10 Mayıs 2020 Pazar

Doğu Akdeniz’de Değişen Enerji Jeopolitiği ve Türkiye BÖLÜM 1

Doğu Akdeniz’de Değişen Enerji Jeopolitiği ve Türkiye BÖLÜM 1




Muhammed Kürşad ÖZEKİN* 
* Dr. Öğretim Üyesi, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, 
ORCID: 0000-0001-8775-0936 e-posta: 
kursad_ozekin@hotmail.com. 
27.09.2019 

Kabul Tarihi / Accepted : 17.02.2020 



Özet; 

Doğu Akdeniz bölgesi, Orta Doğu ve Kafkaslara olan coğrafi yakınlığı sebebiyle 20. yüzyılın başlarından günümüze kadar bölgesel ve küresel ölçekli güç mücadelelerine ve enerji merkezli jeopolitik çekişmelere ev sahipliği yapmıştır. Özellikle 2000’li yılların başından bu yana hidrokarbon rezervlerinin keşfedilmesi bölgenin jeopolitiğinde önemli değişikliklere neden olmuş ve başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri adına güvenliği tehdit eden kırılgan bir zemin oluşturmuştur. Bu noktadan hareketle ilgili çalışma hidrokarbon rezervlerinin keşfi ve paylaşımına yönelik bölgede ortaya çıkan yeni dinamikleri ve bu dinamiklerin neden olduğu çatışma ve iş birliği olanaklarını, Türkiye özelinde değerlendirmeyi hedeflemektedir. Bu amaç doğrultusunda çalışmada, ilk olarak hidrokarbon rezervlerinin paylaşımı hususunda 

Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkelerin ve küresel güçlerin geliştirmiş oldukları tutum ve stratejiler ele alınarak mezkûr rezervlerin güvenlik açısından bölgede meydana getirdiği temel dinamikler analiz edilecektir. 

Sonrasında, Doğu Akdeniz enerji jeopolitiğinde yaşanan gelişmelerin 
Türkiye özelinde ortaya çıkardığı fırsat ve tehditler değerlendirilecek ve Türkiye’nin önünde bulunan muhtemel senaryolar ve izlenmesi öngörülen 
başlıca politikalar tartışılacaktır. 


Giriş 

Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesişim noktasında bulunan Doğu Akdeniz bölgesi, tarih boyunca bölgesel ve küresel ölçekli güç mücadelelerine ve jeopolitik çekişmelere ev sahipliği yapmıştır. Doğu-Batı yönlü göç ve ticaret yolları üzerinde önemli bir geçiş güzergâhı olan Doğu Akdeniz bölgesi, özellikle Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte hidrokarbon kaynaklı güç mücadelelerinin önemli merkezlerinden biri haline dönüşmüştür. Zengin enerji rezervlerine sahip Orta Doğu ve Kafkaslara olan coğrafi yakınlığı göz önüne alındığında bölge 20. yüzyılın başından bu yana hidrokarbon jeopolitiği açısından stratejik değere sahip olmuştur. 

Bölge, bilhassa Orta Doğu’daki petrol ve doğal gaz rezervlerinin Avrupa’ya taşınması konusunda önemli bir çıkış noktası olmuş ve enerji nakil koridoru olmasının yanı sıra Hazar bölgesinin hidrokarbon kaynaklarının Avrupa’ya nakli için de alternatif bir güzergâh vazifesi görmüştür. 

Son yıllarda ise Doğu Akdeniz’de ve özellikle Kıbrıs açıklarında varlığı tartışılan doğal gaz ve petrol rezervlerinin varlığının kanıtlanması ve Akdeniz’e komşu ülkelerle uluslararası aktörlerin yürüttüğü keşif ve sondaj faaliyetleri Doğu Akdeniz Enerji jeopolitiğinde yeni dengelerin ortaya çıkmasına mahal vermiştir. 

Özellikle 2000’li yıllardan itibaren bölgede zengin hidrokarbon rezervlerinin keşfedilmesi, doğal olarak kaynakların ve deniz alanlarının paylaşımı hususunda bölge ve bölge dışı devletlerin de müdahil olduğu yoğun bir rekabet ortamını beraberinde getirmiştir. Bugün gelinen noktada, Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan yeni enerji jeopolitiği her ne kadar Akdeniz’e kıyı ülkeler için bazı ekonomik fırsatlar sunuyor olsa da bölgedeki mevcut gerilimin artmasıyla birlikte bir güvenlik sorunu haline dönüşmüştür. Bir anlamda Akdeniz’e kıyıdaş devletler arasında münhasır ekonomik bölgelerin tespiti ve Kıbrıs sorunu gibi konularda bir uzlaşma zemini oluşturabilecek olan enerji kaynaklarının kullanımı meselesi, beklenilenin tam aksine mevcut sorunların daha da derinleşmesiyle sonuçlanmış tır. 

Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıs Adası’nın tek temsilcisi olarak kendini konumlandırması ve Avrupa Birliği’nin de desteği ile tek taraflı olarak ilan ettiği münhasır ekonomik bölgeyi 13 sektöre bölerek Amerikan, İtalyan ve Fransız petrol şirketleriyle anlaşmalar yapması Türkiye ve Ada’nın kuzeyi ile olan ilişkilerini daha da çetrefilleştirmiştir. 

Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarını korumak adına, Birleşmiş Milletler nezdinde gerçekleştirmiş olduğu karşı hamleler ve bilhassa ilk sondaj gemisi Fatih’i Türk donanmasının nezaretinde Akdeniz’e çıkarıp kendi kıta sahanlığında kalan bölgelerde, arama faaliyetinde bulunması bölgede gerginliğin tırmanmasına sebep olmuştur. Bunun yanı sıra Doğu Akdeniz enerji denklemine başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa Birliği (AB) ve Rusya olmak üzere bölge dışı aktörlerin dâhil olması ve Amerikan, Rus, İngiliz ve Fransız donanmalarının bölgedeki askerî varlığı, Doğu Akdeniz enerji sorunsalına çok boyutlu ve küresel bir nitelik kazandırmıştır. 

Gelinen bu noktada çok değişkenli bir mahiyet kazanan Doğu Akdeniz enerji denklemi, bölgenin jeopolitiğinde önemli değişikliklere neden olmuş ve başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri adına güvenliği de tehdit eden kırılgan bir zenim oluşturmuştur. Bu noktadan hareketle, ilgili çalışma son yıllarda Doğu Akdeniz’de meydana gelen gelişmeler ışığında hidrokarbon kaynaklarının bölge jeopolitiği üzerindeki etkilerini değerlendirmeyi ve değişen enerji jeopolitiğinin bilhassa Türkiye açısından oluşturduğu tehdit ve fırsatları tartışmayı 
hedeflemektedir. Bu amaç doğrultusunda çalışmanın ilk bölümü, Doğu Akdeniz bölgesinin sahip olduğu tarihsel önemi ve 20. yüzyılın başından günümüze kadar geçirdiği jeopolitik değişimi ele alacaktır. Bu bölümde özellikle 2000’li yıllardan bu yana hidrokarbon rezervlerinin keşfi ve kullanımına yönelik bölgede ortaya çıkan yeni dengeler ve bu dengelerin meydana getirdiği çatışma ve iş birliği olanakları değerlendirilecektir. 

Yine bu bağlamda Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkelerin ve küresel güçlerin hidrokarbon rezervlerinin paylaşımı hususunda geliştirmiş oldukları tutum ve stratejiler ele alınıp güvenlik açısından bölgede meydana getirdiği temel dinamikler analiz edilecektir. Müteakip bölümde ise Doğu Akdeniz enerji sorunsalı daha çok Türkiye özelinde değerlendirilecek ve bölgede yaşanan gelişmelerin Türkiye açısından ortaya çıkardığı fırsat ve tehditler tespit edilecektir. Son olarak, bu bölümde yapılan tespitler ışığında yakın gelecekte Türkiye’nin önünde bulunması muhtemel senaryolar ve izlenmesi gereken başlıca politika önerileri tartışılacaktır. 

1. Doğu Akdeniz’in Coğrafi Konumu ve Değişen Enerji Jeopolitiği 

Literatürde yaygın olarak kabul gören görüşe göre, Doğu Akdeniz Coğrafik olarak Tunus’un Bon Burnu ile Sicilya Adası’nın batıya uzanan Lilibeo Burnu arasında çizilen hattın doğusunda kalan bölgeyi ifade etmektedir. Bugün en geniş anlamıyla İtalya, Hırvatistan, Karadağ, Arnavutluk, Yunanistan, Türkiye, Kıbrıs, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Libya ve Tunus kıyıları ile çevrili alanı kapsayan Doğu Akdeniz bölgesi, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve sahip olduğu coğrafik konum itibariyle pek çok gücün de hâkimiyet mücadelesine sahne olmuştur.1 Asya, Afrika ve Avrupa kıtaları arasında kavşak konumda olan Doğu Akdeniz coğrafi konumu sebebiyle, tarih boyunca doğu-batı yönlü ticaret, ulaşım, göç ve enerji nakil yolları üzerinde merkezî bir konuma sahiptir. Levant olarak da adlandırılan Doğu Akdeniz bölgesinde, ticaretin en az dört bin yıllık bir geçmişi olduğu bilinmekle birlikte bölgenin tarihin her döneminde doğuyu batıya bağlayan bir köprü vazifesi gördüğü bilinmektedir.2 Üç büyük kıta ve birçok medeniyetin kesişim noktasında bulunan bölge, İpek Yolu’nun en önemli liman kentlerine ev sahipliği yapmış ve yüzyıllar boyunca Doğu’nun zenginliğini Batı’ya taşımıştır. Ünlü Fransız tarihçi 
Fernand Braudel’in de belirtmiş olduğu gibi, bir hareket mekânı olarak Akdeniz, bir anlamda “birbirine bağlı deniz ve kara yolları demektir; el ele vermiş küçük, orta, büyük kentler ve yollar, bitip tükenmeyen yollar, kısacası bir gidiş geliş, bütün bir ulaşım sistemi” anlamına gelmektedir.3 

Bu yönüyle ele alındığında içinde Adriyatik, İyonya Denizi, Ege, Levant havzası ve hatta Marmara gibi bağımsız bölümleri de bünyesinde bulunduran Doğu Akdeniz bölgesi, Süveyş kanalı, Boğazlar ve Marmaris-Rodos geçitleriyle tarih boyunca kıtalar arasında stratejik bir bağlantı noktası olmuştur. Tüm bu özellikleri hasebiyle de bölge, Birinci Dünya Savaşı’na kadar süren tarihsel dönemde, daha çok ticaret ve ulaşım merkezi olarak vazife görmüş ve başta İngiltere, Hollanda, Fransa, İspanya ve Portekiz olmak üzere birçok Avrupalı güç için hâkimiyet ve mücadele alanı olmuştur.4 Bilhassa 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılması ile Doğu Akdeniz bölgesinin dünya ticaretindeki önemi ve 
dünya devletleri nezdindeki jeostratejik değeri artmıştır. Söz konusu kanalın faaliyete girmesiyle o zamana dek Ümit Burnu’ndan yapılmakta olan deniz ticaretinde zaman ve maliyet açısından tasarruf sağlanmış ve Avrupa, Asya ve Afrika pazarları birbirine bağlanmıştır. Tarihsel olarak önemli ticaret güzergâhları na sahip olan bölge bugün bile dünya deniz ticaretinin yaklaşık üçte birlik bir kısmına ev sahipliği yapmaktadır.5 

Tarih boyunca önemli bir ticaret ve ulaşım merkezi işlevi gören Doğu Akdeniz, 19. yüzyılın sonundan başlayarak hidrokarbon kaynaklı bir mücadeleye sahne olmuştur. Bilhassa içten yanmalı motorun icat edilmesiyle beraber petrolün alternatif bir enerji kaynağı olarak öneminin artması, Orta Doğu gibi petrol zengini coğrafyaların kontrol altında tutulmasını, Avrupalı büyük güçler açısından temel motivasyon haline getirmiştir.6 Bu noktada hem Orta Doğu’nun askerî açıdan kontrolünün sağlanması, hem de bölgeden elde edilecek petrolün emniyetli bir şekilde dünya pazarlarına ulaştırılması adına, Doğu Akdeniz giderek önem kazanan bir bölge olmuştur. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’yla beraber Orta Doğu’nun hidrokarbon jeopolitiğinin içine dâhil edilmesine paralel olarak Doğu Akdeniz bölgesi de küresel jeopolitiğin önemli bir parçası haline dönüşmüştür.7 Dönemin stratejik mülâhazaları çerçevesince Doğu Akdeniz, Mezopotamya’dan çıkarılan petrolün Avrupa pazarlarına naklini sağlayan boru hatlarının bitiş noktasında yer almaktadır. Bu bağlamda bilhassa Kerkük ve Kuzey Irak havzasında üretilen petrol, boru hatlarıyla Trablus ve Hayfa gibi Akdeniz limanlarına taşınıp oradan da deniz yolu ile başta İngiltere, Fransa ve ABD olmak üzere Batı pazarlarına nakledilmiştir.8 

İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında yaşanan gelişmeler de Doğu Akdeniz’in dünya jeopolitiğindeki artan önemini teyit eder nitelikte olmuştur. Stratejik değerde olan petrol kaynaklarına yakınlığı sebebiyle Doğu Akdeniz, savaş boyunca Mihver devletlerinin ilgi alanında yer almıştır. Savaş sonrası dönemde ise bölge bilhassa yeniden yapılanma sürecinde olan Avrupa için ticaret ve enerji akışının devamlılığı adına hayati önem taşımıştır. Soğuk Savaş boyunca hüküm süren çift kutuplu dünya sisteminde ABD’nin 6. Filosuna, İngiliz hava üslerine ve Sovyetler Birliği’nin donanmasına ev sahipliği yapan Doğu Akdeniz yoğunlaşan bir güç mücadelesine sahne olmuştur.9 Özellikle ABD ve İngiltere’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki çıkarlarının korunması adına önem taşıyan Doğu Akdeniz, Soğuk Savaş boyunca NATO’nun güney kanadının savunulması açısından hayati bir rol üstlenmiştir. Bu noktada özetlemek gerekirse tarih boyunca ticaret ve ulaşım yollarının kontrolü çerçevesince şekillenen Doğu Akdeniz jeopolitiği 20. yüzyılın başlarından itibaren enerji kaynaklarının kontrolü ve sevkiyatı konusun 
da eklenmesiyle daha da karmaşık bir görünüm almıştır. 

