8 Ekim 2020 Perşembe

Kardeşlikten Stratejik Ortaklığa Giden Yol Türkiye ve Azerbaycan. BÖLÜM 1

Kardeşlikten Stratejik Ortaklığa Giden Yol Türkiye ve Azerbaycan. BÖLÜM 1


Kardeşlikten, Stratejik Ortaklığa Giden Yol, Türkiye ve Azerbaycan,Prof. Dr. Kemal Özcan,Görkem Ozan Özalp,



Prof. Dr. Kemal Özcan

NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ

TÜRKÇE ÖĞRETİMİ, UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ (KONDİL) MÜDÜRÜ

Görkem Ozan Özalp

NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ DOKTORA ÖĞRENCİSİ


   TÜRKİYE, SON YILLARDA UYGULADIĞI ETKİN DIŞ POLİTİKA SAYESİNDE 228 TEMSİLCİLİKLE EN ÇOK TEMSİLCİLİĞİ OLAN ÜLKELER SIRALAMASINDA 7’ NCİ SIRAYA YÜKSELMİŞ BULUNMAKTADIR. 

BU TÜRKİYE AÇISINDAN ADETA KENDİ KABUĞUNU KIRMAK ANLAMINA GELMEKTEDİR.

     Türkiye, son yıllarda uyguladığı etkin dış politika sayesinde 228 temsilcilikle en çok temsilciliği olan ülkeler sıralamasında 7’nci sıraya yükselmiş bulunmaktadır. 

Bu Türkiye açısından adeta kendi kabuğunu kırmak anlamına gelmektedir. Stratejik ilişkilerimizde geliştirilen derinlikli dış politika sayesinde her geçen gün mevcut ilişkilerimize yeni boyutlar eklemekteyiz. Bu çerçevede Avrupa ve Transatlantik ilişkileri siyasi, ekonomik ve güvenlik yapılarıyla derinleşmektedir. ABD, AB ve NATO bağlamında etkin ilişkilerin yanında bölge ülkeleri ile reform niteliğinde ittifaklar dış politikanın önemlibirer aracı haline gelmektedir. Komşu ülkeler ve yakın havzalarla ilişkiler çerçevesinde önem verilen stratejik ilişkilerde yeni boyutlar, yeni kıta ölçekli açılımlar, uluslararası örgüt ve platformlarda etkin rol alma gibi açılımlar aktif dış politikanın unsurları olmaktadır.

     Karşılıklı ilişkilerde tehdit algılamalarından ziyade işbirliği imkânlarına odaklanmak, siyasi diyaloğu geliştirmek, serbest ticaret anlaşmaları, tercihli rejimler, teşvikler, gümrük düzenlemeleri ve vizelerin kaldırılması gibi araçları kullanarak ekonomik çıkar ortaklığı tesis etmek ve sosyokültürel etkileşimi artırma girişimleri, her geçen gün sağlanan gelişmeler olmaktadır.

     Bu çerçevede kurgulanan ve özgün bir model haline getirilen Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyleri (YDİK/YDSK) de ilişkilerimizde önem verdiğimiz bir araç haline gelmiştir. Yaklaşık 14 ülke ile tesis edilen ve 30 konsey toplantısından oluşan bu mekanizma sayesinde bir çok alanda yaklaşık 350 anlaşma  imzalanmıştır. 2002 yılından bu yana YDSK ile ulaşılan ticari genişleme 7 kat artarak 80 milyar dolara ve bu ülkelerin dış ticaretimizdeki payı da % 20’ye  ulaşmış durumdadır.

     Türkiye tarih, kültür, din ve sosyal alanlarda birçok ortak yönleri bulunan ve yıllardır bazı nedenlerden uzak kaldığı Avrasya coğrafyasına, 1991 yılından  itibaren dış politikasında önemli bir yer ayırmaya başlamıştır. Türkiye’nin bu ülkelere karşı genel politikasının temel unsurları daima söz konusu ülkelerin devlet yapılanmalarının güçlendirilmesine katkı sağlanması, bölgenin siyasi ve ekonomik istikrarının korunması ve bölgesel işbirliğinin teşviki şeklinde olmuştur. 

     Ayrıca Ekonomik ve Siyasi reformların desteklenmesi, bölge ülkelerinin dünya ile bütünleşebilmelerine yardımcı olunması, ikili ilişkilerimizin her alanda karşılıklı çıkarlar ve egemen eşitlik temelinde geliştirilmesi ve bölge ülkelerin mevcut enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara serbestçe ve farklı güzergâhlardan nakledilmesinin desteklenmesi gibi politikalar ilişkilerimizin vazgeçilmez unsurlarını oluşturmaktadır.

TÜRKIYE TARİH, KÜLTÜR, DİN VE SOSYAL ALANLARDA BİRÇOK ORTAK YÖNLERİ BULUNAN VE YILLARDIR BAZI NEDENLERDEN UZAK

KALDIĞI AVRASYA COĞRAFYASINA, 1991 YILINDAN İTİBAREN DIŞ POLİTİKASINDA ÖNEMLI BİR YER AYIRMAYA BAŞLAMIŞTIR.


Aynı soya mensup iki milletin farklı iki devletini belirtmek için söylenen ve adeta bayraklaşan “iki devlet bir millet” sözü etrafında birleştiğimiz kardeş Azerbaycan Devleti ile olan ilişkilerimiz de YDSK açısından yüksek bir öneme sahiptir ve yapılan her konsey toplantısı iki devletin de karşılıklı çıkarına ve menfaatine birçok fayda sağlamaktadır. 

Bu çerçevede iki ülkenin kapsamlı ilişkiler ve stratejik ortaklıkları ile bölgesel projelerin yanı sıra yakın ilişkileri YDSK içerisinde hızlı bir ivme göstermektedir.

Aslında Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın 2016 yılının Mart ayında Azerbaycan’a gerçekleştireceği ziyaret neticesinde yapılması planlanan 

“Türkiye-Azerbaycan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Beşinci Toplantısı”, ziyaretin hemen öncesinde Ankara’da meydana gelen menfur terör hadisesi nedeniyle gerçekleştirilememiştir. Ancak bu saldırı, iki devlet ve halk arasındaki kardeşliğin ve dayanışmanın en güzel örneklerinden birinin de gerçekleşmesine vesile olmuştur.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elim hadise nedeniyle seyahatini iptal etmesi üzerine, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, kardeşinin zor zamanında  yanında olmak, acısını paylaşmak, her ne şartta olursa olsun devamlılık arz etmesi gereken devlet işlerinin yürümesi için Azerbaycan’da yapılması planlanan YDSK toplantısını Ankara’da gerçekleştirmek için 15 Mart 2016 tarihinde Ankara’ya gelmiştir. Burada gerçekleştirilen YDSK toplantısı iki ülkenin stratejik ortaklığa ne kadar önem verdiğinin bir göstergesi olarak tüm engelleme girişimlerine karşın başarıyla sonuçlanmıştır. Birçok alanda ortak eş güdüm  içinde hareket etme amacı doğrultusunda yapılan YDSK, ülkelerin savunma ve güvenlik alanları açısından da özel bir öneme sahiptir. Tarihi, sosyal, kültürel ve birçok farklı alanda ortak köklere sahip devletlerin birbirleri arasında oluşan yakınlaşmaların en önemli göstergesi savunma ve güvenlik  ilgili anlaşmalar ve oluşturulan organizasyonlar dır. Söz konusu bu alanlar karşılıklı güveni, dostluğu ve aynı amaçlara sahip olmayı gerektirmektedir. 

    YDSK içerisinde askerî, savunma ve güvenlikle ilgili her geçen gün yeni anlaşmalar yapılmakta ve “Bir Millet, İki Devlet” anlayışı adeta “Tek Millet, Tek Devlet” anlayışı şekline dönüşmektedir. Bugün oluşan bu sağlam ilişkiler güvene ve dostluğa dayalı yaklaşmaların sonucu olmakta ve aynı tehdit algılamalarının güçlendirdiği bir ortamda devam etmektedir. Bu anlamda bu yazıda YDSK oluşumuna dek Azerbaycan ile savunma ve güvenlik alanında yapılan anlaşmalar ve süreç incelenecektir.


Stratejik İşbirliği Konseyi’ne Zemin Hazırlayan Savunma ve Güvenlik Alanındaki Anlaşmalar..,

 “Askerî Eğitim İşbirliği (ASEİŞ)” anlaşmaları olarak  bilinen ve askerî eğitim iş birliği faaliyetleri, müşterek tatbikatlar, askerî tarih ve müzecilik alanında eğitim ve iş birliği konularında esasların belirlenmesi için yapılan bu anlaşmalar ilk olarak 11 Ağustos 1992 tarihinde yapılmış ve 15 Nisan 1993 tarihinde de imzalanarak kanunlaşmıştır.

    Ayrıca 16 Ağustos 2010 tarihinde Bakü’de imzalanan “Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması” Askerî ve Siyasi Güvenlik, askerî iş birliği alanlarını kapsamakta, komşu ve kardeş devletler olarak birbirlerinin bağımsızlığının, egemenliğinin, toprak bütünlüğünün, sınırlarının dokunulmazlığının sağlanması ve korunmasında birbirleriyle sıkı işbirliğinin artırılmasını amaçlamaktadır. 1996 yılına gelindiğinde ise askerî ilişkilerin ana çerçevesinin belirlenmesi amacıyla “Askerî Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği (Çerçeve)” anlaşması imzalanmış ve stratejik açıdan önemli bir adım atılmıştır.

    İkili anlaşmalarda bir köşe taşı olan ve iki devlet arasında imzalanan diğer bir anlaşma ise “Güvenlik İş Birliği” anlaşmasıdır. Son yıllarda hızlı ve çok yönlü ilişkiler şeklinde bir yayılma gösteren terörizm, uyuşturucu madde kaçakçılığı ve örgütlü suçlar ile etkili mücadele etmek önemli bir sorun haline gelmektedir. Günümüzde artık devletlerin tek başlarına bu çok yönlü tehditler barındıran ve uluslararası bağlantıları bulunan örgütlerle  ve suçlarla mücadele etmesi neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Azerbaycan ile bu alanda 04 Ekim 1994 tarihinde Güvenlik İşbirliği anlaşması imzalanmış ve yukarıda sayılan tehditlere karşı sıkı bir işbirliğine gidilmiştir. 1 Haziran 2002 tarihinde bu anlaşmanın kapsamı genişlemiş Gürcistan  dahil edilerek üçlü bir anlaşma yapılmıştır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


6 Ekim 2020 Salı

1968 İSYAN, DEVRİM, ÖZGÜRLÜK - BİR MUHALEFET DALGASI OLARAK 68. BÖLÜM 4

 1968 İSYAN, DEVRİM, ÖZGÜRLÜK - BİR MUHALEFET DALGASI OLARAK 68. BÖLÜM 4


  Kerem Ünüvar,Ayşe Köse Badur, Zeynep Beşpınar , Çimen Günay-Erkol,Begüm Özden Fırat, Emre Can Dağlıoğlu, Bilge Seçkin Çetinkaya,Erden Akbulut - Erol Ülker,


68’deki protesto dalgasının farklı ülkelerdeki biçimlerini düşünürken, Kristin Ross’un Mayıs 68’e rengini veren unsurlardan biri olarak “uzmanlaşma eleştirisi”ni gördüğünü de tartışmamıza dâhil etmek gerekiyor. Ross’un ifadesiyle 68’liler için kol emeği ile kafa emeği arasındaki ayrımın üstesinden gelmek, toplumsal hiyerarşileri gerekçelendiren mesleki ve kültürel nitelendirmeleri reddetmek genel eşitlik hedefinin unsurları arasındaydı.34

34 Ross, a.g.e., s. 120; ayrıca bkz. Fırat Yücel, “‘Şimdi’nin İşgali”, Altyazı, No. 183, 2018, s. 34-40. 

 Avrupa’daki protesto dalgasında “uzmanlaşma eleştirisi”ni hapishane, okul, mahkeme, fabrika ve aile gibi baskıcı olarak görülen ve sorgulanan kurumların eleştirisi ile birlikte düşünmek gerekir. “Uzmanlaşma eleştirisi” beraberinde detaylara dair bir merak ve eleştirel ufkun şaşırtıcı genişliğini getirir. Öyle ki, 68 protesto dalgası içinde psikiyatri pratiklerine dair sorgulama ve akıl hastanesini toplumun bir mikro kozmosu olarak görme yaklaşımı da göze çarpar.35

35 Hannah Proctor, “Mad World: Radical Psychiatry and 1968”, Verso Blog, 19 Haziran 2018, 

https://www.versobooks.com/blogs/3888-mad-world-radical-psychiatry-and-1968#_ftn10 [erişim tarihi: 20 Aralık 2018].

