Albay Tahir CEYHAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Albay Tahir CEYHAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2017 Pazar

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDEN GÜNÜMÜZE ORTA DOĞU’DAKİ GELİŞMELER ( BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİ ) BÖLÜM 2


SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDEN GÜNÜMÜZE ORTA DOĞU’DAKİ GELİŞMELER ( BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİ )  BÖLÜM 2



Ç. Büyük Orta Doğu Projesi’nin Kapsamı 

1. BOP, geniş bir coğrafyada kaynaklara ulaşma çabasıdır. 

Uzmanlara göre toplam küresel enerji talebi 2025’e kadar yüzde 54 oranında artarken alternatif enerji kaynaklarının ve bu amaçla yeni teknolojilerin geliştirilmesi ile ilgili gayretler devam edecektir. Artan enerji ihtiyacının karşılanmasında petrol, önemini koruyarak sürdürürken doğal gaz tüketimi de artacaktır. Küresel üstünlüğün Avrasya enerji kaynaklarının kontrolüne bağlı olduğu uzmanlarca ifade edilen, kanıtlanmış petrol rezervi 30 milyar varilin altına düşen, dış kaynaklı petrole bağımlılığı giderek artan ABD ise enerji kaynaklarını kontrol gayretlerini devam ettirecek ve bu girişimler, XIX. Yüzyılın ilk yarısındaki çatışmaların asıl nedenini oluşturacaktır. İnternational Energy Agency’nin (EIA) “World Energy Outlook 2002” isimli raporuna göre 2000’de küresel enerji tüketimi içinde petrol tüketimi, yüzde 39 ile birinci sırayı almıştır. 2030’da ise petrol tüketimi, yüzde 38’lik pay ile küresel enerji tüketiminde yine birinci sırada olmaya devam edecektir. Küresel doğal gaz tüketiminin toplam enerji tüketimine oranı, 2000’de %23’tü ve doğal gaz tüketimi, kömür tüketiminden sonra üçüncü sırayı almıştır. 2030’da ise doğal gaz tüketimi %28’lik oranla petrol tüketiminden sonra ikinci sırayı alacaktır. 2030’da petrol doğal gaz tüketiminin toplam enerji tüketimine oranı %66 olacaktır. Bu tahmin, küresel ekonomilerin 2030’larda da büyük ölçüde petrole ve doğal gaza bağımlı olacağını göstermektedir. 

“BP Statistical Review Of World Energy 2003 Raporuna göre Orta Doğu ülkelerinden Suudi Arabistan 261,8; Irak 112,5; Birleşik Arap Emirlikleri 
98,7; Kuveyt 96,5 ve İran 89,7 milyar varil kanıtlanmış petrol rezervine sahiptir. Orta Doğu ülkelerinin toplam kanıtlanmış petrol rezervi ise 685,6 milyar varil olup, bu rezerv %65,4’ünü oluşturmaktadır. Orta Doğu petrol rezervlerine Kuzey Afrika rezervleri de ilave edildiğinde, bu oran %69,5’e yükselmektedir. Orta Doğu’nun önemli bir özelliği de petrol üretimini artırma yeteneğinin diğer petrol üretim bölgelerine göre daha yüksek olmasıdır. “Energy Informatıon Agency”nin tahminlerine göre; Orta Doğu’nun 2001‘de 22,4 milyar varil olan petrol üretimi, 2025’te 45,2 milyar varile çıkabilecektir. Buna Kuzey Afrika ülkelerinin kapasiteleri de eklendiğinde toplam üretim 

53,6 milyar varil olacaktır. Toplam üretim, küresel petrol ihtiyacının % 43’ünü karşılayabilecektir. Gaz rezervlerinin % 36’sını oluşturduğu görülmektedir. 
Kuzey Afrika Ülkeleri de buna ilave edildiğinde ise bu oran %40,8’e yükselmekte dir. 

Yukarıda belirtilen veriler ışığında, Orta Doğu enerji kaynaklarının küresel enerji ihtiyacının karşılanmasında yaşamsal bir önem taşıdığı ortaya çıkmaktadır. Jeostratejik konumu da dikkate alınarak Kuzey Afrika Enerji Kaynakları ile değerlendirildiğinde bölgedeki enerji kaynaklarının önemi artmaktadır. 

Bu genel tablo içerisinde genel egemenlik tesis edilmemiş bölgelerde enerji ve ham madde kaynaklarına el atmak, stratejik harekat açısından üs ve kolaylık imkânı sağlayabilecek değerdeki noktaları ele geçirmek, deniz ve hava ulaştırma yollarını kontrol etmek, ABD’nin amaçları arasına girmiştir. ABD bu amaçlarına ulaşma yolundaki eylemlerini ‘’özgür ve demokratik bir dünyanın yaratılması’’ söylemi ardında gerçekleştirmektedir. Şimdi hedefte olan bölge Orta Doğu’dur. 

Çünkü dünyadaki en büyük işletilebilir petrol rezervleri Orta Doğu’dadır. Bu kaynak ABD’nin ulusal çıkarları doğrultusunda kontrol altına alınmalıdır. Orta Doğu’dan petrol akışının kesintisiz olarak sürdürülebilmesi için petrol nakliyatında kullanılan yolların güvenliğinin sağlanmasına ilave olarak Orta Asya’dan Hint Okyanusu’na ulaşan enerji koridorunun da açık bulundurulması gerekmektedir. 

Bu kadar geniş bir coğrafyada sadece kendi askerî gücünü kullanmak yerine, yeni müttefikler edinmek, yeni üsler tesis etmek ve yeni güvenlik sistemleri oluşturmak, ABD açısından daha ekonomik bir hareket tarzı hâline gelmiştir. 

Bu hareket tarzı ışığında ABD’nin genel amacı; kısa vadede Irak’tan başlayarak Orta Doğu’yu şekillendirmek ve Körfez bölgesine hâkim olmak, orta vadede Avrasya’yı kontrol etmek, uzun vadede ise dünya egemenliğini tesis etmektir. Bu amaç içerisinde; petrole kavuşmak, güvenliğini pekiştirmek, ekonomisini geliştirmek, bölgede nüfuzunu sağlamlaştırmak, dünyada tek egemen güç olma özelliğini devam ettirmek, Kafkaslar, Orta Asya, Güney Asya ve Orta Doğu’da; AB, Rusya, Çin ve Japonya’nın ABD ulusal çıkarlarını etkileyecek ölçüde gelişmesine engel olmaktır. 

Dünya egemenlik mücadelesinde ABD’nin kendisine olası rakip olarak gördüğü ülkeler Fransa ve Almanya’nın merkez güçlerini oluşturduğu Avrupa 
Birliği, Japonya ve Çin’in merkez güçleri oluşturduğu Uzak Doğu koalisyonu, “yakın çevresini” gücü altında yeniden birleştirme potansiyeline sahip Rusya 
ve bu güçlerle ittifakı ABD’nin dünya egemenliğini sarsabilecek Hindistan’dır. 


2. BOP, silah üreticileri, petrol devleri ve finansal şirketler koalisyonunun eseridir. 

Petrol başta olmak üzere doğal kaynakları yakından denetleme stratejisi ve politikaları, çok uluslu petrol şirketleri ve ABD yönetimi arasındaki ilişkilerin ele alınmasını gerektirmektedir. Mevcut durumda 4 büyük şirket uluslararası piyasaya hâkimdir. Bunlar: İngiltere kökenli British Petroleum- Amocco ve Royal Dutch/ Shell ile ABD kökenli Exxon-Mobil ve Texaco- Chevron'dur. Anglosakson kökenli petrol devlerinin çıkarları ABD ve İngiltere'nin tavrında dikkate alınması gerekli etkenlerdir. 70 ve 80'li yıllarda ABD'nin ulusal çıkarı silah üreticisi büyük şirketler, petrol şirketleri ile finansal şirketler arasında yapılan bir iş birliğine dayanmıştır. Yani silah satıcılarıpetrol satıcıları koalisyonu yapılmış, finansal şirketler de bu koalisyonda yer bulmuşlardır. 

3. BOP, petrol üreten ülkeleri ABD'ye daha fazla ve uygun şartla petrol satmaya ikna yöntemidir. 

ABD Ulusal Enerji Politikası Geliştirme Grubunun, 17 Mayıs 2001'de yayımlanan raporunda, ABD'nin yabancı petrole bağımlılık oranının 2001'de %52 iken 2020'de %66 olacağı öngörülmüştür. Toplam tüketimin artmasına bağlı olarak ABD'nin 2020'de mevcut duruma göre ithalatını %60 artırması söz konusu olacaktır. Bunun anlamı, günlük 10,4 milyon varillik ithalatın 16,7 milyon varile ulaşmasıdır. Bu nedenle, petrol ihraç eden ülkeleri üretimlerini artırmaya ve ABD'ye daha fazla petrol satmaya ikna etmek gerekli görülmektedir. Bu doğrultuda dünya enerji rezervlerinin üçte ikisine sahip olan Körfez ülkelerinin ve özellikle Suudi Arabistan'ın ABD şirketlerinin modernizasyon çalışmalarını sağlamaları için ikna edilmesi gereklidir. Ayrıca, ABD petrol ithalat kaynaklarının bölgesel olarak çeşitlendirilmesi de gereklidir. Bu doğrultuda ABD şirketleriyle iş birliği yapılarak Hazar yöresi (özellikle Azerbaycan, Kazakistan), Sahra Altı Afrika (Angola, Nijerya) ve Latin Amerika'dan (Kolombiya, Meksika, Venezüella) ithalatın artırılması önerilmektedir. Dikkat edilecek olursa bu yöreler beklenen istikrara sahip gözükmemektedir ve hükûmetler değil; fakat yöre halkları genelde ABD karşıtıdır. Bu durumda sürekli askerî güç bulundurmanın yanında yöredeki ülkelerin siyasal ve ekonomik olarak yeniden yapılandırılmaları gerekli 
gözükmektedir. Bu yeniden yapılandırma, yeni bir Pax Americana'ya uygun olarak tasarlanmaktadır. 

