Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Kasım 2020 Cumartesi

ABD NİN KARADENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE. BÖLÜM 3

ABD NİN KARADENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE. BÖLÜM 3

 

Kadir Ertaç ÇELİK, Mehmet Seyfettin EROL, ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, Türkiye, Dış Politika, Karadeniz, ABD Karadeniz Politikası,



ABD’nin Ulusal Güvenliğinde Ulusal Güvenlik Strateji Belgelerinin Rolü Devletler dışarıdan herhangi bir tehdide maruz kaldıklarında ve bundan etkilenmeleri durumunda iki temel tercihte bulunurlar. 

Bu bağlamda ya tehdidin etkisinin azaltılması için kendi başlarına bazı tedbirler alma doğrultusunda faaliyete geçerler ya da tehdidin kaynağındaki gerçek nedenlere inerek tehlikeyi tümden ortadan kaldırmaya çalışırlar. Birinci tercihte bir ulusal güvenlik stratejisi izlenirken ikinci tercihte bir uluslararası güvenlik 
stratejisi söz konusu olur (Buzan 1991: 112). 

Bu noktada altı çizilmesi gereken görüş ise devletlerin bu iki tercihten sadece birini tercih etmek zorunda olmamalarıdır. Daha açık ifadeyle devletler iki seçenekten birisini tercih edebilecekleri gibi birbirinden net olarak ayrılan ulusal güvenlik ve uluslararası güvenlik stratejisi izleyebilirler. Dahası söz konusu stratejiler birbirini tamamlayıcı nitelikte de olabilir. Bu tartışma bağlamında realistler devletlerin savunma önlemlerine dayalı bir ulusal güvenlik stratejisi izlemeleri gerektiğini savunurken liberaller devletlerin ulusal ve uluslararası 
güvenlik stratejilerinde gücün dört temel unsurundan (ekonomik, politik, askeri ve bilgisel) türetilmiş farklı enstrümanları kullanmalarını daha rasyonel bulmaktadır (İşyar 2008: 2). 

Yukarıdaki paragrafta bahsedilen ulusal güvenlik ve uluslararası güvenlik üzerinden kavramsal tartışma bağlamında birkaç hususun belirtilmesinde yarar 
görülmektedir. Bu bağlamda ulusal güvenlik stratejisi çerçevesindeki eylemler tehdide maruz kalan devletler tarafından gerçekleştirilirken uluslararası 
güvenlik stratejisi ise devletlerin aralarındaki ilişkilerin doğrudan ayarlanmasını gerektirir. Öte yandan devletlerin ulusal güvenlik stratejilerinin temelinde 
“self-help” (kendi başının çaresine bakma) mantığı yer almaktadır. Bu ise ekonomik kaynaklar başta olmak üzere yeterli kapasiteye sahip devletlerin 
izleyebileceği bir stratejidir (İşyar 2008: 3). Bu noktada Barry Buzan yeterli kapasiteye sahip olmayan devletlerin ulusal güvenlik stratejisi izlemelerinin 
rasyonel olmadığını iddia etmektedir (Buzan 1991: 333-334). 

Ulusal güvenlik ve uluslararası güvenlik stratejisi bağlamında yürütülen kavramsal tartışmayı bir kenara bırakmak suretiyle ulusal güvenlik stratejisinin en genel ifadeyle bir devletin kendi ulusal güvenliğini uzun vadede sağlamaya yönelik planlaması olarak ifade edilebilir. Bu planlamada devletin tehdit olarak ele aldığı olgular ve tehditlere karşı koyma noktasındaki duruşu yer alır. Rasyonel olanın devlet için en güvenlikli durumu kurgulaması olan bu anlayışta; her bir devletin kendine özgü tehditlere sahip olduğu ifade edilebilir. Devletlerin kendilerinin ve vatandaşlarının güvenliklerini sağlamak için ortaya koyduğu stratejiler sadece ulusal güvenlik strateji belgelerinden ibaret değildir. Örneğin “büyük strateji” ve “istihbarat stratejileri” devletler tarafından yayınlanmayan belgelerken ulusal güvenlik strateji belgeleri ise yayınlanan belgelerdendir. Bunun dışında terörle mücadele strateji belgesi gibi belgeler de mevcuttur (Yalçın 2017: 18-20). 

Büyük strateji ile savunma stratejisi arasında bir yerde konumlandırılabilecek 
ulusal güvenlik stratejisinin öncelikli meselesi adından da anlaşılacağı üzere güvenliktir. Hedeflerin önceden belirlendiği güvenlik stratejilerinde devletler, 
ekonomik büyümeden askeri tehditlere kadar geniş bir yelpazede güvenliklerini ilişkilendirirler (Yalçın 2017: 21-22). 

Ekonomik meselelerden askeri konulara kadar geniş yelpazede güvenliği tanımlayan devletlerin başında gelen ABD’nin ulusal güvenlik mekanizmasının 
nasıl işlediğine bakıldığında ilk olarak 26 Haziran 1947 tarihli Ulusal Güvenlik Yasası’nı ele almak gerekmektedir. Ulusal Güvenlik Yasası’nda amacın hükümetin ulusal güvenlikle ilgili olarak ulusal askeri kuruluşların, ordunun deniz ve hava kuvvetlerinin ve diğer birimlerin koordinasyonunu sağlayacak bir Genel Kurmay Başkanı ve sivil bir Savunma Sekreteri/Bakanı statüsü tesis etmek olduğu ifade edilebilir. Bahse konu mevzuat yürürlüğe konarken ABD’nin yasama organı olan Kongre; ülkenin gelecekteki güvenliği için kapsayıcı bir program ortaya konmasını hedeflemiştir (The National Security Act of 1947: 758). 

Bu amaçla tesis edilen yasa üç başlıkta düzenlenmiştir. Birinci başlık ulusal güvenliğin koordinasyonuna ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Bu kapsamda Ulusal Güvenlik Konseyi (National Security Council), Merkezi İstihbarat Teşkilatı (Central Intelligence Agency) ve Ulusal Güvenlik Kaynakları Kurulu (National Security Resources Board) ele alınmıştır 
(The National Security Act of 1947: 758). 

Bu kurumlar zamanla birtakım dönüşümler ve değişimler de yaşamıştır. Örneğin 11 Eylül sonrası dönemde Anavatan Savunma Bakanlığı (Department of Homeland Security) ve ABD Kuzey Komutanlığı (US Northern Command) kurulmuştur (Bingöl 2014: 138). 

Bu makale bağlamında Ulusal Güvenlik Yasası’nda odaklanılması gereken iki husustan birincisi; Ulusal Güvenlik Konseyi’dir. ABD Başkanı’nın başkanlık edeceği Konseyin üyeleri; Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, Genel Kurmay Başkanı, Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanları, Ulusal Güvenlik Kaynakları Kurulu Başkanı ve uzmanlardır. Konsey’in işlevi ise ulusal güveliği içeren konularda ve ulusal güvenlikle ilgili iç, dış ve askeri politikaların entegrasyonunda Başkan’a tavsiyeler de bulunmaktır (The National Security Act of 1947: 758). İkinci husus ise; Ulusal Güvenlik Kaynakları Kurulu’nun ulusal güvenlik bağlamında strateji belirlenmesin de gerekli çalışmaları yapmakla görevli olduğudur (The National Security Act of 1947: 758). 

Güvenlik mekanizmasının ve stratejilerinin temelini Ulusal Güvenlik Konseyi ve Ulusal Güvenlik Kaynakları Kurulu üzerinden şekillendiren ABD, uluslararası ilişkilere etkin ve geri dönülemez bir giriş yaptığı 1940’lı yıllardan günümüze küresel, bölgesel ve ulusal stratejik ortamın dinamiklerinde meydana gelen değişimler ile aktörlerin kapasite ve niyetlerindeki gelişmeleri karşılayabilmek için çeşitli ulusal güvenlik stratejileri geliştirmiştir (Bingöl 2014: 135). 

Diğer bir ifadeyle ulusal güvenliğin tesisi ve muhafazası için gerekli kurumsal ve hukuki düzenlemeleri yapan ABD’nin bu minvalde stratejisi ise “Ulusal Güvenlik Strateji Belgeleri”nde oluşturulmakta ve mevzu bahis belgeler kamuoyuyla da paylaşılmaktadır. Tasnif dışı bir doküman olan Ulusal Güvenlik Strateji Belgeleri, 1987 yılından beri Başkan tarafından her yıl yayımlanması gereken bir zorunluluk durumudur (Lucas 2015: 1). 
   Ancak bu belgenin kapsadığı zaman aralığını Fransa veya Birleşik Krallık örneklerinin aksine belirtmeyen (Ocak 2016: 37) ABD’nin bilhassa uluslararası terörizm tehdidi kapsamında global düzeyde güvenlik stratejisi izlediği ifade edilebilir. Dolayısıyla ABD’nin ulusal güvenlik stratejilerini global düzeyde işlettiği görülmektedir. Bu kapsamda verilebilecek bir diğer örnek ise Genelkurmay Başkanı Orgeneral Shalikashvili döneminde 2010 yılına kadar vadelendirilen ve Joint Vision olarak adlandırılan güvenlik planıdır. Joint Vision çerçevesinde, bilgi ve teknoloji üstünlüğüne dayanarak, global düzlemde bir takım savunmacı ve çatışmacı güvenlik stratejileri belirlemiştir. Bunlar; öldürücü kitle imha silahlarının geliştirilmesi, füze kalkanı projesinin dünya çapında hayata geçirilmesi, denizaşırı askerî varlığın artırılması, istihbarat sistemine daha fazla önem verilmesi vb. (İşyar 2008: 19). 

    Aralık 2017 Belgesi Üzerinden ABD’nin Karadeniz Politikasını Türkiye Açısından Okumak 

   Avrasya’yı oluşturan Asya ve Avrupa kıtalarının ortasında yer alan Karadeniz bölgesi Soğuk Savaş sonrası dönemde dikkatlerin daha fazla odaklandığı 
bir bölge haline gelmiştir. Bu noktada ana dinamik olan SSCB’nin dağılmasına müteakip 1992 yılında açılan Ren-Tuna kanalıyla Kuzey Denizi’ne ve Volga-Don kanalıyla da Hazar Denizi’ne bağlanması Karadeniz’in stratejik ve ekonomik önemi daha da artırmıştır (Erol ve Demir 2012: 19). Böylece Karadeniz; SSCB’nin dağılmasıyla bir yandan güç boşluğu ve buna bağlı olarak nüfuz mücadelesinin yaşandığı diğer yandan açılan kanallardan dolayı ticari önemi artan daha stratejik bir bölge halini almıştır. 