Avrupa 68’inin ana protestocu kitlesi Vietnam Savaşı’nı fabrikalardaki sömürüyle kıyaslarken, kimi 68’liler “bizim Vietnam’ımız akıl hastaneleridir” derler.36

36 John Foot, “Closing the Asylums”, Jacobin, 5 Kasım 2018, 

https://jacobinmag.com/2018/05/asylum-franco-basaglia-psychiatry-mental-health [erişim tarihi: 17 Ocak 2019]. 

68’liler alternatif psikiyatri pratiklerini merak ederler, kapatma pratiklerinin olmadığı klinikleri ziyaret ederler. Kuzey İtalya’nın Gorizia kasabasındaki psikiyatri hastanesi bu tür ziyaretlerin önemli bir merkezidir.37

37 1968: Magnum throughout the World, Eric Hobsbawm ve Marc Weitzmann’ın metinleriyle, Paris: Éditions Hazan, 1998, s. 68-69. 

68’lilerin anti-psikiyatri perspektifine gösterdikleri ilgi tam da uzmanlaşmaya dair genel eleştirinin bir örneğidir. 

Türkiyeli 68’lilerin Zap Suyu’na inşa ettikleri köprüde de Ross’un sözünü ettiği kol emeği ile kafa emeği arasındaki ayrımına karşı çıkma tavrını görmek mümkündür. Harun Karadeniz ve Deniz Gezmiş’in öncülüğünde şekillenen fikrin çıkış noktası Boğaz Köprüsü projesinin sorgulanmasıdır. Boğaz Köprüsü’nün sorgulanması “uzmanlaşma eleştirisi”ne de yakın düşer. 68’liler kaynakların bölgeler arasında adil dağıtılmamasına ve İstanbul’un nüfusunu arttıracak adımlar atılmasına karşı çıkarlar. Hakkâri’deki Zap Suyu’ndan gelen fotoğraflar, yöre köylülerinin karşıya geçememekten ötürü doktora yetiştirememeleri ya da ilkel bir tel mekanizması ile karşıya geçmeye çalışmaları (ve bu şekilde düşüp hayatlarını kaybetmeleri) öğrencilerin kafasında köprü yapma fikrini geliştirmişti. Dahası öğrenciler bu vesileyle bölgeyi de tanımak istiyorlardı.38

38 “Devrimci Gençlik Köprüsü Yenileniyor”, Cumhuriyet, 5 Eylül 2009.

Hakkâri’ye giden öğrencilerin Zap Suyu’nda inşa ettikleri “Devrimci Gençlik Köprüsü” 1969’da tamamlandı. 

Türkiye 68’inde karşımıza çıkan “uzmanlaşma eleştirisi”, üniversite müfredatlarına dair bir sorgulamaya da uzanıyordu. Öğrenciler mevcut müfredatın tarif ettiği uzmanlaşma alanlarını yetersiz görüyorlar, düzeni sorgulamaya zemin sağlayacak derslerin müfredata eklenmesini istiyorlardı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde talep edilen yeni dersler gelir dağılımı adaletsizliği ve az gelişmiş ülkelerin ekonomisine ilişkindi. Robert Kolej İktisat Bölümü’nde ise talep edilen yeni ders “Türkiye Ekonomisi”ydi. 

Wallerstein’in beşinci tezi olan 68’in sanayi proletaryasının muhalif cenahtaki liderlik rolüne son verdiği tezini düşünürken hatırlanması gereken noktalardan biri de Mayıs 1968’in en önemli olaylarından birinin Fransa’daki genel grev olduğudur. 14-27 Mayıs arasındaki dünyanın en büyük genel grevinin kritik noktası işçilerin sendika liderleri ile hükümet arasındaki toplu sözleşmeyi reddetmiş olmalarıdır.39

39 Eric Hobsbawm, “Mayıs 1968”, Sıra Dışı İnsanlar: Direniş, İsyan ve Caz içinde, İstanbul: Yordam Kitap, 2010, s. 257-266.

 Hakan Koçak’ın makalesinde de karşımıza Türkiye’nin uzun 68 bağlamının içinde yer alan 15-16 Haziran 1970’e ilişkin bir değerlendirme ve öğrenci eylemliliğinin işçilerle kurmaya çalıştıkları dayanışma ağları çıkıyor. Bu bağlamda Wallerstein’in tezini de 68 isyanının öğrenci eylemliliği ile işçiler arasındaki ilişkiyi önemsediğini hatırda tutarak değerlendirmek gerekmekte. 

Sonuç olarak, “tek hareket mi?” “birden fazla hareket mi?” sorusuna verilecek mutlak bir yanıt formüle etmek kolay değildir. 68 kolektif eylemlerini anlamak için küresel ölçeği ve yerel farklılıkları aynı anda değerlendirmelere dâhil etmek gerekiyor. Kolektif eylemlerin çoğu unsuru bize küresel bir dalgadan söz etmeyi zorunlu kılacak kadar ortaklık ve bununla birlikte her ülkede “birden fazla hareket” olduğu sonucunu haklı çıkaran farklılıklar olduğunu göstermekte. Serimlediğimiz tartışmanın sonunda, 68 öğrenci hareketlerini farklı hareketlerden oluşan bir protesto dalgası olarak nitelemek mümkündür.40

Protesto dalgası zamanlama ve talepler bakımından yakın düşen “çekişme döngüleri”nin toplamıdır.41

40 Protesto dalgası kavramını Benjamin Tejerina ve meslektaşlarından ödünç alıyorum, bkz. Benjamin Tejerina vd., “From Indignation to Occupation: A New Wave of Global Mobilization”, Current Sociology, cilt 61, sayı 4, (2013), s. 377-392.

41 “Çekişme döngüsü” kavramınının tanımı için bkz. Tarrow, Power in Movement, s. 195-214. 

Tarrow modern dönemdeki ilk “çekişme döngüsü” olarak 1848 devrimlerini görür.

 Tarrow’a göre “çekişme döngüleri” parabol şeklinde bir hat takip eder. Buna göre ilk aşamada talepler grubun dar gündemi ile ilgilidir. Bu spesifik talepler üzerinden fırsatların tespit edilmesiyle kolektif eylemler yükselişe geçer. 

Yükseliş aşamasında eylemciler farklı grupları koalisyonlarla eylemlerine katarlar. Tarrow’un ifadesiyle eylem repertuvarında yaratıcılıkla (innovation) ve eylemlere doğrudan katılanların artmasıyla döngünün zirve noktasına ulaşılır. “Çekişme döngüleri”nin içinde protesto-reform döngüleri de gözlenir, yani kolektif eylem başladıktan sonra otoriteler bir dizi uzlaşmalar formüle ederler. Böylelikle kimi talepler karşılanır. Parabolün zirve noktasından sonraysa devletin baskısı, uzlaşmacı ve radikal taleplerin koalisyonunun aşınması ve eylemlere katılımın azalması nedeniyle “çekişme döngüsü”nü yaratan kolektif eylem gerilemeye başlar ve gücü kaybeder. 

Farklı ülkelere yayılmış “çekişme döngüleri”nin toplamından oluşan bir protesto dalgası olarak 68 hareketlerinin belirgin özelliği sol/sosyalist dünya görüşünün tüm hareketlerde başat olmasıdır. Bu sol dünya görüşü reform taleplerinden devrim tahayyülüne uzanan bir yelpazeyi kapsar. Dünya görüşü ortaklığının getirdiği toplumu ve uluslararası düzeni benzer şekilde yorumluyor olmak taleplerin ve protestoların ortaklığını da getirmiştir. Tarrow’un genel tespitine paralel şekilde, 68 protesto dalgasında da ilk önce öğrencilerin eğitimle ilgili talepleri dile getirilmiş, zamanla daha genel talepler eklenerek öne çıkarılarak devrim tahayyülü dillendirilir olmuştur. Farklı ülkelerdeki eylemciler hem kendi geçmiş deneyimlerden, hem de o anda başka ülkelerdeki eylemlerden öğrenerek 68 hareketlerinde eylem repertuvarlarını oluşturmuşlardır. Bu iki unsur, yani sol dünya görüşünün ortaklığı ve eylem repertuvarlarının örtüşmesi, farklı ülkelerdeki “çekişme döngülerini” bir protesto dalgasının içinde görmenin temel gerekçesidir. Her ülkede farklılaşan örgütsel yapılar ve farklılaşan fırsat ve tehdit değerlendirmeleri ise bize protesto dalgasının içinde yer alan hareketlerin tekil görülmemesi gerektiğini gösterir. 

Giriş yazısını bitirirken, muhalefet dalgasının siyaseten kaybettiği, bununla birlikte toplumsal açıdan kazandığı yorumunu hatırlamak gerek. Örneğin Slavoj Zizek 68’in kazanımlarını toplumsal ahlak kurallarının tözünün kapsamlı bir şekilde yenilenmesini, cinsel özgürleşme, yeni bireysel özgürlükler, kadınlar için daha güçlü toplumsal konumlar olarak sıralar.42

42 Slavoj Zizek, 1968, Çev. Sabri Gürses, İstanbul: Encore, 2008, s. 31.

Arrighi, Hopkins ve Wallerstein 1968’in öldüğünü, gömüldüğünü ve nostaljik birkaç kişinin düşünce ve eylemleriyle de diriltilemeyeceğini vurgularlar. Bununla birlikte, Arrighi ve meslektaşlarına göre, tabi grupların maddi refahı düzelmemiş olsa da, dünya toplumsal sistemindeki güç dengelerini tabi gruplar lehine değiştirme hedefi bağlamında 1968 hâlâ yaşamaktadır.43

43 Arrighi, Hopkins, Wallerstein, a.g.e., s. 103. 

 Artık hâkim statü gruplarının (yaşlı kuşaklar, erkekler, “çoğunluklar”) buyrukları, tabi konumdaki statü grupları (genç kuşaklar, kadınlar, “azınlıklar”) tarafından 1968 öncesine göre daha az itaat ile karşılanmaktadır. Buna paralel olarak devletlerin sivil toplumlarını denetleme yetenekleri de azalmaktadır.44

44 Arrighi, Hopkins, Wallerstein, a.g.e., s. 109.

Bu derleme kitapta okurlar 68’de öğrenci eylemlerinin içinde yer alanların, başka bir ifadeyle ‘68’in aktivistlerinin seslerini, görüşleri ve değerlendirmelerini de bulacaklar. Fatmagül Berktay, Masis Kürkçügil ve Nadire Mater’in katıldıkları yuvarlak masa toplantısı metninin yanı sıra, hemen her makalede 68’lilerin bakış açıları karşımıza çıkmakta. Makalelerin önemli bir bölümü 68’lilere göre daha genç, politik ve eleştirel dertlerine ilaveten, ele aldıkları konuya analitik mesafeden bakan yazar ve akademisyenler tarafından kaleme alındı. Sosyal bilimler literatürünün kavramsal araçlarını, sözlü tarih yöntemini, emek tarihi perspektifini, toplumsal cinsiyet vurgusunu, dönemin sol içindeki politik  tartışmalarını ve ilaveten kuramsal tartışmaları, eylemcilerin resmi mecralarda nasıl görüldüğünü, dönemin örgütlerinin dönüşümünü ve 68’in edebiyata yansımalarını tartışan makalelerden oluşan bir derleme var karşınızda. 

