Uluslararası İlişkiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uluslararası İlişkiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Eylül 2019 Pazar

Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları. BÖLÜM 1

Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları. BÖLÜM 1




Güvenlik Algılaması ve Uluslararası İlişkiler Teorilerinin Güvenliğe Bakış Açıları.
Şeref ÇETİNKAYA* 
*Harp Akademileri K lığı SAREN Uluslararası İlişkiler Doktora Programı Özel Öğrencisi.1 

Özet: 

Soğuk Savaş sonrası dönemde güvenlik algılamasında oldukça radikal değişimler meydana gelmiştir. Yeni dönemde güvenlik sorunlarının azalacağı düşünülmesi  ne rağmen yaşanan gelişmeler bunun aksi yönünde olmuştur. 
Bu nedenle güvenlik alanında teorik çalışmalar hız kazanmıştır. Uluslararası ilişkiler alanında yapılan bu çalışmalar uluslararası ilişkiler teorileri içerisinde de yerini almıştır. 
Önde gelen uluslararası ilişkiler teorilerinin güvenlik algılamalarının incelendiği bu makalede her bir teorinin bakış açısına yer verilmiştir. 

Güvenlik ne demektir sorusunun tüm zamanlar ve mekânlar için geçerli olacak tek bir cevabı yoktur. Kişilerin ve toplumların güvenlik anlayışı, onların siyasi 
bakış ve felsefi dünya görüşünden türemektedir iddiasını savunmaktadır. Buzan 2 ise, güvenliği az gelişmiş bir kavram olarak nitelemiş ve kavramın 
literatürdeki eksikliğinden söz etmiştir. Bununla birlikte güvenlikle alakalı yapılan tanımlardan bazıları şöyledir: 

Güvenlik; dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı kendini koruyabilme yeteneğidir 3. 
Devlet açısından baktığımızda güvenlik; barış zamanında kendi değerlerini tehditlere karşı koruyabilme ve olası bir savaş halinde zafer kazanabilme gücüdür 4. 

Bir başka tanıma göre güvenlik; düşmanını karşılıklı paylaşım veya yanlış yönlendirilmelerile dost yapabilmektir 5. 

Demir 6 e göre güvenlik sözcüğü, farklı biçim ve anlamlar alsa da insanoğlunun toplu yaşama geçişinden itibaren korunma, barınma ve varlığını devam ettirme 
gereksiniminin karşılanmasını içermektedir. Güvenliğin tanımı nasıl yapılırsa yapılsın, nihayetinde, var olan değerlerin korunması için yapılan çalışmalar 
sonucunda risk ve tehditlerin olmaması durumunu ifade etmektedir. Güvenlik Kavramı Üzerine Güvenlik kavramı ilk insanın varoluşundan itibaren hayatımıza 
girmiş ve günümüze gelene kadar çeşitli evrelerden geçmiştir. Dolayısıyla tarihin hangi dönemine bakılırsa bakılsın güvenlik kavramı bir süreç içerisinde 
değerlendirilmektedir. 
Zaman ve koşullara göre gelişen olaylar bu kavramın içeriğini zenginleştirmiştir. 7. 
Güvenlik çalışmaları, kuvvet kullanımına zemin hazırlayan koşulları belirlemeye çalışır. Ayrıca bu çalışmalar kuvvet kullanımının; bireyleri, devletleri, toplumları ve devletlerin savaşa hazırlanmak, savaşı engellemek ve savaşa girmek için uyguladıkları belirli politikaları ne şekilde etkilediğini belirlemektedir. 

Güvenlik alanındaki ilk çalışmalar ABD de İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlamış ve başlangıçta dar bir kapsam içererek, uluslararası gerilimin daha 
çok askeri yönlerine odaklanmıştı. Güvenlik çalışmalarının Rönesans ı, 1970 lerin ortasında Ford Vakfı nın güvenlik sorunlarında çeşitli akademik merkezleri 
destekleme kararı alması ve alanla ilgili temel bilimsel forum haline gelen International Security dergisinin kurulması ile başladığı kabul edilmektedir 8. 

   Güvenlik kavramını genişletmek veya güncelleştirmek konusundaki çalışmalar, iki kaynaktan gelmektedir: Birincisi, geleneksel dar askeri odaklı güvenlikle 
ilgili sorunlar giderek artmaya başlamıştır. Sürekli artan bir silahlanma kapasitesinin aynı oranda bir güvenlik artışı sağlayamadığının yaygın kabulü ve bu silahlanma yarışının getirdiği ekonomik yükün kaldırılamayacak seviyelere ulaşması bu sorunların göz önüne çıkmasına neden olmuştur. 

İkinci gruptaki çalışmalar, diğer konu alanlarının güvenlik gündemine dâhil edilmesi taleplerinden gelmektedir. Çoğu insanın ve ulusların yaşamlarına ve 
refahlarına yönelik günlük tehditler, geleneksel askeri perspektifin iddia ettiğinden çok daha farklıdır 9. 

Güvenlik kavramının anlamlı olması öncelikle belirli bir hedefe yöneliyor olmasından kaynaklanmaktadır. Eğer hedef belirlenmemiş ya da yanlış belirlenmişse güvenlikten söz etmek anlamlı değildir. 

Hedef bazen bir devlet bazen de bir birey olabilir gibi basit bir tanımlama da yeterince uygun değildir. Çünkü birden çok devlet birden çok birey mevcuttur 
ve bunlar birbirlerine bağlı hareket edebilirler 10. 

Hatta bunun ötesinde bireylerin ve devletlerin oluşturduğu bir sistem de
meydana gelebilir ve bu sistemin de koşullarıyla beraber güvenliği söz konusu olabilir. Bunun için kimin için güvenlik sorusunun ayrıntılı bir şekilde cevaplanması gerekmektedir. Hedefler değiştikçe ya da geliştikçe, tehdit algılamalarında da farklılaşmalar ortaya çıkacaktır. Böylece yeni güvenlik arayışlarına ihtiyaç duyulması kaçınılmaz hale gelecektir. 

Dedeoğlu 11 nun da belirttiği üzere; gelişme ile güvenlik arasında doğru bir orantı söz konusudur. Gerek devlet bazında gerek birey bazında gelişme oldukça yani edinimler arttıkça, bunların yitirilmesine yönelik endişeler de artacaktır. Hiçbir şeyi olmayanın kaybedeceği bir şey de olmaz ancak çok şeye sahip birinin gerçek ya da algılamaya dayalı fazlasıyla endişesi bulunmaktadır. Güvenlik olgusuyla alakalı önemli bir diğer konu da güvenliğin derecesinin ne olacağıdır 12. 
Her seviyede geliştirilecek tedbirler farklılaşmaktadır. Bir binanın güvenliği ile bir devletin güvenliği ya da bir bölgenin güvenliği farklı algılamalar ışığında 
değişik tedbirler alınmasını gerektirmektedir. Bu noktada güvenliğin inşası ne kadar güvenlik sorusuyla muhatap olmaktadır. 

Güvenlik kavramının genişletilmesiyle klasik güvenliğin dışında daha kapsayıcı yeni bir güvenlik kavramı ortaya çıkmaktadır. Klasik güvenlikte ana özne devlet 
ve onun güvenliğidir. Bu güvenlik anlayışı, dışarıdan gelebilecek askeri tehditlere karşı alınacak askeri tedbirlerle ilişkilidir. Dolayısıyla, klasik devlet odaklı anlayış a göre güvenliğin sağlanması askeri güce sahip olmakla doğru orantılıdır 13. 

Bununla birlikte askeri güç, güvenliğin tek kaynağı değildir ve askeri tehditler de devletlerin yüz yüze geldiği tek tehlike değildir. 

Sonuçta güvenlik çalışmaları bazı zamanlar tanımlandığı üzere silahların kontrolü, diplomasi, kriz yönetimi gibi devlet aygıtlarını da içermektedir. 

Bu sorunlar açıkça alanın temel odak noktasıyla ilgilidir. 

Çünkü bunlar doğrudan savaşın karakteri ve olasılığı ile bağlantılıdır 14. 

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde güvenlik daha çok askeri anlamda tanımlandığından dolayı askeri konulara yüksek politika denilmiştir. 
Askeri konular dışındaki konuların, örneğin ekonomi, çevre, sağlık, göçler gibi, güvenlik sorunları olarak ortaya çıkması mümkün olmamıştır. 
Bu konular daha çok alçak politikanın konuları olarak değerlendirilmişlerdir. 

Yine bu dönemde, devletlerin güvenliği caydırıcılık esasına dayandırılmıştır. 

Buna göre, herhangi bir devlet revizyonist amaçlarla hareket edip sistemi baştan şekillendirmeye çalıştığında, diğer güçler, güçler dengesi prensibi gereği, 
bir araya gelip karşı bir dengeleyici blok oluşturmaktaydılar. Başka devletleri güvensizliğe itecek politikaların bu politikaları uygulayanlar açısından maliyetli 
olacağının gösterilmesine dayanan caydırıcılık politikası, karar alıcıların rasyonel hareket ettiklerini varsaymaktaydı. 15 

1990 sonrası dünyada yavaş yavaş değişmeye başlayan şartlar sonucunda klasik güvenlik anlayışının tek ve değişmez aktörü olan devletin güvenliğinin yanı sıra insan güvenliği, toplum güvenliği ve küresel güvenlik tartışmaları çerçevesinde, devlet güvenliğinin ötesinde farklı analiz düzeylerinde güvenliğin ele alınması gerektiği tartışılmaya başlanmıştır 16. 