Özellikle Orta Doğu ve Orta Asya gibi hidrokarbon açısından dünyanın en zengin rezervlerine sahip bölgelere olan coğrafi yakınlığı ve buralarda elde edilen petrol ve doğal gazın dünya piyasalarına sevkiyatı konusu Doğu Akdeniz’i dünya enerji güvenliği için kilit bir konuma getirmiştir. Bölge, hâlihazırda dünya üzerinde tespit edilmiş hidrokarbon rezervlerinin % 43-47’lik bölümünü ihtiva eden Orta Doğu ile petrol ve doğal gaz kaynakları açısından zengin Hazar Havzası’nı dünya pazarlarına açan önemli bir transit geçiş noktası olmuştur.10 

Hidrokarbon kaynaklarının dünya pazarlarına nakli hususunda stratejik önemde olan Doğu Akdeniz faal, kapatılmış veya onarım halinde olan 14 petrol ve doğal gaz boru hattına ev sahipliği yapmaktadır.11 Dolayısıyla çıkarılan rezervlerin dünya piyasalarına boru hatları ve deniz taşımacılığı ile bölge üzerinden aktarılıyor olması Doğu Akdeniz’e bir nevi enerji nakil merkezi olma özelliğini kazandırmıştır.12 

Son dönemde, bölgede keşfi gerçekleşen geniş enerji yatakları, Doğu Akdeniz enerji jeopolitiğinde yeni dengelerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Özellikle 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren Akdeniz’e komşu ülkelerle uluslararası petrol firmalarının bölgede gerçekleştirdikleri keşifler, Doğu Akdeniz’e enerji koridoru olmanın yanı sıra potansiyel bir enerji üretim merkezi olma niteliği de kazandırmıştır. Deniz tabanı altında hidrokarbon yataklarının bulunması, bölge ülkelerinin kendilerine ait kıta sahanlığı ve kendilerine münhasır ekonomik bölge ilan etmesiyle sonuçlanmış ve bu alanlarda yapılan arama ve sondaj faaliyetlerini hızlandırmıştır. Bu noktada hidrokarbon 
rezervlerine ilişkin Doğu Akdeniz’de gerçekleştirilen ilk kıyı ötesi arama faaliyetleri, esasında 1960’lı yılların sonuna ve 1970’li yılların başına tekabül etmektedir. Her ne kadar bu dönemde yapılan keşifler üretim acısından başarılı sonuçlar doğurmasa da, deniz tabanına ilişkin önemli bilgilerin elde edilmesini ve bölgenin jeolojik modelinin oluşturulmasını temin etmiştir.13 1970’li yılların ortasından başlayarak 1980’lerin ikinci yarısına kadar devam eden dönemde yapılan ikinci dalga keşif çalışmaları ise birçok alanda hafif petrolün bulunması ve bilhassa Sina Yarımadası açıklarında, kıyı ötesi sondaj kuyularının açılmasıyla sonuçlanmış ancak yapılan keşifler ticari üretim için yeterli görülmemiştir. Özellikle 1990’lar ve 2000’lerde kıyı ötesi alanlarda yapılan keşif faaliyetleri, enerji jeopolitiği açısından bölgenin ekonomik haritasını değiştirir nitelikte olmuştur. İlk olarak 1999 ve 2000 yıllarında Gazze Şeridi’nin ve bir sahil kenti olan Aşkelon’nun hemen açıklarında, mütevazı ölçekli beş yeni gaz sahası tespit edilmiştir. Bu bağlamda asıl dönüm noktası ise ABD’li enerji şirketi Noble Energy’nin İsrail enerji şirketleri Avner Oil, Derek Drilling ve Isramco ile birlikte 2009 yılında İsrail’in kıyı ötesinde yer alan Tamar 1 ve Dalit 1 bölgelerinde yaptığı keşifler olmuştur. Ancak bunu takip eden en büyük keşif 2010 ve 2011 yıllarında yine Noble Enerji’nin İsrail’in Leviathan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Aphrodite isimli bölgelerinde yaptığı gaz rezervleri tespitiyle gerçekleşmiştir.14 

Dolayısıyla, bizatihi bölgede keşfedilen doğal gaz ve petrol rezervleri Doğu Akdeniz’i enerji nakil koridoru olmanın ötesinde potansiyel bir enerji üretim merkezi haline dönüştürmüştür. Son dönemde tespit edilen doğal gaz ve petrol rezervleri bölgeye enerji bağlamında ekonomik değer kazandırmıştır. Nitekim ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi tarafından yayınlanan iki önemli rapora göre 
Kıbrıs, Suriye, Lübnan ve İsrail arasında kalan Levant Havzasında 1,7 milyon varil elde edilebilir petrol, 3,45 trilyon metreküp doğal gaz ve 3 milyar varil doğal gaz sıvıları (NGL) varlığı tahmin edilmektedir.15 

   Yine aynı şekilde Mısır’ın kuzeyindeki Nil Delta Havzası’nda ise yaklaşık olarak 1,8 milyar varil petrol, 6,3 trilyon metreküp doğal gaz ve 6 milyar varil sıvı doğal gaz rezervi olduğu düşünülmektedir.16 Bugün gelinen noktada, Doğu Akdeniz’de son on yılda keşfedilen doğal gaz sahası için hesaplanabilen kullanılabilir toplam rezerv miktarı 3.23 trilyon metrekübe ulaşmış durumdadır (Tablo 1). Özellikle son zamanlarda gerçekleştirilen doğal gaz arama faaliyetleri bölgede önemli keşiflerle neticelenmiştir. İsrail’in münhasır ekonomik bölgesinde yer alan başta Leviathan ve Tamar sahaları 900 milyar metreküpü aşan doğal gaz rezervine ev sahipliği yapmaktadır. Bugün sadece İsrail’in Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde (MEB) 1 trilyon metreküpten fazla kanıtlanmış doğal gaz rezervi keşfedilmiştir (Tablo 1). Aynı şekilde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) tek taraflı olarak vermiş olduğu arama izinleri dâhilinde Limasol Limanı’na yaklaşık 160 
kilometre mesafede bulunan Afrodit sahasında 198 milyar metreküplük doğal gaz tespit edilmiştir. İtalyan şirketi Eni ise Mısır’ın MEB’inde bulunan Nil Delta Havzası’nda 2015 yılında 850 milyar metreküp rezerv miktarıyla Akdeniz’in en büyük doğal gaz yataklarını keşfetmiştir.17 

    Bunların yanı sıra, başta Lübnan olmak üzere Filistin, Ürdün ve Suriye’nin kıyı ötesi deniz alanlarında da önemli miktarda rezervin olduğu ve hâlen bölgede devam eden çalışmalar sonucunda olası yeni sahaların keşfi ile Doğu Akdeniz’in toplam rezerv miktarının artacağı tahmin edilmektedir. 




Tablo 1: Doğu Akdeniz’de Keşfedilen Doğal Gaz Sahaları ve Rezerv Miktarları18 

Dolayısıyla yakın dönemde Doğu Akdeniz’de ve bilhassa da Kıbrıs Adası’nın çevresinde keşfedilen deniz dibi hidrokarbon rezervleri, bölgenin jeopolitik önemini artırmanın yanı sıra bölgeyi küresel ve bölgesel güç mücadelelerinin odak noktası haline getirmiştir. Bölgenin sahip olduğu rezervlerin çıkarılması ve dünya piyasalarına ihraç edilmesi başta Avrupa Birliği olmak üzere ABD, Rusya, İsrail, Türkiye, Yunanistan, Mısır ve GKRY’nin dikkatlerini Doğu Akdeniz üzerine yoğunlaştırmasıyla sonuçlanmış ve bölge enerji kaynaklarının kontrolü bağlamın da artan bir hâkimiyet mücadelesine sahne olmuştur. Bölgenin stratejik değerini artırıcı nitelikte olan hidrokarbon rezervlerinin keşfi, mevcut sorunlara çözüm üretmek ve bölgesel bir iş birliğinin şekillenmesine zemin hazırlamanın ötesinde bölgedeki tansiyonun artmasına neden olmuştur. Hidrokarbon rezervlerinin keşfi bilhassa son 10-15 yılda bölgeye kıyıdaş ülkeler arasında kaynakların ve dolayısıyla deniz alanlarının paylaşımı mücadelesini beraberinde getirmiş ve bu mücadeleye bölge dışı aktörlerin de dâhil olmasıyla Doğu Akdeniz Malaka Boğazı, kutuplar, Doğu Afrika ve Kafkaslar misali “sıcak bölge” (hot spot) niteliği kazanmıştır.19 Esasen Doğu Akdeniz’de bugün yaşanan anlaşmazlıkların ve gerginliğin temelinde her ne kadar tarihî uyuşmazlıklar ve coğrafi koşullar yatıyor olsa da bölgedeki bazı devletlerin diğer kıyıdaş ülkelerin haklarını göz önünde bulundurmaksızın yaptıkları ikili münhasır ekonomik bölge antlaşmaları temel etmen olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada özellikle GKRY, Yunanistan ve İsrail’in bölgedeki yetki alanlarının ve dolayısıyla enerji kaynaklarının paylaşımı hususunda benimsemiş oldukları tutum ve politikalar çok taraflı bir bölgesel iş birliği surecini güçleştirmektedir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

9 Mayıs 2020 Cumartesi

COVİD-19 PANDEMİSİNİN GÖLGESİNDE KALAN KÜRESEL SORUNLAR VE ORTADOĞU MESELELERİ

COVİD-19 PANDEMİSİNİN GÖLGESİNDE KALAN KÜRESEL SORUNLAR VE ORTADOĞU MESELELERİ




COVID-19 PANDEMİSİNİN GÖLGESİNDE KALAN KÜRESEL POLİTİKA VE ORTADOĞU’NUN GÜNDEMİ

Mehmet BABACAN*
* Bursa Uludağ Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Doktora  Öğrencisi ve YÖK 100/2000 Proje Asistanı.
2 Nisan 2020

Yeni Nesil Küresel Salgın: Covid-19

   Dostoyevski, 1872 yılında yayımlamış olduğu “Ecinniler”  adlı romanında Stavrogin ve Kirilov adındaki karakterleri eserin bir yerinde şu şekilde konuşturur:

Stavrogin:-Kıyamet günü melek, bundan böyle zamanın olmayacağını ilan edecekmiş.

Kirilov:-Biliyorum. Bütün insanlar mutluluğa kavuştuklarında, zaman da ortadan kalkacak çünkü artık zaman gerekmeyecek. Çok doğru bir düşünce…
Stavrogin:-Peki, ama zamanı nereye saklayacaklar?

Kirilov:- Hiçbir yere. Zaman bir eşya mı? Hayır. Yalnızca bir düşünce…Zihinlerden silinip gidecek.

Sanırım zaman ve mekân kavramının giderek bulanıklaştığı, hatta tam da şu an neredeyse zamanın durduğu bununla eşanlı olarak hayatın da durduğu tuhaf bir periyottan geçiyoruz; ülke ve tüm insanlık olarak. 

Gözle görülmesi imkânsız bir tek hücreli canlının hayatlarımızı esir aldığı ve dondurduğu bu dönemde en azından uluslararası siyaset açısından küreselleşme, ulus-devlet, bölgeselleşme, güvenlik ve güvenlik tehditleri gibi temel bazı kavramların derinden sorgulanmasını gerektirir biçimde bir özeleştiri yapmak durumunda da kalıyoruz. II. Dünya Savaşı’nın bitiminde ABD’nin Japonya’da kullandığı atom bombaları, ya da  imzalanan birtakım anlaşmalar (AKKA, AKKUM, SALT ve START Anlaşmaları serisi vb. gibi) bağlamında 1990’lardan itibaren sınırlandırılmaya başlanan ve tüm dünyaya artık bir nebze de olsa küresel tehdit olmaktan çıkarıldığı mesajları verilen diğer nükleer, konvansiyonel silahlar ya da füze sistemleri değil küresel güvenliği tehdit eden. Klasik güvenlik anlayışının devlet merkezli bakış açısının ve realist güvenlik anlayışının o çok bildik  high politics-low politics  ayrımının aksine ve  fiziksel tehdit olarak ilk akla gelen, bütçesi milyon dolarlarla ifade edilen nükleer, konvansiyonel silahlar, devasa savaş gemileri, savaş uçakları ya da füze sistemleri bir yana, adına “Covid-19 (Coronavirus/Koronavirüs)” denen gözle görülmeyen bir tek hücreli canlı bütün ulus-devletlerin ve uluslararası toplumun can güvenliğine savaş açarak ancak aynı zamanda çok hızlı ve sinsice yayılarak hepimizi sosyal hayattan izole olmaya ve evlerimize kapanmaya zorladı. Bunun neticesinde yukarıda da belirttiğimiz gibi deyim yerindeyse “hayat ve zaman durdu.” 

Yazının başında yer verilen roman kahramanlarından biri tüm insanlar mutluluğa kavuştuklarında zamanın ortadan kalkacağını iddia etse de günümüz koşullarına bakarak, insanlığın karşı karşıya kaldığı ciddi tehlikler yüzünden bireylerin ferdi ve sosyal yaşamlarına giderek tedirginliğin ve endişenin sirayet ettiğini görmekteyiz. Aşı çalışmaları henüz istenilen seviyeye gelmemişken bu yazı kaleme alınırken tüm dünyada yaklaşık 719.167 koronavirüs vakasının ve 33.900 virüs kaynaklı ölümün gerçekleştiğini öğrenmekteyiz.  

Bütün dünyanın gündeminde birinci sırada yer alan ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından “pandemi (küresel salgın)” ilan edilen Covid-19 haricinde daha düne kadar konuştuğumuz uluslararası politikaya dair meselelerin bir anda nasıl unutulduğuna ve uluslararası toplumun gündeminden çıktığına/çıkarıldığına da hayretle şahit olmaktayız.

