23 Aralık 2016 Cuma

ABD NİN YENİ SURİYE POLİTİKASI BÖLGESEL MÜTTEFİKLERİNİN ROLÜ



ABD NİN YENİ URİYE POLİTİKASI BÖLGESEL MÜTTEFİKLERİNİN ROLÜ,



ABD’nin Suriye Politikası ve Bölgesel Müttefiklerinin Rolü

Yazar: Özdemir Akbal






Giriş

ABD her ne kadar yeni ilgi alanı olarak Asya Pasifik bölgesini ilân etse de, Orta Doğu'da gerçekleşen olaylardan uzak kalamamaktadır. Suriye'de devam eden olaylar da ABD'nin bölgedeki çıkarları dolayısıyla ilgi alanına girmektedir. İran-Suriye ilişkileri dikkate alındığında, ABD'nin konunun dışında kalması beklenemez. 
Zira ABD başta nükleer programı olmak üzere İran'ı etkisizleştirme politikaları uygulamaya çalışırken, Rusya, Çin ve İran da Suriye'ye dolaylı ve doğrudan destekler sağlamaktadır. Amerika Suriye ile ilgili yaptırım ve isteklerini bölgede bulunan ülkeler vasıtasıyla dile getirme yolunu seçmiştir. Bu durum Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından da beyan edilmiştir. Dolayısıyla ABD-Suriye ilişkileri ele alınırken ABD ile hareket eden ülkelerin politikaları göz ardı edilerek sağlıklı bir tahlil yapılamayacağı değerlendirilmektedir. Bu yazıda, ABD'nin Suriye'ye yaklaşımı, Washington'un müttefiki olan ülkelerle Suriye politikaları merkezinde ele alınmaya çalışılacaktır.

Savaş Meydanına Dönen Suriye

Ortadoğu ülkelerinde geçekleşen ayaklanmalar neticesi Arap halklarının demokrasi talep ettiği söylemleri kabul görmüştür. Bununla birlikte Bahreyn'de meydana gelen olaylar demokrasi talebiyle çıkmasına rağmen, çok dikkat çekmemiştir. Öte yanda 2000 senesinden buyana ekonomik ve politik liberalleşme politikaları uygulayan Suriye'deki olaylar ise başladığı günden itibaren büyük yankı uyandırmıştır. Suriye özellikle son on yıldır, ekonomik liberalleşme politikalarına paralel olarak Türkiye ile yakın siyasi, askeri ve ticari ilişkilerin temelini atmış ve Tahran ile arasında mesafe koymuştur. Şam'ın bu politikaları, ABD'nin Irak'ı işgali sonrasında, Avrupa ve Amerika'ya Türkiye vasıtasıyla açılma çabası olarak da yorumlanabilir. Ancak Türkiye ile kurulan ve kardeşlik olarak nitelendirilen bu sıcak ilişki ortamı düşünüldüğünden kısa sürmüştür.

Ankara ile Şam arasında Schengen'e karşı ' Şamgen ' söyleminden, eden bulur (men dakka duka) şekline dönüşen ilişkilerin, bozulmasında Suriye'deki ayaklanmalar büyük rol oynamaktadır. 28 Ocak 2011'de bir Tunus vatandaşının kendini yakarak başlattığı olaylar ülkeden ülkeye sıçrayarak 2012'nin ilk aylarında da devam etmektedir. Toplumsal olayların birbirinden uzak ve habersiz kişiler tarafından aynı yöntemler benimsenerek başlatılmasının dikkat çekici olduğu değerlendirilmektedir. Türkiye-Suriye ilişkileri bakımından da çok kısa süre içinde ekonomik ve güvenlik işbirliği seviyesinden, Suriye'ye yönelik çok sert söylemler ile ilişki kurulması da bir başka dikkat çekici husus olarak ortaya çıkmaktadır.

ABD'nin Suriye olaylarının başında süreci kendi inisiyatifiyle yürütmeye çalıştığı öne sürülebilir. Hatta Amerikan ve Fransız Büyükelçileri Hama'daki olayları bizzat yerinde izlemek ve muhaliflerle irtibat kurabilmek için bölgeye gitmişlerdir. Bu ziyaretin ardından bir Amerikalı Dışişleri yetkilisi asıl amacın muhaliflerin siyasi emellerini ve yollarını öğrenmek olduğunu açıklamıştır.[1] Ancak bu ziyaretin basına yansımasından ve yapılan açıklamadan sonra ABD'nin Şam Büyükelçiliği sesiz kalmış kısa bir süre öncede kapatılmıştır. 
Amerikan ABC televizyonuna verdiği mülakatta sarf ettiği "ABD'nin Suriye ile bağlarının ve ticaretinin çok az olduğunun, Suriyelilerin kulak vereceği bir ses olmadığımızın farkındayız. Dolayısıyla, Suriye'nin göz ardı edemeyeceği, giderek büyüyen ve şu anda Arap Birliği ve Türkiye'den oluşan bir koroyu konuşturmaktayız"[2]ifadesi ABD'nin Suriye politikalarını bu ülkeler vasıtasıyla yürütme arzusunda olduğunun bir işareti olabilir. ABD Dışişlerinin en yetkili ağzı Suriye ile ilgili çıkarlarını bölge ülkeleri üzerinden yürütmek istediklerini açıkça belirtmiştir. Bu noktada Türkiye'nin ve Arap ülkelerinin Suriye politikasının ABD'nin duruşu açısından önemli olduğu değerlendirilmektedir.

Türkiye'nin Değişen Suriye Politikası

1998'de Adana Protokolü ile iyileşme seyri izleyen Ankara ve Şam ilişkileri neredeyse bir ekonomik birlik haline dönüşmüş ancak Suriye'de ortaya çıkan olaylardan sonra gergin bir hal almıştır. Türkiye'nin çoğu zaman diplomatik üslup dışına çıkarak yaptığı uyarılara karşı Esad yönetimi çoğunlukla sessiz kalmayı tercih etmiştir. İki ülke yetkililerinin ortak bakanlar kurulu toplantıları yaparken ilişkilerin bu derece gergin hale gelmesi önemlidir. Zira çok kısa bir süre içinde bu denli samimi ilişkilerin olağanüstü gergin bir şekle dönüşmesi için ani ve çarpıcı gelişmelerin yaşanması gerekmektedir. 

Türk Hükümetinin tezi, iyi ilişkilerin kendi halkına zulmeden, demokratik taleplerini reddeden bir yönetimle kurulmayacağı ve gösterilen tepkinin normal olduğu iddiasını içermektedir. 

Bu durumu meşrulaştırmak için de diktatör, Baas Rejimi gibi söylemler kullanılmaktadır. Ancak Beşar Esad'ın iktidara geldiğinde ve Türkiye ile Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Antlaşmaları yapıldığında da anılan özelliklere sahip olduğu dikkat edilmesi gereken bir husus olarak görülmektedir. Hatta Şam yönetimi olaylar başladıktan sonra neredeyse yarım yüzyıl süren olağanüstü hal uygulamasını kaldırmıştır. Türkiye, ABD müttefiki olarak bölgede önemli bir role sahiptir, H. Clinton'ın söylemi dikkate alındığında, diğer bölge ülkelerinin de ABD ile olan ilişkilerinin bölge ve Suriye politikalarını anlayabilmek için incelenmesi gerektiği değerlendirilmektedir.

Bölge Politikalarına Yansıyan ABD-Kuveyt İlişkileri





Kuveyt ile ABD'nin diplomatik ilişkileri 1951'de başlamış olsa da 1961'de Kuveyt'in İngiltere'den bağımsızlığını ilan etmesiyle yakınlaşmıştır. 
Özellikle İran-Irak Savaşı sırasında başta Kuveyt bandıralı gemiler olmak üzere Basra Körfezinde seyreden gemilerin korunması için sürdürülen faaliyetler üzerinden iki ülke ilişkileri gelişmiştir. Kuveyt'in Irak tarafından işgaliyle ABD-Kuveyt ilişkilerinin seyrinin farklı bir boyuta taşındığı ileri sürülebilir. 
ABD askeri varlığının artarak hissedildiği bu dönemin ardından, 11 Eylül sonrası diğer Basra Körfezi ülkeleri gibi ABD varlığı Kuveyt'te de ağırlığını hissettirmektedir. Bu dönemden sonra Kuveyt, Amerikan ordusuyla yakın ilişkiler kurmuş, ortak tatbikatlara katılmıştır. Kuveyt'teki Amerikan askerleri hukuki olarak Kuveyt yasalarına değil Amerikan yasalarına bağlıdır.

Irak Savaşı döneminde Kuveyt, Amerikan işgal güçlerinin güvenli intikali için sınırlarını kapatmıştır. ABD-Kuveyt askeri ilişkisinin anlaşılması için, aynı şeyin istendiği Suudi Arabistan'ın bunu savaşın gerekliliği ile ilgili tereddütleri olmasından dolayı yapmadığını belirtmek gerekir.[3] Kuveyt'te Ali El Salim ve Ali El Cabir Hava Üsleri de ABD yardımıyla yenilenmiştir. Irak Savaşına 266 milyon dolar sağlayan Kuveyt, Bush yönetimi tarafından Bahreyn'den başka, NATO üyesi olmayan önemli müttefik sıfatıyla değerlendirilmiştir. Bush idaresinin bu davranışı ve durumun sürüyor olması ABD'nin bölge politikaları için Kuveyt'in öneminin bir işareti olarak görülebilir.[4] 
ABD ile bu denli yakın askeri ve siyasi işbirliğinin Mağrip ve Kuzey Afrika'da gerçekleşen ve sonunda Suriye'de dünya gündemini meşgul eden olaylarda birlikte olmadığını söylemek en azından tarafız bir değerlendirme olmayacaktır. 
Kuveyt'in Suriye'deki olaylara yaklaşımı ele alındığında KİK üyesi olarak diğer üyelerle birlikte diplomatik ilişkilerini durdurmuştur. Üstelik Kuveyt'in Suriye'ye muhtemel bir silahlı müdahaleyi ekonomik olarak destekleyeceği iddiaları da dillendirilmiştir.[5] Saddam Hüseyin'e Irak-İran Savaşı sırasında ekonomik destek vereceğini iddia eden ve sonradan sözünü yerine getirmeyen Kuveyt ve diğer KİK ülkelerinin ne derece güvenilir olduğu da ayrıca sorulması gereken bir konu olarak değerlendirilebilir. Suriye mahreçli bir haberde de Kuveyt Büyükelçiliğinden üstelik Büyükelçi olduğu iddia edilen bir şahsın ateş açtığı görüntüler yayılmıştır.[6] Bu noktada Kuveyt'in ABD'nin Arap ayaklanmaları politikalarına destek verdiği bunu gerçekleştirebilmek için de diplomatlarına silah kullandırmak da dâhil hiçbir fedakârlıktan kaçınmadığını öne sürmek mümkündür.

