılabilmişti. Dahası iç tehdit değerlendirmesi yapılmaya başlanıyor, düşman ülkücü ve İslami kesimler olarak belirleniyordu." 

İşin garip tarafı, tüm bu tasfiye operasyonlarında, Susurluk'un başından, Türkiye'nin girdiği darbe sürecine kadar hep gündemde olan biri vardı; o da Doğu Perinçek. Kimilerine göre Aydınlık Dergisi ile Susurluk Kazası arasında ilginç bir ilişki bulunuyordu. Bilindiği gibi Susurluk olayının gerçekleşmesinden 46 gün önce Aydınlık Dergisi "MİT Raporu" adı altında bir listeyi yayınlıyordu. 

Buna göre Dev-Sol ve PKK ile mücadele ediyor görüntüsüyle özel bir suç şebekesi kurulmuştu. Listenin en başında Abdullah Çatlı bulunuyor ve Mehmet Özbay sahte kimliğiyle dolaştığı duyuruluyordu. Bu haberden kısa bir süre sonra Susuluk kazası gerçekleşiyor ve gözler birden Doğu Perinçek'e çevriliyordu. Gerçekten de kazadan yarım saat sonra, Abdullah Çatlı'nın Mehmet Özbay sahte kimliğini taşıdığı ortaya çıkmıştı. Demek ki Doğu Perinçek doğru söylüyordu. Oysa Abdullah Çatlı'nın Mehmet Özbay kimliğiyle dolaştığı, Çatlı'ya yakın insanlar, ülkücü camia tarafından zaten biliniyordu. Birçok siyasetçi, üst düzey bürokrat, askeri çevreler bunu zaten biliyordu. O halde sorun neydi? 
Sedat Bucak, Abdullah Çatlı ve Hüseyin Kocadağ'ın aynı araçta bulunması nın anlaşılamaz tarafı neydi? 

Amaç tek bir doğrudan yola çıkarak on tane yanlışı manipüle etmekti. Gerçekten bu olayın hemen ertesi günü bir çok gazeteci ve televizyon yorumcusu Abdullah Çatlı'nın Mehmet Özbay sahte kimliğiyle dolaştığı bilgisinin Susurluk'tan 47 gün önce Aydınlık'ta yeralmasından ötürü Doğu Perinçek'in bütün iddialarını gerçekmiş gibi sunmaya başlıyordu. Oysa ortada sadece tek bir doğru vardı. O da sadece ve sadece Abdullah Çatlı'nın Mehmet Özbay kimliğiyle dolaştığıydı... 
Perinçek'in iddialarına göre Tansu Çiller CIA ajanıydı ve bu örgütü o kurdurtmuştu. Mehmet Ağar'dan, Mehmet Eymür'e, Hanefi Avcı'dan İbrahim Şahin'e, Ünal Erkan'dan, Ayvaz Gökdemir'e ve Muhsin Yazıcıoğlu'ndan Fethullah Gülen Hocaefendi'ye kadar birçok isim bu örgüt içerisindeydi. Örgüt her türlü  yasadışı olayın içindeydi ve tamamiyle CIA'nın kontrolündeydi. Kısa bir süre sonra Medya, Perinçek'in bu iddialarına kanalize oluyor ve tasfiye operasyonu yavaş yavaş başlıyordu. 

Bütün gizli belgeler ona gidiyor, CIA ajanlarını o açıklıyordu. Doğu Perinçek MİT raporlarından, Genelkurmay belgelerinden yola çıkarak, akılalmaz iddialarda bulunuyordu. Oysa Aynı MİT'in Doğu Perinçek'le ilgili olarak hazırladığı bir şeyler yok muydu? Birinci sınıf bir istihbaratçı olan MİT Kontr-terör dairesi Başkanı Mehmet Eymür, Perinçek'le ilgili olarak şunları söylüyordu: 

"Fabrikatör!" 

AMERlKAN İstihbarat Servisi tarafından kullanılan bir terim olup siyasi ve şahsi maksatlar için genellikle hakiki ajan kaynaklarına sahip olmaksızın uydurma ve şişirme haber üreten şahıs ve grup anlamındadır. 

Paper Mili (Kağıt Fabrikası) tabiri de aynı maksatla kullanılmaktadır. 
Aralık 1977'de Savaşman'a suçüstü yapılmasından hemen sonra Savaşman'a suçüstü yapanlara karşı taarruz hazırlıkları başladı. Hiram Bey (Hiram Abas)'in özel evraklarından yarara-lanarak bu konuyu inceleyelim. Hiram Bey'e göre "Covert Action Operation" (Örtülü-gizli-faaliyet operasyonları: Hakiki 
organizatörü gizlemek ve gerektiğinde onun ilişkisini ve sorumluluğunu reddetmek imkanı yaratmak amacıyla planlanlanan ve uygulanan operasyonlardır.) için kullanılan Fabrikatör, başında Doğu Perinçek'in 
bulunduğu TlKP (Türkiye işçi Köylü Parti-si)'in yayın organı AYDINLIK gazetesi idi. 
(...) Perinçek l Şubat 1988'de SP'yi kurdu. Parti, Milli Demokratik Devrim stratejisini benimsemekte ve sosyalist bir devlet biçimini amaçlamaktaydı. Parti aynı zamanda bir zamanlar en büyük düşmanı olan Abdullah Öcalan'ın da propagandasını yapıyordu. 
İşte, Hiram Bey'in Fabrikatör'ün başı olarak nitelendirdiği Perinçek çizgileri sık sık değişen bir adamdı. 
Aydınlık'ın ilk günlerinde haber ve makalelerden sorumlu müdür S. Aydoğan Büyükdözen eski bir örgüt üyesiydi, İstanbul'da Robert Kolej'de görevli bir İngiliz'e ait lojmanda telsizle ve başında perukla yakalanmıştı, İngiliz'e ait bu ev örgüt mensuplarının saklandığı bir barınak haline gelmişti. 