Soğuk Savaş dönemi boyunca ABD dış politikası açısından özne konumunda olmayan Karadeniz jeopolitiği; SSCB’nin dağılmasının ardından uluslararası sistemle eşgüdümlü bir şekilde yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Bu süreçte “Yeni Dünya Düzeni” mottosuyla küresel hegemonyasını sürdürmeyi amaç edinen ABD’nin Karadeniz politikası da söz konusu amaçla uyumlu olmuştur. ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgeleriyle benzer ve paralel perspektifler ortaya koyan “Büyük Satranç Tahtası” adlı eser ve “Genişletilmiş Karadeniz Projesi”nin temelinde yer alan anlayış; ABD hegemonyasına karşı olası rakiplerin gerçek rakip halini alması ve bölgesel ittifakların oluşmasının engellenmesidir. Bu doğrultuda 1997 yılında 
ilan edilen “Yeni Bir Yüzyıl İçin Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi”nde eski Sovyet Cumhuriyetlerinin Avrupa Atlantik sistemiyle bütünleşmesinin hayati öneme haiz olduğu ifade edilmiştir. Bahse konu bölgeler arasında Karadeniz Ekonomik İş birliği Örgütü (KEİÖ) bölgesinin olduğunu ifade etmek gerekmektedir (Canar 2012: 54). Bu minvalde ABD’nin Karadeniz bölgesine yönelik stratejisinin ana bileşenleri aşağıdaki gibidir (Erol ve Demir 2012: 21-27): 

. Bölgede Kuzey Atlantik anlaşması Örgütü/NATO’nun genişlemesi 
. Bölgede üs veya üsler kurma 
. Enerji jeopolitiğini kontrol etme 
. Ortak Transatlantik Politika uygulanması 
. Bölge ülkelerinde kamuoyu oluşturma 
. Yeni inisiyatifler geliştirme 
. Rusya’yı kontrol etme 

Post-Sovyet dönemde Karadeniz coğrafyasına ilgisi artan ve bölge stratejisini daha da belirginleştiren ABD, bağımsızlıklarını kazanan bölge devletleriyle NATO aracılığıyla ilişki kurmaya çalışmıştır. Günümüzde gelinen noktada bu devletlerin bir kısmı Avrupa Birliği (AB) üyesi veya aday durumunda ve aynı zamanda bir kısmı da NATO üyesi olmuştur. ABD açısından önemli enerji kaynak ve koridorlarının bulunduğu bölgede Rusya Federasyonu’nun yeniden etkinlik göstermeye başlaması ise dengelerin ve jeopolitik hesapların değişmesine sebep olmuştur. 

Bu minvalde Rusya’nın Ukrayna’nın elinde bulunan Karadeniz limanlarını işgal etmesi ABD yönetiminin tepkisini çekmiştir. Konuya ilişkin olarak ABD’nin 
Ankara Büyükelçi Vekili Ross Wilson’un açıklaması aşağıdaki gibidir (Eşel 2015: 45): 

“Amerikan perspektifine göre NATO şu an olduğu gibi gelecekte de Karadeniz coğrafyasını da içeren Avrupa-Atlantik coğrafyasının temel ve üstün nitelikli güvenlik kaynağı olmaya devam edecektir. Amerikan yaklaşımı, bölgeye doğrudan müdahale yerine müttefikler ve dost ülkeler aracılığıyla ve bu ülkelerin rahat hareket edebilecekleri çerçeveler dâhilinde güvenlik hususunda iş birliği ve eşgüdümü güçlendirme esasında harekete dayanmaktadır. 

ABD Karadeniz’de fiziki olarak varlığını tesis etmek peşinde değildir. Ancak ABD bölgede müttefikleri ve dost ülkeler aracılığıyla güvenlik ve iş birliğini 
güçlendirmeyi ve kalıcı kılmayı kendi ödevi bilmektedir.” 

Günümüzde ABD merkezli uluslararası sistemin iki tür devlet tipini ortaya çıkardığı uluslararası ilişkiler alanında çalışan akademisyenlerin bir kısmı tarafından iddia edilmektedir. Bahsedilen iki tür devlet tipolojisinde bir tarafta ABD öbür tarafta ise diğerleri olduğu ileri sürülmektedir (Harknett ve Yalçın 2012: 499-521). 

Mevcut sistemin hamisi konumunda olan ve bu sistemden en fazla yararlanan aktör olan ABD’nin statükocu bir politika benimsemesi de doğaldır. Dolayısıyla Beyaz Saray yönetimi İkinci Dünya Savaşı sonrası kurdukları uluslararası düzenin devamını ve sistemin istikrarını tesis edici stratejiler belirlemeleri sık rastlanılır bir durumdur. Bu anlayışta mevcut düzene yönelik herhangi bir istikrarsızlık 
veya buna neden olabilecek herhangi bir olgu dahi en önemli güvenlik tehdidi olarak değerlendirilmektedir (Yalçın 2017: 33). 

ABD’nin “ Ben-Öteki” anlayışına uygun bir siyasi kişilik olan ve 8 Kasım 2016 tarihinde yapılan başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump, yukarıdaki 
belirtilen hassasiyetler ışığında Aralık 2017 tarihinde Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni kamuoyuyla paylaşmıştır (Chicago Tribune 18 December 2017; FoxNews 18 December 2017; Liptak 2017). Belge incelendiğinde ilk olarak Trump’ın “Amerikalı Dostlarım” ifadesiyle başlayan kendi imzasını taşıyan beyanında niyetini ortaya koyan bir metin kaleme alındığı görülmektedir. 

Belgenin bu kısmında Trump şunları söylemiştir (NSS 2017: I-II): 

“Amerikan halkı ABD’yi yeniden büyük yapmak için beni seçmiştir. Vatandaşlarımın güvenliğini, çıkarlarını ve refahını koruyacağıma söz verdim. 
Amerikan ekonomisini yeniden canlandıracağıma, ordumuzu yeniden inşa edeceğime, sınırlarımızı koruyacağıma, egemenliğimizi koruyacağıma 
ve değerlerimizi geliştireceğime söz verdim. 

 4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

ABD NİN KARADENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE. BÖLÜM 2

ABD NİN KARADENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE. BÖLÜM 2

 

Kadir Ertaç ÇELİK, Mehmet Seyfettin EROL, ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, Türkiye, Dış Politika, Karadeniz, ABD Karadeniz Politikası,

    Güvenliğin en geleneksel bakış açısıyla izah edilmesi halinde savunma olduğu ifade edilebilir. 

     Hatta kimi çevreler tarafından bu perspektif daha da spesifikleştirilerek askeri savunma olarak ele alınmaktadır. Kavramı genişleterek ele alanlar ise askeri meselelerden çevresel faktörlere kadar geniş bir yelpazede güvenliği tartışmaktadırlar. Güvenlik çalışmalarının en önemli isimleri tarafından dahi tartışmalı bir kavram olarak izah edilen güvenlik; nihai olarak tehditten korunmak anlamına gelmektedir. Tehdidin her türlüsünü içermeye müsait bu kavram tarihi bağlam içerisinde öncelikli tehdidin ne olduğuna göre farklı şekillerde tanımlanmış tır. Bu bağlamda Orta Çağ’da tehditleri tartışırken daha farklı olgular üzerine odaklanılırken Westphalia sonrası farklı tehditlerden bahsedilmiştir. Aynı durum Soğu Savaş dönemi ve sonrası içinde geçerlidir. Örneğin Soğuk Savaş döneminde ideolojik tehditler, güvenliğin temel odak konularının başında gelirken Soğuk Savaş sonrası uluslararası radikal terör, sınır aşan mülteciler ve iklim değişikliğine bağlı sorunlar yeni tehditler olarak izah edilebilir. Ancak tarihin hiçbir döneminde askeri tehdit olgusu geçerliliğini yitirmemiş olup bütün tehditlerin nihai olarak geldiği nokta da savaş ve çatışma düzleminde askeri bir tehdide işaret etmektedir (Yalçın 2017: 59-60). 

Yukarıdaki açıklamalardan hareketle çerçeve bir kavram olduğu söylenebilecek olan güvenlik, belli bir özne ile birlikte ifade edilmediği takdirde bir boşluğu bünyesinde barındırır. Güvenliği tamlayan kavramlar eklendiğinde bir anlamda söz konusu boşluk ortadan kaldırılsa dahi “ulusal güvenlik” tamlamasındaki belirsizliğin tamamen elimine edildiğini iddia etmek oldukça güçtür. Çünkü hem güvenlik hem de ulus kavramları net ve üzerinde konsensüs sağlanmış tanıma sahip değillerdir. Bu nedenden ötürü ulus kavramının da izah edilmesi mecburiyeti söz konusu olmaktadır (Birdişli 2016: 27). Latince nationem kökünden türeyen ulus/nation (Online Etymology Dictionary 2017); etimolojik anlamda ele alındığında Moğolca kökenden geldiği ileri sürülmektedir (Lewis 1992: 62). 
Ulus kavramı, sosyal bilimlerin çeşitli disiplinlerine mensup akademisyenlerce üzerinde ziyadesiyle çalışılan bir kavram olmuştur. 

Bu nedenle tek bir tanım vermenin mümkün olmamasından dolayı kavram üzerinde çalışan sosyal bilimciler arasında öne çıkan akademisyenlerin tanımlarına yer vermek daha doğru olacaktır. Gaibernau’ya göre ulus; bir topluluk bilincine sahip, ortak bir kültürü paylaşan, açıkça belirlenmiş bir toprak üzerinde, ortak bir geçmişe ve gelecek projesine ve kendi kendini yönetme hakkına sahip bir toplumdur (Guibernau 1997: 92). Bernard Lewis ise ulus ile Arapça “millet” sözcüğünün aynı geldiğini iddia etmektedir. Aramice “milla” kökünden türeyen millet, kutsal kitaba insan topluluğunu tanımlamaktadır (Lewis 1992: 62). Anthony D. Smith’e göre ulus, tarihi bir ülkeyi/toprağı, ortak mitleri ve tarihi belleği, kitlesel bir kamu kültürünü, ortak bir ekonomiyi, ortak yasal hak ve görevleri paylaşan insan topluluğudur (Smith 2010: 32-33). Ernst Haas ise ulusu, kendini başkalarından ayıran özellikler etrafında birleştiklerine dair inanca sahip ve devlet yaratma ya da var olan devletlerini devam ettirme amacıyla sosyal olarak birlemiş ve harekete geçmiş insan topluluklarıdır (Haas 1986: 726). 

Çeşitli şekillerde tanımlanan ulus kavramının günümüzdeki anlamda kullanılması ise Fransız İhtilali’nin ortaya çıkardığı bir anlayışın ürünüdür. 