ABD Politikaları ve Katar

ABD ile Katar'ın diplomatik ilişkileri, Amerikan Büyükelçiliğinin 1973 yılında Doha'da açılmasıyla başlamıştır. Ancak, ABD-Katar siyasi birlikteliğinin Körfez Savaşı sonrasında hız kazandığı söylenebilir.[7] 
ABD'nin bölgedeki çıkarlarının önem kazanmasıyla Katar-ABD arasında askeri, ekonomik ve sosyal ilişkiler tesis edilmiştir. Katar'da ABD destekli oluşturulan medya organlarının mevcudiyeti, Doha'yı diğer Basra Körfezi ülkelerinden ayırmaktadır. 
ABD ile Katar arasında Haziran 1992'de süresiz olarak imzalanan askeri işbirliği antlaşması geçerliliğini korumakta ve iki ülke askeri faaliyetlerine temel teşkil etmektedir. Katar dikkate değer bir hava gücüne sahip olmamasına rağmen Doha'da bulunan El Udeyd Hava Üssü'ne 1991 yılından 2011'e kadar 1 milyar Dolar yatırım yapmıştır. Ayrıca, ABD Hava Kuvvetleri'nin kullanımına sunulmak üzere, anılan üste 100 milyon dolarlık bir yatırımla yenileme ve geliştirme çalışmaları yapılmıştır.[8] Katar'ın 11.800 kişilik ordusu dikkate alındığında bu yapılanmanın ABD birlikleri için bir alt yapı olduğu iddiası mesnetsiz olmayacaktır. ABD'nin askeri varlığı dışında Katar'da medya ve iletişim alanında da faaliyetleri bulunmaktadır.

Katar'daki en önemli medya organının El Cezire Televizyonu olduğu söylenebilir. İngiltere'deki Sandhurst Askeri Akademisinden mezun olan Şeyh Hamid bin Halife El Sani'nin sağladığı 140 milyon dolarlık kaynakla 1996 kurulan El Cezire dikkat çekici haberlere imza atmaktadır.[9] 
Özellikle Arap ülkelerinde baş gösteren ayaklanmalara odaklanan kanal, Suriye ile ilgili haberlerde de ön plana çıkmıştır. Ancak zaman zaman spekülatif haberler yaptığı iddia edilmektedir. Bunun önemli örneklerinden biri de Hama'daki olaylarda başta ilan ettiği 350–400 muhalifin öldürüldüğü haberini, delillere dayanan tepkiler dolayısıyla geri çekmesidir. 
El Cezire kanalı İngilizce yayına 2006 yılında ABD'deki merkezinde başlamıştır. Kanalın söz konusu yayınları tüm dünya tarafında ilgi ile izlenmekte ve özellikle Orta Doğu ile ilgili olaylarda yönlendirici olabilmektedir. Ancak, Arap ülkelerinde bu değişim ve demokrasi isteği olduğu iddia edilen olaylara olan ilgisinin yanında kanal, Katar'daki fikir hürriyeti konusunda çok rahat davranmamaktadır. Özellikle Katar Emiri ve ailesi aleyhinde gerçekleşen olayların haber yapılması açıkça kısıtlanmasa da gazetecilerin bu konuda kötü davranış, meslekten men edilme gibi kaygılarla oto-sansür uyguladığı ifade edilmektedir.[10] Bununla birlikte Katar merkezli El Cezire'nin Bahreyn'de gerçekleşen olayları göreceli olarak dikkate almaması da tarafsızlığı açısından eleştirilmiştir.

Başta El Cezire Televizyonu olmak üzere, Katar'dan gerçekleşen yayınların taraflı olduğu çeşitli Orta Doğulu basın mensupları tarafından da kabul edilmektedir. Türk-Arap Medya forumunda konuşan Ali El Hamadi, özellikle Basra Körfezi Ülkelerinin uydu yayınlarına milyonlarca dolar harcadığını ifade etmiştir. Aynı forumda Muhammed El Abasy özellikle El Cezire ve El Arabiya'nın Bahreyn ve Suudi Arabistan'da gerçekleşen olayları doğru yansıtmadığını ifade etmiştir.[11] Bu örneğe anıldığı gibi El Cezire'nin Humus'ta gerçekleşen saldırıyı abartarak ve çarptırarak vermesi de eklenebilir. 
Bilindiği gibi El Cezire Humus'ta gerçekleşen olaylarda ölü sayısını 350–400 olarak vermiş daha sonra da geri adım atmıştır. Olayların Mevlit Kandili gecesine denk gelmesi ve haberin doğrulanmadan verilmesi dikkat çekicidir. İslam Âlemi için Mevlit Kandili'nin önemini bir kez daha ifade etmenin gereği görülmemektedir. Böylesine önemli bir gecede, bir devletin yapacağı katliam elbette ki şuur sahibi herkesin tepkisine sebep olacaktır. Ancak haberin doğru olmadığının ortaya çıkması da kutsal değerlerin böylesi hadiselere alet edilmeye çalışıldığı düşüncesini zihinlerde canlandırmaktadır. Bu davranışın sivil enformasyon savaşı olduğu ileri sürülebilir.[12] Katar'ın anılan kanala ev sahipliği yapması ve ABD ile iş birliği de Doha'nın bunun bir parçası olduğu görüşünü akıllara getirmektedir.

ABD'nin Başrol Oyuncusu Suudi Arabistan




Kral İbni Suud'un kurduğu ülkeyi 1931'de tanımasından sonra, Suudi hükümeti ABD petrol şirketi Standard Oil of California'ya 1933'te ülkenin güneyinde petrol arama yetkisi vermiştir. Adı geçen şirket de Suudi Arabistan'a 35 bin sterlin ödemiştir.[13] Böylece ABD-Suudi Arabistan, devam edecek olan petrol ile şekillenen ilişkilerini kurmuştur. ABD ile Suudi Arabistan ilişkilerinin bir de askeri boyutu vardır. Riyad, Obama yönetiminden 2011 mali yılında sadece sınır güvenliği ve askeri eğitim için 370 bin dolar talep etmiştir.[14] 
ABD, Suudi Arabistan'a savaş uçakları, helikopterler ile bunların mühimmat ve bakım onarım giderleri dâhil olmak üzere 15 yıllık dönemde 60 milyar dolar sarf edecektir.[15] ABD ile Suudi Arabistan'ın ekonomik yakınlaşmaları da dikkate alındığında bölge müttefikleri içinde ön sırada Riyad'ın yer aldığı iddia edilebilir.

ABD, Suriye'de demokrasi eksikliğini öne sürerek, Orta Doğu'daki müttefikleri aracılıyla Şam'a mesajlar göndermekte hatta kınamaktadır. Ancak bölgedeki askeri ve ticari faaliyet açısından en önemli müttefiki Suudi Arabistan'ın da Suriye'den farklı olmadığı değerlendirilmektedir. 
Suudi Arabistan'da 11 Mart 2011'deki gösteriler hükümeti endişeye sevk etmiştir. Komşu ülke Bahreyn'deki gösterilerin benzerlerinin gerçekleştiği Suudi Arabistan bazı önlemler almak zorunda kalsa da alınan önlemlerin Şam idaresinin aldıklarından çok farklı olmadığı değerlendirilmektedir. Olaylar Suudi Kralına birbirleriyle mücadele halinde olan siyasi yapılanmalar tarafından aynı konularda şikâyet dilekçeleri iletilmesiyle başlamıştır. Şii vatandaşların ve din adamlarının tutuklanması şiddeti artırmıştır. Krallığın ilk siyasi partisini kurma niyetinde olan kişilerin tutuklanması olayları daha da hızlandırmıştır.[16] Buna rağmen olaylar basın yayın organlarında çok fazla yer almayarak görmezden gelinmiştir.

Suudi Arabistan, KİK üyesi olması hasebiyle Suriye ile ilişkilerini azaltmış durumdadır. BM'de gerçekleşen, Rusya ve Çin'in vetosuyla sonuçlanan oturum ABD kadar Suudi Arabistan'ı da rahatsız etmiştir. Suudi Arabistan Kralı Abdulah, oylamadan sonra BM'lere olan güvenin sarsıldığını belirtmiştir.[17] 
Güvenlik Konseyi kararının ardından Medvedev ile Kral Abdullah arasında gerçekleşen telefon görüşmesinde de Riyad yönetiminin Suriye ile diyalog kapılarını kapatmaya çalıştığı iddia edilebilir.[18] Bu durumda Suudi Arabistan'ın müttefiki ABD'den daha sert bir tutuma sahip olduğunu söylemek mümkündür. Zira ABD Suriye'ye insani yardım faaliyetlerinin gerçekleştirilmesini bir seçenek olarak kabul ederken, muhaliflerin silahlandırılmasına karşı çıkmaktadır. Ancak Kral, eşlerinden biri Esad ailesi mensubu olmasına rağmen sert bir tavır takınmaktadır.

Arap Birliği Ekseninde Suriye Politikaları

Suriye sorunun BM nezdinde yapılan toplantıda Rusya ve Çin'in vetolarıyla ABD'nin istediği yönde şekillenmemesi bölgesel kuruluşların etkinlik çabalarına hız kazandırmıştır. 
Kısaca ABD ile ilişkileri üzerinden Suriye siyaseti açıklanmaya çalışılan Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt gibi ülkeler de Arap Birliği içinde hayli etkin konuma sahiptir. BM kararından sonra Mısır'ın başkenti Kahire'de toplanan Arap Birliği Dışişleri Bakanları Suriye ile diplomatik ilişkileri kesme kararı almıştır. Bununla birlikte Suriye'ye uygulanan ekonomik yaptırımların ağırlaştırılması da anılan toplantıda gündeme getirilmiştir. Sürekli dış destek ve müdahaleden bahseden Suriye muhalif yapılanmasının desteklenmesi de alınan bir başka karar olarak dikkat çekmektedir. 
Ancak BM ağırlığını reddedemediği anlaşılan Arap Birliği, BM ile ortak barış gücü projesinin de bir an önce hayata geçirilmesini talep etmiştir.[19]

Buna mukabil Suriye Arap Birliği planını dikkate almamaktadır. Suriye'nin bu davranışının ardında İran, Rusya ve Çin ile olan ilişkileri olduğu söylenebilir. Ancak güvenilen bu müttefiklerin de kırılgan bir yapıda oldukları dikkatlerden kaçmamalıdır. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov'un Arap Birliği planını incelediklerini ancak Suriye'ye yabancı askeri güçlerin girmesine karşı olduklarını beyan etmesi bu görüşü destekler nitelikte değerlendirilebilir.[20] 
Arap Birliği ülkelerinin de Suriye büyükelçilerini sınır dışı etme teklifine sıcak yaklaşmaları sert güç kullanımı noktasında çekince içinde oldukları şeklinde yorumlanabilir.