(...) Hiram Bey, Perinçek grubunun aktif bir mensubu olan ve bir basın kuruluşunun temsilcisi olarak İngiltere'ye yerleşen Nuri Çolakoğlu'ndan şüpheleniyordu. Resmi bir toplantıda Ingilizler'den Çolakoğlu ile ilişki derecelerini sordurdu, İngilizler topu Almanlar'a attılar. Bazı İngiliz diplomatlarının Çolakoğlu ile birkaç teması olmuştu. Onlar da Çolakoğlu'nun Almanlar'la ilişkili olduğunu zannediyorlardı. 

Ortaya bir de Almanlar çıkmıştı. Birçok illegal Türk örgütünü bünyesinde barındıran, PKK faaliyetlerine destek veren Almanya'nın böyle bir faaliyetinin arkasında olması garipsenecek bir şey değildi. Belki de Aydınlık, yurdumuzun iplerini ellerinde tutmak isteyen Batılı devletlerce müştereken yürütülen, Türkiye'ye yönelik bir yabancı servisin mensupları ile ilişkilere dayalı olarak en basit anlamdaki işbirliğinden başlayıp, ortak operasyonlara kadar yönelebilen her türlü faaliyetten oluşan bir operasyon mahsulü çok babalı bir çocuktu. 

(...) Hiram Bey'e göre Aydınlık'ın Türkiye'deki misyonu şuydu: 

1. Türkiye'de hızla gelişen ve Batı dünyası için tehlikeli hale gelen Sovyet Solunu yeni bir doktrinle birbirine düşürme, parçalamak, etkisiz hali getirmek. 

2. DEVLET İÇİNDE, ORDUDA, MİT'TE, POLİSTE, ÖZEL HARPTE, TARAFSIZ 
ÇİZGİDE OLAN, DÜŞÜNCE VE FAALİYETLERİ ÎLE ORGANİZATÖR İÇİN 
TEHLİKELİ OLABİLECEK UNSURLARI TASFİYE ETMEK. BU KİLİT 
MÜESSELERDE ETKİNLİĞİNİ ARTIRMAK. 

3. TÜRKİYE'DE POLİTİK VE EKONOMİK İSTİKRARSIZLIĞI POMPALAYAN 
FAALİYETLERİ DEVAM ETTİREREK, ÜLKENİN GÜÇLENİP ORGANİZATÖRÜN EMELLERİ DIŞINDA TAMAMEN BAĞIMSIZ VE MİLLİ BİR POLİTİKA 
İZLEMESİNİ ENGELLEMEK" 

Meral Akşener: "1980 Öncesinin Rövanşı Alınıyor" 

NİTEKİM Refah-Yol hükümeti sırasında içişleri Bakanlığı yapmış olan Sayın Meral Akşener'le 25 Aralık 1997'de yapmış olduğum son derece önemli bir röportaj konu ile ilgili bazı ipuçları veriyordu: 

-- Abdullah Çatlı'yı tanır mıydınız? 

-- Abdullah Çatlı'yı fizikî olarak hiç tanımadım. Ancak ismini hep duyardım. Aynı ortamda hiç bulunmadık. Uzaktan dahi görmedim. Öğrencilik dönemimde, ilginçtir, Abdullah Çatlı'yı çok meşhur bir isim olarak hatırlamıyorum. Abdullah Çatlı'nın meşhur olması 12 Eylül sonrası döneme rastlar. 12 Eylül sonrasında Abdullah Çatlı'nın ASALA'ya karşı yürütülen operasyonlarda yeraldığına, hatta ASALA lideri Agop Agopyan'ı Atina'da öldürdüğüne ve devletin son derece önemli birimleri ile birlikte çalıştığına dair çok şeyler duyardık. 12 Eylül sonrasında herkes bir tarafa dağılmış, iş hayatına başlamıştı. Görüştüğümüz arkadaşlarla 'O ne yapıyor, bu ne yapıyor?' şeklinde konuştuğumuzda Abdullah Çatlı ile ilgili bu tür şeyler duyardım. Çünkü Çatlı o sıralar Ankara'da idi. Abdullah Çatlı ismini ben özellikle bu yıllarda duymaya başladım. Onunla ilgili bir çok olay anlatılırdı. 
Geçtiğimiz yıl yaşanan, gerek Susurluk Olayı, gerek 28 Şubat sonrası -- kararları, gerekse Sarmusak Olayı ile oldukça zor günler geçirdiniz. Hanefi Avcı, 
32. Gün programında sizin bir askeri yetkili tarafından tehdit edildiğinizi söyledi. Acaba hiç, 'politikaya girmeseydim' dediğiniz oldu mu? 
-- Şimdi Türkiye'yi sosyolojik anlamda tanıyabilmek için bizim kuşağı, bizim yaş grubunu çok iyi tanımak gerek. Türkiye'yi siyasi harita olarak tanımak isteyenler, solcusu ile ülkücüsü ile, bizim yaş grubunu bilimsel anlamda tanımak durumundadırlar. Bizden bir önceki kuşak daha fikri bazda, daha ideolojik 
platformda bir mücadele geçirmiş. Bizim yaş grubumuz, yani 55-59 arasında doğan gençler fikirle sokağı birarada yaşadılar. Teori ile pratik biraradaydı. Mücadele ettiğimiz, hayata geçirmek istediğimiz fikri okuduk, tartıştık, ama aynı zamanda sokak kavgalarını da yaşadık. Dolayısıyla en fazla bedel ödeyen 
kuşak bizim yaş grubudur. O yüzden hem fiziksel anlamda hem psikolojik anlamda inanılmaz dayanıklıdır bizim kuşak. 