Gündemden Düşen Küresel Politika ve Sorunlar/Meseleler

Çok değil bundan birkaç ay öncesine kadar ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarını Ukrayna’daki durumu ve Rusya’nın’ saldırganlığını dahası hemen yanı başımızdaki Suriye İç Savaşını, Esed rejiminin saldırıları sonucu verdiğimiz şehitlerimizi ve Türkiye’nin İdlib’e düzenlediği Bahar Kalkanı harekâtı sonrası Rusya ile imzaladığı “Moskova Mutabakatı”nın maddelerini konuşurken küresel salgınla birlikte sağlıkla ilgili konular haftalardır diğer bir çok küresel siyasal ve ekonomik meseleyi de gündem dışına itti.  Aslında dünya politikasının yaşadığı dönüşüm çerçevesinde görülen ilk pandemi değil Koronavirüs ve büyük ihtimalle son da olmayacak. 1. Dünya Savaşının hemen ardından görülen İspanyol giribini, Kara vebayı ve o kadar uzaklara gitmeye gerek kalmadan henüz 11 yıl önce 2009’da ortaya çıkan H1N1 (Domuz gribi) virüsünü bundan önceki küresel salgınlara örnek olarak verebiliriz. Özellikle 2009’daki Domuz gribi salgınında 6 hafta içinde 30 ülkeye ve takip eden aylarda 190’dan fazla ülkeye yayılan virüs dünya genelinde 12.799 kişinin hayatını kaybetmesine yol açmıştı. Dolayısıyla Fareed Zakaria’nın  “Amerikan sonrası dünya (post-American World)” teziyle de örtüşür bir biçimde özellikle 2007 ve sonrasında ABD (mortgage) ve AB’yi (borç krizi) etkisi altına alan finans krizinin üstüne bir de küresel çevre sorunları (küresel ısınma, tsunami, yanardağ patlamaları) ve salgın hastalıkların (SARS, H1N1) eklemlenmesi haklı olarak dünya siyasetinde artık ekonomi, çevre, sağlık sorunlarının giderek daha önemli hale geldiği ve siyasal olarak da Batı-sonrası döneme doğru gidildiği yorumlarının doğmasına yol açmıştır.

Bununla birlikte 2011 yılında Güney Afrikayı da bünyesine katarak yoluna devam eden BRIC-S, G-20 ve ŞİÖ gibi oluşumlar dünya politikasının ağırlık merkezinin Atlantikten diğer bölgelere doğru kaydığını adeta doğrularken özellikle Obama döneminde takip edilen tek taraflı ve uluslararası örgütleri ön plana çıkaran “ilerleci pragmatist” dış politika ABD’nin hegemon güç rolünü oynamadaki isteksizliğine kanıt olarak gösterilmiş ve Bush dönemindeki Irak ve Afganistan işgalleriyle de meşru hegemon güç rolünün zaten aşındığına dair yorumların doğmasını sağlamıştır. Hâl böyleyken bir anda dünya gündemini değiştiren, Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyalarında görülen halk ayaklanmalarının yaygın ve genel bir bölgesel devrim hareketleri zinciri haline gelmesiyle ortaya çıkan “Arap Baharı” (bazı kaynaklar Arap uyanışı/Arab awakening, Arap devrimleri/Arab revolutions adlandırmalarını da tercih etmektedir), küresel ve bölgesel güçlerin dahil olduğu yeni güç denklemlerini ortaya çıkararak özellikle Suriye, Libya ve Yemen gibi ülkeler üzerinden yürütülen vekâlet savaşlarıyla da karşılıklı restleşmeleri artırmıştır. 
Peki sadece Arap baharı ve onun en son ve en zor halkası olan Suriye İç Savaşı mıydı pandemiden önce konuştuğumuz küresel sorunlar? Elbette değildi. Amerika ve İran arasında Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesiyle başlayan ve her an savaşa dönüşme ihtimalinden bahsedilen gerginlik, bu kapsamda bombalanan Irak’taki Taci, Ayn el-Esad ve Erbil Amerikan üsleri, İsrail’in ABD desteğiyle “yüzyılın anlaşması” olarak nitelediği ve tüm dünyaya iyi niyetli (-imiş gibi) lanse ettiği sözde “barış planı”, İngiltere’nin Brexit kararı sonrası AB’nin durumu ve sorgulanan geleceği, Ukrayna’daki son durum, Çin ile olan ticaret savaşları bağlamında ABD’nin imzaladığı son anlaşma, yine İran’da düşen ve 176 kişinin ölümüyle sonuçlana uçak faciası, ABD’de gittikçe yaklaşan  başkanlık seçimleri ve adayların seçim propagandaları…Görüldüğü gibi liste uzayıp gitmekte. 

Tabii Covid-19 pandemisiyle birlikte küreselleşme tartışmalarının yeniden alev aldığını hatta David Harvey’in (1989)  zaman-mekân sıkışması kavramsallaştırmasının bir yansıması olarak sunulan ve aktörlerarası ilişkilerin yoğunluk derecesinin ve birbirlerini etkileme kapasitesinin had safhaya ulaştığı nokta olarak tasvir edilen küreselleşme sürecinin anılan pandemiyle birlikte geriye doğru işlemeye başladığını da söyleyebiliriz. Salgından korunmak adına vatandaşlarını sosyal/toplumsal hayattan izole eden ulus-devletler tüm yurtdışı uçuş trafiğini durudurarak  kendilerini de uluslararası toplumdan ve devletlerarası ticari, ekonomik, diplomatik vb. ilişkilerden tecrit etmeye başlamışlardır.  Küreselleşmenin katalizörü olarak görev yapan iletişim ve ulaşım teknolojileri yavaş yavaş terkedilerek küreselleşmenin dinamikleri yavaşlatılmakta, globalleşmenin en önemli aktörleri olan çok uluslu şirketler, insan ve buna bağlı olarak mal, sermaye ve hizmet hareketliliğinin yavaşlaması ve talebin azalmasıyla birlikte büyük bir ekonomik riskle karşı karşıya kalmaktadırlar. Batı dünyası yukarıda da bahsedilen 2008 finans krizinin şoklarını henüz üzerinden atamamışken talebin ve tüketimin azalması ekonomik büyümeyi yavaşlatacak, ekonomik büyüme olmazsa küresel kapitalist düzenin işleyişi riske girecek ve dolayısıyla küreselleşmeyi de derinden vuracaktır. 
Dünyanın Gözü, Kulağı, Eli-Ayağı ya da Kayanayan Kazanı Ortadoğu 

Aslında yukarıda da değindiğimiz gibi 2011’de başlayan halk hareketlerinin merkezi olan Ortadoğu Arap Baharı dalgasıyla birlikte uluslararası politikada senelerdir gündemde olan bir bölge. Sadece son on yılda mı? Ortadoğu sahip olduğu jeoekonomik, jeopolitik ve jeokültürel önem dolayısıyla küresel ve bölgesel güçlerin yüzyıllardır üzerinden gözünü kulağını ayırmadığı, özellikle sahip olduğu hidrokarbon kaynakları ve bunların nakil hatları, güzergâhları sebebiyle de enerji kaynaklarına ihtiyaç duyan tüm ülkelerin neredeyse eli ayağı olan ancak din, mezhep, etnisite gibi iç dinamiklerin yanında sürekli uluslararası müdahalelere de açık olması hasebiyle global politkanın deyim yerindeyse “kaynayan kazanı” olmuş bir bölgedir. Özellkle 1. Dünya Savaşından sonra Osmanlı Devleti’nin, 2. Dünya Savaşından sonra  da İngiltere’nin bölgeden çekilmesi ya da tasfiye edilmesiyle ABD’nin hegemon güç konumu nedeniyle bölgedeki baskın rolü, Rusya, Çin, İran, AB gibi diğer küresel ve bölgesel aktörlerle birlikte bazen gizliden bazen açıktan sürdürülen bir mücadeleyi sürekli kılmış, bölgeye barış getirmesi amacıyla tasarlanan  birçok plan ya da anlaşma (Sykes Picot, Büyük Ortadoğu Projesi/BOP gibi) düzenden çok düzensizliği yaratmıştır. 

Bütün dünyayı etkisi altına alan koronavirüs pandemisinin Ortadoğu’daki birçok ülkeyi ve insanı tehdit eden varlığı ise İran özelinde daha net anlaşılabilir. Nitekim İran virüsün ortaya çıkışından bu yana Çin dışında İtalya ile birlikte en yüksek ölüm oranlarının görüldüğü bir ülke olarak karşımıza çıkıyor. Pandemi öncesinde ABD ile yaşanan gerginlik kapsamında gündeme gelen İran’da hükümet üyelerinin de salgına yakalanması durumun ciddiyetini ve vehametini ortaya koyarken devlet başkanı Ruhani ve dinî lider Hamaney’in açıklamaları, gerçeklikten uzak olduğu gerekçesiyle ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo tarafından eleştirilmiştir. Pandemiyle ilgili vaka ve ölüm sayılarını hemen her dış politik konuda olduğu gibi Amerikan karşıtlığı üzerine kurgulayarak servis eden İranlı yöneticilerin açıklamaları tedbirlerin geç alındığı ve durumun ciddiye alınmadığı noktasında uluslararası toplum tarafından da tenkit edilmiştir. 
İran dahil bölge genelindeki bütün ülkeleri etkileyen asıl mesele petrol fiyatlarının hızla düşerek son 20 yılın en düşük seviyesine gerilemesi olmuştur. Bu durum başta Rusya ve Suudi Arabistan gibi büyük petrol ihracatçısı aktörleri uzun vadede zorlayacak gibi görünse de petrol gelirlerindeki düşüş esasen ekonomisi büyük ölçüde petrol gelirlerine bağlı olan İran ve Irak’ı etkileyecek gibi görünmektedir.  Petrole olan talebin azaldığı ve fiyatların düştüğü bir ortamda hâlihazırda Amerikan ambargosu nedeniyle zor bir süreçten geçen İran’ı finansal olarak daha da derinleşen bir krizle karşı karşıya bırakırken siyasal istikrarsızlık ve uzun bir süreden beri devam eden gösteriler nedeniyle iç karışıklılar yaşayan Irak’ta da benzer sonuçlar doğuracaktır. Petrol gelirlerinin düşmesi BAE, Umman ve Katar gibi körfez ülkelerini değişik önlemler almaya iterek geleneksel körfez monarşilerinin birbiri adınca ekonomik destek paketi açıklamalarına yol açmıştır. Yemen, Libya ve Suriye’de devam eden iç çatışmalar ve istikrarsız siyasî ortam zaten çok olumsuz bir tablo çizerken bombalamalar sonucu hastaneleri yıkılan ve sağlık sistemi neredeyse tamamen çöken pandeminin gölgesindeki Esed rejiminden ilk vaka ve virüs kaynaklı ölüm açıklaması gelmiştir. Şu an için çok aktörlü, çok katmanlı bir şekilde devam eden iç çatışmaların ve vekâlet savaşlarının hüküm sürdüğü anılan ülkelerde pandemi süreci ve sonrasıyla ilgili bir öngörü kestirmek zor görünüyor. Keza geçtiğimiz günlerde Suriye’deki iç savaş tam 10. yılını doldururken rejimle muhalifler arasındaki çatışmanın nerede duracağını, dahası benzer şekilde Libya’daki General Halife Hafter ile Ulusal Uzlaşı/Mutabakat Hükümeti arasındaki silahlı mücadelenin nasıl ve ne şekilde biteceğini kestirmek mümkün değil. Bütün ülkelerin deyim yerindeyse kendi “can derdine” düştüğü ve ulusal güvenliğinin “kaygısına” kapıldığı bir dönemde uluslararası bir koalisyonu harekete geçirmek, normal zamanda bile mümkün değilken hele şimdi tam anlamıyla “imkânsız” olarak tarif edilebilecek bir durumdur.

Pandemi nedeniyle bir süredir kesilen halk gösterilerinin Lübnan, Ürdün, Sudan, Cezayir, Fas ve Irak gibi bölgelerde yoğunlaşması “İkinci Arap baharı” olarak nitelendirilse de bu hareketlerinin arızî ya da daimî olup olmayacağını zaman gösterecek. Ancak daha ilkinin artçı şokları devam ederken ve Suriye devriminin doğurduğu devlet-dışı aktörler ve göçmen krizi bölgesel jeopolitiği büyük bir istikrarsızlığa uğratmışken ikinci bir dalganın Ortadoğu’da hangi aktörleri ve güç denklemlerini ortaya çıkaracağı ise pandemi sonrası şekillenecek yeni dünya düzeni ve/veya jeopolitiğinde belli olacaktır.
Muhammed Mursi’nin devrilmesinin ve ölümünün ardından otoritesini pekiştiren Sisi’nin Mısır’daki yönetimi ise pandeminin başından beri hiç iç açıcı bir görünüm sergilememektedir ve aldığı dış yardımlarla ayakta durmaya çalışan Sisi yönetimi yüksek işsizlik oranı, koronavirüs nedeniyle azalan turizm gelirleri ve sağlık sektöründeki alt yapı yetersizliği nedeniyle kötü bir sınav vermektedir. Ülkede genel bütçeden sağlık sektörüne ayrılan payın % 1,2 olduğu düşünüldüğünde sağlık sisteminin çökmesi ve yeni bir isyan dalgası ile halk harektenin başlaması ise ne yazık ki mümkün görünmektedir. 
İsrail-Filistin cephesinden ise ilk başta salgına karşı ortak mücadele edildiği ve bu kapsamda Mescid-i Aksa’nın ibadete kapatıldığı haberleri gelse de, Hamas sözcüsü Abdullatif el-Kanu’nun Doğu Kudüs’te dezenfekte çalışmasına katılan 12 Filistinlinin İsrail istihbarat güçlerince göz altına aldığını açıklamasıyla taraflar arasındaki gerginlik yeniden artmış, İsrail’in bu tutumu Hamas kanadından “ırkçı ve barbar” olarak nitelendirilmiştir.  Bölgedeki yaygın istikrarsız ortamın koronavirüsün ortaya çıkaracağı muhtemel toplumsal etkilerle birlikte daha yıkıcı sonuçlar doğurabileceği tahmin edilmekle birlikte uzun vadede Irak’taki siyasi düzenin yeniden sağlanması, petrol gelirlerindeki düşüşün özellikle İran ve Irak üzerindeki etkileri ile İsrail-Filistin arasındaki ABD güdümlü barış planı tasarılarının tutarlılığı, bununla birlikte Rusya öncülüğünde “şimdilik” Türkiye’nin gazabını savuşturan Esed rejiminin geleceği global ve bölgesel politikanın pandemi sonrası kendine gelmesiyle birlikte yeni küresel siyasetin seyrine ve yapısını bağlı olarak netlik kazanacaktır. 


