12 Kasım 2018 Pazartesi

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 2




ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 2



IRAK’IN ENERJİ KAYNAKLARINI DİKKATE ALARAK, ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIP ÇIKMAYACAĞININ, SENARYOLAR DÂHİLİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ 

Yazan: Dr. Cenk PALA 

1. Biraz Tarih, Her Zaman Tarih 

Tarih, her zaman, Almasını bilenler için Büyük dersler içerir. 

Toplumlar, ancak ve ancak geçmişin izlerini sürerek bugünü anlayabilir 
ve bu sayede geleceği de tahayyül edebilirler. Yoksa tarihi değiştirmek 
şöyle dursun seyirci olarak kalacakları dahi şüphelidir! 

Petrol tarihi de böyledir. Konuyla doğrudan ilişkisi nedeniyle, Orta Doğu petrollerinin paylaşımı hakkında birkaç tarihsel tespit yaparak başlamak anlamlı olabilir. Bu bölümü, 1996 yılında yayınlanan “20. 

Yüzyılın Şeytan Üçgeni: ABD–Petrol–Dolar” isimli kitabımızın ilk bölümünün ilgili yerlerinden ve bu konuda yapılan çeşitli konuşmalarımdan ödünç aldığımı belirtmek isterim. 

a. Orta Doğu’ya Yönelişin Ana Nedenleri 

Ham petrole kaynağında sahip olmanın önemi, petrol şirketlerini Orta Doğu’da geniş ve keşfedilmemiş alanlar aramaya yöneltmiştir. 

1920’den önce Amerikan petrol şirketleri Orta Doğu petrol imtiyazları ile 
pek de ilgilenmemiştir. Gerçekten, ABD, özellikle I. Dünya Savaşı sonuna kadar öncelikle yurtiçi rezervlerin geliştirilmesine odaklanmıştır. 
Yine o dönemde ABD, Avrupa ülkelerinin ve Avrupa kökenli petrol 
şirketlerinin yürüttüğü, Doğu yarıküre petrol rezervlerini ele geçirmeye yönelik sömürgeci politikalar nedeniyle bu bölgede fazla etkin bir konuma sahip değildir. 

Ancak, bir yandan 1920 yılında ülkede yaşanan enerji krizi ile 
birlikte gelecekte petrolün biteceği korkusu yaygınlaşınca ve öte yandan 
da dış rezervlerde olası bir İngiliz–Hollanda tekeli gündeme gelince 
ABD, Amerikan petrol şirketleri vasıtasıyla ve tüm siyasi gücüyle Orta 
Doğu’ya yönelmiştir. 1920 yılında, ABD’nin batı kıyısını etkisi altına alan 
petrol kıtlığından söz edebiliriz. Genel olarak, bu kıtlığın şirketlerce suni 
olarak yaratıldığı görüşü hâkimdir. Krizin asıl önemi, Amerikan 
şirketlerini, Meksika ve Venezuela ile birlikte Orta Doğu’da da etkin 
olmaya zorlamasından kaynaklanmaktadır. Özellikle ABD batı kıyısı 
şirketlerinden SoCal, kontrolü altına alabileceği yeni kaynaklara sahip 
olmak amacıyla dünya çapında bir petrol araştırma faaliyetine girişmiş; 
SoCal’ın öncülüğünde diğer Amerikan şirketleri de ilgi alanlarını Orta 
Doğu’ya çevirmekte gecikmemişlerdir. 

Orta Doğu’nun petrol endüstrisine tam anlamıyla dâhil oluşu, 
Amerikan şirketlerinin bu bölgede faaliyetlerini giderek yoğunlaştırması 
ile başlamıştır. Amerikan şirketlerinin bölgeye girişi, ilk etapta rekabetin 
artmasına yol açmışsa da; daha sonraki aşamalarda bizzat hükümetlerin 
devreye girmesiyle Orta Doğu, tümüyle Yedi Kız Kardeşler (7 büyük 
petrol şirketi) arasında paylaşılmıştır. 


 Kaynak:www.globalsecurıty.net 

Endüstrinin Orta Doğu'ya kaymasının en önemli nedeni, varil 
başına üretim maliyetinin diğer alanlara oranla çok düşük düzeyde 
kalmasıdır. Örneğin, 1946-51 yılları arasında varil başına ortalama 
üretim maliyeti Venezuela'da 0.50 dolar, Uzakdoğu'da 0.77 dolar ve 
ABD'de 1.01 dolar düzeyindeyken; Orta Doğu'da 0.23 dolar civarındaydı. 
Orta Doğu'nun bir diğer avantajı da kuyu başına günlük üretim 
miktarında göze çarpmaktadır. Örneğin 1949'un sonunda kuyu başına 
günlük üretim, üretken 10 kuyusu olan Irak'ta 11.200 varil, 73 kuyuya 
sahip Iran'da 8.192 varil, 76 kuyusu bulunan Suudi Arabistan'da 6.084 
varil ve 61 kuyuya sahip Kuveyt'te 4.447 varildir. Dünya çapında kuyu 
başına ortalama günlük üretim, aynı yıl, sadece 21 varil düzeyindeyken, 
bu ölçüm ABD için 11 varil, Venezuela içinse 201 varil düzeyindedir. 

Sonuç olarak, Orta Doğu, gerek düşük üretim maliyetleri gerekse 
kuyu başına üretim ve rezerv miktarlarıyla petrol şirketleri açısından en 
cazip bölge hâline gelmekte gecikmedi. Üstelik Orta Doğu, sadece diğer 
üretim sahaları karşısında değil, ucuz petrolü sayesinde o dönem için 
herhangi bir enerji kaynağı ile karşılaştırıldığında da önemli bir maliyet 
avantajına sahiptir. Orta Doğu petrolünden sağlanan ekonomik rantın 
yüksek kâr marjını da beraberinde getirmesi, petrol şirketlerinin hummalı 
bir şekilde bu bölgeye hücum etmelerine neden olmuştur. 

Esasen, 1950 yılına kadar petrol endüstrisinin temel çalışma kuralı, topraklarında petrol bulunan az gelişmiş ülkelerle çok uluslu petrol 
şirketleri arasında yapılan ayrıcalık (concession) anlaşmaları ile sağlanan imtiyazlar olmuştur. Yoğun bir şekilde 1901 ile 1935 yılları arasında değişik tarihlerde verilen ve 1960'lara kadar uzanan imtiyazların bazı ortak noktaları vardır: 

. İmtiyazlar 60-75 yıl veya daha uzun süreler (99 yıl gibi) için verilmekteydi. 
. Petrol şirketlerini üretici ülke hükümetlerine petrolün varili başına 
0.20-0.25 dolar düzeyinde royalty (şerefiye) adı altında sabit bir ücret 
ödemek durumunda bırakıyordu. 
. İmtiyazlar üzerindeki özel ve siyasal kısıtlamalar önemsiz düzeydeydi. 

Ayrıcalık sistemi nedeniyle üretici ülke hükümetlerinin, petrolün 
işletilmesi ve endüstrinin yönetimi konularında hiçbir söz hakları 
bulunmuyordu. Çünkü petrol şirketleri, ödedikleri royalty karşılığında 
gümrük vergisi de dâhil olmak üzere tüm vergilerden muaf tutulmuşlardı. 

Ayrıcalık sistemi ile daha başlangıçta eli kolu bağlanan üretici ülke 
hükümetleri karşısında giderek güçlenen petrol şirketleri, bu sayede 
üretim ve fiyat politikasına karar verme konularında tam ve etkin bir 
kontrol elde etmişlerdir. Petrol üreten devlet ile şirket arasında yapılan 
ayrıcalık anlaşmasıyla imtiyaz sahibi şirkete; petrolü araştırma, eğer 
keşfedilirse, geliştirme ve pazarlama hakkı da verilmiştir. 

b. Orta Doğu’da Ayrıcalık Mücadelesi ve Kartelin Orta Doğu’ya Girişi: İran ve Irak Petrollerinin Ele Geçiriliş Süreci 

Her şey, 1890’ların başında, Fransız Hükümeti’nce Jacques de Morgan başkanlığında görevlendirilen bilimsel bir ekibin, petrol araştırmalarını içeren çok olumlu bir raporla İran’dan dönmeleri ile başlamıştır. Ekip, Şubat 1892’de, bu araştırmanın ayrıntılı sonuçlarını Annales des Mines’de (Maden Yıllığı) yayınlamıştır. Bu detaylı araştırmadaki kanıtlara rağmen İran bölgesi, 1900’den önce potansiyel yatırımcıların ilgisini çekmeyi başaramamıştır. 

Orta Doğu’daki ilk ayrıcalık, 28 Mayıs 1901’de, İran Şahı 
tarafından, İngiliz vatandaşı (aslında Kanadalı bir Fransız asili) William 
Knox D’Arcy’e tanınmıştır. Bu ayrıcalık, D’Arcy’e 60 yıl süreyle bugünkü 
İran’ın 5/6’sını kapsayan bir bölgede “doğal kaynakların aranması, 
çıkarılması, işletilmesi, üretilmesi, ticarete elverişli duruma getirilmesi, 
başka yerlere taşınması” hakkını vermiştir. 

Ayrıcalık, 15 Nisan 1909’da 2 milyon pound sermaye ile kurulan 
Anglo-Persian Oil Company’nin (APOC, sırasıyla AIOC ve BP adını 
alacaktır!) eline geçmiştir. Aslında, şirket sermayesinin önemli bir 
bölümü yine İngiliz destekli Burmah Oil’in elindeydi. 1903 yılında 
kullandığı yakıtı kömürden petrole çeviren İngiliz Donanması’nın, sürekli 
artan gereksinimini karşılamak amacıyla güvenilir petrol kaynakları 
arayan Winston Churchill, 1914’de, İngiliz Hükümeti’ni APOC’a 2 milyon 
pound daha yatırmaya ikna etmiştir. Böylece, şirketin % 51 hissesi İngiliz 
Hükümeti’ne ait olmuş ve 1954 yılına kadar da İngiliz şirketi olarak 
kalmıştır. 

Aynı dönemde İngiltere, Almanya ve Hollanda, Osmanlı İmparatorluğu’
nun bir parçası olan Mezopotamya’daki (bugünkü Irak) ayrıcalıklar için kıyasıya rekabet hâlindelerdi. Sonuçta, bu üç Avrupa ülkesi uzlaşmış ve Ermeni C.S. Gülbenkyan aracılığıyla Türk Hükümeti’ni de etkileri altına alarak, Ekim 1912’de kurdukları Turkish Petroleum Company (TPC) yoluyla Mezopotamya imtiyazını elde etmişlerdir. TPC hisse dağılımı şöyledir: National Bank of Turkey (İngiliz) 
% 50, Deutsche Bank of Germany (Alman) % 25 ve Anglo-Saxon 
Petroleum Company (Royal Dutch / Shell’in bir kolu) % 25. Türk 
Hükümeti ile taraf ülkeler arasında arabuluculuk yapan Ermeni C.S. 
Gülbenkyan’a, yakın dostluk kurduğu Osmanlı Padişahı nezdindeki 
başarılı çalışmaları (!) nedeniyle İngiliz payından % 5 oranında hisse 
verilmiştir. İşte Gülbenkyan’ın, Bay Yüzde Beş (Mr. Five Percent) adıyla 
petrol tarihine kazınmasının kökeni, ne yazık ki adından başka hiçbir 
şeyi Türk olmayan ve Türk kalamayan TPC’nin kuruluşunda yatmaktadır. 

TPC’nin kuruluşunu izleyen dönemde, donanmasının ana yakıtını 
kömürden petrole çeviren İngiltere, bu yeni stratejik çıkarlarına uygun 
olarak İran ayrıcalığını elinde tutan D’Arcy grubu ve APOC’un da TPC’ye 
alınması için büyük bir siyasi baskı yapmış; sonuçta İngiltere nüfuzu ve 
baskısına daha fazla dayanamayan TPC üyeleri bu yeni grupların da 
şirket ortakları arasına katılmasını onaylamıştır: 19 Mart 1914’de 
Londra’da, Osmanlı Başveziri’nin de imzaladığı ünlü “Foreign Office” 
(Dışişleri Bakanlığı) Antlaşmasıyla, APOC için çalışan D’Arcy grubuna 
TPC’den % 50 oranında hisse verilmiştir. Böylece, uzun süredir 
peşinden koştuğu emperyalist hayalleri artık gerçekleşen İngiltere, 
İran’ın ardından Irak’ta da söz sahibi olmuştur. 

1’inci Dünya Savaşı, petrol imtiyaz mücadelesini belirli bir ölçüde 
kesintiye uğratmıştır. Ancak, savaş sonrasında petrol talebinin hızla 
artması ile tüm dikkatler, hükümetleri tarafından desteklenen büyük 
şirketler aracılığıyla yeniden Orta Doğu’ya çevrilmiştir. Dahası, Osmanlı ’nın yenilen safta yer alması, Mezopotamya bölgesini eskisinden çok daha kırılgan dolayısıyla çok daha çekici hâle getirmiştir. Bu arada, 25 Nisan 1920 tarihinde imzalanan “San Remo Antlaşması” ile Fransızlar, bir anlamda savaş ganimeti olarak, Almanların TPC’deki % 25’lik payının yeni sahibi olmuşlardır. 

İngiltere ve ABD’nin ayak oyunları sayesinde San Remo Antlaşması hiçbir zaman yürürlüğe girememiştir. Bazı tarihçiler; 
antlaşmanın gerçekleşmesi durumunda gerek Amerikan gerekse diğer 
petrol şirketlerinin tüm Orta Doğu’nun dışında bırakılacağını, bölgenin de 
sadece İngiltere ve Fransa kontrolüne girebileceğini öne sürmektedirler. 
Böylece, Orta Doğu petrolleri adeta ellerinin arasından kayıp giden 
Fransızlar, İngiltere ve ABD ortaklığından yediği bu 80 yıllık tarihî kazığı 
hiçbir zaman unutmayacaktır. 

İşte Fransızların, 20. yüzyılın devamında İngiliz ve Amerikalılara 
duydukları, bilinç altlarına işleyen toplumsal nefretin aşikâr 
nedenlerinden biri budur. Bir adım daha öteye gidersek, Fransa’nın bir 
ayak oyunuyla ucuz Orta Doğu petrolünden mahrum bırakılması, ironik 
bir şekilde, nükleer enerji programında sergilenen dünya çapındaki 
başarının ana ateşleyicisi ve itici gücü olmuştur. 

c. ABD’nin Orta Doğu’ya Girişi ve Kırmızı Hat (Red Line) Antlaşması 

ABD, özellikle 1920’den itibaren hızla Orta Doğu’ya yönelmiştir. 
Değindiğimiz bazı nedenlerle petrol arayışının yeni rotası bu şekilde 
belirlenince, ABD Hükümeti, Orta Doğu’nun İngiliz mandası altındaki 
bölgelerine Amerikan şirketlerinin de girişine izin verilmesi hususunda 
İngiliz Hükümeti’ne yoğun baskı yapmaya başlamıştır. ABD, bölgede 
hiçbir tekele izin vermeyen ve ayrıca hiçbir İngiliz şirketinin de kesinlikle 
bölge dışında kalmasına yol açmayacak bir tür Açık Kapı Politikası 
(Open Door Policy) izlenmesi için ısrar etmiştir. 

Amerikan sermayesi ile petrolcülerine eşit şans verilmesi 
prensibine dayanan Açık Kapı Politikası’nın başlatıldığı 1922 ile 1928 
yılları arasında geçen oldukça karmaşık ve kritik bir dönemin ardından, 
İngiliz Hükümeti, Orta Doğu’da Büyükler’in ilk ortak teşebbüsü (joint 
venture) konumundaki TPC’den iki Amerikan şirketinin; bugünkü 
adlarıyla Exxon ve Mobil’in de pay almasını onaylamıştır. TPC’deki yeni 
hisse dağılımı şu şekilde gerçekleşiyordu: Royal Dutch/Shell % 23.75, 
APOC (BP) % 23.75, CFP % 23.75, Near East Development Company 
(Exxon ve Mobil’in ortaklığı) % 23.75 ve C.S. Gülbenkyan % 5. İşte bu 
tarihten itibaren, Amerikan petrol şirketleri de, bir daha çıkmamak üzere 
Orta Doğu petrol alanlarına giriyor ve bu Anglo-American harami kapısı 
başkaları içeriye dalmasın diye hemen kapatılıyordu. 