Suriye, Basra Körfezi ülkeleriyle de benzeri kırılma noktaları yaşamaktadır. Hem Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) hem de Arap Birliği üyesi olan Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan Suriye politikaları konusunda pek çok alanda görüş beyan etmektedir. Anılan ülkelerin petrol gelirleri dolayısıyla oldukça zengin olmaları ve Türkiye'de dâhil bölgede pek çok ülkenin ekonomisine katkıda bulunmaları, politika yapımı açısından da bu ülkelere bir avantaj kazandırmaktadır. Söz konusu ülkelerin ABD ile derin askeri ve ekonomik ilişki içinde bulundukları da önemle altının çizilmesi gereken bir konudur. Başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere diğer Arap Birliği üyesi ülkeler Suriye ile ilgili gözlemci seviyesinde görev almıştır. Ancak gözlemcilerin sonuç raporlarının ABD ve Avrupa'nın istediği doğrultuda olmaması, anılan ülkeleri KİK çatısı altında yeni politikalar uygulamaya yönlendirmiş ve bu noktada Türkiye ile de bir işbirliği süreci başlamıştır. [21]

Suriye Politikalarında Türkiye-KİK Yakınlaşması

Türkiye'nin ortaya koyduğu iyimser politikalardan vazgeçip, Suriye'ye ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlaması bölge ülkeleri politikalarında bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Türkiye, Suriyeli muhaliflerin düzenlediği toplantılara ev sahipliği yapmakta hatta Özgür Suriye Ordusu'nun yöneticilerini barındırmaktadır.[22] 
Bu tutum Suriye yetkilileri tarafından zaman zaman kınanmıştır. Ancak, Özgür Suriye Ordusu gibi muhalif silahlı yapılanmaların ABD ve Avrupa tarafından görmezden gelinmesi konunun büyümesini engellemiştir. Bununla birlikte Arap Birliği'nin hazırlamış olduğu rapor da gündeme getirilmeyerek olayların tek taraflı yorumlanmasına zemin hazırlanmaktadır. Gözlemci heyetinin 144 kişiden oluşması ve çok farklı ülkelerden katılımcıların olması belli politikalar doğrultusunda görüşlerin beyan edilmesini zorlaştırdığı öne sürülebilir.[23]

Arap Birliği raporunun ABD'yi tatmin eden bir halde ortaya çıkmaması, ABD'nin bölge politikalarını Dışişleri Bakanı Clinton'ın ifade ettiği gibi kendi söylemlerini dile getiren odaklar tarafından ele alınmasına sebep olmuştur. 
Bu noktada KİK üyesi ülkelerin Arap Birliğine nazaran daha faal bir rol üstlendiği söylenebilir. Anılan dönemde dikkat çekici bir şekilde 28 Ocak 2012'de Yüksek Düzeyli Stratejik Diyalog toplantısı Türkiye'de düzenlenmiş toplantının ardından da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Birleşik Arap Emirliklerini ziyaret etmiştir. Söz konusu ziyaretin 15 yıl aradan sonra bu düzeyde gerçekleştirilen bir ziyaret olması önemlidir. Cumhurbaşkanı Gül, ziyaretten sonra KİK politikalarını desteklediklerini ve Suriye meselesinin BM gündemine gelmesini destekleyeceklerini belirtmiştir.[24] Gerek KİK ülkelerinin gerek de Türkiye'nin Suriye konusunda tavır birliği içinde olması, her iki tarafında ekonomik ilişkilerini geliştirme çabasında bulunması ve hem KİK hem de Türkiye'nin ABD ile ilişkileri uygulanan politikaların benzerliği noktasında çağrışımlar yaratmaktadır.

Sonuç

ABD 5 Ocak 2012'de açıklanan yeni strateji belgesinde, Orta Doğu'da devam eden olaylardan Arap Uyanışı olarak bahsederek kendi çıkarlarının bu bölgede devam ettiğini vurgulamıştır. Amerika çıkarları dolayısıyla kendisinin ve müttefiklerinin Orta Doğu'daki askeri varlığını sürdüreceğini anılan belgede belirtmiştir.[25] 
Suudi Arabistan ve Katar KİK ülkeleri arasında önemi haiz ülkelerdir. Zira Yemen'de gerçekleşen ve eski Devlet Başkanı Salih'in gitme sürecinin uzadığı olaylarda da önemli roller üstlenmişlerdir. Yemen'deki olaylarda da aynen Suriye'de olduğu gibi muhalif hareketler başlamış, buna mukabil hükümet yanlısı gösteriler de yapılmıştır. 

Ayrıca Salih'in görevden ayrılma süreci Tunus, Mısır gibi ülkelere nazaran çok uzamış bu ülke için de Suudi Arabistan ve Katar devreye girmiştir. Suriye meselesinde de Suudi Arabistan ve Katar'ın rol alma isteği dikkate şayandır. Arap Birliği de 12 Ocak 2012'de yaptığı toplantıda Suriye'ye müdahale meselesini yeniden ele almıştır.[26] Suriye meselesinde anılan ülkelere Türkiye de eklenmektedir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Suriye'nin PKK'ya destek vermesi halinde Suriye'ye girilebileceği mesajını vermiştir. Bu noktada Suriye'deki PKK destekçisi Partiya Yekiti Ya Demokratik (PYD) unsurlarının Türkiye'ye karşı durabileceği beyan edilmiştir.[27] Türkiye'nin Suriye'ye askeri müdahale seçeneğini kullanması böyle bir durumda gerçekleşebilir. Ancak, ABD politikaları doğrultusunda yararı olmayacağı değerlendirilen bu müdahalenin yapılma olasılığı düşük görülmektedir.

KİK üyesi ülkelerin ve Türkiye'nin ortak noktası ABD müttefiki olmalarıdır. Gerek ABD'nin yeni stratejisi gerek de Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın beyanatı, ABD çıkarlarının bölgede müttefikleri tarafından korunacağını ortaya koymaktadır. Suriyeli muhaliflerin Türk topraklarında toplanması ve hatta ikamet etmesi, Suudi Arabistan ve Katar'ın Suriye'ye demokrasi ile ilgili nasihatler vermesi ve bu söylemlerin ABD düşüncesine çok benzemesi ilginç bir tesadüftür. Aynı zamanda Suriye'de gerçekleşen olayların tek taraflı bir zulüm şeklinde El Cezire gibi televizyonlarla sunulması da bir psikolojik harp yürütüldüğü düşüncesini çağrıştırmaktadır. El Cezire 4 Ocak 2012'de Humus'ta gerçekleşen olaylarda yüzlerce insanın öldüğü iddia etmiş ardından da ölü sayısını 55 olarak sınırlamıştır.[28] 

Hem muhalifler hem de Esad rejimi karşılıklı olarak cana kastetmektedir. Dolayısıyla en az Şam idaresi kadar muhaliflerin de sorumlu olduğu değerlendirilebilir. Bu noktada Suriye'li muhaliflerin sık sık dış müdahale seçeneğini dile getirmesi bile kendi halklarının çıkarlarını ne derecede düşündüklerini gösterir bir emaredir. ABD'nin Suriye'ye doğrudan bir silahlı müdahalede bulunacağı sonuç olarak değerlendirilmemektedir. Ancak, bölgedeki müttefikleriyle, yaptırımlar uygulayarak Suriye'de bir rejim ve iktidar değişikliğini arzuladığı, İran'ı da bu politikayla bir müttefikinden etmek istediği iddia edilebilir.

KAYNAKLAR;

[1]http://dunya.milliyet.com.tr/elciler-hama-ya-siper- oldu/dunya/dunyadetay/09.07.2011/1412078/default.htm erişim: 10.02.2012.

[2] http://abcnews.go.com/blogs/politics/2011/11/clinton-no-longer-a-believer-that-assad-is-a-reformer-says-he-cant-sustain-the-armed-opposition-in-syria/ erişim: 10.02.2011.

[3]http://fpc.state.gov/documents/organization/50259.pdf s:2.

[4] a.g.e s:2

[5]http://abna.ir/data.asp?lang=10&Id=282764 erişim: 24.02.2012.

[6]http://www.youtube.com/watch?v=xGXo14IrW-M erişim:24.02.2012.

[7] Blanchard, M. Christopher; Qatar: Background and U.S. Relations, Congressional Research Service, Washington, 2011, s:8.

[8] a.g.m, s:9.

[9] a.g.m, s:16.

[10]U.S. State Department, 2010 Country Report on Human Rights Practices in Qatar, April 8, 2011. Available at

http://www.state.gov/g/drl/rls/hrrpt/2010/nea/154471.htm.

[11] 30 Kasım-1 Aralık 2011 Tarihli Türk-Arap Medya Forumu.

[12] Özdağ, Ümit; İstihbarat Teorisi, Kripto Yayınları, 2011, s:214-215.

[13]http://en.wikipedia.org/wiki/Saudi_Arabia%E2%80%93United_States_relations erişim: 23.02.2011.

[14] Blanchard, M. Christopher, Saudi Arabia: Background and U.S. Reltaions, Congressional Research Service, Washington, 2011, s:6.

[15] a.g.m, s:9

[16] a.g.m. s:1

[17] http://www.sondakika.com/kral-abdullah/ erişim: 24.02.2012.

[18] http://www.sondakika.com/kral-abdullah/ erişim:24.02.2012.

[19]http://www.ensonhaber.com/arap-birligi-suriye-ile-diplomatik-iliskileri-kesti-2012-02-12.html erişim: 23.02.2012.

[20]http://www.voanews.com/turkish/news/Suriye-Arap-Birliine-meydan-Okuyor-139220954.html erişim: 23.02.2012.

[21] Kalemdaroğlu, Sibel; Suriye'de Yalan Bombardımanı. http://www.21yyte.org/tr/yazi6484-Suriyede_Yalan_Bombardimani.html erişim:23.02.2011.

[22] http://www.haberler.com/ozgur-suriye-ordusu-lideri-albay-riad-al-asaad-3125885-haberi/ erişim: 13.02.2012.