Devam eden süreçte Birinci Dünya Savaşı sonunda imparatorlukların tasfiyesi ile daha somut bir hal alan ulus kavramı, ulus-devlet olgusu ile doğrudan ilintidir (Birdişli 2016: 28). Siyasal yapıların ulus-devlete evrim sürecine bakıldığında ise 1618 yılında başlayan ve 1648 yılına kadar devam eden Otuz Yıl Savaşları sonunda tesis edilen Westphalia (Vestfalya) Barışı’nın milat olarak ele alındığı ifade edilebilir. Avrupa’nın en büyük ilk konferansı olarak sayılabilecek Westphalia’nın en önemli özelliklerinden biri; daha önceki toplantılar dini nitelikteyken, Westphalia’nın devlet, savaş ve iktidar sorunlarının tartışıldığı ilk laik nitelikte bir konferans olmasıdır. Papalık temsilcisinin dinlenmediği, Papa’ya imzalattırılmayan konferansın sonucunda; Kilise’nin gücü sınırlandırılmış, Ausgburg Barışı’nın hükümleri yenilenmiş, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun parçalanmışlığı uluslararası hukuk bakımında da onaylanmış ve Almanya’nın bölünmüşlük sorunu ortaya çıkmıştır. 

Nitekim Avrupa, kendi yasalarına göre hareket eden, kendi siyasal ve ekonomik çıkarlarını izleyen bağımsız ve özgür devletlerden müteşekkil bir hale evrilmiştir. Bu noktadan hareketle belli kurallara göre hareket eden ve aralarında düzenli ilişkiler bulunan yapıların (devletlerin) oluşturduğu bütün olan uluslararası sistemin bugün anladığımız anlamda Westphalia Barışı ile ortaya çıktığı varsayımı kabul görmektedir (Sander 2011: 100-124). 

14. Louis’in Fransa’da iktidara gelmesiyle birlikteyse Avrupa’da yeşermeye başlayan mutlakiyetçi ulus-devletin üstünlüğü söz konusu ülkede sağlanmıştır. Devam eden süreçte dünyanın globalleşmeye başladığı 1700-1850 dönemi uluslararası ilişkilerde önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuştur. 16. ve 17. yüzyılın sorunlarına yanıt veren büyük monarşiler, bu dönemin ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelmişlerdir. Globalleşme ve buna bağlı diğer gelişmelerin ürünü olan güçlü hükümetleri kuramayan monarşiler yerini ulus-devlete bırakmaya başlamışlardır. Böylece söz konusu dönem globalleşme sürecinin hızlanması ve ulus-devletin güçlenmesini beraberinde getirmiştir (Sander 2011: 124-144). 1648 Westphalia Düzeni ve Fransız İhtilali’nin getirdiği düşünceler üzerinden şekillenen ulusal güvenlik (Territoryal Security), ulus devletlerin temel amaçlarında yer almıştır. 

Dolayısıyla ülke sınırlarını ve devletin egemenliğini korumayı amaçlayan bu yaklaşım ulusal güvenlik anlayışının temelini oluşturmuştur (Birdişli 2016: 28). 
Ulus devletlerin güvenliklerini sağlamaya dair başlıca endişelerini ifade etmek amacıyla kullanılan ulusal güvenlik kavramının anlam bulması için uluslararası sistemin ulus devletlerden oluşması gerekmektedir. Bu kapsamda ulus devletin güvenliğinin gelişimini sağlayan her şey söz konusu devlet için yararlı, güvenliği azaltan olgu, eylem ve davranışlar zararlı olarak tanımlanmaktadır. En genel ifadeyle korku ve tehditlerden uzak olma durumu olarak tanımlanan güvenlik kavramının fiziksel boyutu olduğu gibi psikolojik boyutu da söz konusudur. Ancak tarih boyunca ulusal güvenlik bağlamında fiziksel boyut üzerinde durulmuş ve ulusal sınırları başka devletlerin tehdit ve saldırılarından uzak tutmak, devletlerin güvenlik anlayışlarının merkezinde yer almıştır. Bunun dışında uluslararası ticaret yapabilme ve doğal kaynaklara ulaşabilme gibi fiziksel diğer konular ise ikincil 
öneme haiz olmuştur. Geçmişte sürekli bir şekilde göz ardı edilen veya önemi kavranamayan psikolojik boyut ise fiziki bir saldırı gibi nesnel bir tehdit içermeyebilir. Bu noktada daha ziyade algılar ve psikolojik ögeler ön plana çıkmaktadır. Devletin ve halkının kendini güvende hissetmesi öznel yönleri olan bir olgudur (Erhan 2001: 78-79). 

ABD Ulusal Güvenliği 

ABD dış politikası ve ulusal güvenliği üzerine çalışmalar yapan Prof. Dr. Çağrı Erhan’a göre; Birinci Dünya Savaşı’ndan 1990’lara kadar ABD dış politikasını 
dört temel döneme ayırarak incelemek mümkündür. 
Buna göre (Erhan 2001: 80-88); 

. Birinci Dönem: 

1930’lu yıllarda başlatılacak bu dönem 1941 yılına kadar sürmüştür. 
Bu dönemin temel politikası ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinde Japonya’nın yayılmacı eğilimlerini diplomasi yoluyla engellemeye çalışmaktı. 

Bu tarih aralığında ABD’li karar alıcılar Avrupa’da Hitler ve Mussolini’nin saldırgan politikalarından ziyade Uzakdoğu’daki gelişmeler üzerinde odaklanmışlardır. 
Çünkü bu bölgedeki gelişmelerin siyasal ve ekonomik çıkarlarını etkileme kapasitesinin daha yüksek olduğu düşünülmekteydi. Bu tercihin temelinde ABD’nin 1898 yılında İspanya ile yapılan savaştan sonra Filipinler’i ele geçirerek Asya’da toprak elde etmesiyle şekillenen dış politika anlayışı yer almaktadır. 
Fakat ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na girdiği 1917 yılından idealizm üzerinden dünyayı şekillendirmeye çalışan ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 1921 
yılında görevden ayrılıncaya kadar söz konusu olan küresel ölçekli dış politika izlemesi, bu dönemin istisnası olarak not edilmelidir. 

Birinci dönem ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmesiyle kapanmıştır. 

. İkinci Dönem: 

1941-1945 yıllarını kapsayan bu dönemde ABD, fiili olarak İkinci Dünya Savaşı’nda yer almıştır. Bu dönemde askeri bakış açısı diplomasinin önünde yer almıştır. 

İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş olarak adlandırılan dönemde söz konusu olacak ve ABD ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasında yaşanacak bazı temel anlaşmazlıklarında ilk sinyalleri bu dönemde alınmıştır. 

Bu anlaşmazlıklar; Orta ve Doğu Avrupa’da Kızıl Ordu’nun üstünlüğü, 
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tarafından kurtarılan bölgelerde Moskova destekli komünist oluşumlar, Almanya’nın bölünmüşlüğünden 
kaynaklanan sorunlar, Kore ve Hind-i Çini bölgesindeki istikrarsızlıktır. 

. Üçüncü Dönem: 

Uluslararası ilişkiler literatüründe Soğuk Savaş olarak tanımlanan İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945 yılında başlayan ve SSCB’nin dağıldığı 1990’ların 
başlarına kadar devam eden süreçtir. Küresel liderlik mücadelesinde olan ve iki kutuplu uluslararası sistemde blok liderliği rolünü oynayan ABD ve SSCB arasındaki gerginlik ve rekabetin ana belirleyici olduğu bu dönemde tarafların nükleer silah kapasitesine ulaşmaları tehditlerin boyutunu da değiştirmiştir. 
Yukarıdaki ana çerçeveden ve çalışmanın odaklandığı sorunsal üzerinden hareketle ABD’nin ulusal güvenliğini özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem üzerinden değerlendirmek daha faydalı olacaktır. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde ABD çıkarlarını ve tehditlerini kendi kıtası merkezinde ele alırken İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde küresel aktör olmasından dolayı çıkar ve tehditleri kendi kıtasıyla sınırlı tutmayıp global ölçekte ele almıştır. 

Uluslararası sistemde küresel aktör olarak etkin bir dış politika izlediği 1940’lı yılların ortalarından itibaren ABD ulusal güvenliğinin iki temel eksen üzerinden inşa edildiği iddia edilebilir. 

Bunlardan Birincisi 

liberal ekonomik ve siyasi dünya düzenin geliştirilmesidir. İkincisi ise Komünizm caydırılması ve çevrelenmesidir (Betts 2004: 4). Bu iki temel eksenin ikinci sacayağını oluşturan etmenler 1990’lı yıllarda ortadan kalkmıştır. 25 Aralık 1991 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasıyla birlikte komünist tehdit ortadan kalmıştır. 
Bu nedenle ABD ulusal güvenliği açısından komünist tehdidin caydırılması ve çevrelenmesi sorunsalı da ortadan kalmıştır. Uluslararası ilişkiler uzmanları ve akademisyenleri ise bu duruma ilişkin olarak ABD’nin ulusal güvenliği noktasında ortaya koyduğu tehdidi yenerek bir başarı elde ettiğine dair tespitlerde bulunmaktalardır. Ancak meseleye farklı bir perspektiften bakıldığında aynı tespitte bulunmak çok mümkün değildir. 

Yukarıdaki paragrafın son cümlesinde belirtilen farklı bakış açısıyla meseleye bakıldığında iki husus gözetilerek bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. 

İlk olarak ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya koyduğu temel hedefin ne olduğunun tam anlamıyla tespit edilmesi gerekmektedir. 

Bu bağlamda ABD’nin bir öteki ihtiyacı olduğu ve bununla mücadele üzerinden kendi çıkarlarının maksimize ettiği ileri sürülebilir. 

İkincisi ise 

“1990’larda SSCB’nin dağılması ABD ulusal güvenliği açısından bir başarı mıdır yoksa değil midir?” sorusudur. Bu soruya cevap verebilmek adına öncelikle konstrüktivist yaklaşıma atıfta bulunarak değerlerin çıkarları belirlediği önermesinden hareketle ABD’nin değerlerini empoze edeceği ve tehdit olarak göstereceği bir ötekinin olmaması durumunun ulusal güvenliğine etkisini tartışmak gerekmektedir. 

SSCB’nin dağılmasının ardından sürece bakıldığında ABD’nin ulusal güvenliğinin merkezine komünist tehdit yerine Ortadoğu petrollerine garantili erişim ve teröristlerin küresel mücadele ile yıpratılmasının yerleştirildiği görülmektedir (Bingöl 2014: 137). Bu veriden hareketle ABD’nin ulusal güvenliği noktasında diğer aktörlerde de olduğu üzere öteki ihtiyacının mevcudiyeti açık bir şekilde gözlemlenmektedir. Dolayısıyla ABD açısından SSCB’nin dağılmasından ziyade kontrol edilebilir bir tehdit olarak mevcudiyetini sürdürmesi daha tercih edilir bir seçenek olarak tartışılabilir. 