İnsan güvenliği, sürdürülebilir barışın ve sosyal adaletin ancak bireylerin haklarının ve ihtiyaçlarının risklerden korunmasıyla mümkün olabileceğini savunan küresel güvenlik için insan-merkezli bir yaklaşımdır. Başlıca insani güvenlik riskleri arasında, şiddet ve insan hakları ihlalleri, afetler ve iklim değişimi, yoksulluk ve açlık, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlerden yararlanamamak sayılabilir. 

İnsan güvenliğinin karşılaştığı tehlikeler ve riskler uluslararası, ulusal ve yerel seviyelerde birbiriyle bağlantılı olup, bu bağlamda çözüm önerileri de bu 
değişik seviyelerdeki bağlantılar göz önüne alarak yapılmalıdır. 

Yerel boyutta karşılaşılan çevre sorunları nasıl küresel dengelerle ilgiliyse, aynı zamanda işsizlik, şiddet ve yoksulluk da değişik seviyelerdeki politik ve 
ekonomik çerçevelerin oluşmasında rol alan güç odakları, stratejik dengeler ve küresel para akışıyla ilgili mekanizmaların işleyişiyle ilgilidir. 

Bu, süreç ve sistemlerin insan güvenliği için ne anlama geldiğini sorgulamasıyla birçok çözümlenemez gibi görünen karmaşık problemlere başka bir bakış 
açısı getirilmesini sağlamaktadır.17 

Toplumsal güvenlik ise, toplumun kültürel kimliği ile ilişkilendirilmektedir. Ayrıca toplumun kimliği de önemli olmaktadır. 
Toplumsal güvenliğin sağlanması siyasi kimliğe sahip devletin güvenliğinin sağlanmasından oldukça farklıdır. Toplumları birbirinden ayıran belirgin özellikleri dinleri ve gelenekleridir 18. 
Buzan ın öncülük ettiği Kopenhag Okulu na göre, toplumsal kimlikler eskiden dine göre tanımlanırken, günümüzde ulus ve etnik gruplara göre tanımlanmakta dır. 
Dolayısıyla bu olgulara yönelik tehditler toplumu güvenlik aktörü haline getirmektedir. 

Ancak Theiler 19, Kopenhag Okulu nun toplumsal güvenliği anlatırken ele aldığı toplum olgusunu bir cisimmiş gibi anlattığını yani toplumu cisimleştirdiğini 
belirterek bunun yanlış olduğunu açıklamaya çalışmıştır. 
Küresel güvenlik dediğimiz kavram ise daha geniş bir anlam ifade etmektedir. Küreselleşmeye çalışan dünya içerisinde uluslararası sistemin güvenliğinin 
sağlanması, bu sisteme yönelik tehditlerle mücadele edilmesi küresel güvenliğin ana konusunu oluşturmaktadır. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

15 Haziran 2019 Cumartesi

ORTA DOĞUDA ABD NİN AMACI MÜTTEFİKLERİNİ KONTROL EDEBİLMEK.,

ORTA DOĞUDA ABD NİN AMACI MÜTTEFİKLERİNİ KONTROL EDEBİLMEK.,



ABD’nin En Önemli Amacı Müttefiklerini Kontrol Edebilmek

SETA Güvenlik Araştırmacısı Aslan, S-400 meselesi hakkında, "ABD için sorun olan husus, Türkiye'nin kontrol edilebilirlikten çıkması ve kapasitesinin 
bölgedeki Amerikan faaliyetlerini engelleyebilecek seviyeye ulaşması." dedi.


Murat Aslan 
24 Mayıs 2019
Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Güvenlik Araştırmacısı Murat Aslan, ABD‘nin, Türkiye’nin S-400 füze savunma sistemi satın almasına 
karşı çıkmasının altında yatan sebebin, Türkiye’nin kontrol edilebilirlikten çıkması ve kapasitesinin bölgedeki Amerikan faaliyetlerini engelleyebilecek seviyeye ulaşması olduğu değerlendirmesinde bulundu.

Savunma politikaları ve güvenlik alanında araştırma yapan uzmanlar, Türkiye’nin Rusya ile yaptığı S-400 anlaşmasına ilişkin NATO ve ABD’nin sergilediği 
tutumunun yanı sıra Türkiye’nin ortaya koyduğu tezleri AA muhabirine değerlendirdi.

SETA Güvenlik Araştırmacısı Murat Aslan, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın alması üzerine Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması 
gerektiğine ilişkin iddialara karşı çıkarak, NATO ve Türkiye’nin bir bütün olduğu, karşı karşıya olmadığının altını çizdi. Aslan, “Türkiye, NATO’nun bir parçası. Dolayısıyla Türkiye ve NATO ifadesi bile bence doğru değil.” dedi.

Öte yandan Türkiye’nin silah tedarikinde yapmış olduğu seçimlerin, NATO’nun tercih alanında olmadığına işaret eden Aslan, her devletin istediği silahı alabileceği değerlendirmesinde bulundu. Aslan, bu nedenle S-400 meselesinin NATO ile Türkiye arasındaki bir sorun olmaktan ziyade, Türkiye ile ABD arasındaki bir sorun olduğu yorumunu yaptı.

Aslan, halihazırda NATO üyesi ülkelerde Sovyetler Birliği döneminden kalmış ve daha sonra tedarik edilmiş Rus silah sistemleri olduğuna işaret ederek, bunun en bariz örneğinin Girit Adası’na konuşlandırılmış S-300 sistemleri olduğunu belirtti.

ABD’nin, Türkiye’nin S-400 satın almasına karşı çıkmasının altında yatan asıl nedenin, teknik nedenlerden kaynaklanmadığını dile getiren Aslan, bilakis ABD’deki silah sanayinin baskısı olduğunu vurguladı.

Aslan, ABD’nin, Soğuk Savaş döneminin ardından Sovyetler Birliği’nin silah pazarı olarak hedeflediği eski Doğu Bloğu ülkelerine silah satmaya başladığını ve dolayısıyla bu ülkelerin tekrar Rusya’dan silah tedarik etmesini istemeyeceğini belirtti. Aslan, bunun olması durumunda Amerikan silah sanayisinin olumsuz etkilenebileceğini kaydetti.

ABD’nin, Türkiye’nin, Rusya’dan S-400 satın almasının NATO üyesi diğer ülkelere emsal teşkil etmesinden endişe duyduğunu dile getiren Aslan, bu bağlamda, ABD’nin en önemli amacının müttefiklerini kontrol edebilmek olduğunu bildirdi. Aslan, “Bu sonuç olarak şunu gösteriyor; S-400 meselesi bir Amerikan problemidir.” diye konuştu.

Aslan, ABD’nin öne sürdüğü teknik nedenlerin sağlam temeller üzerine oturmadığı eleştirisinde bulanarak, “ABD için sorun olan husus, Türkiye’nin kontrol edilebilirlikten çıkması ve kapasitesinin bölgedeki Amerikan faaliyetlerini engelleyebilecek seviyeye ulaşması.” ifadesini kullandı.

ABD’nin yaptırım uygulama olasılığına değinen Aslan, bölge halkının Türkiye’ye duyduğu sevgiyi de “yumuşak güç” olarak niteleyerek, şöyle devam etti:

“ABD eğer yaptırım uygularsa, Körfez’de İran’a karşı ısınan sular, kendi açısından sıkıntı oluşturur çünkü Türkiye yaptırıma maruz kaldığında daha otonom bir politika uygulayacaktır ve bu durum ABD’nin bu bölgede daha da yalnızlaşmasına neden olacaktır. Suriye’nin doğusunda şu anda bin civarında asker bırakacaklar. Irak’ta askerleri var. Türkiye’ye yaptırım uygulayıp bir şekilde karşı karşıya geldiklerinde, Türkiye’nin en büyük gücü olan yumuşak gücüyle muhatap olmak zorunda kalacaklar.”

Aslan, yaptırımların devreye girmesi durumunda, ABD’nin bu sürecin uzun vadeli sonuçlarını düşünmesi gerektiğinin altını çizerek, “Süreç hem Türkiye için yönetilebilir olmalı ama ABD açısından da uzun dönemde yönetilebilir mi değil mi buna bakmak lazım.” dedi.

“Türkiye Acilen kaynaklarını Çeşitlendirmeli”

Savunma Politikaları Araştırmacısı Arda Mevlütoğlu da S-400 meselesinin yakın zamanda bir çözüme kavuşturulamaması durumunda, Türkiye ile ABD arasında daha ciddi bir krizin ortaya çıkabileceği değerlendirmesinde bulundu.