Sedat Ergin bir yazı yazdı; sözde bir MGK toplantısında bazı dosyaları toplantı masasında unutmuşum. 

Olacak bir şey mi bu? Konuşursam çok ağır konuşurum, içişleri Bakanlığım boyunca, o kadar şey oldu. 

Ancak hiç konuşmadım. Çünkü konuşmamaya, bu iç disipline alıştırmışız kendimizi bir kere. 15 yıllık üniversite hocalığım boyunca tek bir kez bile sınav kağıtlarını çocuğum dahi görmemiştir. Yani böyle bir yapının içinden geliyorum. MGK ile ilgili dosyaları nasıl toplantı masasında unutabilirim. 80 öncesinde canı 
cebinde, kelle koltukta bir mücadeleye girmişiz biz. Haklılığını haksızlığını tartışmıyorum. Böyle bir yapıdan geliyoruz. Türkiye'nin yönetici grubu bizim yaş grubudur. Şimdi devlette de özel sektörde de böyle. Onun için mücadele sert geçiyor. Şimdi 80 öncesinin rövanşı alınıyor. Taraflar bu olayın her yanını 
bilen insanlardan oluştuğu için mücadele oldukça sert geçiyor. Her anlamda sert geçiyor. İçişleri Bakanlığım boyunca oldukça stresli günler geçirdiğim doğrudur. Çok büyük haksızlıklara maruz kaldım -özellikle basın tarafından-. Eşinin başörtülü annesiyle aynı evde oturan bir içişleri Bakanı'nı içlerine sindiremediler bazıları. Biz halkız ve onlar bizi aralarında görmek istemiyorlar. Belki de bütün mesele bu. Sarmusak olayında da herkes gördü. Açıkça Emniyet istihbarat yetkililerin görevlerini yaptıklarını ve 'bunun bir sorumlusu varsa o da benim' dedim. Darbeyi önledim demiyorum. Yapılması gereken neyse o 
yapıldı. Batı Çalışma Grubu için "Yasal dayanağı olmayan" ifadesini kullandım; çünkü yoktu. Güven Erkaya bu grubun "İller Kanunu'na göre" oluşturulduğunu söyledi. Bir ilin başında vali bulunur ve her ne hikmetse bu grup "valileri" de izliyor; olmaz böyle şey. Ama ezilmedim. Birçok ölüm tehditi aldım. Hala 
alıyorum. Nedense hiçbiri bizzat beni arayarak tehdit etme cesaretini gösteremedi. Çünkü nasıl cevap vereceğimi çok iyi bilirler. Meral Akşener'i tehdit edebilirsiniz ama içişleri Ba- kanı'nı tehdit edemezsiniz. 

Bunları yaşamamış, gençliğinde bu tür eziyetler görmemiş bir kadın olarak orada olsaydım çok daha büyük zorluklar geçirebilirdim diye düşünüyorum. Açıkça söylüyorum hiç kimseden korkmuyorum. 

Çünkü i-man ve korku aynı kalpte bulunamaz. 

-- Efendim 80 öncesinin rövanşının alındığını söylediniz. Susurluk olayına dikkatli bir gözle bakıldığında devlet içerisinde bir kadronun tasfiye edilmek istendiğini bunda da başarılı olunduğunü gördük. 
Bu tasfiye operasyonu devlet bürokrasisinde olduğu gibi siyasi arenada, sivil toplum kesimlerinde de gerçekleştirilmek isteniyor gibi. Bu doğrultuda Susurluk Olayını nasıl değerlendiriyorsunuz! 

-- Elimizde çok net bilgiler olmasa da, Susurluk Olayı'nın bir kaza olmadığı şüphesini hep taşıdım. Kaza bile olsa söylediğinize katılıyorum, bu kaza kullanılmak istenmiştir. Bu kaza ile birlikte bazı gruplar yanlış bilgilendirilerek bazı siyasi amaçlara ulaşmak istenmiştir. Bürokraside, 'Devlet' dediğimiz bu 
mekanizmada, farklı görüşte olan insanlar bulunuyor -bulunmalıdır da-. Bu çerçeveden baktığımız zaman Basın'da da benzeri bir durum var. 80 öncesinde, gençliklerinde polisle, askerle başı derde girmiş insanların bugün Basın'ın kilit noktalarında olduklarını görüyoruz. Devletle kıyaslandığında, Basın'da sol 
kadrolaşma çok daha fazla. Susurluk'ta kim var?; Abdullah Çatlı var. Abdullah Çatlı kim?; Sivrilmiş bir ülkücü, Bahçelievler olayından sanık. Bunun yanında, geçmişte 'Sosyal Demokrat' bir polis şefi, bir de Güneydoğulu bir milletvekili. Bu çerçeveden baktığınız zaman görüntü insanın ilgisini çekecek kadar farklı 
ve ilginç. Buraya kadar tamam. Sonra Türkiye birdenbire bir paranoya ortamına girdi. Bazı basın-yayın organları biraz önce değindiğim sebeplerden ötürü buna çanak tutarken, bazı milletvekilleri ve partiler de bilerek ya da bilmeyerek buna kol kanat gerdi. Devlet içerisinde bir 'çete' var dendi. Şimdi eğer çete var derseniz bu çok ciddi bir iddiadır, bunu kanıtlamanız gerekir. Mesut Bey bir açıklama yaptı: "Devletin içinde organize olmuş çeteler var" dedi. 