4. BOP, ABD ekonomisindeki sıkıntılara çare arayışıdır. 

 ‘’XXI. yüzyılı şekillendirme düşüncesi”, Amerikan halkının temel yaşam kaygılarının yok edilmesi ve sahip olunan refah düzeyinin sürdürülmesi yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Bu yaklaşımla Orta Doğu, Orta Asya ve Hazar Bölgesi ABD’nin yaşam sahası olarak görülmektedir. ABD anılan bölgelerde kalıcı bir egemenlik tesis etmeyi, kendi varlığını sürdürmekle eş değer görmektedir. ABD’nin dünya egemenliğini sürdürebilir kılması için korunma maliyetleriyle üretim maliyetlerini dengede tutması gerekmektedir. Her ikisi de egemen güç üzerinde yıpratıcı etkileri olan bu değişkenlerin maliyetlerinin düşürülmeleri, kaynakların ucuz elde edilmesi, savaş teknolojilerinin geliştirilmesi ve korunma önlemlerinin kendi ülke kaynakları kullanılarak karşılanması yerine başkalarına ihale edilerek karşılanması ile azaltılabilir. 

Ancak ABD, cari açıklar, bütçe açıkları ve dış borç yükü giderek artan, askerî harcamaları ise 500 milyar doları bulan bir güç hâline gelmiştir. 

ABD'nin iç ve dış borç toplamı (hane halkı, ipotek borçları artı özel sektör borçları türevler, devlet borçları vb.) 37 trilyon dolar, GSMH'nin yaklaşık üç 
katıdır (A.G. Frank, The Asia Times, 06/01/05,). Borç sarmalından kurtulmak bir yana ABD’nin ekonomisini yürütmek, yıllık büyüme hızını koruyabilmek, 
enflasyonu önlemek ve refah düzeyini sabit tutabilmek için her yıl 900 milyar dolarlık bir dış kaynak elde etmesi gerekmektedir. Araştırmacılar bunun 
ancak “sürdürülebilir net ihracat” ile karşılanabileceği görüşünü öne sürmekte dirler.6 

Borçların ödenmesi, dış açıkların kapatılması, bütçe denkliğinin sağlanması ise ya ülkeye sıkı para girişleriyle sağlanmak zorundadır (ki çok uzun yıllardır doların dünya değişim birimi olması nedeniyle mali yıl sonundaki dolar girişlerinden edindiği birikim bunu sağlamaktaydı) ya da ABD ekonomisinin dış kaynak gereksinimini kapatacak çapta ihracatı gerçekleştirebileceği dış pazarların yaratılması gerekmektedir. Bununla birlikte hem ulusal üretimin gelişmesi hem de 280 milyonluk bir nüfusun gündelik gereksinimlerinin karşılanması için sanayinin en temel girdisi olan (ve ABD ekonomisinin dışa bağımlılığını sağlayan) enerjinin ucuza elde edilmesi gerekmektedir. Ancak ihracat pazarları da sınırlı durumdadır. ABD ekonomisinin motor gücü hizmet sektörü (finans, ticaret vb.), sanayi üretimi GSMH'nin ancak %13'ünü oluşturabilmektedir. Bilişim teknolojileri ve silah sanayiinde Çin, Hindistan ve Asya ekonomilerinin rekabetiyle mücadele etmek zorunda bulunmaktadır (ancak bu ihracat, teknoloji transferi anlamına da gelmekte ve ulusal güvenlik açısından riskli olarak görülmektedir). 

ABD ekonomisinin karar vericileri, doların dünya piyasalarında düşen değerini artırmak ve Euro’nun dolar yerine giderek daha fazla kullanılmasını engellemek için faiz oranlarını yükseltmişlerdir; ancak bu (son çeyrek yüzyılda ülkemizin de başından geçtiği gibi) durum yüksek oranlı enflasyon ve ekonomik kriz anlamına gelmektedir. Faizlerdeki artış, resesyon, yabancı yatırımcıların daha ucuz iş gücü sağlayan pazarlara kaçması, yatırımcıların Euro’yu tercih etmeleri, ellerindeki ABD menkul kıymetlerini satmaları, ABD ekonomisi ile dünya mali sistemini de krize sokabilecektir. Bu krizin aşılması ise Ergin Yıldızoğlu’nun tabiriyle “La machine infernale” (Cehennem Makinasının) kullanılmasıyla mümkün görülmektedir.7 Yani Neoconların önerileriyle ABD elindeki askerî güce dayanarak: 

- Tüm enerji kaynaklarına el koyup dünyanın geri kalanını teslim alacak, 
- Büyük Orta Doğu bölgesini kendi denetiminde, ihracata, yatırıma açacak bir biçimde düzenleyecek (sömürgeleştirecek), 
- Gerektiğinde ABD pazarını da gümrük tarifeleriyle koruyacak, bunları da dünyanın geri kalanına kabul ettirecek, 
- Yabancı yatırımcıları ve merkez bankalarını tehdit ederek ABD mali piyasasını batırmalarını engelleyecektir. 

ABD, bizzat Başkan Bush'un ağzından açıklandığı biçimde bu bölgeye, aynen İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya ve Japonya'ya götürdüğü gibi demokrasi götürmek istemektedir. Oysa unutmamak gerekir ki Almanya ve Japonya yeterince endüstrileşmiş ülkeler olarak demokrasiyi kurmaya  ve geliştirmeye elverişli bir ortama sahiptiler. 


D. “Büyük Orta Doğu Projesi”nin Hedefi ve Projenin Gerçekleştirilmesi İçin İzlenmesi Öngörülen Strateji: 

Soğuk savaş sonrası yeni Amerikan stratejisinin oluşma döneminde yaşanan kararsızlık ve belirsizliklerden sonra seçilen yeni Amerikan stratejisi 
“uygarlıklar çatışması”na dayanmaktadır. Avrupa ve Avrasya’da yeni güç oluşumlarının, Amerikan egemenliğini tehdit etmesi üzerine, süper gücün 
gösterdiği tepkinin tıpkı Roma İmparatorluğu döneminde olduğu gibi “Çağdaş bir Monark”ın davranışlarına benzediği gözlenmektedir. 

SSCB’nin yıkılmasıyla ortaya çıkan dünya düzeni, Soğuk Savaş sonrası Balkanlar’da ve Asya’da oluşan stratejik boşluklar nedeniyle alevlenmiş olan mikro ulusalcılığın etkisiyle Müslümanların yaşadığı alanlarda savaşların ve katliamların yaşanmasına yol açmıştır. 

SSCB’yi güneyden hapsetmek amacıyla yeşil kuşak stratejisini uygulayarak Türkiye dâhil birçok ülkede kökten dinci unsurun çıkışını destekleyen, daha sonra da bunları tehdit olarak gösteren Amerikan stratejisindeki dönüşüm, aslında “Pax Americana”nın sürmesini hedeflemektedir. AGSK ile hızlanan süreçte, NATO’nun zaten sorgulanan anlamının azalmasına yol açacağı açık olduğundan, söz konusu yeni tehdit algılaması hızla oluşturulmuştur. Yeni tehditler, “terörizm” ve kitle imha silahları”dır. ABD, bu tehditlerin birçok İslam ülkesinde bulunduğunu öne sürmektedir. 

Batılılarca Orta Doğu bölgesinin hedef olarak seçilmesi, bölgede radikal ve militan İslamcıların var olması, bölge ülkelerinin bazılarının uyuşturucu
üretmesi, nükleer ve kitle imha silahlarının aşırı grupların eline geçmesi kaygısıdır. 8 

Büyük Orta Doğu Projesi’nin hedefinin; demokrasi, serbest piyasa ekonomisi, yönetimde bulunanlar için sınırlı iktidar, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması, insan hakları, ferdiyetçilik ve hukukun üstünlüğü gibi Batı değerlerini, Müslüman halkların çoğunlukta yaşadığı ülkelerde tesis etmek olduğu öne sürülmektedir. Diğer bir deyişle Protestan Hristiyanlık felsefesinin bir yaşam felsefesi olarak bu ülkelerde tatbik edilmesini sağlamaktır. Protestan Hristiyanlık felsefesinden, Hristiyanlaştırma gibi bir yanlış anlam çıkarılmamalıdır. 

ABD'nin bölgesel anlamda ve kapsamda Büyük Orta Doğu Projesi ile ilgili dört temel stratejik amacı vardır. Bunlar: 

- İsrail’in güvenliğini sağlama, 
- Doğal kaynaklara kesintisiz ve kısıntısız olarak ulaşmak, 
- Kökten dinci terörün önlenmesi, 
- Bölgenin demokratikleştirilmesidir.9 

ABD’nin Büyük Orta Doğu’da aşağıdaki hususların ele geçirilmesini hedeflediği kıymetlendirilmektedir: 

- “Siyasi ve iktisadi kontrolü” sağlamak üzere “ulus devlet” yapılarının zayıflatılması ve çok parçalı yapıya yönelik olarak küçük devletler oluşturulması, 
- Bölgeyi çok parçalı yapılandırma hedefinin bir tepki oluşturarak ABD karşıtı bir ittifak oluşumunu tetiklememesi maksadıyla bu stratejinin uzun vadeye yayılması, 
- Bağımlı demokrasiler kurularak istikrarın tesis edilmesi, yeni kaynaklar ve tüketici kitleleri sağlayacak serbest pazarların kurulması, 
- Sovyetler Birliği’nin dağılmasının Avrasya’da yarattığı jeopolitik boşluk doldurularak AB, RF ve ÇHC’nin kontrol edilmesi, 10 
- Sonuç olarak “Avrasya’nın kalbi”nin kontrol altına alınarak “Avrasya hâkimiyeti”nin ele geçirilmesidir. 

Büyük Orta Doğu Projesi aşağıdaki ana stratejiyi kapsamaktadır: 

- Orta Doğu’da Siyasal Dönüşüm: Mevcut coğrafyadaki yönetimlerin Batı standartlarına göre yeniden formatlanması ve “demokrasi”nin bölgeye hâkim kılınması. 
- Orta Doğu’da Ekonomik Dönüşüm: Söz konusu coğrafyada serbest piyasa ekonomisinin teşviki, liberal ekonomik sistemin yerleştirilmesi, devlet denetimindeki alanların özel teşebbüse açılmasının hızlandırılması. Uzun vadede bölge ekonomilerinin Batı ekonomik sistemine entegrasyon unun sağlanması. 