Bu yazıların kuru bir akademik bakışla yazılmadıkları izahtan varestedir. Makalelerin hemen hepsi değerlendirmelerini dönemin isyankâr tavrını önemseyen bir bakışla sunuyorlar. Bununla birlikte, bu çalışmaların kısır bir güzelleme olmadıklarını da söylemek gerek. Hem yuvarlak masada mikrofonu uzattığımız 68’li yazarlar, hem de bu kitaba katkıda bulunan yazarlar sıkça görülen nostaljik 68 güzellemelerinin dışına çıkmaktalar. Böylelikle, derlemenin genelinde 68’in mirasının metalaştıramayan, onu yeniden üretmeyen (ki 68’in imge ve mirasının metalaşması, gençlik isyanının kapitalist tüketim kültürünü de hedef aldığı hatırlandığında oldukça acı bir durumdur) ya da bu günden çok geçmişin hüzünlü kayıplarına takılıp kalmak anlamında “sol melankoli”ye eklemlenmeyen bir resim karşımıza çıkıyor. 

Derlemede bir araya gelen çalışmalara göz atacak olursak, birinci metin yuvarlak masa etrafında buluşan üç 68’li yazarın değerlendirmelerinden oluşuyor. Fatmagül Berktay, Masis Kürkçügil ve Nadire Mater sadece dönemin öğrenci muhalefeti içinde yer almış isimler olarak değil; aynı zamanda o dönemden itibaren farklı mecralarda düşünce üretmeye devam etmiş kişiler olarak uzun yıllara yayılan 68 muhasebelerini bizlerle paylaşıyorlar. Ayşen Uysal “Mayıs 68 ve Toplumsal Hareketlerin Uluslararası Dolaşımı” başlıklı makalesinde, 68’in bir toplumsal hareket olup olmadığı sorusundan yola çıkıyor ve tam da toplumsal hareketlerin uluslararası dolaşımı üzerine düşünerek, yani düşünce ve pratiklerin transferi ve üretildikleri alanların farklı olduklarını belirterek 68 hareketinden değil, 68 hareketlerinden söz etmek gerektiğini vurguluyor.

Ayşen Uysal’ın karşılaştırmalı genel değerlendirmesinden sonra sıra Türkiye dışında 68’in nasıl deneyimlendiğine odaklanan makalelere geliyor. Axel Çorlu “ABD Bağlamında 1968: Genel Temalar, Toplumsal Dinamikler ve Temel Sorular” başlıklı makalesinde, ABD’yi 68’in deneyimlendiği ülkelerden biri olarak görme tavrına karşı çıkıyor ve ABD’de yaşanan 1968’i dünyanın çoğu yerindeki olayları belirleyici nitelikte, merkezi rolde ele almayı öneriyor. Fethiye Beşir ise “Kadın Kurtuluş Hareketi’nin 68’i” başlıklı makalesinde, ağırlıklı olarak Kuzey Amerika ve İngiltere bağlamında ikinci dalga feminizmin ortaya çıkışına odaklanıyor. Tanıl Bora’nın “Rudi Dutschke ve Batı Almanya’da 68” başlıklı makalesi ile Avrupa bağlamına geçiyoruz. Bora makalesinde Kızıl Rudi’nin “Batı’nın kapitalistlerine ve Doğu’nun Stalinistleri’ne karşı” tavrı ve özgürleşme arayışına dair derinlikli bir çerçeve sunuyor. Bora ayrıca 2002’de ortaya çıkan notları üzerinden Dutschke’nin  silahlı mücadele fikrini 68 öğrenci hareketinin iç mahfillerinde ilk dile getiren olduğunu belirtiyor. Bora’nın makalesinde karşımıza çıkan “Yeşiller: 68’in yeniden doğuşu mu?” sorusunu Alper Akyüz “1968’in Ürünü Olarak Çevreci, Ekolojist ve Yeşil Hareketler” başlıklı makalesinde takip ediyor ve 68 eylemcilerinin Alman Yeşilleri’ne dönüşümünü inceliyor. 

Ateş Uslu “Orta ve Doğu Avrupa’da 1968: 

Marksizmin Rönesansını ve Sosyalist Demokrasiyi Tartışmak” başlıklı makalesinde siyasal rejim olarak reel sosyalizmin içinde yer alan ülkelerde 68 rüzgârının sadece Prag Baharı’na (ve bu özgün arayışa yönelik Varşova Paktı müdahalesine) odaklanarak anlaşılamayacağını, bütünlüklü bir resim için farklı ülkelerdeki tek boyutlu olmaktan uzak olan Marksizm tartışmalarını önemsemek gerektiğini vurguluyor. 

Bülent Somay’ın “‘Burada Bir Şeyler Dönüyor’: Devrim Olarak Müzik” başlıklı makalesi, Bakhtin’in kavramını takiben 1968’i bir karnaval olarak ele alıyor ve bu karnavalın müzik katmanına dair bir ufuk turu sunarken okuyucuya Bob Dylan’dan Neil Young’a, Paul Simon’dan Leonard Cohen’e uzanan bir döküm sunuyor. Ayrıca yazının sonunda Somay’ın değindiği 11 şarkının kayıtlarına erişim sağlayan QR kodlarla okuma ve müziği dinleme deneyimlerini birleştirmek de mümkün. “1968 ve Radikal Sinema: Avrupamerkezci Bir Bakışın Ötesine Geçmek” başlıklı makalesinde Esin Paça Cengiz önce 68 rüzgârının Cannes Film Festivali’ndeki yankısını ele alıyor ve sonrasında 68 ile “militan sinema” ilişkisine odaklanıyor. Paça Cengiz’in makalesi aynı zamanda 68’in Latin Amerika, Asya, Ortadoğu ve Afrika sinemalarındaki izlerini de sürüyor ve farklı coğrafyalardaki sinemaların, Avrupa ve Amerika’da çekilen ve toplumsal mücadelenin parçası olmak amacıyla üretilen filmlere olan etkilerini tartışıyor.

68 muhalefet dalgasının Türkiye dışındaki tezahürlerine dair çalışmalardan sonra sıra derlemenin Türkiye odaklı makalelerine geliyor. 

Bu bölümü Demet Lüküslü’nün “Gençlik Mitinin Lütuf ve Lanetinin Gölgesinde: Türkiye’nin 68 Kuşağı” başlıklı makalesi ile açıyoruz. 

Lüküslü makalesinde sosyoloji literatüründeki kuşak kuramını kullanıyor ve kuşağın kendi içinde homojen olmadığından hareket ederek Türkiye’nin 68’ini belirli bir kuşak kümesi olarak düşünmeyi öneriyor. Zafer Toprak’ın “1968-1969 İstanbul Üniversitesi Boykot ve İşgalleri” başlıklı makalesi, İstanbul Üniversitesi özelinde 68 eylemcilerinin boykotlar bağlamında Üniversite yönetimi ile müzakerelerini ele alıyor ve dönemin üniversite senatosunda dağıtılmış evraklardan da yararlanarak sürece ilişkin önemli detaylar sunuyor. Cemil Boyraz’ın “Türkiye’de 1968 ve Eğitime Dair Talepler” başlıklı makalesi ise 68 sürecini sağ-sol çatışması olarak görme tavrına karşı çıkıyor ve 68’lilerin eğitime ilişkin taleplerinin bir dökümünü sunuyor. Özgür Ulus Mutlu’nun “Hippiler, Delikanlılar, Devrimciler: Türkiye Basınında 68” başlıklı makalesi Milliyet, Cumhuriyet, Tercüman ve Bugün gazeteleri üzerinden 68 öğrenci eylem ve taleplerinin farklı perspektiflerdeki gazetelerde nasıl yankı bulduğunu ele alıyor. Ulus Mutlu’nun makalesi döneme dair detayları serimlemekle kalmıyor, sağ eğilimli gazetelerin sürecin başında öğrencilerin taleplerine kısmen meşruluk atfettiğini de vurguluyor. Kerem Ünüvar’ın “FKF’den Dev-Genç’e: Türkiye’de 1968 Öğrenci Hareketleri ve Sol” makalesi oldukça karmaşık bir süreci analiz ediyor. Ünüvar’ın makalesi bir yandan 68’in taleplerinin eğitimle sınırlı olmadığını göstermesi bakımından, diğer yandan ‘68’in eski soldan kopuşu ve yeni arayışlarını belirli bir çerçeveye oturtması bakımından önemli bir çalışma. Hakan Koçak’ın “ 68’de Öğrenci-İşçi Dayanışması: İşçi-Gençlik Elele! ” başlıklı makalesi ise öğrencilerin devrimci perspektifle işçilerle dayanışma pratikleri geliştirmelerine odaklanıyor. Koçak’ın makalesi 15-16 Haziran eylemlerine devrimci gençlerin katılımı gibi önemli detaylar sunuyor. Deniz Cenk Demir’in “ 68 Rüzgârında Türkiyeli Kürtler ” başlıklı çalışmasıysa 1959’dan 1974’e uzanan bir dönemde Kürtlerin siyasallaşmalarına odaklanarak, Türkiyeli Kürtlerin ‘68’deki müdahilliklerini inceliyor. 

Ayşe Köse Badur’un “Türkiye 68’inde Kadınlar” başlıklı makalesi bizi ‘68 eylemlerinde kadınların rollerini yeniden düşünmeye davet ederken, aynı zamanda kadın eylemcilerin nasıl bir aile ortamı, nasıl bir orta öğretim ve nasıl bir fikirsel yolculuktan gelerek ‘68’in üniversite kampüslerinde buluştuklarına ilişkin bir çerçeve sunuyor. Zeynep Beşpınar da “68’li Kadınlar ve Ataerkiyle Pazarlık Deneyimleri” başlıklı makalesinde 68’li kadın eylemcilerle yaptığı sözlü tarih görüşmelerinin sonuçlarını aktarıyor ve bu kadınların erkek egemen toplumun  kodlarıyla mücadelelerini tartışıyor. Çimen Günay-Erkol’un makalesiyle odağımız 68’in edebiyattaki yansımalarına kayıyor. Günay-Erkol “Yarın Yarın: 1968’in Romanında Kadın Olmak” başlıklı makalede Pınar Kür’ün 1976’da yayımlanan Yarın Yarın’ını inceleyerek, 68 bağlamında kadın cinselliğinin bir kadın yazar tarafından nasıl temsil edildiğini inceliyor.