Devletin içinde organize olmuş, illegal işler yapan suç örgütleri, yapılanmalar var derseniz bunu kanıtlamanız gerekir. Çünkü bu devleti yönetenleri zan altında bırakır, devlet denilen mekanizmayı büyük oranda zaafa uğratır. Bu olay İtalya'ya benzemez, İtalya'da ortaya çıkan - dikkatinizi çekerim- bir NATO 
örgütlenmesi olan ve başında P-2 Mason Locası'nın bulunduğu GLADYO'dur. Türkiye'deki durum ise farklı. Türkiye'de yıllardır sürdürülen bir kirli savaş var; Türkiye'nin bir tarafını koparmak isteyen, arkasına yedi düvelin desteğini alan bir grup var. Buradaki insanlarınızı koruyacaksınız, bazı süper güçler gözlerini 
bu bölgeye dikmişken, siz herşeye rağmen direnç göstererek PKK'yı bertaraf edeceksiniz. Türkiye'deki durum budur. Buna rağmen çıkıp devlet içerisinde bir "çete" var diyeceksiniz. 

İşte ilk flûluk böyle başladı. Doğu Perinçek'in iddialarıyla, Mesut Bey'in iddiaları örtüştü. Kısa süre sonra Özel Harekat Timleri sorgulanmaya başlandı, bunlara 'katiller sürüsü' denildi. Bu insanlar Güneydoğu'da PKK'ya karşı savaşacaktı. Tabiki milliyetçilik duyguları yüksek olan insanlar girecek bu timlere; Sosyalist 
herhangi bir arkadaşımız müracaat etti de biz mi almadık? 

Bizim tespit ettiğimiz şu oldu: Aynı merkezden yönetilen bir grup, psikolojik harp taktikleri ile devleti zaafa uğratabilmek için büyük bir mücadeleye girişmiştir. Bazı siyasiler farkında olmadan bu oyuna geldiler. 
Öncelikle şunu söyleyeyim, Türk Milliyetçiliği hiçbir zaman kafatasçı olmamıştır, ırkçı değildir. Bizdeki Milliyetçilik, insanların kafataslarını ölçen, onların kimyasını araştıran bir milliyetçilik değildir. Bizdeki Milliyetçilik, ağırlıklı olarak çok dilin, tarihin, fikrin Türkiye'nin mufahazası, teknolojinin alınması ve Türkiye'nin milli ve bağımsız bir siyasete sahip olmasında odaklanır. Türk milliyetçilerinin iç tehdit olarak değerlendirilmesi çok büyük bir hatadır. Eğer 80 öncesi rövanş alınmak isteniyorsa birileri çok büyük hata yapıyor ve son derece yanlış oynuyor." 
Bununla birlikte Kıbrıs'taki bir tatbikatta Piyade Albay Vural Berkay'ın şehit olmasıyla sonuçlanan hazin olayla ilgili olarak da içişleri eski Bakanı Meral Akşener şunları söylüyordu: Hedef Hüseyin Kıvrıkoğlu muydu? 

ŞİMDİ öncelikle şunu söylemek gerek; Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu çok iyi bir askerdir. Benim eşimin de komutanıydı. Duyduğum kadarıyla da Türk Silahlı Kuvvetleri'nde çok sevilen, sayılan bir komutan. Net olarak bir şey söylemek zor; ancak yapılan araştırmaların gösterdiği olayın bir kaza olmadığı 
yönünde. Söz konusu merminin 1500 metre uzaklıktan atıldığı duyumlarını aldım. Herhangi bir sekme olmadığı gibi Orgeneral Kıvrıkoğlu'nun 15 cm uzağından geçerek Albay'a isabet etmiş. Uzmanların görüşü, hedefin Kıvrıkoğlu olduğu şeklinde. Ancak kesin birşey söylemek yine de çok zor." 

Meral Akşener'in bu açıklamaları ile apar topar yapılan ve kısa bir süre sonra doğru olmadığı anlaşılan 'seken bir kurşun ve kaza' açıklamasının pek tatmin edici olmadığı anlaşılıyordu. Akşener'in bu iddiaları doğru ise Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun neden uyarılmak istendiğini anlamak bize düşüyordu. 
Sözkonusu olaydan bir gün sonra Yeni Şafak gazetesi Başyazarı Ahmet Taşgetiren şöyle yazıyordu: 

"Kıvrıkoğlu'nun bir suikast hedefi olması ise, darbe sürecine karşı çıkması ve İsrail'le ilişkileri ihtiyatla karşılamasıyla izah edilmeye çalışılıyor. İsrail boyutu, bir dış tehditi; darbeci sürece karşı çıkmak ise bir iç tehditi akla getiriyor. Her iki ihtimal de vehamet itibariyle birbirini aratmaz." 

Solcu Cunta, İsrail'le Elele 

25 TEMMUZ 1997 tarihli Yeni Şafak gazetesinin bir Korgeneral'le yapmış olduğu son derece ilginç bir röportaj, bütün taşların yerli yerine oturmasını sağlıyordu, iddialara göre Ordu içerisinde solcu bir cunta bulunuyordu ve bu cunta İsrail'le ilişkilerin başını çektiği gibi, basına sızdırmak istediklerini Doğu Perinçek 
vasıtasıyla gerçekleştiriyorlar ve tasfiye etmek istedikleri isimleri Doğu Perinçek vasıtasıyla safdışı bırakıyorlardı. 

Türkiye'de son zamanlarda darbe tanışmaları gündemden hiç düşmüyor. - Bunun arkaplanıyla ilgili bize somut bilgiler verebilir misiniz? 