- Orta Doğu’da Toplumsal/Kültürel Dönüşüm: Klasik din eksenli eğitim veren kurumların reformasyonu veya tasfiyesi, Batı kültürünü teşvik eden eğitim, medya ve benzeri kültür araçlarının teşviki. Batılı normlarının ve yaşam tarzının bölge insanının gündelik yaşamına nüfuz etmesinin sağlanması. 

- Orta Doğu’da Stratejik Dönüşüm: Batı’nın “tehdit” olarak kabul ettiği ve öne sürdüğü (terörizm, kitle imha silahları vb.) odakların yok edilmesi, bölgenin 
Batılı güvenlik norm ve konseptlerine uygun hâle getirilmesidir. 

ABD yetkililerin bu projeyi tanımlaması ise belirtilen amaçlarla örtüşmekle beraber 1995 tarihli “ABD Ulusal Stratejik İncelemeler Enstitüsü”nün bir raporuna göre daha değişiktir: 

- Enerji kaynaklarına sahip olan bölgelerin kontrolü, 
- Enerji ulaşım yollarının kontrol ve denetimi, 
- Asimetrik tehdidi oluşturan terörist eylemlerin önlenmesi, 
- Kökten dinci İslam zeminine ılımlı İslam’ın oturtulması, 
- ABD ulusal çıkarlarının Orta Doğu’da korunması, 
- Bölgede bölgesel güç konumuna erişmiş devletlerin bu etkinliğinin azaltılması,    askerî güçlerinin küçültülmesi ve bu güçlerden ABD çıkarlarına uygun şekilde istifade edilmesi, 
- Terörist eylemlerde kullanılabilecek olan kitle imha silahlarının yok edilmesi, 
- Mali ve ekonomik yardım suretiyle bölgede ABD nüfuzunun yaygınlaştırılması, 
- Batı karşıtlığına yol açan anlaşmazlıkların ortadan kaldırılması. 


E. Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye 

Büyük Orta Doğu ve genişlemiş Avrupa coğrafyaları, ilgi ve etki alanları açısından birbirlerini etkilemektedirler. Akdeniz, Türkiye, Kafkaslar ve Orta Asya Türk dünyası coğrafyaları bu iki büyük gücün coğrafi açıdan kırılma noktalarını oluşturmaktadırlar. Türkiye, coğrafi konumu itibarı ile Büyük Orta Doğu'nun merkezinde yer almaktadır. 

BOP coğrafyasının büyük kısmı, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan ve yukarıda belirtildiği özelliklere sahip istikrarsızlıkların hâkim olduğu bir alandır. Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya gibi dünyanın en sorunlu bölgelerinin arasında bir istikrar adası durumunda olan tek ülke Türkiye’dir. Türkiye, bir yandan tarihsel kültürel nedenlerle Orta Doğu’daki çıkarlarını korumakta, öte yandan da Atatürk’ün “Yurtta Barış Cihanda Barış” ilkesini izleyerek Batı ile Doğu arasında köprü işlevini sürdürmektedir. 

BOP uygulamalarının arka planında küreselleşme politikalarının yürütüldüğü “Yeni Dünya Düzeni” bulunmaktadır. Dünya egemenliği için araç olarak kullanılan küreselleşme süreci, “küresel terörizm” olgusu, geleceğin stratejik kaynakları ve bu kapsamda petrol başta olmak üzere enerjinin kontrolü süreci burada bulunmaktadır. Soğuk savaş öncesi ve sonrası uygulanan stratejileri birbiriyle ilişkilendiriliğinde, “Yeni Dünya Düzeni” ile sonuçlandırılmak istenen küresel resim ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, 11 Eylül küresel “terör” olayının ve sonrasında Afganistan’ın ve Irak’ın işgalinin birbiriyle bağlantılı bir süreç olduğu anlaşılmaktadır. 

Türkiye’nin Atatürk’ten bu yana kazandığı 83 yıllık Cumhuriyet mirasının reddi söz konusu edilmektedir. Ülke içten çökertilmeye çalışılarak yozlaştırılmakta, IMF aracılığıyla 325 milyar dolar civarındaki borcu ile borç sarmalına sokulmakta, Avrupa Birliği hedefinin istismar edilmesiyle yaklaşık yarım yüzyıl daha sürecek bir macera içinde dönüştürülmek istenmektedir. Bunun için Türkiye’nin üniter ulus devlet yapısı, ulusal gücü zayıflatılmaya çalışılmaktadır. 

Türkiye Cumhuriyeti, stratejik bir biçimde, AB içinde içsellileştirilerek asimile edilme tehlikesi yaşarken Irak’ın kuzeyinde de harekete ulusçu bir 
yön verilmektedir. 

Dünya piyasalarının önde gelen spekülatörü Soros, Türk Ordusu konusundaki açıklamasında, aslında kendi fikrini olduğu kadar söz konusu güçlerin düşüncesi ni de “En iyi ihraç malınız Ordu” mesajıyla iletmiştir. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri doğal olarak böyle bir stratejiye geçit vermemektedir. İçeride ve dışarıdaki güçlerin destekçileri, karşılarındaki en önemli engelin de bu olduğunu görmektedirler. Bu nedenle bunların önemli hedeflerinden birisi de Türk Silahlı Kuvvetleridir. 

BOP içinde uygarlıkların buluştuğu bir ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’nin stratejik önemi, Soğuk Savaş döneminde bir kez daha gündeme gelmiştir. 11 Eylül’den sonra Türkleri gerçekten isteyip istemediğini tam olarak ortaya koyamayan; ancak Türkiye’ye jeostratejik açıdan ihtiyaç duyan AB, Türkiye’nin hassasiyet taşıyan iç sorunlarının derinleşmesi pahasına Türkiye’nin AB’ye girme sürecini manipüle etmeyi sürdürmeye devam etmektedir. Türkiye, bu kritik döneme borçlanmış, sıkıştırılan ve önemli sorunları olan bir ülke olarak girmiş bulunmakta dır. 

Bütün bu gelişmelerin ortasında ve tehditlerin odağında olan Türkiye üzerinde, bazı medya kuruluşlarının da yardımıyla yoğun olarak dezenformasyona dayanan bir bilgi savaşı cereyan etmektedir. 

Ülke ayrılıkçı etnik “terörizmin” ve irticai hareketlerin hedefi hâline getirilmeye ve ülkede laik-antilaik kutuplaşması yaratılmaya çalışılmaktadır. 

Ayrışma olarak nitelenen bu tür eylemler ile tüm süreçler, kısır döngüye itilmektedir. Kısır döngü içine sürüklenen devlet giderek enerji yitirmektedir. 
Devletin tüm kurumları, yasama, yürütme ve yargı süreçleri etki altına alınarak Türkiye “Sevr”e benzer bir ortama sürüklenmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, gelenekselleşmiş yapısı nedeniyle çoğu zaman kararsız bir durumda kalmaktadır. Halkın büyük bir bölümü AB propagandalarıyla yanıltılmaktadır. 

Küresel jeopolitik değişimler, algılama sınırlarını zorlayacak bir hızla sürmektedir. Türkiye klasik “müttefiki” durumundaki Amerika Birleşik 
Devletleri ve son zamanlarda ilişkilerini geliştirdiği İsrail ile geleneksel bağlantısını zaman zaman sorunlu da olsa hâlâ korumaktadır. 

Ancak bölgesel gerçeklere dayanan “Güneydoğu Sorunu” nedeniyle stratejisini uzun süre uyguladığı “Bekle Gör”den, proaktif girişimlere çevirmekte olan  Türkiye, kaynakları ve askerî gücü ile Batılı devletler tarafından tecrit edilmek istenen bir hedef durumunda bulunmaktadır. 

Günümüzde AB’nin, Türkiye’yi parçalayarak içine almak istediğini öne sürenler ve bunun karşısında olan düşünceler bulunmaktadır. AB’nin, bir yaklaşıma göre de İsrail’in güvenliği için misyonu olan Türkiye, ABD’nin çıkarları açısından ihtiyaç duyuldukça yararlanılacak bir ülke durumundadır. 

Kıbrıs, Ege Sorunu ve nihayet Güneydoğu sorunlarıyla çevrelenmiş olan Türkiye’nin, kendi yaşamsal çıkar alanlarına uzanması engellenmekte, 
Türkiye, içten ve dıştan kuşatılmaya çalışılmaktadır. Türkiye için federatif düzenlemeler düşlenmekte ve AB platformlarından dile getirilmektedir. 

Bütün bunlar ile Türkiye’nin tarihî refleks göstermemesi için yıllarca gerekli önlemler alınmaya çalışılmış, ülke içerisindeki uzantılarla, kısır döngü 
içerisinde enerji kaybetmesi sağlanmıştır. Kimi zaman sağ-sol, kimi zaman bölücü, kimi zaman irtica sorunu ek olarak tesis edilen kültürel, sosyal, 
siyasal ve ekonomik bunalımlar ile kısır döngülerin içine sokulan Türkiye’nin, çağdaş uygarlık yolunda ilerlemesine engel olunmak istenmektedir. 

Türkiye BOP kapsamında, Bilgi Harbi’nin, dolayısıyla da içinde ekonomik ve psikolojik harbin yer aldığı postmodern bir Haçlı Seferi’nin odağında ve 1815 Viyana Kongresi’nden bu yana resmen seslendirilen “ Şark Meselesi”nin hedefinde bulunmaktadır. Türkiye manipüle edilerek tüketilmeye ve dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Türkiye, içeriden ve dışarıdan, her yönden ve türlü yöntemler kullanılarak kuşatılmaktadır. 


Soğuk Savaş’ın hemen ertesinde, Avrasya’da, konjonktürün sunduğu fırsat ortamı, sığ zihniyet yüzünden 1990’lı yılların da heba edilmesine yol açmıştır. Türk Cumhuriyetler ile yakın ilişki stratejisi iyi belirlenememiştir. Reel politik sınırlar iyi çizilememiş, iç politikada konuyla ilgili ortak bir vizyon 
oluşturulamamıştır. 

Türkiye Cumhuriyeti için jeopolitik durum gereği, ivedi çözüm bulunması gerektiren sorunlar katlanarak artmaktadır. Bu sorunların ancak bölgesinde güçlü, devleti milleti bütünleşmiş bir ülkeyle üstesinden gelinmesi mümkün olduğu değerlendirilmektedir. 