Begüm Özden Fırat, “Köylüler, Devrimciler, Toprak, İşgal: Bitmeyen ‘68’” başlıklı makalesinde farklı illerdeki toprak işgallerini ve özel olarak da İzmir’in Torbalı ilçesine bağlı bir Alevi köyü olan Göllüce’deki toprak işgalini, devrimci öğrencilerin köylüler ile kurdukları ortaklaşmaya odaklanarak ele almakta. Fırat’ın makalesi sadece öğrencilerin eylem repertuvarındaki çeşitliliği göstermesi bakımından değil, aynı zamanda 68 eylemlerinin günümüze uzanan iz ve etkilerine dair bir bilanço çıkardığı ölçüde de önemli bir katkı. “Türkiye 68’inin Best-Sellerı: Türkiye’nin Düzeni” başlıklı makalesinde ise Emre Can Dağlıoğlu, Doğan Avcıoğlu’nun çok satan kitabına odaklanarak, 68 eylemcilerinin beslendikleri kaynaklara dair bir değerlendirme sunuyor. Dağlıoğlu’nun makalesi o dönemde belirgin olan Osmanlı ve Cumhuriyet tarihini okuma biçimleri hakkında bir bakış sunmakta.

Bilge Seçkin Çetinkaya’nın “Devrim için Hareket, Hareket için Tiyatro: 1968’de Sokaklar, İşçiler ve Gençler” başlıklı makalesi 68’in isyan ve devrim ruhunun tiyatro mecrasındaki yansımalarının peşine düşüyor. Erden Akbulut ve Erol Ülker “Türkiye 68’ini Kaynaklar Bağlamında İncelemek: TÜSTAV Arşivlerinde 1960’lı Yıllar ve 12 Mart Dönemi” başlıklı makalelerinde hem TÜSTAV arşivinin 68 bağlamında sunduğu malzemeyi tanıtıyorlar, hem de 68 hareketi analiz edilirken hangi kaynaklardan yararlanılabileceği konusunda genel bir bakış sunuyorlar. 

Michel Foucault bir söyleşisinde “Mayıs 1968 olmasaydı bugün yaptıklarım mümkün olmazdı, hapishane, cinsellik vb. üzerine yaptığım araştırmaların sözü bile edilemezdi”45   demekte. 

Bu bize 68’in kapsamlı etkisi hakkında bir fikir veriyor. 68 isyanının etkileri 50 yıldır sosyal bilimler ve eleştirel düşünce mecralarında görünür durumda. 

Eğer 1968 “küresel kapitalist uygarlığı radikal bir şekilde sorgulama”ya yönelik bir isyan, bir devrim ve özgürlük tahayyülü ise; bu tahayyülün son 50 yılda yeni toplumsal hareketler, feminizm, yeşil hareket ve kamusal alanı yeniden siyasallaştırmaya dair taleplere ilham verdiğini, dahası yolu onlara açtığını söylemek gerek.

45 Michel Foucault ile söyleşi, “Mayıs ’68 Boyunca ‘Sözcükler’ ile ‘Şeyler’ Arasında”, Cogito, Mayıs ’68, No. 14, 1998, s. 126-130.

***

1968 İSYAN, DEVRİM, ÖZGÜRLÜK - BİR MUHALEFET DALGASI OLARAK 68. BÖLÜM 3

1968 İSYAN, DEVRİM, ÖZGÜRLÜK - BİR MUHALEFET DALGASI OLARAK 68. BÖLÜM 3



2018’in sonunda yayımlanan ve Türkiye’de 68 eylemcilerinin yararlandıkları fırsat ve destekler ile karşılarına çıkan tehditleri titizlikle inceleyen Jakobenlerden Devrimcilere: Türkiye’de Öğrenci Hareketlerinin Dinamikleri (1960-1971) başlıklı kitabında Emin Alper, uluslararası protesto dalgasının sokağa çıkanlar için belirgin bir özendirme etkisi olduğunu belirtiyor. Alper’in ifadesiyle, 68 konjonktüründe Vietnam, “Türkiye öğrencileri arasında da anti-emperyalist milli mücadelenin sembollerinden biri haline” gelmişti. Alper, Türkiye’de anti-emperyalist heyecanın yükselmesinde üçüncü dünyacılık gibi fikirlerin etkisi olduğunu ama bunlardan çok ABD’nin Johnson mektubu ile Türkiye’ye ihanet etmiş olduğu yönündeki yaygın hissin etkisini görmek gerektiğini belirtiyor. Alper’e göre, solcular anti-emperyalist fikirleri Kıbrıs krizi ve Johnson mektubuna başvurarak özgürce ve meşru bir şekilde yayma fırsatı bulmaktaydılar.21

21 Emin Alper, Jakobenlerden Devrimcilere: Türkiye’de Öğrenci Hareketlerinin Dinamikleri (1960-1971), Çev. Eylem Yenisoy, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2018, s. 37. 

 “Tek Hareket mi?”, “birden fazla hareket mi?” sorusu çerçevesinde McAdam ve meslektaşlarının sunduğu modeli ile Wallerstein’in 1968 üzerine tezlerini çapraz okumaya devam edersek, Wallerstein’in üçüncü tezi olan 68’in eski soldan kopuş olduğu tespitini de hatırlamak gerekmekte. Bu Türkiye 68’i için de geçerlidir. Türkiye’deki öğrencilerin de sosyalizm perspektifleri Sovyetler Birliği hattından uzakta şekillenmiştir. Bunda McAdam, Tarrow ve Tilly’nin “harekete geçiren yapılar” dedikleri mecraların rolünü teslim etmek gerekir. Aralık 1965’te TİP Gençlik Kolları üyelerince kurulan Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), iletişim, koordinasyon ve bağlılığı arttıran bir “harekete geçiren yapı”dır. Kerem Ünüvar’ın bu kitapta yer alan çalışmasında vurguladığı üzere, “FKF, kendi lokallerini kurabilen, sosyal aktiviteleri pekiştiren, üniversite yaşamına ve idari yönetimin tasarruflarına müdahale yollarını oluşturan, TİP’in politikaları çerçevesinde işçi ve  köylülerin mücadelelerine destek veren bir gençlik örgütlenmesi”dir. 

Tam da “harekete geçiren bir yapı” olarak FKF bize, Türkiye 68’inin TİP’i yaratan sosyalist rüzgârın dışında düşünülemeyeceğini hatırlatır. 

Bu bağlantı ile “harekete geçiren yapı” (FKF) ile “çerçeve belirleme süreçleri” arasındaki ilişkiyi de hatırlayabiliriz. TİP ve liderleri ortak yorum belirlenmesinde önemli rol üstlenmişler, özellikle Mehmet Ali Aybar’ın yüksek sesle yaptığı Sovyetler Birliği eleştirisi, Wallerstein’in tezinde söylediği üzere, yeni kitleselleşen dalganın eski sol ile mesafeli şekilde oluşmasına yol açmıştır. Aybar açıkça Leninist parti modelini eleştirmekle kalmamış, Ağustos 1968’de Varşova Paktı Çekoslovakya’yı işgal edince bu müdahaleciliğe de sert şekilde karşı çıkmıştı.22

     22 Kimi zaman gözden kaçan bir detayı hatırlamak TİP’in “çerçeve belirleme süreci” olarak gücünü anlamak adına önemlidir: 

Aybar’ın itirazlarıyla birlikte, Parti’nin diğer önemli adı Behice Boran da (sonradan konumunu gözden geçirse de) ilk aşamada Prag’a Sovyet işgaline karşı çıkar. Boran Boran 27 Ağustos 1968 tarihli Milliyet’te şunları yazmıştı: “Sovyetler Birliği’nin Varşova Paktı’nın diğer dört üyesi ile birlikte Çekoslovakya’ya yaptığı askerî müdahalenin hiçbir yönden haklı, hatta gerçekçi politika bakımından geçerli görülebilecek yanı yoktur. […] Sovyetler Birliği’nde işçi sınıfı diktatörlüğü partinin, hatta parti içinde belirli bir kadronun gitgide tek bir kişinin müstebit, keyfî idaresi şeklini almıştır.” Bkz. Uğur Mumcu, Aybar ile Söyleşi: Sosyalizm ve Bağımsızlık, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1993, s. 54.

    Türkiye 68’inde gözlenen eski soldan kopuşun süreç içinde yerini daha muğlak bir resme bıraktığını, Sovyet modelinden ilham almış olan Mihri Belli’nin öğrenci hareketi üzerinde etki sahasını genişlettiğini de hatırlamak gerekiyor.23

23 Bu noktaya dikkatimi çeken Emin Alper’e teşekkür ederim. 


Ant dergisinin İnci Tuğsavul Özgüden tarafından tasarlanmış olan, 26 Kasım 1968 tarihli kapağı. Özetle, protesto dalgasını “harekete geçiren yapılar” neydi sorusu üzerinden okumak, “tek hareket mi?”, “birden fazla hareket mi?” sorusunda ibreyi farklılıklara doğru çevirir. Fakat tam da bu noktada “harekete geçiren yapılar”ın sabit olmadığını da hatırlamak gerek. Ünüvar’ın yazısı bize FKF’de başlayan sürecin nasıl evrildiğini ve zamanla öğrencilerin “harekete geçiren yapı”yı dönüştürerek nasıl Dev-Genç’i kurduklarını anlatıyor. Benzer şekilde Deniz Cenk Demir’in kapsamlı makalesi Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nda (DDKO) bulunmuş TİP üyesi Kürt gençlerin Ekim 1970’de toplanan 4. Kongre’de harekete geçtiklerini, kimi Doğulu delegeleri de yanlarına alarak kongrenin havasını etkilediklerini ve böylelikle (1971’de Anayasa Mahkemesi’nin partiyi kapatmaktaki ana gerekçesini oluşturacak olan) TİP’e Kürt sorunu ile ilgili tarihi bir karar aldırıldıklarını aktarıyor. 

Başka bir ifadeyle, “harekete geçiren bir yapı” olarak TİP de değişmez değildir ve aktivistlerin fikirleriyle etkileşim halindedir. 

“Tek hareket mi?”, “birden fazla hareket mi?” sorusu üzerine düşünürken “çerçeve belirleme süreçleri” üzerine de düşünmek gerekiyor. 

Bu kitapta bir araya gelen makaleler farklı ülkelerdeki 68 dalgalarına dair farklı ilham kaynakları hakkında geniş bir ufuk turu sunmakta. Bülent Somay devrim tahayyüllerinin izini Anglosakson ülkelerin müzik mecralarında sürdüğü yazısında 1960’ları çevreleyen tüm temaların, yani gençlik başkaldırısı, cinsel özgürlük / devrim talebi, keyif verici maddelere heves, yersiz-yurtsuzluk, ulus/vatan fikrine isyan, tembellik hakkı talebi, Şark mistisizmine yoğun bir merak ve “Amerikan Hayat Tarzı”nın kuru gerçekçiliğine fantazi/bilim kurgu üzerinden karşı çıkışın 1950’lerin hazırladığı düşünsel zeminde belirdiğini söylüyor. Somay’a göre, “Beat” kuşağı edebiyatçılar, yaşam tarzı açısından Amerikan kurulu düzeninden ayrılmaları ve “ Amerikan Rüyası” na dair alaycı reddiyeleri ya da İngiliz romancı Tolkien’in 1954’te yayımlanan romanı Yüzüklerin Efendisi’nin 1960’larda politikleşen şarkı sözleriyle olan ilişkisini görmek mümkündür. Axel Çorlu, Fethiye Beşir ve Alper Akyüz’ün makaleleri ırkçılık karşıtlığından feminizme ve ekolojist kaygılara uzanan bir yelpazede farklı ülkelerdeki 68 protestocularının ilham kaynaklarını serimliyor. Rudi Dutschke yazısında Tanıl Bora “Kızıl Rudi”nin nasıl Camus, Sartre gibi varoluşu felsefecileri ikinci plana itip Marksizm’le uğraşmaya başladığını ve Rosa Luxemburg’u keşfettiğine değiniyor. Luxemburg’un Sovyet modeline olan eleştirel mesafesi Dutschke için de önemli olacak ve Dutschke 1917 Rusya’sındaki sosyalizm modelinin örnek alınamayacağını vurgulayacaktır. 