Bu krizin doğrudan NATO’yu ve örgütün çeşitli gerilimlerde müdahale ya da politika üretme kabiliyetini etkileyebileceğine işaret eden Mevlütoğlu, “Mesele birden bire Türkiye-Amerika krizinden, bir NATO iç krizine dönüşebilir.” yorumunu yaptı.

Mevlütoğlu, S-400’ün komplike bir sistem olması sebebiyle Rusya ile devamlı bir iletişim gerektirdiğini belirterek, Rusya ile böyle bir bağlantı kurulmasının NATO müttefikleri tarafından ciddi bir tehdit olarak algılandığını dile getirdi.

ABD’nin, Türkiye’nin S-400 alması durumunda F-35’in bilgisinin Rusya’nın eline geçebileceği yönünde endişe duyduğunu belirten Mevlütoğlu, şunları kaydetti:

“Türkiye’nin, bu bilgilerin Rusya’nın eline geçmemesi için gerekli tedbirleri alabileceğine dair bir güvence ve taahhüdü var. ABD’nin de buna itimat etmesi gerekir çünkü Türkiye, 67 yıldır NATO’nun en önemli üyesi. Hemen hemen her operasyonda yer aldı. Tüm taahhütlerini eksiksiz yerine getirdi. Dolayısıyla Türkiye’nin NATO’nun en köklü üyelerinden birisiyse eğer NATO’nun her şeyine tam destek verdiyse bu konuda da gerekli önlemleri alabileceği yönünde ikna etmesi gerekir.”

ABD’nin olası yaptırımlarına karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğine de değerlendiren Mevlütoğlu, “Türkiye, kaynaklarını çeşitlendirmeli. Bu kısa vadede hemen uygulamaya konulacak bir şey değil fakat her türlü teknolojide de silah sisteminde de ya da ARGE’de de kaynaklarımızın çeşitlendirilmesi bizim en öncelikli tercihi olması gerekir.” dedi.

Mevlütoğlu, Türkiye’nin kısa vadede acilen müttefikler bulması gerektiğinin altını çizerek, “Türkiye’nin tezlerine hak veren, savunan ya da Türkiye ile fikir birliğini açık şekilde deklare eden ülke, kuruluş ya da akademik bunların sayısının hızla artırılması gerekiyor.” şeklinde konuştu.

Uluslararası camiada Türkiye’nin tezlerini dile getiren kanallar olmazsa yalnızlığa itilme tehdidinin ortaya çıkacağını savunan Mevlütoğlu, “Böyle olması durumunda, herkes Amerika’nın tezleri ve argümanlarıyla konuşur hale gelir. Bu da bizim için daha da kötü bir senaryo haline gelir.” ifadelerini kullandı.
[AA, 24 Mayıs 2019]

https://www.setav.org/abdnin-en-onemli-amaci-muttefiklerini-kontrol-edebilmek/

***

30 Mayıs 2019 Perşembe

1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ BÖLÜM 8

1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ  BÖLÜM 8



   ABD, özellikle Orta Doğu açısından Türkiye’ye önemli roller biçmekte, Orta Doğu politikasında Türkiye’ye önemli bir yer vermektedir. 

Türk yöneticiler de bunu bildikleri için özellikle zor zamanlarında ABD’ye bölge olaylarında büyük destek verirken, bölgedeki konumlarının kötüleşmemesi için de ihtiyatlı davranmaya, bir denge durumu bulmaya çalışmaktadırlar. Savunma alanındaki ortak projeler, Türk liderler açısından iki devletin çıkarlarının eşit şekilde korunmasını, ilişkileri daha samimi ve âdil temele oturtmasını, veren-alan ilişkisinden uzaklaşılmasını temsil etmesi açısından özellikle önemlidir. Türk liderlerin beklediği Amerikalıların ilişkilerde tek yönlü ve tek yanlı bir durumun 
ortaya çıkmamasına özen göstermeleri ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren konularda kendilerinin görüşünü almadan tek taraflı uygulamalara gitmemeleri dir. Kısacası onlar yeni dünya şartlarında çok daha dengeli, eşit, çok yönlü ve mâkul bir ittifaktan yanadırlar. 

DİPNOTLAR;