ABD, bölgenin etnik ve dinsel farklılıklara göre haritasını yenilemektedir. Bölgenin haritası değiştirilirken Türkiye açısından da önemli olan etnik gruplara verilmek istenen “kendi yazgısını belirleme hakkı” bölgeyi kanlı çalışmalara ve kaos ortamına sürükleyebilecektir. 

F. Sonuç ve Değerlendirme 

Katılımcı ülkeler açısından Büyük Orta Doğu Projesi'nin gerçekleşmesi durumunda; yaklaşık 15 milyon km2'lik geniş bir coğrafya üzerinde 25 ülke, 393 milyon nüfus ve 886 milyon dolarlık bir potansiyel güç müşterek bir jeopolitik oluşum meydana getirebilecektir. Dolayısıyla böyle bir oluşum; terör kaynaklı tehdit başta olmak üzere bölgeyi güvenli bir boyuta taşıyabilecek, totaliter rejimler izole edilerek modern yönetim uygulamalarına imkân ve zemin hazırlanabilecek, bölgenin doğal imkânları global sermayenin hizmetine sunulabilecektir. 

Washington yönetiminin ortaya atmış olduğu "Büyük Orta Doğu Vizyonu", ABD'nin Orta Doğu’da kapsamlı bir değişim ve dönüşüm sürecini başlattığına işaret etmektedir. Proje ile ilgili tüm olumsuz spekülasyonlara rağmen ABD bu proje kapsamında önümüzdeki dönemde bölgede ekonomik, siyasi, askerî, sosyal ve kültürel alanda atılmış olan adımların devam edeceği ortaya çıkmaktadır. Sonuçlarını şimdiden kestirmek zor olsa da atılan adımlar neticesinde bölgede ciddi değişimlerin devam edeceği değerlendirilmektedir. Ancak bu adımlarda başarı şansını da kestirmenin zor oluşu ve başarısızlığın daha yüksek gibi gözükmesi bölgede yeni kargaşaların ve sorunların ortaya çıkmasına neden olacaktır. 

Bu proje ile: 

- Cebelitarık'tan Süveyş ve Hazar stratejik eksenlerine kadar uzanan Orta Doğu coğrafyası, Okyanus ötesi bir güç olan ve İngiltere ile hareket eden ABD'nin her bakımdan kontrolü altına girecek ve Kenar Kuşağı güneyden tamamlayan bu coğrafyadaki Anglosakson etkinliği daha da güçlenecektir. 

- Yalnız coğrafi alanla sınırlı olmayan bu proje, bölge devletlerinin jeopolitik bütünleşmesi, stratejik ve jeostratejik yönüyle de süper gücün ağırlıklı olarak etki ve ilgi alanına gireceğinden; özellikle Avrasya coğrafyasında mevcut veya oluşmakta olan diğer güç merkezleri için jeopolitik ve jeostratejik tecrit sonucunu doğuracaktır. 

- Bu boyutta oluşacak jeopolitik ve jeostratejik tecrit, hem Avrupa Birliği ve hem de tekrar süper güç olmak yönünde yeni bir jeopolitik görüşe sahip olan Rusya Federasyonu kadar Şanghay İş Birliği Teşkilatı ve özellikle de bu oluşum içinde yer almak arzusunda olmayan ulus devletler ve millî politikaları esas alan ülkeler üzerinde etkili olacaktır. 

Bu projenin hayata geçirilmesi ile bir taraftan Süper Güç durumunda olan ABD'nin kendisi için potansiyel tehdit olma riski gösteren mahalli, bölgesel ve genel mahiyetteki oluşumlara karşı durumu güçlenirken diğer taraftan Akdeniz, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya coğrafyası üzerindeki etkinliği artarak devam edecektir. 

Bir başka boyutuyla, giderek Avrupa'daki varlığı ve etkinliği sıkıntıya düşen ABD ve İngiltere'nin bu proje ile ortaya çıkan sıkıntıları da bertaraf edilebilecektir. Diğer önemli bir husus da Büyük Orta Doğu Projesi ile Atlas Okyanusu, Büyük Okyanus ve Hint Okyanusu’nda faaliyet gösteren ve hava gücü ile bütünleşen Anglosakson deniz gücünün, özellikle Süveyş ve Basra stratejik mihverlerindeki varlığı ve etkinliğiyle daha güvenli bir boyutta entegre edilebilme avantajı sağlanmış olacaktır. 

Bu projenin: 

- Petrol rezervleri azalan ABD’nin küresel üstünlüğünün, Avrasya, özellikle Orta Doğu Enerji Kaynakları’nın, kontrolüne bağlı olduğu, 
- Petrol ve doğal gaz rezervlerinin XXI. yüzyılın ilk yarısında en önemli enerji kaynaklarını oluşturacağı, 
- Kuzey Afrika ve Orta Doğu bölgesinin küresel enerji tüketimini karşılayan en önemli coğrafi bölge olacağı, 
- “Büyük Orta Doğu Projesi”nin aslında bölgenin sahip olduğu enerji kaynaklarını ve ulaştırma hatlarını kontrol amacı ile geliştirilmiş bir proje olduğu, 
- ABD’nin Orta Doğu enerji kaynaklarını kontrol girişimlerinin çatışmaların asıl nedenini oluşturacağı, ABD’nin, küresel terörü bu amaçla bahane olarak kullanacağı, 
- ABD’nin küresel terörü tahrik ederken durumun kanlı bir “Medeniyetler Çatışması”na dönüşebileceği, 
- ABD’nin Büyük Orta Doğu’daki muhtemel hedeflerini tahmin edebilmek için hangi ülkelerde önemli enerji rezervi olduğunun ve hangi coğrafi bölgelerin enerji  ulaştırma hatlarını denetlediğinin araştırılmasının yeterli olabileceği, 
- ABD’nin hedeflerini ele geçirmesi için yeterli askerî gücünün ve gerçekçi bir stratejisinin olmadığının Afganistan ve Irak’ta kanıtlandığı; bu gerçeğin mücadeleyi bugün geldiği nokta dikkate alındığında küresel bir kaosa dönüştürebileceği değerlendirilmektedir. 

Projenin geldiği bugünkü noktada bölgede neden olduğu değişimler şunlardır: 

- Küreselleşen kapitalizm, AB örneğinde olduğu gibi bloklaşırken, Orta Doğu’nun feodal yapısını siyasallaştırarak parçalamakta, böylece ulus devletlerin millî kalkınma stratejilerini, ulusal varlıklarını, askerî yapılarını imha etmektedir. 
- Feodalleşen Orta Doğu coğrafyası, Irak’ın kuzeyindeki oluşumlar örneği, bölgenin küresel kapitalizme entegrasyonunu hızlandırmakta; ancak 
söz konusu entegrasyon, Orta Doğu ülkelerinin periferileştirilmesini sağlamaktadır. Açık pazar hâline gelen bölgede, küreselleşen kapitalizm, 
ulus devleti engel olarak görmekte, parçalanma sürecini tetiklemektedir. 

Türkiye Cumhuriyeti açısından sonuçlar ve yapılması gerekenlerle alınması uygun olacağı değerlendirilen tedbirler aşağıya çıkarılmıştır: 

- Uluslararası sistem, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük stratejik dönüşümle karşı karşıya bulunmaktadır. Böyle dönemlerde, uluslararası ilişkilerde ağırlığı zaten sınırlı olan hukuk/adalet kavramının etkisi iyice azalır; güç tek belirleyici etken hâline gelir. Dolayısıyla son dönemdeki BM zemininin iyice yıpranmış olmasına ve ABD’nin kaba gücünü ortaya çıkaracak şekilde uygulamalar yapmasını yadırgamamak gerekmektedir. Tehlikeleri fırsatlara dönüştürebilmesi için Türkiye’nin uluslararası sistem içindeki manevra alanını olabildiğince genişletmesi gerekmektedir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Atatürk döneminde uygulanan denge politikasını, abartılı, hatta biraz da maksatlı bir korku psikozuna girerek terk eden ve kaderini kayıtsız şartsız Batı’ya bağlayan Türkiye, gücünü sisteme yansıtabilmesine olanak sağlayacak adımlar 
atmalıdır. 

- Türkiye bir yandan Şanghay İş Birliği Örgütünün baş aktörleri olan Rusya ve Çin’le, bir yandan da AB’nin baş aktörleri olan Almanya ve Fransa ile ulusal çıkarlarımızı ön plana alan, dengeli ve ölçülü ilişkilere dayalı gerçekçi bir siyasi iş birliği zemini oluşturulmalıdır. Kuşkusuz bu ülkelerle siyasi ilişkilerin geliştirilmesi ABD’nin dışlanacağı anlamına gelmemelidir. Fakat bu ülkenin, Yahudi, Rum ve Ermeni lobilerini kullanarak Türkiye’nin ulusal çıkarlarını göz ardı eden politikalar üretip uygulaması karşısında sessiz ve tepkisiz kalınmamalıdır. Türkiye’nin Almanya ve Fransa ile gerçekçi bir iş birliği zemini oluşturması AB ile olan ilişkilerimizin de mevcut sağlıksız içeriğinden sıyrılmasını ve yıllardır süregiden onur kırıcı perspektifinin yerini, onurlu bir iş birliği perspektifinin almasını sağlayabilecektir. Böylece, Türkiye “demokratik leşme” kurgusuna dayalı ödünler vermekten kurtulacak; yıllardır verdiği ulusal çıkarlarıyla bağdaşmayan ödünlerden bir kısmını geri alabilecektir. 

- ABD’nin BOP çerçevesinde Türkiye’ye biçtiği “cephe ülkesi” rolü, hem Avrupa hem Rusya, hem de bölge ülkelerinin gözünde Türkiye’yi, ABD’nin global çıkarlarını dayatmak için kullandığı bir araç konumuna getirecek ve tüm Avrasya bölgesinin tepkisine yol açacaktır. Türkiye, bulunduğu coğrafyada kendisine tavır alınması sonucunu doğuracak böylesine tehlikeli bir rolü asla kabullen memelidir. 

- Türkiye’nin; ekonomik sorunlarını köklü çözümler uygulayarak aşması; yaşanan dönüşüm sürecini gerektiği gibi izleyip değerlendirebilen, 
bilgi birikimine sahip insanları bir araya getiren bir beyin takımı oluşturması; içeride siyasal, ideolojik etnik, dinsel çatışmalara kesinlikle meydan 
vermemesi gerekmektedir. 