1920’lerin sonlarında dünya petrol piyasasında bir bolluk meydana 
gelmiştir. Muhtemel bir ucuz ham petrol fazlasının TPC üyelerini tehdit 
edebilecek boyutlara ulaşmasını önlemek amacıyla, 31 Temmuz 1928 
tarihinde, tüm ortaklar tarafından Kırmızı Hat (Red Line) Antlaşması 
imzalanmıştır. Antlaşma uyarınca, hiçbir şirket, diğer ortakların izni veya 
katkısı olmaksızın eski Osmanlı İmparatorluğu topraklarında 
keşfedilecek petrol yataklarını işletemeyecekti. 

Antlaşmanın Kırmızı Hat adını almasının kökeni; 19 Mart 1914 
tarihli “Foreign Office” (Dışişleri Bakanlığı) Antlaşması sırasında hiç 
kimsenin sınırlar hakkında bilgi sahibi olmaması nedeniyle, İstanbul 
Kapalı Çarşı’da pazarlık usullerini öğrenmiş olan Bay Yüzde Beş 
Gülbenkyan’ın eline aldığı bir kırmızı kalemle belirlediği çok geniş bir 
petrol coğrafyasının (kuzeyde İstanbul’dan güneyde Aden körfezine 
kadar uzanan, yani Arap Yarımadasının neredeyse tamamını kapsayan 
bir alan), Osmanlı İmparatorluğu toprakları olarak kabul edilmesi ve bu 
sınırların TPC ortaklarınca da benimsenmesidir. 

Kaynak:www.globalsecurıty.net 

Kırmızı Hat ile TPC ortakları arasında, eski Osmanlı İmparatorluğu toprakları içine giren bugünkü Türkiye, Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar ve Basra Körfezi boyunca sıralanmış emirlikleri kapsayan, ancak Kuveyt, İsrail, Ürdün ve imtiyazı BP’nin elinde bulunan İran’ı dâhil etmeyen bir alanda, özetle imtiyaz elde etme, ham petrol üretimi, satın alımı ve işlenmesi konularındaki mevcut rekabet ortadan kalkmış oluyordu. Kırmızı Hat, TPC üyelerine Orta Doğu 
genelinde büyük ve önemli bir üretim ve imtiyaz tekeli sağlamıştır. 
Kırmızı Hat, 17 Eylül 1928’de imzalanan Achnacarry Antlaşması ile 
birlikte, 7KK’lerin dünya petrol endüstrisindeki hâkimiyetini perçinlemiştir. 

1914 “Foreign Office” Antlaşması, sonradan Büyük Oyun’u 
tezgahlayanlar arasında pay edilmek üzere Osmanlı hâkimiyetindeki 
petrol alanlarının belirlendiği, gerek yakın tarihimiz gerekse petrol tarihi 
açısından çok önemli bir antlaşmadır. 1914’de, ne acıdır ki Osmanlı 
Padişahı’nın lütfundan ziyadesiyle yararlanmış bir ailenin mensubu olan 
Calouste Gülbenkyan’ın kırmızı kalemiyle çizilen Osmanlı sınırları, 
ABD’nin Orta Doğu petrol alanlarına girişi esnasında da kullanıldı. 
Gülbenkyan’ın o sihirli kırmızı kalemi, Orta Doğu’nun ve petrolün 
Osmanlı’dan koparılmasına, Osmanlı İmparatorluğu’nun da petrol 
rezervlerine göre emperyalist güçler arasında paylaşılmasına yol açtı. 
Ulu önderimiz Atatürk’ün büyük bir ileri görüşlülükle Musul’u Misak-ı Millî 
sınırları içine dâhil etmesi, Atamızın petrol oyununun Osmanlı’yı yok 
etmek ve yeni Türkiye’nin de bunun dışında bırakılacağını hissetmek 
bakımından sergilediği stratejik zekayı bir kez daha kanıtlıyor. 

İşte günümüzdeki mücadele, Afganistan ve Irak’la başlayan; 
Suriye, İran, Suudi Arabistan ve sıraya giren diğerleri ile devam edeceği 
anlaşılan yeni haritaların çizilmesi (“Büyük Orta Doğu”) operasyonunda 
ya da bana göre “Orta Doğulu Frankensteinlar”ın birer birer yok edilmesi 
planında, Gülbenkyan’dan miras kalan o meşhur “kırmızı kalem”in bu 
kez kimin eline geçtiğini kanıtlayan, çok acımasız ve fiziki olduğu kadar 
psikolojik bir savaştır aslında... 

Bu nedenle, Türkiye’de petrol olup olmadığının tartışıldığı her 
ortamda; ayağımızın altındaki halının her an çekilme riski taşıdığı, 
haritaların sürekli değiştiği bu ateş ve kan ya da petrol coğrafyasında 
konuşlanmış bir ülke olarak, bundan yüzyıl önce sınırlarımızın petrole 
göre çizildiğini her zaman hatırlamak zorundayız. Belki, bir yüzyıl önce 
gözden kaçmış ya da kaçırılmış bazı büyük petrol sahalarımız vardır; o 
zaman da üzerimizde oynanan oyunların farkında olarak hareket 
etmemiz gerekiyor demektir. Petrol tarihinde çok meşhur bir söz vardır: 
“Petrol işleri yağlıdır ya elinize bulaşır ya ayağınızı kaydırır”. Ne yazık ki, 
dünya ekonomisinin petrol harcıyla dönüştüğü koskoca bir 20. yüzyılı 
petrolü ve stratejisini anlayamadan geçiren yani treni kaçıran bir ülke 
olarak, 21. yüzyılda hem petrolü hem de stratejisini öğrenmekle 
mükellefiz; “elimize bulaştırarak, ama ayağımızı kaydırtmayarak”... 

2. ABD Yeniden Mezopotamya’da: Irak İçin Bir Senaryo Denemesi: 

ABD, Irak enerji kaynakları ve boru hattı taşıma güzergâhları 
üzerinde mutlak kontrol sağlamak, petrol ithalatına bağımlılıktan 
kaynaklanan mali yükü ve arz kesinti riskini azaltmak, petrol fiyatlarını 
kontrol etmek, Çin, Hindistan ve Güneydoğu Asya pazarlarına satılan 
petrol üzerinde söz sahibi olmak şeklinde özetlenebilecek amaçlarla, en 
az Büyük Orta Doğu Projesi’nin (BOP) kapsadığı dönem olan 50 yıl 
boyunca Irak’tan çıkmayacaktır. 

ABD, dünya ülkelerinden gelen baskıyı azaltmak için Irak’ta ABD–
İsrail–Kürt iş birliği ile demokrasi oturtuluncaya dek (en az 5 yıl) NATO 
ve daha çok da BM çatısı altında bu amacı gerçekleştirmeye çalışacak, 
Irak enerji pastasından pay almak isteyen ülkelere (başta BM Güvenlik 
Konseyi’nde veto hakkına sahip üyelere) çeşitli imtiyazlar sağlayarak ve 
Wolfowitz’in başkanlığındaki Dünya Bankası aracılığıyla sosyo-ekonomik 
kalkınma içerikli programlar ekleyerek BOP’u özellikle BM projesi hâline 
getirmek isteyecek, askerî üsler ve petrol alanlarının güvenliğinin 
sağlanması kapsamında da her zaman belirli sayıda askerî gücü Irak’ta 
tutarak bölgedeki fiziki varlığını hissettirecektir. 

P. Wolfowitz tarafından 2004 yılında yapılan bir açıklama sadece 
ABD’nin Irak’ta kalmaya niyetli olduğunu ortaya koymakla kalmıyor, nasıl 
bir yaklaşıma sahip olunduğunu da gösteriyor: “Irak’ta asker sayımız 
azalacağına asker kaybımız azalsın.” 

11 Eylül olayı ABD’yi politik ve ekonomik yönden ciddi biçimde 
etkilemiştir. Tüm dünya üniformalı ordularını yenecek güçte Soğuk 
Savaş’ın galibi gözüken bir “süper devlet”, bir avuç eylemcinin ABD ve 
dünya finans merkezine yaptığı bir saldırı ile büyük bir güven kaybına 
uğramıştır. 

İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan dünya ekonomik 
sisteminin tek ve anahtar rezerv parası Amerikan doları bu darbeden 
sonra hızlı bir değer kaybı sürecine girmiştir. 

Uluslararası para sistemi dinamikleri içinde gerek bütçe gerekse 
dış ticaret açığını hiçbir kuruluşun denetimine girmeksizin dünya 
ülkelerine finanse ettirebilen ABD, sadece güven üzerine tesis edilmiş 
olan doların değer kaybına, yabancı sermayenin ülkesinden çıkması ve 
dünya devletlerinin döviz rezervlerinin euro’ya dönüşmesi nedeniyle 
engel olamamaya başlamıştır. 

ABD doları, dünya ülkelerinin anahtar rezerv parası olması 
dışında, dünya petrol ticaretinin de yapıldığı tek dövizdir. Bu güvensizlik 
ortamı, ABD’yi güveni tekrar tesis edecek, planlı veya plansız tedbirler 
almaya itmiştir. ABD dolar endeksinin aşağıdaki aylık ve haftalık 
grafiklerinden görüldüğü üzere doların değeri henüz dengelenebilmiş 
değildir. 




Ayrıca, ABD doları karşılığında satılan petrolün uluslararası 
fiyatları da uzun süre 15$ - 25$ arasında seyrettikten sonra hızlı bir artış 
trendine girmiştir. 

Bu süreçte önemli bir değişiklik olarak petrol yerini doğal gaza 
bırakmaya ve daha çok araçlarda yakıt olarak tüketilmeye başlamıştır. 



Dünya genelinde ve ülkeler bazında ulaştırma sektörünün genel enerji 
tüketimindeki payı % 17-% 20’ler düzeyindedir. Ulaştırma sektöründe ise 
metanol, etanol, yakıt pilleri, hatta elektrikli çözümlere henüz uzak 
olunması nedeniyle % 95’leri geçen pay ile petrol hâlâ krallığını 
sürdürmektedir. Bu durum özellikle motorlu araçlara çok düşkün olan 
ABD açısından ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Petrol fiyatlarında 
meydana gelen şok artışların ABD ekonomisine etkisi, bireysel 
harcamaları azaltıcı yönde olmakta, yani bir vergi etkisi yaratmaktadır. 
Ortalama bir Amerikan ailesi yakıt harcamalarını kısmadığı takdirde, 
diğer ihtiyaçları için daha az harcama yapmak zorunda kalmaktadır. Bu 
ise ABD gibi tüketim ekonomilerinin mabedi olan bir ülkede büyük 
iktisadi sorunlara yol açmaktadır. Sonuçta, ABD ekonomisi tekrar eski 
düzenine kavuşana kadar dünya ve bölgemiz düzeninde değişiklikler 
olmaya devam edecek; ABD yeni dünya düzenini tanımlayana kadar da 
bu topraklardan çıkmayacaktır. 

3. Senaryoyu Gerçekçi Kılan Ana Parametreler 

a. Bugün global enerji tüketimindeki payı %39 civarında olan 
petrolün bu egemenliği gözle görülür bir geleceğe kadar devam 
edecektir. 2030’da dünya enerjisinin % 38’ini yine petrol sağlayacaktır. 
Bu süreçte payı ve önemi artacak bir diğer kaynak da doğal gaz olacaktır. 

b. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA)’nın tahminlerine göre petrol 
talebi önümüzdeki 30 sene boyunca dünya genelinde artmaya devam 
edecek; bugün 82 milyon varil/gün civarında seyreden global petrol 
talebi, 2030’da 120 milyon varil/günü geçecektir. İthalata bağımlılığı en 
fazla artacak ülkelerin başta Çin olmak üzere Asya ülkeleri, ardından 
Avrupa ülkeleri olması öngörülüyor. Bu nedenle özellikle Orta Doğu, 
Hazar Bölgesi ve Kafkaslar'ın geniş rezervlerini elinde tutacak gücün 
(veya güçlerin) Çin ve Avrupa'yı kendi iktisadi sistemine iyice bağımlı 
kılacağı tartışılıyor. 

c. Günümüzde bakımsızlık, yatırım ihtiyacı ve siyasi 
istikrarsızlık nedeniyle kapasitesinin altında üretim yapan Irak, 115 
milyar varil ispatlanmış ve 214 milyar varil tahminî rezerv ile aslında, 
OPEC’in fiyatların seyrini tek başına etkileyebilecek üretim gücüne sahip 
üyesi Suudi Arabistan'ı (270 milyar varil rezerv) petrol üretiminde 
geçebilecek tek ülke durumundadır. 

ç. Irak petrolü, dünyanın en ucuza mal edilen petrolüdür. Bu 
çok önemli bir faktördür. Çünkü, dünya genelinde Batı kontrolünde 
ucuza çıkarılabilecek tüm petrol üretilmiş durumdadır. Örneğin, 
hâlihazırda ciddi maliyet riski taşıyan Rus petrol üretiminin artırılabilmesi 
doğrudan yüksek petrol fiyatlarına bağlı kalmaktadır. Irak sahalarında 
varil başına 1 dolar seviyelerinde gezinen üretim maliyeti, ABD 
tarafından petrol fiyatlarını dengelemek üzere stratejik bir ortak olarak 
seçilen Rusya’daki sahalarda 5-10 Dolar civarına ulaşmaktadır. ABD 
ekonomisinde mutlu günlere dönüşün garantisi ucuz Irak petrolü olacaktır. 

d. Bugüne kadar Irak petrol potansiyelinin sadece % 10’u 
keşfedilmiş olup, ülkedeki potansiyel petrol alanlarının % 90’ı henüz 
üretime açılmış değildir. 

e. Çok konuşulan Kerkük bölgesi rezerv miktarı 8,7 milyar varil 
düzeyinde olup, bu rakam Irak toplam rezervlerinin sadece % 7.5’ine 
denk gelmektedir. Oysa Irak rezervlerinin % 80’inden fazlası ülkenin 
güneyinde yer almaktadır. ABD, Kerkük ile dünyayı meşgul ederken 
güneydeki sahaları kendi uzun vadeli enerji arz güvenliği ve stratejik 
açılım amaçlarına hizmet edecek şekilde kullanmanın yollarını 
aramaktadır. Bu uzun vadeli saha geliştirme operasyonu ABD’nin Irak’ta 
kalıcı olacağını kanıtlamaktadır. 

f. Giderek enerjide dışa bağımlılığı artan, petrol ihtiyacının üçte 
ikisini ithalat yoluyla karşılayan ABD, bölge petrol kaynaklarının üretim 
ve taşıma imkânları üzerinde mutlak anlamda kontrol sağlamak 
istemektedir. 

g. Gerçekten, ülke resmî enerji organlarının öngörülerine göre 
2025 yılına kadar ABD’nin doğal gaz tüketimi ikiye katlanırken, LNG 
(sıvılaştırılmış doğal gaz) ithalatı 10 katına çıkacak, petrol ihtiyacı % 33 
ve elektrik talebi ise % 45 oranında artacaktır. 

h. Enerji tüketimini giderek artan oranlarda doğal gaz ile 
karşılayan ABD, gelecekteki enerji ham maddesi tedarik kaynağını 
LNG’ye kaydırmıştır. ABD, 2020 yılında 100 milyar metreküp LNG ithal 
edecektir. LNG için en ciddi kaynak Orta Doğu ülkeleridir. Burada, 
Katar’ın şansı yüksek gözükmekte, İran LNG’sinin Asya ülkelerine 
yönlendirileceği anlaşılmaktadır. ABD piyasası Rusların da ağzını 
sulandırmakta, bu amaçla Kuzey’de Yamal ve Stockhman sahalarında 
LNG ihraç projeleri geliştirilmektedir. Esasen, Irak gazının Türkiye’de 
Ceyhan’da inşa edilecek bir terminal aracılığıyla ABD’ye taşınmasına 
yönelik girişimlerimiz sonuç verirse ABD piyasası için Irak önemli bir 
avantaj yakalayacaktır. Irak’ın 3 trilyon metreküp olduğu tahmin edilen 
doğal gaz potansiyeli de ABD’nin askerî varlığını devam ettirmesi 
bakımından önemli bir itici güç olarak karşımıza çıkmaktadır. 