1 R. L. Rothstein, Alliances and Small Powers, New York: Columbia University Press, 1968, ss. 24, 25, 29, 49, 50, 118, G. Liska, Alliances and Third World, Baltimore: The John Hopkins Press, 1968, ss. 26, 27, O. R. Holsti ve di¤. (der.), Unity and Disintegration in International Alliances, New York: Willey, 1973, s. 97. 
2 M. Gönlübol, "NATO, USA and Turkey", içinde, K. H. Karpat (der.), Turkey's Foreign Policy in Transition, Leiden: E.J. Brill, 1975, ss. 47, 49. 
3 G. S. Harris, Troubled Alliance, Washington D.C.: American Enterprise Institute, 1972, s. 21. 
4 M. Handel, Weak States in the International System, Londra: Frank Cass, 1981, s. 179. 
5 Holsti ve dig., a.g.e., s. 13, G. Liska, Nations in Alliance, Baltimore: John Hopkins Press, 1968, s. 14. 
6 L. Tansky, U.S. and U.S.S.R. Aid to Developing Countries: A Comprehensive Study of India, Turkey and the U.A.R., New York: Frederick A. Praeger, 1967, ss. 39, 46. 
7 W. C. Olson ve di¤., The Theory and Practice of International Relations, Englewood Cliffs: Prentice Hall, 1983, s. 220, Rothstein, a.g.e., ss. 118, 121, Handel, a.g.e., s.126, 128. 
8 Holsti ve di¤., a.g.e., ss. 12, 30, 54, 265, 268 Liska, Nations in Alliance, a.g.e., s. 90., 
9 ``Türkiye'yle siyasî değerler, ekonomik çıkarlar ya da ortak tarihî tecrübeden çok güvenlik endişesini paylaştık.'' M. Stearns, Entangled Allies: U.S. Policy Toward Greece, Turkey and Cyprus, New York: Council on Foreign Relations Press, 1992, s. 21. 
10 Handel, a.g.e., s. 148, Liska, Alliances..., a.g.e., ss. 28, 29. 
11 Rothstein, a.g.e., ss. 32, 117, 247, Handel, a.g.e., s. 121. 
12 E. B. Haas, Beyond the Nation-State, Stanford: Stanford University Press, 1964, s. 13. 
13 Rothstein, a.g.e., ss. 44, 47, 48, 61-62, 120-121, 123. 259, Liska, Alliances..., a.g.e., s. 28, E. N. Botsas, 
"The U.S. Cyprus Turkey Greece Tetragon", Journal of Political and Military Sociology, c. 16, no. 2, 1988, s. 252. 
14 Rothstein, a.g.e., ss. 124-126, 260. 
15 Olson ve di¤. (der.), a.g.e., ss. 220, 221, Holsti ve di¤., a.g.e., ss. 23, 57, 263.Rothstein, a.g.e., s. 56. 
16 R. C. Campany, Turkey and the United States, New York: Praeger, 1986, ss. 80, 82, Stearns, a.g.e., s. 16. 
17 H. A. Kissinger, The Troubled Partnership, New York: McGraw Hill, 1965, s. 226, Rothstein, a.g.e., ss. 57, 120, 121-124, Olson ve di¤. (der.), a.g.e., ss. 28, 32-33, 222, Harris, a.g.e., ss. 204, 205. 
18 Campany, a.g.e., s. 81. 
19 Campany, a.g.e., ss. 5-6, Holsti ve di¤., a.g.e., ss. 16, 17, 58, 88, 92, 93, 97. 
20 C. C. Shoemaker, J. Spanier, Patron-Client State Relationships, New York: Praeger, 1984, ss. 13-15, 18-22, Handel, a.g.e., ss. 132-137, B. E. Moon, ``Consensus or Compliance? Foreign Policy Change and External 
Dependence", International Organisation, c. 39, No. 2, 1985, ss. 308-309. 
21 E. R. Witkoff, ``Foreign Aid and United Nations Votes: A Comparative Study", The American Political Science Review, c. 67, No. 3, Eylül 1973, ss. 868-888, Richardson, a.g.e., ss. 1098-1109, Moon, a.g.e., ss. 297-329, 
Witkoff, a.g.e., ss. 879-880, Middle East Record, c. 2, 1961, ss. 4, 7-13, c. 3, 1967, ss. 91-103. 
22 T. A. Couloumbis, The United States, Greece and Turkey, New York: Praeger, 1983, ss. 171-195. 
23 F. Ahmad, The Turkish Experiment in Democracy, Londra: the Royal Institute of International Affairs, 1977, ss. 390, 395, 396, F. A. Vali, Bridge Across the Bosporus: the Foreign Policy of Turkey, Londra: John Hopkins Press, 1971, ss. 38, 126. 
24 Documents on International Affairs, The Royal Institute of International Affairs, Oxford University Press, 1951, s. 65, 1956, ss .341-342, 1957, s. 259. 
25 Harris, a.g.e, ss. 221-223. 
26 Aynı eser, ss. 53-54, 55, 81. 
27 Campany, a.g.e., ss. 103-123. 
28 D. A. Rustow, Turkey: America's Forgotten Ally, New York: Council on Foreign Relations, 1987, ss. 104-105. 
29 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, c. II, Ankara: Türkiye İş Bankası, 1994, s. 297. 
30 Aynı eser, ss. 304-305, Rustow, a.g.e., s. 106. 
31 P. B. Henze, "Out of Kilter: Greeks, Turks and U.S. Policy", National Interest, c. 8, 1987, s. 82, Stearns, a.g.e., ss. 43,167n. 
32 Stearns, a.g.e., ss. 40, 42-44, Richard Perle, "Turkey and U.S. Military Assistance" içinde G. S. Harris (der.), The Middle East in Turkish-American Relations, Washington: The Heritage Foundation, 1985, s. 23, E. B. 
Laipson, "U.S.-Turkish Friendly Friction", Journal of Defense and Diplomacy, c. 3 (9), 1985, s. 22. 
33 George McGhee, The US-Turkish-NATO-Middle East Connection, Londra: Macmillan, 1990, ss. 168-169, 173, R. N. Haass, "Managing NATO's Weakest Flank: the United States, Greece and Turkey", ORBIS, c. 30, 
No. 3, 1986, ss. 466-467, Stearns, a.g.e., ss. 43,49-50. 
34 Rustow, a.g.e., ss. 108-111, Stearns, a.g.e., ss. 52,150, McGhee, a.g.e., ss. 176, 177. The Economist, "Star of Islam", 14.12.1991, s. 4. 
35 Rubin, "U.S. Middle East Policy in the Turkish Context" içinde Harris (der.), a.g.e., ss. 78, 79. 
36 The Economist, "Star of Islam", s. 4. 
37 Stearns, a.g.e., ss. 68-69, 81. 
38 M. H. Yavuz and M. R. Khan, "Turkish Foreign Policy Toward the Arab-Israeli Conflict: Duality and the Development (1950-1991)", Arab Studies Quarterly, c. 14 (4), 1992, ss. 81-82, Rustow, a.g.e., ss. 115, 133n. 
39 Rustow, a.g.e., ss. 106, 124, Hasan Köni, "Yeni Uluslararas› Düzende Türk-Amerikan ‹liflkileri", Yeni Türkiye, No. 3, 1995, s. 435, McGhee, a.g.e., s. 180. 
40 The Economist, 'Star of Islam', s. 4, Yavuz and Khan, a.g.e., s. 86, Newsweek, 06.04.1992, s. 15. 
41 McGhee, a.g.e., ss. 161-167, Köni, a.g.e., s. 429. 
42 L. H. Bruce, "Cyprus: A Last Chance", Foreign Policy, No. 58, 1985, ss. 115-116, 119, 129, 133. 
43 Rustow, a.g.e., ss. 101-102, 103, McGhee, a.g.e., ss. 167-168. 
44 Şükrü Gürel, "A General Appraisal of Current Turkish Foreign Policy" içinde M. Ayd›n (der.), Turkey at the Threshold of the 21st Century, Ankara: International Relations Foundation, 1998, ss. 11-12, S. Demirel, "Turkey and NATO at the Threshold of a New Century", Perception, c. 4, No. 1, 1999, s. 7. 
45 Beyaz Kitap Savunma 1998, Ankara: Millî Savunma Bakanl›¤›, 1998, ss. 2, 3, 60, Duygu B. Sezer, "Turkey’s New Security Environment, Nuclear Weapons and Proliferation", Comparative Strategy, c. 14, No. 2, 1995, 169. 
46 Ian O. Lesser, Bridge or Barrier: Turkey and the West After the Cold War, Santa Monica: Rand, 1992, s. 24, Malik Müfti, "Daring and Caution in Turkish Foreign Policy", Middle East Journal, c. 52, No. 1, 1998, ss. 35, 36, 40. 
47 William Hale, "Turkish Foreign Policy After the Cold War", Turkish Review of Balkan Studies, 1993, No. 1, ss. 233-234, Shireen Hunter,  "Bridge or Frontier? Turkey’s Post-Cold War Geopolitical Posture", The International Spectator, c. 34, No. 1, s. 65. 
48 Lesser, a.g.e., ss. vii, 14, 26, 35, 43, James Brown, Delicately Poised Allies: Greece and Turkey, Londra: Brassey’s, 1991, ss. 87, 93. 
49 Muzaffer Özsoy, "Dünü ve Bugünüyle Türk Savunma Stratejisi" içinde Türkiye’nin Savunmas›, Ankara: D›fl Politika Enstitüsü, 1987, ss. 80-81. 
50 Ömür Orhun, "The Uncertainties and Challenges Ahead: A Southern Perspective", Perceptions, c. 4, No. 1, 1999, s. 30. 
51 Beyaz Kitap, a.g.e. ss. 25-26. 
52 Lesser, a.g.e., ss. 12, Brown, a.g.e., s. 66, fiadi Ergüvenç, "Turkey: Strategic Partner of the European Union", Foreign Policy, c. 20, No.1-2, 1996, ss. 5-9. 
53 Nur-Bilge Criss, "International Institutions and European Security: A Turkish Perspective" içinde M. Carnovale (der.), European Security and International Institutions After the Cold War, Londra: Macmillan, 1995, s. 202. 
54 John Barrett, "Current Political Agenda of the Atlantic Alliance and Turkey" içinde Ayd›n, a.g.e., s. 35, Beyaz Kitap, a.g.e. ss. 25, 28, Demirel, a.g.e., s. 10, Orhun, a.g.e., ss. 27, 28. 
55 Lesser, a.g.e., ss. vi, 1, 5. 
56 Beyaz Kitap, a.g.e. ss. 7, 27, 33, Demirel, a.g.e., s. 10, Orhun, a.g.e., s. 27. 
57 Criss, a.g.e., ss. 207-208, Sezer, a.g.e., ss. 153-155, 158, Müfti, a.g.e., s. 40. 
58 Brown, a.g.e., ss. 141, 142, Sezer, a.g.e., s. 152. 
59 Hale, a.g.e., ss. 242, 245, , Müfti, a.g.e., ss. 37, 47. 
60 Gürel, a.g.e., s. 15, Beyaz Kitap, a.g.e., s. 36. 
61 Turan Yavuz, ABD’nin Kürt Kart›, ‹stanbul: Milliyet Yay›nlar›, 1993, ss. 103, 163, 231-235, 262, 273-274, 276, 
M. Hüseyin Buzo¤lu, Körfez Krizi ve PKK, Ankara: Strateji (ty), ss. 134, 136-138. 
62 Lesser, a.g.e., ss. 22, 23, 
63 Gürel, a.g.e., ss. 13, 21. 
64 Obrad Kesic, "American-Turkish Relations at a Crossroads", Mediterranean Quarterly, c. 6, No. 1, 1995, ss. 105-106, Hale, a.g.e., s. 238. 
65 Alain Gresh, "Turkish-Israeli-Syrian Relations and Their Impact on the Middle East", Middle East Journal, c. 52, No. 2, 1998, s. 191. 
66 Gürel, a.g.e., ss. 12, 14, Beyaz Kitap, a.g.e., s. 3, Kesic, a.g.e., s. 98, Demirel, a.g.e., ss. 8-9, Hunter, a.g.e., s. 71. 
67 fiadi Ergüvenç, "Turkey’s Strategic Importance in Military Dimension: A Regional Balance Holder" içinde Aydın, a.g.e., ss. 62-63, 65-67, 
     Brown, a.g.e., ss. 112, 114, 159, Jed C. Snyder, Defending the Fringe: NATO, the Mediterranean and the Persian Gulf, Londra: Westview Press, 
     1987, ss. 45, 122-123. 
68 Gürel, a.g.e., ss. 14-15, Beyaz Kitap, a.g.e., ss. III, 7, 25, 32. 
69 Lesser, a.g.e., ss. 26, 37. 
70 Kesic, a.g.e., ss. 98, 101, Hale, a.g.e., ss. 239, 243, 247, Hunter, a.g.e., ss. 69, 75, 78. 
71 Lesser, a.g.e., ss. 1, 5, 7, Hale, a.g.e., s. 244, Demirel, a.g.e., ss. 8, 10. 
72 Gresh, a.g.e., ss. 189-193, 203. 
73 Brown, a.g.e., ss. 152, 153, 155, Beyaz Kitap, ss. 125-126, 129. 
74 Lesser, a.g.e., ss. vii, 34-35, 38, 43-44, Beyaz Kitap, s. 28. 