- Ulus devletimizi parçalamaya yönelik tuzaklara karşı uyanık olunmalı, ulusal birlik ve bütünlüğe yapılan vurgu artırılmalıdır. Bu bağlamda, Türkiye’de son 60 yılda uygulanan liberal politikaların bu amaçları gerçekleştirmekte ve ne ölçüde yeterli olduğu sorgulanmalıdır. 
- Yakın tarihimizde, aynı zamanda devletimizin kurucusu olan Mustafa Kemal ATATÜRK gibi bir büyük strateji dehasının ne yaptığına bakmamız, 
Türkiye’nin bugün ne yapması gerektiğini anlamamıza yeterli olacaktır. 

DİPNOTLAR;

1 Sabah Gazetesi; 29 Şubat 2004, s. 22. 
2 Immanuel Walersteın; 21. Yüzyılda Siyaset, Aram Yayıncılık, Çev. T. DOĞAN-E. ABDOĞLU (İstanbul, Mart 2004 ),s. 102. )
3 Zbigniew Brezinski; The Grand Chessboard, New York: Harper Collins Publisers, 1997, s. 72. 
4 Dr. Sait Yılmaz; 21. Yüzyılda Güvenlik ve İstihbarat, Alfa Yayınları, İstanbul 2006, s. 327. 
5 Abdullah Şahin; Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye, Truva Yayınları, İstanbul, 2004, s. 38-42. 
6 Wynne Godley, Alex Izurieta, Gennaro Zezza; ''Why net exports must now be the motor for U.S. growth'' , Cambridge Endowment for Research in 
   Finance - Levy Economics Institute – Bard College, Temmuz 2004. 
7 Ergin Yıldızoğlu; “Hurmalar ve Dr. Faustus Üzerine”, Cumhuriyet, 21 Şubat 2005, s. 13. 
8 Irina Zvyagelskaya; What Strategy for the Greater Middle East?” (A Russian Perspective. 
9 Dr. Kur. Kd. Alb. (E) Veli Küçük; Jeo-astrol Politikalar s. 120. 
10 Turkish Military Representive (TMR); s. 22. 

Kaynaklar ;

AKAR, Atilla; Büyük Orta Doğu Kuşatması, Timaş Yay., 2. Baskı, Ekim 2004. 
ARI, Tayyar; Uluslararası İlişkiler Teorileri-Çatışma, Hegemonya, İş birliği”, 1. Basım, Alfa Basım Yayın Dağıtım Ltd. Şirketi, İstanbul 2002. 
BREZINSKI, Zbigniew; The Grand Chessboard, New York: Harper Collins Publisers, 1997. 
BUSH, W. George; State of the Union, January 28, 2003 www.whitehouse.gov/news/releases/2003/01/20030128-19.html. 
Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye Çalışması, Harp Akademileri K.lığı, 2003. 
CSIS Orta Doğu Programı; www, csis.org/mideeast/online.html, 25 Ekim 2005. 
“Cumhuriyet Strateji”; İ.Yaşar HACISALİHOĞLU, BOP Avrupa, Rusya, Çin ve Hindistan’ın Yaşam Alanını Daraltıyor, ABD’nin Kalıcı Egemenlik Arayışı, 08 Kasım 2004. 
DOĞANAY, Şenol; “Çatışmanın Arka Planı”, 2003 Der., Ekim 2001. 
Dünya Enerji Kaynakları ve Politikaları; “Ağırlık Merkezi” Ders Notları, Hazırlayan; İsth. Alb. M. A. İKBAL, TSK İsth.Ok. Stratejik İsth.Ok. K.lığı 2005. 
EVCİOĞLU, Kemal; Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyük Orta Doğu Projesi, Umay Yay., Eylül 2005. 
GÜREL, Şükrü Sina; “Orta Doğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri”, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1979. 
GÜRSES, Emin; “ABD Dış Politikasında Realizm ve İdealizm”, Jeopolitik Dergisi, Sayı 7, Yaz 2003. 
HAN, Ahmet K.; “Tarafsızı Olmayan Savaş Yeni Muhafazakar Komplo ve Bush Doktrini”, Kartalın Kanat Sesleri-ABD Dış Politikasında Yeni 
Yönelimler ve Dünya, Der. Toktamış ATEŞ, 1. Baskı, Ankara: Ocak 2004. 
KAYNAK, Mahir; “Amerika; 11 Eylül, Afganistan, Irak”, 1. Basım, İstanbul, İlk Yayınları, Ekim 2003. 
KISSENGER, Henry; Diplomasi, Ankara, Tür.İş Bankası Kültür Yay., 2002. 
MAHALLİ, H.; Yeni Şafak, 11 Ağustos 2004. 
NYE, Joseph; The Paradox of American Power, Newyork: Oxford University Press, 2002. 
Metin; Osman ÖZTÜRK, “11 Eylül Sonrasında Orta Doğu ve Irak”, Jeopolitik. 
ŞAHİN, Abdullah; Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye, Truva Yay. 2004. 
ŞİMŞEK, Ayhan; “ABD’nin Yeni Küresel Savunma Stratejisi”, Cumhuriyet Strateji, Temmuz 2004. 
ULUĞBAY, Hikmet; “21 nci Yüzyılın Petropolitiği ve Türkiye”, Cumhuriyet Strateji, 19 Temmuz 2004. 
YILMAZ, Veli; Kur. Kd. Alb.(E), Jeo-Astral Politikalar, Harp Akademileri Basımevi, 2005. 
YILDIZ, Y. Gökalp; Akşam, 26 Mayıs 2004 Perşembe. 
Z. DOĞANAY, Fikret ATUN; “Orta Doğu’nun Jeopolitik ve Jeostratejik Yönden İncelenmesi”, Ankara-1994. 

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDEN GÜNÜMÜZE ORTA DOĞU’DAKİ GELİŞMELER ( BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİ ) BÖLÜM 1


SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDEN GÜNÜMÜZE ORTA DOĞU’DAKİ GELİŞMELER (BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİ)., BÖLÜM 1 



SUNUŞ 
ON BİRİNCİ ASKERî TARİH SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ II
( SUNULMAYAN BİLDİRİLER )
Genelkurmay ATASE Başkanlığı tarafından düzenlenen ‘’XVIII. Yüzyıldan Günümüze Orta Doğu’daki Gelişmelerin Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri’’ konulu On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu 04 - 06 Nisan 2007 tarihleri arasında İstanbul’da yapılmıştır. 

On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’na üniversitelerin değerli öğretim üyeleri ile Silahlı Kuvvetlerde muvazzaf ve emekli personel katılmış, salonda iki gün süreyle 20 adet bildiri sunulmuştur. 

Bugün Orta Doğu’da meydana gelen kültürel, toplumsal, siyasi, askerî ve iktisadi her sorun, jeopolitik konumundan dolayı Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Tüm bu gelişmelerin ve Türkiye’ye olan etkilerinin kavranabilmesi açısından Birinci Dünya Savaşı öncesinden XXI. yüzyıl başlarına kadar Orta Doğu‘daki siyasi, askerî, ekonomik ve toplumsal gelişmeler ve Orta Doğu’ya yönelik politikalar tarihsel süreç içerisinde yeniden ele alınmıştır. Sempozyumda yer alan bildiriler konuları itibarıyla önemli bir boşluğu doldurmaktadır. 

Eser, On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’nda zaman yetersizliği nedeniyle sunulamayan 16 bildiriden oluşmaktadır. Bu bildiriler, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Türk Askerî Tarih Komisyonu (TATK) Genel Sekreterliğince düzenlenerek yayıma hazırlanmıştır. 

Ziya GÜLER 
Hava Korgeneral 
ATASE ve Dent. Başkanı 


SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDEN GÜNÜMÜZE ORTA DOĞU’DAKİ GELİŞMELER (BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİ) 

İstihbarat Albay Tahir CEYHAN
* 5’inci Kolordu İstihbarat ve İKK Şube Müdürlüğü, Çorlu / Tekirdağ. 

Giriş 

Dünyanın süper gücü olma yönündeki politikasının ağırlık merkezini Deniz Hâkimiyet Teorisi üzerine bina eden Amerika Birleşik Devletleri (ABD), bu jeopolitik uygulamasını güçlendirmek ve özellikle Kenar Kuşak üzerindeki etkinliğini artırarak Avrasya üzerinde meydana gelecek karşı oluşumları, 
Boğazlar ve Deltalar stratejik ekseni ile onun çevreleyen geniş coğrafya üzerinde kontrol edecek Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) adı altında Orta 
Doğu coğrafyasına yeni bir jeopolitik boyut getirmeye çalışmaktadır. 

BOP ana hatlarıyla dünden bugüne gitgide şekillenen bir projedir. Proje, 1991’de Sovyet sisteminin yıkılışıyla Sovyet nüfuz alanında boşalan yerleri ve ortaya çıkan dengesizlikleri yeniden tanımlamak ve bu kapsamda bir strateji geliştirmek için doğmuştur. Proje 1995 tarihli ABD Ulusal Stratejik İncelemeler Enstitüsü ve Ulusal Savunma Enstitüsü tarafından çıkarılan “National Force Quarterly” dergisinin sonbahar sayısında “The Great Middle East” başlıklı yazıda formüle edilmiştir. 

Büyük Orta Doğu Projesi, ilk kez Ekim 2003’te ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Marc Grosman tarafından, daha sonra 2004 başlangıcında Davos’ta, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheny tarafından dile getirilmiştir. Bilahare, ''Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Orta Doğu Girişimi'' adıyla sunulan BOP'a ilişkin ilk somut bilgiler, Londra merkezli Arapça yayın yapan El Hayat gazetesinin 13 Şubat 2004 tarihli sayısında yer almıştır. 

İslam coğrafyasının petrol kaynakları ile çakışan niteliği ve Orta Asya'nın Çin ile olan komşuluğu, küresel teröre karşı girişilen savaşta, ABD’nin Yeni Dünya Düzeni açısından yakın sorunlar olarak gördüğü tehlikelere karşı ivedi önlemler almasını kolaylaştırmıştır. 

Değişen dünya düzeni bağlamında, ortaya çıkacak olan petrol krizi ve Çin'in küresel gücü ile başa çıkabilecek önlemler, küresel teröre karşı alınacak önlemlerle uyum içinde görünmektedir. İşte BOP'un tam adına dikkatimizi yönelttiğimizde bu stratejinin uygulanacağı coğrafyanın ve eylemin açıkça tanımlandığı görülmektedir: Proje tam adı ile "Geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Ortak bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık" olarak anılmaktadır. 