Sonuç


Küresel ve bölgesel politikadan söz ederken uluslarası ilişkilerin temel paradigmalarına referans vermeden konuşmak neredeyse imkânsızdır. Devletlerarası ilişkileri ve küresel ölçekteki politikayı güç mücadelesi şeklinde yorumlayarak devlet-merkezli bir bakış açısını odağına yerleştiren gerçekçi/realist ekolün uluslararası konular/gündemler arasında bir sıralama yaparak askeri ve siyasal konuları öncelikli (high politics), diğer konuları (ekonomi, sağlık, çevre, eğitim vb.) ise ikincil (low politics) görmesi sanırım tüm dünyayı etkisine alan bu pandemi karşısında bildiklerimizi yeniden test etmemiz gerektiğini ifade ediyor. Tek hücreli bir virüsün dünyanın birçok ülkesinde aynı anda binlerce insanın canını alması birçok fizikî ya da kimyasal silahın kapasitesini aşan bir durumdur. Bu durumda sadece teori ya da paradigmaları değil, güvenlik olgusunu ve tehditleri de yeniden sıraya koymak ve üzerine düşünmek gerekiyor.
Global ölçekte insan hareketliliğinin yavaşladığı, küreselleşmeye ket vurulduğu böyle bir dönemde aslında önce bireysel sağlığımızın sonra sevdiklerimizin/ailemizin sağlığının ve en nihayetinde ulusumuzun sağlığının herşeyden daha önemli ve öncelikli olduğunu görerek ekonomik, ticari, toplumsal, kültürel, sanatsal, sportif, eğitsel diğer bütün konu ve durumları şimdilik yok saydık ve geçici olarak dondurduk. İşte uluslararası ilişkiler de aynen bu şekilde geçici olarak dondu şu an. Devletler de tıpkı bireyler gibi içlerine kapanarak kendini izole etti. Evlerimizde kapılarımızı kapattığımız gibi neredeyse bütün ulus-devletler de  sınırlarını kapadı ve adete küresel bir infirat/izolasyonizm ilan edilerek ekonomik, ticari, diplomatik, siyasal, askeri vb. bütün ilişkilerini geçici bir süreliğine askıya aldı. Hatta bu içe-kapanmacı duruma “yeni korumacılık” (new-protectanism) ya da “yeni ulusalcılık” (new-nationalism) diyenler de olmuştur.  Uluslararası politika tanımı yapılmamış bir iletişimsizlik ve adı konmamış bir ilişkisizlik dönemine girerken ülkesel ve ulusal olarak sosyal hayatımız durma noktasına gelmiş, birçok kişi bu süreçte evinden çalışmaya ve  işlerini konutundan yönetmeye başlamıştır. Çok basit bir ifadeyle diyebiliriz ki; “Bireysel ve sosyal hayatlarımız ile idraklerimizdeki zaman mefhumu dondu/durdu”. Temennimiz bireysel, ulusal ve uluslararası çapta bu temassızlık ve iletişimsizlik döneminin bir an evvel bitmesi ve herşeyin normal seyrine dönmesi. 
Bu duruma global politikanın ve uluslararası ilişkilerin de dahil olması aslında onun (uluslararası ilişkiler biliminin/disiplininin) hem sosyal bilimler içerisindeki bir bilim dalı hem de bir olgu/gerçeklik olarak insanın oluşturduğu beşeri ilişkiler ağının en kapsamlısı olduğunun bir göstergesi aslında. Ve bu aşamada pandeminin gölgesinde kalan çoğu yanı başımızdaki küresel ve bölgesel birçok sorun, kriz, çatışma ya da konunun çok çabuk hafızalarımızdan silindiğine de şahit olduk. Bundan sonra dünya siyasetinin alacağı şekil hakkında birçok spekülasyon yapılmakta, komplo teorileri ileri sürülmekte ve 2020 sonrası için birtakım tespit ve öngörüler yayınlanmaktadır. Ancak bununla birlikte global politikaya dair ya da korona-sonrası (post-corona era) yeni dünya düzeni hakkında konuşmak için daha çok erken olduğu kanısı da mevcuttur.  Ulusal ve toplumsal alanda olduğu gibi uluslararası alanda da herşeyin normale dönmesi yakın bölgemizdeki, Ortadoğu’daki, Balkanlar’daki yahut Kafkaslar’daki, bu sorunları ya da konuları elbette yeniden gündeme getirecektir. Ancak bundan sonra bölgeye ve küreye dair konuşacağımız ve tartışacağımız meseleleri daha geniş bir güvenlik perspektifinden, Covid-19’un tüm insanlığa verdiği derslerden yola çıkarak belki ahlâk, inanç, çevreye saygı gibi temalara ve teorilere daha çok ağırlık veren kapsayıcı bir bakış açısıyla ele alacağımızı ise kesinlike söyleyebiliriz. Çünkü hem bilim birikimsel bir şekilde ilerlemekte hem de gelecek geçmişten alınan derslerle şekillenmektedir.


DİPNOTLAR;

1  Dostoyovevski, Fyodor Mihayloviç. Ecinniler,  (Ankara, Dorlion Yayınları, 2018).

2 Guzzini, Stefano. Realism in International Relations and International Political Economy, (New York, Routledge, 1998).

3  https://www.worldometers.info/coronavirus/   Erişim: 30.03.2020 01:12
4  Kalaycıoğlu, Sema. “Kale Burcundan Dışarıya Bakarken” 26.03.2020 https://tasam.org/tr-TR/Icerik/53562/kale_burcundan_disariya_bakarken Erişim: 27.03.2020  19:10.

5  Zakaria, Fareed, The Post-American World, (New York, W.W. Norton & Company. 2008).

6  Harvey, David. The Condition of Post Postmodernity: An Enquiry into the Origins of Cultural Changes, (Oxford Basic Blackwell, 1989).

7  Balta, Evren. “Kara Veba dan Koronavirüse Küreselleşme” 10.02.2020  https://www.uikpanorama.com/blog/2020/02/10/kara-vebadan-koronaviruse-kuresellesme/ Erişim: 28.03.2020 22:55.
8  Danışoğlu, Bülent. “Koronavirüs ve Küreselleşme” 30.03.2020 https://bianet.org/bianet/saglik/220524-koronavirus-ve-kuresellesme Erişim: 30.03.2020 03:15.

9  Şahin, Mehmet (ed.) Ortadoğu: Aktörler, Unsurlar, Sistemler, (İstanbul, Kopernik Yayınları, 2019): 9
10  Altunışık, Meliha Benli. “Ortadoğu’da Derinleşen Kriz Koronavirüs, Düşen Petrol Fiyatları ve Yönetilemeyen Ülkeler” 25.03.2020 https://www.uikpanorama.com/blog/2020/03/25/ortadoguda-derinlesen-kriz-koronavirus-dusen-petrol-fiyatlari-ve-yonetilemeyen-ulkeler-meliha-benli-altunisik/  Erişim: 30.03.2020 04:25.
11  https://orsam.org.tr/tr/misirin-yeni-krizi-sisinin-koronavirus-sinavi/ Erişim: 30.03.2020 03:50.

12  https://www.ahaber.com.tr/dunya/2020/03/17/corona-virus-icin-dezenfekte-yapanlari-tutukladilar-israilden-buyuk-skandal  Erişim: 29.03.2020 23:44.

13  Bu bölüm yazılırken kısmen yararlanılan şu kaynaktan Ortadoğu bölgesi için dönemsel olarak daha geniş bilgi elde edilebilir:  https://orsam.org.tr/tr/ortadogu-gundemi-23-29-mart-2020/   

14   Vardan Atoyan said that; “Current situation challenging the world order. Nowadays we are witnessing some great dramatic geopolitical changes such as fragmentation, isolationism and protectonism and the rise of sovereign egos of nation  states. Will these trends continue? It’s hard to predict!” as an answer of a question named “ It’s the end of USA empire” on research gate. You can follow on it: https:// www.researchgate.net/post/It_s_the_end_of_USA-empire   (31.03.2020  14:36).

15  Mehmet Öğütçü, “Is It Too Early To Speculate On A Post-Corona New World Order?”  https://www.uikpanorama.com/blog/2020/03/30/is-it-too-early-to-speculatr-on-a-post-corona-new-world-order/  Erişim: 31.03.2020 11:45.


***

İNTİHAR SALDIRILARININ MEDYADA HABERLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE BİR ANALİZ 3

İNTİHAR SALDIRILARININ MEDYADA HABERLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE BİR ANALİZ 3



Bu bağlamda medyanın önemli sorumlulukları bulunmaktadır. Medya kuruluşları, kamu yararını gözeten bir habercilik anlayışı ile hareket ederken; aynı zamanda korku ve şiddet unsurlarına minimum seviyede yer vermeleri gerekmektedir. Schlesinger’e (1994: 55) göre; medya sunumu “bulaşıcı etkiye” neden olmaktadır. Böylelikle, bir olayın medyada sunuluş biçimi toplumda korku ve paniğin yaygınlaşmasına neden olabilmektedir. Terör söz konusu olduğunda bu etkinin insanlardaki korku, endişe ve panik hissiyatını arttırdığı belirtilmektedir. Bu perspektiften hareketle korku, endişe, şiddet ve panik içeren görüntülere haberlerde minimum sürelerde ve tekrara düşmeden vermek önemlidir. 


Tablo 6: 29 Haziran 2016 Tarihli ATV Ana Haber'de Saldırıyla İlgili Haberlerin Konu Başlıkları ve Süreleri 


Tablo 6’de olayın ertesi günü ATV Ana Haber Bülteni, saldırıyla ilgili haberleri ayrıntılı bir şekilde kategorize ettiği görülmektedir. Bu noktada ATV Ana 
Haber bülteninde, saldırının nasıl gerçekleştirildiği ile ilgili haberlerde şiddet içerikli görüntülere minimum sürelerde yer verilmiştir. Şekil3’de görüldüğü gibi 
illüstrasyonlar ile saldırganların temsil edilerek olayın nasıl gerçekleştiği bir, iki ve beş numaralı haberlerde detaylı bir şekilde anlatılmıştır. 


Şekil 3: 29. 06. 2016 Tarihli ATV Haber'de Saldırının Nasıl Gerçekleştiğin Anlatımı 

Kaynak: ATV Ana Haber Bültesi, 2016, http://www.atv.com.tr/ 

ATV Ana Haber’in toplumsal hafızayı ve kitle psikolojisini olumsuz yönde 
etkileyecek görsellerden kaçınmak için ayrıntılı bir şekilde filtreleme yöntemine gittiği açıkça görülmektedir. 


Tablo 7: 30 Haziran 2016 Tarihli ATV Ana Haber'de Saldırıyla İlgili Haberlerin Konu Başlıkları ve Süreleri 


Tablo 7’de 30 Haziran 2016 tarihli ATV Ana Haber’de konuya ayrılan süre yarı yarıya azalmış; benzer azalma haber sayısında da gözlemlenmiştir. 30 Haziran 
günü, ATV Haber sıklıkla resmi makamların açıklamalarına ve güvenlik birimlerinin almış olduğu tedbirlerine yer verirken; ilk gün uyguladığı filtreleme yöntemini koruduğu gözlemlenmiştir. Bir numaralı haberde, resmi makamların ifadelerine yer verilirken; saldırıda yaşamını yitiren vatandaşların kimlikleri direk olarak resmi makamlardan aktarılarak sunulmuştur. Ayrıca haberde kullanılan görüntülerde, kaosa, paniğe toplumsal huzursuzluğa etki edecek görsellerin kullanılmamasına özen gösterildiği tespit edilmiştir. İki numaralı haber devletin olay karşısında süratle geliştirmiş olduğu savunma mekanizmasını gösterme noktasında etkilidir. 


Tablo 8: 30. 06. 2016 Tarihli Show Ana Haber'de Saldırıyla İlgili Haberlerin Konu Başlıkları ve Süreleri 



Tablo 8’de, Show Ana Haber 30 Haziran günü, ilk günde olduğu gibi saldırıyı derinlemesine ele almıştır. Konuyla ilgili on bir haberin yayınlandığı tespit edilmiştir. 

On bir haberin altısında resmi makamların açıklamalarına yer verilmesine rağmen; tekrar eden aynı olay yeri görüntülerine yer verildiği tespit edilmiştir. Ulusal güvenliğe ve bütünlüğe tehdit oluşturan olayları haberleştirirken özellikle resmi makamların ve devletin üst kademesindeki yetkililerin söylem ve kararlarını konu edinen haberlerin hazırlanması toplumsal huzurun sağlanması ve kamunun bilgilendirilmesi açısından önemlidir. Özellikle halk, devletin süreci kontrol etmesinden,olayla ilgili gerekli önlemleri almasından olumlu yönde etkilenmektedir. Böylelikle insanlar özellikle olayın yaşandığı şehirlerde gündelik hayatlarına daha çabuk adapte olmaktadır. 


Şekil 4: 30 Haziran 2016 Tarihinde Show Ana Haber'de Yaşanılan Korku ve Panik Anının Gösterimi 

Kaynak: Show TV Ana Haber , 2016 http://www.showtv.com.tr/ 

Aynı şekilde olay anı ve sonrasında yaşanılan korkunun Şekil4’deki örnekte gösterildiği gibi sıklıkla sunumu:Bireylerin ve toplumun risk algısını arttırmaktadır. 

Böylelikle terör örgütleri korku iklimini topluma yaymak için medyayı araçsallaştırmaktadır. Bireyin korku ve risk algısını tetikleyen, bu ve benzeri 
görüntüler, kitlelerin yaşam dünyalarını olumsuz yönden etkileyebilmektedir. 


Tablo 9: 1 Temmuz 2016 Tarihli ATV Ana Haber'de Saldırıyla İlgili Haberlerin Konu Başlıkları ve Süreleri 


Tablo 9’da görüldüğü gibi 1 Temmuz 2016 tarihi itibariyle araştırmanın ana kütlesini oluşturan terör saldırısı ülke gündeminden, dolayısıyla da iki haber kanalının gündeminden çıkmıştır. Resmi makamlardan yapılan açıklamalara her iki haber kanalından yer vermesinin yanı sıra tekrar görüntülerinden, olayın şiddetini konu alan görüntülerden ve toplumsal risk algısını arttıracak içeriklerden kaçınıldığı tespit edilmiştir. 