KORGENERAL: -Darbe tartışmaları 1980 sonrası özellikle, 1986 ve 1987 dönemlerinden bu yana, hiçbir zaman gündemden düşmedi. Silahlı Kuvvetler içindeki darbe örgütlenmesi iddiaları da, gündemden düşmedi. Bildiğiniz gibi ordu içinde, bir YÖN hareketi tecrübesi yaşandı. Bu ekibin bir kısmı, 1971 

Muhtırası sonrası ordudan tasfiye edilirken, bir kjsmına hiç bir şey olmadı. O zamanlar, teğmen-üsteğmen olanlar, şimdilerde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kilit noktalarını işgal ediyorlar. Ordu içindeki bu grubun önderliğinde, darbe tartış- malarının ortaya atılması ve ayyuka çıkması, 1994-95 dönemleridir. Özal'ın 
önce yavaş yavaş gücünü yitirmesi, ardından da vefat etmesi ile bu süreç hızlanmıştır. İşte ordu içerisinde birbirine yakın bu insanlar biraraya geldi ve "Ne yapabiliriz'! tartışmaya başladılar. Bu sırada, ele geçirilecek birlikler saptandı. Bu iş belli kişilerin koruması altında, son derece planlı, programlı bir şekilde 
gerçekleştirildi. Bir darbede önemli olan, Türkiye'nin büyük şehirlerindeki bazı birliklerin size bağlı olmasıdır. Bunların da, büyük şehirlerdeki bazı stratejik birlikleri, komuta düzeyinde ele geçirme gayretleri oldu. Çünkü, darbeye niyetlenen herkes bilir ki; buraları ele geçirmeden bir darbenin başarılı olması çok zordur. Bununla birlikte, tasfiye edilecek isimler de tespit edildi. Bunlar, kendilerine tehlike oluşturabilecek isimleri, kimine irticacı, kimine de Amerikancı diyerek tasfiye etme yoluna gittiler. 

- O halde, bu kadro son derece bilinçli, programlı bir şekilde hareket ediyor... 
- Evet. Bu kadro son derece bilinçli hareket ediyor. Hatta, korgeneral, orgeneral seviyesindeki isimleri, tasfiye etmeye kalkıştılar, ettiler, edecekler de. Önce, bu amaç doğrultusunda etkin olabilecekleri bazı mevkileri ele geçirdiler. 
- Peki bunların gerçekleştirilmesi için, komutanlık seviyesinde destek görmesi gerekmiyor mu? 
- Genelkurmay Başkanı'nı ve Bazı Kuvvet Komutanlarını tenzih ederek söylüyorum. Komutanlık seviyesinde örgütlenmiş bu kadronun sekretaryasını, orgeneral rütbesinde bir komutan yapıyor. Bu general, bir parti başkanıyla (Doğu Perinçek) sürekli görüşüyor ve ona belge sızdırıyor. Basına sızdırmak 
istediklerini, bu kişi vasıtasıyla gerçekleştiriyorlar. Kendilerini Ulusalcı-Kemalist diye niteleyen ve Kemalizm'i bir kalkan olarak kullanan bu kadronun ortaya çıkartılması lazım, çünkü bunların kafasındaki Türkiye ile Fidel Castro'nun Küba'sı arasında hiçbir fark yok. 
- Peki bunun yurtdışı ayağı var mı? 
- İttifak kurmak istedikleri ülkelerden anlarsınız bunu. Rusya, Çin, Suriye ve Hindistan ile temas halindeler, İsrail ile ilişkileri bu kapsamda ele almak lazım. 

Görüştüğüm kimi yetkililer sözkonusu iddiaları doğruluyordu. Bununla birlikte sözkonusu oluşum içerisinde yer almayan isimler de tasfiye edilmek isteniyordu. Örneğin bir çok analiste göre l .Ordu Komutanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu söz konusu oluşum içerisinde yeralmıyor ve kimi basın yayın organları tarafından farklı iddialarla yıpratılmak isteniyordu. Kara Kuvvetleri'ne gelebilecek en şanslı aday olmasına rağmen gazete haberlerinde emekli edileceğine ilişkin haberler yeralıyordu. 

Hanefi Avcı: "İsrail'le İlişkilerin Başını Bu Cunta Çekiyor! Amaç, İran'la Savaş" 
DENİZ Kuvvetleri Komutanlığı'ndan "darbe" hazırlığına iliş-in belgelerin ele geçirilmesini sağlayan "Köstebek" operasyonu ile basının ilgi odağı haline gelmiş Emniyet istihbarat Daire Başkan Vekili Hanefi Avcı ile 22 Temmuz Salı günü, saat 14.00'da, İstanbul'da yapmış olduğum son derece özel bir söyleşi 
sırasında şöyle diyordu: 

"Bu cunta şaşırtıcı bir şekilde İsrail'le ilişkilerin de başını çekiyordu.. ABD her ne kadar desteklemiyor gibi gözükse de bal gibi destekliyordu bu grubu." 
Hanefi Avcı söz konusu grubun Kürt sorunu konusunda da farklı düşündüğünü ekliyordu sözlerine... En son sözü de oldukça ilginçti: Bunların niyeti belli: Türkiye ile İran'ı savaştırmak istiyorlar! 
Londra'da yayınlanan "Impact International" adlı aylık siyasi derginin Mart 1997 sayısında geçen ifadeler konunun mantığını anlamak bakımından son derece önemliydi. Muhammed Han Kayani'nin tercüme edip köşesinde duyurduğu yazı aynen şöyleydi: 

"Türkiye Suriyeleşiyor mu?" 

27 ŞUBAT 1997'de Karadayı İsrail ziyaretinden döndü ve ertesi gün yani 28 
Şubat'ta MGK toplandı. Türk ve Batı basınına göre ordu Erbakan'ı uyarmıştı; ya köktencilikten vazgeçerdi ya da... 

Erbakan'ı yola getirmek amacıyla bütün kaba metodları kullanmalarına ve provoke etmeye çalışmalarına rağmen, onu iktidardan edememenin telaşına düşmüşlerdi. Şimdilik yumuşak bir müdahalede bulunuyorlardı, ama eğer gerekirse silah da kullanmaktan çekinmeyeceklerdi. 