"Geniş Orta Doğu"dan kastedilen coğrafya, Orta Asya'dır. Buna Kuzey Afrika da eklendiği anda, ABD’nin dünyaya hangi alanlarda müdahale edeceği ortaya çıkmaktadır. "Ortak bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık" ifadesi ise bu bölgedeki uzun erimli amacı yeterince açıklamaktadır. 

A. Büyük Orta Doğu Coğrafyası 

Tarih boyunca, dünyanın çeşitli bölgeleri, devletlerin ve medeniyetlerin ilgi odağı hâline gelmiş, uzun süren savaşlara sebep olmuş, kısacası paylaşılamaz bölgeler olarak tarihe geçmişlerdir. Örneğin bilinen ilk medeniyetler, Mezopotamya’da (Fırat ve Dicle arasındaki verimli topraklarda) kurulmuştur. Coğrafi keşifler sonucu, Batılı devletlerin, dünyanın bilinmeyen yüzüyle tanışmaları, üzerlerinde yüzyıllar süren Osmanlı hâkimiyetinin son bulmasına sebep olmuştur. 

Günümüzde ise Orta Doğu, yüzlerce yan ürünüyle sanayileşme ve makineleşme sürecinin vazgeçilmez ham maddesi olan petrolü topraklarında barındıran nadir bölgelerden birisi olması nedeniyle gündemdeki sıcaklığını daima muhafaza etmektedir. 

Orta Doğu terimi, İkinci Dünya Savaşı öncesinde İngiltere tarafından yeniden adlandırılmış ve Mısır'da konuşlu bulunan İngiliz Komutanlığının sorumluluğuna verilen bölge, Orta Doğu adıyla anılmaya başlanmıştır. Bahse konu İngiliz Komutanlığının sorumluluk bölgesine; Libya, Sudan, Mısır, İsrail, Ürdün, Suriye, Irak, Arabistan ve günümüz Körfez ülkeleri ile Türkiye ve İran dâhil edilmiştir. Ayrıca, Kuzey Afrika'da Cezayir ve Fas ile Asya'da da Afganistan ve Pakistan coğrafyaları Mısır'da konuşlu olan bu İngiliz Komutanlığının sorumluluk alanı kapsamında olarak kabul edilmiştir. Günümüzde ise ABD ve Bush yönetimi tarafından ortaya atılan Büyük Orta Doğu Projesi ile ilgili coğrafyaya; Orta Asya ülkeleri de dâhil edilerek bu projenin kapsamına giren bölgenin sorumluluğu ABD Merkezi Kuvvetler Komutanlığına verilmiştir.1 

Öngörülen Büyük Orta Doğu Projesi ile ilgili coğrafya; batıda, Cebelitarık Boğazı; doğuda, İndus Nehri; güneyde, Büyük Sahra Çölü; kuzeyde, Akdeniz ile Anadolu Yaylası, Kafkaslar, Amu Derya Nehri ve Pamir yükseltisine kadar olan geniş bir alanı içine almaktadır. Projeye dâhil olan ülkeler başlıca beş gruptan oluşmaktadır: 

Kuzey Afrika Grubu: Fas, Cezayir, Tunus, Mısır, Libya (Projede varlığı henüz teyit edilmemiştir). 

Akdeniz Ülkeleri: Türkiye, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Filistin (Arap-İsrail anlaşmazlığının iki devlet şeklinde çözümünü öngörmektedir). 

Kafkas Ülkeleri: Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan. 

Körfez Ülkeleri: Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt, Umman, Yemen. 

Asya Ülkeleri: İran, Irak, Afganistan, Pakistan, Bangladeş (Projede varlığı henüz teyit edilmemiştir). 

Dolayısıyla Büyük Orta Doğu Projesine Arap dünyasından 22 ülke ile Türkiye, İran, Afganistan , Pakistan ve İsrail dâhil olmaktadır. Kesin sınırları 
tartışmalı olan bölgede 650 milyon insan yaşamakta, bölge 12 milyon km2’lik bir alanı kapsamaktadır. 

B. Orta Doğu Bölgesinin Önemi ve Özellikleri 

1. Bölgenin Önemi ve Özellikleri 

Orta Doğu bölgesi, dünyanın henüz tam anlamıyla paylaşılamamış ancak dünyadaki ekonomik zenginliğin en büyük kaynağı olan bölümünü içinde bulundurmaktadır. Büyük Orta Doğu, soğuk savaş döneminde süper güçlerin ciddi çatışmalarının yaşandığı ve bu nedenle düzenin tam olarak oturtulamadığı dünyadaki tek ve en geniş kuşak olarak varlığını devam ettirmektedir. Jeopolitik çalışmaların bu bölgeyi kontrol edenin dünyayı kontrol edeceğini gösteriyor olması bölgeyi önemli kılmakta ve bölgenin önemini göstermektedir. 

Bölgenin sergilediği genel tablo; yoksulluk, geri kalmışlık, olmayan bir büyüme hızı, hızlı nüfus artışı, göç, antidemokratik yönetimler, teröre kaynaklık etme, anlaşmazlık ve çatışmalardır. 

Bölgenin siyasi yapılanmasına ve 1991'den sonra yaşanan değişimleri etkileyen sorunlar aşağıya çıkarılmıştır: 

- Rusya Federasyonu'nun Sovyetler Birliği’nden sonra da devam eden siyasal etkisi, 
- Çizilen yapay sınırlar, 
- Etnik yapılanma ve bunun sebep olduğu sorunlar, 
- Bölgede Radikal İslam'ın artan etkisi, 
- Bölgede etkisini artarak hissettiren milliyetçilik ve mezhepçilik, 
- Demokratik yapının oluşturulamaması, 
- Bölge devletleri arasında Kitle İmha Silahlarının (KİS) yaygınlaşması, 
- Batı ülkelerinin güvenliğini üç senedir tehdit etmeye başlayan ve yaklaşık otuz yıldır mevcut olan bölgedeki terör odakları, 
- Azalan su kaynakları üzerinde bölge ülkelerinin rekabeti, 
- Filistin-İsrail Sorunu, 
- Günlük 2 dolara kadar kişi başına düşen gelir seviyesi, 
- Nüfusun yarısının 18 yaşın altında olması, 
- İnsan kaçakçılığı, 
- Uyuşturucu üretim ve ticareti, 
- Okuma – yazma bilmeyenlerinin oranının % 50-70 olması, 
- Hızlı nüfus artışıdır.(ABD'nin yaklaşık 10, Avrupa Birliği (AB)'nin ise 5 katıdır. 

Büyük Orta Doğu coğrafyası, özellikle Orta Doğu bölgesi, henüz Tarım Dönemi aşamasında, aşiret ve mezhep esasına göre örgütlenmiş bir toplumsal yapıya sahiptir. Yani bu bölgeye dışardan demokrasi ithal etmek, mevcut toplumsal ve ekonomik yapı açısından pek olanaklı görünmemektedir. Bu durumda, ilan edilen amaç ne denli yüce ve demokratik görünse de fiilen meydana gelecek durum, ABD’nin bu bölgedeki askerî ve siyasal egemenliği olacaktır. 

AB ile ABD’nin Orta Doğu’ya bakışları ve önerdikleri yöntemler önemli farklılıklar göstermektedir. Avrupalılar öncelikle Arap – İsrail çatışmasının bitmesinden yana tavır göstermektedir ve Orta Doğu’da mevcut statükoyla fazla oynanması taraftarı değillerdir. ABD, Orta Doğu konusunda Batı’nın ortak çıkarları gözlüğünden bakarken AB böyle bir ortak çıkar anlayışına sahip değildir. AB, ABD’nin bölgeye yönelik niyetlerine ve kullandığı zorlayıcı askerî yöntemlere şüphe ile bakmakta ve her fırsatta rahatsızlığını dile getirmektedir. 

2. Bölgenin Jeopolitik Önemini Artıran Bir Unsur Olarak Petrol 

Dünya petrol kaynakları ile ilgili rakamlara bakıldığında, en dikkat çekici bölgenin Orta Doğu olduğu görülmektedir. Orta Doğu'nun kesin rezervleri 93,4 milyar tondur. 2001 yılında bölge ülkeleri 1.075,6 milyon ton petrol üreterek toplam dünya petrol üretimi olan 3.584,9 milyon tonun % 30'unu karşılamışlardır. Orta Doğu ülkeleri, bu üretimlerinin 946,6 milyon tonunu ihraç ederek toplam dünya petrol tüketimi olan 3.510,6 milyon tonun % 30,6'sını temin etmişlerdir. 2001 yılında ABD'nin bölge ülkelerinden ithalatı 138,0 milyon ton olmuş ve petrol tüketiminin % 15,4'ünü bu ülke bu yolla sağlamıştır. 

Körfez bölgesi petrolleri başlıca ABD, Avrupa ve Pasifik Asya’ya ihraç edilmekte dir. 2003’te Pasifik Asya’ya 7,90 milyon varil/gün, Avrupa’ya 2,61 milyon varil/gün ve ABD’ye 2,61 milyon varil/gün petrol ihraç edilmiştir. Körfez petrolleri ABD, Avrupa ve Pasifik Asya’ya başlıca birçok petrol boru hattı kullanılarak petrol tankerleri ile taşınmaktadır. İran, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Suudi Arabistan ile Irak petrollerinin bir kısmı direkt 
olarak körfezden tankerlerle taşınmaktadır. Irak’ın petrolleri körfezden 3 ayrı tanker istasyonu yanında beş farklı petrol boru hattı (Kerkük – Yumurtalık, 
Irak – Suriye, IPSA boru hattı, Musul – Hayfa, stratejik boru hattı) ile taşınmış ve/veya taşınmaktadır (Küçük bir kısım petrol ise kamyonlar ile Türkiye ve Ürdün’e taşınmaktadır.). 