***

1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ BÖLÜM 7

1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ  BÖLÜM 7



    Yukarıdaki sorunlarda ve başka uluslararası olaylarda Batı’nın Türkiye’nin beklediği tepkiyi vermemesi ve Türkiye’ye artık fazla önem vermediğini gösterir şekilde Türk yöneticilerin hassasiyetlerini dikkate almaması, bir taraftan geleneksel Türk yönetici kesimini, Türkiye’nin büyüklüğünü ve Batı’ya muhtaç olmadan yaşabileceğini vurgulayan açıklamalar yapmaya iterken,63 diğer taraftan da Batı’ya güvenilemeyeceği savını öne süren İslamcı ve Milliyetçi kesimleri haklı çıkararak onların Türk iç politikasında olduğu kadar dış politikasında da etkilerini artırmalarında rol oynamıştır.64 Bu noktada geleneksel yöneticiler ve askerî çevreler, Batı’nın, tavrını devam ettirmesi hâlinde 
Türkiye’de ve bölgede fundamentalizmin hâkimiyet elde ederek Batı’nın güvenliği için büyük bir tehdit haline geleceği uyarısında bulunsalar da, aynı zamanda kendileri de başka seçenekler aramaktadırlar böylece Batı’nın kendilerine gereken önemini vermesini sağlamayı da ummaktadırlar.65 

Daha bağımsız hareket edildiği görüntüsü verme dışında Türk yöneticilerinin Batı’nın gözünde Türkiye’nin önemini vurgulamaya yönelik açıklamalar yapmaları ve bu arada içeride İslamî muhalefete karşı harekete geçmeleri, Türk iç ve dış politikasının son dönemlerdeki en önemli konularıdır. 
Türkiye’nin, Batı’yla bütünleşmeye ve Batı yönelimini korumaya kendini adamış, serbest piyasa ekonomisine sahip, laik ve demokratik bir devlet olarak Orta Doğu’daki ve Orta Asya’daki devletler için mükemmel bir model sunduğu ve bölgede İran’ın temsil ettiği fundamentalist İslam’ın etkinliğini artırmasına karşı panzehir oluşturduğu Türk liderlerin en fazla dile getirdikleri söylemdir.66 

Onlara göre Türkiye, Batı’ya yönelik tehditleri önlemede ön cepheyi teşkil eden, Batı’nın güvenliği için büyük askerî kuvvet ayırabilecek durumda olan, petrol gibi stratejik kaynakların bulunduğu bölgelere ulaşmada kapı ya da köprü vazifesi gören, fizikî gücüyle ihmal edilemeyecek, dengelerde gözetilmesi gereken bir bölgesel devlet konumunda bulunan, sağladığı üsler ve işbirliğiyle Batı’nın 
bölgede etki kurmasında ve müdahale etmesinde kilit rol oynayan bir ülkedir.67 Ayrıca Türkiye, bölgesinde ve dünyanın başka yerlerindeki krizlerde BM kararlarına ve çağrılarına uyarak, saldırgan devletlere karşı girişilen operasyon lara ve barışı sağlama projelerine askerî kuvvet vererek, krizleri önleme ve yönetme misyonlarına dahil olarak dünya ve bölge barışına ve istikrarına katkıda bulunabileceğini ortaya koymuştur.68 Kendisini de içine alacak bir savaşın çıkmaması, istikrarın sağlanması ve tarihî bağları bulunan toplulukların soykırıma tabi tutulmaması için Türkiye’nin Balkanlarda eskisinden çok aktif bir tavır takınması da onun Batı sisteminin ve güvenliğinin bir parçası olduğunu 
tasdik etmektedir. Türkiye’nin Orta Doğu krizlerinde Batı’ya yapacağı yardım ve Batı adına oynayacağı rol ise ABD ve Batı gözündeki önemini vurgulamak için elinde tuttuğu en önemli kozlardan bir tanesidir. 

Türkiye, genelde ABD’nin Orta Doğu’da gerçekleştirdiği girişimlerden bölge devletleriyle arasını bozmamak için uzak durmakta ve Ortadoğu’nun girift sorunları içine girmemek gibi bir politika izlemektedir. Ancak son zamanlarda Irak’a ambargo uygulanmasına uymak, İncirlik üssünü Irak’a yapılan saldırılarda kullandırtmak, İsrail’le güvenlik ilişkilerine girmek gibi cesur hareketlerde bulunarak ABD’nin politikalarındaki yerini ortaya koymaya çalışmaktadır. Yine de bölgede kendi politikalarının ABD’ninkilerle uzlaşmaması ihtimalinin oldukça yüksek olduğunun ve bu yüzden Ortadoğu barış sürecinde İsrail ve Filistinlileri eşit oranda desteklemek örneğinde olduğu gibi denge politikası izlemenin birçok durumda en iyi yol olduğunun bilincindedir. 

NATO’nun kendi bölgesi dışında sorumluluk kabul etmesinde de Türkiye ihtiyatlı davranmakta, uygun gördüğü durumlarda önemini göstermek için sonuna kadar destek vermekte, karmaşık durumlarda da çekinikler kampında yeralmaktadır.69 Bazı Türk politikacıların Orta Asya Devletleri’yle ilişkilerle ilgili olarak Adriyatik’ten Çin’e kadar uzanan bölgede bir Türk birliğinin oluşturulmasından bahsetmeleri de hem Türkiye’nin dünya politikasındaki ağırlığını ortaya koymaya, hem de Türkiye’yi ihmal eder görünen Batı’ya Türkiye’nin her zaman onlara muhtaç olmayacağı yolunda ikazda bulunmaya yöneliktir. Ancak Türkiye’nin Orta Asya’yla bağlantılarını Batı’yla ilişkilerine alternatif olarak değil, fakat onları kuvvetlendirici bir araç olarak gördüğü, Orta Asya devletlerinin de Türkiye’ye ağabeylik rolü biçmedikleri kabul edilen bir gerçektir. Türkiye, zamanında Orta Asya’da çok geniş bir role soyunmuş, ancak kapasitesinin yeterli olmadığını ve Rusya’nın buna müsaade etmeyeceğini görerek ikinci plana çekilmiştir. Sonuçta Rusya’nın da eski etkin konumuna gelemeyeceği anlaşılmış, Türkiye ise daha akılcı politikalarla Orta Asya devletleriyle ilişkisini sağlam bir tabana oturtmayı bilmiştir. Orta Asya devletleri, daha çok Batı’yla yakın 
ilişkiler kurmuş olduğu için Türkiye’yle ilişkilerine değer vermekte, bu da Türkiye’nin Batı nezdindeki konumunu güçlendirmektedir.70 

Türk liderlerin Orta Asya’yla ilgili olarak en fazla Bakü-Ceyhan petrol hattının gerçekleştirilmesine önem atfettikleri açıktır. Bu şekilde Türkiye, ekonomik gelir elde etme yanında önemli bir enerji terminali haline gelerek Batı gözündeki ve dünya politikasındaki etkisini artıracak, Avrupalıların kendisine bağımlı hâle gelmesiyle onlar karşısında daha rahat hareket edebilecek ve en önemli rakipleri Rusya ve İran karşısında bölgedeki konumunu güçlendirecektir. 

Türk yöneticiler, Batı’nın tavrından duyulan hayal kırıklığı karşısında Türkiye’nin Batı yönelimli politikalarının garanti olmadığını, Batı karşısında alternatiflerinin 
de bulunduğunu ve oldukça bağımsız, çok boyutlu ve esnek politikalar takip edebileceğini göstermek için KEİ, ECO ve D-8 gibi uluslararası projelere de girişmişlerdir ki, aslında bu girişimlerin temelinde de Batı’nın gözünde önem kazanmak ve Batı’yla ilişkileri geliştirmek yattığı bilinmektedir.71 Türkiye’nin yeni dönemde Batı’nın yanında yer alabilmek, özellikle ABD’nin gözünde değerini artırmak ve çıkarlarını daha iyi koruyabilmek için en önemli adımlardan bir tanesi de İsrail’le ilişkilerini güvenlik boyutunu içerecek derecede geliştirmektir. 
Bölgedeki dengeleri değiştirme ve Türkiye’nin bölgedeki konumunu tehlikeye atma potansiyeline sahip bu gelişme, Türkiye’nin bölge ülkelerinin tepkisini çok ciddiye almayacak kadar kendini güçlü gördüğünü göstermesi ve iç ve dışta Batı’nın desteğini kaybetmenin olumsuzluklarını en iyi girişimi yönlendiren Türk ordusunun hissettiğini ortaya koyması açısından da ilginçtir.72 Son olarak, Türkiye’nin uzun süredir savunma ihtiyaçlarını büyük ölçüde kendi imkânlarıyla karşılamak için projeler üretmeye çalışması, bu alanda tek bir kaynağa 
bağlı kalmamak için değişik seçenekler üzerinde durması, kendi özel firmaları dışında Batı firmalarıyla ortak projelere girişmesi de kendi güvenliğini en iyi şekilde sağlamanın yanında Batı’nın gözünde önemini artırmaya yöneliktir.73 

Sonuç 

Avrupa’yla ilişkilerin eskiden beri hep zor olması ve daha az güvenilir olması karşısında, Türkiye’nin yeni düzende tehdit algılaması ve ileriye dönük düşünceleri ve çabaları konusunda yukarıda yapılan açıklamalarda Batı sözcüğü pratikte daha çok ABD yerine geçmektedir. Türkiye’nin eskiden beri ilişkilerinin ve özellikle savunma temaslarının Amerikan ağırlıklı olduğu, ABD’nin dünya sistemine eskiden çok daha fazla hâkim durumda bulunduğu, olayların gelişiminde en etkili güç olma özelliğini koruduğu, Batı güçlerini hâlâ kendi çizgisinde ve peşinde götürmeyi başardığı ve Orta Doğu gibi Türkiye için de önemli stratejik bölgelerde en etkin güç olduğu göz önüne alındığında bu 
durum daha iyi anlaşılmaktadır. 