[23] http://www.innercitypress.com/LASomSyria.pdf s:10-16. erişim: 13.02.2012.

[24]http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/81953/bolgesel-meselelerin-diplomasiyle-cozumunu-arzu-ediyoruz.html erişim: 13.02.2012.

[25] Sustaining U.S. Global Leadership: Priorities for 21st. Centruy Defense s:2.

[26] http://www.nytimes.com/2012/02/13/world/middleeast/arab-league-requests-un-peacekeepers-for-syria.html?_r=1&ref=todayspaper erişim: 13.02.2012.

[27] http://www.hurriyetdailynews.com/syria-regime-using-pkk-dissident-says.aspx?pageID=238&nID=12320&NewsCatID=338 erişim: 17.02.2012.

[28] http://www.aljazeera.com/news/middleeast/2012/02/201223231333768854.html erişim: 10.02.2012.

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/amerika-arastirmalari-merkezi/2012/02/23/6502/abdnin-suriye-politikasi-ve-bolgesel-muttefiklerinin-rolu


****

21 Aralık 2016 Çarşamba

ABD SURİYE İLİŞKİLERİNDEKİ DEĞİŞİM


ABD SURİYE İLİŞKİLERİNDEKİ DEĞİŞİM,



ABD SURİYE İLİŞKİLERİNDEKİ DEĞİŞİM
No: 03 . Mart 2009 
www.orsam.org.tr
Temel Hususlar 
Hazırlayan: Oytun Orhan, 
ORSAM Ortadoğu Uzmanı 






ORSAM


• ABD-Suriye ilişkilerinde iyileşme beklentisi haklı gerekçelere dayanmakla birlikte değişimin boyutu konusunda temkinli olmak gerekmektedir. 
Gerginliğe neden olan konular varlığını sürdürdükçe genel anlamda sorunlu ilişkiler devam edecektir. “Diyalogu dışlamayan gerginlik” dönemine geri dönüş olabilir. Bunun tek istisnası Suriye’nin Golan Tepeleri sorununu çözmesi olabilir. İsrail’le barış sağlanırsa Suriye’nin çıkar tanımlamaları, tehdit algılamalarında köklü bir değişim oluşacaktır. 
• Suriye, üzerindeki siyasi baskının ve ekonomik yaptırımların yumuşatılması karşılığında Tahran ile ilişkileri kesme gibi bir politika değişikliğine gitmeyecektir. Ancak Irak’tan çekilme, Lübnan, HAMAS-El Fetih uzlaşısı gibi bazı konularda ABD’yi rahatlatacak işbirliği girişimleri olabilir. 

• ABD’nin yumuşak gücüyle Ortadoğu’ya dönüşü Türkiye’nin son yıllarda ön plana çıkan bölgesel rolünü sınırlandırabilir. ABD muhtemelen bölgede 
yeniden arabuluculuk rolüne soyunacaktır. Ancak ABD Türkiye’yi dışlayıcı bir yaklaşım sergilemeyecektir. Türkiye’nin varlığı barış şansını artıracaktır. Olası barış görüşmeleri sürecinin başında Türkiye’nin aktif olması ancak nihai aşamada ABD’nin ön plana çıkması beklenebilir. 

• Suriye’nin eksen değiştirmesini beklemek gerçekçi değildir. Suriye muhtemelen bölgedeki geleneksel ilişkilerini koruyan ancak daha fazla 
alternatifi olan yeni bir model geliştirebilir. Bu yeni model, doğası gereği İran-Suriye ittifakına neden olan unsurlarda yumuşama sağlayacaktır. 
Ancak Suriye bir tercih durumunda kalmayacaktır. Bu süreç Türkiye-Suriye ilişkilerinin daha da derinleşmesine yol açabilir. 



GÜNDEM - ANALİZ 
ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 

ABD-Suriye İlişkilerinde Değişim ve Türkiye’nin Ortadoğu’daki Rolü 

No: 03 . Mart 2009 
www.orsam.org.tr
Temel Hususlar 
Hazırlayan: Oytun Orhan, ORSAM Ortadoğu Uzmanı 
ORSAM

• ABD-Suriye ilişkilerinde iyileşme beklentisi haklı gerekçelere dayanmakla birlikte değişimin boyutu konusunda temkinli olmak gerekmektedir. 
Gerginliğe neden olan konular varlığını sürdürdükçe genel anlamda sorunlu ilişkiler devam edecektir. “Diyalogu dışlamayan gerginlik” dönemine geri dönüş olabilir. Bunun tek istisnası Suriye’nin Golan Tepeleri sorununu çözmesi olabilir. İsrail’le barış sağlanırsa Suriye’nin çıkar tanımlamaları, tehdit algılamalarında köklü bir değişim oluşacaktır. 

• Suriye, üzerindeki siyasi baskının ve ekonomik yaptırımların yumuşatılması karşılığında Tahran ile ilişkileri kesme gibi bir politika değişikliğine gitmeyecektir. Ancak Irak’tan çekilme, Lübnan, HAMAS-El Fetih uzlaşısı gibi bazı konularda ABD’yi rahatlatacak işbirliği girişimleri olabilir. 

• ABD’nin yumuşak gücüyle Ortadoğu’ya dönüşü Türkiye’nin son yıllarda ön plana çıkan bölgesel rolünü sınırlandırabilir. ABD muhtemelen bölgede 
yeniden arabuluculuk rolüne soyunacaktır. Ancak ABD Türkiye’yi dışlayıcı bir yaklaşım sergilemeyecektir. Türkiye’nin varlığı barış şansını artıracaktır. Olası barış görüşmeleri sürecinin başında Türkiye’nin aktif olması ancak nihai aşamada ABD’nin ön plana çıkması beklenebilir. 

• Suriye’nin eksen değiştirmesini beklemek gerçekçi değildir. Suriye muhtemelen bölgedeki geleneksel ilişkilerini koruyan ancak daha fazla 
alternatifi olan yeni bir model geliştirebilir. Bu yeni model, doğası gereği İran-Suriye ittifakına neden olan unsurlarda yumuşama sağlayacaktır. 
Ancak Suriye bir tercih durumunda kalmayacaktır. Bu süreç Türkiye-Suriye ilişkilerinin daha da derinleşmesine yol açabilir. 

GÜNDEMANALİZ ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 
ABD-Suriye İlişkilerinde Değişim ve Türkiye’nin Ortadoğu’daki Rolü 

İÇİNDEKİLER 

Giriş 






1. ABD-Suriye İlişkilerinin Genel Seyri    2 

2. Başkan Bush DönemindeABD-Suriye İlişkileri 3 

3. Başkan Obama ve ABD-Suriye İlişkileri 5 

4. İlişkilerde Değişim ve Türkiye için Riskler Fırsatlar 6 


Giriş 


Başkan Barack H. Obama ile beraber ABD dış politikasında önceki döneme göre farklılık beklentisi çok güçlüdür. Obama’nın dış politikada getireceği değişim beklenen kadar olmasa bile önemsiz de olmayacaktır.1 Politikaların özü aynı kalsa da diplomasiye yaklaşım, kullanılacak dış politika araçları hatta dış politika öncelik sıralamasında değişimler bile önemli farklar yaratabilir. 


Bush döneminin sona ermesini ve Obama’nın görevi devralmasını bekleyen ülkelerin başında Suriye geliyordu. ABD-Suriye ilişkileri 2001 sonrasında 
belki de ilişkilerin tarihi boyunca olmadığı kadar tek boyutlu (baskı ve izolasyon) bir nitelik kazanmıştır. Daha önceki dönemlerde gerginlik ağır bassa da sınırlı ve dönemsel işbirliği her zaman varlığını korumuştu. Suriye, Obama ile beraber ABD’yle diyalog sürecinin yeniden başlayacağı beklentisi 
içindedir.2 

Çalışmamızda, yeni dönemde iki ülke ilişkilerinde yaşanacak değişimin boyutu ve bunun Türkiye için yaratacağı sonuçlar değerlendirilecektir. Ancak değişimi gerçekçi bir zeminde analiz edebilmek için ilk iki bölümde ilişkilerin kısa tarihi ve ilişkiyi şekillendiren konular ele alınacaktır. 

**********
1. ABD-Suriye İlişkilerinin Genel Seyri 

ABD-Suriye ilişkileri Hafız Esad’ın 1970 yılında iktidara gelişinden sonraki dönemde inişli çıkışlı bir seyir izlemeye başlamıştı. ABD o dönemde, Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’daki etkinliğini sınırlamaya çalışırken, Suriye Sovyetler’in en önemli bölgesel müttefiklerinden biriydi. İsrail-Filistin Sorunu’nun çözümü konusunda he iki ülke farklı bakış açılarına sahipti. Daha çok baskı ve gerginliğin hâkim olduğu ilişkiler yine de diyalogu dışlamıyordu. 

ABD Ortadoğu Barış Süreci nedeniyle zaman zaman Suriye ile diyaloga girme ihtiyacı duyuyordu. Dönemsel işbirliği ABD açısından büyük çaplı olmasa da bazı getiriler sağlıyordu. 1973 Yom Kippur Savaşı sonrası İsrail ve Suriye arasında 1974’te imzalanan sınır düzenlemesine ilişkin anlaşma bunlar arasındaydı. Suriye 1979 yılında ABD’nin “teröre destek veren devletler” listesine alındı. ABD, 1986 yılında bir İsrail uçağının bombalanması girişiminde Suriye’nin de parmağı olduğu gerekçesiyle büyükelçisini geri çekti. Ancak bir sene sonra Suriye’nin Ebu Nidal örgütünü ülke dışına çıkarması ve Lübnan’da rehin alınan ABDlinin kurtarılmasında yaptığı yardım karşılığında ilişkiler yeniden büyükelçilik seviyesine çıkarıldı.3 

1990’larda ve Başkan Bill Clinton döneminde ilişkiler iki yönlü devam etti. Suriye bir yandan “teröre destek veren devletler” listesinde yer aldı, diğer yanda da ABD’nin İsrail-Suriye arasındaki arabuluculuk rolü devam etti. George H. W. Bush ve Bill Clinton dönemlerinde Saddam Hüseyin’i çevrelemek, 
Barış Süreci’ni canlandırmak, enerji güvenliğini korumak ABD’nin öncelikleriydi. Bütün bunlar Suriye ile diyalogu zorunlu kılıyordu.4 