Karadayı'nın yardımcısı Çevik Bir, irticanın PKK'dan daha tehlikeli olduğunu ilan etmiştir. Ona göre, Müslümanlar PKK'dan daha tehlikelidir. Türkiye'de bazıları Çevik Bir'in "dönme" olduğuna inanmaktadır. Dolayısıyla onun Müslümanlar hakkındaki değerlendirmesi tabii olabilir. Türkiye'deki bazı generaller tıpkı 
Irak'taki Saddam Paşa gibi, bazı güçlerin gözüne girmek için İran ile takışmak işitiyorlar. Eğer bunu yaparlarsa, Türkiye'nin bir defa daha parçalanması kaçınılmaz hale gelir ve bölgede bir Kürdistan devletinin kurulması önlenemez. Çünkü tarihi Şark Meselesi bütün tehlikeleriyle tekrar Batı'nın gündemine 
girmiştir. 

Bu generaller müdahale ederlerse Çevik Bir'in Başbakan adayı Emre Gönensay olacaktır. Gönensay'ın da dönme olduğu iddia edilmektedir. 
Maalesef Türkiye'nin cuntacıları kendi ülkelerinin tarihini pek iyi bilmiyorlar. Onlar Refah Partisi'ni kapatarak veya Erbakan'ı iktidardan uzaklaştırarak Türkiye'nin İslami kimliğini değiştirebileceklerini sanıyorlar. Anlamıyorlar ki, Türkiye'de İslam, Erbakan veya Refah Partisi ile başlamadı. İslam'ın gücü, 
Erbakan'ı, Refah Partisi'ni meydana getirmiştir. Bu gerçeği göremedikleri için Türk milleti çok ağır fatura ödemeye devam ediyor. Cuntacılar hâlâ Post- Hıristiyan laikliğe sıkı sıkıya yapıştıkları için, bu asrın başında bir cihan devleti olan Türkiye, yetmiş beş yılda Avrupa'nın paryası durumuna düşmüştür." 

Hasan Celal Güzel Neyi Açıkladı? 

NİTEKİM YDP Başkanı Hasan Celal Güzel, sözkonusu cunta ile ilgili elindeki bütün belgeleri açıklayınca kıyamet kopmuştu. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda oluşturulan Batı Çalışma Grubu'nun çalışma şemasını kullanarak bir basın toplantısı yapan Hasan Celal Güzel, Ordu içerisinde darbe yapma hazırlığında olan bir 'Solcu-mezhepçi bir Cunta' olduğunun altını çiziyordu. Amacı bu cuntayı duyurup yetkililerden gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamaktı. Ama kısa kısa bir süre sonra gazetelerde yayınlanan çarşaf çarşaf belgeler birden devlet sırrı haline gelmeye başladı. 4 Ağustos günü partiye gelen Güzel, apar topar gözaltına alındı. Güzel şöyle diyordu: 

"Kamuoyuna açıkladığım belgeler devlet sırrı değil, Cunta sırrıdır." 
İSRAİL ile sözkonusu cunta arasında bir ilişki olabilir miydi? Strateji uzmanı Soli Özel'le yapmış olduğum bir söyleşi konu ile ilgili son derece ilginç bazı ipuçları veriyordu: 

- 1967 Arap-İsrail savaşları sırasında Hafız Esat Milli Savunma Bakanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı idi. İsrail'in Golan tepelerini alması ile ve kısa süre sonra da Nusayri Hafız Esat'ın bir darbe yaparak iktidarı ele geçirmesi arasında bir ilişki kurulabilir mi? 

- İlginç! Dediğiniz gibi Hafız Esat o sırada Milli Savunma Bakanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı idi. O sırada Suriye'nin en önemli birlikleri Şam çevresinde rejimi korumak için görevlendirilmiş, şaşırtıcı bir 
biçimde. Golan'ı o yüzden tutamıyorlar, ilginç olan bin başka nokta daha var. 20 yıl önce yapılmış bir röportajda Moşe Dayan 'Bizim Golan'ı almak gibi bir niyetimiz yoktu' diyordu. Hava Kuvvetleriniz zaten 
yok olmuş durumda. Mısır iki günde tarumar olmuş. En iyi birliklerinizi de Golan'ı savunmak yerine rejimi savunmak için Şam'da tutarsanız, Golan'ı elbette kaptırırsınız. 

- Yani 67'de yenen bu darbe ile Hafız Esat'ın iktidara gelmesi arasında bir ilişki var öyle mi? 

- Hafız, 66'da darbeyi yapan ekibin en akıllısı ve en az radikal olanıydı. Etrafındaki adamları bir 
düşünün-: Salah Cedit gibi radyolarda Yahudilerin kellesini almaktan, Yahudileri denize dökmekten bahseden adamlar. Bu olay Hafız Esad'a etrafındaki radikal olan bu ekibi tasfiye etmesi için bir imkan sağladı. Ama bu olay İsrail'in Hafız Esad'ı çok sevmesinden kaynaklanmıyor. Hafız Esat Cuntasını iyi kurdu, darbeyi iyi yaptı ve 27 yıldır Suriye'yi bir de bir iç savaş atlatarak yönetmeye devam ediyor..." 
PEKİ şimdi ne olacak; herşey bitti mi? Hayır, görünen o ki, Türkiye, önümüzdeki yıllarda çok daha çetin bir döneme girecektir. Türkiye, acaba, 5 Ocak 1998 tarihinde ABD ve İsrail ile yaptığı ortak tatbikatla Armagedon'a giden yolda oldukça tehlikeli bir sürece mi giriyor? Sözkonusu tatbikattan iki gün sonra 
İran'dan, Irak'tan, Suriye'den, Mısır, Rusya ve Çin'den yoğun tepkiler gelmesi ve bu doğrultuda aynı bölgede kontr-tatbikatta bulunacakları duyumlarının alınması konunun önemini daha da artırıyor. Bu tatbikattan tam bir hafta önce Amerika'da yayınlanan 'Büyük Ortadoğu Savaşı' isimli raporda da tarafların 
açıkça belirtilmesi, Türkiye'nin nereye götürülmek istendiğini daha net bir şekilde ortaya koyuyor. Ancak bu mücadeleden kazançlı çıkacağını düşünenler, bunun için sürekli plan ve programlar yapanlar 
unutmasınlar ki: 
"(Onlar) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır." (Âl-i İmran Sûresi, 54) 