Bu ilham kaynaklarının yanı sıra Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki 68’lilerin “çerçeve belirleme süreçleri”ne daha doğrudan etki etmiş, ortak tanım, yorum, itirazların şekillenmesine katkıda bulunmuş isimler de vardır. Bu bağlamda ilk olarak Herbert Marcuse’yi anmak gerekir. Batı Almanya’da öğrenciler Frankfurt Okulu kuramcılarına heyecanla yönelirlerken, Adorno bu heyecana karşılık vermemiş, Habermas ise öğrencilerin hedeflerini desteklemesine karşın, yöntemlerine şerh düşmüş, bu şerhini “solcu kargaşalar, çocuksuluk, devrimcilik oynamak” gibi sert ifadelerle dile getirmişti.24

24 Matthew G. Specter, Habermas: Entelektüel Bir Biyografi, Çev. İsmail Ilgar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2012, s. 135-136. Habermas’ın öğrenci protestolarına ilişkin değerlendirmeleri için ayrıca bkz. Jürgen Habermas, “İdeoloji” Olarak Teknik ve Bilim, Çev. Mustafa Tüzel, İstanbul: YKY, 1997, s. 66-68.

Frankfurt Okulu’nun Batı Almanya’daki mensuplarının bu tavrına karşın, o dönemde ABD’de yaşayan Marcuse hem harekete destek veriyor, hem de yazdıklarının protestocular tarafından okunmasını önemsiyordu. Sozialistische Deutsche Studenten’un (Almanya Sosyalist Öğrenciler 

Birliği, SDS) davetiyle Temmuz 1967 Batı Almanya’ya gelen Marcuse, Batı Berlin’de “Ütopyanın Sonu” ve “Radikal Muhalefette Şiddet Meselesi” başlıklı konferanslar verir.25

25 Herbert Marcuse, Five Lectures: Psychoanalysis, Politics, and Utopia, Londra: Penguin, 1970. 

 Marcuse konferanslarında yeni bir sosyalizm tanımının gerekli olduğundan söz eder, özgür bir toplumun fiiliyata geçirilmesi için gereken tüm materyal ve entelektüel güçlerin hazır olduğunu, bu nedenle radikal dönüşümün bir ütopya olmadığını vurgulayarak mücadele çağrısı yapar. Marcuse’nin ifadesiyle mücadele hem bilincin özgürleşmesini, hem de mevcut toplumun iktidar yapısında yarıklar oluşturmayı hedeflemelidir.

Siyahilerin ezilmişliğinden, Fransa’nın Cezayir’de yaptığı katliamlardan, feminizmden ve Vietnam Savaşı’ndan söz eden Marcuse, öğrenci hareketini  küresel dönüşüm gücü olarak görse de, öğrencilerin doğrudan devrimci bir güç olmadığını da söyler. Marcuse konferanslarında şiddet konusuna da değinir ve kimi durumda şiddet kullanımının kaçınılmazlığından söz eder. Marcuse için temel ayrım, sistemin ayrılmaz parçası olan yapısal şiddet ile bunu bitirmeye yönelik şiddet arasında, yani gerici ve devrimci şiddet arasında, ya da başka bir deyişle baskıcıların ve baskıya maruz kalmışların şiddeti arasındadır. 

Marcuse’nin ifadesiyle çatışmayı kendinden menkul bir amaç haline getirmek hem gereksiz hem de sorumsuz bir tavır anlamına gelmekteydi. 

Fakat kurumsallaşmış şiddet ile çatışmaya girmenin kaçınılmaz bir yönü de vardır.

ABD’de ve Avrupa’da Marcuse önemli bir figür olarak “çerçeve belirleme süreçleri”nin içinde yer alırken Türkiye’de durum neydi? O dönemde May Yayınları peş peşe üç Marcuse kitabının çevirisini yayımladı: Aşk ve Uygarlık (1968), Tek Boyutlu İnsan (1968) ve Sovyet Marksizmi (1969). Bu üç kitabın Türkçeye çevrilmesi elbette önemlidir ve Marcuse’nin Türkiyeli kimi 68 aktivistlerinin zihninde yeri olduğuna işaret eder. Ayşen Uysal bu kitapta yer alan makalesinde belirttiği üzere, çeviriler düşünce ve pratiklerin transferinde önemli olsa, bu çeviriler üzerinden Türkiyeli öğrenciler için Marcuse’nin belirleyici bir ilham kaynağı olduğunu söylemek mümkün değildir. Türkiye’deki protesto dalgasının üzerine inşa edildiği “çerçeve belirleme süreçleri”ne bakarken esas olarak yerel kaynakların belirleyici rolünü tespit etmek gerekiyor. Bu bağlamda öncelikle, 1961’de çıkmaya başlayan ve Haziran 1967’e kadar devam eden Yön dergisinin ve Doğan Avcıoğlu’nun etkisini vurgulamak şarttır. Altı yıl boyunca haftalık olarak yayımlanan Yön’ün temel etkisi, Marksizm ve sosyalizm kelimelerini tabu kelimeler olmaktan çıkarıp onlara görünürlük kazandırmak olmuştur. 

Yön ve Avcıoğlu, sosyalizmi sık sık kalkınmacılıkla bir tutar ve halkçı bir kalkınma doktrini olarak konumlandırır. Sosyalizm sayesinde Türkiye’nin hızlı kalkınması mümkün olabilecektir.26

26 Ömer Turan, “Doğan Avcıoğlu”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce, Cilt 9: Dönemler ve Zihniyetler, Ömer Laçiner (der.), İstanbul: İletişim Yayınları, 2009, s. 159-179.

 Avcıoğlu’nun başyazıları ile Yön’ün teşvik ettiği, Atatürk gençliğinin “milli uyanışı”dır. Bu milli uyanış ile gençlik “yabancı petrole, Coca-Cola’ya, Sana ve Vita’ya” ve yabancı biralara hayır diyecektir; çünkü bütün bunlar devletleri, tüccarları, profesörleri içine alan dev bir menfaat şebekesiyle ilişkilidir.27

27 Doğan Avcıoğlu, “Gençliğe Çağrı”, Yön, No. 91, 25 Aralık 1964, s. 3.

 Yön sıklıkla okurlarına üçüncü dünyacılık perspektifi ile Batı dışı coğrafyalardan haberler aktarır. Okurlar dergide Jean-Paul Sartre’ın “Emperyalizmle Nasıl Savaşılır?” sorusuna verdiği yanıtı bulurlar. 

Yön’ün kırdığı tabuları düşünürken, derginin “Kürt Meselesi”ni kapağına taşıdığını da hatırlamak gerek. Avcıoğlu 1966’da kaleme aldığı bir yazıda, sosyalistler de dâhil olmak üzere kimsenin Kürt meselesi tabusunu tartışmaya cesaret edemediğini, oysa bir etnik grubun sahip olduğu kültür değerlerinin eritilmesinin sosyalizmin temel felsefesine aykırı olduğunu söylüyordu. Avcıoğlu’na göre sosyalistler için bu önemli mesele hakkında düşünme zamanı gelmişti.28

28 Doğan Avcıoğlu, “Kürt Meselesi”, Yön, No. 194, 16 Aralık 1966, s. 3.

Yön kapandıktan sonra Avcıoğlu Türkiye’nin Düzeni’ni 1968’de yayımlar. Bu kitap sadece Kemalizm, sosyalizm ve kalkınmacılığın bir sentezini sunmuyor, aynı zamanda sonraki dönemlerde az rastlanır bir düzeyde tarihsel perspektifi dolaşıma sokuyordu. Emre Can Dağlıoğlu bu derleme kitap için kaleme aldığı makalesinde Türkiye’nin Düzeni’nin çerçevesi ve etkisini detaylarıyla ele alıyor. Avcıoğlu ve Yön’ün etkisini hesaba katarken, bu mecrada demokrasi şüpheciliğinin de yaygınlaştırıldığını eklemek gerek. Dağlıoğlu’nun da belirttiği üzere tutucu güçler koalisyonunun kitle üzerindeki etkisinin aşılamayacağını savunan Avcıoğlu, sandığın beklenen sonucu vermeyeceğini öne sürer. TİP’in parlamento odaklı mücadelesinin isabetsiz olduğunu savunan Avcıoğlu’na göre sosyalizm milliyetçi devrimciler olarak nitelediği askerlerin ve aydınların iktidarı ele geçirmesi ile kurulacaktır. Bu demokrasi şüpheciliğinin 68’liler üzerinde etkisi olduğunu söylemek gerek. 

Türkiye 68’ine dair “çerçeve belirleme süreçleri”ni düşünürken, her ne kadar çok belirgin bir Avcıoğlu hattı olsa da, süreç boyunca çıkan başka kitapların da 68’lilere farklı ufuklar açtığını söylemek mümkündür. Kemal Tahir’in 1967’de çıkan Devlet Ana romanı Osmanlı’yı “kerim devlet” olarak, yani Batı’daki “ceberut devlet”e benzemeyen, koruyuculuğu temelinde meşru olan bir devlet şeklinde okumayı önerir. 

Yine 1967’de yayımlanan Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu’ndaysa Sencer Divitçioğlu, Marksizm’in ATÜT kavramsallaştırmasını takip ederek, Osmanlı devletini despotik bir yapı olarak değerlendirir. 

1968’te Ahmed Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim kitabının ilk baskısı yapılır; kitapta “Pasaporta ısınmamış içimiz / Budur katlimize sebep suçumuz” dizeleriyle 1943’te General Mustafa Muğlalı’nın emriyle yapılan 33 Kurşun katliamı lanetlenir. 1969’da çıkan Düzenin Yabancılaşması: Batılaşma kitabında ise İdris Küçükömer hem kapsamlı bir Batılılaşma, hem de CHP ve tek-parti dönemi eleştirisi sunar. 

Özellikle Küçükömer’in tezlerinin 68’liler tarafından ilgiyle karşılandığını söylemek gerek.29

29 68’lilerin yazdıklarından aktivist öğrenciler ile İdris Küçükömer’in kişisel ilişkilerinin de iyi olduğunu anlıyoruz; örneğin, Osman S. Arolat, Bir Gençlik Liderinin Anıları: 1959-1974, İstanbul: Türkiye İş Bankası, 2018, s. 166-167.

O dönemde yayımlanmış bu kitapları hızlıca hatırlamak, Türkiyeli 68’lilerin “çerçeve belirleme süreçleri”nde Avcıoğlu tarzı sol-Kemalizm’in etkisiyle birlikte, öğrencilerin tahayyüllerinin Kemalizm’le sınırlı olmadığını göstermesi bakımından önemlidir. 