İki kutuplu sistemin son bulması taraflar açısından yeni işbirliği gerekliliği doğurdu. ABD, Sovyetler’in yıkılışını Golan Tepeleri sorununu çözmek açısından 
bir fırsat olarak görüyordu. Suriye için ise ABD ile işbirliği neredeyse zorunluluktu. Sovyetler’in yıkılışı Suriye’nin en önemli uluslararası askeri 
ve siyasi desteğini kaybetmesi anlamına geliyordu. Bu ortamda Suriye’nin sorunlu ilişkilere sahip olduğu Batı ve ABD’ye yönelik yeni bir açılım sergilemesi 
gerekiyordu. Bu düşünce değişiminin ilk sonucu Suriye’nin 1. Körfez Savaşı’nda koalisyon kuvvetleri içinde yer alarak ABD’ye destek vermesi oldu. Suriye, desteği karşılığında Lübnan’da rahat hareket etme konusunda ABD’nin yeşil ışığını aldı ve Lübnan’daki Suriye karşıtı grupları ülke dışına çıkardı.5 

Suriye aynı yıl içinde İsrail ile barış sürecine katılma kararı aldı. 1991 yılındaki Madrid Barış Konferansında Suriyeli yetkililer İsraillilerle aynı masada 
yer aldı. Bu süreçte ABD-Suriye arasında üst düzey birçok ziyaret gerçekleşti ve ekonomik ilişkiler paralel olarak gelişti.6 Suriye’nin İran’la, Hizbullah’la ilişkisi, radikal Filistinli örgütlere desteği gibi gerginlik unsurları varlığını sürdürürken belli alanlarda işbirliği sürüyordu. “İşbirliğini dışlamayan gerginlik” döneminin son ayaklarından biri dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın 2000 yılında Suriye eski lideri Hafız Esad ile dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak arasında Cenevre’de Golan Tepeleri sorununun çözümüyle ilgili yürüttüğü arabuluculuktu. Bu girişim çözüme çok yaklaşmışken Suriye’nin Galile Gölü’ne çıkışını sağlayacak yaklaşık 100 metrelik bir sınır düzenleme sorunu nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştı. 

ABD bazı dönemlerde Suriye ile angajmana girerek kazanımlar sağlasa da Suriye’nin bölgesel politikalarında istediği boyutta bir değişim sağlayamıyordu. 
Bütün bu süreçten ilişkilerin mantığına ilişkin şu sonuca ulaşılabilir: Suriye, ABD açısından Ortadoğu’da bir yandan sorunun merkezinde yer alırken diğer taraftan çözümün de merkezinde yer almaktadır. Suriye’nin bölgeye bakışı ve politikaları ABD ile örtüşmemektedir. Bu durum ABD ile sürekli gergin ve sorunlu ilişki modeli doğurmaktadır. Ancak Suriye diğer birçok devletten farklı olarak baskının çok yoğunlaştığı, ilişkilerin kopma noktasına geldiğini hissettiği anlarda geri adım atmakta, ABD açısından sorunların çözümünde aktif olarak yer almaktadır. Bu da ABD’nin her ne kadar bölge politikalarından hoşlanmasa da Suriye’yi tamamen göz ardı etmesini engellemektedir. Ancak angajman dönemleri Suriye’nin bölgesel ilişkilerinde köklü değişim sağlayamamaktadır. Bu durum 2000’lerin başından itibaren ABD’nin Suriye politikasında yeni bir dönem başlatmıştır. 



2. Başkan Bush Döneminde ABD-Suriye İlişkileri George Bush’un 2001 yılında görevi devralması sonrası iki ülke ilişkilerini belirleyen unsurlar şunlardı: 

ABD Açısından Suriye’nin;

- İran ile ilişkisi, 
- Lübnan politikası,
- Irak politikası,
- Filistin sorununa yaklaşımı ve “teröre destek” konusu,
- Kitle imha silahı geliştirdiği iddiaları,
- Demokratikleşme ve insan hakları konuları. 

< Suriye, ABD açısından Ortadoğu’da bir yandan sorunun merkezinde yer alırken diğer taraftan çözümün de merkezinde yer almaktadır. 
Suriye’nin bölgeye bakışı ve politikaları ABD ile örtüşmemektedir. >


ABD’de Yeni Muhafazakâr ekibin Suriye politikasının temeli baskı, izolasyon, tehdit, askeri saldırı, rejim değişikliği yolu ile Şam’ın bölgesel politikalarında değişim sağlamaya dayanıyordu. 

Suriye açısından ABD’nin;

- Tehdit, baskı, izolasyon ve rejim değişikliği politikaları,
- Suriye’nin bölgesel kaygılarını dikkate almaması ve hayati çıkar alanlarına müdahale etmesi, 
- Irak’taki ordusunun Suriye’de yarattığı yaşamsal tehdit algılaması, 
- Hariri Suikastı Uluslararası Mahkemesi’ni, Suriye üzerinde siyasal baskı aracına dönüştürmesi, 
- İsrail’e verdiği koşulsuz ve sınırsız destek. 

2001 yılında George Bush’un başkanlık görevini üstlenmesiyle beraber “diyalogu dışlamayan gergin ilişki” modeli uzun yıllar sonra ilk kez değişmeye 
başladı. ABD’de Yeni Muhafazakâr ekibin Suriye politikasının temeli baskı, izolasyon ve tehdit (askeri saldırı, rejim değişikliği) yolu ile Şam’ın bölgesel 
politikalarında değişim sağlamaya dayanıyordu. Verilen teşviklerin Suriye yönetimi tarafından yanlış algılandığını düşünen Yeni Muhafazakârlar 
sadece baskı yoluyla Suriye’nin politikalarının değiştirilebileceği fikrindeydi. Hatta yönetim içinde Suriye’nin baskı yoluyla bile göstermelik bazı 
geri adımlar atabileceğini, gerçek bir dönüşüm için rejimin tamamen değiştirilmesi gerektiğini savunanlar bile bulunuyordu.7 Bu bakış açısı uzun 
yıllar inişli çıkışlı seyreden ilişkilere olumsuz anlamda istikrar kazandırdı. Suriye’ye askeri saldırı ve rejim değişikliği senaryoları bu dönemde sıkça 
gündeme geldi. Gerilen ilişkiler sadece Yeni Muhafazakâr ekibin iktidara gelişiyle açıklanamazdı. 11 Eylül saldırılarının ABD’nin Ortadoğu vizyonu 
ve tehdit sıralamasında yarattığı değişim, ilişkileri daha gergin bir noktaya taşıdı. 11 Eylül sonrasında Ortadoğu Barış Süreci artık ABD’nin bölge 
önceliği olmaktan çıkmıştı. İsrail-Suriye barış görüşmelerinin bu çerçevede geri plana atılması ABD’nin Suriye ile angajmana girme ihtiyacını ortadan 
kaldırıyordu. Buna ek olarak küresel terörizmle mücadele artık ABD’nin yeni tehdit önceliği idi. Dünyayı “ya bizden ya da onlardan olanlar” şeklinde 
algılayan yönetim “karşı kampta” gördüğü tüm ülkelere karşı sert politikalar izlemeye başladı. ABD’nin “teröre destek veren devletler” listesinde 
yer alan Suriye’nin bu vizyon değişikliğinden olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdı. 

  ABD’nin bundan sonraki Suriye politikasına “ ya değişim ya ilişkileri bitirme” anlayışı hâkim olmaya başladı. Suriye’nin bu talep karşısında, yıllardır 
yürütmekte olduğu bölgesel ittifak sisteminden hem de garantiler almadığı bir ortamda vazgeçmesi beklenemezdi. Böylece şiddeti sürekli artan 
gerginlik dönemi başlamış oldu. Bu dönemin ilk somut ürünü 2002 yılında ABD Kongresi’ne sunulan ve Suriye’ye ekonomik ve siyasi yaptırımlar uygulanmasını 
öngören “ Suriye Sorumluluk Yasası ” oldu. Dönemin ABD Başkanı George Bush, “ Terörizmle mücadele için yeteri kadar çaba göstermediği” gerekçesiyle bir sonraki yıl yasa tasarısını imzaladı. İlişkiler artık tek boyutlu bir nitelik kazanmıştı: Yaptırımlar, baskı ve izolasyon yoluyla Suriye dış politikasında değişim. 

İlişkileri daha da karmaşıklaştıran ABD’nin Irak’ı işgali oldu. Bu işgal iki açıdan ilişkileri olumsuz etkiledi. Birincisi ABD’nin dış politika önceliğinde 
Irak en başa yerleşti ve diğer tüm konuların önemi nispi olarak azalmaya başladı. Ortadoğu Barış Süreci’nin geri plana atılması ABD’nin Suriye ile angajmana girme ihtiyacını azalttı. İkinci etken, 

    < ABD ve Suriye’nin Irak konusunda farklı bakış açılarına sahip olmalarıydı. Suriye, Irak işgaline başından itibaren karşı çıktı. ABD’nin, kendi sınırlarındaki askeri varlığını yaşamsal bir tehdit olarak algılıyordu. >  

Yeni Muhafazakâr yönetimin Suriye’yi dışlayan hatta kimi zaman rejim değişikliğini gündeme getiren bakış açısı bu tehdit algılamasını haklı gerekçelere dayandırıyordu. 
Yine o dönemde, sonradan başarısız olsa da, “ Büyük Orta Doğu Projesi ” kapsamında bölgenin otoriter devlet yapılarının “demokratikleştirilmesi” ABD’nin hedefleri arasındaydı. 
Sıradaki hedef Suriye mi? ” sorusu o dönemde ciddi bir olasılık olarak tartışılıyordu. Suriye bu ortamda Irak politikasını doğal olarak ABD’nin başarısızlığı üzerine oturttu. Irak’ın istikrar ve güvenliğine katkı yapmadığı gibi ABD’nin iddiasına göre sınırlarını direnişçilere açmaya başladı. ABD güvenlik 
birimleri raporlarına göre, Irak’ta yakalanan direnişçilerin büyük çoğunluğu ya Suriye orijinli ya da diğer Arap ülkelerinden gelip Suriye sınırından 
Irak’a sızan kişilerden oluşuyordu.8 Karşılıklı meydan okumaya dönüşen ilişki zaman zaman çatışmayı bile gündeme getiriyordu. Sıcak takip kapsamında 
ABD’nin Suriye sınırlarına taşan saldırılarının9 yanı sıra bölgesel ortamı fırsat gören İsrail’in eylemleri de oluyordu. 2003 yılında Hayfa’da İslami 
Cihad’ın üstlendiği terör saldırısına karşılık İsrail, Şam’ın yakınlarındaki bir bölgeyi örgüte ait olduğu iddiasıyla bombaladı. ABD, saldırıdan dolayı 
İsrail’i eleştirmekten kaçınırken, Suriye’nin terörizmle savaşta “yanlış tarafta” olduğu mesajını veriyordu.10 Suriye’ye gözdağı vermek için Beşar Esad’ın 
sarayı üzerinde İsrail uçaklarının uçurulması da aynı dönemde gerçekleşti. 