Sonuç ve Değerlendirme 

Araştırma kapsamında ulaşılan sonuç ve değerlendirmeler: Türkiye’nin içinde bulunduğu konjonktür gereği, sansasyonel yönü kuvvetli olan intihar saldırıları 
haberleri dahi dört gün içerisinde ana haber bültenlerinin gündeminden düşmektedir. 
Grafik1 verileri, bu sonucu açıkça ortaya koymaktadır. 

Bu bağlamda araştırma kapsamında analiz edilen Atatürk Hava alanında ki intihar saldırısını konu alan haberlerin, etik değerlere uygun, toplumun haber alma özgürlüğünü kısıtlamayan ve ülkenin ulusal çıkarlarının göz önünde bulundurularak her iki haber kanalı tarafından hazırlandığı tespit edilmiştir. Araştırma kapsamında, saldırının nasıl gerçekleştiği, hangi terör örgütü tarafından düzenlendiği gibi teyide muhtaç bilgilerin resmi makamlar tarafından doğrulandıktan sonra gazetecilik etiğine uygun bir şekilde kamu oyuna aktarıldığı sonucuna ulaşılmıştır. 

Araştırma kapsamında Tablo 4’ten elde edilen veriler, intihar saldırısının nasıl gerçekleştiğini konu alan haberlerin, ana haber bültenlerinde daha sık bir şekilde ve yayın akışının ilk sıralarında yer aldığını ortaya koymaktadır. Bu tarz haberler kurgulanırken; panik içinde kaçışan, olayın şokunu yaşanan yaralı ve çaresiz insan görüntülerine minimum süreler içerisinde yer verilmesi önemlidir. Tablo3 verileri ortaya koymaktadır ki; haberlerde olay sonrası yaşanan korku ve şiddet içerikli görüntülere yer verilmektedir. Özellikle saldırının şiddeti ve sonrasında psikolojik yıkımı aktaran görüntüler terörün yaymak istediği korku ve risk algısını tetiklemektedir. Bu nedenle şiddet, yıkım ve kargaşanın hâkim olduğu görüntüler tekrar tekrar izleyiciye aktarılmamalıdır. Tablo 3 verileri her iki ana haber bültenin de tekrar görüntülerin kullanıldığını ortaya koymaktadır.Kaos, yıkım ve korku öğelerini aktaran görüntülerin, saldırıyı konu alan haberin içerisine görsel materyal olarak eklenmemelidir. Şekil3 örneğin de olduğu gibi saldırının nasıl gerçekleştiğini açıklamaya yönelik hazırlanan haberlerin şiddeti ve kaos’u aktaracak görüntülerden uzak olmasına özen gösterilmesi gerekmektedir. 

Ana Haber bültenlerinde intihar saldırılarını konu alan haberlerin önemli bir kısmını, saldırıda yaşamını yitiren vatandaşlar ve onların hayat hikâyeleri 
oluşturmaktadır. Saldırının nasıl gerçekleştiğini konu alan haberlerden sonra en çok haberi yapılan konu saldırı da yaşamını yitiren vatandaşlar ve onların hayat 
hikâyelerini işleyen haberlerdir. Tablo 4’te yer alan sayısal veriler, bu durumu ortaya koymaktadır. Bu tarz haberler hem toplum, hem de saldırının mağdurları ve yakınları üzerinde yıkıcı etkiler yaratabilmektedir. Bu noktada terör örgütlerinin ikincil amacı da saldırdığı düzenin yönetim ilişkilerinden sonra halkın huzur ve refahını bozarak; gündelik hayatı felce uğratmaktır. Bu bağlamda saldırıda yaşamını yitiren vatandaşlar ve geride kalan kederli aileleriyle ilgili haberlerin gerek dili, gerekse de kullanılan görüntülerinin titizlikle seçilmesi önemlidir. Şekil 2 ve Şekil 4’te yer alan görüntülere benzer acıyı, korkuyu ve paniği aktaran görsellere daha az ve kısa sürelerde yer verilmesi yerinde olacaktır. 

Tüm dünyada terörün bir jeopolitiği olduğu için: Terör örgütleri kitlelerin ya da uluslararası desteğin gücü olmaksızın devamlılığını sağlayamamaktadır. 

Bu bağlamda terör örgütleri uluslararası bilinirliğini ve eylemlilik halini ulusal sınırların ötesine ulaştırmak amacıyla medyayı önemli bir araç olarak kullanmaktadır. Bu perspektiften hareketle yaşanan terör eylemleri sonrasında; saldırıya karşı gösterilen tepkilerin hem ulusal, hem de uluslararası boyutu daha sık ve uzun sürelerde ekranlara taşınması gerekmektedir. Araştırma kapsamında ana akım medyada yer alan iki haber bülteni, üç gün süresince uluslararası desteği konu alan toplamda dört haber yayınlamıştır. Bu sonuca tablo 4’deki analiz verileriyle ulaşılmıştır. Diğer bir noktada uluslararası destek mesajlarını konu alan haberlerin yayın sıklığı ve yayın akışındaki sırasıyla ilgilidir. Tablo 5 verilerine göre; Show Ana Haber’de 29 Haziran 2016 tarihli uluslararası desteği ve kınamayı konu alan haber 13. sırada verilmiştir. Tablo 6’da yer alan verilerde benzer bir sonucu ortaya koymaktadır. 29 Haziran 2016 tarihli ATV Haberin yayın akışı içerisinde intihar saldırısını konu alan haberler arasında 10. ve 11. sıradaki haberler uluslararası desteği ve kınamayı konu almaktadır. Bu iki haber aynı zamanda intihar saldırısını konu alan bültendeki son iki haberdir. Tablo 8 verileri de aynı sonucu ortaya koymaktadır. 30 Haziran 2016 tarihli Show Ana Haber’de Uluslararası desteği ve kınamayı konu alan haberler yayın akışına göre 8. sıradan verilmiştir. Bu noktada teröre karşı uluslararası desteğin haber bültenlerinde daha sıklıkla işlenmesi ve haber yayın akışında ilk sıralara çekilmesi yerinde bir uygulama olacaktır. 


KAYNAKÇA 

AKÇAY, Yaşar Ömer ve ÇELENAY, Engin Ömer (2012). “Terör ve Medya 
İlişkisinin 2003 Yılında İstanbul’ da Meydana Gelen Saldırılar Örneğiyle 
İncelenmesi”, NEÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 2, s. 183-197. 

ANGENENT, Huub, ve MAN, Anton Frans (1996). Background Factors of Juvenile 
Delinquency, New York: Peter Lang. 

AVŞAR, Zakir (2002). “Terör Haberleri ve Medya”, Polis Bilimleri Dergisi, 4(2), s. 21-44. 

AVŞAR, Zakir (2017). “İnternet Çağında Medya, Terör ve Güvenlik”, TRT 
AKADEMİ, 2(3), s. 116-132. 

BECK, Ulrich (2006). Living In The World Risk Society. London School of 
Economics. 

BENNET, Tony (1988). Media, Reality, Signification. London: Routledge. 

CHOMSKY, Noam (1993). Medya Denetimi, (Çev. Şen Süer), İstanbul: Tüm 
Zamanlar Yayıncılık. 

COREY, Robin (2004). Fear: The History of a Political İdea. New York : Oxford 
University Press. 

DEĞER, Kamuran (2017). “Olağanüstü Durum Haberciliğinin Atatürk Havalimanı 
Terör Eylemi Üzerinden İncelenmesi”, TRT AKADEMİ, 2(3), s. 98-115. 

DÖNMEZ, Ali. (1998). Sosyal Psikoloji, Ankara : İmge Kitapevi. 

DURKHEIM, Emile (2003). Sosyolojik Yöntem Kuralları. İstanbul: Bordo Siyah. 

DURKHEIM, Emile (2002). İntihar. İstanbul: Cem Yayınevi. 

FİDAN, Mehmet (2004). Terör ve Medya, (Editörler), Orhan Gökçe ve Uğur Demiray. Terörün Görüntüleri, Görüntülerin Terörü, Konya: Çizgi Kitapevi, s. 59-81. 

FREEDMAN, Jonathan; SEAR, David; LETİTİA, Anne Peplau (2003). Sosyal 
Psikoloji, (çev. Ali Dönmez), Ankara: İmge Yayınevi. 

FUKUYAMA, Francis (2015). Güven Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratılması, 
İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 

FUREDI, Frank (2001). Korku Kültürü, (çev. Barış Yıldırım), İstanbul : Ayrıntı 
Yayınları. 

GABRIEL, Weimann (1983). “The Theater of Terror: effects of press coverage”, 
Journal of Communication, 33. 

GIDDENS, Anthony (2000). Elimizden Kaçıp Giden Dünya, (Çev: Osman Akınhay), İstanbul: Alfa Basom Yayın Dağıtım. 

Habertürk (2016). "Cuma Namazında Bomba Şüphesiyle Cami Boşaltıldı", 
Habertürk.
http://www.haberturk.com/gundem/haber/1261482-adanada-cuma-
namazinda-bomba-suphesiyle-cami-bosaltildi, Erişim Tarihi: 22. 11. 2016. 

İNAL, Ayşe (2009). Haber Medyası, Siyaset ve Terör, (Editörler), Mustafa Şeker ve Tülay Şeker.Terör ve Haber Söylemi. İstanbul: Literatürk. 

İNCEOĞLU, Yasemin (2000). Uluslararası Medya, İstanbul : Beta Yayınları. 

LEWIS, Jeff (2005). Language Wars The Role of Media and Culture in Global Terror and Political Violence, London: Pluto Press. 

MARTIN, Gus (2006). Understanding Terrorism: Challenges, Perspectives, and 
Issues, Thousand Oaks: Sage. 

NORRIS, Pippa; KERN, Montague; JUST, Marion (2003). Framing Terrorism: The New Media, the Goverment and the Public, New York : Routledge. 

PARSONS, Talcott (1967). The Structure of Social Action. Free Press. 

PERESIN, Anita (2007). “Mass Media and Terrorism”,The Journal of Medij. İstrazs, (13)1, s.5-22. 

POSTMAN, Neil (2016). Televizyon Öldüren Eğlence, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

POSTMAN, Neilve POWER, Steve (1996). Televizyon Haberlerini İzlemek, İstanbul: Kavram Yayınları. 

RACHMAN, Stanley (1998). Anxiety, East Susex: Psyhology Press. 

SCHILLER, Herbert (1993). Zihin Yönlendirenler, İstanbul: Pınar Yayınları. 

SCHLESINGER, Philip (1994). Medya, Devlet ve Ulus, (çev: Mehmet Küçük), 
İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

SPENCER, Herbert (2013). Zihin, Ahlak ve Beden Eğitimi, İstanbul: Pegem 
Yayınları. 

ŞEKER, Mustafa ve Şeker, Tülay (2009). Terör ve Haber Söylemi, İstanbul: Literatür Yayıncılık. 

TILLY, Charles (2011). Demokrasi, İstanbul: Phoenix. 

TURNER, Bryan (1996). Oryantalizm Postmodernizm ve Din; (Çev:İbrahim 
Kapaklıkaya), İstanbul: Anka Yayınları. 

YÜCEDOĞAN, Güleda (2002). “Terör, Savaş, Şiddet ve Medya”,İstanbul 
Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi. s.105-114. 

ZENCİRKIRAN, Murat (2015). Sosyoloji, Bursa: Dora Basım Yayın. 

ZULLIGER, Hans (1998). Çocuklarımızın Korkuları, İsanbul: Cem Yayınevi. 


DİPNOTLAR;

1 Bu çalışmanın ortaya çıkmasında 2211a Doktora Burs Programıyla bizleri destekleyen TUBİTAK’a sonsuz teşekkürü bir borç biliriz. 

2 Arş. Gör. İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi, bcayci@ticaret.edu.tr, 

ORCID ID: 0000-0001-5945-8655 

3 Arş. Gör. İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi, aekaragulle@ticaret.edu.tr, 

4 Angenent ve de Man’ın tanımıyla sapma davranışı “geleneksel kural ve adetler bakımından istenmeyen ve kabul edilmeyen faaliyetler”dir (1996: 2). 

***

İNTİHAR SALDIRILARININ MEDYADA HABERLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE BİR ANALİZ 2

İNTİHAR SALDIRILARININ MEDYADA HABERLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE BİR ANALİZ 2




3. Araştırmanın Metodolojisi 

3.1 Araştırmanın Amacı 

Bu çalışma,ana haber bültenlerinde yer alan intihar saldırısı haberlerinin 
sunuluş biçimiyle ilgili durum tespiti yapması açısından önem arz etmektedir. 
Devletterör antagonizmasından hareketle çalışmanın amacı;intihar saldırısı 
haberlerinin, ana haber bültenlerinde sunuluş biçimlerini 28 Haziran 2016 tarihinde, Atatürk Havaalanı’nda gerçekleşen intihar saldırısı haberleri üzerinden incelemektir. 

Çalışma, ana akım medyada yer alan, ATV ve Show TV Ana Haber Bültenleri’nde, 28 Haziran 2016 tarihinde, Atatürk Havaalanı’nda gerçekleştirilen intihar saldırısını nasıl haberleştirildiği üzerine nicel anlatı analizi yöntemi kullanılarak tespit edilecektir. 

3.2 Araştırmanın Yöntemi (Evren, Örneklem ve Sınırlılıklar) 

Araştırmanın evrenini, 28 Haziran 2016 tarihinde “Atatürk Havaalanı’nda 
gerçekleştirilen intihar saldırısı” konulu haberler oluşturmaktadır. Bu evren 
içerisinden örneklem olarak belirlenen, ATV ve Show TV Ana Haber Bültenleri’nde yer alan konuyla ilgili haberlerdir. Çalışmanın örneklemi; rastlantısal olmayan örneklem türlerinden birisi olan, amaçlı örneklem yöntemi kullanılarak belirlenmiştir. 

Evrenin temsil kabiliyetini arttırmak için araştırma kapsamında reyting ölçümlemeleri, örneklemin oluşturulmasında belirleyici olmuştur.  

Örnekleme dâhil edilen her iki kanalın sahiplik yapısı, ideolojisi gibi ekonomik ve siyasi etkip arametreleri örneklem seçilirken değerlendirilmeye alınmamıştır. 