Çapraz okumaya Wallerstein’in dördüncü tezi ile devam edersek, Wallerstein karşıt kültür (counter-culture) pratiklerinin devrimci coşkunun içinde yer almasına karşın siyaseten 1968’in merkezinde yer almadığını belirtir. Derlemenin ilk yarısında yer alan çalışmaların tamamı ama özellikle Axel Çorlu ve Bülent Somay’ın makaleleri bize karşıt kültür pratikleri hakkında ilginç detaylar sunmakta. Wallerstein’in karşıt kültür olarak sıraladığı unsurlar, Türkiye’deki 68 deneyimine dâhil olmayan unsurlardır. Bu kapsamda Çorlu ve Somay’ın çalışmalarını Türkiye bağlamıyla asimetrik bir kıyaslama olarak da okumak mümkün. Fakat Türkiye 68’inde karışımıza çıkan protesto dalgasının kültürel alana temas etmediğini de düşünmemek gerek. Bilge Seçkin Çetinkaya’nın “Devrim için Hareket, Hareket için Tiyatro: 1968’de Sokaklar, İşçiler ve Gençler” başlıklı çalışması, “Devrim İçin Hareket Tiyatrosu”na odaklanarak, tam da 68 dalgasının mevcut kültürel üretim biçimlerini dönüştürme çabasını anlatıyor. Benzer şekilde, Süreyya Berfe’nin ilk şiir kitabının FKF tarafından basıldığını, İsmet Özel’in FKF marşını kaleme aldığını, Ataol Behramoğlu’nun FKF kurucuları arasında yer aldığını da hatırlamak gerekiyor.

Türkiye 68’inin kültürel alana temasını konu edinmişken Behramoğlu’nun “Bir Gün Mutlaka” şiirine de değinmek şart gözükmekte.30

30 Roni Margulies, “1968’in Şiiri: ‘Bir Gün Mutlaka’”, Sözcükler, No. 73, 2018, s. 69-71. 

 1965’te yazılan bu şiir 68’lilerin protestolarında yüksek sesle okunur. Şiirin son dizeleri kolektif bir eylemin sloganı gibidir: “Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz! / Bunu söyleyeceğiz bin defa! / […] / Ben ve sevgilim ve arkadaşlar yürüyeceğiz bulvarda / Yürüyeceğiz yeniden yaratılmanın coşkusuyla / Yürüyeceğiz çoğala çoğala […]” Şiirin açılışı Demek Lüküslü’nün bu derlemede yer alan makalesinde ve önceki çalışmalarında vurguladığı 68 hareketinin önceki kuşaklarla kopuş üzerinden kendisini var ettiği tespitinin dizelere yansıması gibidir adeta.31

31 Demet D. Lüküslü, Türkiye’nin 68’i: Bir Kuşağın Sosyolojik Analizi, Ankara: Dipnot, 2015.

 Artık sevişmek, yürüyüş ve silah aynı bağlamın içinde düşünülmektedir: 

“Bu gün seviştim, yürüyüşe katıldım sonra / Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz / Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telaş.” “Bir Gün Mutlaka”da karşımıza çıkan dünyaya dair bir merakın politik tavırla hemhâl olmasıdır. Dizelere yansıyan tahayyülün içinde Descartes’a, gazetelere ve Vietnamca şiirlere dair merak, bireyin tek başına kurtuluşundan bahseden şairlere lanet, kapitalistlere yönelik öfke, mevcut toplumun yarattığı hüzün tortusu, birazdan gelecek polisler ve dünyanın öbür ucundaki dostlar kendilerine yer bulur. Şiir hüzün ile umudun dengesini kurar. Behramoğlu’nun dizelerinde coşku, sokaklara fırlamak ve kurulu düzenin değişeceğine dair inanç vardır: “Bitecek bir gün bu zulüm, bitecek bu han-i yağma.” 

“Tek hareket mi?” “birden fazla hareket mi?” sorusu üzerine düşünürken “fırsat ve tehdit”lerin her ülkede farklılaştığını da hatırlamak gerek. Emin Alper Jakobenler den Devrimcilere kitabında üniversite öğrencilerinin toplumdaki yüksek statülerinin gençler için önemli bir fırsat sunduğunu belirtiyor. Alper’in ifadesiyle 27 Mayıs sonrasında gençler, devrim olarak kodlanan darbenin kahramanları olarak görülüyor, böylelikle devrimcilikten söz etmenin önü açılıyordu. 1960’ların başındaki hâkim siyasal perspektif, gençliğe dinamiklik, idealizm ve ulusun çıkarlarını koruma misyonu atfediyordu. Bu çerçevede, öğrenciler, kendilerini var olan milli söylem dâhilinde mobilize etme fırsatı yakalıyorlardı.32

32 Alper, a.g.e., s. 35. 

 Bu fırsatı, Özgür Mutlu Ulus’un bu derleme kitap için kaleme aldığı çalışmasında yer alan sağcı basının bile protesto dalgasının ilk aşamasında öğrencilerin taleplerini önemsediği tespiti ile ve Zafer Toprak’ın İstanbul Üniversitesi Senatosu’nun taleplere karşı ilk aşamada uzlaşmacı ve reformcu bir üslup benimsediği tespiti ile birlikte düşünmek gerek. Öğrencilerin maruz kaldıkları tehditler de her ülkenin siyasi ve toplumsal dengesinde şekillenmektedir. Adalet Partisi hükümetinin desteklediği komando kampları ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi odağında milliyetçilerin sokak gücü kazanması solcu öğrencilerin eylem repertuvarlarına tek başına belirlemese de, kayda değer şekilde etkilemiştir.33

33 Alper, a.g.e., s. 326-328 ve 336-338.


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

1968 İSYAN, DEVRİM, ÖZGÜRLÜK - BİR MUHALEFET DALGASI OLARAK 68. BÖLÜM 2

 1968 İSYAN, DEVRİM, ÖZGÜRLÜK - BİR MUHALEFET DALGASI OLARAK 68. BÖLÜM 2


Hakan Koçak, Deniz Cenk Demir,  Kerem Ünüvar,  Ayşe Köse Badur,   Zeynep Beşpınar,Çimen Günay-Erkol, Begüm Özden, Fırat Emre, Can Dağlıoğlu, Bilge Seçkin Çetinkaya,Erden Akbulut, Erol Ülker,


İstanbul Teknik Üniversitesi, Haziran 1968

Bu görüş ayrılığını nasıl aşabiliriz? Ya da tek hareket yorumu ile farklılıkları vurgulayan bakış açısı arasında nasıl bir denge sağlayabiliriz? 

Bu noktada “çekişmeci siyaset” perspektifinin toplumsal hareketlere dair sunduğu genel model, farklı noktaları ve ortaklıkları özetlememize yardımcı olacak niteliktedir. Tilly’nin ifadesiyle, çekişmeci performanslar öğrenilmiş hak arama (making claims) biçimleridir.10

10 Charles Tilly, Contentious Performances, Cambridge: Cambridge University Press, 2008, s. 4-5.

 İtiraz etmek ve hak aramak çekişmeci siyasetin iki ana unsurunu oluşturur. Bu iki unsura bir tez, bir görüş ortaya koymak, bir dünya görüşünü ya da yeni bir yorumu dile getirmeyi de eklemek gerek.11

11 Bu üç unsuru, yani itiraz etmek, hak aramak ve görüş (argüman) ortaya koymayı making claim kalıbının Türkçe karşılıkları olarak düşünmek mümkündür. 

    Ağırlıklı olarak, Tarrow, Tilly ve McAdam tarafından geliştirilen “çekişmeci siyaset” yaklaşımı, her toplumsal huzursuzluk ya da sorunun çekişme formunda bir kolektif eylem ya da toplumsal harekete neden olmadığını vurgular. Bu yaklaşıma göre toplumsal bir sorunun bir protestoya neden olması ancak dolayımlı bir süreçle mümkün olur. McAdam ve meslektaşlarına göre şikâyete neden olan sorun, çekişme şeklinde protestolara  ulaşacak sürecin başlangıç noktasıdır. Başlangıç noktası olan sorun ile “fırsatlar ve tehditler”, “harekete geçiren yapılar” ve “çerçeve belirleme süreçleri” arasında bir ilişki vardır. Başka bir ifadeyle kolektif eylem var olan sorunun büyüklüğü nedeniyle var olmaz, potansiyel protestocuların algıladıkları tehditler ve gördükleri fırsatlar arasındaki dengeye göre şekillenir. Başka bir ifadeyle, her kolektif eylem risklerin ve oluşabilecek bedellerin hesaplanması ile gerçekleşir. “Harekete geçiren yapılar”ı kolektif eyleme zemin hazırlayan her türlü örgüt ve gruplaşma olarak görmek mümkündür. Bu yaklaşıma uyarınca “harekete geçiren yapılar” aktörler arası potansiyel iletişim, koordinasyon ve bağlılığı arttırır. Dahası bu yapıların çekişme repertuarını belirleme gücü de söz konusudur. McAdam ve meslektaşları “harekete geçiren yapılar”a ilaveten “çerçeve belirleme süreçleri”ne (framing processes) de çekişme repertuarı belirleme gücü atfederler.12

12 McAdam, Tarrow, Tilly, a.g.e., s. 17.

  “Çerçeve belirleme süreçleri” olan biten hakkında ortak tanım ve yorum belirler ve ortak itirazların dillendirildiği zemin olarak işlev görür. 

Benimsenen dünya görüşü, ideolojik tercihler, kolektif eyleme ilham veren fikirler “çerçeve belirleme süreçleri”nin içinde yer alır. Bu modele göre dünya görüşü, örgütsel yapılar ve fırsat ve tehdit değerlendirmeleri eylem repertuvarına etki ederler.13

13 Eylem repertuvarları hakkında ayrıca bkz. Ayşen Uysal, Sokaktaki Siyaset: Türkiye’de Protesto Eylemleri, Protestocular ve Polis, İstanbul: İletişim Yayınları, 2017, s. 181-184. 

 Bu etki sonucunda, kolektif eylemin repertuvarı, yani hangi protesto biçim ve araçlarını kullanacağı şekillenir. 

Modelin son aşamasında şekillenen repertuvar ile kolektif eylem gerçekleşir ve böylelikle başlangıçta insanların mesele olarak gördükleri konudan eyleme uzanan karmaşık zincir tamamlanmış olur. Bu zincirde eylemcilerin mobilize edebildikleri maddi (para) ve maddi olmayan (meşruluk, grup içi arkadaşlık ve bağlılık, beceriler, vd.) kaynakların da önemli bir rolü vardır. 

McAdam ve meslektaşlarının sunduğu modeli ile Wallerstein’in 1968 üzerine tezlerini çapraz okumaya tabi tutmak, “tek hareket mi?” “birden fazla hareket mi?” sorusu üzerine düşünürken yardımcı olabilir. Wallerstein’in birinci tezi 1968’in tek bir devrim olduğudur. Wallerstein’in ifadesiyle, yerel faktörler siyasal ve toplumsal mücadelelerin koşullarını belirlemiş olsalar da, modern dünya-sistemi tarihinde kurucu bir olay niteliğinde olan bu devrim kaynağı ve sonuçları yerel farklılıklar üzerinden anlaşılamaz. Wallerstein’in ikinci tezi 1968’in öncelikli  protestosunun ABD’nin dünya-sistemindeki hegemonyasına yönelik olduğudur. Farklı ülkelerdeki protestolarda Vietnam Savaşı’na yönelik tepkinin merkeziliği 68 muhalefet dalgasının önemli bir ortak noktasıdır. Wallerstein’in üçüncü tezi 68’in eski solu hedef almış olduğudur. 