Bu dönemde ABD’nin Suriye’ye yönelik baskı ve izolasyon politikası Avrupa Birliği (AB) tarafından şüpheyle karşılanıyordu. AB Suriye’nin bölgesel 
politikalarından rahatsız olsa da tamamen dışlamanın fayda sağlamayacağını düşünüyordu.11 ABD, Suriye politikası konusunda AB’yi kendi yanına çekemiyordu. 
Ancak Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri suikastı Suriye politikası konusundaki dengeyi ABD lehine çevirdi. Refik Hariri ile yakın ilişkileri bulunan Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın yanı sıra diğer Avrupa ülkeleri de, suikastta parmağı olduğunu düşündüğü Suriye ile ilişkileri askıya aldı. AB ile Suriye arasındaki Ortaklık Anlaşması rafa kaldırıldı. Baskı politikası üzerinde sağlanan uzlaşı Suriye’yi yoğun bir uluslararası baskı altında bırakıyor, süreç Lübnan’daki askerlerini tamamen geri çekmeye kadar götürüyordu. ABD artık Suriye’nin hayati çıkar alanlarına girmeye başlamıştı. 

Lübnan’da sağlanan “başarı” ABD’de baskı politikalarının doğruluğu şeklinde bir algı yarattı. Ancak Bush döneminin sonlarına gelindiğinde ABD açısından 
şöyle bir tablo ortaya çıkıyordu: Suriye halen radikal Filistinli örgütlere ev sahipliği yapıyor ve İran ile ilişkiler sınırlanmanın ötesinde daha da 
derinleşiyordu.12 Lübnan’dan askerlerini çekmiş olsa da Suriye’nin bu ülkedeki etkinliği farklı araçlarla sürüyordu. ABD, Lübnan Meclis seçimlerinde 
Suriye karşıtı 14 Mart Bloğunun çoğunluğu elde etmesiyle dengeleri tamamen kendi lehine değiştirdiğini düşünüyordu. Ancak Lübnan Hükümeti’nin 
Beyrut havaalanında Hizbullah’a ait izleme aygıtlarını kaldırma girişimi sonrası baş gösteren kriz büyüyerek Hizbullah’ın Beyrut’un önemli bir bölümünü 
ele geçirmesine kadar gitti. Silahlı güç yoluyla oluşan yeni durum Lübnan’da siyasi dengelerin yeniden çizilmesi gerekliliğini doğurdu ve bu yeni durum ABD aleyhine ve Suriye lehine bir dağılım yarattı. Dolayısıyla “havuç ve sopa” politikalarının çözüm üretememesi gibi baskı ve izolasyon uygulamaları da Suriye’nin bölge politikalarında köklü bir değişime neden olmadı. 

    <  … yeni durum ABD aleyhine ve Suriye lehine bir dağılım yarattı. “Havuç ve sopa” politikalarının çözüm üretememesi gibi baskı ve izolasyon uygulamaları da Suriye’nin bölge politikalarında köklü bir değişime neden olmadı. >


Son derece karmaşık ve çözümü zor İsrail-Filistin Sorunu ile başlamak daha işi başında başarısızlığa neden olabilir. “Önce Suriye” sorunu çözülerek İsrail-Filistin meselesi için daha uygun koşullar yaratabilir. 

Bu politikanın başarısız olmasındaki en büyük etkenlerden biri tek boyutlu olmasıydı. Suriye taviz verdiğinde herhangi bir olumlu açılım ya da ödülle 
karşılaşmıyordu. Dolayısıyla ilişkilerde rahatlama olmuyordu. Baskı politikasının işe yaradığını düşünen ABD yönetimi yeni taleplerle geliyordu. Bu 
durum Suriye tarafında taviz vermenin sürdürülemez olduğu çünkü taleplerin sonu gelmeyeceği düşüncesini doğurdu. 

*****

3. Obama ve ABD-Suriye İlişkileri 

Seçim kampanyası döneminde Barack Obama’nın Ortadoğu sorunlarının çözümüne yönelik ifadeleri Bush dönemi yaklaşımlarından farklılık taşıyordu. 
Obama, ABD’nin yeni dönem dış politikasının temelinde diplomasi, diyalog, çok taraflılık, arabuluculuk gibi yumuşak güç unsurlarının yatacağı sinyallerini verdi.13 Suriye yönetimi de tüm diyalogun kesildiği ve sadece “sopanın” yer aldığı tek boyutlu ilişki modelinin Obama ile beraber değişeceği 
beklentisi taşıyordu.14 

Obama’nın başkanlık koltuğuna oturur oturmaz ilk icraatlarından biri Ortadoğu Özel Temsilciliği’ne George Mitchell’i atamak oldu. Bu atama Bush döneminde ikinci plana düşen Ortadoğu Barış Süreci’nin yeniden ABD’nin bölgesel öncelikleri arasına gireceğinin işaretiydi. George Mitchell ismi ise sorunların çözümünde izlenecek yola ilişkin “olumlu” sinyaller veriyordu. Daha önce Kuzey İrlanda sorununun çözümünde başarılı bir görev üstlenmiş Mitchell diyalogu seven, arabulucu ve tarafsız kimliğiyle ön plana çıkıyordu. 


Suriye ile ilişkilerde değişim beklentisi yaratan bir diğer unsur yeni yönetimin Ortadoğu Barış Süreci’nin farklı ayakları arasında İsrail-Suriye barışına 
öncelik veren yaklaşımıdır. Buradaki temel mantık şudur: 

    < Son derece karmaşık ve çözümü zor İsrail-Filistin Sorunu ile başlamak daha işi başında başarısızlığa neden olabilir. “Önce Suriye” sorunu çözülerek İsrail-Filistin meselesi için daha uygun koşullar yaratılabilir. > 

İsrail çevresinde güvenli bir ortam sağlanacak ayrıca Suriye’nin soruna ilişkin “yapıcı olmayan” yaklaşımı engellenecektir. Hepsinden önemlisi İran bölgede 
yalnızlaştırılarak zayıflayacak, Hizbullah ve HAMAS ile arasındaki bağlantı koparılacaktır. Bu politikanın başarı şansı ayrı bir tartışma konusu olsa da Obama ekibinden gelen işaretler Suriye ile angajman politikasının hayata geçirileceği yönündedir. 

İsrail ve Filistin iç politikasında yaşanan gelişmeler dikkate alındığında, kısa vadede İsrail-Filistin uyuşmazlığının çözümünde ilerleme sağlamak zordur. 
Aşırı sağ eğilimli İsrail Hükümeti’nin Kudüs ve Batı Şeria’daki yerleşim birimleri ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı gibi konularda adım atma ihtimali son derece düşüktür. Bu kesimler her ne kadar Golan Tepeleri’nin Suriye’ye iadesine de şiddetle karşı çıksa da ABD’nin baskılarına ne kadar direnecekleri meçhuldür. Sonuçta, önceki Demokrat yönetim sırasında da ABD hem İsrail-Filistin hem de İsrail-Suriye konularında aktif bir tutum sergilemişti. Şimdi de Ortadoğu politikasında değişimin üç kilit sahnesi vardır: İran, Irak ve İsrail-Filistin sorunu. Irak’ta değişim başlamış ancak sonuçlanması 2011’i bulacaktır. İran ile bazı sinyaller olmasına rağmen belirsizlik söz konusudur. Filistin’de ise HAMAS’ın rolü ABD’nin elini kolunu bağlamaktadır. 

Bu nedenle Suriye meselesi daha da ön plana çıkmaktadır. ABD yönetimi İsrail üzerinde “Filistin konusunda adım atmıyorsun Suriye konusunda at” şeklindeki baskısını artırabilir. ABD tarafından da pek hoş karşılanmayan yeni İsrail Hükümeti’nin bu baskıya direnme gücü de az olacaktır. Bu nedenle ABD-İsrail-Suriye görüşmeleri Ortadoğu Barış Süreci’nin belki de işleyen tek boyutu haline gelebilir. 

Gelinen aşamada ABD tarafından politika değişikliğine yönelik henüz ciddi bir adım atılmamıştır. Değişimin boyutu şimdilik karşılıklı jestler ve bazı 
işaretlerle sınırlıdır.15 
Değişimin ilk sinyalleri üst düzey ABD’li yetkililerin açıklamalarıydı. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton henüz koltuğuna oturmamışken Senato Dış İlişkiler Konseyi’nde, “diplomasinin dış politikanın bekçisi olacağını ve Suriye’yi Ortadoğu’da yapıcı aktör olmaya teşvik etmek gerektiğini” söylüyordu.16 
Obama başkan seçildikten sonra ilk kutlayanlardan biri Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad oldu. Olumlu jestlerin ardından küçük çaplı da olsa bazı somut adımlar gelmeye başladı. Bunlar içinde en önemlisi ABD Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Senatör John Kerry’nin gerçekleştirdiği Şam ziyareti oldu. Kerry “Esad ile görüşmesinin Obama yönetimi ve Dışişleri’nin bilgisi ve onayı kapsamında gerçekleştiğini" söyledi. Bu ziyaret Bush döneminden kopuş olmasa da politikanın tarzına ilişkin bir değişimin göstergesi olabilir. 

Kerry, Suriye’deyken “çok kısa süre içinde farklı konularda Suriye ile gerçek işbirliği” beklentisini dile getirdi.17 Aynı tarihlerde Suriye’nin resmi El Baas gazetesi, Suriye Ulaştırma Bakanı Yarub Bedr’e dayandırdığı haberde, “ABD Ticaret Bakanlığının yıllardır hizmet dışı olan Suriye Havayollarına ait iki adet Boeing 747 tipi uçağın yedek parçalarını sağlamayı kabul ettiğini” duyurdu.18 Daha sonra ABD Hazine Bakanlığı, Suriyeli bir vakfa 500,000 doların aktarılmasına izin verdi. İlk bakışta fazla anlam ifade etmiyor gibi gözüken bu adımlar ekonomik ambargo kapsamında düşünüldüğünde önem kazanabilir. Her şeyden önce bir zihniyet değişiminin ve Suriye’ye uygulanan ekonomik ambargonun sonlandırılacağının işaretleri olabilir. ABD tarafından gelen jestlere karşılık Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad The Guardian gazetesine verdiği demeçte, “Ortadoğu barış sürecinde Washington’u başhakem olarak görmeyi umduklarını ve bölgede ABD’nin yedeği olmadığını ifade etti.19 Bu sürecin en son ve önemli adımı ise Suriye’ye büyükelçi atanacağı iddialarıdır. ABD Dışişleri Bakanı Clinton’ın son İsrail ziyareti sırasında “iki Amerikalı üst düzey diplomatın görüşmeler için Suriye’ye gideceğini” açıklaması20 Şam’a yeniden Amerikan 
büyükelçisi atanmasına giden süreci başlatabilir. ABD, 2005 yılında Hariri suikastı sonrasında büyükelçisini geri çekmişti. 