Çalışmanın sınıflandırma sistemi oluşturulurken, örneklemi oluşturan haberlerin tamamı dikkatlice incelenmiştir. Ortak alanlar tespit edilmiş, çalışma sınıflandırılmıştır. Çalışmada iki temel kategori kullanılmıştır. Bunlar; “haber konusundan kaynaklanan sorunlar” ve “görüntüden kaynaklanan sorunlar” şeklindedir. 

 Çalışmanın referans süresi, araştırmanın örneklemini oluşturan iki haber 
kanalının, ana haber bültenlerinde intihar saldırısı haberlerine yer verdiği günler ile sınırlandırılmıştır. Sınırlılık kapsamında 29 Haziran 2016 ile 2 Temmuz 2016 tarihleri arası araştırmanın referans süreleri olarak belirlenmiştir. 

Araştırmanın sonuçlarını, niceliksel veriler ışığında ortaya koymak için nicel 
anlatı analizi yöntemi kullanılmıştır. 

Bu noktada haber metinlerinin, muhabirlerin ve / veya spikerlerin söylemleri araştırmaya dâhil edilmemiş olup; eleştirel söylem analizi yöntemi araştırmanın hiçbir safhasında kullanılmamıştır. Öncelikli olarak araştırmanın ana kütlesinin haber kanallarında kaç gün süreyle haberleştirildiği tespit edilmiştir. Ardından, araştırmaylailgili haberlerin ana haber bülteninde ne kadarlık bir zaman dilimi kapladığı tespit edilmiştir.Sonrasında, araştırmaya konu olan intihar saldırısının haber konuları içeriklerine göre belirlenmiştir. Saldırının neden olduğu acı 
verici görüntülerin ne şekilde verildiği incelenecektir. Ardından olayın şokunu 
yaşayan insanların haberlerde ne sıklıkla aktarıldığı incelenecektir. Araştırma 
kapsamında, olayın şokunu yaşayan insanların görüntüleriyle birlikte kaos ve panik görüntülerin yinelenme sıklığı incelenecektir. 

3.3. Bulgular 

28 Haziran 2016 tarihinde, Atatürk Hava alanında gerçekleştirilen intihar 
saldırısı, Show TV Ana Haber Bülteninde toplamda dört gün; ATV Ana Haber 
Bülteninde ise; üç gün süreyle haberleştirilmiştir. 





Şekil1: Gün Bazında, Her İki Haber Bülteninde Yayınlanan İntihar Saldırısıyla İlgili Haberlerin Yüzdesi 



Şekil 1’deki verilere göre; her iki haber bülteni de, ilk iki gün saldırıyı konu 
olan haberlere yayınlarında uzun süreler ayırmıştır. Olayın ertesi günü (29.06.2016) iki haber kanalı da toplam yayın sürelerinin yarısından fazlasını araştırmanın ana kütlesini oluşturan, intihar saldırısını konu alan haberlere ayırmıştır. ATV Haber toplam sürenin %61,30’luk kısmını, Show Haber ise %54,19’luk kısmını Atatürk Havalimanı’nda gerçekleşen intihar saldırısını konu ala haberlere ayırmıştır. 02.07.2016 tarihine kadar ki süreçte, her iki haber kanalı da saldırıya ayırdıkları süreleri her geçen gün azaltmıştır. Dört günün sonunda yani 02. 07. 2016 tarihindeyse saldırı her iki haber kanalının da gündeminden tamimiyle kalkmıştır. ATV Haber 02.07.2016 tarihinde konuya yayın akışında hiç süre ayırmazken; Show Haber ise toplam sürenin %2,58’lik kısmını saldırıyla ilgili haberlere ayırmıştır. 

Şekil1’deki sayısal veriler göstermektedir ki: Türkiye’nin gündemi iki gün içerisinde değişmiştir. 

İki haber kanalı da ikinci günün sonunda konuyla ilgili haberleri gündemlerinden 
kaldırmaya başlamıştır. Bu tablo aynı zamanda Türkiye’de gündemin ne kadar hızlı bir şekilde değiştiğini sayısal veriler ışığında açıkça oraya koymaktadır. 

Atatürk Hava limanında gerçekleştirilen intihar saldırısı haberleri, Show TV 
Ana Haber Bültenin de dört gün süreyle haberleştirilmiştir. 





Tablo 1: Show TV Ana Haber Bülteninde Saldırının Gün Bazında Haberleştirilme Süreleri 

Tablo 1’deki verilere göre;saldırının ertesi günü Show TV Ana Haber Bülteni, toplam haber süresinin yarısını (%54,19) intihar saldırısı haberlerine ayırdığı tespit edilmektedir. İlerleyen günlerde kademeli olarak saldırıyla ilgili haberlerin süresi azalmıştır. 1 ve 2 Temmuz tarihlerindeyse, saldırıyı konu alan haberlerin süresi %6’nın aşağısına düştüğü tespit edilmiştir. Saldırının ertesi günü, ana akım medyada yer alan Show TV Ana Haber Bülteninde toplam süresinin yarısından fazlasının intihar saldırısını konu alan haberlere ayırması, medyanın terörist gruplar için ne kadar önemli olduğu gerçeğini sayısal verilerle ortaya koymaktadır. Ayrıca terör örgütlerinin, medya merkezli terörizm anlayışını benimsedikleri açıktır. Bu noktada medya merkezli terörizm (mediaoriented terrorism) kavramı, terörist gruplarının medyanın ilgisini çekecek şekilde düzenledikleri eylemleri tanımlamaktadır (Martin, 2006: 34). 

Birçok uzmanda terörist grupların, modern cephe olarak medyayı gördüklerini, araçsallaştırdıklarını ve terörizmin medya merkezli olarak geliştiği konusunda 
uzlaşmaktadır (Peresin, 2007: 7). Özellikle ilk iki günde, saldırıyı konu alan haberlere uzun süreler ayrılması, haber içeriklerinin toplum üzerindeki etki olasılığını arttırmaktadır.Bu nedenle ilk günlerde yayınlanan haberlerdeki söylemler kadar, görüntüler de toplumsal belleğin şekillenmesi noktasında önem arz etmektedir. 





Tablo 2: ATV Ana Haber Bülteninde Saldırının Gün Bazında Haberleştirilme Süreleri 


Atatürk Hava limanında gerçekleşen intihar saldırısı haberleri, ATV Ana 
Haber’de üç gün süreyle haberleştirilmiştir. Tablo 2’de ki verilere göre; saldırının ertesi günü ATV Ana Haber, toplam haber süresinin %61,30’luk kısmını çalışmanın ana kütlesini oluşturan intihar saldırısını konu alan haberlere ayırmıştır. 

Tablo 1’deki Show Ana Haber’e ait veriyle Tablo 2’deki veri karşılaştırıldığında iki ana haber bülteni de konuya uzun süreler ayırdığı ve yayın akışlarının gündemine intihar saldırısını konu alan haberleri yerleştirdikleri tespit edilmiştir. Ertesi gün,konuyla ilgili haberlerin,kapladığı süre azalmış (%33,38); 
2 Temmuz günü itibariyle de gündem tamamıyla değişmiştir. 

Atatürk Hava alanında gerçekleştirilen intihar saldırısının ana haber bültenlerin de geniş süreler yer alması, yayınlanan görüntülerin niteliğini önemli hale  getirmektedir. Özellikle terörist saldırılarının oluşturduğu olumsuz sonuçların tüm açıklığı ile yayınlanması: toplumsal yapıda psikolojik travmaların yaşanması na, korku kültürünün gündelik yaşamda hissedilmesine ve toplumsal risk algısının artmasına neden olabilmektedir. 




Tablo 3: Haberlerde Kullanılan Tekrar, Korku ve Şiddet Unsurlarının Dağılımı 


Televizyon haberciliğinin belirleyici ayrıcalığı, görüntüye olan bağlılığıdır. 

Bu bağlılık televizyonu ayrıcalıklı bir hale getirmektedir. Aynı zamanda bu durum habercilik anlamında bir dizi sorumluluklarda yüklemektedir. Haberde sunulan görüntüler, izleyiciyi üzerindeki etkisini arttırması bakımından yazılı ve sözlü metinden daha etkilidir. Bu nedenle haberde kullanılan görüntülerin nitelikleri, izleyicinin duygu ve anlam dünyasını etkilemektedir. Bu perspektiften hareketle haberlerde çok sayıda panik, kargaşa, şiddet, yaralı, kaçışan vatandaş ve benzeri görüntülerin tekrar edilmesi izleyiciyi olumsuz yönde etkilemektedir. Araştırma kapsamında iki haber bülteninde terörist saldırıyla ilgili toplam kırk iki haber incelenmiştir. Show Haber’de tekrar görüntülerinin yer aldığı haber sayısı yediyken (%28); ATV Haber’de bu sayı üçtür (%17,64). Korku ve şiddet içerikli görüntülerin yer aldığı haber sayısı Show Haber’de on birken (%44) iken; bu sayı ATV Haber’de yedidir (%41,17). Tablo-3’deki verilere göre; ATV Haber, Show Haber’e göre korku ve şiddet içerikli görüntüler ile tekrar eden görüntüle yayın akışı içerisinde daha az yer verdiği tespit edilmiştir. 



Tablo 4: Konularına Göre Haber İçerikleri 

Haber içeriklerine bakıldığında; her iki haber kanalı da “İntihar saldırısının nasıl gerçekleştiğini” konu alan haberlere, bültenlerinde büyük oranda (ATV Haber %41, 17, Show Haber %40) yer verdiği görülmektedir. Ardından, “Terör mağdurları ve yakınlarıyla ilgili” haberler ATV Haber’de %23,52, Show Haber’de 
%24 oranında yer bulmuştur. Siyasilerin saldırıya yönelik mesajlarını konu alan haberler ATV Haber’de %11,76, Show Haber’de %16 oranında yer bulmuştur. 
Yabancı ülkelerden gelen destek mesajlarını konu alan haberler, ATV Haber’de %11,76, Show Haber’de % 8 oranında yer bulmuştur. Her iki haber kanalı da saldırı sonrasında canlı bağlantılar gerçekleştirerek son dakika bilgilerini paylaşmışlardır. 




Tablo 5: 29 Haziran 2016 Tarihli Show Ana Haber'de Saldırıyla İlgili Haberlerin Konu Başlıkları ve Süreleri 


Tablo 5’de olayın ertesi günü, Show TV Ana Haber Bülteni’ndeterörist saldırıyla ilgili haberlerin ayrıntılı bir şekilde kategorize edildiği görülmektedir. 

Saldırının ayrıntılı bir şekilde kategorize edilmesi, toplumun bilgilenmesi noktasında doğru bir yaklaşımdır. Bu noktada,“Saldırıda hayatını kaybeden vatandaşlarımızın aileleri”, “Saldırıda yaşamını kaybeden vatandaşlarımızın hayat hikâyeleri” ve “Yaralı yakınları birbirine girdi” başlıklı haberler hem konusu, hem de yayın sürecinde kullanılan görüntüleri itibariyle, titizlikle ve ayrıntılı şekilde hazırlanması gerekmektedir. Çünkü terör örgütleri, hedef aldıkları toplumların zihinlerinde ve psikolojilerinde yılma, panik korku gibi bir takım yıkıcı duyguları harekete geçirmek istemektedir (Avşar, 2002: 27). 

Özellikle yaşanan acının kamuya aktarımı, terörün yaratmak istediği korku ikliminin oluşmasında önemli bir faktördür. Terör örgütlerinin intihar saldırılarıyla birlikte hedefledikleri öncelikli olarak toplumsal huzursuzluğun ve korkunun gündelik hayata indirgenmesidir. 

Bu bağlamda saldırıda yaşamını yitiren vatandaşların yakınlarının yaşadığı üzüntü ve kederin uzun süreli haberleştirilmesi saldırının halk üzerindeki psikolojik etkilerini arttırabilmektedir. 


Şekil 2: Saldırıya Maruz Kalan Bir Personelin Yaşadığı Korku ve Panik 
 Kaynak: Show TV Ana Haber , 2016 http://www.showtv.com.tr/ 


Şekil 2’de saldırıya maruz kalan hostesin yaşadığı korku ve panik anı ekranlara yansıtılmıştır.  

İlgili görüntü 29. Haziran 2016 tarihli Show TV Ana Haber Bülteni’nde 1, 3, 5 ve 13 numaralı haberlerde tekrar yayınlanmıştır. Özellikle 5 numaralı 
haberde,aynıgörüntü iki defa yayınlanmıştır. Toplamda, saldırıya maruz kalan hostesin yaşadığı korku ve panik anını temsil eden görüntü bir haber bülteninde beş defa yayınlanmıştır.30 Haziran tarihinde ise; 6 numaralı haberde aynı görüntü tekrar yayınlanmıştır. Terör haberleri kuşkusuz izler kitle üzerinde duygusal gerilimlere neden olmaktadır. Terör stratejilerinde medyanın oynadığı rolü “korku tiyatrosu”na benzeten Weimann, terörle medya arasındaki etkileşimi, dramaturjiden aldığı kavramlarla açıklamaktadır. Teröristler öncelikle senaryolarını yazarlar, ardından senaryoya uygun şekilde sahnelerler. 
Bu bir korku tiyatrosudur. 
Bu noktada küresel iletişim sistemi içerisindeki sahne medyadır. 
Teröristler oyuncu, izleyiciler ise halktır. 
Korku tiyatrosu ancak medya dolayımı ile sahlenebilmekte dir 
(Gabriel, 1983: 38) 


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

İNTİHAR SALDIRILARININ MEDYADA HABERLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE BİR ANALİZ 1

İNTİHAR SALDIRILARININ MEDYADA HABERLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE BİR ANALİZ 1 




Berk ÇAYCI 2 
Ayşegül Elif ÇAYCI 3 

ÖZET 

Ulusal güvenliğe ve toplumsal refaha yönelik düzenlenen intihar saldırılarının amacı, terör eylemlerinin toplum üzerindeki yıkıcı sonuçları/etkileri kadar medyada görünür olmayı başarmaktır. Bu perspektiften çalışmanın temel sorunsalı, terör örgütlerinin geniş kitleleri etkilemek (korku, yıldırma, panik, kutuplaştırma); toplumsal belleği şekillendirmek ve uluslararası ölçekte sesini duyurmak adına modern cephe olarak gördüğü medyanın, intihar saldırısı haberleri üzerinden araştırılması dır. Bu bağlamda çalışmada savunulan temel argüman; intihar saldırısı eylemlerinin medyada haberleştirilme biçimlerinin ve sınırlılıklarının terör, korku ve risk algısının kolektif hafızada şekillenmesinde belirleyici olduğudur. Devlet terör antagonizmasın dan hareketle çalışmanın amacı, intihar saldırısı haberlerinin haber bültenlerinde sunuluş biçimlerini, 28 Haziran 2016 tarihinde Atatürk Havaalanı’nda gerçekleşen intihar saldırısı haberleri üzerinden incelemektir. Çalışmada, 28 Haziran 2016 tarihinde Atatürk 
Havaalanı’nda gerçekleştirilen intihar saldırısının, ana akım medyada yer alan ATV ve Show TV Ana Haber Bültenleri’nde haberleştirilmesi üzerine nicel anlatı analizi yöntemi uygulanmıştır. 