Netice itibarıyla ABD ulusal güvenliğinde gerek küresel sistemin gerekse iç siyasal sistemin dinamiklerinin zorlamasıyla dağılan SSCB’nin yerini enerji 
kaynaklarının kontrolü-yönetimi ve terör olgusunun aldığı ifade edilebilir. 

 3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

ABD NİN KARADENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE. BÖLÜM 1

ABD NİN KARADENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE. BÖLÜM 1
 

Kadir Ertaç ÇELİK, Mehmet Seyfettin EROL, ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, Türkiye, Dış Politika, Karadeniz, ABD Karadeniz Politikası,

* “ ABD Ulusal Güvenlik Belgelerinde Türkiye (1990-2017)” başlıklı doktora tez çalışmasından ilgili kısımların kullanılması ve geliştirilmesi suretiyle türetilmiştir. 

Kadir Ertaç ÇELİK**
Mehmet Seyfettin EROL *** 
** Arş. Gör., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü, ORCID: 0000-0002-7856-9411, 
E-posta: clkertac@gmail.com 
*** Prof. Dr., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü, 
E-posta: mse2009@yahoo.com 

ÖZET; 

İlk kez Marcus Tullius Çiçero (M.Ö. 106-43) tarafından kullanıldığı iddia edilen ve Latince “secura (se+cura)” kökünden türetilen güvenlik; en genel ifadeyle tehdit ve tehlikelerden uzak olma durumudur. Devletlerin temel hedef ve görevlerinin başında yer alan güvenlik, ulus devlet olgusundan itibaren literatürde tartışmalı da olsa daha çok ulusal güvenlik kavramıyla ifade edilmiştir. 

Ulusal güvenliğini, Ulusal Güvenlik Strateji Belgeleri üzerinden tesis eden Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) son Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi Aralık 2017 tarihinde kamuoyuyla paylaşılmıştır. Aralık 2017 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde Karadeniz ve Türkiye ifadeleri yer almasa dahi gerek küresel meydan okuma gerçekleştirilen Rusya’nın revizyonist girişimleri gerekse nükleer silah ve balistik füzeler, denizlerin serbestliği, enerji güvenliği ve ekonomik güvenlik başlıklarında ABD’nin Karadeniz stratejisine dair perspektifler konulmuştur. Türkiye ise gerek NATO ve bölge stratejileri gerekse Rusya ile ilişkiler bağlamında belgedeki dost ve müttefik ülkeler olarak bahsedilen devletler arasındadır. 

Bu noktada Türkiye, ABD açısından küresel liderliğini sürdürmek için mücadele edeceği tehditler ve meydan okumalara karşı iş birliği içinde olunacak önemli bir müttefiktir. 

Giriş 

Toplumsal yaşamın temel unsuru olan bireylerin nihai amaçları olan varlıklarını devam ettirme arzusunun siyasal hayatta devletlerde beka olarak karşılığını bulduğu ve temelinde güvenlik olgusunun yer aldığı anlayışı uluslararası ilişkiler yaklaşımlarının tamamında kabul görmekle beraber realist ekolun merkezi önem verdiği husustur. Realist yaklaşıma göre anarşi veya doğa durumunun hâkim olduğu uluslararası sistemde devletler, güç olgusu ve çıkarları üzerinden politikalarını belirlerler. Bunun temelinde ise güvenlik yer almaktadır. 

En genel ifadeyle tehditlerden uzak olma şeklinde ifade edilebilecek güvenlik kavramı uluslararası ilişkiler çalışmaları çerçevesinde üzerinde tartışılan bir kavram olmakla beraber birey güvenliğinden çevre güvenliğine, ekonomik güvenlikten askeri güvenliğe kadar geniş bir yelpazede ele alınmaktadır. 
Farklı teorik yaklaşımlar çerçevesinde önceliği ve kavramın içeriğine dair farklı tezler öne sürülse dahi güvenlik, karar alıcılar açısından gerek iç gerekse dış politika tercihlerinde göz ardı edilmesi mümkün olmayan bir gerçekliktir. 

Karar alıcılar açısından vazgeçilemez öneme sahip olan güvenlik, devletlerin dış politika tercihlerini ve buna bağlı stratejilerini belirlerken en önemli parametre olmaktadır. Bu varsayım uluslararası ilişkiler tarihi boyunca geçerliliğini korumuş ve günümüzde de bütün karar alıcılar açısından kabul edilir bir realite olmuştur. Amerikalı karar alıcılar ise bu durumu gerek devletlerinin uluslararası sitemdeki konumu gerekse sitemin yapısından ötürü kurumsal bir mekanizma üzerinden ele almaktadırlar. 

    İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası sisteme geri dönülemez bir şekilde dahil olan ve başat aktör rolünü üstlenen ABD’nin güvenlik anlayışı sadece söz konusu devleti ilgilendiren bir durum olmanın çok daha ötesinde anlam içermekte dir. Bu kapsamda güvenlik politikasını Ulusal Güvenlik Strateji (National Security Strategy) Belgeleri üzerinden şekillendiren ABD’nin küresel bir perspektifte uluslararası sistemi ve aktörleri etkileyen bir güvenlik anlayışıyla hareket ettiği ifade edilmelidir. Bu kapsamda belge ABD’nin hem diğer devletlerle ilişkilerinin seyrinin geleceğini hem de bölge politikalarını ortaya koymaktadır. 

Gerek müttefikleri gerekse öteki veya düşmanları açısından ABD’nin küresel ve bölgesel politika tercihlerinin en temel ve göstergesi olan Ulusal Güvenlik Strateji Belgelerinin analiz edileceği “Aralık 2017 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi Bağlamında ABD’nin Karadeniz Politikası ve Türkiye” başlıklı bu çalışmada ilk olarak güvenlik ve ulusal güvenlik kavramlarına dair teorik bir tartışma yürütülecektir. Çalışmanın teorik altyapısı şekillendirildiği birinci başlıktan sonra ikinci başlıkta ABD’nin ulusal güvenliği ele alınacaktır. 

Çalışmanın üçüncü başlığı altında ABD’nin ulusal güvenliğinde Ulusal Güvenlik Strateji Belgelerinin rolü analiz edilecektir. 
Dördüncü ve son başlıkta ise Aralık 2017 tarihli son ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi üzerinden ABD’nin Karadeniz politikası ve Türkiye boyutuna dair bir inceleme yapılacaktır. 

Ulusal Güvenlik: Kavramsal ve Teorik Bakış 

Uluslararası ilişkiler disiplinin başlıca tartışma ögeleri arasında yer alan güvenlik terimi; pozitif rahatlıktan negative giden bir ivmeyi sembolize etmekte ve Latince “secura (se+cura)” yani kaygıdan uzak olma anlamına gelmektedir (Birdişli ve Başurgan 2017: 60). Latince karşılığı “securitas” olan; endişeden uzak olma ve sükûnet anlamına gelen güvenlik kavramının Antik Yunan’a (ataraksia) kadar dayandığı düşünülmektedir. Bu minvalde söz konusu kavramın ilk kez Marcus Tullius Çiçero (M.Ö. 106-43) tarafından kullanıldığı iddia edilmektedir. Romalılar tarafından Orta Çağ’a kadar bu haliyle kullanılan kavram Orta Çağ’ın sonunda “certitudo” kavramına dönüşmüştür (KGDM 2017: 256). 

Türkçe güven sözcüğü eski Uygur Türkçesi’nden itibaren “itimat” anlamında kullanılan “güven” fiili ile aynı köktendir (Gülensoy 2011: 399). Güvenlik ise, 
Cumhuriyet döneminde güven sözcüğüne “lik” eki getirilerek emniyet anlamını karşılamak amacıyla türetilmiştir. 1945 yılında ilk defa Türkçe Sözlük’te 
yer alan güvenlik sözcüğünün Türk Dil Kurumu’ndaki tanımına bakıldığındaysa Büyük Türkçe Sözlük’de güvenlik; toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu olarak tanımlanmaktadır (Büyük Türkçe Sözlük 2017). İngilizce karşılığı ise “security” olmakla beraber 1432 yılından itibaren literatürde bu haliyle kullanılmaktadır (Galare 2005: 1722). 
Güvenlik alanındaki çalışmalarıyla tanınan Arnold Wolfers güvenliği objektif anlamda eldeki değerlere yönelik bir tehdidin olmaması, sübjektif anlamda ise bu değerlere yönelik bir saldırı olacağına dair korku yaşanmaması olarak tanımlamış tır (Wolfers 1962: 150). 
Literatürde de sıkça atıf yapılan bu tanıma göre, objektif güvenlik herhangi bir tehlike olmayan durumu nitelerken sübjektif güvenlik ise tehlike beklentisinin veya korkunun yaşanmadığı duruma işaret etmektedir (Baylis and Smith 2001: 255). 
Dolayısıyla objektif güvenlik filli/görünür olan üzerine inşa edilmişken sübjektif güvenlik psikolojik etkenler üzerine inşa edilmiştir (Karabulut 2011: 10). 

Ole Weaver’e göre ise güvenlik; 

Uluslararası politikayı anlamada ve anlamlandırmada temel bir kavramdır. Geleneksel uluslararası ilişkiler teorilerinin bir önermesi olan güvenliğin devletin bir görevi olduğu anlayışını reddeden Weaver, kavramın bu kadar yüzeysel ve sığ olmadığını ve farklı varyanslarının olduğunu ileri sürmektedir (Weaver 2004: 54). 

Bu noktada Weaever’ı destekleyen başka düşünürler ve bakış açıları da mevcuttur. Bu tartışma bağlamında birçok yazar güvenliğin temel değerlere yönelik tehditlerden özgür olunması anlamına geldiği konusunda hemfikir olsa da 
analizlerin temel odağı noktasında ayrışmalar söz konusudur. 
Bu noktada tartışmanın üç farklı tarafı vardır. 
Birinci grup analizlerin temel odağının ulusal güvenlik, ikinci grup uluslararası güvenlik, son grup ise bireysel güvenlik olması gerektiğini savunmaktadır (Baylis 2008: 71). 

Güvenlik kavramını tanımlarken sürekli atıfta bulunulan tehdit olgusu da açıklanması gereken bir kavramdır. Modern devletin doğuşuyla Thomas 
Hobbes’tan bu yana devletlerin vatandaşlarına tesis etmekle mükellef olduğu en temel işlev olarak ele alınan güvenlik en basit ifadeyle bir tehditten korunmak olarak tanımlanabilir Yalçın 2017: 18-19). Tehdit bir devlete başka devletlerden, devlet dışı aktörlerden veya çevresel faktörlerden gelebilir. 