Obama dönemi ile beraber ABD-Suriye ilişkilerinde yumuşamayı gerekli kılan faktörler şu şekildedir: 

ABD Açısından; 

-ABD’nin Obama dönemi Ortadoğu öncelikleri Irak’tan çekilme, İran nükleer sorunu ve Ortadoğu Barış Süreci olacaktır. Bu konularda başarı sağlamak için Suriye’nin işbirliği kilit önem taşıyacaktır. Suriye, Irak’ta yumuşak geçiş için katkı sağlayabilir. HAMAS-El Fetih arasındaki uzlaşı sürecinde aktif rol oynayabilir. 

İran ile arasına mesafe koyması sağlanabilirse ABD tarafından “olumsuz” olarak ifade edilen İran’ın bölgesel rolü sınırlanmış olur. 

  < Gelinen aşamada ABD tarafından politika değişikliğine yönelik henüz ciddi bir adım atılmamıştır. Değişimin boyutu şimdilik karşılıklı jestler ve bazı işaretlerle sınırlıdır. Değişimin ilk sinyalleri üst düzey ABD’li yetkililerin açıklamalarıydı. >


<   Pragmatik eğilimler sergileyen Suriye, Ortadoğu’da belli bir kampa angaje olmayı muhtemelen tercih etmiyordur. Bölgede İran’dan farklı bir pozisyona sahip olan Suriye, sorunlar olsa da Batı’ya karşı kapıların açık olduğu bir ilişki arayışındadır. >


Zayıflayan İran’ın nükleer sorun konusundaki eli zayıflar. 

-Bush dönemi “baskı ve izolasyon” politikaları çözüm üretemedi. ABD, bazı kazanımlar elde etmekle beraber Suriye’nin bölgesel rolünde arzuladığı değişimi 
sağlayamadı. İran’la ilişkisini sınırlamak isterken Suriye’yi daha çok bu ülkeye itti. 

-Irak’ın güvenlik durumunda sağlanan iyileşme Suriye ile kriz çıkaran başlıklardan birini ortadan kaldırdı. 

Suriye Açısından; 

-Dış politikada genel olarak pragmatik eğilimler sergileyen Suriye, Ortadoğu’da belli bir kampa angaje olmayı muhtemelen tercih etmiyordur. 
Bölgede İran’dan farklı bir pozisyona sahip olan Suriye, sorunlar olsa da Batı’ya karşı kapıların açık olduğu bir ilişki arayışındadır. 

-Irak işgali, Lübnan’dan askerlerin geri çekilmesi ve yaptırımlar Suriye ekonomisini sarsmaktadır. ABD ile ticaretin sınırlı olması ve dünya ekonomisine 
fazla entegre olmaması nedeniyle yaptırımlardan doğrudan etkilenmemektedir. 

Ancak yaptırımlar Batılı şirketleri Suriye’ye yatırım yapma konusunda kaygılandırarak dolaylı etki yapmaktadır. Suriye siyasi izolasyonu kırarak 
ekonomik olarak da rahatlamayı istemektedir. 

İlişkilerde iyileşme beklentisi haklı gerekçelere dayanmakla birlikte değişimin boyutu konusunda temkinli olmak gerekmektedir. Gerginliğe neden 
olan konular varlığını sürdürdükçe genel anlamda sorunlu ilişkiler devam edecektir. “Diyalogu dışlamayan gerginlik” dönemine geri dönüş olabilir. İki 
ülkenin İsrail-Filistin, Lübnan, Irak, İran gibi konulardaki farklı pozisyonları istikrarlı ve tam işbirliğine dayalı bir ilişkinin ortaya çıkmasına engel olacak-
tır. Bunun tek istisnası Suriye’nin Golan Tepeleri sorununu çözmesi olabilir. İsrail’le barış sağlanırsa Suriye’nin çıkar tanımlamaları, tehdit algılamalarında 
köklü bir değişim oluşacaktır. Suriye, ABD ile ilişkilerde sorun yaratan konularda değişim taahhüdü vermese de yeni durum Suriye’nin bölgesel rolünde kendiliğinden değişim yaratacaktır. 

Ekonomik yaptırımlar, Birleşmiş Milletler Hariri Suikastı Araştırma Komisyonu gibi baskı unsurları Obama döneminde de muhtemelen kullanılmaya 
devam edecektir. Ancak ilişkilerin seyrine göre bunlarda bir yumuşama oluşabilir. Suriye için büyük önem taşıyan Lübnan konusunda yeni yönetim 
de geri adım atmayacaktır. 1990’larda olduğu gibi Suriye’nin işbirliği karşılığında Lübnan’da etkinlik kurmasına izin verilmeyecektir. Artık Lübnan 
ABD açısından bölge önceliklerinden biri olmaya başlamıştır. Fuat Sinyora Hükümeti’ne destek devam edecektir.21 Yeni yönetim İsrail’e Golan sorununu 
çözmesi için Suriye ile barış masasına oturması konusunda baskı yapabilir.ABD’nin Suriye ile angajman politikası bu zemin üzerinde yürüyecektir. 
Suriye de üzerindeki siyasi baskının ve ekonomik yaptırımların yumuşatılması karşılığında Tahran ile ilişkileri kesme gibi bir politika değişikliğine 
gitmeyecektir. Beşar Esad iki eksen arasında tercihe zorlanma konusundaki duruşunu “Washington’la iyi ilişkiler, Tahran’la kötü ilişkiler anlamına 
gelmemeli” sözleriyle ifade etmektedir.22 Bu nedenle uzun yıllara dayanan bölgesel ittifak sistemini koruyacaktır. Ancak Irak’tan çekilme, Lübnan, 
HAMAS-El Fetih uzlaşısı gibi bazı konularda ABD’yi rahatlatacak işbirliği girişimleri olabilir. 

*****

4. İlişkilerde Değişim ve Türkiye için Riskler Fırsatlar Sürecin Türkiye üzerindeki etkileri iki başlık altında toplanabilir. 

Birincisi ABD’nin Ortadoğu’da yeniden yumuşak gücünü kullanmaya başlaması; ikincisi de ABD-Suriye yakınlaşmasının Türkiye açısından olası sonuçlarıdır: 



1. ABD’nin 11 Eylül sonrasında Ortadoğu’da yürüttüğü güce dayalı ve tek taraflı politikalar yumuşak güç unsurları açısından bölgede boşluk doğurmuştur. 
Türkiye karşılıklı ekonomik bağımlılık yaratarak, sorunların barışçıl yollarla çözümünü savunarak, arabulucu rol üstlenerek, bölgesel kutuplaşmada 
kendini tarafsız konumlandırarak bu boşluğu doldurmuştur. ABD’nin eskiden olduğu gibi arabuluculuk rolünü aktif olarak üstlendiği bir durum olsaydı Türkiye için muhtemelen bu denli geniş bir oyun alanı doğmuş olmayacaktı. Obama yönetimi ile beraber ABD bölgede caydırıcılığının yanına yumuşak gücünü de ekleyecek gibi gözükmektedir. ABD’nin yumuşak güce dayalı dış politik araçları kullanmasının Türkiye’nin bölgesel rolüne etkisi konusunda üç farklı sonuç doğabilir: 

a.   < ABD’nin yeni dönem politikaları Türkiye’de, son yıllarda artan etkinliğinin azalacağı kaygısına neden olabilir. Bu kaygı, ABD’nin yeniden İsrail-Filistin ve İsrail-Suriye barış sürecine angaje olarak Türkiye’nin oyun alanını sınırlandıracağı mantığına dayanmaktadır. >  

Daha önce Türkiye’nin üstlendiği işleve artık ihtiyaç kalmayacağı düşünülebilir. Türkiye’nin arabuluculuğu sırasında dahi ABD’nin masada olmasını zorunluluk kabul eden taraflar, arabuluculuk için istekli bir ABD yönetimi ile karşılaşacaktır. 

b. ABD’nin Ortadoğu’da yumuşak gücünü kullanarak Türkiye’nin pozisyonuna yaklaşması ABD-Türkiye arasında daha etkin işbirliği yaratabilir. Daha önce ilişkilerde kriz yaratan girişimler (Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri gibi) tersine ABD tarafından desteklenebilir. ABD kendisinin aktif olacağı süreçte Türkiye’yi dışlayarak değil Türkiye’nin son yıllarda kazandığı güven, itibar ve etkinliği kullanarak süreci yürütmeye çalışabilir. Obama’nın Ortadoğu Özel Temsilcisi Mitchell’in Türkiye ziyareti sırasında “Ortadoğu barışının sağlanması konusunda Türkiye’nin önemli bir güç olduğunu ve liderlik beklediklerini” ifade etmesi23 bu olasılığı güçlendirmektedir. Türkiye, Irak Savaşı sonrası oluşan kamplaşmada nispeten tarafsız kalarak kendine has bir yer edinmiştir. Ancak bu pasif bir tarafsızlıktan ziyade etkin, taraflarla diyalog içinde bir tarafsızlıktır. Türkiye’nin bu gücü ABD tarafından önemli bir değer olarak görülebilir. 

c. Muhtemelen ikinciye daha yakın olmakla birlikte iki olasılığın karışımı bir durum oluşabilir. ABD’nin yumuşak gücüyle Ortadoğu’ya dönüşü ABD’nin yeni dönem politikaları Türkiye’de, son yıllarda artan etkinliğinin azalacağı kaygısına neden olabilir. Bu kaygı, ABD’nin yeniden İsrail-Filistin ve İsrail-Suriye barış sürecine angaje olarak Türkiye’nin oyun alanını sınırlandıracağı mantığına dayanmaktadır. 