Giriş 

Terör eylemlerinin ortak amacı; saldırdığı düzenin yönetim ilişkilerini ve toplumsal refahı derinden sarsmaktır. Bu amaçla terör örgütleri,ulusal veya 
uluslararası arenada dikkat çekmek, sesini uluslararası ölçekte duyurmak ve geniş kitleleri “korkutarak”toplumsal refahın ortadan kaldırılması için şiddet içerikli ölümcül saldırılar düzenlemektedir (Schiller, 1993: 41-43). Böylelikle her terörist eylem, saldırdığı düzene ve/veya topluma karşı gücünü göstermektedir. 

Bu perspektiften hareketle, terörist eylemler aynı zamanda bir propaganda girişimidir. 

Terörist eylemler,saldırdığı egemenlik ilişkisini küçülterek, bu ilişki içerisinde yer 
alan sivil, asker veya bürokratik üyeleri korkutarak; kendi sempatizanlarına karşı varlığını ve faaliyetlerini göstermektir. Diğer ifadeyle terörist eylemler, sadece kriminal vakalar değildir. İrrasyonel davranış biçimi olarak terörün ve terörist saldırıların bir jeopolitiği ve eylemlere rehberlik eden inançlar dizisi bulunmaktadır. 

Terörün jeopolitiği içerisinde, aynı zamanda derin uluslararası siyasi ilişkileri ve 
konsorsiyumları da bulunmaktadır. Bu bağlamda; Türkiye’nin yer aldığıcoğrafya, 
özellikle intihar saldırılarının sıklıkla karşılaşıldığı bir bölge olarak,son yıllarda ulusal ve uluslararası basının dikkatini üzerine çekmektedir. 

Medya, özellikle 11 Eylül Saldırısı’yla beraber, modern terörizmin yeni 
boyutlarını ortaya koymuştur. Milenyumun başında, Dünya Ticaret Merkezi’ne 
gerçekleştirilen iki intihar saldırısının an ve an aktarılması, yıkılan binaların 
milyarlarca insan tarafından eşzamanlı olarak izlenmesi, terörün yarattığı korku ve risk algısını küresel boyuta taşımıştır. Korku ve risk algının küresel ölçekte 
yayılmasında,öncelikli etki parametresi; medyanın yaşananları haberleştirme 
biçimidir (Schlesinger, 1994: 24). Özellikle televizyonun medya ekolojisindeki hâkim konumu, terörün ürettiği panik ve dehşet türünden korkuların topluma hızla yayılmasına neden olmaktadır ( Postman ve Power, 1996: 68). Bu noktada medyanın intihar saldırılarıyla pratik düzeyde ilişkisi, liberal kuramın öğretisiyle yani “yansıtma düzeyi” ile sınırlı değildir. Medya, salt enformasyon aktarımıyla yetinmemekte, aynı zamanda terör edimlerinin her düzeyinde bilinçli veya bilinçsiz aktif roller de üstlenmektedir. Özellikle intihar saldırıları, yarattıkları dramatik etki nedeniyle televizyonlarda ve haber bültenlerinde sıklıkla yer almaktadır. 

Bu çalışmada, ana akım medyada yer alan ATV ve Show TV Ana Haber 
Bültenleri’nin, Atatürk Havaalanı’nda gerçekleştirilen intihar saldırısını nasıl 
haberleştirdikleri üzerine, nicel anlatı analiz yöntemi kullanılmıştır. Devlet terör 
antagonizmasından hareketle çalışmanın amacı: İntihar saldırısı haberlerinin ana haber bültenlerinde sunuluş biçimlerini 28 Haziran 2016 tarihinde, Atatürk Havaalanı’nda gerçekleşen intihar saldırısı haberleri üzerinden incelenmektedir. Araştırmanın evrenini, 28 Haziran 2016 tarihinde “Atatürk Havaalanı’nda gerçekleşen intihar saldırısı” konulu haberler oluşturmaktadır. Bu evren içerisinden örneklem olarak seçilen ATV ve Show TV Ana Haber Bültenleri, rastlantısal olmayan örneklem türlerinden birisi olan amaçlı örneklem yöntemi kullanılarak belirlenmiştir. Araştırma kapsamında, reyting ölçümlemeleri, örneklemin oluşturulmasında belirleyici olmuştur. 

Çalışmanın referans süresi, araştırmanın örneklemini oluşturan iki haber kanalının ana haber bültenlerinde intihar saldırısı haberlerine yer verdiği günler ile sınırlandırılmıştır. Sınırlılık kapsamında, 29 Haziran 2016 ile 2 Temmuz 2016 tarihleri arası, araştırmanın referans süreleri olarak belirlenmiştir. 

Çalışmanın birinci bölümünde; medyada üretilen korku kültürü ve risk 
algısıliteratür taramasıylaincelenmiştir. İkinci bölümde; intihar saldırısı haberlerinin nasıl haberleştirildiği üzerine argümantatif çalışma yapılmıştır. Çalışmanın amacı ortaya koyulduktan sonra, 28 Haziran 2016 tarihinde meydana gelen intihar saldırısının ATV ve Show TV Ana Haber Bültenleri'nde yer alış biçimleri, nicel anlatı analiz yöntemiyle incelenmiştir. 

1. Medya ve Korku Kültürü 

Korku, tüm canlılar için ortak bir duygu olarak, varoluştan itibaren değişmeden 
varlığını sürdüren; ama nedenleri çeşitlenerek artan bir hissiyattır. Korku, insanın rasyonel çıkarımlarına dayandığı gibi, akıl dışı durumlarda dahi insanın hissettiği bir duygudur. Bu nedenle korku, bilinmezlik kadar bilindiği halde, denetlenemeyen durumlar karşısında, insanın bilinçli ya da bilinçsiz olarak ürettiği tepkinin nedeni konumundadır. Freud’a göre; korku, insanın olağan dışı olarak kabul ettiği ve çıkarları ile ters giden durumlarda bir şey yapamamasına bağlı olarak gelişen tehlikenin işaretidir (Zulliger, 1998: 19-36), (Dönmez, 1998: 623). Freud, korku durumunu rasyonel akılla birleştirerek ikiye ayırmıştır. Böylelikle dışarıdan gelen, kaynağı belirli bir tehlikenin neden olduğu korkuya “gerçek korku” adını vermektedir (Freedman vd., 2003: 78). 

Örneğin; televizyonda oğlunun eğitim gördüğü okulda rehine krizinin yaşandığı haberini alan annenin yaşadığı korku,tamimiyle nesnel kaygıların ürettiği gerçek bir korkudur. Gerçek korkunun karşısına Freud, “nevrotik kaygı” durumunu yerleştirmiştir (Freedman vd., 2003: 79-81). Duhm (2009: 13), nevrotik 
kaygıyı toplumsal korkular olarak adlandırmaktadır. Böylelikle, bu ayrım korku ve kaygı arasındaki ayrışmanın göstergesidir. Çünkü gerçek dışı kaygı, kaynağı belirli korkuların aksine bireyin veya toplumun zihin dünyasında, dışarıdan kazandığı enformasyonun, gözlemin ve tecrübenin sonucunda üretilen, aklın bir ürünüdür. 

Örneğin; gündelik yaşamda her gün terör haberlerinin hikâyeleştirilerek tüm detayları ile anlatılması, terör tehdidinin kent yaşamında olduğuna dair haberlerin sistematik şekilde tekrarlanması, şehirde yaşayan toplulukların nörotik kaygı taşımasına neden olmaktadır. Bu durumun güncelörneği; 28 Haziran 2016 tarihinde gerçekleştirilen Atatürk Havalimanı saldırısının hemen sonrasında, Adana’da 1 Temmuz 2016’da Cuma namazı esnasında halkın camideki kişiyi intihar bombacısı zannederek linç etme girişimidir (Habertürk, 2016). Ardı ardına gerçekleşen olaylar göstermektedir ki, insanlar medya iletilerinin etkisi altında, kent hayatında her saniye yaşanabilecek terör 
saldırısının kaygısıyla yaşamlarını devam ettirmektedir. İnal’a (2009: 24) göre; XXI. yüzyılda, terör örgütlerinin yaydığı korku, tehdit ve muhtemel riskler, medya iletileri ve iletişim teknolojileri aracılığıylaulusal ve uluslararası ölçekte tekrarlanmaktadır. Bu noktada terör, medyanın kamuoyunu bilgilendirme özgürlüğü üzerinden yeni olası riskler üretmekte, böylelikle gündelik hayatı sekteye uğratmaktadır (Norris vd., 2003: 3-4). Bu noktada terörle mücadelede, en az siyasi otorite kadar, haber medyasına da önemli görevlerin düştüğünü göstermektedir. 

Kaygı kavramı, beklentinin ya da olası durumun öncesinde gelişen insani bir 
durumdur. Beklenti hali, olası kötü durumun gerçekleşmesiyle ilgili şüphe 
içermektedir. Herhangi bir şüphenin oluşması içinde, dışarıdan edinilen bilgiyle, ya da deneyimlenen durumla sahip olunan bilginin mantıklı bir bütünlük oluşturması gerekmektedir (Rachman, 1998: 119). Öyle ki, şüphenin kaygı durumuna geçmesinde, dışarıdan kazanılan bilginin niteliği belirleyici olmaktadır. Günümüzde algı, dünyamızı şekillendiren öncelikli araç halini alan iletişim ortamlarının dijitalleşmesiyle, zaman ve mekân bütünlüğünün iletişim sürecinde bozulması bireyin ve toplumsal hafızanın şekillenmesinde belirleyici olmaktadır. Etki alanı her geçen gün genişleyen medya, izleyiciye sunduğu iletilerle, korku veya kaygı üretebilmektedir. Korku ve kaygı, insan davranışlarını belirleyen önemli duygular olduğu için, bireysel ve toplumsal hayatı olumsuz yönde etkilemekte, kolektif davranışı biçimlendirmektedir. 

Dijital çağda toplumsal veya bireysel kaygı üretimi arasında, negatif yönde bir 
ivmelenme söz konusudur. Bu nedenle kaygının ve korkunun ürettiği öncelikli 
davranış, korunma ve kaçma düşüncesidir. Bunun nedeni; korkuların temelde kişisel deneyimlerle biçimlendirilmesidir (Furedi, 2001: 8). 

Günümüzdeyse tecrübe edilen korkuların büyük bir kısmı kişisel deneyimlerden kaynaklanmamaktadır. 

Örneğin; terör korkusu gibi bir takım korkular toplum içerisindeki çatışmalar dan kaynaklanmaktadır (Corey, 2004: 2). Bahse konu durumların, bireyle çoğu zaman organik bağı bulunmamaktadır. Buna rağmen, anlam dünyasını şekillendiren medya aracılığıyla dağıtılan iletiler ve bu iletilerin çerçeveleniş biçimleri, sunuluş biçimleri, teknik müdahaleleri, sonuç itibariyle korku ve kaygının insanlar tarafından içselleştirilmesiyle sonuçlanmaktadır. 

Bu durum toplumsal yapıda ortaya çıkan bireyin – bireye ya da bireyin topluma karşı duyduğu “güven” sorunsalıyla ilişkilidir. 

Fukuyama’ya (2015: 41) göre; güven, ortak normları temel alan ve sistemli 
olarak gerçekleşen dürüst davranışların sergilendiği topluluklarda, bireyin diğer 
üyelere yönelik ürettiği beklentidir. Tilly (2011: 251) ise; güven duygusunun, insanın toplulukçu ya da bireysel olarak gözlemlediği tüm davranış biçimlerinin ürettiği riskin sonucuna değer biçerek oluştuğunu söylemektedir. Bu bağlamda risk ile güven kavramları iç içe geçmiştir (Giddens, 2000: 48). Bu diyalektik yapı içerisinde risk ve güven birbirini sürekli denetlemektedir. Örneğin; toplumda bir kuruma duyulan güven azaldığında, olası riskler artmaktadır. Bu durum korku kültürünün toplumları depresif hale getirmesine neden olmaktadır. Kuş gribi haberlerinde, hastalığın küresel bir salgına dönüştüğü ve milyonlarca insanı etkileyebileceğine yönelik üretilen haberler, riskleri ve tehlikeleri sürekli abartan bir medya anlayışıyla karşı karşıya kaldığımızı göstermiştir. Bu süreçte, korku toplumda yaygınlaştıkça, bu duruma neden olan dinamikler abartılmakta, sorunun çözümleri göz ardı edilebilmektedir. Medya, çoğu zaman sadece olayın sansasyonel boyutlarına odaklanarak reyting kaygısıyla gelişen bir habercilik refleksi sergileyebilmektedir. Böylelikle, toplumsal yapı içerisinde kaygı ve/veya korku duygusu yükseldikçe güven duygusu azalmaktadır. Bu durumun 
sonucu olarak, olası risklerin yükselmesi, bireyin kendisini risk toplumu içerisinde yaşadığı hissine kapılmasına neden olmaktadır. Bu noktada, bireyin risk altında olduğuna karar vermesinin nedeni; medya aracılığıyla yayılan enformasyonun gerçeklik/hakikat ile olan ilişkisidir. Özellikle yeni dijital çağda, medyanın enformasyon akışındaki merkezi rolü yaşam dünyalarını şekillendirmektedir. 