Ancak geleneksel uluslararası ilişkiler yaklaşımlarında güvelik ve tehdit olgusu devletler arası bir ilişki düzleminde ele alınmıştır (Yalçın 2017: 19). 

***

14 Kasım 2020 Cumartesi

Emperyalizmin “Kürt” Kartı., BÖLÜM 6

Emperyalizmin “Kürt” Kartı.,  BÖLÜM 6



“Kürt sorunu”nun tarihsel ve mantıksal bütünlüğü içindeki anlatımında, İngiltere, ABD ve İsrail’in emperyalist hesaplarına uygun olarak tutarlı politikalar izlediklerini görüyoruz. Tarihsel süreç içinde açıklanmasında zorluk çekilen tek nokta, Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından son derecede sakıncalı olan bu süreci engellemek için hiçbir ciddi girişimde bulunmamış olmasıdır. Hatta engellemek şöyle dursun, Türkiye sürecin her aşamasında ona katkıda bulunmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Atatürk’ün “tam bağımsızlık” ilkesine dayanan temel dış politika stratejisini terk ederek kendisini ekonomik, siyasal ve askeri olarak Batı’ya tek yanlı bağımlı kılan politikaları benimseyen Türkiye, 1980 yılından itibaren de küresel kapitalizmin yörüngesine mutlak olarak girmiştir. Bunun sonucunda, aralarında “Kürt sorunu”nun da bulunduğu öncelikli dış politika sorunlarının tümünde başarısız olunmuş ve ağır bedeller ödenmiştir. Eğer son 60 yıldaki, özellikle de son 25 yıldaki stratejik tercihler köklü bir biçimde değiştirilmez, bu bağlamda Batı’ya tek yanlı bağımlılık durumuna son verilerek Atatürkçü dış politika stratejisine geri dönülmezse, bundan 15 yıl sonra Mîsâk-ı Millî sınırlarımızdan ödün verme noktasına geldiğimizi hep birlikte göreceğiz. 

KAYNAKÇA 

Yayınlanmamış Arşiv Belgeleri 

Public Record Office (İngiliz Devlet Arşivi) 
FO (Foreign Office) Dışişleri Bakanlığı’nın 371 serisinde sınıflanan 3384, 3385, 3407, 
3411, 4149, 4159, 4191, 4192, 5232 sayılı dosyaları. 
CAB (Cabinet Papers) Kabine tutanaklarından 21, 27 ve 42 serisinde sınıflanan dosyalar. 
India Office Records - Library (Hindistan Bakanlığı Arşivi) 
L/P-S (Library/Political and Secret) Hindistan Bakanlığı’nın 10 ve 11 serisinde sınıflanan 105, 142, 151 ve 781 sayılı dosyaları. 
Yayınlanmış Belgeler 
Council Special Report No. 15 “Generating Momentum for A New Era in US – Turkey 
Relations,” by Steven A. Cook and Elizabeth Sherwood-Randall, June 2006, 
Council on Foreign Relations Press, Washington D.C., http://www.cfr.org/ 
publication/10796. 
Diplomacy in the Near and Middle East: A Documentary Record (1914-1956), Derleyen J. C. 
Hurewitz, Vol. II, New York, D. Van Nostrand Co., Inc., 1958. 
Documents on British Foreign Policy, 1919-1939, Ed. by E. L. Woodward, Rohan Butler, First 
Series, Vol. IV, 1919, London, Her Majesty’s Stationary Office, 1952. 
The Institute for Advanced Strategic and Political Studies, Study Group on A New Israeli 
Strategy Toward 2000, “A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm,” 
http://www.iasps.org/strat1.htm. 

Anılar 

Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk/Söylev, C.I, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1981. 
Ryan, Andrew, The Last of the Dragomans, London, 1951. 
Wilson, Arnold Talbot, Mesopotamia, 1917-1920: A Clash of Loyalties (A Personal and Historical Record), London, Oxford University Press, 1931. 

Kitaplar 

Arı, Tayyar, Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, 1.B., İstanbul, Alfa Yayınları, 2004. 
Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, C. III/3, 1.B., Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1957. 
Bush, Britain Cooper, India and the Arabs (1914-1921), Los Angeles, University of California Press, 1971. 
Fromkin, David, A Peace to End All Peace: Creating the Modern Middle East (1914-1922), London, Penguin Boks Ltd., 1991. 
Kaymaz, İhsan Şerif, Mezopotamya’da Emperyalist Kapışma ve Yerleşme, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2006. 
Kaymaz, İhsan Şerif, Musul Sorunu: Petrol ve Kürt Sorunları ile Bağlantılı Tarihsel-Siyasal Bir İnceleme, İstanbul, Otopsi Yayınları, 2003. 
Longrigg, Stephen Hemsley, Iraq 1900 to 1950: A Political, Social and Economic History, 3rd Pr., Beirut, Oxford University Press, 1968. 
McDowall, David, A Modern History of the Kurds, Nerw York, I. B. Tauris and Co., Ltd. 1997. 
Nachmani, Amicam, Israel, Turkey and Greece: Uneasy Relations in the East Mediterranean, London, Frank Cass, 1987. 
Nevakivi, Jukka, Britain, France and the Arab Middle East (1914-1920), London, Athone Press, 1969. 
Sachar, Howard Morley, A History of Israel: From the Rise of Zionism to Our Time, New York, 2000. 
Stivers, William, Supremacy of Oil: Iraq, Turkey and the Anglo-American World Order (19181939), 
London / Ithaca, Cornell University Press, 1982. 
Temperley, H. W. V., A History of the Peace Conference of Paris, Vol. VI, London, Henry Frowde 
and Hodder and Stoughton, 1924. 
Yergin, Daniel, The Prize, New York, Simon and Schuster, 1991. 

Makaleler 

Abdelhadi, Magdi, “Israelis Train Kurdish Forces,” BBC World, Middle East, September 
20, 2006, http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/5364982.stm. 
Barron, Andrea, “U.S. and Israeli Jews Express Suport for Kurdish Refugees,” Washington 
Report on Middle East Affairs, May-June 1991. 
Barzani, Saywan, “Defense of A Thesis: The Iraqi Kurdistan Question, 1991-2005,” Roj 
Bash! January 13, 2006, http://northerniraq.info/blog/?p=35. 
Berzenci, Sa’di, “Irak Kürdistanı’nda Mevcut Durum Hakkında Görüş,” Avrasya Dosyası, 
C. 3., S. 1 (İlkbahar 1996), s. 193-216. 
Bhadrakumar, M. K., “Turkey not done with the Kurds,” Asia Times, June 12, 2007, http:// 
www.atimes.com/ atimes/middle_east/if12ak05.html. 
Blumenthal, Sidney, “The Neo-cons’ Next War,” Salon.com., August 3, 2006, http://www. 
salon.com/opinion/ blumenthal/2006/08/03/mideast/index_np.html. 
Brook, Kevin Alan, ““The Genetic Bonds Between Kurds and Jews,” http://maviboncuk.
blogspot.com/2004/05/genetic-bonds-between-kurds-and-jews.html; 
http://christianparty.net/ jewsdna.htm. 
Buruma, Ian, “How to Talk About Israel,” New York Times, August 31, 2003, http://www. 
nytimes.com/2003/08/31/magazine/31ANTISEMITISM.html?ex=1377662400&e 
n=7a8cfb612d5fffa2&ei=5007&partner=USERLAND. 
Dizard, John, “How Ahmad Chalabi Conned to Neo-cons,” Salon.com., May 4, 2004, 
http://archive.salon.com/news/feature/2004/05/04/chalabi/index_np.html. 
Doğan, Yalçın, Milliyet, 3.2.1993. 
Glass, Charles, “Welcome to Kurdistan (While It Lasts),” The Independent, 23.11.2004, 
http:// news.independent.co.uk. 
Kaymaz, İhsan Şerif, “Arap-Kürt Karşıtlığı Temelinde Irak’ın Parçalanmasına Giden Yol ve Türkiye,” Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Güvenlik Stratejileri Dergisi, 
C. I, Sayı 1 (Haziran 2005), s. 7-31. 
Kwiatowski, Karen, “Israel Makes Its ‘Clean Break,’” Anti-War.com., July 15, 2006, http:// 
www.antiwar.com/orig/kwiatkowski.php?articleid=9306. 
Ledeen, Michael, “The War won’t End in Baghdad,” Wall Street Journal, Opinion Journal, 
September 4, 2002, http://www.opinionjournal.com/editorial/feature.html?id= 
110002213. 
Levy, Daniel, “Ending the Neo-Conservative Nightmare,” Haaretz, 04.08.2006, http:// 
www.haaretz.com/hasen/spages/746312.html. 
Makiya, Kanan, “A Model for Post-Saddam Iraq,” American Enterprise Institution, October 
3, 2002, http://www.benadorassociates.com/article/140. 
Mearsheimer, John and Stephen Walt, “The Israel Lobby,” London Review of Boks, Vol. 28, 
No. 6, 23.03.2006, http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html. 
Minasian, Sergey, “The Israeli-Kurdish Relations,” 21st Century, No 1 (2007), http:// 
www.noravank.am/file/article/256_en.pdf. 
Özdağ, Ümit, “Kuzey Irak ve PKK,” Avrasya Dosyası, C. 3., S. 1 (İlkbahar 1996), s. 81-104. 
Öznur, Hakkı, “İsrail Kürt İlişkisinin Tarihsel Arkaplanı,” 2023, S. 39 (15 Temmuz 2004), s. 32-44. 
Prince, James A., “A Kurdish State in Iraq,” Current History, Vol. 92, No. 570 (January, 1993). 
Rubin, Michael, ”The Other Iraq,” Jarusalem Report, 31.12.2001, http://www.barzan.com. 
Tolan, Sandy and Jason Felch, “Beyond Regime Change,” L. A. Times, December 1, 
2002, http://www.globalpolicy.org/security/issues/iraq/2002/ 1201beyond.htm. 
Vest, Jason, “The Men from JINSA and CSP,” The Nation, September 2, 2002, http://www. 
thenation.com/doc/ 20020902/vest. 
Whitaker, Brian, “Playing Skittles with Saddam,” Guardian Unlimited, September 3, 2002, 
http://www.guardian.co.uk/Archive/Article/ 0,4273,4493638,00.html. 
Yinon, Oded, “A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties,” Kivunim, No 14 (February 
1982) in “The Zionist Plan for the Middle East,” Translated and Edited by Israel 
Shahak, Association of Arab-American University Graduates, Inc., Belmont, 
Massachusetts, 1982, Special Document No. 1, http://www.geocities.com/alabasters_
archive/zionist_plan.html. 
Harita-1: 1904 yılında Theodor Hertzl’in, 1947’de Haham Fischmann’ın Tanımlamalarına göre “vaat edilmiş ülke”nin sınırları 
Harita-2: İran’a yapılacak olası bir saldırının planı 
Harita-3: Irak’ın parçalanması 