Türkiye ve ABD hâlâ birbirlerine yerleri kolay kolay doldurulamayacak müttefikler olarak bakmaktadırlar. Ancak Türkiye iki devlet arasındaki ittifakın, savunma boyutu dışındaki ekonomi gibi boyutlarına da önem verilerek yeni bir çehre kazandırılmasını, değişik ayaklar üzerine oturan, iki tarafa da fayda sağlayan bir ittifak haline getirilmesini istemektedir. Savunma boyutu üzerinde yoğunlaşılması demek, ABD’nin Türkiye’den gerçekleştirdiği müdahalelere daha aktif katılmasını, topraklarını ve üslerini Amerikan kullanımına daha fazla 
açmasını istemesi demek olup, bunun Türk yöneticileri oldukça rahatsız edeceği açıktır.74 

Onların beklediği ise iki devletin birbirlerinin güvenliklerine karşı sorumlulukları na tam olarak sadık kalmaları, savunma ilişkilerinin ve yardımın yabancı unsurlardan arındırılması, yardım olma konumundan uzaklaşmış yardımın rasyonel temellere oturtulması, savunma malzemesi alış verişindeki haksız kısıtlamaların kaldırılması, ekonomi alanında Türkiye’nin kalkınmasına yardım edecek unsurlara özel önem verilmesi, ekonomik ilişkilerdeki engellerin ve kısıtlamaların kaldırılarak ithalat-ihracat dengesindeki aşırı haksızlığın 
hafifletilmesi, ve iki devletin birbirlerinin gururlarını rencide edecek davranışlardan kaçınmalarıdır. 

ABD açısından Türkiye’nin bölgedeki girişimlerine ve stratejik öneminin artmasına destek verilmesi önemli faydalar getirecek gibi gözükmektedir. Türkiye bölgede ABD’den farklı çıkarlara ve politikalara sahip olabilecekse de önemli projelerinde ABD’den destek gördüğünde iki devletin çıkarlarını koruyacak şekilde hareket edebilecek, bu da ABD’nin bölgedeki konumunu güçlendirecektir. 

8. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ BÖLÜM 6

1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ  BÖLÜM 6



Türkiye için SSCB gibi büyük bir tehdit ortadan kalkmıştı ama hem onun devamı Rusya bölgede etki kurmaya çalışarak zaman zaman Türkiye’nin karşısına çıkabiliyor, hem de İran, Irak, Suriye, Yunanistan ve Ermenistan gibi devletlerin oluşturdukları tehditler ve onların kendi aralarında yaptıkları anlaşmalar Türkiye’yi güvenlik açısından eskisinden daha rahat bırakmıyordu.46 

Türkiye’nin kriz merkezleriyle çevrili olarak dünyanın en stratejik bölgelerinden birinde bulunması göz önüne alındığında, güvenlik boyutunu vurgulayarak Batı’yla bağların sıkılaştırılmasını savunan yukarıdaki görüşler haklı görünmekte dir. Ancak diğer taraftan Soğuk Savaş sonrası dönemde güvenlik açısından Türkiye’nin konumunun güçlendiği de açıktır. Türkiye artık SSCB gibi süper bir gücün tehdidi altında değildir. Düşmanca emeller besleyebilecek komşuları vardır, ancak onlar da fizikî güçlerinin yetersiz olması yanında gerek uluslararası 
toplumdan soyutlandıkları ve maddî manevî baskı altında tutularak güçleri zayıflatıldığı, gerekse SSCB’nin desteğini kaybederek etkilerini yitirdikleri için Türkiye için tehdit oluşturmaktan uzak gözükmektedirler.47 

Belki devletlerin Türkiye’ye karşı ortak harekete geçmeleri bir tehdit oluşturabilecek tir, ancak o da uluslararası sisteme büyük darbe vurarak kapsamlı çatışmalara neden olacağı için hem ABD gibi büyük güçlerin tepkisini çekebilecek, hem de Türkiye böyle durumda kendi bağlantılarını devreye sokabilecektir. Sonuçta güvenlik boyutuna aşırı önem verilerek tamamen Batı’ya yönelinmesi gerektiği görüşünün, II. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi bir abartı taşıdığı izlenimi edinilmektedir. 

Güvenlik endişelerinin ciddiyeti ne olursa olsun yeni ortamda Türkiye’nin birçok sorunla karşı karşıya olduğu açıktır. Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasıyla Türkiye’nin, stratejik açıdan öneminin azalıp azalmadığı, Batı’nın gözünde değerini yitirip yitirmediği sorusu bunlardan biridir. Gerçekte Soğuk Savaş sonrasında Türk yöneticilerin birçok girişimlerinin arkasında Türkiye’nin önemini ispatlamak olduğu birçok gözlemci tarafından teslim edilmektedir. Körfez Savaşı ve sonrasındaki bölgesel krizlerde Türkiye’nin hep ön planda yer almasıyla stratejik öneminin kendiliğinden ispatlandığı belirtilmektedir ama Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Türkiye’nin sürekli bir önem taşımaması, marjinalleşme 
eğilimi içine girmesi ve zaman zaman Batı tarafından önemli kararlarda ve olaylarda dikkate alınmaması bir olasılık olarak ortada durmaktadır. Eskiden Türkiye’nin ikinci plana atıldığı durumlarda sistem belirgin olduğu için geri dönüş her zaman mümkün olmuştu. Ancak yeni sistemin kurulması aşamasında AB’ye üyelik konusunda olduğu gibi Türkiye’nin çok geri planda kalması ve sistemin 
vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edilmemesi Türk yöneticiler açısından ciddî bir endişe kaynağıdır. 

Güvenlik konusunda tamamen Batı’ya güvenilip güvenilemeyeceği Türk liderlerin kafasını meşgul eden diğer bir konudur. Eskiden saldırıya uğrama durumunda NATO’nun yardıma gelip gelmeyeceği tartışma konusu yapılmıştı. Karşı blokun ortadan kalktığı, NATO’nun yapılanma, tehdit belirleme, genişleme, yeni görevler üslenme gibi alanlarda bir değişim süreci geçirdiği yeni ortamda ise NATO’nun 
Türkiye’ye yönelik bir saldırıya nasıl karşılık vereceği daha belirsiz hâle gelmiştir. Ayrı ayrı ABD ve Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik gelişmelerde tepkisiz kalabileceği endişesi yanında, NATO’nun hangi saldırılara otomatik karşılık vereceği konusunda bir gri alanın söz konusu olduğu, bunun da en çok Türkiye’yi ilgilendirdiği söylenmektedir. Kanıt olarak öne sürülen de, Körfez Krizi sırasında Türkiye’nin yardım beklentisi karşısında başta Almanya olmak üzere Avrupalı devletlerin oldukça isteksiz davranmasıdır. Zaman zaman Türkiye’ye karşı güvenlik garantisini teyit edici açıklamaların yapılması, ABD’nin bunu göstermek için Türk toprakları üzerinde hava kuvveti bulundurması ve NATO’nun 
Türkiye’nin bulunduğu kanatta varlığını artırmak için AMF gibi projeler sunması da endişeleri tamamen giderememektedir.48 Bu arada Türkiye’nin NATO’ya kapasitesinin üstünde katkıda bulunduğu, karşılığında yeterli yardım, askerî malzeme ve teknoloji alamadığı, ABD’nin belirlediği NATO stratejilerinin Türkiye’nin gerçeklerine uymadığı, onu komşularından uzaklaştırdığı, NATO kararlarında Türkiye’nin etkisiz kaldığı dile getirilen diğer eleştirilerdir.49 Yine de Türk yöneticiler ABD ve NATO bağlantısına Türkiye’nin güvenliği için en iyi 
çözüm olarak bakmaktadırlar.50 Yeni ortamda bekledikleri ise NATO’nun eskiden beri sürdürdüğü kollektif savunma ve saldırılara otomatik karşılık verme ilkelerine bağlı kalması ve Rusya gibi tehdit oluşturacak unsurları gerçek anlamda caydırmasıdır. NATO’nun, Türkiye’nin Batı’ya üyeliğinin sembolü olması, Türkiye’ye Batı forumlarında daha fazla söz hakkı tanıması ve Türkiye üzerindeki Amerikan kontrolü ve baskısını dengelemesi, Türk liderlerin vazgeçemeyeceği diğer hususlardır. 