ı. Bu anlamda, Saddam'ın Kuveyt'i işgal edip bu ülkenin petrol 
zenginliğini kontrol etmek istemesi ile, bugün ABD'nin Irak'ı işgal edip 
özellikle Kerkük'ü hedef alan oyunlar içine girmesi arasında, temelde 
hiçbir fark olmadığı görülmektedir. ABD, kısa ve orta vadede en azından 
Kerkük petrollerinin kontrolünü ele geçirerek, ulusal enerji sorununu 
çözecek, Amerikan ekonomisini rahatlatacak ve petrol fiyatlarının 
maniple edilmesinde Suudiler gibi dolaylı bir araç yerine direkt bir araca 
kavuşacaktır. Ayrıca yönetimin yeni dış politika açılımları yapmasına, 
Irak'ın kuzeyindeki Kürt siyasal oluşumunun finanse edilerek ayakta 
tutulmasına, OPEC’in gücünün azaltılmasına, Orta Doğu’daki en büyük 
müttefiki İsrail'in Rusya’ya bağımlı petrol ithalatının Musul–Hayfa boru 
hattı seçeneği ile çözümlenmesine de hizmet edecektir. 

i. OPEC ülkelerinin petrolü euro üzerinden satma tehdidini 
sürekli ensesinde hisseden ABD, Irak rezervlerini, Körfez Krizi’nden 
sonra daha net şekilde uydu ülke konumuna geçen Kuveyt rezervleri ile 
birlikte değerlendirmek isteyecek; bu sayede dünya petrol rezervlerinin 
yaklaşık % 20’sini kontrol ederek, ki Suudi rezervlerine eşit bir miktardır, 
OPEC’in Arap üyeleri üzerinde baskı kuracak ve ödemelerin ABD doları 
üzerinden yapılmasını garanti altına almaya çalışacaktır. Suudi Prensi ile 
Bush’un birlikte el ele çekilen fotoğrafı, hem Suudilerin füzelerden 
kurtulma yolunda olduğunun hem de Suudilerin desteğiyle petrol–dolar 
bağlantısının eski günlerdeki gibi kurulacağının işareti gibidir. Belki de 
Usame Bin Ladin teslim edilmek üzeredir, hatta çoktan adrese 
ulaştırılmıştır. 

j. Irak’a yerleşmiş ve Kuveyt sahalarına da göz dikmiş bulunan 
ABD, bu sayede Suudiler tarafından yıllardır petrol şirketlerine 
açılmayan büyük petrol sahalarının üretime alınmasını kolaylaştıracak 
yasal değişiklikler yapılmasını da zorlayacaktır. Esasen BOP, OPEC’in 
sonunu getirecek etkiler yaratabilecektir. 

k. Musul–Hayfa boru hattı canlandırılmak ve İsrail oyuna aktif 
şekilde dâhil edilmek istenmektedir. Bu hattın gerek mevcut Irak-Türkiye 
veya Kerkük-Ceyhan (ITP) boru hattı nedeniyle Türkiye ile ilişkileri 
zedeleme ihtimali, gerekse İsrail ile ülkemizi karşı karşıya getirme 
potansiyeli vardır. Yine bu hat sayesinde Basra Körfezi–Süveyş Kanalı 
egemenliğine de son verilecek, Orta Doğu petrolü İsrail kontrolünde 
Akdeniz’e açılacaktır. 

l. Türkiye, I. Körfez Krizi’nden bu yana ITP hattının düzgün 
işletilememesinden dolayı büyük zarara uğramıştır. Son savaş ve 
devamında hattımız neredeyse günlük ve rutine bağlanmış izlenimi 
veren sabotajlara maruz kalmıştır. Üstelik hattın güvenliği konusunda 
yapılan iş birliği tekliflerimiz sürekli cevapsız bırakılmıştır. Son dönemde 
gerçekleştirilen saldırı ve sabotajlar tamiri oldukça güç noktalara 
gerçekleştirilmekte, Irak petrolünün ITP hattından ihracatı mümkün 
olamamaktadır. Kerkük bölgesi petrollerinin kontrolünü ABD yardımıyla 
ele geçireceği anlaşılan Kürtler kullanılarak Musul-Hayfa hattının 
gündemde tutulacağı, hatta bir adım daha ileri gidersek; Türkiye–ABD 
ilişkilerinin önümüzdeki 2 yıl içinde düzeltilememesi durumunda en 
önemli şantaj malzemesi hâline geleceği düşünülmektedir. Türkiye 
tarafından istekleri yerine getirilmeyen ABD, ITP hattının kuşkusuz kısa 
vadede (ITP anlaşmasının sona ereceği 2007 Temmuz’una kadar) Irak 
petrolü taşımaması için elinden gelen her şeyi yapacak ve Musul-Hayfa 
seçeneğini isteklerin karşılanma düzeyine göre bir ısıtıp bir soğutacaktır. 
Ancak, her durumda Irak’ta kalıcı olacağı anlaşılan ABD, en büyük 
müttefiki İsrail’i bölgedeki denge oyununda bir adım öne geçirecek olan 
bu hattı, bizzat BOP’u tasarlayan Yahudi kökenli danışmanlar ekibinin 
baskısıyla orta vadede devreye alacaktır. 

m. Irak’ta güvenliğin tesisinden sonra karşımıza çıkacak en önemli gelişme, Saddam döneminde, muhtemelen ABD’ye karşı BM kanalıyla güvenlik şemsiyesi oluşturmak maksadıyla BM Güvenlik Konseyi üyesi ülkelere ait firmalara verilen üretim paylaşım kontratlarının gündeme gelmesi olacaktır. Bilindiği gibi, bu kontratlar başta Rusya, Fransa, Çin gibi ülkelere verilmiştir. Yine bu döneme ait dış borçların büyük bir kısmı ABD tarafından “odious debt” yani illegal bir devletin borcu şeklinde gösterilerek sildirilmiştir. Bu konuda en ağır fatura 9-12 
milyar $ alacağı bulunan Rusya’ya çıkartılmış bulunuyor. Esasen, eski 
döneme ait üretim-paylaşım kontratlarının da aynı mantıkla geçersiz 
sayılması gerekir. Zamanı geldiğinde bu esasa dayalı ama o zamanki 
menfaatlere göre çok ilginç bir paylaşım yarışı söz konusu olacaktır. Her 
ne kadar, eski devirlerdeki imtiyaz anlaşmaları yerini gelirin büyük bir 
kısmının devlete bırakıldığı üretim-paylaşım anlaşmalarına bırakmışsa 
da, hatırı sayılır bir gelirin paylaşımı meselesi ciddi bir kapışmaya gebedir. Böylesine bir ortamdan pay almak için Türkiye’nin de bugünden 
gerekli hazırlıkları yapması göz ardı edilemeyecek stratejik bir konudur. 

Kuşkusuz, tüm bunlar ABD açısından küçümsenecek kazanımlar değildir. Ayrıca, ABD'nin muhtemel kazanımlarının sadece bunlarla sınırlı kalmayacağını da ifade etmek gerekir. 

Bu noktada, piyon olmaktan çıkıp oyuncu olacak kapasite ve donanıma sahip Türkiye’nin, özellikle boru hattı politikalarında bu gerçekleri göz önünde bulundurması, kısır döngüyü kıracak iyi dizayn edilmiş stratejiler ve yeni açılımlar geliştirmesi, enerji gibi uzun vadeli hedef ve planların senkronize işletilmesi gereken hassas bir alanda tepkilerini anlık olmaktan kurtarması, daha makro bir bakışla süreci aktif olarak yönlendirmesi çok ciddi bir zorunluluk olarak önümüzde durmaktadır. ABD, Irak’tan çıkmayacaktır; yakın komşularımız da bu girdaba kapılmak üzeredir. Türkiye, bu sürecin olumsuz etkilerini 
minimize edecek tek bölge ülkesidir. 

KAYNAKLAR: 

BİROL, Fatih , “Küresel Enerji Talebi:Uzun Vadeli Bir Bakış”, Enerji 
Politikaları ve Planlama, Dünya Enerji Konseyi Türkiye 7. Enerji 
Kongresi Ankara, 3-8 Kasım,1997, s. 1-6. 

BOROMBAEVA, E.,“ABD’nin Irak ve Orta Doğu Politikası”, AÜ SBF, 
Doktora Dersi İçin Hazırlanan Not. 

BP (2004), Statistical Review of World Energy, June, London. 

ENERGY INFORMATION ADMINISTRATION (EIA), Country 
Reports, (www.eia.doe.gov)“Iraq”, “OPEC”, “Russia”, “Iran”. 

IIASA/WEC Global Energy Perspectives, N. NAKICENOVIC, A. 
GRUBLER ve A. McDONALD (Eds.), International Institute for 
Applied System Analysis (IIASA) and World Energy Council (WEC), 
Cambridge University Press.,1998 

IMBODEN, D. M. ve C.C. JAEGER (1999), “Towards a Sustainable 
Energy Future”, OECD Energy: The Next Fifty Years, OECD Pub., 
Paris: 63-94. 

International Energy Agency (IEA) 

World Energy Outlook, Paris: OECD/IEA. 

World Energy Outlook-1998 Edition, OECD/IEA Pub., Paris. 

Caspian Oil and Gas-The Supply Potential of Central Asia and 
Transcaucasia, OECD/IEA Pub., Paris. 

World Energy Outlook: Assessing Today’s Supplies to Fuel 
Tomorrow’s Growth, 2001 Insights, OECD/IEA Pub., Paris. 

World Energy Outlook, Paris: OECD/IEA. 

World Energy Outlook, Paris: OECD/IEA. 

World Energy Outlook, Paris: OECD/IEA. 

NELAN, B. (1998), “The Great Oil Grab”, TIME, June 29. 

PALA, Cenk, 20. Yüzyılın Şeytan Üçgeni: ABD-Petrol-Dolar: Petrol 
Krizlerinin Perde Arkası, Kavram Yayınları, İstanbul. 

“21. Yüzyıl Dünya Enerji Dengesinde Petrolün ve Hazar Petrollerinin 
Yeri ve Önemi”, PetroGas, Sayı 11, Mart-Nisan, Ankara: 20-5. 2000 a 
“Boru Hattı Taşımacılığının Geleceği ve Türk Boğazları’nın 
Durumu”, SDD Dergisi, Sayı 15, Ocak, İstanbul. 

2000b “Kafkasya Boru Hattı Oyununda Yeni Perde: Rusya ve İran’ın 
Muhtemel Tepkileri Üzerine Bir Deneme”, İşletme ve Finans, Sayı 
171, Haziran, Ankara: 38-49. 

2001a “Boru Hattı Oyununda Bitmeyen Senfoni: Hazar’ın Hukuki 
Statüsü”, PetroGas, Sayı: 23, Mayıs-Haziran, Ankara: 43-8. 

2001b “Afganistan Savaşı’nın Hazar Boru Hattı Projelerine Etkisi: 
Kırmızı Kalem Bu Kez Kimin Elinde”, PetroGas, Sayı 26, Kasım-
Aralık, Ankara: 38-43. 

2001c, Sanayileşme Sürecinde Enerjinin Yeri ve Önemi, 
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Hacettepe Üniversitesi Sosyal 
Bilimler Enstitüsü İktisat Bölümü, 25 Ocak, Ankara. 

PALA, C. ve ENGÜR, E. 

1998a “Petrol ve Doğal Gaz Boru Hatlarının Bugünü, Geleceği ve 
Türkiye’nin Genel Stratejisi”, Enerji Dünyası, Dünya Enerji Konseyi 
Türk Milli Komitesi Bülteni, Türkiye Cumhuriyeti’nin 75. Yılı ve 
Enerji, Sayı 20, Ekim, Ankara: 13-5. 

1998b “Kafkasya Petrolleri: 21. Yüzyılın Eşiğinde Hazar Havzası ve 
Türkiye”, İşletme ve Finans, Sayı 152, Kasım, Ankara: 21-39. 

THE ECONOMIST 
“Environmental Scares: Plenty of Gloom”, 20 December: 21-3. 

“A Caspian Gamble”, A Survey of Central Asia, Feb. 7. 

“Cheap Oil:The Next Shock?”, 6-12 March :21-3. 

WALSH, C. (1999), “Oil Security Remaining Focus of U.S. Military 
Policy”, Dow Jones, Sept. 3. 

WEC (1996), Yarının Dünyası İçin Enerji, World Energy Council, Ankara. 

KÖNİ, Hasan (2005); “Ekonomik Güvenlik, Uluslararası İlişkiler ve 
Türkiye”, Uluslararası Çatışma Alanları ve Türkiye’nin Güvenliği, 
Editör, Gamze Güngörmüş Kona, IQ Yayınları, İstanbul, ss. 391-401. 

ITC-Interactive Trade Map, 2004 

ÖZCAN, Gencer (2004), “Doksanlı Yıllar Boyunca ABD’nin Orta 
Doğu’da Değişen Konumu”, Editör, Fulya Atacan, Değişen 
Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Orta Doğu, Bağlam Yayınları, 
İstanbul, ss. 349-377 

ÖZTÜRK, Osman Metin (2005), “ABD, Büyük Orta Doğu Projesi ve 
Türkiye”, Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Yorum Mart Ayı Bülteni, ss. 6-8 

STANSFIELD, Gareth R.V. “Çarpışan Milliyetçilikler ve Irak 
Devleti’nin Çöküşü, Editör, Fulya Atacan, Değişen Toplumlar 
Değişmeyen Siyaset: Orta Doğu, Bağlam Yayınları, İstanbul, ss. 181-
191. 

The Economist Intelligence Unit, 2003 Country Report, (Iraq) 

The World Factbook 2003, CIA 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005 BÖLÜM 1



ABD Iraktan Çikis Senaryolari HARP AKADEMİSİ RAPORU Olasi Etkileri Tedbirler 2005. BÖLÜM 1




ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARI BÖLGEYE OLASI ETKİLERİ VE TÜRKİYE’NİN ALMASI GEREKEN TEDBİRLER SEMPOZYUMU 


Harp Akademileri Basım Evi 
Yenilevent – İstanbul 2006 



T.C GENELKURMAY BAŞKANLIĞI 
HARP AKADEMİLERİ KOMUTANLIĞI 
STRATEJİK ARAŞTIRMALAR ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ 
YENİLEVENT/İSTANBUL 


İÇİNDEKİLER 
BİRİNCİ OTURUM 

1. Irak’ın Orta Doğu’daki Jeopolitik Konumunu ve Dünya Siyasal Düzlemindeki 

Yeri Dikkate Alınarak, ABD’nin Irak’tan Çıkıp Çıkmayacağının Senaryolar 

Dâhilinde Değerlendirilmesi ................................................... 1 

2. Irak’ın Enerji Kaynaklarını Dikkate Alarak, ABD’nin Irak’tan Çıkıp 

Çıkmayacağının, Senaryolar Dâhilinde Değerlendirilmesi .......... 9 

3. ABD Stratejileri Işığında Irak’ta Dinî ve Etnik Çelişkiler ......... 27 

4. ABD'nin Irak'tan Çıkış Senaryolarının Ekonomik Açıdan 

Değerlendirilmesi ............................................. 41 

5..ABD’nin Irak’tan Çıkış Senaryolarının Askerî Boyutuyla Ele Alınması ..... 59 

İKİNCİ OTURUM 

1.Belirtilen Bu Değerlendirmeler ve ABD’nin Dinamikleri Işığında 

ABD’nin, Öncelik Sırasına Göre Irak’tan Çıkış Senaryoları Neler Olabilir? ....... 71 

2. ABD’nin Irak’tan Çıkış Senaryolarının Yeni Dünya Düzenine Etkileri .......... 87 

3. Irak Türkmenleri ve Mart 2003 Savaşından Sonraki Durumlarının 

İncelenmesi ...................................................... 91 

4. Muhtemel Senaryolar Dâhilinde Avrupa Birliği Perspektifinde Almanya 

ve Fransa’nın İncelenmesi ................................ 105 

5. ABD’nin Irak’tan Çıkış Senaryolarının Türkiye Açısından Değerlendirilmesi 

ve Bu BağlamdaTürkiye’nin Geliştirmesi Gereken Stratejiler ............... 115 

ÜÇÜNCÜ OTURUM 

1. ABD’nin Irak’tan Çekilme Senaryoları ve Bu Kapsamda Çin, 

Rusya ve Japonya’nın Politikaları ....................... 125 

2. Muhtemel Çıkış Senaryolarının Irak’ın Toprak Bütünlüğü Açısından 
Değerlendirilmesi ve Bu Konuda Türkiye’nin Alması Gereken Tedbirler ........ 135 

3. Muhtemel Senaryolar Dâhilinde Türkiye ve Bölge Ülkeleri İle ABD 

Arasında İş Birliğinin Sürdürülebilmesı İçin Alınması Gereken Tedbirler ........ 147 

4. ABD’nin Irak’tan Muhtemel Çıkış Senaryoları ve Bölgede Meydana 
Getirebileceği Sonuçların U/A Harp ve Harekât Hukuku Açısından 
Değerlendirilmesi ........................... 157 


IRAK’IN ORTA DOĞU’DAKİ JEOPOLİTİK KONUMUNU VE DÜNYA SİYASAL DÜZLEMİNDEKİ YERİ DİKKATE ALINARAK, ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIP ÇIKMAYACAĞININ SENARYOLAR DÂHİLİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ 

Yazan: Dr.Kur.Kd.Alb. Ahmet KÜÇÜKŞAHİN 

1. Irak’ın Tarihi 

Resmî adı “Irak Cumhuriyeti” olan ve Arapça’da “El-cumhuriyetü’l 
Irakıye” olarak ifade edilen Irak, Türkiye’nin güneyinde bulunan bir Orta 
Doğu ülkesidir. Kuzeyinde Türkiye, doğusunda İran, güneydoğusunda 
Basra Körfezi ve Kuveyt, güneyinde Suudi Arabistan, batısında Ürdün ve 
Suriye ile çevrilidir. 