DİPNOTLAR;

1 İhsan Şerif Kaymaz, Musul Sorunu: Petrol ve Kürt Sorunları ile Bağlantılı Tarihsel-Siyasal Bir İnceleme, İstanbul, Otopsi Yayınları, 2003, s. 29-30. 
2 CAB 42/2; CAB 27/1: Hirtzel note, 14.3.1915. 
3 CAB 27/1; CAB 42/3/12; L/P-S/11/105, P.1745/16: Report of the Committee on Asiatic Turkey, 
   30.6.1915; William Stivers, Supremacy of Oil:Iraq, Turkey and the Anglo-American World Order (19181939), 
   London / Ithaca, Cornell University Press, 1982, s. 22-23; David Fromkin, A Peace to End 
   All Peace: Creating the Modern Middle East (1914-1922), London, Penguin Boks Ltd., 1991, s. 141142; 
   Britain Cooper Busch, Britain, India and the Arabs (1914-1921), Los Angeles, University of 
   California Press, 1971, s. 45-48; Jukka Nevakivi, Britain, France and the Arab Middle East (19141920), 
   London, Athone Press, 1969, s. 18-25. 
4 Diplomacy in the Near and Middle East: A Documentary Record (1914-1956), Derleyen J. C. Hurewitz, 
   Vol. II, New York, D. Van Nostrand Co., Inc., 1958, s. 18-22; H. W. V. Temperley, A History of the 
   Peace Conference of Paris, Vol. VI, London, Henry Frowde and Hodder and Stoughton, 1924, s. 16; 
5 Arnold Talbot Wilson, Mesopotamia, 1917-1920: A Clash of Loyalties (A Personal and Historical Record), 
   London, Oxford University Press, 1931, s. 8; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, C. III/3, 1.B., Ankara, 
   Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1957, s. 115; Stephen Hemsley Longrigg, Iraq 1900 to 
   1950: A Political, Social and Economic History, 3rd Pr., Beirut, Oxford University Press, 1968, s. 91; 
   İhsan Şerif Kaymaz, Mezopotamya’da Emperyalist Kapışma ve Yerleşme, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2006, s. 127-129. 
6 Daniel Yergin, The Prize, New York, Simon and Schuster, 1991, s. 183. 
7 CAB 21/119: Paper by Admiral Sir Edmond J. W. Slade on the Petroleum Situation in the British Empire, 29.7.1918; CAB 21/119: 
   Admiralty Memorandum for the Imperial War Cabinet,  R. E. Wemyes, 30.7.1918/G.T. 5267; CAB 21/119: Admiralty Memorandum on the reported oil 
    fields of Mesopotamia and part of Persia, 2.8.1918/G.T. 5313. 
8 Kaymaz, Musul Sorunu…op.cit., s. 59-78. 
9 FO 371/3411, 167860/155461: Sykes Memorandum for Crowe, 30.9.1918. 
10 FO 371/3407: Toynbee to Sykes, London, 22.10.1918. 
11 CAB 27/24, Eastern Committee minutes of 37th meeting, 29.10.1918; CAB 27/38, “Reconstruction of Arabia,” Note by Lt. Col. Lawrence, 4.11.1918, Eastern Committee, 2207. 
12 FO 371/3384, W-44/183424: Wilson to Montagu, Baghdad, 27.10.1918/9177; FO 371/3384, W-44/183449; L/P-S/10/781, P.4779; Air 20/512: Wilson to Montagu, Baghdad, 30.10.1918/9267; 
    FO 371/3385, W-44/203520; L/P-S/10/781, P.5516: Wilson to Montagu, Baghdad, 7.12.1918/10806; Wilson, op.cit., s. 116, 123, 127-132, 134, 143-144; Busch, op.cit., s. 274-275; Nevakivi, op.cit., s. 136. 
13 FO 371/4149: Note by Political Officer, Sulaimaniyah, in regard to the political status of Kurdistan. 
14 L/P-S/11/142, P.5421-A: “Memorandum Respecting the Settlement of Turkey and the Arabian Peninsula,” by Political Intelligence Department, 
    Foreign Office, 21.11.1918. 
15 L/P-S/11/151, P.2408: Statement by the British Government for the Peace Conference Concerning the Settlement of the Middle East, 7.2.1919. 
16 FO 371/5232, E.15721/2719/44: “General Staff Desiderata Regarding Territorial Adjustments, (A.) Former Turkish Empire in Asia” 19.2.1919 Annexure to the memorandum by the Secretary of State for War, Winston S. Churchill, December 10, 1920. 
17 FO 371/4191, ME 44/89705/3050: Wilson to Montagu, Baghdad, 13.6.1919/6666, Enclosure to the minutes of the Interdepartmental Committee on Eastern Affairs, 1822, 16.6.1919. 
18 Documents on British Foreign Policy, 1919-1939, Ed. by E. L. Woodward, Rohan Butler, First Series, Vol. IV, 1919, London, Her Majesty’s Stationary Office, 1952, No. 192, s. 735-736: Webb to Foreign 
    Office, Constantinople, 19.81919/1676; FO 371/4192, ME 44/112202/3050, Noel’s note, 5.8.1919. 
19 Kaymaz, Musul..., op.cit., s. 101-106. 
20 İbid., s. 106-110. 
21 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk/Söylev, C.I, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1981, s. 157 185; FO 371/4159, ME 44-A/131054/521: Robeck to Curzon, Constantinople, 19.9.1919/1830 R.; 
    DBFP, I/IV, op.cit., No. 616, s. 920-923; Andrew Ryan, The Last of the Dragomans, London, 1951, s. 140-141. 
22 FO 371/4191, ME 44/16747/3050: G. Picot to M. Sykes, Paris, 12.1.1919. 
23 Kaymaz, Musul...,op.cit., s. 121-139. 
24 Ibid., s. 189-197. 
25 Ibid., s. 197-202, 311-325, 361-362. 
26 Ibid., s. 244-292, 303-311, 379-597. 
27 İhsan Şerif Kaymaz, “Arap-Kürt Karşıtlığı Temelinde Irak’ın Parçalanmasına Giden Yol 
     ve Türkiye,” Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Güvenlik Stratejileri 
     Dergisi, C. I, Sayı 1 (Haziran 2005), s. 22. 
28 İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Yahudilere karşı uyguladığı soykırım. 
29 Sergey Minasian, “The Israeli-Kurdish Relations,” 21st Century, No 1 (2007), s. 21-22, 
     http://www.noravank.am/file/article/256_en.pdf; 
     Oded Yinon, “A Strategy for Israel in the Nineteen , Eighties,” Kivunim, No 14 (February 1982) in “The Zionist Plan for the Middle East,” Translated 
     and Edited by Israel Shahak, Association of Arab-American University Graduates, Inc., Belmont, Massachusetts, 1982, Special Document No. 1, 
     http://www.geocities.com/alabasters_archive/zionist_plan.html. 
30 Howard Morley Sachar, A History of Israel: From the Rise of Zionism to Our Time, New York, 2000, s. 398-399. 
    (İsrail’in bu hava operasyonuna “Operation Ali Baba”(Ali Baba Operasyonu) adı verilmiştir. 
31 Minasian, loc.cit., s. 18-19. 
32 Victor Ostrovsky, By Way of Deception: A Davastanding Insider’s Portrait of the Mossad, Toronto, Staddard, 1990’dan aktaran Minasian, loc.cit., s. 22. 
33 Idem. 
34 Ibid., s. 22-24; Amicam Nachmani, Israel, Turkey and Greece: Uneasy Relations in the East Mediterranean, London, Frank Cass, 1987, s. 15; 
David McDowall, A Modern History of the Kurds, Nerw York, I. B. Tauris and Co., Ltd. 1997, s. 320, 331. (1997’deki İslâm devriminden sonra işgal edilen 
Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’nde bulunan belgeler, CIA ve Mossad’ın Kürtleri kışkırtma yönündeki eylemlerini ortaya koyan belgeleri açığa çıkarmıştı.) 
35 Kaymaz, loc.cit., s. 22-23. 
36 Andrea Barron, “U.S. and Israeli Jews Express Suport for Kurdish Refugees,” Washington Report on Middle East Affairs, May-June 1991, s. 64. 
37 Israel Shahak, “Open Secrets: Israeli Nuclear and Foreign Policies,” www.abbc.com/historia/shahak/opensec/ 07.htm’den aktaran Minasian, loc.cit., s. 25. 
38 Congressional Quarterly Weekly Report, Vol. 49, No. 15 (April 13, 1991), s. 933; No. 16 (April 20, 1991), s. 1009-1011’den aktaran Tayyar Arı, Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, 
    1.B., İstanbul, Alfa Yayınları, 2004 , s. 447-448. 
39 James A. Prince, “A Kurdish State in Iraq,” Current History, Vol. 92, No. 570 (January, 1993), s. 17-22. 
40 Yalçın Doğan, Milliyet, 3.2.1993. 
41 Sa’di Berzenci, “Irak Kürdistanı’nda Mevcut Durum Hakkında Görüş,” Avrasya Dosyası, C. 3., S. 1 (İlkbahar 1996), s. 193-216; Ümit Özdağ, “Kuzey Irak ve PKK,”  Avrasya Dosyası, C. 3., S. 1 (İlkbahar 1996), s. 81-104. 42 Arı, a.g.e., s. 445-468. 
43 Minasian, loc.cit., s. 25. 
44 Rapor, The Institute for Advanced Strategic and Political Studies (=Gelişmiş Stratejik ve Politik Çalışmalar Enstitüsü) adlı Amerikan think-tank kuruluşuna 
     bağlı Study Group on A New Israeli Strategy Toward 2000 (=2000’e Doğru Yeni İsrail Stratejisi Üzerine Çalışma Grubu) tarafından hazırlanmıştı ve 
     “A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm,” (=Yeni Bir Fırsat: Devletin Güvenliği İçin Yeni Bir Strateji) başlığını taşıyordu. 
    (http://www.iasps.org/strat1.htm.) 
45 Sidney Blumenthal, “The Neo-cons’ Next War,” Salon.com., August 3, 2006, http://www.salon.com/opinion/ blumenthal/2006/08/03/mideast/index_np.html; 
    John Dizard, “How Ahmad Chalabi Conned to Neo-cons,” Salon.com., May 4, 2004, 
    http://archive.salon.com/news/feature/2004/05/04/chalabi/index_np.html. 
46 Jason Vest, “The Men from JINSA and CSP,” The Nation, September 2, 2002, 
    http://www.thenation.com/doc/ 20020902/vest; Daniel Levy, “Ending the Neo-Conservative Nightmare,” Haaretz, 04.08.2006, 
    http://www.haaretz.com/hasen/spages/746312.html. 
47 Blumenthal, loc. cit. 
48 Ian Buruma, “How to Talk About Israel,” New York Times, August 31, 2003, 
     http://www.nytimes.com/2003/08/31/magazine/31ANTISEMITISM.html?ex=1377662400&en=7a8cfb612d5fffa2&ei=5007&partner=USERLAND; Karen Kwiatowski, “Israel Makes Its ‘Clean Break,’” Anti-War.com., July 15, 2006, 
     http://www.antiwar.com/orig/kwiatkowski.php?articleid=9306; Brian Whitaker,“Playing Skittles with Saddam,” Guardian Unlimited, September 3, 2002, 
     http://www.guardian.co.uk/Archive/Article/ 0,4273,4493638,00.html; John Mearsheimer and Stephen Walt, “The Israel Lobby,” London Review of Boks, Vol. 28, No. 6, 23.03.2006, 
     http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html; Sandy Tolan and Jason Felch, “Beyond Regime Change,” L. A. Times, December 1, 2002, 
     http://www.globalpolicy.org/security/issues/iraq/2002/ 1201beyond.htm. 
49 Tolan – Felch, loc.cit.; Kanan Makiya, “A Model for Post-Saddam Iraq,” American Enterprise Institution, October 3, 2002, 
     http://www.benadorassociates.com/article/140.
50 Tolan – Felch, loc.cit. 
51 Michael Ledeen, “The War won’t End in Baghdad,” Wall Street Journal, Opinion Journal, September 4, 2002, 
     http://www.opinionjournal.com/editorial/feature.html?id=110002213. 
52 Tolan – Felch, loc. cit. 
53 Arı, op.cit.., s. 508-509. 
54 Minasian, loc.cit., s. 26. 
55 Idem. 
56 Magdi Abdelhadi, “Israelis Train Kurdish Forces,” BBC World, Middle East, September 20, 2006, 
     http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/5364982.stm. 
57 Minasian, loc.cit., s. 27. 
58 Minasian, loc.cit., s. 28. 
59 “United Front of the Eastern (Iranian) Kurdistan” (=Doğu Kürdistan [İran Kürdistanı] Birleşik Cephesi) ‘ni oluşturan başlıca örgütler şunlardı: 
    “Democratic Party of Iranian Kurdistan” (İran Kürdistan Demokratik Partisi), “Organization for the Struggle of Iranian Kurdistan” (=İran Kürdistanı 
     Mücadele Örgütü), “Revolutonary Union of Kurdistan” (=Kürdistan Devrimci Birliği). 
60 Minasian, loc.cit., s. 28. 
61 Council Special Report No. 15 “Generating Momentum for A New Era in US – Turkey Relations,” by Steven A. Cook and Elizabeth Sherwood-Randall, June 2006, Council on Foreign Relations 
     Press, Washington D.C., http://www.cfr.org/publication/10796. 
62 M. K. Bhadrakumar, “Turkey not done with the Kurds,” Asia Times, June 12, 2007, 
     http://www.atimes.com/ atimes/middle_east/if12ak05.html. 
63 Idem. 
64 Michael Rubin,”The Other Iraq,” Jarusalem Report, 31.12.2001, http://www.barzan.com; Hakkı Öznur, 
    “İsrail Kürt İlişkisinin Tarihsel Arkaplanı,” 2023, S. 39 (15 Temmuz 2004), s. 32-44. 
65 Ariella Oppenheim, “The Y Chromosomes Pool of Jews as Part of the Genetic Landscape of the Middle East,” The American Journal of Human Genetics, No 69 (5), November 2001, s. 10951112; Tamara Traubman, “Study Finds Close Genetic Connections Between Jews, Kurds,” Ha’aretz, 21 November 2001’den aktaran Minasian, loc.cit., s. 15-16; Kevin Alan Brook, ““The Genetic Bonds Between Kurds and Jews,” 
     http://maviboncuk.blogspot.com/2004/05/geneticbonds-between-kurds-and-jews.html; http://christianparty.net/ jewsdna.htm. 
     http://www. washingtoninstitute.org/media. 
66 Kaymaz, loc.cit., s. 27-28. 
67 Saywan Barzani, “Defense of A Thesis: The Iraqi Kurdistan Question, 1991-2005,” Roj Bash! January 13, 2006, http://northerniraq.info/blog/?p=35. 
68 Nuri Talabani, Arapların artık Kürtleri de İsrailliler gibi görmeye başladığını söylerken, aslında tüm bölge halklarının Kürtlere yönelik bakış açılarını yansıtıyor. 
Charles Glass, “Welcome to Kurdistan (While It Lasts),” The Independent, 23.11.2004, http:// news.independent.co.uk. 