NATO’nun genişlemesi ve Avrupalı devletlerin NATO’yla ilişkilerini yeniden düzenleyerek kendi savunmalarında daha fazla söz sahibi olmak için AB ve NATO çerçevesinde girişimlerde bulunmaları, hangi noktalara varacaklarının belli olmaması açısından Türk liderleri tedirgin eden konular arasında bulunmaktadır. Türk yöneticiler, kaçınılmaz bir gelişme olarak görünen NATO’nun genişlemesine destek verdiklerini ifade etmektedirler, ancak genişlemeyle birlikte Türkiye’nin öneminin azalacağından da endişe etmekteler ve kademeli bir şekilde 
yapılmasını, NATO’yu zayıflatmaması nı, üçüncü bir tarafa karşı yönetilmemesini ve Rusya’yı üye ülkelerin karşısına dikmemek için Barış İçin Ortaklık projesiyle birlikte yürütülmesini genişlemenin şartları olarak ortaya koymaktadırlar.51 Güvenlik alanında Türk liderlerin başını ağrıtan önemli bir konu da AB üyesi devletlerin Batı Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik Savunma Kimliği çerçevesinde NATO’dan ayrı olarak Avrupa savunma konsepti ve mekanizmalarını oluşturma yoluna gitmeleri ve Türkiye’yi bu savunma oluşumunun dışında tutma 
eğilimi içine girmeleridir.52 Bu gelişmenin, Türk yöneticiler açısından, içteki Batılılaşma çabalarının darbe alması, Batı karşıtı muhalefetin güçlenmesi, ABD karşısında daha zayıf duruma düşülmesi, güvenlik seçeneklerinin önemli oranda azalması, belli konularda Avrupa’nın dayatmasıyla karşılaşılması, Yunanistan’la sorunlar ve Kıbrıs gibi hayatî konularda zor durumda kalınması gibi ciddî mahzurları olduğu açıktır.53 

ABD’nin istemeyerek de olsa Avrupalıların savunma alanındaki girişimlerine destek vermesi ve genel olarak Batı’nın Rusya’ya, Türkiye’ye göre daha hoşgörülü gözle bakmasıyla da Türkiye’nin marjinalleşmesi gibi ciddî bir olasılık da ortaya çıkabilir gözükmektedir. Türk yöneticilerin bu aşamada yaptıkları, ABD’nin de gelişmelerden hoşnut olmayarak Avrupa’nın çabalarını kontrol etmesini beklemek, NATO’nun Transatlantik bağlantısını özellikle vurgulamak, Avrupa’nın güvenlik sorunlarının tartışılması ve çözülmesi için en uygun ve tek 
forumun NATO olduğunu söylemek ve bu arada ABD’nin de desteğini alarak BAB’a tam üye olmak için çaba göstermektir.54 Ortaya çıkan krizlerde 
Türk liderlerin ön planda rol almaya çalışması ve Türkiye’nin Avrupa’nın çıkarları ve güvenliği için vazgeçilmez olduğunu göstermeye gayret etmeleri de büyük ölçüde Avrupa savunma düzenlemelerinin dışında kalmamaya yöneliktir. Avrupalı devletlerle Türkiye’nin güvenlik kaygılarının son zamanlarda farklılaşıp yolların ayrılmaya başlamasının yanında AB’nin, genişleme sürecine Türkiye’yi dahil etmemesi de Türk liderler açısından ciddî bir gelişmedir. Avrupa dışında kalmak Türk dış politikasının temel, vazgeçilmez amaçlarına ulaşılamaması demek anlamına gelecektir, ancak Avrupa’nın isteklerine boyun eğmenin de Türk devletinin doğrudan varlığını tehdit edeceği düşünülmektedir.55 

Rusya’yla ilgili gelişmeler, Türk yöneticileri en fazla ilgilendiren ve kaygılandıran ve ABD’yle ilişkilerine etkide bulunan konuların başında gelmektedir. Türk liderler Rusya’nın BİO’yla ve NATO’yla ilişkilendirilmesine ve AGİT süreci ve AKKA’yla Batı güvenlik sistemi içinde denetim altında tutulmasına büyük önem vermekte ve bu projelere samimi olarak katkıda bulunmaktadırlar.56 Bu çerçevede üzerinde durdukları diğer konular da Ukrayna gibi Rusya’nın önemli komşularıyla ilişkileri geliştirmek, Rusya’nın NATO’da kararlara etkide 
bulunabilecek bir konuma gelmemesi ve Türkiye aleyhine olabilecek davranışlar da bulunmamasıdır. Nükleer silahlara sahip bulunan, Orta Asya ve Kafkasya’da etkisini yeniden kurmaya yönelen, Türkiye’nin düşman kabul ettiği ülkelerle yakın ilişkilere giren, Boğazların kullanımı ve Orta Asya petrolünün Batı’ya taşınmasında Türkiye’yle anlaşmazlıklara düşen Rusya konusunda Türk liderlerin dikkatli olması beklenen bir durumdur.57 Düşmanlığını çekmemek, iç politikasına etkisini sınırlamak ve ekonomik ilişkileri devam ettirebilmek için Türkiye, Rusya’yla ilişkilerini normal düzeyde tutmak durumunda kalmaktadır ama Rusya’nın, NATO’nun genişlemesine muhalefet etmemesi ve Baltık 
devletlerini serbest bırakması karşılığında Batı’nın anlayışını kazanarak AKKA tavanlarını ihlâl etmesi Türk yöneticiler için sorun oluşturmaktadır.58 
Bu şekilde Rusya Türkiye aleyhine bölgedeki önemini artırmak-ta, ayrıca Batı’nın bazı durumlarda Rusya’yı Türkiye’ye tercih edebileceği de ortaya çıkmaktadır. 

Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerini etkileyecek sorunları yukarıdakilerle sınırlı değildir. Azeri-Ermeni çatışmasında Türkiye’nin haklı taraf olan ve kendisiyle kültürel ırksal bağları bulunan Azerbaycan’a yardım edememesi, ABD’yle bağlarının getirdiği kısıtlamaya iyi bir örnektir. 

Kamuoyunun Azerilere yardım edilmesi yönündeki yoğun baskılarına rağmen Türk yöneticiler, başta ABD olmak üzere Batılı devletleri kızdırmamak için Azerbaycan’ın yüzde 20’sinin işgal edilmesini ve Elçi Bey’in iktidardan uzaklaştırılışını seyretmek ve Azerilerin savunma ittifakı teklifini geri çevirmek zorunda kalmışlardır.59 Ermenilere yardım gönderilmesine aracı olması konusunda Amerikan baskısı altında kalan Türkiye, Irak sorununda ABD’nin isteklerine uymaktan dolayı büyük ekonomik kayıplara uğramış, Irak ve bölge devletleriyle ilişkilerini bozmuş, Irak’ın parçalanmışlığından ve güçsüzlüğünden dolayı ayrılıkçı PKK hareketinin güçlenmesiyle güvenliği tehlikeye girmiş, Çevik Güç’e destek vermek ve sınır ötesi operasyonlar yapmak zorunda kalarak bölgenin karmaşık politikalarının ve çatışmalarının içine çekilmiş, Batı’yla 
ilişkilerinin kötüleşmesinin zeminini hazırlamış ve Irak’ın bölünmüşlüğünün önüne geçemeyerek bölgenin dengelerini sarsacak bir faktörün varlığını devam ettirmesini kabullenmek durumunda kalmıştır.60 ABD’nin, politikalarıyla Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasının yolunu açması, Kürtlerle fazla ilgilenerek Kürt kozunu bölge ülkelerine karşı kullanabileceği izlenimini vermesi, zaman zaman Türkiye’nin Kürt sorununa karışarak insan hakları suçlamalarında bulunması ve siyasî çözüm önermesi de Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerinde katlanmak zorunda kaldığı diğer olumsuzluklardır.61 Ancak diğer taraftan Türkiye’nin, ABD’ye, PKK’yı terörist örgüt olarak kabul etmesi, PKK’ya karşı sınır ötesi operasyonlarına göz yumması ve Avrupalıların aksine terörizmle mücadelesini desteklemesi açısından muhtaç olduğu da bir gerçektir. Türkiye’nin hayatî gördüğü Yunanistan’la ilgili sorunları ve Kıbrıs meselesini ABD’nin rahatsızlık unsurları olarak görerek çözüm yolunda baskı yapması da Türk yöneticileri ABD’yle ilişkilerinde sıkıntıya sokmaktadır. Türk liderler, bir 
taraftan bu konularda tâviz vermemek için diretmekte, bir taraftan da Batı’dan uzaklaşmasına neden olabilecek bu sorunların bütün meselelerde 
karşısına çıkarılmasından rahatsızlık duymaktadırlar.62 

7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ BÖLÜM 5

1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ  BÖLÜM 5



1980’lerde Türk-Amerikan ilişkilerine olumlu yönde etki eden bir gelişme Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini geliştirme sürecine girmesiydi. 