Meşhur “30 yaşından büyük kimseye güvenmeyin” sloganı da bu kapsamda düşünülmelidir. Dördüncü tez, karşıt kültür (counter- culture) pratiklerinin devrimci coşkunun içinde yer almasına karşın siyaseten 1968’in merkezinde yer almadığıdır. Sanatta alışılmadığın peşine düşmek ve Dionysosçu deneyimleri, cinselliği, psikoaktif maddeleri, toplumun dayattığı kıyafet kalıplarına karşı çıkmayı önemsemek bu karşıt kültür pratikleri kapsamında hatırlanabilir. Örneğin 1969’da New York’ta düzenlenen Woodstock festivali bu karşıt kültür hamlelerini görünür kılar. Wallerstein’in beşinci tezi, 68’in sanayi proletaryasının muhalif cenahtaki liderlik rolüne son verdiğidir. 68’den itibaren azınlık gruplar çoğunluğun yanında ikincil rollerde olmayacaklardır.14

14 Wallerstein, a.g.e. 

Çapraz okumaya birinci tezden başlayacak olursak, Arrighi, Hopkins ve Wallerstein’in 1848 devrimleri ile 1968’i kıyasladıklarını ve her ikisinin de yenilgiyle sonuçlanan dünya devrimi olduğu sonucuna ulaştıklarını da hatırlamak gerek. Yenilgiye karşın hem 1848, hem de 1968, dünyayı dönüştürmüştür: “Her ikisinin de planlanmamış ve bu yüzden de derin bir anlamda kendiliğinden olması her iki olguyu da –başarısızlığa uğramaları olgusunu ve dünyayı dönüştürmeleri olgusunu– açıklamaktadır.”15

15 Arrighi, Hopkins, Wallerstein, a.g.e., s. 95.

 Buna karşın Eric Hobsbawm, 68’i devrim olarak nitelemeye temkinli yaklaşır. Hobsbawm’a göre 1970’e kadar süren 68’in devrim olamamasının ve asla bir devrim olarak görülemeyecek olmasının nedeni, sayıları ve eylem yetenekleri ne olursa olsun öğrencilerin tek başlarına bir devrim yapamayacak olmalarıdır. 

Hobsbawm’ın ifadesiyle, 1968’in büyük düşlerinin başarısızlığa uğramasından sonra bazı radikal öğrenciler küçük grup terörizmiyle (small-group terrorism) tek başlarına devrim yapma girişiminde bulunurlar. 

Fakat bu türden hareketler ciddi bir etki yaratmadan sönümlenecektir.16

16 Eric Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl, 1914-1991: Aşırılıklar Çağı, Çev. Yavuz Alagon, İstanbul: Sarmal, 2003, s. 364.

Che Guevara’nın ölümünden 10 gün sonra, Washington, D.C.’de düzenlenen gösteri, Ekim 1967.

Kaynak: 1968 Magnum throughout the World, Paris: Éditions Hazan, 1998, s. 20.

 Kavramsal düzlemde makul olan bu temkine karşın, farklı bağlamlarda sokaklarda olan 68 eylemcilerinin bir devrim tahayyülüne sahip oldukları da gözlenmektedir. Yani McAdam ve meslektaşlarının terminolojisiyle söyleyecek olursak devrim tahayyülü farklı ülkelerdeki “çerçeve belirleme süreçleri”nin ortak bir unsuru olarak belirmektedir. 

Bu ortak unsur nedeniyle, gidişata ilişkin değerlendirmeler farklı ülkelerde benzer şekilde devrimci bir genel sorgulamayı içermiş, üniversitelerin içinde başlayan muhalefet dalgasının itirazları üniversiteden toplumun geneline dair bir sorgulamaya dönüşmüştür. 

Wallerstein’in ikinci tezi, yani 68’in öncelikli olarak ABD hegemonyasını ve Vietnam Savaşı’nı protesto ettiği tespiti ile devam edecek olursak, Vietnam Savaşı’na dair duyulan tepkinin farklı ülkelerde ortak bir sorun olarak eylemleri tetiklediğini söylemek mümkündür. 

Sidney Tarrow, Fransa’da protestoların nasıl başladığına ilişkin farklı görüşler olduğunu belirtiyor. Farklı çalışmalarda 1964-66 döneminde yapılan eğitim reformlarından kaynaklanan gerginlik, 1966 yılındaki Vietnam Savaşı karşıtı gösteriler, 1967’deki işçi direnişleri olası başlangıç noktaları olarak belirtilir. Tarrow ise Fransa özelinde Mayıs 1968’de öne çıkan temaların 1967 sonbaharından itibaren bir dizi protestoya neden olduğunu söyler.17

17 Sidney Tarrow, “Social Protest and Policy Reform: May 1968 and the Loi d’Orientationin France”, Comparative Political Studies 25(4), 1993, s. 579-607.

 Kristin Ross da Fransa 68 Mayıs’ının üç ideolojik düşmanı olduğunu, bunların kapitalizm, Amerikan emperyalizmi ve de Gaullecülük olduğunu ifade eder.18

18 Ross ayrıca Fransa’da 68’in hâkim temsillerinde Vietnam vurgusunun belirgin şekilde geri plana atıldığını, örneğin 1980’lerdeki televizyon yorumlarında Vietnam gündeme gelmezken cinsel devrimin öne çıkartıldığını belirtir; Kristin Ross, Mayıs 68 ve Geriye Kalanlar, Çev. Yağız Ay, Fahrettin Ege, Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 2017, s. 21 ve 27.

Benzer bir durum Türkiye 68’i için de geçerlidir. Türkiye’deki 68’liler için Vietnam Savaşı yakından izlenen bir gündemdir ve başka yerlerde olduğu gibi burada da Vietnam Savaşı Amerikan emperyalizmine ait kötülüklerin somutlaşması olarak anlaşılmaktadır. O dönemde özellikle köşe yazıları ile sosyalizm kelimesinin ve sosyalist dünya görüşünün yayınlaşmasında pay sahibi olan Çetin Altan da yazılarında Vietnam Savaşı’na değinir. 

1965’te TİP listelerinden milletvekili seçilen Altan’ın o dönemde doldurduğu bir 45’lik plakta ABD Hava Kuvvetleri’nin Vietnamlı çocuk askerleri nasıl bombaladığını anlatması, Vietnam’ın nasıl algılandığını göstermesi bakımından kayda değerdir.19

19 “Ağıt” başlıklı 45’liğin ses kaydı için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=ejg4dUSW1kM&t=29s [erişim tarihi: 20 Kasım 2018]; ayrıca bkz. Mehmet Alkan, “Bugün Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Eğlenin Yavrularım...”, Milliyet, 28 Nisan 2004. 

 Ancak 68’lilerin tek odağının Vietnam olduğunu düşünmek yanlış olur. 14-19 Mayıs 1968’de düzenlenen “NATO’ya Hayır Haftası” kapsamında itiraz edilen, tam da Wallerstein’in söylediği gibi, ABD hegemonyasıdır.20

20 Mater, Sokak Güzeldir: 68’de Ne Oldu?, s. 61.


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


1968 İSYAN, DEVRİM, ÖZGÜRLÜK - BİR MUHALEFET DALGASI OLARAK 68. BÖLÜM 1

1968 İSYAN, DEVRİM, ÖZGÜRLÜK - BİR MUHALEFET DALGASI OLARAK 68. BÖLÜM 1



ÖMER TURAN.,

Sarıdemir Mah. Ragıp Gümüşpala Cad. No: 10

34134 Eminönü/İstanbul

Tel: (0212) 522 02 02 - Faks: (0212) 513 54 00 

www.tarihvakfi.org.tr - tarihvakfi@tarihvakfi.org.tr

© Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2019

Yayıma Hazırlayan

Y. Doğan Çetinkaya

Editöryel Okuma

Gökhan Demir

Kitap Uygulama

Aşkın Yücel Seçkin

Kapak Görseli

6. Filo’yu protesto için 16 Şubat 1969 günü yapılan yürüyüşün erken saatleri.

Kaynak: A Cloud of Black Smoke Photographs from Turkey 1968-72.


Kapak Tasarımı

Haluk Tuncay

Baskı

Yıkılmazlar Basın Yayın Prom. ve Kağıt San. Tic. Ltd. Şti.

Evren Mahallesi, Gülbahar Cd. 62/C, 34212 Bağcılar/İstanbul 

Tel: (0212) 630 64 73

Yayıncı Sertifika Numarası: 12102

Matbaa Sertifika Numarası: 11965

Birinci Basım: Haziran 2019

ISBN 978-975-333-366-5

Kitabı derleyenler ve yazılarıyla katkıda bulunanlar, bu kitaptaki makalelerinden doğan telif ücretlerini Tarih Vakfı’na bağışlamıştır. 

Bu eser Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği’nin katkılarıyla basılmıştır. 

Tarih Vakfı olarak teşekkür ederiz...

1968: İSYAN, DEVRİM, ÖZGÜRLÜK,

DERLEYEN

ÖMER TURAN

TARİH VAKFI YURT YAYINLARI

İÇİNDEKİLER

1 Giriş: Bir Muhalefet Dalgası Olarak 68  Ömer Turan

29 Yuvarlak Masa Toplantısı: 68’lilerin Gözünden 1968 

Nadire Mater, Fatmagül Berktay, Masis Kürkçügil

51 Mayıs 68 ve Toplumsal Hareketlerin Uluslararası Dolaşımı 

    Ayşen Uysal

67 ABD Bağlamında 1968: 

     Genel Temalar, Toplumsal Dinamikler ve Temel Sorular 

     Axel B. Çorlu

87 Kadın Kurtuluş Hareketi’nin 68’i 

     Fethiye Beşir 

103 Rudi Dutschke ve Batı Almanya’da ‘68 

      Tanıl Bora  

135 1968’in Ürünü Olarak Çevreci, Ekolojist ve Yeşil Hareketler 

       Alper Akyüz 

149 Orta ve Doğu Avrupa’da 1968: 

      Marksizmin Rönesansını ve Sosyalist Demokrasiyi Tartışmak 

      Ateş Uslu 

189 ‘Burada Bir Şeyler Dönüyor’: Devrim Olarak Müzik 

        Bülent Somay  

209 1968 ve Radikal Sinema: 

       Avrupamerkezci Bir Bakışın Ötesine Geçmek 

       Esin Paça Cengiz,

227 Gençlik Mitinin Lütuf ve Lanetinin Gölgesinde 

       Türkiye’nin 68 Kuşağı 

       Demet Lüküslü,

247 1968-1969 İstanbul Üniversitesi Boykot ve İşgalleri 

       Zafer Toprak, 

275 Türkiye’de 1968 ve Eğitime Dair Talepler 

       Cemil Boyraz

297 Hippiler, Delikanlılar, Devrimciler: Türkiye Basınında 68 

       Özgür Ulus Mutlu

333 68’de Öğrenci-İşçi Dayanışması: İşçi-Gençlik Elele! 

       Hakan Koçak

357 68 Rüzgarında Türkiyeli Kürtler 

       Deniz Cenk Demir

407 FKF’den Dev-Genç’e: Türkiye’de 1968 Öğrenci Hareketleri ve Sol 

      Kerem Ünüvar

429 Türkiye 68’inde Kadınlar 

      Ayşe Köse Badur, 

447 68’li Kadınlar ve Ataerkiyle Pazarlık Deneyimleri 

      Zeynep Beşpınar ,

485 Yarın Yarın: 1968’in Romanında Kadın Olmak 

       Çimen Günay-Erkol,

499 Köylüler, Devrimciler, Toprak, İşgal: Bitmeyen ‘68 

      Begüm Özden Fırat, 

523 Türkiye 68’inin Best-Seller ı: Türkiye’nin Düzeni 

       Emre Can Dağlıoğlu, 

549 Devrim için Hareket, Hareket için Tiyatro: 1968’de Sokaklar, İşçiler ve Gençler 

      Bilge Seçkin Çetinkaya,


561 Türkiye 68’ini Kaynaklar Bağlamında İncelemek:  TÜSTAV Arşivlerinde 1960’lı Yıllar ve 12 Mart Dönemi,

 Erden Akbulut - Erol Ülker

573 Yazarlar

GİRİŞ:

BİR MUHALEFET DALGASI OLARAK 68


ÖMER TURAN

    Bu derleme kitap, Toplumsal Tarih’in Mayıs 2018’de yayımlanan “İsyan, Devrim, Özgürlük: 50 yıl sonra 1968” başlıklı özel sayısının genişletilmesi ile oluştu. Özel sayıda yer alan makalelerin tamamı (bazıları daha uzun hâlleri ile olmak üzere) kitapta tekrar okurların dikkatine  sunuluyor. Ayrıca Toplumsal Tarih’te yer almayan altı çalışma derleme kitap için kaleme alındı ve böylelikle karşımıza 1968’in farklı boyutlarına odaklanan, 22 bölüm ve bir yuvarlak masa toplantısı dökümünden oluşan 1968: İsyan, Devrim, Özgürlük başlıklı derleme çıktı. 