< Türkiye üzerinden Batı’ya da açılım çabası içinde olan Suriye ABD’nin diyalog çabalarına olumlu yanıt verecektir. Ancak Suriye’den bir eksen değişikliğine gitmesini beklemek gerçekçi değildir. Suriye daha fazla alternatifli yeni bir model geliştirebilir. >

Türkiye’nin son yıllarda olduğu kadar ön plana çıkmasını sınırlandırabilir. ABD muhtemelen bölgede yeniden arabuluculuk rolüne soyunacaktır. Ancak 
ABD Türkiye’yi dışlayıcı bir yaklaşım sergilemeyecektir. Türkiye’nin varlığı barış şansını artıracaktır. Son yıllarda ABD Ortadoğu’da önemli ölçüde güven kaybı yaşamıştır. ABD ile bölge aktörleri arasında diyaloga geçilmeden bir güven inşa edilmesi gerekmektedir. Türkiye bu anlamda önemli işlev üstlenebilir. Türkiye’nin son yıllarda özellikle Suriye üzerinde sağladığı etkinlik bölge aktörlerinin iknası için fırsat sunabilir. Dolayısıyla barış görüşmeleri 
sürecinin başında Türkiye’nin aktif olması ancak nihai aşamada ABD’nin ön plana çıkması beklenebilir. 

2. ABD-Suriye yakınlaşmasının Türkiye’ye olası etkileri hakkında ise şöyle bir değerlendirme yapılabilir: ABD’nin angajman politikasının gerekçelerinden 
biri “Suriye’yi İran’dan nasıl uzaklaştırabiliriz?” arayışıdır. Esasen Bush dönemindeki baskı ve izolasyon politikalarının amaçlarından biri de buydu. 
Ancak Suriye’nin dışlanması tersi sonuç üretti ve güvensizleşen, yalnızlaşan Suriye gittikçe İran’la yakınlaşmaya başladı. Suriye, İran ile ittifakın zorunluluğuna inansa da dengelerin çok fazla İran lehine değişmesini de muhtemelen istememektedir. Örneğin Lübnan’da eskiden belirleyici Suriye iken, 
İran yönetimi Hizbullah aracılığı ile etkinliğini bu ülkeye yayma şansına sahip olmuştur. Birçok gerekçeleri olmakla birlikte Suriye’nin Türkiye ile yakınlaşma 
çabaları İran’a alternatif oluşturabilmek açısından da önem taşımaktadır. 

Türkiye’nin de bu açılıma karşılık vermesi ile iki ülke ilişkileri son yıllarda büyük bir hızla ilerlemiştir. Öyle ki Türkiye ile ilişkiler Suriye dış politikasının 
ana unsurlarından biri haline gelmiştir.24 

Zaten Suriye bölgede İran’dan farklı bir çizgi takip ettiğini hem daha yumuşak söylemi hem de somut işbirliği girişimleri ile göstermiştir. Lübnan Devlet 
Başkanlığı krizinin çözümünde olumlu rol oynamış, Annapolis Zirvesi’ne İran’ın memnuniyetsizliğine rağmen katılmış, Türkiye ve Fransa’nın açılımlarına 
karşılık vermiş, Avrupa Birliği ile ilişkilerini nispeten iyi bir seviyeye taşımış ve daha önce dondurulan AB-Suriye Ortaklık Anlaşması imzalanmıştır. Dolayısıyla Türkiye üzerinden Batı’ya da açılım çabası içinde olan Suriye ABD’nin diyalog çabalarına olumlu yanıt verecektir. Ancak Suriye’den bir eksen değişikliğine gitmesini beklemek gerçekçi değildir. Suriye muhtemelen bölgedeki geleneksel ilişkilerini koruyan ancak daha fazla alternatifli yeni bir model geliştirebilir. Bu yeni model, doğası gereği İran-Suriye ittifakına neden olan unsurlarda yumuşama sağlayacaktır. Ancak Suriye bir tercih yapmak durumunda kalmayacaktır. Bu süreç Türkiye-Suriye ilişkilerinin daha da derinleşmesine (İran’a rağmen değil) yol açabilir. 

Artık Türkiye-Suriye ilişkilerindeki olumlu gelişmeler Bush dönemindeki gibi Türkiye-ABD ilişkilerinde gerginlik unsuru olmayacaktır. Dolayısıyla ABD-Suriye ilişkilerinde olası iyileşme Türkiye’nin bölgesel rolü, Türkiye-ABD ve Türkiye-Suriye ilişkileri açısından olumlu sonuçlar verebilir. 


DİPNOTLAR 


1 Obama döneminde ABD dış politikasında yaşanması muhtemel değişimin boyutları konusunda bkz.: Şanlı Bahadır Koç, “Yeni ABD Başkanı Barack Obama ve Türk Amerikan İlişkileri”, Stratejik Analiz, Cilt 9 sayı 104, Aralık 2008. 

2 “ Suriye Obama Döneminden Umutlu ”, NTVMSNBC, 18 Şubat 2009, http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/475925.asp 

3 “Engaging Syria? U.S. Constraints and Opportunities”, International Crisis Group, Middle East Report No. 83, 11 Şubat 2009. 

4 Mona Yacoubian, Scott Lasensky; “Dealing With Damascus”, Council on Foreign Relations, CSR NO. 33, Haziran 2008. 

5 O dönemde ülkenin en güçlü Suriye karşıtı ismi olan General Michel Aoun’a karşı askeri operasyon düzenlenerek sürgüne gönderilmiştir. 

6 “Engaging Syria? U.S. Constraints and Opportunities”, 11 Şubat 2009. 

7 Başkan yardımcısı Dick Cheney’in Suriye’den sorumlu danışmanlığına getirilen David Wurmser bu isimlerin başında geliyordu. 

Bunun yanında Douglas Feith, Eliot Abrams, Paula Dobriansksy, ve Michael Rubin de aynı yönde düşünceye sahipti. David Wurmser’in Suriye rejiminin yıkılması gerekliliği konusundaki örnek açıklaması için bkz.: “US Must Break Iran and Syria Regimes”, Daily Telegraph, 5 Ocak 2007, http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/1565235/US-’must-break-Iran-and-Syria-regimes’.html. 

8 ABD’li yetkililerin bu konudaki suçlamalarına örnek olarak bkz.: “Rumsfeld Warns Syria: Stop Assisting Iraq”, Fox News, 28 Mart 2003, 
http://www.foxnews.com/story/0,2933,82377,00.html

9 Sekiz kişinin ölümüyle sonuçlanan son saldırı içlerinde en kapsamlısıydı: “US Helicopter Raid Inside Syria”, BBC News, 27 Ekim 2008, 
http://news.bbc.co.uk/1/hi/world/middle_east/7692153.stm. 

10 “Bush Calls Sharon to Discuss Latest Violence”, CNN.com, 5 Ekim 2003, http://www.cnn.com/2003/US/10/05/mideast.us/index.html. 

11 AB ile Suriye arasındaki Ortaklık Anlaşması süreci o dönemde devam ediyordu. Bunun yanı sıra ABD yaptırımlarına rağmen AB’nin Suriye ile ticareti geliştirme arayışına örnek için bkz.: Ian Black, “Europe to Seek Syria Trade Deal”, Guardian, 13 Mayıs 2004, http://www.guardian.co.uk/world/2004/may/13/syria.eu. 

12 İran etki alanına girişinin somut argümanları konusunda bkz.: “Dealing With Damascus”, Haziran 2008. 

13 Obama döneminde yumuşak gücün kullanımına ilişkin örnek haber ve değerlendirme için bkz.: David E. Sanger, “Obama’s Advisers to Back Soft Power”, International Herald Tribune, 1 Aralık 2008, http://www.iht.com/articles/2008/12/01/america/obama.php; Henri Astier, “Obama: Soft Power’ and Hard 
Reality”, BBC News, 24 Kasım 2008, http://news.bbc.co.uk/2/hi/americas/7743267.stm. 

14 David Ignatius, “A New Partner In Syria?”, Washington Post, 24 Ocak 2008, http://www.washingtonpost.com/wpdyn/content/story/2008/12/23/ST2008122303162.html; Syria’s Assad Seeks Dialogue with 

U.S. Under Obama, Reuters, 31 Ocak 2009; Syria’s Assad Ready to Cooperate with Obama, Reuters, 17 Ocak 2009, http://uk.reuters.com/article/UKNews1/idUKTRE50U2OP20090131. 

15 “Suriye Obama döneminden Umutlu, NTVMSNBC, 18 Şubat 2009, http://arsiv.ntvmsnbc.com/ news/475925.asp. 

16 Hillary: ABD Sorunları Tek Başına Çözemez, Hürriyet USA, 13 Ocak 2009, http://www.hurriyetusa. com/haber/haber_detay.asp?id=19470. 

17 “US Sen. Kerry Hopeful After Syria Talks, Washington Post, 21 Şubat 2009, http://www.washingtonpost.com/wpdyn/content/article/2009/02/21/AR2009022100460.html. 

18 “ABD, Suriye Havayollarına Yedek Parça Vermeyi Kabul Etti”, Milliyet, 8 Şubat 2009, 
http://www.milliyet.com.tr/Dunya/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1057085. 

19 “Ortadoğu Sürecinde ABD’nin Yedeği Yok”, Hürriyet, 19 Şubat 2009, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/11034130.asp. 

20 “Clinton Batı Şeria’da”, BBC Türkçe, 4 Mart 2009, http://www.bbc.co.uk/turkish/news/ story/2009/03/090304_westbankclinton.shtml. 

21 ABD Senatörü John Kerry Şam ziyareti sırasında “ülkesinin bölgeye yönelik yeni bir diplomatik yaklaşım içerisine gireceğini ifade etmiştir. 
Ancak ülkesinin beklentilerini de sıralamıştır: “Hizbullah’ın silahsızlandırılması, Filistinliler ile ilgili sorunların çözümü bağlamında yardım ve Suriye’nin Lübnan’ın siyasi bağımsızlığına saygı göstermesi. 

22 Suriye’den ABD’ye İşbirliği Çağrısı, NTVMSNBC, 17 Ocak 2009, http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/472576.asp. 

23 “Mitchell: Obama Türkiye’yi Takdir Ediyor”, Milliyet, 26 Şubat 2009, http://www.milliyet.com.tr/Dunya/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1064557&Kategori=dunya&b=Mitchell:%20Obama%20Turkiyeyi%20takdir%20 ediyor. 

24 “Engaging Syria? U.S. Constraints and Opportunities”, 11 Şubat 2009. 

ORSAM 
Mithatpaşa Caddesi No:46/3-4 
06420 Kızılay/ANKARA 
Tel: +90 (312) 430 26 09 
Faks: +90 (312) 430 39 48 
www.orsam.org.tr 
orsam@orsam.org.tr 



****