İki devlet ABD’nin Orta Doğu’daki çıkarları için büyük önem taşıdığı ve Yahudi lobisinin etkin olduğu Kongre’de İsrail’le ilişkilere önem verdiği için Türkiye’nin bu devletle ilişkilerini düzeltmesi ABD gözündeki değerini daha da artıracaktı. Türkiye, Avrupa’da yalnızlaştığı ve Kıbrıs sorununda destek aradığı 1980-1982 döneminde Arapları memnun etmek için İsrail’le ilişkileri düşük düzeyde tutarken, daha sonra Suriye ortak tehdidinin de etkisiyle özellikle terörizmle mücadelede İsrail’e yakınlaşmaya başladı. Kongre’de İsrail lobisinin Türk tezlerini desteklemesi beklentisi ise ilişkilerin gelişmesi sürecini hızlandırdı. Körfez Krizi başlamadan önce Türkiye ve İsrail özellikle ticaret ve istihbarat 
paylaşımı alanında oldukça yol katetmişti.38 

Özal’ın ekonomiyi serbestleştirme, yolunda Amerikan modeli çerçevesinde gerçekleştirdiği reformlar, Türk ekonomisini Amerikan şirketlerine açtığı için ABD tarafından da olumlu karşılanacak bir gelişmeydi. Bu arada ekonominin gelişmesiyle birlikte Özal’ın ABD’yle ilişkilerde daha fazla yardım yerine daha fazla ticaret ilkesini ön plana çıkartması ve bu doğrultuda Amerikan pazarlarının Türk mallarına açılmasını istemesi Amerikalıları pek hoşnut etmeyecekti. Özellikle Türk tekstil mallarına uygulanan kota bundan sonra Türk-Amerikan 
ilişkilerinin değişmez konularından biri olacaktı. Türk-Amerikan ticaret ilişkilerinde Türkiye aleyhine işleyen büyük dengesizlik de, Türk liderleri 
rahatsız etmeye hep devam etti. Amerikan Hükümetinin Türkiye’nin AB üyeliği için verdiği destek ise Türk yöneticileri teselli etmeye yönelik pek mâliyeti olmayan bir karşılıktı.39 

Türkiye’nin rejiminin niteliği, askerî darbelere açık olması, insan haklarıyla ilgili suçlamalar ve siyasal İslam’ın sahip olacağı etki de 1980’lerde Amerikan yöneticilerinin ve özellikle Kongre üyelerinin kafalarını meşgul eden konulardan dı. Askerî idareden sonraki Özal döneminde demokrasi konusunda da bir silkinme yaşanmakta ise de Amerikalılar yine de Türk demokrasisinin her an bir kriz yaşamasından, siyaset ile ordu arasında kurulan dengenin bozulmasından endişe etmekte idiler. Sistemin halkın isteklerini tatmin etmede başarısız olması durumunda İslamcı kesimin etkisini artırması da Amerikalıların dikkatle takip ettikleri bir konuydu. Türkiye’nin kendi sistemini dinin etkisinden kurtararak Müslüman ülkeler için demokratik bir sistem modeli sunması yanında İslam Konferansı’ndaki rolüyle İran’ın bölgedeki etkisini dengelemesi ABD için büyük önem taşımaktaydı.40 

Türkiye’nin güvenliğini korumak için güneydoğusundaki Kürt ayrılıkçı grupla yaptığı mücadelede Batı’dan ve Amerikan Kongresinden insan hakları suçlamalarıyla karşılaşması ise model olması açısından pürüz oluşturan bir noktaydı. Demokrasi tecrübesi farklı olan Amerikalı milletvekilleri, zaman zaman Türkiye’nin bölge ülkelerinden o kadar farklı olmadığını söyleyebilmekte, ağır suçlamalar yöneltebilmekte, bu da Türk yetkililerini fazlasıyla rahatsız etmekteydi. Türkiye’nin 1980’lerin başında olduğu gibi çıkarlarını korumak için zaman zaman Müslüman devletlere yönelmesi ya da Batı’nın tavrından hayal kırıklığına uğrama neticesinde dış politikasının genel yönünü değiştirme olasılığı da uzak görünse de Amerikalıların hesaba katmaları gereken bir faktördü.41 

Türkiye ile Yunanistan’ın aralarında yaşadıkları sorunları ABD’yle ilişkilerine taşımaları, çatışma olasılığıyla hem ABD’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını tehdit etmeleri, hem de NATO ittifakının tesanüdüne zarar vermeleri, iki devletin de müttefiki olan ABD’nin sürekli başını ağrıtan bir konuydu. Amerikan çıkarları ve güvenliği açısından stratejik bir konumda bulunan Kıbrıs adasının iki devlet 
arasında sürekli sorun olma özelliğini koruması ise Amerikalıları oldukça rahatsız etmekteydi. Amerikan Kongresi güçlü Rum lobisinin de etkisiyle konunun peşini hiç bırakmıyor, yönetim de hem sorunun Türk-Yunan savaşına yol açmasından korkuyor, hem de adanın Batı çıkarları için tam olarak kullanılamamasından hoşnut olmuyordu. 

Türkiye açısından ise en önemli dâvalarından birinde baskı altında bırakılmak pek kabullenilebilecek birşey değildi.42 Türk yöneticilerin en fazla anlayamadıkları da diplomatlarının Ermeni terör örgütleri tarafından öldürüldüğü sırada Amerikan Kongresi’nin Ermeni katliamını anma tasarıları görüşerek hem Türkiye’yi dünyanın gözünde küçük düşürme içine girmesi, hem de teröristleri Türk devletine karşı mücadelelerinde teşvik etmesiydi. Bu şekilde Türk halkının Amerikalıların kendilerine nasıl baktıkları konusunda hoş olmayan bir 
imaj edinmeleri sağlanırken, ikincil önemde bir konunun iki müttefik devletin arasını bu derece açmasının anlaşılamaz ve kabul edilemez olduğu ise iki tarafta da ilişkilerin savunucuları tarafından dile getiriliyordu.43 

Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türk-Amerikan İlişkilerini İlgilendiren Konular Küreselleşmenin temel akım olduğu, ABD ve AB önderliğinde Batı’nın dünya hâkimiyetinin daha belirginlik kazandığı ve dünya devletlerinin başat güçlerin müdahalesine daha açık hâle geldiği Soğuk Savaş sonrası yeni dönemde Türk liderler II. Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi yine yeni düzene dâhil olmayı ve düzenin yürütücüsü ABD’yle birlikte hareket etmeyi seçmişlerdir. Şimdi SSCB gibi tek ve belirgin bir tehdit kaynağı bulunmamaktadır ama Türk liderler belki 
eskisinden daha fazla tehditlerle kuşatıldıklarını söylemektedirler. Türk ekonomisi eskisine göre oldukça güçlüdür, ancak küreselleşme sürecinde rekabet edebilmek için ABD ve AB’yle dengeli ekonomik birlikteliğe gitmesi büyük önem taşımaktadır. Yüksek teknoloji ürünü askerî malzemenin sağlanabileceği en önemli kaynak yine Batı’dır, fakat onları elde etmenin koşullarının eskisi kadar uygun olmayacağı beklenmektedir. Türkiye yine Batı’dan kopmamak için iç sisteminde küresel değerler paralelinde önemli değişiklikler yapmakla karşı karşıya bulunmaktadır. Siyasal İslam’ın yeni düzende temel tehditlerden kabul edilmesi gerçeği doğrultusunda Türk yöneticilerin iç İslamî muhalefete karşı bastırma kampanyasına girişmelerinin bu bakımdan yeterli kabul edilip edilemeyeceği ise belli değildir. Kısacası Türkiye, yeni dünya düzeninin oluştuğu önemli bir dönemeçte bu düzene eskisinden daha aktif bir dünya gücü olarak intibak etme ve katılma süreci yaşamakta 
ve bu süreçte yine ABD’yle ilişkiler temel öneme sahip bulunmaktadır. 

Soğuk Savaş sonrasında Türk liderlerin en fazla üzerinde durduğu şey, Türkiye’nin dünyanın yeni kriz merkezlerinin tam ortasında bulunduğu 
savıdır. Onlara göre Soğuk Savaş döneminde Türkiye, SSCB’nin genişleme yolları üzerinde bulunması açısından stratejik öneme sahip olmasına rağmen, Batılılar tarafından NATO’nun asıl koruması gereken merkez bölgesinden uzakta, SSCB’yi durdurmak için gözden çıkarılabilecek bir kanat ülkesi olarak görülebiliyordu. Şimdi ise merkez bölge nispeten güvenliğe kavuşurken dünya sistemini etkileyebilecek olayların merkezi Balkanlar, Orta Doğu, Orta Asya ve Uzak Doğu’ya doğru kaymış, Türkiye de tam bu bölgenin merkezinde yer alarak 
NATO’nun en önemli ülkesi ve en stratejik merkez cephesi hâline gelmişti.44 Türkiye tam bir istikrarsızlık denizinin ortasında güvenli bir ada konumundaydı. Çevresindeki bölgesel savaşlar, etnik çatışmalar, terörist faaliyetler, dinî fundamentalizm başta olmak üzere radikal akımların eylemleri, komşu devletlerin kitlesel imha silahlarına ve nükleer silahlara sahip olma çabaları ve bazı devletlerin bölgede hâkimiyet kurma girişimleri hem bölge istikrarının sağlanmasında Türkiye’nin Batı için önemini ortaya koymakta, hem de kendi güvenliği için Türkiye’nin Batı’nın garantisini sağlamasının gerekliliğini vurgulamaktaydı.45 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***