Böylelikle, toplumsal yapı içerisinde medya dolayımlı ortaya çıkan güvensizlik hali, var olan risk algısının coğrafi sınırlarını silikleştirmektedir. Son kertede, korku ikliminin ürettiği atmosfer, küresel boyutta hissedilmektedir. Terör, güvenlik, ve iktisadi faaliyetlerde toplumların zihin dünyasında determinist etkiye sahip olan medya ve onun dijital uzantıları toplumsal hafızayı sınıfsal ayrım gözetmeksizin şekillendirmektedir. Beck’e (2006: 23-24) göre; risk toplumu, sınıflı toplum yapısını bertaraf etmektedir. Çoğunluğu etkisi altına alan risk, insanları olası tehlikeler karşısında eşit konuma indirgemektedir. Örneğin; yaşanan terör eylemi veya olası intihar saldırısı tehlikesi, herkes için ölümcül risk haline dönüşmektedir. 

Beck (2006: 46), asıl risk bilincinin, bugüne değil geleceğe ait olduğunu 
belirtmektedir. Bu nedenle risk, var olan tehlikelere dayalı süreç olduğu gibi küresel ya da bölgesel olarak üretilen stratejik güç konumundadır. Risk olgusunun üretilmesinde ise medya biriciktir. Çünkü medya, rızanın üretilmesi sürecinde olduğu gibi tüm teknik müdahaleleriyle gerçeği yapı bozumuna uğratma yeteneğine sahiptir. 

Giddens (2000: 46) bu durumu “imal edilmiş risk” olarak tanımlamaktadır. İmal 
edilmiş risk olgusu, korku, kaygı ve güvensizlik üzerinden türetilmektedir. İktisadi faaliyetler için üretildiği gibi, siyasal ve hatta devletler üstü amaçlar doğrultusunda risk, uluslararası güç politikalarının toplum üzerindeki aracı konumundadır. Bu nedenle, sıklıkla medya tarafından imal edilen risk olgusu genellikle küresel çıkarların tahakkümü altındadır. 

2. Televizyonda İntihar Saldırılarının Haberleştirilmesi 

İdeolojik eğilimleri yüksek topluluklar içerisindeki gruplar, örtük ya da net bir 
şekilde üyelerini baskı altına alarak kendilerini öldürmelerini istemekte veya 
emretmektedir. Böylesine bir özveriyi nedenselleştirirken de, toplumun ya da 
grubunrasyonel amaçları ön plana çıkartılmaktadır. Eğer kişi bu yükümlülüğü 
gerçekleştiremezse, bu durumda şerefini ve inancını yitireceğine inanmaktadır. Bu sebeple kişi topluluğun ve/veya üyesi olduğu grubun saygısını kazanmak adına yaşamına son vermektedir (Durkheim, 2002: 248-249). 

İntihar saldırıları, gündelik hayatta terör korkusunu hissettirmek, ulusal veya 
uluslararası medyanın dikkatini çekmek, medyada daha uzun süre yer almak ve maddi ya da manevimaksimum tahribata sebep olmak gibi nedenlerden ötürü terör örgütlerinin son zamanlarda sıklıkla başvurduğu eylem türüdür. Türkiye’de 2015’ten bu yana DAEŞ ve PKK terör örgütleri, sıklıkla şehirlerde gerçekleştirilen intihar saldırılarını tercih etmektedir. Bu noktada gazete, televizyon ve radyonun yanı sıra dijital iletişimin haber üretim ve dağıtım sürecine eklemlenmesiyle farklı boyutlar kazanan haber içeriklerinin terör propagandasına bilinçsizce alet olmadan kitlelere ulaştırılması yeni dijital çağın önemli bir sorunsaldır. 

Bu sorunsalın merkezinde, haber içeriklerinin kolektif bilinci ve ulusal / uluslararası güvenliği etkilemesi yer almaktadır. 

Yapısal fonksiyonel yaklaşımla konuyu ele aldığımızda toplum: Parsons (1967), 
Spencer (2013) ve Durkheim (2003) gibi sosyologların tanımlamalarıyla canlı bir organizma şeklindedir. Değişimin sürekliliği içerisinde toplumu oluşturan ve 
şekillendiren kurumlar arasında mutlak bir etkileşim söz konusudur. Bu nedenle 
medya iletileriyle toplumun yaşam dünyası arasında mutlak bir denge söz konusudur. 

Bir alt sistem olarak medyada sunulan içeriklerin nitelikleri,toplumun intihar 
saldırılarına karşı tutumunu, korku ve risk algısını belirlemektedir. Bu bağlamda eğer medya, terör eylemlerinin haberleştirilmesinde ulusal veya uluslararası çıkarları ve güvenliği gözetmez ya da reyting kaygısı ve sansasyonel habercilik adına teröre bilinçsiz şekilde alet olursa,medya disfonksiyonel/bozuk fonksiyonel yapı haline gelmektedir. Bu bağlamda, medyanın toplumsal sorumluluğu ön plana çıkmaktadır. 

Medya ve terör ilişkisi içerisinde yer alan aktörler; devlet, kamuoyu, terör 
örgütleri ve medya şeklindedir. Terör örgütleri, kamuyu ve devleti direk olarak 
hedefine almaktadır. Bu noktada medya, toplumu bilgilendirme rolünü üstlenirken; aynı zamanda mesleki ve etik sorumlulukları da beraberinde gelmektedir. Medya, toplumun huzur ve bütünlüğüne karşı tehdit oluşturan sorunları haberleştirirken; hassas davranması, haberlerde özenli dil kullanması ve terörün amacına hizmet edebilecek her türlü yayından kaçınması gerekmektedir. Özellikle saldırıların ilk saatlerinde, kaynağı ve doğruluğu kanıtlanmamış bilgileri verirken; habercilik reflekslerinin, habercilik etiğiyle bir arada hareket etmesi kamusal çıkarların korunması noktasında oldukça önemlidir. Ancak, medyanın bu merkezi önemine rağmen “reyting kaygısı” ve haberi ilk duyurma arzusuyla hareket edilmesi terör eylemlerinin toplumsal etkisini arttırmaktadır (Şeker ve Şeker, 2009: 70). 

Örneğin; 
Yüzyılın başında, Amerika’da İkiz Kulelere gerçekleştirilen intihar saldırılarının başta Amerikan medyası olmak üzere, hikayeleştirilerek bilinçli bir şekilde yeniden üretimi, terör-İslam ilişkisinin tartışılmasını beraberinde getirmiştir. Bu bilinçli yönlendirme, başta Amerikan medyası olmak üzere, haberin her türlü ayrıntısının medyada yer alması; intihar saldırılarının bilinçsizce terör örgütünün küresel ölçekte propagandasına dönüşmesine neden olurken; toplumun terör algısı yeni bir boyut kazanmıştır. Bu durum medya aracılığıyla terör riskinin ve bu durumun ürettiği korkunun şehirlere indirgendiği nin somut göstergesidir. 

Jeff Lewis (2005: 24), terörün ağ toplumunda bir iletişimsel eyleme dönüştüğü nü ifade etmektedir. Bu bağlamda,terör örgütleri özellikle kitlesel boyut 
kazanmak, gündelik hayatın içerisine girmek, sosyal hayatı bloke etmek ve en önemlisi medyada daha sık ve uzun süreler yer almak adına son yıllarda intihar saldırılarını tercih etmektedir. Terör kaynaklı intihar saldırılarının dört temel karakteristiği vardır (Fidan, 2004: 59). Bunlar: 

1. Küresel ve/veya yerel boyutta korku iklimi tasarlamak 
2. Askeri hedeflerin yerine daha geniş kitleleri hedef alarak; korku ikliminin etkisini arttırmak 
3. Sivillerin dâhil edildiği eylemler düzenleyerek; terörü siyasal ve askeri alanın dışarısına çıkartarak sivilleştirmek 
4. Hükümetin, toplumun ve sosyal grupların politikalarını etkilemek 


Meydana gelen intihar saldırıları, medyada yer almaya başladığı andan itibaren 
terör, sembolik bir eyleme de dönüşmektedir (Akçay ve Çelenay, 2012: 195). Tarihsel öğreti, terörist edimlerin ve özellikle de intihar saldırılarının toplumsal hafızanın içerisinde kendisine yer açmak adına sembolik değeri yüksek yerleri 
hedeflediğini göstermektedir. Atatürk Hava alanı, Sultan Ahmet Meydanı ve Beşiktaş Stadı gibi mekânlar, sembolik anlama sahiptir. Bu bağlamda sembolik anlama sahip mekânlarda düzenlenen eylemler, toplumsal hafızada yer edici ve mekânla birlikte her zaman hatırlanacağı için terör örgütleri tarafından özellikle hedef alınmaktadır. 

Habercilikte nesnellik, arzu edilen bir tutumdur (Bennet, 1988: 287). Ancak; 
medya terör ilişkisi, medyanın etik değerlendirmede en çok zorlandığı konular 
içerisinde ilk sırada yer almaktadır. Bir tarafta demokratik toplumların harcı olan, halkın haber alma özgürlüğü, diğer tarafta ise; terörün tabana yaymak istediği korku ve gerilim ikilemi içerisinde etik değerlere bağlı bir habercilik anlayışının geliştirilmesi gerekmektedir. 
Bu noktada medya, teröristlerin amaçlarına ve yönlendirmelerine alet olmadan halkı bilgilendirmeli ve bilinçlendirmelidir (Avşar, 2017: 126-127). 

Bu noktada kullanılan görsellerden üretilen haber diline kadar çok 
boyutlu bir yapı habercilik etiği içerisinde özenle düzenlemesi gerekmektedir. Çünkü görüntüler ve ifadeler, Chomsky’nin (1993:121) ifade ettiği gibi bilgi vermenin ötesine geçmektedir. Bu nedenle terör olaylarını haberleştirirken görsellerden, haber metinlerine kadar tüm süreçlerin farklı amaçlara hizmet etme olasılığı daima bulunmaktadır (Değer, 2017: 105). Özellikle terör olayları ve intihar saldırıları gibi kriz anlarında öncelikle toplumu bilgilendirici haberlerin hazırlanmasına dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu yaklaşım terörün amaçlarını sekteye uğratacağı gibi, kamuoyunun bilinçlenmesi noktasında önem arz etmektedir (İnceoğlu, 2000: 348). 

Bilhassa, intihar saldırıları gibi toplumu psikolojik travmaya sürükleyen olağanüstü durumlarda, habercilerin basın etiğine uygun şekilde hareket etmesi gerekmektedir. 

Özellikle, intihar saldırılarının beklenmedik bir anda gerçekleşmesi ve sonrasında topluma ivedilikle ulaştırılma arzusu medyanın haber üretim sürecindeki rutin işleyişinin dışında çıkmasına neden olmaktadır. Bu durum, sistemli bir yayın akışının gerçekleşmesine engel olurken; bu süreçte topluma servis edilen görüntüler, kanıtlanmamış bilgiler ve kişisel yorumlar, terör örgütlerinin medyayı araçsallaştırarak; görünür olmayı başarmasına ve saldırının dolaylı etkilerini arttırmasına neden olmaktadır. Bu yayınların veya paylaşılan enformasyonun uluslararası kuruluşlar tarafından da kullanılma ihtimaliyse, her zaman göz önünde bulundurulmalı dır. Bu noktada konuyla ilgili haber içeriklerinin şiddete özendirmeden; insan ve toplum üzerindeki tahrip edici etkilerini direk vermeden sunulması gerekmektedir. Kaos ve krize neden olacak gerçek dışı bilgilendirmenin yapılmaması, olay yerine giden muhabirlerin süreyi doldurmak adına olayı tekrar tekrar anlatmasının önlenmesi gerekmektedir. 

Özü itibariyle terörist eylemlerle ilgili haberler, gazetecilik etiğine uygun şekilde verilirken, bu eylemlerin medyada suç ve sapma 4 olarak gösterilmesi gerekmektedir. Avşar’ın (2017: 123) ifade ettiği gibi: Demokratik toplumlarda, terör saldırılarını konu alan haberler kamuoyunun bilgi alma hakkı çerçevesinde verilmesi gerekmektedir. Bu noktada haberleri vermemek medyanın kendi dinamiklerine ve demokratik sistemin işleyişine engel olmaktadır. Çözüm ise; terör olaylarını haberleştirirken; etik değerlere bağlı, ulusal veya uluslararası çıkarları göz ardı etmeyen sorumlu bir habercilik anlayışıdır. 

Son kertede, yeni iletişim teknolojileri ve dijitalleşme ile birlikte, içinde 
bulunduğumuz dönem gösteri çağıdır. Hakikatin imaja yenik düştüğü ve enformasyon bombardımanıyla birlikte insanların tepkisizleştiği, hafızanın içerisinin boşaldığı ve muhakeme yeteneğinin azaldığı bir dönemin içerisindeyiz (Postman, 2016: 28). 

Kitleler şiddet ve kaosun hâkim olduğu görüntüler aracılığı ile imaj bombardımanına tutulmaktadır. Bunun sonucunda da şiddet ve terör sahnesi zaman içerisinde kanıksanmaya başlamaktadır (Yücedoğan, 2002: 111). 

Bu perspektiften hareketle terör saldırılarıyla ilgili medyada sunulan içerik bireyin zihnini ve duygularını etkilemektedir. Medya aracılığıyla kitlesel etki düzeyine yükselen intihar saldırıları, kolektif korkunun ve belirsizliğin oluşmasına neden olmaktadır. Medya, söz konusu saldırıların spekülasyonlar ile büyümesine; korku ve kaygının gündelik hayata yerleşmesine neden olabileceği gibi sürekli tekrarlarla sıradanlaşmasına ve diğer medya içerikleri gibi anlık tüketilir olmasına da sebep olmaktadır. Medyada haberleştirilen intihar saldırılarının çerçevelenmiş biçimi, toplumu duyarlı ya da duyarsız hale getirmektedir. 

Bu durum toplumsal bir reaksiyon olarak bilinçsizce teröre hizmet 
edebilmektedir. Örneğin; terör eylemlerinin yüzeysel hale getirilmesi, sürekli aynı iletilerin medyada tekrarlanması toplumu aşırı duyarsız hale getirmektedir. Korku ikliminin verdiği huzursuzluk, güvensizlik, üretilen kaos ve krizortamı toplumda huzur ve refahın yıkımı olarak nitelendirilirken; aşırı duyarsızlık ise toplumsal hafızanın şekillenmesinde, ulus bilincinin yitirilmesinde belirleyici olmaktadır. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***