Son Söz Yerine 

ÜST DÜZEY BİR ASKERÎ YETKİLİNİN KONUŞMASI 

1990 yılından itibaren ülkemizdeki gelişme ve değişmeler dış dünyadaki değişmelerle paralel olarak değerlendirilmeli. (Kısaca, Sovyetler Birliği'nin dağılması, yerine BDT'nin kurulması, Varşova ve Komekon Paktı'nın dağılması, Balkanlar'daki son beş yıldaki değişmeler, olaylar, AB'nin genişleme çalışmaları, Avrupa ülkelerinde Gladio'nun ortaya çıkması, NATO'nun hedef ve tehdit değerlendirmesinde kuzeyden güneye, kırmızıdan yeşile kuvvet kaydırması, hilal ve haç mücadelesinin yeniden hızlanması, 21. yüzyılda din ve kültür mücadelesi olacağı, bunun da bilim ve teknoloji ile, telekomünikasyon ile olacağı, 
kenar kuşak teorisi yerine kara saha hakimiyeti teorisine geçilmesi (deniz ve hava sahası hakimiyeti ile desteklenmesi) bütün bu olayların 1989 Kasım ayında Malta adasındaki ABD-SSCB heyetlerinin görüşmeleri sonucunda başlamasında dikkat edilmeli. 1948 Yalta görüşmelerinden sonraki önemli görüşme. Akabinde Körfez Harbi'nin olması. 

Kısaca yukarıda sayılan olaylar yeni dünya düzeni adına bu işin öncülüğünü yapanlar tarafından başlatılmış ve sürdürülmektedir. Şimdi aşağıda kısaca açıklanacak olan olaylar da dış dünyadaki olaylarla paralel olarak yeni dünya düzeni adına ülkemizde olması gereken olaylar olarak değerlendirilmesi yerinde 
olacaktır.
 (Ayrıca savunma doktrini, lojistik sistemi, kuvvetlerin indirimi ve kontrolü antlaşması, kuvvet kaydırma çalışmaları da aynı başlıkta değerlendirilmeli.) 
2. Ülke içinde milli güvenlik siyaseti belgesinin ve millî askerî strateji konseptinin değişmesi. Yani iç ve dış düşman değerlendirilmesinde değişikliğe gidilmesi. 
1997 yılı içinde 1984'den beri sürdürülen düşük yoğunluktaki örtülü gayri nizami harp artık gündemden çıkarılmaya, kontrollü yakılan ateşin söndürülme- sine karar verilmiştir. Ancak söndürme sırasında ateşin kontrolden çıkıp beklenmeyen yerlerde, beklenmeyen şekillerde yangına dönüşme tehlikesi vardır. 

Yukarıda adı zikredilen iki belgedeki değişikliklerden sonra ülke için birinci öncelikli tehdit irtica, fundamentalist, dinci oluşumlardır. Bu arada '%99'u müslümandır' denen ülke halkının ürkütülmemesi, reaksiyona geçirilmeme-. si için geçici olarak "ILIMLI İSLAM", "ÇAĞDAŞ DİN ADAMLARI" yardımcı olacaklardır. Yönetime, iktidara sahip olanların rahatsız oldukları konular: 

A. Türban meselesinin kamuoyuna mal edilerek sürekli gündemde tutulması. (Üniversitelerden sonra devlet dairelerinde aynı sorunun başlaması. Bazı amir- lerin ve idarecilerin müsamahalı davranmaları.) 

B. TSK'ne sızmaların olması. Emir komuta zincirinin şimdilik zafiyete uğraması, ilerde tehlikeye düşmesi. Teşkilat, personel, bina, evrak güvenliğinin zafiyete uğraması. TSK'lerinin kendi bünyesindeki bu en önemli tehdit ve tehlikenin bertaraf edilmesi için çok geniş çalışmalara başlanmıştır. 

C. Devlet kadrolarına sakıncalı, şüpheli şahısların sızması. İrticai, köktendinci kadrolaşmanın olması. Yurtdışına öğretime gönderilen yüksek öğrenim öğrencilerin %70'inin irticai faaliyetlerde bulunması, destek vermesi, sempati duyması, bu personelin ülkeye dönüşlerinde devlet kadrolarında görev alacağı 
dikkate alınarak bunun önlenmesi. TSK Akademisi ve Milli Güvenlik Akademisi'nin bürokrat yetiştirilmesinde daha etkin olması, kurs ve eğitim çalışmalarının artırılması. 

D. 1991 yılında Doğu ve Güneydoğu'da PKK'ya destek veren işadamı, ticari kuruluş ve şirketlerin tesbit edilerek devlet ihalelerine alınmaması, ticari faaliyetlerinin ve hesaplarının kontrol altına alınması irticai faaliyetlerde bulunan, destek veren, sempati duyan işadamı, şirket, kuruluş, dernek ve vakıfların tespit edilmesi, ticari faaliyetlerinin kontrol altına alınması, ordu pazarları, askerî kantinler ve askerî personelin ticari ilişkilerde bulunmaması, TSK'nın 10 yıllık tedarik planı çerçevesinde (OYTP) yerli savunma sanayiine önem ve öncelik verileceği dikkate alınarak bu kişi ve kuruluşlara hiçbir proje ihale verilmemesi. 