Yakın zamanlarda ABD’de yapılan enerji değerlendirmelerinde; Orta Doğu, Kuzey Afrika ile değerlendirilmektedir. Benzer değerlendirme, “Center For Strategic And International Studies”in Stratejisti Anthony H. Cordesman tarafından da yapılmıştır. Cordesman, 15 Mart 2004 tarihli “Energy 
Development In The Middle East” adlı kitabında, Orta Doğu ile Kuzey Afrika’yı birlikte incelemektedir. Cordesman‘ın kitabında irdelenen 22 Orta 
Doğu ve Kuzey Afrika Ülkesi’nin “Büyük Orta Doğu Projesi”nde adı geçen ülkeler olması şaşırtıcıdır. Anılan yazarın incelemesi; “Büyük Orta Doğu 
Projesi”nin aslında enerji kaynaklarının ve ulaştırma hatlarının kontrolü projesi olduğuna ilişkin düşünceleri teyit eder mahiyettedir. Cordesman 
bölgedeki silahlanmayı, politik gerginlikleri, yaşlı liderleri, istikrarsız rejimleri, gelecekte kimlerin olacağı konusundaki belirsizlikleri, Radikal İslam’ı, 
gelişmedeki ve ekonomik büyümedeki yetersizlikleri, nüfus artışlarını terörizmi ve kitle imha silahlarının yayılmasını enerji güvenliğini tehdit eden 
unsurlar olarak sıralamaktadır. Aynı argümanlar; “Büyük Orta Doğu Projesi” için de kullanılmaktadır. Bu durumda “Büyük Orta Doğu Projesi”nin “bir enerji 
güvenliği”, daha açık bir ifadeyle “bölge enerji kaynaklarını kontrol projesi” olduğu söylenebilir. 




Kaynak: BP Statistical Review of World Energy, June 2002. Rakamlar milyon ton olarak ifade edilmiştir. 

Tabloda sunulan bilgiler çerçevesinde, sadece kesin rezervler dikkate alındığında, Orta Doğu ülkeleri bugünkü üretim düzeylerini yaklaşık 87 yıl 
sürdürebileceklerdir. Ancak dünya ekonomisindeki büyüme eğilimi dikkate alındığında gelecekte petrol tüketiminin artabileceği ve bunun sonucunda da 
bu sürenin kısalacağı düşünülmektedir. 

3. Bölgenin Sosyal ve Kültürel Yapısında Etkin Bir Faktör Olarak Din 

Pek çok bilim adamına göre XXI. yüzyılın yükselen değeri din olacak ve önümüzdeki 20 yılda dinî kimlik daha da öne çıkacaktır. Farklı etnik 
kökenli nüfusa sahip büyük Müslüman ülkeler arasında İranlı Persler, Türkler (Azerbaycan ve Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri dâhil), Mısırlılar ve 
Nijeryalılar vardır. BM’de en az % 86’lık bir Müslüman nüfusa sahip 32 üye ve Müslüman oranı % 66 ile 85 arasında değişen 9 ülke ile toplam 41 
Müslüman ülke vardır. Doğum oranlarının yüksek olması İslam’ı şu anda en hızlı büyüyen din yapmaktadır ve bu nüfus daha da gençleşecektir. 

İslam’ın yaygın olduğu Orta Doğu ve yakın bölgeler, Batı literatüründe genellikle Şarkiyat ve Doğu olarak adlandırılmıştır. Edward Said, Şarkiyatçılığı Batı dünyası tarafından ideolojik nedenlerle ortaya çıkarılmış, etkileri itibarıyla hem yaygın hem de zararlı olan aldatıcı bir kurgu olarak görmüştür.2 Samuel Huntington, Batı ve İslam’ı uzun dönemli çatışma içinde olan iki zıt “uygarlık” olarak görmektedir. 2025 yılına doğru en güçlü iki politik oluşumun İslam ve milliyetçilik olacağı öngörülmektedir. 

İslam dünyası hem siyasi hem dinî olarak birleşik bir yapıda değildir. Siyasi olarak istikrarsız, askerî olarak zayıftır. Laik politik kurumların kırılganlığı, sivil toplumun zayıflığı ve entelektüel kesimin yaratıcılığının bastırılmasından dolayı İslam dünyası yaygın bir durgunluk ile karşı karşıyadır. İslam dünyasının sorunları şu şekilde sıralanabilir:3 

-Sömürge döneminden miras kalan çağdışı yöntemler ve kurumsal yapı eksikliği, 
- Dinî olarak harekete geçirilmiş politik uyanış, dinî politika ile ilişkilendirilmenin ortaya çıkardığı sorunlar, 
- Laik kırılganlık ve yozlaşma, 
- Servetin eşit olmayan dağılımı, yaşam standartları arasındaki farklılıklar, 
- Sosyal mahrumiyetin yayılmasına rağmen iktidar elitlerinin zenginlik peşinde koşması, 
- Şişmiş ve etkin olmayan devlet bürokrasileri, 
- Sivil toplumun yaygın zayıflığı, 
- Okuma yazma oranının düşüklüğü ve eğitimin kalitesizliği, 
- İslami popülizm. 

Batı ise hâlâ İslam’ı anlamaya çalışmakta, her gün yeni bir İslam sentezi ile ortaya çıkmaktadır. İçinde bulunduğumuz süreçte geliştirilen İslam analizleri; Müslüman ülkelerin toplumsal talepleri, özgürlük, insan hakları ve demokrasi lerini Washington ile Londra’nın geliştirdiği yeni İslam dünyası perspektif ine göre yeniden tanımlama amacına yöneliktir.4 

İslam toplumlarında son 45 – 50 yılda yaşanan hızlı nüfus artışı ve sağlıksız kentleşme olguları, insanlarda bir tür yabancılaşma duygusu yaratmış ve onları değerlere sığınmaya zorlamıştır. Yerel hükûmetleri İslamcı uygulamalara yönelten ABD’nin “yeşil kuşak” politikasıyla birleşen bu süreç, giderek İslam’ın siyasallaşarak radikal söylemler üretmesine ve tepkiselliğini eylemlere dönüştürmesine yol açmıştır. BOP’un bir amacı da radikalleşen İslam’ı, liberalizm, serbest piyasa ekonomisi ve liberal demokrasi gibi araçları kullanarak ıslah etmek ve onun kapitalist sisteme entegre olmasını sağlamaktır. “Ilımlı İslam” ya da “light İslam” gibi söylemlerle anlatılmak istenen şey, İslam’ın Batılı anlamdaki liberal demokrasiye uyumlu hâle getirilmesidir. Konunun Türkiye açısından taşıdığı önem, Türkiye’nin bu konuda “örnek” ya da “model” ülke olarak seçildiğinin ifade edilmesidir.5 

C. İki Kutuplu Dünya Düzeni ve Soğuk Savaş Dönemi 

Bölgede yakın geçmişte cereyan eden olaylar kısaca aşağıya çıkarılmıştır: 
- Birinci Dünya Savaşı sonrasında, bölgeye İngiltere hâkim olmuştur. Ancak zamanla bölge ülkeleri bağımsızlıklarını kazanarak üzerlerinde İngiltere’nin fiilî hâkimiyeti devam etse de hukuki olarak herhangi bir bağları kalmamıştır. 
- İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Rusya, Türkiye üzerinden bölgeye gireceğini açıklamıştır. Fakat arkasında ABD ve Avrupa ülkelerinin desteği bulunan Türkiye’nin olumsuz cevabı üzerine, İran üzerinden harekete geçmiştir. Ancak o dönemde Rusya’nın Orta Doğu’da önemli bir etkisinin olduğunun söylenmesi mümkün değildir. 

1952’de Mısır’da Nasır’ın iktidara gelmesiyle Mısır, Anti-Batı Arap kamuoyunun temsilcisi durumuna yükselmiş; 1960’larda ABD bölgede aktif rol oynamaktan vazgeçerek temel amacını müttefiklerine yardım etmek ve daha fazla güç kaybetmemek olarak değiştirmiştir. 1973, Arap Dünyası için iki büyük gelişmeye sahne olmuştur: 

1. Uzun zamandan beri devam etmekte olan Arap-İsrail Savaşı’nda, Arap Orduları ilk kez –sınırlı da olsa- bir başarı kaydetmişlerdir. 

2. Petrol üreten Arap devletleri, büyük devletlere karşı bir petrol ambargosu başlatmış ve bunun sonucunda ABD’yi, Arap-İsrail Savaşı’nda çözüm aramaya itmişlerdir. Bu da İsrail’in Sina Yarımadası’ndan çekilmesi ve Sina’nın Mısır’a iadesi sonucunu doğurmuştur. 

Afganistan’ın Sovyetler Birliği etkisi altına girmesi ve İran’da meydana gelen rejim değişikliği, bölgede ABD’nin tek güvenilir müttefikinin Türkiye olmasına sebep olmuştur. 1970’li ve 1980’li yıllara Mısır ve İsrail kazanımı ile giren ABD, İran ve Afganistan’ın kaybı ile bölgede stratejik bir zayıflamaya gitmiştir. 

İran, Şah Rıza Pehlevi’nin devrilmesinden önce Suudi Arabistan’ın ardından, dünyanın ikinci büyük petrol üreticisi olarak hızlı bir sanayileşme sürecine girmiştir. 1971-1977 arasında 23 milyar dolarlık silah sistemi alarak bölgede etkin güç olma özelliğini sürdürmüş ve tek rakibi olarak gördüğü Irak’taki ayrılıkçı Kürt hareketlerini desteklemiştir. Bu olaylar sonucunda İran- Irak Savaşı patlak vermiş ve gerek Amerika Birleşik Devletleri gerekse Rusya için büyüyen güç İran’ın durdurulması adına bir fırsat doğmuştur. 1982’de Irak’ın savaş gücünün tükenmesine rağmen ABD Irak’ı, teröre destek veren ülkeler listesinden çıkararak bu ülkeye 1,6 milyar dolarlık kredi sağlamış, Rusya da 1980’li yıllarda Irak’a çeşitli mali ve askerî yardımlar yapmıştır. Savaş iki ülkenin de birbirine karşı üstünlük kuramaması ile sonuçlanmış ve avantaj elde eden taraf yine büyük güçler olmuştur. Çünkü Irak’ın galip gelmesi bölgede parlayan yıldızın Irak olmasını sağlayacakken İran’ın kazanması da liderliğini sürdürmesini ve değişen rejimin dünya çapında büyük bir propagandanın yapılmasını sağlayacaktı. Oysa bölgede güçlü bir devletin bulunması, gerek ABD ve Rusya’nın gerekse diğer Batılı devletlerin menfaatlerine ters düşmekteydi. 