Irak, fiziki yapı bakımından genelde dört bölgeye ayrılır. Bunlar; 
kuzey ve kuzeydoğuyu kaplayan dağlık bölge, bu bölgenin güneyinde 
yer alan Basra Körfezi kıyısındaki bataklıklar, güney ve batıdaki çöllerle 
sınırlanmış olan Mezopotamya arazisi ve Ürdün–Suudi Arabistan–
Güney Suriye sınırlarına yakın bölgelerden başlayarak komşu ülkelerin 
içlerine doğru uzanan step ve çöllerdir. Ülkenin en büyük platosu 
kuzeyde bulunan Cezire’dir. Kuzeydeki Zagros Dağları kesimi, Irak’ın en 
yüksek bölgesidir. Dicle Nehri ve kolları, Fırat Nehri Irak ve 
Mezopotamya’nın hayat kaynağıdır. 

Dünyanın bu bölgesinden tarih boyunca büyük medeniyetler gelip 
geçmiştir. Milattan önceki devirlerde Sümerler, Akatlar ve Asurlular bu 
topraklarda yaşamışlar ve medeniyetler kurmuşlardır. Bu yöre halkı 
İslamiyeti, 633-642 yıllarında (1’inci halife Hz. Ebubekir zamanında) 
kabul etmiştir. Mezopotamya'nın en eski ve en önemli şehri olan Bağdat, 
Emeviler ve Abbasiler devrinde önemli ticaret ve kültür merkezi hâline 
gelmiştir. Abbasiler, bu topraklar üzerinde 750-1258 yıllarında büyük bir 
İslam devleti kurmuşlar ve Bağdat'ı başkent yaparak istikrarlı bir devir 
sürmüşler ve büyük bir medeniyet yaratmışlardır. Ancak 1258’de Moğol 
istilasına uğrayan Bağdat tamamen yakılıp yıkılmıştır. Daha sonra 
Akkoyunlular (1444-1467) ve Safeviler (1499-1508) bu topraklara 
hükmetmişlerse de 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından 
zapt edilerek Türk toprağı hâline getirilmiştir. 384 yıl, bir Osmanlı eyaleti 
olarak yönetilen bu topraklar, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı 
Devleti’nin yenilmesi üzerine 1918 yılında Osmanlı'dan kopmuştur. 1920 
yılında San Remo Konferansı’nda İngiliz mandasına bırakılmıştır. Bu 
topraklarda istikrarlı, devamlı bir devlet kurulamamış gelip geçenin 
elinde kalmıştır. Denilebilir ki bu topraklarda yaşayan insanlar huzuru 
Osmanlı döneminde görmüşlerdir. Yüzyıllarca Osmanlı toprağı olarak 
kalan yörede çok miktarda Türk soyundan gelen insan yaşamaktadır. 

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı toprağı olmaktan çıkan 
bölgede, bir İngiliz ve bir Fransız subay Kahire'de bugünkü Irak 
Devleti’nin sınırlarını çizmişler, "Irak" ismini de İngilizler koymuştur. 

İngiliz mandasındaki Irak 1932 yılında bağımsızlığa kavuşmuş, 
1958 yılında da cumhuriyet ilan edilmiştir. 1979-2003 yılları arasında 
Saddam Hüseyin yönetimindeki BAAS partisi tarafından yönetilmiştir. 
Saddam yönetimindeki Irak 1980-1988 yılları arasında sekiz yıl süre ile 
komşusu İran ile savaşmış, 1990 yılında ise Kuveyt'i işgal etmiştir. 
ABD’nin önderliğinde 1991 Ocak ve Şubat aylarında gerçekleştirilen 
silahlı operasyonla Saddam Hüseyin, Kuveyt'ten çıkarılmıştır. Birleşmiş 
Milletler bu olay sebebiyle Irak'a ambargo uygulamaya başlamıştır. Bu 
olayı salt Irak kuvvetlerinin Kuveyt’ten çıkartılması olarak görmekten 
ziyade, Irak’ın artan jeopolitik değerinin bir sonucu olarak yorumlamamız 
gerekir. Keza, üzerinde yaşadığımız dünyada kaynaklar eşit dağıtılmamıştır. Kaynaklar varlığın, dirliğin ve iriliğin ölçüsüdür. Bu sebeple stratejik kaynaklara sahip olmak ülkelerin varlık ya da yokluk sorunu olarak değerlendirilmektedir. 

Dikkat edilirse dünyada çatışma, kriz, vuruşma ya da diplomatik 
bir lisanla ifade edersek istikrarsızlığın yoğun olarak yaşandığı yöreler; 
aynı zamanda stratejik kaynaklar bakımından da zengin olan bölgelerdir. 

2. Jeopolitik Nedir? 

Jeopolitik, coğrafyanın politikaya verdiği yöndür. Bir başka deyişle, 
bir ülkenin arz üzerinde işgal ettiği konum dolayısıyla sahip olduğu 
askerî, siyasi ve ekonomik önemidir. Jeopolitik için, siyasi coğrafyanın 
beşeri değerlerle aktif hâle gelmesidir de diyebiliriz. 

Jeopolitik, geliştirilecek her türden dış ilişkide bilimsel ve 
vazgeçilmez bir unsur hüviyetindedir. Millî, evrensel ya da bölgesel 
olarak üretilecek her türden politikanın jeopolitik temellere 
dayandırılması şarttır. Nasıl ki zemini olmayan bir binanın geleceği 
olmazsa, jeopolitik duyarlılığı bulunmayan bir politikanın da geçerliliği 
olmayacaktır. 

Sosyal bilimlerde stratejik konum (coğrafya) ile toplum arasında 
yakın bir ilişkinin bulunduğu, çok eski zamanlardan bu yana ileri 
sürülmektedir. Bazı düşünürler, her konumun orada oturan insan 
topluluklarını "iyi ve fena" kılmak hususunda eşit olmadığını ileri sürerler. 
Diğer yandan tarih; toprakların çölleşmesinin, ormanların yok olmasının, 
madenlerin tükenmesinin, ticaret yollarının değişmesinin; toplumların 
kaderleri üzerinde hayati derecede önemli değişiklikler meydana 
getirdiğini yazmaktadır. 

Başarının temeli uygun yer, uygun zaman, uygun kaynak üçlüsü 
üzerine kuruludur. Bu üç faktör uygun politikalarla birleşince zafer üretir. 
Bu bakımdan bir ülkenin politik yeri ya da stratejik konumu, o ülkeyi 
emperyalist arzuların hedefi yapar ya da önemsiz kılar. Özetle bir 
ülkenin jeopolitiği ve jeostratejik yeri o ülkenin hem en büyük avantajı 
hem de başının belası olabilir. 

Örneğin, Türkiye'de bazı entelektüel kişiler zannetmektedir ki 
ülkede demokrasi, insan haklarına saygı, hukukun üstünlüğü ve fikir 
özgürlüğünün yeterli olmaması birtakım güçlerin Türkiye aleyhtarı 
politika izlemelerine neden olmaktadır. Bu tümüyle saf bir anlayıştır. 
Silahsızlanma, İran ve Irak için dayatılırken İsrail için dayatılmamakta, 
İnsan Hakları Çin ile ilgili bir mesele iken Suudi Arabistan için 
önemsenmemekte, petrol sahibi Kuveytlilere yönelik saldırıların önü 
büyük ölçüde kesilir iken, petrol sahibi olmayan Boşnaklara karşı yapılan 
saldırılar onları hiç ilgilendirmemektedir. Bugün ABD’nin Irak’a 
demokrasi götürme söyleminin altında, Irak’ın gittikçe artan jeopolitik 
önemi yatmaktadır. 

Osmanlı Devleti'nin yıkılışından günümüze Orta Doğu’da savaş 
hiç bitmemiş, sadece savaşan ülkeler ve bölgeler değişmiştir. Orta 
Doğu, dünyanın en jeopolitik ve jeostratejik bölgesidir. Orta Doğu’ya 
hâkim olan, Kafkasya, Orta Asya ve Anadolu gibi yerleri de kontrol etmiş 
olur. Hatta dünya hâkimiyeti Orta Doğu’dan geçer demek daha doğru olur. 

3. Irak’ın Jeopolitik ve Jeostratejik Önemi 

a. Orta Asya’dan Hazar Denizi güneyini kullanarak batıya doğru 
yapılan göçler esnasında Mezopotamya bölgesi kullanılmıştır. Göçlerde 
kullanılan güzergahlar; Orta Asya–Hazar güneyi–Yukarı Mezopotamya–
Anadolu ile Orta Asya–Hazar güneyi–Aşağı Mezopotamya–Lübnan veya 
Arabistan Yarımadası güzergâhlarıdır. Özellikle Anadolu’ya yapılan 
göçler esnasında güneyde Irak coğrafyası kullanılmıştır. Zaten Orta 
Doğu coğrafyasında Türklerin yaşadıkları bölgeler ortaya konulduğunda 
göç yolları ortaya çıkacaktır. Çünkü bu yollar üzerindeki kritik kesimler, 
ya yerleşime elverişli olduğu ve beğenildiği için göç etmekte olan Türkler 
tarafından iskân bölgesi olarak seçilmiş veya göç yolunun emniyeti 
açısından bir kısım Türkler bu bölgelerde iskân ettirilmiştir. Irak 
coğrafyasında mevcut olan Türklerin bulunduğu bölgeler ortaya 
konduğunda bu coğrafyanın Orta Asya–Afrika ve Orta Asya–Avrupa göç 
yolu üzerinde bulunan önemli bir geçiş güzergâhı olduğu görülecektir. 


Kaynak:CIA World Factbook 

b. Türkiye, Irak, Suriye, Ürdün, İsrail ve Arabistan Yarımadası 
birlikte düşünüldüğünde, bu coğrafya Eski Dünya’nın merkezini 
oluşturmakta, bu konumu ile Afrika kıtasından Orta ve Doğu Asya’ya, 
Avrupa’dan Orta Asya’ya uzanan kara yollarını üzerinde bulundurduğu 
gibi, Süveyş Kanalı ile Akdeniz’i Hint Okyanusu’na, Türk Boğazları ile de 
Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan su yollarını üzerinde bulundurmaktadır. 
Sadece Irak ile Türkiye birlikte düşünüldüğünde bu bölge Asya, Avrupa 
ve Afrika kıtaları arasında tek geçiş bölgesi durumundadır. Bu açıdan 
bakıldığında oldukça önemli bir jeopolitik konuma sahiptir. 

c. Müslümanlığın doğuş yeri Arabistan Yarımadasıdır. 
Müslümanların peygamberi de bir Arap’tır. Bu nedenle Müslümanlık 
başlangıçta özellikle Araplar arasında yayılmış ve bilahare diğer 
kavimlere doğru yayılmıştır. Bu arada Hz. Muhammet’in ölümünden 
sonra Müslümanlıkta çeşitli mezhepler türemiştir. Sünni olarak ifade 
edilen Hanefilik Türkler arasında, Malikilik Mısır, Tunus, Sudan ve bazı 
Afrika ülkelerinde, Şafiilik Mısır, Doğu Anadolu, Kafkasya, Filipinler, 

Seylan, Endonezya adalarında ve azınlık hâlinde İran’da, Hambelilik 
(Vehhabiliği aynı sayarsak) Suudi Arabistan’da, Şii olarak ifade edilen 
Caferilik ise İran’da taraftar bularak yayılmıştır. Bu kapsamda İran 
nüfusunun % 89’u Şii, % 9’u Sünni, buna karşılık Irak nüfusunun % 57’si 
Şii, % 43’ü Sünni’dir. Batıya doğru gidildiğinde Suriye halkının % 77’si 
Sünni, % 11’i Şii, Ürdün halkının % 95’i Sünni, Kuveyt halkının ise % 
59,5’i Sünni, % 25,5’i Şii’dir. Görüldüğü üzere Sünnilikten Şiiliğe geçişin 
yaşandığı ülke Irak’tır. Keza bu farklılık Irak halkı üzerindeki ayrımlardan 
en büyüğünü oluşturmaktadır. 


ç. Araplar, Arabistan merkez olmak üzere Orta Doğu ve Kuzey 
Afrika’da; Farslar, İran coğrafyasında yaşarlar iken Hazar Denizi’nin 
güney ve doğusunda yaşayan Türklerin bir bölümü batıya doğru göç 
ederek Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Bugün itibariyle Araplar Irak ve 
batısında, Farslar Irak’ın doğusunda, Türkler ise Hazar denizi güney ve 
doğusu ile Anadolu’da yaşamaktadırlar. Irak coğrafyası bu üç kavimin 
orta noktasında bulunmaktadır. Bu bağlamda Irak coğrafyası, bu üç 
milletin kesişme noktasını veya ayrışma noktasını oluşturmaktadır. 


Kaynak:CIA World Factbook 

d. Irak, dünyada petrolün en ucuz üretildiği bölgedir. Bir varil 
petrol Meksika Körfezi’nde 13 dolara, Rusya’da 5-10 dolara, Kuzey 
Denizi’nde 12-16 dolara, ABD’de 20 dolara, Suudi Arabistan’da 1,5 
dolara mal olurken; Irak’ta 1 dolara mal olmaktadır. Ayrıca dünya petrol 
rezervlerinin büyük bölümü (214 milyar tahminî rezerv) de Irak’ta 
bulunmaktadır. Bu bağlamda Irak’ı petrol coğrafyasının merkezi olarak 
nitelemek fazla abartılı olmayacaktır. 


Kaynak:CIA World Factbook 

e. Irak coğrafyası Mezopotamya topraklarının büyük bölümünü 
bünyesinde bulundurmaktadır. Gerek medeniyetler tarihi ve gerekse 
dinler tarihi açısından Irak’ın özel bir yeri vardır. Sümerler, Akatlar ve 
Asurlular bu topraklarda yaşamışlar ve medeniyetler kurmuşlardır. 
Selçuklu ve Osmanlı döneminde de Türklerin ilgisi buradan 
ayrılmamıştır. Irak; özellikle Mezopotamya, tarihî derinliği olan bir 
bölgedir. Petrolün varlığının keşfedilmesinden sonra bu bölgeye ilgi 
duyan ülkeler arasına İngilizler, Almanlar, Fransızlar ve bilahare 
Amerikalılar da girmişlerdir. 

f. Irak’ı, ABD’nin stratejik müttefiki İsrail ile birlikte 
düşündüğümüz zaman ayrı bir siyasal önemi vardır. Irak halkı arasında 
var olduğu ifade edilen Yahudi kökenli vatandaşlar ve de özellikle Kürtler 
büyük bir önem arz etmektedir. Bunların Irak içerisinde etkin hâle 
gelmeleriyle birlikte bir Irak-İsrail yakınlaşması sağlanabilir, bu yakınlık 
İsrail’in kendini bölgede daha güvenli hissetmesi sonucunu doğurabilir. 

g. Genişletilmiş Orta Doğu Projesi açısından baktığımız zaman 
Irak, projenin tam ortasında yer alan bir konuma sahiptir. Irak’ın, proje 
kapsamında arzu edilen seviyeye getirilmesi durumunda bu merkez 
noktadan batıya veya doğuya doğru projenin geliştirilmesi imkânı elde 
edilmiş olunacaktır. 