E. İmam-Hatip okullarının sayılarının dondurulması, orta kısımlarının kapatılması, yüksek öğrenimde sadece mesleğe yönelik ilahiyat fakültesine imkan tanınması, hukuk, siyasal, basın-yayın gibi okullara girişin durdurulması. 

F. Sadece Diyanet'in açtığı Kuran kurslarına müsaade edilmesi, özel açılan vakıf, dernek, cemaatlere ait Kuran kurslarının kapatılması. Vakıf, dernek, cemaatlere ait finanse ettikleri özel kolejlerin kontrol altına alınması, uzun vadede kapatılması. 

G. Cami sayısının yerleşim birimi ve nüfusa oranla sınırlandırılması. Yakın mesafede yapılmasına müsaade edilmemesi, apartman ve işyeri altlarındaki mescitlerin kapatılması. Diyanet İşleri Başkanlığı'nca hazırlatılacak mimari plan dışındaki projelere müsaade edilmemesi. 

H. Sokaklarda da kılık kıyafet şapka kanununun uygulanması, uymayanlar hakkında cezai kanun uygulanması. 

I. Bugüne kadar YAŞ kararlarıyla TSK'nden ilişiği kesilen personelin adres tesbitinin yapılması. Hangi kamu kurum ve kuruluşlarında, hangi şirketlerde, hangi kadroyla ne zamandan beri çalıştığı tespit edilmesi, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışmalarına imkan verilmemesi. 

İ. Ülke içine girişlerin ve çıkışların sıkı kontrol altına alınması, ülkeye giren yabancıların ne amaçla, kime ve nereye geldiği, ne kadar kaldığı, ne yaptığının tespit edilmesi. Ülke dışına çıkan sakıncalı, şüpheli şahısların takip edilmesi, nereye ne amaçla, ne süreyle gittiği tespit edilmeli, gerekli hallerde çıkışına 
müsaade edilmemesi. 

J. Anayasanın temel niteliklerine, kanunlara ve nizamlara aykırı, rejim aleyhinde bulunan siyasal parti, dernek, vakıf ve şirketlerin kapatılması. 

K. TSK'lerinin manevi şahsına ve mensuplarına yönelik saldırıların cevapsız bırakılmaması, mahkemelerin, kanunların çalıştırılması. Bunun yanında menfi propagandalara karşı "Ordu İslama karşı" imajının doğmaması için karşı propaganda ve psikolojik harp esas ve unsurlarının uygulanması. 
Ordu-Halk kaynaşmasına önem verilmesi, medya desteğinin devam etmesi. Bu amaçla tanıtıcı, bilgilendirici toplantı ve gösterilerin planlanması. Belirli özel günlerin, milli-dini bayramların bu çerçevede kutlanması. 

L. MGK'nın bugüne kadar yaptığı gibi bundan sonra da üniversiteler, YÖK, DPT, DİE, TSE, bakanlık ve daireler, özel strateji araştırma ve kamuoyu kuruluşları, dernek, vakıf, MİT, Genelkurmay ile karşılıklı işbirliği ve koordine çalışmalar yapmalı, bilgi aktarımında bulunulmalı. Raporlar hazırlanmalı, Genelkurmay 
bünyesinde oluşturulan 15 izleme komitesiyle koordineli müşterek raporlar hazırlanması. Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda "müslüman insanın, toplumun" 24 saatinin mercek altında olacağı değerlendirilmeli. Bilgi-kültür seviyesi, morali, sağlığı, aile yaşantısı, hayat standardı, planları, hedefleri, 
ekonomik sanayi ve ticaretteki yeri, gücü, değeri, mesleklere göre dağılımları, seçmen olarak gücü, potansiyeli, giyimi, yemesi-içmesi, nüfus dağılımı vs. (Kısaca 2000 yılına kadar ve ondan sonra 2005, 2010 yılları mücadele zemininde çok çetin olacağa benziyor.) 

Buna karşı tedbir ve çalışmaları, yapılanmanın, teşkilatlanmanın olması gerekir. Kısaca bu güç mücadelesi, iktidara sahip olma mücadelesidir. 

M. TSK personel sicil ve değerlendirme sisteminin değişmesi sonucu sakıncalı- şüpheli personelin YAŞ kararı ile ilişiğinin kesilmesinin ardından kamuoyunda tartışmalara ve TSK hakkında menfi propagandaya sebep olmaktadır. 
Bu değişiklik ile ilişiği kesilecek personel YAŞ gündemine gelmeyecek, her kuvvet kendi değerlendirme kurulunu oluşturup bu kurullarda ilişik kesme işlemi yapılacaktır. 
(Sicil formundaki birinci bölümde anayasanın temel nitelikleri yer almaktadır. Bu kısımda Benimsemez-Benimser hanesi vardır. Anayasayı ve rejimi benimsemez kanaati hasıl olunca derhal ilişik kesilir. İkinci bölümün 15 ve 17 nolu haneleri kılık-kıyafet ve sosyal faaliyet-yaşantı hakkında olup olumsuz kanaat ilişik kesmeye yeterlidir. Son bölümde sicil amirlerinin kanaatlerinin değerlendirilmesi vardır.

Bu değerlendirme sınırsız olup her türlü değerlendirme ye açıktır. 

Ayrıca lüzumu halinde zamanı beklenmeden sicil doldurulabilmekte dir. Yeni sicil sistemi iyice incelenip artısı eksisi çıkarılıp ona göre gerekirse yeni hareket  stratejisi belirlenmeli.). 


***