1989’da Sovyetler Birliği Afganistan’dan çekilmiş ve Amerika Birleşik Devletleri bölgede yeni bir hareket alanı bulmuştur. Bütün dikkatler Rusya’nın Orta Asya’daki hukuki egemenliğinin sona ermesinden sonra, Hazar ve Orta Asya petrollerine de yoğunlaşmıştır. Böylece petrol ve doğal gazıyla ikinci bir Orta Doğu sayılan Hazar Havzası da gündeme girmeye başlamıştır. 

Orta Doğu’da her dönemde farklı gelişmeler meydana gelirken Türkiye de değişik zamanlarda, değişik Orta Doğu politikaları izleyerek bölgedeki etkinliğini hissettirmeye çalışmıştır. 

1960 ihtilalinden sonra Türkiye, Orta Doğu’daki etkinliğini kaybetmiş ve 1963-1964 Kıbrıs Bunalımı, Türkiye’yi bölgede tamamen yalnız bırakmıştır. Bunun üzerine Türkiye, Arap devletlerini yanına çekmek için Arap yanlısı politikalar izlemeye başlamıştır. 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda İncirlik Üssü’nün kullanılmasına izin vermiş; 1970’lerde Filistin davasını desteklemiş ve İsrail’in 1967’de işgal ettiği yerlerden çekilmesini talep etmiştir. 1974 Fas Zirvesi’nden çıkan karara göre Filistin Kurtuluş Örgütünün, Filistin halkının tek meşru temsilcisi sayılması üzerine Filistin Kurtuluş Örgütü ile saygıya dayalı ilişkiler kurmaya başlamış ve 1979’da Ankara’da bir Filistin Kurtuluş Örgütü Bürosu açılmasına izin vermiştir. Ankara, 1988’de bağımsız Filistin Devleti kurulması kararını ilk kabul eden yerlerden biri olmuş ve 1992’de Filistin Devleti’nin temsilcilik seviyesini İsrail’le eş zamanlı olarak büyükelçilik seviyesine çıkarmıştır. Ayrıca Temmuz 1980’de İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak ederek Birleşik Kudüs’ü başkent ilan etmesine tepki olarak buradaki Türk Konsolosluğunu kapatmış, Tel Aviv’deki temsilcisinin diplomatik düzeyini Aralık 1980’de ikinci kâtip seviyesine indirmiştir. 1956 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonraki yıllarda ise Tel Aviv’de Türk Büyükelçisi bulunmuyordu. Ancak Türkiye’nin bütün bu Arap yanlısı tavırlarına rağmen, başta Kıbrıs’la ilgili olmak üzere birçok konudaki Birleşmiş Milletler oylamalarında, Türkiye’nin aleyhine oy kullanan Arap devleti sayısı oldukça fazlaydı. 

Türkiye son yıllarda, İsrail’le de yakın ilişkiler içine girmiştir. Bu yakınlaşmada tarihî bağın (Osmanlı hâkimiyetindeki Yahudi cemaatleri vs.) yanı sıra ortak müttefik olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin bulunması da önemli bir faktördür. Birçok konuda (askerî alanda, ekonomik alanda ve hatta spor alanında) Türkiye ile İsrail’in anlaştığı gözlenmektedir. Ancak Türkiye, İsrail’le olan bu yakınlaşmasının, Arap ülkeleriyle olan ilişkilerinde zayıflamaya yol açmaması için de gayret göstermektedir. 

Orta Doğu ülkelerini İsrail’le olan ilişkilerine göre 3’lü bir ayrıma tabi tutacak olursak şöyle bir tablo ile karşılaşırız: 

- İsrail’le barış içinde olan ülkeler: Mısır, Türkiye, Ürdün 
- İsrail’e karşı olan ülkeler: İran, Irak, Suriye, Libya 
- Seyirci durumunda olan ülkeler: Tunus, Cezayir, Körfez ülkeleri Günümüzde Orta Doğu’da, çok önemli güç dengelerinin mevcudiyeti söz konusudur. 
   Bu güç dengelerini etkileyen faktörler ise aşağıya çıkarılmıştır: 
- Arap-İsrail Çatışması/ Barışı Süreci: Bu süreçte kabul ettirilmek istenen en önemli şey, İsrail’in, Orta Doğu’nun bir parçası olduğu ve olası 
  birleşmelerin İsrail merkezli olması fikridir. 
- Radikal İslami Hareketler: Bölgede, İsrail’in Filistin’e karşı haksız bir tutum içerisinde bulunduğunu iddia eden ve Filistin’in haklarına karşı daha 
  saygılı davranılmasını sağlamak amacıyla kurulmuş çeşitli örgütlerin yaptığı faaliyetlerdir. 
- Silahlanma: Özellikle İran-Irak Savaşı öncesinde başlayan ve günümüzde hat safhaya ulaşan silahlanma sorunu bölge halkları üzerinde 
  psikolojik etki yapmakta ve bölgenin uluslararası kuruluşlar tarafından kontrol altında tutulması gerektiği düşüncesine yol açmaktadır. 
- Petrol Boru Hatları: Bölge petrolleri Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı devletlerin kontrolü altındadır. Günümüzde söz konusu devletler Orta 
  Asya ve Hazar petrolleri ile de ilgilenmektedir. 
- Demokratikleşme: Belki de bölgedeki en önemli sorun, bölge ülkelerinde demokratik yönetimlerin kurulmamış olmasıdır. 

Ç. Soğuk Savaş Sonrası, ABD’nin Yükselişi 

SSCB’nin yıkılmasından sonra siyasi, sosyal, askerî, kültürel ve ekonomik açıdan karşı konulamaz Süper Güç hâline gelen ABD; bu dönemde, yayılmacı politikalarına hız vermiş ve dünyayı kendi çıkarlarına uygun olacak şekilde yeniden düzenlemeye başlamıştır. Yeni Dünya Düzeni senaryoları içerisinde, devletler arasındaki sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi ve askerî ilişkiler; ABD politikalarına göre yeniden düzenlenmeye, dünya haritası yeniden çizilmeye, ve ulusların kaderi yeniden belirlenmeye başlanmıştır. Batı ve Doğu Almanya’nın birleşmesi, SSCB’nin yıkılması, Yugoslavya’nın parçalanması, gittikçe artan terör ve kaos ortamı, I ve II nci Körfez Harekâtı, Afganistan ile Irak’ın işgali ve Büyük Orta Doğu Projesi ile uygulamaya sokulacak diğer yeni projeler; Yeni Dünya Düzeni’nin diğer bir ifade ile Küresel İmparatorluğun bir parçasını oluşturmaktadır. 

Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile tek küresel güç olma niteliğini kazanan ve şartları avantaja dönüştürmek isteyen ABD, küresel üstünlüğünü sürdürme gayretlerini, Avrasya'daki nüfuzuna, pazarlarını geliştirmeye, deniz ticaret yolları üzerindeki hâkimiyetini korumaya, nükleer silahların yayılmasını önlemeye, uzaydaki egemenliğini sürdürmeye, siber ortamdan gelebilecek saldırıları önlemeye, enerji kaynaklarını ve enerjiyi küresel pazarlara aktaran ulaştırma hatlarını denetlemeye, Avrupa'ya, Rusya'ya ve Çin'e kendi çıkarlarına ters düşmeyecek rolleri benimsetmeye, kendisini dengeleyebilecek veya engelleyebilecek güçlerin veya koalisyonların oluşmasını önlemeye dayandır mıştır. 

ABD’nin ulaşmış olduğu bu küresel gücü; ABD Eski Dışişleri Bakanlarından Henry Kissenger: ‘’...Sanki doğa kanunuymuş gibi her yüzyılda tüm uluslararası sistemi kendi değerlerine göre yeniden biçimlendirecek kuvvet, irade ve entelektüel ve moral güce sahip bir ülke ortaya çıkmaktadır.’’ şeklinde; ABD’li ünlü jeopolitikçi Zbigniew Brzezinski ise: ‘’...Amerika’nın bugünkü küresel gücünün etkinlik alanı ve yayılımı benzersizdir. ABD yalnızca dünyanın bütün okyanuslarını ve denizlerini kontrol etmekle kalmayıp kendi gücünü siyasi olarak önemli biçimlerde ülkelerin içine yansıtabilen, amfibi kıyı kontrolü için iddialı askerî yetenek geliştirmiştir. Askerî birliklerini; Avrasya’nın, batı ve doğu uçlarında sağlam bir biçimde konuşlandırmıştır ve birlikleri Basra Körfezi’ni de kontrol etmektedir. Washington tarafından kucaklanmayı arzulayan bazı vasal ve 
tabileri tüm Avrasya’ya yayılmış bulunmaktadır.’’sözleri ile açıklamıştır. Almanya’nın etkin dergilerinden biri olan Der Spiegel’in: ‘’Modern tarihte 
hiçbir ülke; dünyaya, bugün Amerikanın olduğu kadar hâkim olamadı.’’ yorumu; ABD Hâkimiyeti’nin tüm dünyaca kabul edildiğini açıkça ortaya koymuştur. 

Dünya ölçeğinde bir Pax Amerikan (Amerikan Barışı veya ABD hegemonyasına dayanan bir dünya barış düzeni) tesis etmek hususundaki tasavvur ve girişimleri, Sovyet İmparatorluğu’nun çökmesi ve Soğuk Savaş 

Dönemi’nin sona ermesini izleyen günlerde başlamış ve dünyadaki barış ortamının ABD Değerler Sistemi ile sağlanacağı ve tarihe Amerikan Barışı 
(Pax Americana) olarak geçeceği iddia edilmiştir. Amerikan Barışı’nın açıklandığı yıllar (19 Mart 1990)’da ABD Senatosu’nda Haydut Devletler Stratejisi kabul edilmiş ve küreselleşme karşıtı devletler yeni düşmanlar olarak belirlenmiştir. 1989’da Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden, 1990 yılında yapılan 1’inci Körfez Savaşı’na kadar geçen süre içinde dünya, sadece bir yıllık bir barış dönemi yaşamıştır. Takip eden yıllarda önce Orta Doğu’da; sonra Balkanlar’da ve daha sonra Orta Asya’da çıkarılan sıcak savaşlar, Amerikan Barışı’nın sözde kaldığını ortaya koymuştur. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVEM EDECEKTİR.,



***