Akademik Bakış 
Cilt 1, Sayı 1 
Kış 2007 
İhsan Şerif Kaymaz 
Emperyalizmin “Kürt” Kartı 


***

Emperyalizmin “Kürt” Kartı., BÖLÜM 5

Emperyalizmin “Kürt” Kartı.,  BÖLÜM 5


Emperyalizmin Kürt Kartı, İhsan Şerif Kaymaz,Kürt sorunu,emperyalizm,İngiltere,İsrail,Irak,Türkiye,ABD,Suriye,



İsrail, bu amaçla Erbil’de büyük ve modern bir havaalanı inşa etmiştir. (Harita-2) 


ABD ve İsrail, Şah döneminde (1950’lerden 1970’lere kadar) yaptıkları 
uygulamanın aynısını, fakat tam ters yöne gerçekleştirmektedirler. O zaman 
Kürtleri kullanarak Irak içlerinde terörist eylemler düzenlemek için İran topraklarından yararlanıyorlardı. Şimdi İran’a karşı Irak topraklarından yararlanmaktadırlar. Değişmeyen, tek şey Kürtlerin kullanılıyor olmasıdır. 
Son dönemde Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmelerin Türkiye’ye yönelik olumsuz yansımaları PKK terörünün tırmanışa geçmesinde kendisini göstermiştir. 
Terör tırmanırken, Türk Ordusu’nun kayıpları da giderek artmaktadır. 
Terörist saldırılar, genellikle Kuzey Irak’ta üslenen gruplarca gerçekleştirilmekte, 
Türkiye’nin terör üslerinin ortadan kaldırılması yönündeki istemleri ise, sağır kulaklardan dönmektedir. ABD’nin bu konuda etkisiz kalması, bu ülkenin yetkili organlarınca, Irak’taki Amerikan işgaline karşı süre giden direnişe dayandırılmakta dır. Irak’ta zor durumda bulunan ABD, yalnızca Kuzey Irak’taki Kürtlerin desteğine sahiptir; PKK’ya karşı askeri bir operasyon düzenleyerek bu tek destek noktasını da yitirmeyi göze alamaz denmektedir.61 

İran, Kuzey Irak’ta kendisi için tehdit oluşturan yapılanmaya karşı gerekli önlemleri almış, askeri müdahale ile sınırda belli bir güvenlik koridoru oluşturmuş tur. Türkiye ise, tüm kayıplarına karşın bunu bir türlü yapamamıştır. Askeri kanatla hükümet arasındaki bir tür “kedi-fare oyunu”62 yüzünden aylardır süren müdahale söylentilerinin içi bir türlü doldurulamamıştır. Hükümet, Batı’nın, 
kendisi için yaşamsal olduğunu düşündüğü maddi desteğini yitirmekten çekinmektedir. 

Öte yandan asker kanadının da bazı kaygıları olduğu anlaşılmaktadır. 
Kuzey Irak’a yönelik bir askeri operasyonun anlamı, sınırın 3-5 kilometre 
içini hedef alan sınırlı bir müdahale değildir. Türkiye, sıcak takip hakkını kullanarak, bunu zaten her zaman yapmaktadır. Sorun, daha derin bir harekâtın 
Batı tarafından tolore edilmeyeceği endişesidir. 

Türkiye, 1983-1997 yılları arasında 36 kez Kuzey Irak’a yönelik sınırötesi 
operasyon yapmıştır. Hatta 1997 yılında 50 bin askerle sınırın 200 kilometre 
içine kadar girilmişti. Fakat o zaman koşullar çok farklıydı. Bağdat’ta, 
Kürt irredentist ulusçuluğuna gem vurulması gerektiği konusunda Ankara ile 
aynı görüşte olan Saddam Hüseyin yönetimi vardı. ABD, Türkiye ile arasındaki 
NATO ittifakını bugünkünden çok daha fazla önemsiyordu. Irak, dünyanın 
bir numaralı gündem maddesi değildi. Bugün, Bağdat’ta merkezî otorite diye 
adlandırılabilecek bir yönetim yoktur; ülke fiilen işgal altındadır. Kuzey Irak’ta 
de facto Kürdistan yönetimi iş başındadır. ABD ve İsrail başta olmak üzere tüm 
Batı’nın desteğine sahip olan bu yönetim, PKK’nın arkasında durmaktadır. 
Soğuk Savaş dönemindeki ve 1990’lardaki önceliklerini büyük ölçüde değiştirmiş 
olan ABD’nin stratejik hesapları içinde Kürtlerin ağırlığı ciddi olarak artmış bulunmaktadır. Türkiye’nin ise, her ne olursa olsun Batı’dan kopamayacağı 
ve denetim altında tutulacağına kesin olarak inanılmaktadır. Bir sonraki 
adım, Kerkük’ün Kürdistan özerk yönetimi sınırları içine dâhil edilmesi 
olacaktır. Türkiye’nin karşı çıkışlarına bakılmaksızın, bu süreç de kararlılıkla 
uygulanmaktadır. Kerkük’ün zengin petrol yataklarına da bu yolla el koyma 
beklentisi, ABD ve İsrail’in gözünde Kürtlerin değerini daha da arttırmaktadır. 
Fakat hepsinden önemlisi, tıpkı 90 yıl önce İngiliz emperyalistlerinin gördüğü 
gibi, ABD-İsrail ikilisi de Kürt ulusçuluğunu, bölgeye yönelik en güçlü potansiyel jeo-stratejik silah olarak görmektedir. Bu silahı kullanarak, kritik Türk-Arap-İran üçgenini denetim altında tutabileceklerini hesaplamaktadırlar. ABD ve İsrail, nihai amaçlarının bağımsız Kürdistan yaratmak olduğu gerçeğini açığa vurmaktan özenle kaçınmaktadırlar. Bu arada, bir yandan terör konusunda Türkiye’ye umut verici mesajlar gönderirken, bir yandan da PKK’ya el altından silah ve lojistik destek sağlamaktadırlar. Irak’taki varlığının uzun süreli olacağını hesaplayan ABD, burada Kore modelini uygulayarak 14 kalıcı askeri üs kurmayı tasarlamaktadır. Kürt medyasına göre bu üslerden 3 tanesi Kuzey Irak’ın Kürt bölgelerinde -Erbil, Dohuk ve Süleymaniye’de-kurulacaktır.63 Bu ise, ABD’nin Türkiye’deki İncirlik üssüne olan gereksinimini büyük ölçüde ortadan kaldıracak bir gelişmedir. Türk Ordusu’nun sınır ötesi operasyon yapacağı söylentileri artınca, iki Amerikan uçağı Türkiye-Irak sınırını “yanlışlıkla” ihlal etti. Bu, Amerikan diplomasisinin ince bir uyarısıydı. “Sınırı geçersen karşında beni bulursun” denmek isteniyordu. Bundan kısa bir süre sonra, yıllardır sözde Ermeni soykırım savlarına karşı çıkan ve bu konuda Amerikan Kongresi’ndeki girişimleri sürekli olarak etkisiz kılan ABD’deki en büyük Yahudi lobi kuruluşu AIPAC, Ermeni soykırım savlarını tanıdığını açıkladı. 
Türkiye’nin İsrail nezdindeki yoğun girişimleri sonucunda AIPAC, açıklamasını 
geri çekti ve Türkiye’ye bu konuda herhangi bir yaklaşım değişikliği bulunmadığı güvencesi verildi. Kuşkusuz ne AIPAC’ın İsrail hükümetinden, ne de İsrail’in ABD’den bağımsız hareket etmesi söz konusu değildir. Yani bu da yine ince bir diplomasi oyunuydu. Türkiye’ye “uyumlu” davranmazsa nelerin olabileceği anımsatılıyordu. 