Yıl dönümleri tarihsel dönemeçleri, önemli olayları hatırlamak ve analiz etmek için önemli bir fırsat verir. Hele aradan 50 yıl geçtikten sonra bir tarihsel olaya bakmak, bu olayın izleyen döneme etkilerine dair bir çerçeve geliştirmeye de olanak tanır. 1968 dünyanın farklı ülkelerinde öğrencilerin benzer itiraz ve tahayyüllerle sokaklara çıktıkları, bir yanda içinde yer aldıkları eğitim sistemini, diğer yanda kapitalist düzenin genelini ve süregiden savaşları sorguladıkları bir yıldı. Fransa’dan ABD’ye, Çekoslovakya’dan Türkiye’ye, Japonya’dan Meksika’ya  uzanan ve bir takvim yılına sığmayan eylemlerle gençler daha önce örneği görülmemiş bir muhalefet dalgası yarattılar. Bu protesto dalgasında öğrenciler daha spesifik konulardaki itirazlarla çıktıları yolda giderek devrim sloganlarından güç aldılar ve örmekte oldukları muhalefet dalgasını genel bir isyana evrilttiler. 68’liler yaşadıkları toplumun genel kabullerini sorgulayarak özgürlük taleplerini dile getirdiler. 68’in meydan okumasından geleneksel sol siyaset de payına düşeni aldı. Arrighi ve meslektaşlarının ifadesiyle, bu muhalefet dalgasında “merkezi bir yönelim yoktu, hesaplanmış bir taktik planlama yoktu.”1

1 Giovanni Arrighi, Terence K. Hopkins, Immanuel Wallerstein, Sistem Karşıtı Hareketler, Çev. B. Somay, S. Sökmen, C. Kanat, 3. basım, İstanbul: Metis Yayınları, 2015, s. 100.

 Patlayan dalga hedef aldıkları sistemin aktörleri için olduğu kadar dalgayı meydana getiren aktivistler için de sürpriz niteliğindeydi. 68’in muhalefet dalgasında üniversite öğrencileri farklı ülkelerde yürüyüşler ve forumlar düzenlediler, üniversitelerinde boykotlar yaptılar ve binaları işgal ettiler. İşçi sınıfının eylemlerine destek verdiler. 68’liler eylemleriyle ülkelerinin gündemlerine çok güçlü bir şekilde müdahil oldular. Klasikleşmiş sloganlarını hatırlayacak olursak, imkânsızı istemeye cesaret eden bir tahayyülün peşindeydiler. Türkiye’de karşımıza çıkan “Eğitim Düzenden Ayrılamaz” sloganı ile öğrenciler eğitimin kapitalizmin yeniden üretilmesindeki rolünü de sorgulamaktaydılar. 

Bu derleme kitap 1968 öğrenci hareketlerinin sadece Türkiye’ye odaklanan bir analizinin eksik kalacağı perspektifinden yola çıkıyor. 

Bu çerçevede kitabın ilk yarısında yer alan makaleler 68 öğrenci hareketlerinin farklı ülkelerde nasıl deneyimlendiğine odaklanıyor. Elbette 68’in dünya çapında eksiksiz bir dökümünü sunmak gibi ansiklopedist bir hedef bir derleme kitabın ölçeğini hayli aşar. Fakat yine de burada yer alan yazılar 68’in farklı ülkelerde nasıl bir eylem dalgası, entelektüel gündem ve etki yarattığına dair bir bakış sunmakta. Derlemenin ikinci yarısındaki yazılar ise 68’in Türkiye’de nasıl deneyimlendiğinde odaklanıyor. 

68’lilerle yapılmış sözlü tarih çalışmalarında çoğunlukla hareketin aktörleri de, dâhil oldukları protesto dalgasının Türkiye ile sınırlı olmadığını vurgular. O dönemde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi olan ve 1967’de Hacettepe Fikir Kulübü’nü kuranlar arasında yer alan Uğur Cilasun şunları söylüyor: 

“Fransa’daki hareketler Ankara ve İstanbul’da patlak veren olaylara çok benziyor. İki tarafta da kürsü sistemi var, dolayısıyla iki tarafta da klasik üniversiteye başkaldırı olarak görüyorum yaşananları. İşte hoca sultası, kürsülerin babadan oğula geçmesi. […] 

   Biz tıpkı bir Amerikan üniversitesiydik, bizim öyle bir sorunumuz yoktu. Bağımsızlık ve antiemperyalizm o zamanki gençliğin en önemli özelliğiydi; pat dedi bu öne çıktı. 

Bizde de giderek düzene doğru bir başkaldırıya dönüştü, Türkiye’nin özel koşullarından ötürü. Bu nedenle, sadece marşa basma aşamasında Avrupa’daki olaylar etkili oldu, bundan sonra seçilen yol ve o yoldan alınan hızı Türkiye’nin kendine özgü koşulları belirledi.”2

2 Nadire Mater, Sokak Güzeldir: 68’de Ne Oldu?, İstanbul: Metis Yayınları, 2009, s. 43.

O dönemde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü öğrencisi olan Osman Saffet Arolat ise içinde bulunduğu hareketi Avrupa’daki öğrenci protestolarıyla şöyle kıyaslıyor:

“Avrupa’da 68 kuşağı yeni değerler yaratmaya çabalıyor, biz ise yaratılmış değerleri öğrenmeye, Türkiye’nin tanımadığı, suç saydığı sosyalizmi ve ona bağlı bir siyasal yelpazelenmeyi tanımaya çalışıyoruz. Buna bağlı olarak antiemperyalist bir tutum sergiliyoruz. Onlarsa tanınmış siyasi yelpaze içinde reddettiklerine oynuyor. Yani Avrupa’da reddiye hâkim.”3

3 Mater, a.g.e., s. 67.

   Bu alıntılarda karşımıza çıkan dünyanın farklı yerlerindeki protestolar arasındaki etkileşim ve farklılaşma 1968’den bugüne toplumsal hareketler literatürünün önemli bir gündemini oluşturmuştur.4

4 Toplumsal hareketler literatürünün şekillenmesinin 68 hareketiyle ilişkisini de vurgulamak lazım. 

   68 bir akademi eleştirisi olduğu ölçüde araştırma gündemlerine de etki etti. Küresel ölçekte gözlenen muhalefet dalgası, hem sosyal bilimlerde toplumsal hareketlerin bir alt-disiplin olarak belirginleşmesine katkıda bulunmuş hem de bu alt-disiplinin inceleme konularından biri olmuştur. 68 sonrasında sosyal bilimlerde kitlelerin işlevsel kayıtsızlığını normal ve istenir olarak gören modellerin etki sahaları gerilemiş, toplumsal hareketlere ve kolektif eylemlere odaklanan çalışmaların sayıları artmıştır. 

 Konuya ilişkin uluslararası literatürde önemli fikir ayrılıklarından biri farklı ülkelerdeki eylemlerinin nasıl yorumlanacağına ilişkindir. Başta Immanuel Wallerstein olmak üzere, dünya-sistemi kuramı çerçevesini benimseyen yazarlar 1968’i dünya ölçeğinde başarısız bir devrim olarak görürler ve vurguyu “dünya devrimi”ne yaptıkları ölçüde hareketin tekliğinin altını çizerler. Wallerstein’in ifadesiyle 1968 tek bir devrimdir.5

5 Immanuel Wallerstein, “1968, Revolution in the world-system: theses and queries”, Theory and Society, Cilt 18, No. 4, 1989, s. 431-449.

Giovanni Arrighi, Terence Hopkins ve Immanuel Wallerstein’e göre, 1960’ların ortalarından başlayan ve yaklaşık 10 yıl süren devrimci dalganın iki hedefi vardır. Birinci hedef kapitalist dünya-sisteminin hâkim güçleridir. Antikapitalist tahayyül hareketin belirgin özelliklerindendir. 

İkinci hedef ise Arrighi ve meslektaşlarının “eski sol” diye tarif ettikleri parti ve iktidarlardır. Batı Avrupa’da sosyal demokrat partiler, 

SSCB ile onun yörüngesindeki reel sosyalist iktidarlar ve o çizginin Batı’daki komünist partileri ile küresel güneydeki ulusal kurtuluş hareketlerinin mirasçıları “eski sol”a dâhildir.6

6 Arrighi, Hopkins, Wallerstein, a.g.e., s. 112. 

    Toplumsal hareketler literatürünün “çekişmeci siyaset” kanadı ise bu teklik vurgusuna karşı çıkar. Fransa Almanya, İtalya ve ABD’de 1968 kapsamındaki çekişme periyoduna bakan Doug McAdam, Sidney Tarrow ve Charles Tilly, bu farklı ülkelerdeki hareketler arasında ilişki olsa da, bunların “tek büyük bir hareket”in parçası olmadığını vurgularlar.7

7 Douglas McAdam, Sidney Tarrow, Charles Tilly, Dynamics of Contention, Cambridge: Cambridge University Press, 2004, s. 29. 

 Elbette bu yaklaşımı benimseyenler de farklı öğrenci hareketleri arasında ilişki olduğunu teslim ederler. Dahası Sidney Tarrow farklı öğrenci hareketlerinin şiddet içermeyen doğrudan eylemler (nonviolent direct action) bakımından da belirli bir eylem repertuvarı ortaklığı olduğunu belirtir.8

8 Sidney Tarrow, Power in Movement: Social Movement and Contentious Politics,    Cambridge: Cambridge University Press, 2004, s. 103. 

Fakat bu yaklaşımın esas vurgusu farklı ülkelerdeki öğrenci hareketlerin farklılıklarını öne çıkarmaya yöneliktir. 

Bu yaklaşıma göre, Fransa 68’indeki öğrenci protestoları ile ABD’deki öğrenci protestoları arasında önemli farklar mevcuttur. Tarrow’un ifadesiyle, 

Fransa bağlamındaki protesto dalgası daha geç patlak vermiş, hızla yaygınlaşmış ve ülkenin genel siyasetine etki ederek bir politik karışıklık yaratmıştır. Buna karşın ABD bağlamındaki eylemler daha uzun erimli bir sürecin sonucunda, bir merkezden yoksun olarak ortaya çıkıp, daha uzun süren protesto kampanyalarına evrilmiştir.9

9 Tarrow, , a.g.e., s. 176. 

 ABD ve Fransa’da filizlenip gelişen 68 hareketinin farklı ülkelere, farklı siyasal bağlamlara nasıl aktarıldığı sorusu hakkında bu derlemede yer alan makalesinde Ayşen Uysal da farklılıkları ve özgünlükleri öne çıkaran ikinci perspektifi önemsiyor. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***