Kaynak:CIA World Factbook 

ğ. Kara hâkimiyet teorisyenlerinden Spykman, ileri sürdüğü 
Kenar Kuşak Teorisi ile dünya adasına hâkimiyetin, merkez bölgesini 
çeviren, kaynak ve imkânları daha geniş olan kenar kuşağa hâkimiyet ile 
mümkün olacağını ifade eder. Bu dış kuşak; Avrupa, Türkiye, Irak, İran, 
Pakistan, Afganistan, Hindistan, Çin, Kore ve Doğu Sibirya'dır. 
Dolayısıyla Irak bu teori içerisinde yer bulan ülkelerden birisidir. 

Sonuç olarak, Irak’ın Orta Doğu’daki jeopolitik konumu ve dünya 
siyasal düzlemindeki yeri dikkate alındığında; ABD’nin, Genişletilmiş 
Orta Doğu Projesi gerçekleşene kadar, 2003 yılında girdiği Irak’tan 
çıkmayacağı değerlendirilmektedir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

11 Kasım 2018 Pazar

Trump-Avrupa Birliği ve İsrail-Filistin Uyuşmazlığı.

Trump-Avrupa Birliği ve İsrail-Filistin  Uyuşmazlığı.


21.09.2018 
Taylan Özgür Kaya

ABD Başkanı Donald Trump’ın son dönemde izlediği politikalar neticesinde ikili ticari ilişkiler, İran ile yapılan nükleer anlaşma gibi meselelerde ABD ve AB (Avrupa Birliği) arasında yaşanan ayrışma Trump’ın Kudüs’ü İsrail Devletinin başkenti olarak tanıma ve Tel Aviv’deki ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı sonrasında yeni bir boyut kazanmıştır. 

Batı Avrupalı devletlerin o dönemki ismiyle Avrupa Topluluğu (AT) çerçevesinde Arap-İsrail ya da İsrail-Filistin Uyuşmazlığının çözümüne yönelik ortak bir politika geliştirmeye başladığı 1970’li yılların başlarından itibaren AB ve ABD’nin sorunun çözümüne yönelik politikaları bazı dönemlerde tam bir uyum içindeyken bazı dönemlerde de ayrışmıştır. Trump’ın son Kudüs kararı sonrasında AB’nin Kudüs’ün statüsünün tek taraflı olarak değiştirilmesine karşı koymuş olduğu tavır ve Kudüs’ün hem Filistin hem de İsrail devletinin başkenti olacağına dayalı iki devletli çözüme olan bağlılığı iki aktörün uyuşmazlığa yönelik yaklaşımlarındaki yeni bir ayrışmayı gözler önüne sermiştir. 

Bu çalışma, 1970’li yılların başlarında bu yana her iki aktörün sorunun çözümüne yönelik yaklaşımlarındaki benzerlik ve ayrışmaları göz önüne seren bir analiz sunmayı amaçlamaktadır. İlk bölümde 1970’li ve 1980’li yıllarda Batı Avrupalı devletlerin AT çerçevesinde ABD’den bağımsız ortak bir politika hatta 1980’lerin başında barış inisiyatifi geliştirme çabaları ve ABD, İsrail ve Arapların buna yönelik tepkileri ele alınacaktır. 

İkinci bölümde 1990’lı yıllarda Madrid Konferansı ile başlayan barış süreci ve 2000’li yıllarda Orta Doğu Dörtlüsünün oluşturulması ile AB ile ABD’nin soruna yönelik yaklaşımlarındaki yakınlaşma ele alıcaktır. 

Son bölümde ise Trump’ın Kudüs kararı sonrasında Birlik ve ABD arasındaki ayrışma ve bunun Orta Doğu’da halen askıda bulunan barış sürecinin geleceğini nasıl etkileyeceği üzerinde durulacaktır.

http://orsam.org.tr/tr/trump-avrupa-birligi-ve-israil-filistin-uyusmazligi/


***

Orduyu Felç Ettiler

Orduyu Felç Ettiler




SERHAN BOLLUK
07.09.2012


Diyelim ki Kaza. İzler öyle gösteriyor.
Ne fark eder?
Görmüyor musunuz? Hiyerarşiyi alt üst ettiler. Ne görev aşkı bıraktılar, ne savaşma azmi.

Türk Ordusu’nun disiplinini, düzenini ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yaptılar.



Kahramanlığı, vatanı için çarpışmayı suç haline getirdiler.
Her an savaşa hazır bulunması gereken bir kurumdan söz ediyoruz.
Ordu’da eğitim aksamış, bakım-onarım doğru düzgün yapılmamış, ne ki.
Artık bayrağı korumak için “indirilmesi normaldir” diyen komutanlar var!



Türkiye’yi ne yapacaksınız?
Halının altına mı saklayacaksınız?..
Neyle yaptılar bütün bunları?

Ergenekon’la, Balyoz’la ve daha bilmem ne belayla...
İktidarın ellerine 25 Mehmetçiğin kanı daha bulaştı.

Suç büyük, çok büyük.
Cezası da öyle olacak.

aydinlikgazete





***

Türkiye bu Gidişle Sapıklar Cenneti olacak.

Türkiye bu Gidişle Sapıklar Cenneti olacak.


10 Eylül 2012



Türkiye bu gidişle Sapıklar cenneti olacak.

CHP Milletvekillerinden bazılarının, " Peygamber'in hayatını öğretince ne olacak, millet aya giderken bu eğitim sistemiyle ancak amele yetişir" dediğini 
savunan Erdoğan, "Ya bugüne kadar Siyer-i Nebi yoktu da kaç tane gönderdiniz aya?" dedi.

.../...

...Kur'an'ı yasakladı, ezanı yasakladı. Türkçe okunacak dedi ama millet Demokrat Parti'yle inancına yapılan bu saldırıyı geri devşirdi. Onlar kısa bir 
süre de olsa 'tanrı uludur' ifadesiyle millete çağrı yaparken, Menderes rahmetliyle bu aslına döndü ve 'Allahü ekber' diyerek ezanlar okunmaya başlandı.

polis.web.tr

İyi demiş, doğru da demiş.
Ama atladığı bir şey var.
O Siyer-i Nebi'nin yokluğunda şeyhlerin, şıhların koyunlarına 9 -18 yaş arası kızlarımızı karı (!) diye sokmuyorduk.
Ne zaman o Siyer-i Nebi'ler gündeme geldiyse o gündür bu gündür sabi kızlar kadınlaşmayı, erkek diye büyütülen çocuklar da oğlanlaşmayı öğrendi.

14-15 yaşındaki çocukla evlenenleri başımıza ben mi seçtirdim, neden seçildi?

AKP döneminde sübyan istismarı neden arttı?

O çok övündüğü Arapların geleneklerinde eşcinsellik, oğlancılık yok mu, kendi ağızlarından itiraf edenleri yalanlaya bilir mi?

Ezan'ın Araplaşmasına gelinceyse CHP'nin de TBMM'de evet oyu kullandığını bildiği halde (-ki benim içim buna el vermediği halde söylüyorum) 
kasıtlı olarak yanlışla milletin beyninde operasyon yapıyor.

Bunun iki açıklaması olabilir.

Ya cahildir önüne konanın ne olduğunu bilmeden okuyor ya da açıkça haindir, milletin beynini pazarlamaya çalışıyor.

Bunu söyleyecek bir Y- CHP'li yok mu, bu Y- CHP kime hizmet ediyor?

Tüm bunlara rağmen Siyer-i Nebi'nin doğrusunu öğreteceklerse kabul, ama yalanlarla nereye varacaklar?

İşte Muhammed'in hayatı, ekte, yeniden...

http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=18069.0

10 Eylül 2012

Ahmet Dursun

http://ahmetdursun374.blogcu.com/turkiye-bu-gidisle-sapiklar-cenneti-olacak/12953479

***

MENDERES SİYASETTE

 MENDERES SİYASETTE


MÜŞAHEDE 
Ahmet Güldağ 
aguldag@ihlas.net.tr  

" Hâkimiyet"ten(!), Demokrasiye Adımlar…(IV)                 

guldagenatorgmail.com

MENDERES SİYASETTE 

Önceki yazılarımda, Kuruluşu ile Tek parti hâkimiyetinden çoğunluk parti demokrasisini başlatan "Demokrat Parti" kurmaylarından Celal Bayar ve Menderes'in yaşamları ve kuruluş çabalarından parçalar sunmaya çalıştım.

Son yazımda, Rahmetli Menderes'in, soyadını almadan evvel sadece Ali Adnan olarak tanınan genç, siyasete atılış olarak muhalefet partisine girip Aydın Serbest Fıkra İl reisi olarak mücadeleye başladığını belirtirken…

Cumhurreisi Mustafa Kemal'in Aydın'a gelişi ve Serbest Fırka çalışmalarını inceleme esnasında Aydın Türk Ocağında konuşan A. Adnan için; ileri görüş ve takdirkâr sözlerini sunmuş…

"O günlerde olanları A.Adnan Menderesin kendi anlatımını okuyalım" la noktalamıştım.

***

"Atatürk zamanında ben, Aydın'da Serbest Fırka'nın reisiydim. Fethi Bey bizzat Aydın'a gelerek, Serbest Fırka ile meşgul oldu. Aydın'daki belediye seçimlerini kazandım. Gayet dürüst bir mücadeleye giriştim. Halk Fırkası ileri gelenleri ile tanışıyordum. Ama Halk Partisi'ne, onların rica ve ısrarına rağmen girmemiş tim... Fethi Bey'in partisi, malum şartlar altında feshedildi. Memlekete derin bir teessür hakim oldu. Halk Partisi kendisini toparlamak istedi. Vilayetlere heyetler gönderildi. Bu arada İzmir ve Aydın'a da, Celal Bayar riyasetinde bir heyet geldi...Ben gelen heyetle bir hafta temas etmedim. Nihayet, Celal Bayar tanıdığım ve hürmet ettiğim bir zattı. Vasıf Çınar İttihat ve Terakki mektebinden hocamdı... Ve temas temin edildi. Bu muhterem zatların ibram ve ısrarı üzerine, Halk Partisine girerek, fikirlerimizi parti içinde müdafaa etmek muvafık olacaktı. O zamana kadar ve benimle beraber Halk Partisi'ne karşı çekingen tanınan arkadaşlarla, Halk Partisi'ne girdik." (" Toplumsal Tarih Aralık 2000", "Aydın'da Serbest Fırka ve Belediye Seçimleri" Bilgin Çelik,

***

Anlatımından da anlaşılacağı gibi daha gençliğinde CHF iktidarına karşı antipati duygusu ve mücadele düşüncesi içinde bulunan A. Adnan…

İnönü'nün "İrtica yolundalar…" ( ne gariptir ki bu sloganla aynı fırka hala nakaratı ile netice alabilmekte.)  eleştirileri ile Serbest Fıkra'nın kapanması neticesi tek parti hâkimiyetine dönüştürerek devamını sağlamasıyla bile mücadele duygusundan alıkoyamamış olmalı ki…

CHF ye iştirak ederek onun içinde mücadele yapmaya azimleşmiş görülmektedir.

Nitekim A.Adnan'ın meclis konuşmalarını dinleyen ve kendisi ile görüşen Cumhurreisi Mustafa Kemal önce de sunduğum gibi yanındakilere "Bugün konuştuğum genç, elbette burada bizim parti mutemetleri ile çalışamaz. Şayan-ı dikkat bir gençtir" cümlesi ile beğenisini belirtmiş olmakta.

***

Daha sonraları CHP adını alan tek partinin bu günkü idarecilerinin bile bırakın iktidarda ne yapacaklarını?

Kendi partileri içinde demokrasiyi getirmeyi istemeyip "Benden başkası tufan" havasında olurken…

Karşıtlarını aynı meal ve çiftçi vb.nin zor duruma getiren kanun çıkarmalar üzerinde tenkit edenlere karşı, babaları ağabeyleri de o günler aynı duygu içinde neler yapmakta olduklarının bir kanıtı oluşmuş.

 ***
Atatürk'ün vefatı sonu tek parti hâkimiyetliğe önem veren ve defalarca bu hususta kararları olan ve bu kararların Anayasa gibi oluşumunu da belirleyen CHP'nin, Saraçoğlu hükümeti "Toprak kanunu" tasarısı hazırlıyor.

1945 yılına kadar TBMM Komisyon raportörlüğü yapan Adnan Menderes. Bu tasarının çiftçiye köylüye büyük külfetler getireceğini beyan ile şiddetle karşı çıkıyor.

Meclis kürsüsünden haykırdığı "Milletten alınan paraların, millet adına murakabesi esastır… Maliyeci zihniyetiyle iktisadi kalkınma olamaz" sözleri dönemin iktidarı yüzüne inen ilk şamarı olmuş olabilmektedir.

İtirazlarının kabul görülmediğini gören Menderes komisyondan istifa ediyor. Oylamada Menderesle beraber muhalefet eden Refik Koraltan ve Fuat Köprülü bu yaptıklarının cezasını göreceklerdir.

Bu günün hükümranlık devamları "Demokrasiyi biz kurduuuk…" u dillerine pelesenk etseler de.

Karşıtlarının muhalefet eden vekilleri aforoz etmelerini tenkit edenlerin büyükleri. Bakınız neler yapmış!..

Tasarıya karşı gelen Milletvekilleri olarak Menderes, Koraltan ve Köprülü CHP disiplin kuruluna verilerek 12 Haziran 1945 de kurul tarafından verilen ihraç kararı parti genel başkanlığınca da onaylanmış.

Aynaya bakamayan kendini göremez elbet.

***
Bu sıralarda daha önce ki yazılarımda anlattığım. Marshall yardımı istifadesi, Sovyetler Birliği tehditlerinden korunabilmek için NATO ya girme müracaatlarına…

"Çok partili demokrasiye geçmezseniz olmaz" cevabı alınmakta. Avrupa ve Amerika'nın, Türkiye'ye olumsuz baktıkları görülmekte idi.

Böylece yeni partiler kurulması için kanun çıkartılmak mecburiyeti doğunca Türkiye "Çok partili Demokrasi"ye adım atmış oldu.

0ldu ama içlerine yerleşen, "Millete karşı hâkimiyet" düsturunun düşüncesi de kaybolacak mı idi?

Gelecek yazımda partilerin doğuşu ve oluşumlarını anlatmaya devam ederiz inşallah

***   

Sağlık ve Esenlik içinde yaşam dileğimle…

------------------

Not: Dizi konusu önceki yazıları görmek arzusunda olan okuyucular, aşağıdaki link de tarihleri ayrı ayrı değişik yazarak ulaşabilirler. http://www.merhabagazetesi.com.tr/arsiv/2006/12/29/musahede.htm    

 2006/01/07 ve 2007/01/12

http://ahmetdursun374.blogcu.com/menderes-menderes-siyasette/886693

***

İŞTE BAYKAL ERDOĞAN KAPIŞMASINDA İZLEYİCİLERDEN GELEN YORUMLAR

İŞTE BAYKAL ERDOĞAN KAPIŞMASINDA İZLEYİCİLERDEN GELEN YORUMLAR



26.10.2002 - 01:00

ANKARA/Kanal D ekranındaki Baykal-Erdoğan buluşmasına izleyicilerden ilginç yorumlar geldi.

Yıldıray Oğur isimli bir izleyici, " Türkiye bu iki polemikçi liderle bayağı kavgalı,kısır tartışmalı günlere doğru gidiyor, programın sonunda bir bardak 
su içtim " derken, Ali Sertaç Durmuş, " Deniz Baykal Erdoğan ve yandaşlarının yargılandığı mahkelerin zabıt katibi değildir. Bu nedenle yolsuzlukdan 
yargılanan erdoğan ekibinin isimlerini bilme mecburiyeti yoktur " dedi.İşte ilginç yorumlar... Sanırım yeni bir yanlış seçim öncesindeyiz. 

Kibar bir düzeysizlik, bizi hiç ilgilendirmeyen çok gereksizce uzayan tartışmalar, laf sokmak için hazırlık yapılmış ama adalet reformu,gençlik,  
ekonomi konusunda söyledikleri uyutttu. Türkiye bu iki polemikçi liderle bayağı kavgalı,kısır tartışmalı günlere doğru gidiyor. programın 
sonunda bir bardak su içtim Ahmed Yasef Biliyoruz efendim GRE sinavinin ne oldugunu. Ama sizin gorundugu kadariyla bilmediginiz cok sey var. 
Birincisi yurt disinda okuyan kac Turk ogrencinin oldugu. Ikincisi YOK ve Fulbright gibi kusruluslarin kac tane ve ne miktarda burs verdigi. 
Ucuncusu zaten Tayyip Bey'in cocuklari boyle bir bursa degil bir isadaminin himayesine mazhar olmuslar. Sonuncusu da, bir isadamindan 
cocuklari icin senede bilmem ne kadar (gercekten bilmiyoruz cunku cok seffaf basbakan adayi halki bu konuda bilgilendirmeye deger bulmuyor)  
dolar destek alip bunu da bu kadar yuzsuzlukle aciklayan politikaci da herhalde bi bizde olur. 