Türkiye tüm bu uyarıları dikkate almayıp, Kuzey Irak’a kapsamlı bir müdahalede 
bulunsaydı, bu stratejik bir hata olurdu. Bir yıl önce Güney Lübnan’a müdahale eden İsrail Ordusu’nun Hizbullah direnişini kıramadığı ve hedeflerine tam olarak ulaşamadığı gözden kaçırılmaması gereken bir gerçektir. Kaldı ki, Kuzey Irak’a müdahale eden Türk Ordusu, karşısında yalnız gerilla güçlerini değil, yıllardır Amerikalı ve İsrailli uzmanlarca eğitilip silahlandırılan düzenli “Kürt Ordusu”nu bulabilirdi. Türk Ordusu, kendisini Kürtlerin, Arapların, İranlıların, Amerikalıların, İsraillilerin dahil olduğu bir büyük bataklığın içinde bulabilirdi. Olasılıkla bu, Kuzey Irak’taki de facto Kürdistan devletinin resmen tanınması sürecini kısaltan bir gelişme olurdu. Resmen tanıma için zaten fırsat kollayan Batılılar, bunu bir fırsat olarak değerlendirebilirlerdi. 

Sonuç: 

Bölgeyi Bekleyen Gelecek Bağımsız “Kürdistan” devleti projesinin gerçek sahibi ve mimarı, başından beri İsrail’dir. İsrail, “peripheral strategy” adını verdiği temel stratejisi içinde önemli bir yer tutan Kürdistan stratejisini daha 1930’larda, İsrail devleti kurulmadan önce oluşturmuş, o zamandan beri de başarıyla uygulayarak bugün gelinen noktaya ulaşmıştır. Kürdistan tasarısının, Türkiye Cumhuriyeti topraklarını hedef almadığını düşünmek saflık olur. Kuzey Irak’ta kurulacak bir 
devlet, hiç kuşku yok ki, daha uzun dönemli bir planın ilk halkasını oluşturacaktır. 
Gelecekte Ortadoğu için suyun petrolden çok daha büyük bir stratejik değer kazanacağı da, Ortadoğu’nun su kaynaklarının Doğu Anadolu’da bulunduğu 
da, gelecekte bu kaynakları denetleyebilen gücün, tüm Ortadoğu’yu denetleyeceği de bir sır değildir. Nitekim İngiliz istihbarat uzmanlarının bu saptamayı daha 90 yıl önce yapmış olduklarını gördük. Bu bağlamda, İsrail’in, GAP bölgesinden bol miktarda toprak satın alması elbette bir rastlantı değildir. 

İsrail’in Kürtlere ilgisi ne yenidir; ne de amaçsızdır. İsrail’in Kürtlere ve 
Kürt coğrafyasına duyduğu ilgi, uzun vadeli stratejisinin bir gereğidir. 64 
İsrailli, Alman ve Hintli genetik uzmanlarından oluşan bir araştırma ekibince yapılan kapsamlı bir araştırmanın sonuçları 2001 yılında açıklanmıştır. 
Ekibin başında Hebrew Üniversitesi profesörlerinden Ariella Oppenheim 
ve Marina Feurman bulunuyordu. Araştırma raporunda Yahudilerle Kürtler 
arasındaki genetik benzeşmenin, Yahudilerle Araplar arasındaki genetik yakınlıktan daha fazla olduğu ileri sürülüyordu.65 Oysa Araplarla Yahudilerin 
aynı etnik kökenden -Sami kökünden- geldikleri ve konuştukları dillerin de 
-Arapça ve İbranice- Semitik dil grubundan olduğu bilinmektedir. Kürtler ise 
İranî dilinin lehçelerini konuşmaktadırlar. Dolayısıyla araştırmanın inandırıcılığı 
ve bilimsel geçerliliği son derece tartışmalıdır. Tarihte ırkçılıktan en fazla zarar görmüş halk olan Yahudilerin, ırksal köklerini araştırmak, Kürtlerle aralarında ırksal bir yakınlık kurmak ve bunu tam da bu dönemde yapmak gereksinimini duymuş olmaları dikkat çekicidir. Bu “bilimsel” araştırmanın arkasında geleceğe ilişkin siyasal hesapların bulunduğu anlaşılmaktadır. 

Bugün Kuzey Irak’ın yönetsel denetimi görünüşte IKDP ve IKYB’nin elindedir. Ancak bu gruplar, ekonomik, siyasal ve askeri olarak ABD ve İsrail’in 
güdümü altındadırlar. Barzani ve Talabani, Batılı velinimetlerinin istek ve beklentileri doğrultusunda hareket ederek özerklik ve bağımsızlık yönünde ortak 
savaşım verdikleri görüntüsünü yaratmaya çalışsalar da, aralarında geçmişe 
dayanan derin bir düşmanlık bulunmaktadır. IKDP’nin daha feodal ve gelenekçi, 
IKYB’nin daha seküler bir anlayışa sahip olmasının yarattığı farklılık bir yana, ancak aşiret örgütlenmesinin yapısal zaaflarıyla açıklanabilecek aşılması olanaksız güvensizlik ve çekememezlikler, koşulların zorladığı ve Batılıların elbirliğiyle teşvik ettiği aldatıcı işbirliği görüntüsünün altında gizlenmeye çalışılmaktadır.66 

Kuzey Irak’ın 1991 yılından bu yana süregelen hukuksal statüsünün uluslararası hukukta bir karşılığı bulunmamaktadır. Resmen bir mandat ya da himaye durumundan söz edilemez. Ama bölge 16 yıldır Bağdat’taki merkezî yönetime de bağlı değildir. 1991 yılında Turgut Özal’ın girişimiyle oluşturulan ve yine uluslararası hukukta hiçbir tanımı olmayan “güvenli bölge”nin ilan edilmesinden bu yana, Kuzey Irak’taki Kürt bölgesinin özerkliği günden güne güçlenmiş ve ortaya de facto bir devlet çıkmıştır. 2003 yılındaki Amerikan işgali, Kürtlerin 1991 yılından beri elde ettikleri kazanımları konsolide etmiştir. Bugün Kuzey Irak’ta, kendi hükümetine, meclisine, ordusuna, polis gücüne ve devlet olmanın gerektirdiği tüm simgesel ve kurumsal altyapıya sahip bir örgütlenme vardır. 

Bu, aslında bağımsız bir devlettir. Tek gereksinimi, bunu resmen ifade edebilmesini sağlayacak şekilde uluslararası tanınma koşulunun yerine getirilmesidir. Bunu gerçekleşmesi ise, yalnızca bir zaman sorunudur.67 
Bununla birlikte, Kürtlerdeki toplumsal örgütlenmenin yapısını ve niteliğini iyi bilenler, bağımsız bir Kürt Devleti’nin kendi gücüyle ayakta kalması olasılığının son derece zayıf olduğunun ayrımındadırlar. Kürtlerin, kendi aralarında birlik ve bütünlük oluşturmaları kolay değildir. Daha 1918 yılında Arnold T. Wilson tarafından yapılan bu saptama halen geçerliliğini korumaktadır. Aşiret ilişkileri üzerine siyasi bir kurumlaşma yapılandırılamaz. Tarihin hiçbir döneminde, başka hiçbir etnik gruba, kendi siyasi yapılarını oluşturabilmeleri için 20. yüzyılda, özellikle de son 15 yılda Kürtlere verilen destek çapında bir destek verilmemiştir. Buna karşın Kürtler, aralarındaki anlaşmazlıkları aşarak kendi ayakları üzerinde durmayı başaramamışlardır. Bugünkü yapı, varlığını bütünüyle ABD askeri korumasına borçludur. Amerikan koruması kalktığı anda Kuzey Irak’taki “devlet” kâğıttan bir kale gibi birdenbire yıkılacaktır. O zaman Kürtler, onları “hain” kimliğiyle damgalamış olan diğer bölgesel güçlerle ilişkilerinde çok zor bir durumda kalacaklardır.68 

Bu gerçeği bildikleri için ABD ve İsrail, süreci kendi inisiyatifleri altında sonuçlandırmaya kararlı görünmektedirler. Başlangıçta Irak’ta göstermelik bir 
federasyon kurulsa bile, bu zorlama ve geçici bir yapılanma olacaktır. Amerikan işgali, Irak’ın toprak bütünlüğünü fiilen ortadan kaldırmıştır. Atılacak son adım, bu durumun resmen kabul ve ilan edilmesidir. (Harita-3) Bu adım atıldığında bölge, İsrail Devleti’nin kurulmasının yol açtığından çok daha büyük bir çatışma ve kaos ortamına sürüklenecektir. Çünkü İsrail Devleti’nin karşısında esas itibariyle yalnızca Araplar vardı. “Kürdistan” Devleti’nin karşısında ise, tüm bölge güçleri yer alacaktır. Ortaya çıkacak çatışma ve kaostan tüm bölge halkları zarar görecektir. Fakat kuşkusuz en ağır bedeli yine Kürtler ödeyecektir. Ama emperyalizme güvenilemeyeceği konusunda tarihten ders almayanların bu aymazlıklarının bedelini er geç ödemeleri kaçınılmazdır. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***