Almanya'da Cem Ozdemir'in bir isadamindan alip da geri dahi odedigi kredi yuzunden istifa ettigini hatirlayin, da erdemlilik nasil olur ogrenin. Berfu BILIR Sizler Erdogani yasakladikca o efsanelesiyor!!!  

Hastaliktan ha oldu ha olecek denen kisilere bu ulkeyi emanet ederken vicdaniniz sizlamazken,kendi milletvekillerinin yaptiklari yolsuzluklar birbir 
kapatirken ve tum bu olaylar hic bir cumhuriyet savcisinin ilgisini cekmezken Milli Egitim kitaplarinda yazan ve tavsiye edilen siiri okumasiyla bir anda 
gorevlerini hatirliyan cumhuriyet savcilari !!!! Bu ulkede intihar eden,Kapkac olaylarina karisan insanlari acliktan suca yonelten yonetimden sizlerde 
suclusunuz. Ve Tayyip ERDOGAN a gelince Iste Turkiyeyi karanliklardan cikartip aydinliga kavusturacak lider!!! ahmet güldağ Şu anda karşılaşmayı 
dinliyorum. sonucu ne olurbilemem ancak şu ana kadar Sayın Baykal polemikle ve şahıs özel hayatları konusunda gidiyor. Biz yapacakları işlemleri duymak 
istiyoruz. Baykal proğramlaştıracağım derken, Erdoğan yapacağı proğram şeklini anlatıyor. Bazı konularda zaten birlik oluyorlar. Şu andaki notum 

Sayın Erdoğan daha inandırıcı.Sayın Baykalın eskiye dönük kasete falan girmesi hoş değil. bu tartışma da yeri değil. Anketinizde daha konuşmanın 
ilk dakikalarını görenler hemen leyh ve aleyhte mesaj vermelerini peşin fikirle bağdaştırabildim ancak... şu anda tartışma bitti Anı kanaattayım Erdoğan 
daha uslupla inandırıcı oldu. L.Ehsan Erdogan Sayin Baykal yada Sayin Erdogan,bunlarin gercekten Turkiye`yi yonetecebileklerine inanamiyorum. 
Turkiye`yi ancak Turk gencleri yonetebilir, yeterki firsat verilsin. Ebubekir Çelik kadrosu genç dinamik ve sağlam olduğu için AKP daha güvenilir 
görülüyor. 

Deniz Baykal bence Kemal Derviş ve Bayram Meral'i Partiye almakla en büyük hatayı yaptı. 
Ali Sertaç Durmuş Deniz Baykal Erdoğan ve yandaşlarının yargılandığı mahkelerin zabıt katibi değildir. 

Bu nedenle yolsuzlukdan yargılanan erdoğan ekibinin isimlerini bilme mecburiyeti yoktur. 

Baykal isimlerini bilmiyor diye bu kişiler beraat etmemişlerdir. Nurettin Sözen hakkında T.C. Mahkemelerince verilmiş bir hüküm yoktur. 
Camur atıp iz bırakmak isteyenler kendi çamurlarına baksınlar isa ACAR Siyasi yaşamı boyunca, sırf islami inancı ve yaşantısı dolayısıyla yobaz 
ve gerici ithamı ile rencide ettiği yurttaşlarımızın reylerini alabilmek maksadıyla hümanist gülücükler saçmasını çaresizliğinin tezahürü olarak görüyorum...
O baykal değilmi ki sırf iktidar hırsı dolayısıyla ideolojisini bir kenara bırakıp sn. Dervişe sırtını yaslamıştır... 
Ali Sertaç Durmuş CHP'nin İş bankası Hisseleri satın alınmış ya da satılabilir hiseler değildir. 

Soruyu bu şekilde sormak bir İş Bankası hisseleri Ulu Önder ATATÜRK'ün CHP'ye mirasıdır. 

Satılamaz, Devredilemez.


http://www.habervitrini.com/magazin/iste-baykal-erdogan-kapismasinda-izleyicilerden-gelen-yorumlar-54533/


***

DOKUNULMAZLIK ZIRHI!

DOKUNULMAZLIK ZIRHI!


Ahmet Güldağ
MÜŞAHEDE
guldag...@gmail.com 
12.01.2015

DOKUNULMAZLIK ZIRHI!


Başka uluslarda da var mı? Yok mu?
Varsa nasıl? Ne şekil? Neleri kapsıyor?
Bilemiyorum ki
Araştırmadım! Araştırsam ne olacak?
Bizdekini!
Düzelecek ortadan mı kalkacak ki?

***

Hatırlarsınız belki, ulusal denen gazetelerin bir haberi vardı!
Belki sizler de okumuş veya görmüşünüzdür.
Trafik polisi ekipleri Alkol kontrolü yaparken...
Alkollü sürücünün biri polislere, TBMM ne oto giriş kartı gösteriyor!
Bu görüntü gazeteci tarafından o kadar net olarak çekiliyor ki, gazetede ki fotoğrafta bile okunabilecek kadar görüntülü kartı, sürücü polislere gösteriyor açıkça!

***

TBMM binası girişi falan değil...

Şehir içinde ki bir cadde de oluyor bu kontrol...
Kartı gösteren sürücü “Bak ben Millet vekiliyim” diyerek polislerin de, gazetecinin de önünde ala-î vâlâ ile!
Gaza basıp  gidiyor!
Bırakın Polisin, müdahale etme düşüncesine girmesini!
Üstelik belki de temenna ile selam vermiştir!
Nasıl etmesin ki? Vazifesinden oluverir haklı da olsa!..
Çünkü!..Çoluk çocuğu var!
Yıllardır numunelerini görmedik mi?

***

İşin aktüel tarafı bir tarafa da.
Hakikatte de şu olasılıklar her zaman olabilir!
Adam sokak ortasında adam dövmüştür hatta yaralamıştır,
Yakalayacakları adam cebinden Milletvekili kartını gösteriverince...
Türkiye’de ki dokunulmazlık zırhı sayesin de!
Selam verip kollarını sallaya sallaya gidebilir!

***

Yıllardır numunelerini görmedik mi?
Az mı trafik polisi tokatlamadılar?
Gazetelerde buna benzer olaylar yıllarca haber oldu da, sonra ne oldu?..
Kocaman bir hiçççç...

***

Bırakın şu hortumcularla yakın olanları...
Kendilerince de çeşitli hortumculuk yapanlar, ne edip edip Milletvekili olup kurtuluverir biz de!
Baklavacı dahi!.. Baklava tepsisi alınırken bunu
Kazara, Milletvekili yapmış olsa, onu şikâyet etmez, hediye ediverir de!
            Fakir Çocuklarımız açlıktan veya imrenip yaparsa!
Onları Asla affetmez!
On yıl yemelerine sevinir bile!

***

Bizim kanunlarımız öyle hükmeder...
Hortumcular, Milleti sefalete sürükleyenler,  BERAAT eder...

***

Yaşasın Siyasetimiz!..
Dokunulmazlık Zırhımız!

***

TEVRİYE DOKUNULMAZ!..

İşlerse suç, Milletin vekili...
Yanaşamaz hiç, Polis ekibi!..
Ufacık suçta, Yaka paçadır...
Kurtaramaz, Milletin kendisi!..

Ahmet GÜLDAĞ


https://groups.google.com/forum/#!msg/liberal-izmirliler/oDVNaWDWx4k/I_EsWQ2ehewJ

***

Türk Uçak Sanayii Çukura Düşüyor

Türk Uçak Sanayii Çukura Düşüyor 

Ahmet Güldağ,
16.02.2007

Atatürk zamanında iyi karşılanan ve destek gören bu teklife maalesef 
THK kabul gözüyle bakmamakta, "Hava filosu" doğurmasından çekinen THK 
Demirağ'a hasım gözüyle bakmaktadır. 

Bakmaktadır ama 65 Planör 10 adet eğitim uçağı ihalesinde, "Avrupa" 
tekliflerini destekleyen THK ya karşı Atatürk zamanında ihaleye kabul 
ile girer ve alır.. 

1938 yılları devamı tek parti hâkimiyetinden demokrasiye geçişte ki 
adımlamaların IX. yazısına geldik. 

O yıllarda demokrasiye geçişte pek yazılıp duyurulmamasının aksine ilk 
muhalefet partisi kuran Celal Bayar değil Mehmet Nuri Demirağ'ın 
"Milli Kalkınma Partisi" olmuştur. 

Demirağ aynı zamanda sanayi kuruluşlarının da önde gelenlerinden 
olması ve yaşatılabilinmiş olsa idi. 

Belki bugün devletler arası uçak sanayiinde ön plana çıkabileceğimiz 
uçak sanayini ilerletmesiyle de tanınmış ender yetişen vatanı için 
çalışan değerli kişilerden birisi de olacaktı. 

Ne yazık ki Uçak sanayimizde ki o günlerin ilerlemesinden Amerika ve 
Avrupa uçak sanayicilerini telaşa düşürmüşse de, Demirağ'ın deneme 
uçağına açılan çukura düşüşü gibi sanayi de çukura düşürmüş 
olunmaktadır.. 

Devam etmekte olduğum olayların evveliyatını aşağıda da vereceğim 
gazetenin Web sayfasından öğrenebilmeniz mümkün. 

*** 

THK ya bağış toplayıp ihtiyaç olan uçakları almanın, "taşıma suyla 
değirmen dönmez" diyerek yanlışlığını vurgulayan Demirağ tarafından 
uçak yapımı teşviki ister. 

Atatürk zamanında iyi karşılanan ve destek gören bu teklife maalesef 
THK kabul gözüyle bakmamakta, "Hava filosu" doğurmasından çekinen THK 
Demirağ'a hasım gözüyle bakmaktadır. 

Bakmaktadır ama 65 Planör 10 adet eğitim uçağı ihalesinde, "Avrupa" tekliflerini destekleyen THK ya karşı Atatürk zamanında ihaleye kabul 
ile girer ve alır.. 

İhaleyi alan Demirağ gecesini gündüzüne katarak bu yolda geniş aşamalara girer. 

Beşiktaş'ta fabrika yapmakla kalmaz. Bu günün Yeşilköy hava alanı yerini alır. Etrafına gençlerin pilot ve paraşüt eğitimi almaları için 
Gök okulu ve talebe yurdu ilave eder. 

*** 

Demirağ ve Personeli ihalenin ilk 12 tane uçağını hazırlar ve THY heyeti önünde tecrübe uçuşları fevkalade olur. 

Olur, ama THK hala kabul etmeme çaresi içindedir ki 

" Birde Eskişehir İnönü alanında test edelim "  teklifinde bulunurlar. 

Demirağ'ın;

"O alan çimenlik içinde, düzensiz teknik birimleri ve kontrol kulesi bulunmayan bir yer..." itirazında bulunsa da, THK heyeti teklifinde 
ısrar edince çaresiz kabul eder. 

Uçakların imalinde ehil ve buluşları ile büyük hizmet veren Mühendis Selahattin Alan uçaklarının mükemmel uçuşunda heyecan içinde 
kalmıştır. 

Bu heyecanla İnönü Alanına da uçağı kendisinin götürmesini ister. 

Demirağ tereddüt eder. Çünkü uçuş saati az ve deneyimli pilot ustalığına erişmemiş olan Selahattin'i kaybetmekten korkarsa da yinede 
onun heyecanını kırmaya gönlü razı olmaz. 

*** 

S. Alan büyük bir başarı ile İstanbul Yeşilköy - Eskişehir İnönü alanını düz uçuşla tamamlar. 

Tamamlanmasına tamamlarda Hayvanların otlandığı alanın etrafını içine hayvan girmesin diye çepeçevre hendek- çukur kazarlar. 

Aslında hayvanlara mani olmak için kişileri vazifelendirerek halledilebilecek ve hayvanlar isterse çukuru bile atlayabilecek iken kimin emri ve ne 
gayeye hizmet amacı içinde olanların düşüncesi olmasını araştırmak tarihçilere kalmaktadır. 

S. Alan uçağı zafer içinde getirmiştir ama kulesi ve işaretlemeleri olmayan alanı evvelce de görmediği için daha gerilerdeki düzlüğe 
inişle başlar. 

Tayyare yere basarken hızla açılan çukura doğru gelmektedir. 

Herkes bağrışmaya başlasa da uçağı o sırada durdurmak imkansızdır!.. 

İşte olan olur. Uçak açılan çukura gelince takla atar ve değerli bir mühendisimizin hayatı söner. 

*** 

Sadece uçak imalinde saatte 250 km uçuş hızı ile Sivas - Divriği'ye kadar sekiz yolcu taşıyan yolcu uçağını da başaran ve Avrupa-Amerika 
Uçak imalatçılarını hayret ve telaşa sokan bir mühendisimiz Rahmetli Selahattin Alan'ın vefatı ile sona ermez bu işlem. 

Açtıkları çukur, o uçağın zarar görmesi ve pilotunun hayatını kaybetmesi ile kalmaz!.. 

Hayvanların gelişini engelleyen düşünceliler Türk Uçak sanayii de çukura düşürerek engellemiş ölümüne sebebiyet vermişlerdir. 

*** 

Nasıl mı diye sormadan, anlatalım gelişmeleri. 

Bu elim kazanın uçak imali ile hiç ilgisi bulunmayan olay, gönlü zaten yabancı uçaklardan yana olan THK, fırsatı kaçırtmaz, siparişleri iptal 
eder, kapısını Türk müteşebbislere kapar. 

Nuri Demirağ;

" Nerede isterseniz deneme uçuşu yapabiliriz " 

diye yırtınsa da muhatap bulamaz. 

Çünkü Atatürk devri çoktan bitmiş. Milli Şef Devri hâkimiyeti devam etmektedir. 

Mahkemeye başvurduğunda bütün bilirkişiler olumlu rapor vermelerine 
karşın Hâkim, bunları da bir kenara itip kendi kararını verir ve 
açılan davayı ret eder. 

Günümüzün o günlerini iftihar ederek belirtenlerin son yıllarda Hukuk 
bağımsızlığı nakaratını dillerinden düşürmeyenlere ithaf olunur. 

Demirağ'ın bu derin kurumla uğraşmak boyunu aşar. 

Bundan sonra olanları ve Demirağ'ın Milli Şef'e Yazdığı mektupları 
gelecek yazımızda okuyalım. 

*** 
Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle... 


http://acikistihbarat.com/HaberGoruntule.aspx?id=6342


***

Arkanızdan Dalga Geçiyorlar Edip Paşam!

Arkanızdan Dalga Geçiyorlar Edip Paşam! 


Behiç Gürcihan., 
(Kıvanç Değirmenli)
22.11.2006


    Paşa odadan ayrıldıktan sonra, Masa başındaki üst düzey yetkili, gülerek, eliyle "ilahi adam" der gibiler den bir hareket yaparak;

"Bu Adam çok komik, Sanki toprağı alıp gidecekler"  mealinde bir cümle kullanır ve odadakiler hep beraber gülerler. 
   Prensler Edip Paşa ile dalga geçmektedir.

Yer : Başbakanlık yeni binası...

Tayyip Erdoğan'ın İsviçre'den getirdiği prensini başına geçirdiği kalkınma ajansının bürolarının bulunduğu kat...
"PKK Koordinatörü" sıfatını taşıyan Edip Paşamız neşeli bir şekilde odasına giderken; yolu üzerindeki odalardan birine kapıdan şöyle bir uğrayıp
"Çalışın çalışın çocuklar ama aman toprak satmayın" der. 
Paşa odadan ayrıldıktan sonra, masa başındaki üst düzey yetkili, gülerek, eliyle "ilahi adam" der gibilerden bir hareket yaparak;
"Bu adam çok komik, sanki toprağı alıp gidecekler" mealinde bir cümle kullanır ve odadakiler hep beraber gülerler. 

Tayyip'in prensi Edip Paşa ile dalga geçmektedir. 
Başbakanlıktaki Gözlemci arkadaşımız bu anektodu bize aktardığı günden bu yana saklıyor; zamanının gelmesini bekliyorduk. 
Yerle yeksan olan karizmasını sürekli; "Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanıyım" sıfatını tekrarlayarak kazanabileceğini zanneden Batı Bey'in Can Polat'ı Tayyip Erdoğan'ın deyimi ile; 
"ABD'den bir yoğurt olacağı" zanneden Edip Paşamız'la ve onun şahsı üzerinden Türk Devleti ve Milleti ile birileri ciddi anlamda dalga geçiyor. 
Ve bunlar Başbakanlıkta olanlarla sınırlı değil. 

Daha başından beri "PKK Koordinatörlüğü" gibi abuk subuk bir tanımlamayı taşımaktan sakınca görmeyen Edip Paşa'mız bir çok paşamızda gözlemlediğimiz dört temel konudan muzdarip: 

1) İyi niyet & Güven : Karşısındakini kendi gibi zannedip; tarihinde çapulculuktan başka bir şey olmayan ABD askeri olduğunu unutup, Türk Askeri olduğunu zannetmekten kaynaklanan zaaf. 

2) AB-D Cehaleti : "iç hukukunu korumak pahasına uluslararası hukuku çiğnemekten çekinmeyen" ve bu yolda binbir yalan/entrikaya bulaşan AB-D Devleti 'nin diabolik karakterini bilmeyip ; "uluslararası hukuka ve müttefiklerine sadıklık adına binlerce evladını da, iç hukukunu da feda etmekten çekinmeyen" Türk Devleti geleneğinden gelmekten kaynaklanan zaaf...

3) Refleks Eksikliği: Üniformasından, uçaklarında kullandığı uçuş cetvellerine kadar yıllardır AB-D'nin sistemine manen ve madden entegre olmanın getirdiği içselleştirmişlikle; ABD'den korkan ve onsuz bir şey yapılamayacağını zanneden algı çarpıklığından kaynaklanan zaaf...

4) Taktik/Stratekik Miyopluk : Maalesef; son süreçte çok net örnekleri ile gördüğümüz bu miyopluğu; Irak'ı fiilen bölen Çekiç Güç ve 32. Paralel uygulaması devreye sokulurken sesini çıkarmayıp, hatta peşmergelere subay eğitimi vermek gibi bir çok uygulama ile desteklerken, bugün Kuzey Irak'ta kurulan kürdistan'dan şikayet edenlerde de; AB projesine fiili destek verip, sonra ülkenin içine düştüğü durumdan şikayet edenlerden de görebilirsiniz. 

Bir yanda Tayyip, öbür yandan AB-D, masaya "PKK Koordinatörü" olarak oturan Edip Paşamızın artık bu parodiye verme vakti gelip de geçmektedir. 

Ankara'da; "Türkiye'nin hassasiyetlerinden dem vurup", 
Irak'ın kuzeyinde "Barzani ile kolkola giren"
Ralston gibi bir Janus'la 
Kandil Dağı tartışmaları da;
PKK içindeki bir kanadın diğerine karşı güçlenmesinden başka bir işe yaramayan Avrupa'daki operasyonlar da(Bkz : PKK içindeki güç çarpışmalarında Suriye-Dağ-Irak ve Avrupa kadroları arasında son yıllarda artan çekişme) kimsenin karnını doyurmamaktadır Edip Paşam. 
Geçenlerde okumanız için yayınladık...
Kandil Dağı Eteklerinde, PEJAK isimli PKK klonunun nasıl ABD Himayesinde eğitim yaptığını....
ABD'nin PKK Koordinatörlüğü'nü Türkiye'ye karşı bir "plausible deniability" tuzağı olarak nasıl kullanacağını ortaya koyduk...
ve bugün yine uyarıyoruz : 

ARKANIZDAN DALGA GEÇİYORLAR PAŞAM

Ama siz gözünüzün önünde; sizin 10'a biri zekanıza sahip sıradan bir vatandaşın bile çoktan farkettiği;

ABD'nin Türk Devleti ve Milleti ile yeni bir dalga geçme mekanizmasına dönüşen bu parodide hala rol almaya devam ediyorsunuz...
İşte o noktada bizim gözümüzde bu oyunun gönülsüz ama iyiniyetli oyuncusu olmaktan çıkıp; gönüllü bir oyuncusuna dönüşeceksiniz ki o zaman bizim yukarıdaki listeyi yenilememiz gerekecek. 
PKK Koordinatörlüğü'nü kimin emri altında yaptığınızı daha bir netleştirmek için 
1991 yılında yayınlanan bir rapordan bir cümleyi dikkatinize sunuyorum :
“PKK terörünü kınadığımız kadar, devlet terörünü de kınamak, Devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemek ve devletin ‘bölücü’, ‘terörist’, ‘ayrılıkçı’ şeklindeki eleştiri üslubunu benimsememek…”

Bu rapor kime mi ait...

İki hafta önce; Başbakanlık'ta arkanızdan sizinle dalga geçenleri istihdam eden Tayyip Erdoğan'a....
Sizi Yaşar Paşamızla birlikte PKK Koordinatörlüğü'ne atayan Tayyip Erdoğan'a...
Yaşar Paşa mı nerede? 

PKK'yı alanen destekleyip besleyen ABD'ye mutad ziyaretlerinden birini gerçekleştirirken gördük geçenlerde kendisini...Ermeni konusu ile ilgili sitemlerini dile getiriyordu kendisini aşağıdaki ifadelerle...
Silahlı Kuvvetler’in bir mensubu olarak, 50 senedir ABD Silahlı Kuvvetleri ile beraber çalışmış bir insan olarak, şunu ifade etmek istiyorum: Biz böyle bir şey olursa bundan inciniriz. ABD Silahlı Kuvvetleri’nin değerli komutanlarının hepsi de bunu paylaşırlar. Müsaade etsinler de incinelim. Saygıyla söylüyorum, ama inciriz..

Düşünüyorum da; Aslında sizde haklısınız...

İncinmek için bile ABD'nin "saygıdeğer" komutanlarından saygıyla "müsaade isteyen" bir psikoloji ile; danışmanı aracılığı ile delikten süpürülmemeyi talep eden; Devlet ile PKK'yı aynı kefeye koyan bir psikoloji arasında sıkışıp kalmışsınız...

Yeriniz dar; Nereye Oynayacaksınız?
B.G. 

http://acikistihbarat.com/HaberGoruntule.aspx?id=6343


***

Keşmir- Van / Kudüs -Washington Ekseninde Nükleer Şebekeler


Keşmir- Van / Kudüs -Washington Ekseninde Nükleer Şebekeler 



( Kaos Dansının sıra dışı Oyuncuları )
Behiç Gürcihan., 
2005-02-23

Analizden tortulaşan bünyemizi dünkü yazımızla havalandırıp, taze bir nefesle doldurduktan sonra ciğerlerimizi; analitik bakışın o tozlu raflarına tekrar geri dönelim.

Hatırlarsanız; 

Uzun zamandır; Türkiye'nin güvenlik kurmaylarının, "İran ile Anglo/Sakson Siyonist Cephe" arasında bir kontrollü savaş senaryosunun gündemde olabileceğini, olasılık matrikslerine dahil etmeleri gerektiğini savunuyoruz.

"Olasılık Matriksi" tanımını özellikle vurgulamak gerekiyor. Çünkü bu yazılarda öne sürülen tezi (Bkz. Tez'in Anlamı); "The Doğru" olarak değil; "Olası Doğru" olarak ortaya koyuyoruz ve bu "Olası Doğru"'nun dikkate alınmasının maliyetsiz; ama alınmamasının ülkemizin geleceği açısından çok maliyetli olacağının bilincinde olarak bu yazıları kaleme alıyoruz. 

Lafın tamamı aptala söylenirmiş sevgili okur. Bu köşeyi kalplerinde iyiniyet; beyinlerinde mantıkla okuyan sizlere herşeyi söylemeyi zül sayarız. 

Söz konusu dizinin son yazısında şöyle bir cümleyi dikkatinize sunmuştum : 

"Aşırı dindar (Ortodoks) Yahudi; Irak'tan getirilen nükleer malzemeleri; Ürdün'den alıp; ABD'deki bir Türkün firması aracılığı ile Pakistan üzerinden İran'a satıyor. Hakkında tutuklama kararı çıkarılmasına rağmen; kış tatili için gittiği Denver'da tutuklanan aşırı dindar Yahudi; daha sonra yerel bir hahamın gözetiminde kalmak şartı ile serbest bırakılıyor"
Siyonist bir İsrail'li ile İran'ı nükleer silah ticareti piyasasında; ABD üzerinden bir araya getiren bu cümlenin ayrıntılarına girelim. 

Hatırlarsanız; bir ara Sibel Edmonds isimli ABD'li bir Türk Bayan; FBI'ın 11 Eylül saldırılarından önceden haberdar olduğunu açıklayarak ABD kamuoyunda dikkatleri üzerine çekmiş ve daha sonrasında bir çok soruşturmanın hedefi olmuştu.

Sibel Edmonds'un bu çıkışı doğrultusunda verdiği onlarca beyan arasından bizim sulandırılmış basın şu cümleyi manşetlerine çekmişti : 

MİT; FBI'a sızdı

MİT'in; FBI'a sızması haberleri üzerine hepimiz sokaklara dökülüp sevinç gösterisi yapmış ve bazı karamsarlarımız ise utanmadan MİT'i yıpratıp; "sızmışken niye CIA'ye de sızmıyorlar, çok da uzak değiller birbirine" şeklinde yazılar yazmışlardı. 

İşin Latifesi bir yana; 

Sibel Edmonds'ın o günlerde yayınlanan demeç fırtınası içerisinde bir unsur özellikle gözlerden kaçırıldı. Edmonds; FBI'ın 11 Eylül saldırılarını önceden bildiğinin yanısırıa;
Azerbaycan, Üzbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Tacikistan, Pakistan ve Turkiye ekseninde faaliyet gösteren bir uyuşturucu/nükleer ticaret şebekesine dikkat çekiyordu.
Pakistan-El-Kaide-Bush-Ladin Ailesi-FBI'yı birbirine bağlayan Edmonds'ın hikayesi daha sonra gündemden düşürüldü ve hem anlattıkları, hem de anlattıkları ile ilgili yapılan soruşturmalar bizzat ABD Adalet Bakanı tarafından "devlet sırrı" ilan edilerek, üstü örtüldü. Edmonds'ın üzerinde şu an konuşma yasağı mevcut ve bizim aklımızda sadece "FBI'da Çalışan Türk Kadın", "MIT; FBI'a sızdı" gibi başlıklarla duruyor. 
Edmonds'un o ilk günkü demeçlerinde dikkat çektiği nükleer/uyuştucu ticaret şebekesine dair bir ayrıntı yine aynı günlerde su yüzüne çıktı : 
ABD'nin sulandırılmamış medyasında çıkan başlıklardan biri şuydu : 

ABD; İsrail'liyi Pakistan'a Nükleer Tetik Mekanizmaları Satmakla Suçluyor
Tabi tahmin edersiniz ki ; geçen senenin ortasında kamuoyuna sızan bu haber de örtbas edildi.

Hikayenin Merkezindeki isim: Asher Karni

50 yaşındaki, Güney Afrika'da yaşayan bu İsrail vatandaşının işi pek de öyle insanın kişisel özgeçmişine yazabileceği cinsten değil : Nükleer silah parçası ticareti. 
Asher Karni; siyonist bir Yahudi ve Denver'a kayak tatili için gittiğinde FBI tarafından tutuklanmasına ve daha sonra federal bir hapishaneden alınıp, bir kasabanın küçük hapishanesine koyulmasına ve sonrada o bölgenin hahamının gözetiminde serbest bırakılmasına sebep olan olaylar zinciri hayli ilginç..
( Bu dünyaya; nükleer silah ticareti yapan İsrail'li olarak doğmak varmış dedirtecek kadar güzel bir yargı silsilesi ile karşı karşıyayız)
Asher Karni; Pakistan ordusu ile bağlantısını saklamayan, Pakistan'lı müşterisi Humayun Khan'ın isteği üzerine 200 tane "yüksek gerilim kıvılcım tetiği" (spark gap) satın almak için harekete geçiyor. 
Bu cihazların özelliği; hem hastanelerde böbrek taşı cihazlarında kullanılabilmeleri, hem de nükleer silahlarda patlamayı gerçekleştiren tetik işlevi görmeleri. 
Karni'nin bu iş için temasa geçtiği ABD'li firma; sözkonusu cihaz üzerindeki ihracat sınırlamaları nedeniyle belli belgeler isteyince; Karni bu sefer ABD'de yaşayan bir Türk'ün firması olan Giza Technologies ile bağlantıya geçiyor ve Karni için; yaklaşık 10 nükleer bomba yapmaya yetecek sayıdaki tetiği bu firma satın alıyor ve Karni'nin Güney Afrika'daki firmasına yolluyor.
Bizim siyonist İsrail'li ise; Güney Afrika'ya gelen bu malları önce Dubai'de bir serbest bölgeye ihraç ediyor ve oradan Pakistan'daki müşterisinin verdiği adrese. 
Pakistan'ın başta İran olmak üzere; Kore'den Çin'e bir çok merkeze nükleer teknoloji satmak konusundaki marifetini söylemeye gerek yok sanırım. 
İşin ilginci; 15 yıl İsrail ordusunda görev yapıp Binbaşı olan; Museviliğin şeriatı Talmud uzmanı; Musevi bir kuruluşun isteği üzerine ailesi ile birlikte Güney Afrika'ya taşınacak kadar siyonist bir kafa yapısına sahip olan Karni'nin; İran-Pakistan eksenindeki bu ticareti gerçekleştirmesi. 
Karni'nin aynı zamanda; roket motorları ile ilgili parça peşinde olan Hindistan'lı bir müşterisi olduğunu da bilmek, resmimizi zenginleştirecektir. 
Bir haham gözetiminde ve bileğinde bir elektronik takip cihazı ile serbest bırakılan Karni'nin; Pakistan'daki müşterisi Humayun Khan'ın da ilginç bir özgeçmişi var. 
Babası olan Akram Khan'ın, 1957 yılında Nazi nükleer silah tüccarı ve şebeke işleticisi Alfred Hempel ile nükleer silah malzemesi ticareti yaptığı mektuplarla kanıtlanmış durumda. 1989 yılında ölene kadar nükleer silah teknolojisini yaymak için uğraşan Nazi Hempel; dünyada bu şebekenin kurucu babalarından. 

Dolayısı ile Önümüzde; 

İran'dan Kore'ye bir çok müşterisi olan Pakistan'lı bir "Müslüman"
ABD'den aldığı teknolojiyi Pakistan'dan İran'a bir çok noktaya satan İsrail'li bir "Yahudi"
İhracat sınırlamalarını aşmak için şirketini paravan olarak kullandıran ABD'li bir "Türk"
ve tarihin karanlık sayfalarından çıkagelen Alman bir "Nazi" var. 
Dünya jeopolitiğinin; "ABD şunu amaçlıyor ama başaramıyor" tarzı üniversite dış politika derslerinde okutulan dinamiklerden çok daha karmaşık ilişki şebekeleri tarafından şekillendirildiğine dair ufak bir potpuri sizin için.
Bu arada az kalsın söylemeyi unutuyordum : 
Karni'nin Pakistan'daki müşterisi ; sözkonusu cihazların amacının saklanması için, Pakistan'a kimin adına yollanmasını istiyor biliyor musunuz?
Ağa Khan Vakfı Üniversiteleri ve Hastaneleri
Önceki yazılardanhatırlayınız : 
İran merkezli Şii'liğin ezoterik bir kolu olan Hasan Sabah'ın temsil ettiği İsmaili tarikatının günümüzdeki temsilcilerinden sözediyoruz. 
Sülalecek Oxford gibi okullarda okuyan, aristokrat Aga Khan sülalesinin iki merkezleri var : İngiltere ve Pakistan. 

7 Şubatta Kaleme aldığımız; 

" Tanrısal Ruhbanların (İmam & Haham) Tarihsel İşbirliği " başlıklı yazıda; 
Kudüs'ü korumakla başladıkları görevlerini, ezoterik bir tarikata dönüşerek dünya çapında egemenlik hayalleri kurma yolunda geliştiren Tapınak Şovalyeleri ile; Alamut merkezli kurduğu tarikatını genişleten Sabah'ın ezoterik öğretisi arasındaki tarihsel işbirliğini gözler önüne sermiştik. 
Sözkonusu İsmaili tarikatının günümüzdeki uzantısı; siyonist bir Yahudi'nin, Pakistan'a nükleer malzeme sattığı şebeke çerçevesinde yine karşımıza çıkıyor. 

Tabi bu Şebekenin; 

FBI'dan çalışırken, yaptığı açıklamalar sonucu işinden olan ve Adalet Bakanlığı'nın açıklamalarına bizzat yasaklama getirdiği Sibel Edmonds'ın dikkat çektiği Afganistan-Türkiye ekseninde faaliyet gösteren uyuşturucu/nükleer şebeke ile paralellik göstermesi fazlası ile dikkat çekici. 
Tarihin tekerrür edip etmediğinden emin olmak bize bir şey kaybettirmez. 
Ama emin olmamak; bize çok şey kaybettirebilir.
Millet adına bu senaryonun doğru olma olasılığını araştıracak olanların dikkat etmesi gereken bir kaç soru daha var : 

1) Türkiye'de hangi aşiretvari yapılar uyuşturucu/nükleer kaçakçılık işinde; Afganistan-İran-Türkiye ekseninde faaliyet gösteriyor?
2) Polisten adam kaçırmakla gündeme gelen ve Türkiye Cumhuriyetine kafa tutan Bayram sülalesi ve Van'daki şebekeleri; CIA tarafından İran-Azerbaycan ekseninde; özellikle İran'ın kuzeyindeki Azeri bölgede kullanılıyor mu? Bu sülaleyi; sözkonusu bağlantıları mı bu kadar dokunulmaz kılıyor?
3) Pakistan'la Hindistan arasındaki tartışmalı bölge Keşmir; dünya uyuştucu/silah ticareti açısından nasıl bir ağırlığa sahip? Ağa Khan sülalesinin bu bölgenin yönetiminde rolü ne?
4) Biraz arşivlerde kaybolmanıza neden olabilir ama eliniz değmişken şu sorunun da cevabını bir araştırırsanız hayli aydınlatıcı olabilir : İran Hizbullah'ının kurulmasında dönme hahamlar nasıl bir rol oynuyorlar ? HAMAS'ın İsrail'in denetiminde, ilk ofisini İsrail'de açtığını biliyorsanız bu soru o kadar da saçma gelmeyecektir. 

İran-İsrail ekseninde oluşabilecek perde arkası işbirliklerine karşı uyanık kalmaya devam etmeliyiz. 
Dünya jeo-politiğini; ABD'nin resmi yayınlarındaki ve resmi-yarı resmi şahsiyetlerinin söylemlerine bakıp; "ABD şunu yapmak istiyor" seviyesinde değerlendirmekten bir zarar gelmez; 
Fakat dünyaya bakışınızı sadece o seviyede tutup; 
Söz konusu söylemlerin daha makro bir planı perdelemeye hizmet etme olasılığını gözardı etmek; 
ABD'nin; içinde farklı çıkar odaklarının egemenlik savaşı verdiği bir kabuk devlet olduğunu unutmak; ve ülkemizin gelecek projeksiyonlarını tekdüze ve sığ bir stratejik anlayış üzerinden kurgulamak çok büyük zararlar verebilir.
Bir yönde endoktrine edilmiş beyinler; nihai tahlilde, doktrinasyona hakim olanların makro planları çerçevesinde çözüm setleri oluşturabilirler. 
Bu açıdan bakıldığında; " Anti-Amerikancılık " bile, ABD'nin elinde çıkarına kurgulayabileceği bir karşı dinamik haline dönüşebilir. 
Zaman masayı devirip; 
Kendi kurallarımızı ve kendi oyunumuzu kurma zamanıdır. 
Birilerinin kurduğu satranç tahtası ve kuralları üzerinden; ancak Şah-Matı nasıl geciktirecegimizin stratejisini kurgulayabiliriz.
Bu ise vatanseverler için asla bir seçenek değildir.

http://acikistihbarat.com/Haberler/1-Yazilar-Ke%C5%9Fmir-%20Van%20-%20Kud%C3%BCs%20-Washington%20Ekseninde%20N%C3%BCkleer%20%C5%9Eebekeler%20(Kaos%20dans%C4%B1n%C4%B1n%20s%C4%B1rad%C4%B1%C5%9F%C4%B1%20oyuncular%C4%B1)-1



***

Devletler ve Trumpları

Devletler ve Trumpları 



Behiç Gürcihan / Açık İstihbarat,


BEHİÇ GÜRCİHAN,
OYUN BOZAN.,
2016-11-13



Devletler Tıkanır.

Damarlarında yılların biriktirdiği tortularla akan kan akmamaya başlar ve bürokratik organlar arasında iletişimsizlik had safhaya ulaşır. Bu tıkanıklığın toplumda ayna görüntüleri olarak cep cep huzursuzluklar baş gösterir.
İşte bu noktada Devletlerin içinde klikleşmeler başlar. Toplumda baş gösteren rahatsızlıklardan da referans alan bu klikler Devlet'e dair farklı mefkureler/idealler çevresinde toplanırlar. 

Topluma göre farklılıklar gösteren bu mefkureler çoğu zaman benzer bir dikotomi(iki kutupluluk) üzerinden birbirine karşı konuşlanır.
Osmanlı'da İslamcılık/Turancılık 'a karşı Anadolu hareketi; ABD'de küresel yayılmacılığa karşı izolasyoncular bu dikotomilere tarihten iki örnek olarak karşımızda.

Bu mefkurelere özenenlerin liberal veya muhafazakar kamplarda yeralması tamamen kendi toplumsal sosyoloji ve siyasi diyalektikleri ile bağlantılıdır ama "önce yurtta sulh" diyenlerle "dünyada sulh da bizden sorulur" un  çekişmesi kadimdir.
Tıkanan bir Devlet'in vücudu üzerinde bu iki farklı hayalet çatışmaya başladığı noktada yatay hiyerarşiler üzerinden cuntalaşmalar başlar. Devletin standart dikey hiyerarşi üzerinden işleyişine paralel bu yatay hiyerarşiler bir dava etrafında farklı bürokratik organlar bünyesinden adam devşirir.
Herkesin sorusu aynı ("Bu Devlet/ülke nasıl kurtulur?") cevabı farklıdır.

Devlet içi savaşlar başlamıştır.

Türkiye Devlet'i ve  Millet'i 1997-1999 aralığında en ciddi kalp krizlerini yaşadığında başlayan cuntalaşma 2000'lerin başına gelindiğinde iyice belirginleşmeye başlamıştı.
21. yy'a tıkanan Devlet bünyesinde tortulaşmış en az 3 cunta ile girdik.
Bir cunta diğerinden daha akıllı idi ve ABD Devleti içindeki baskın cunta (neocon) ile müttefikti.
Bu cunta diğer iki cuntayı ustaca "Ergenekon" ve Balyoz süreçlerinin içine çekip kendi darbesini "darbe yapacaklar" yaygarası altında diğerlerinin üzerine yıktı ve hepimizin malumu tarihi tiyatroyu sahneledi.
Bu cunta; hiç bir Devlet restorasyon projesinin Milletten bağımsız yapılamayacağını bilecek kadar akıllıydı ve o yüzden Devlet'in çevresine tadilat perdesini çekerken tadilat perdesinin yüzüne de Tayyip Erdoğan portresini astı.
Pınarhisar cezaevinde özel şartlarda son antremanı yaptırılan Erdoğan ideal adaydı. Duruşu ve karakteri; ahlakı ve aklı ile Türk Milleti'nin özgül ağırlığının "bizden biri" diyeceği bir profil idi. 

Zamanında  Hürriyet'in hakkında attığı "Kaçak evde oturuyor" manşetlerine sinirlendiğinde ona şu söylenmişti:

"Telaşlanma onlar sana çalışıyor. Bu ülkede kaçak evde oturan milyonlar var. O manşetleri görünce, 'bu adam bizden' diyorlar"

Türkiye'deki ve ABD'deki psikolojik harp üstadlarının(FETÖ'nün patronları) ustaca işlediği Tayyip Erdoğan figürü Devlet'in restorasyon projesinin yüzü haline getirildi.

Bu tarz restorasyon projelerinde ortaya çıkabilecek toplumsal ve bürokratik dirençler Dink suikasti ve "Ergenekon" operasyonları gibi toplumu ve bürokrasiyi paralize eden şoklarla aşıldı. Toplumun özgül ağırlığını temsil eden muhafazakar kitleler ise RTE'nin "networking" başarısının da katkısı ile tek bir lider arkasında ; kalan kitle de karşısında hizaya sokuldu. 
Toplumu yönlendirmek  artık bir tahtırevalliyi idare etmek kadar kolay hale gelmişti.

Sonuçta Devlet içindeki savaşı Tayyip Erdoğan'ı sahaya süren cunta kazandı ve Devlet'i "Yeni Türkiye-Osmanlı" mefkuresi yolunda dönüştürdü; dönüştürmeye devam ediyor.

Bu iç akıl bu süreçte o kadar ustalaştı ki; Devlet içi yeni cuntaları tespit edip, onların ayranını köpürtüp kendi lehine yeni dinamikler yaratmadaki becerisini son olarak 15 Temmuz darbe girişiminde gördük. 
Bir kısım TSK içi muhalif, Fetullahçı ajanlar tarafından kışkırtılıp sahaya sürüldü ; yüzlerce masumun katli ile sonuçlanan süreçte bir kez daha darbe girişiminden darbe çıkartıldı.
Devlet'in restorasyon projesi sürüyor ; içerdeki  ufak direniş odakları AKP'nin ufak adamlarla yaptığı geçici ittifaklarla aşılmaya çalışılıyor.
Bu restorasyon projesinin bir benzerine ise ABD'de start verildi.

Tıkanmış bir diğer Devlet olarak ABD.

ABD Devletinin tıkanmışlığı bir kaç sene önceki bütçe sürecinde  iyice ayyuka çıkmıştı. ABD bütçesini geçiremedi, bütçesiz kaldı.
Hedefine koyduğu ülkeler için uydurduğu "failed state" kategorisine kendisi düştü.
Yıllardır finans kapitalin kucağında altyapısını, eğitim sistemini ve imalat sanayini ihmal eden ABD'de elitlerle avamın arasındaki fark 2008 krizinden sonra daha da açılmıştı. ABD şehirleri sadece alt sınıfın değil orta sınıfların da sessiz çığlıklarına sahne olmaya başladı. Avamın iyice huzursuzlanmaya başladığı noktada kimsenin şerif bile olamaz dediği bir portre tabandan yükselmeye başladı.
ABD'nin liberal kesimlerinin toplumun geneline empoze etmeye çalıştığı değerler bütününe (political correctness, lgbt hakları,eşcinsel evlilikleri,vs.)  alerji duymaya başlayan muhafazakar kitleler üzerinde sörf yapan muhafazakar muhalefet kanalları arttı. IŞİD projesi anti-İslamcılık üzerinden bu muhalefeti ayrıca güçlendirdi.
Bütün komplo teorilerinden bağımsız olarak 11 Eylül sonrasında ABD'de eyaletlerini merkezi federatif devlete bağlayan bağlar özellikle güvenlik bürokrasisi üzerinden güçlendirilmeye başlanmıştı (Bkz: Patriot Yasası). Özellikle eyalet polisleri ile FBI ; Homeland Security  bakanlığı kanalları ile daha sıkı bir işbirliğine girdi.
ABD Devleti içinde yaşanan cunta savaşlarında Neoconların tasfiyesi sonrasında özellikle FBI'ın "İsrail lehine casusluk" soruşturmaları perde arkasında hız kazandı; bir çok isim mini "Ergenekon" usullleri ile tasfiye edildi.
ABD  Devleti içinde , İsrail ile araya mesafe konmasını ve ABD'nin çıkarlarının İsrail çıkarları lehine  feda edildiğini savunmaya başlayan "ulusalcı" anlayış güç kazanmaya başladı.
Hem içindeki, hem dışındaki dengeler nedeni ile İsrail'e karşı açıkca cephe açamayacağını bilen ulusalcı ABD; İsrail'e "one minute" 'i  Türkiye/RTE üzerinden söyledi.
Her tıkanan Devlet yapısında olduğu gibi işte bu klik savaşlarının yoğunlaştığı bir noktada Trump figürü sahneye sürüldü.

Bu Figür aynen Erdoğan gibi, ABD Devleti'nin çevresine çekilecek "Tadilattayız" perdesine asılacak posterdir.

Mevcut hakim elitlerin bu postere verdiği aşırı duygusal tepki ile zamanında RTE seçildiğinde şoke olan laik şehirli kitlenin tepkisi sosyolojik olarak aynı kulvarın yolcusudur. 
Alışık oldukları düzenin ayaklarının altından kaydığını hissederken yine de bunun geçici bir sapma olduğunu ümit eden bir gayretle sokağa düşen ABD'lilerin  "Cumhuriyet mitingleri"  
ABD Devleti içindeki klik savaşlarını kızıştıracaktır fakat tarih uzun vadede hep yükselen ve yaygın bir toplumsal dalganın enerjisini kullanabilenlerin galip geldiğini bize göstermiştir.
Türkiye'de RTE , ABD'de Trump işte bu sosyolojik dalganın önyüzleri olarak Devlet içindeki kliğin poster çocuğu olarak sahneye sürülmüştür.
ABD ile Türkiye arasında tarihsel süreci bizimkinden farklı kılabilecek bir dizi ayrıntı mevcut. Neticede toplumsal çeşitliliği bizden çok daha yüksek; devlet içi kontrol/denetleme mekanizmaları bizden daha güçlü ve yargı sistemi yapısal olarak farklı bir canlı olan bir organizmanın yaşayacaklarının Türkiye'nin yaşadıkları ile birebir paralellik arzedeceğini  öngörmek safdillik olacaktır.
Fakat ABD'nin sırf ABD olduğu için dünyayı dönüştürmeye soyunan küresel güçlerin hedefinde olmayacağı ve bu küresellere karşı ABD devleti ve toplumu içinde de karşı odakların kristalize olmadığını varsaymak da eşit derecede safdilliktir.
Küreseller için ABD de bir hedeftir. Gerekirse parçalanması gereken bir hedef.
ABD içinde birileri , mevcut küresel gidişat ile ABD'nin bir bütün olarak kalamayacağını gördüler ve bu gidişata karşı cevap olarak ABD Devleti'nin federalizmden üniterleştirmeye doğru evriltecek bir konsolidasyon projesi başlattılar.

Bu proje küresellerin ekonomik ve politik düzeyde bir çok planına aykırı. (Örnek: Transpasifik, TransAmerika, TransAtlantik ticaret anlaşmaları)
Devletin konsolidasyon süreci yürütürken küresellerin kışkırtabileceği onlarca toplumsal dinamiğe karşılık (Bkz. California) ; ABD Devleti'nin toplumdaki özgül ağırlığı olan kitleyi gerektiğinde tutacak, gerektiğinde harekete geçirecek bir lidere ihtiyacı vardı.

Ve o lideri Trump'ta buldu.

Hem dili, hem vücud dile  ile sıradan ABD'linin " Bu adam benden " diyebileceği ideal bir portre Trump.
Politik söylemi "Kadına wo-man demeyelim, çünkü o erkeğin önünde eğilme kökünden geliyor/Tarihe his-story demeyelim çünkü o erkeğin tarihi demek" düzlemine sıkıştıran dangalak liberal solcuların asla anlayamacağı bir damardan avamın özüne hitap ediyor.
Avamın açlığına midesinden; iktidarsızlığına " Erkek" Söylem üzerinden derman oluyor.
RTE'nin bir yandan kömür/makarna, bir yandan Osmanlı hayali dağıtması gibi;
Trump ta bir yandan iş/yol/altyapı , diğer yandan " Yeniden Güçlü Amerika " hayali dağıtıyor.
İzleyip hep beraber göreceğiz;
ABD Devleti'nin bu restorasyon projesinde koçluk yaptıkları bizimkiler kadar başarılı olup olamayacaklarını.
ABD'nin Diyarbakır'ı California 'ya ;

ABD'nin ABD'si İngiltere'ye ve ABD'nin Soros'u Soros'a özellikle dikkat etmeyi unutmadan.

Soruyorlar;
Açık İstihbarat bir yıl önceden beri nasıl "Trump Seç(tir)ilecek" tespitinde bu kadar ısrar etti diye?
Cevap soruda gizli:

Kendi Eko odasından dışarısını duyabilen kulaklar;
Kendi Yansımasından ötesini görebilen gözler;
Kendi Derdinden başkasının Derdini hissedebilen kalpler ve 
Kendi Gururunda / Goygoyunda boğulmayan akıllar için.. Her şey 

AÇIK İSTİHBARAT.


B.G.

http://acikistihbarat.com/Haberler/1098-Yazilar-Devletler%20ve%20Trumplar%C4%B1%20-%20Behi%C3%A7%20G%C3%BCrcihan%20-%20A%C3%A7%C4%B1k%20%C4%B0stihbarat-1098

***