13 Haziran 2017 Salı

ORTADOĞU LABORATUVARINDA DEVLETLEŞEN ÖRGÜT HİZBULLAH BÖLÜM 2




 ORTADOĞU LABORATUVARINDA DEVLETLEŞEN ÖRGÜT HİZBULLAH BÖLÜM 2 



 (HAMZEH, 1993)


Hasan Nasrallah`ın 1992 yılında genel sekreter olmasının ardından aynı yıl içinde yapılacak parlamento seçimlerine Hizbullah olarak gireceklerini ilan etmesiyle birlikte Hizbullah siyasi bir parti sıfatını da kazanmış, böylelikle Lübnan siyasi hayatına sadece askeri olarak değil aynı zamanda politik olarak da müdahale fırsatını elde etmiştir. Hizbullah katılmış olduğu ilk seçim olan 1992 seçimlerinde 128 koltuktan 8 ini kazanmış olup, Lübnan`daki son seçim olan 2009 seçimlerinde Hizbullah`ın meclisteki adıyla Direniş`e Sadakat Bloğu 12 koltuk kazanıp 2 bakanlığı elinde tutmayı başarmıştır. (beyrut.be.mfa)
Hizbullah askeri gücünün vermiş olduğu avantajı da kullanarak Lübnan siyasetinde her daim etkili olmayı başarabilmiştir. Parlamento ve hükümette her daim Hizbullah faktörü göz önünde bulundurulmuştur çünkü Hizbullah örgüt ve temsil ettiği insanların aleyhine oluşabilecek tüm durumlara müdahale etmektedir. Bu müdahalelerde genellikle başarıya da ulaşmaktadır. Batı destekli Saad Hariri hükümetinin Hizbullah`ın müdahalesiyle düşürülmesi bunun en güzel kanıtıdır.
Örgüt siyasi faaliyetlerini anlatmak, tabanını genişletmek ve ona olan desteği arttırmak, kısacası örgütün propagandasını yapmak için yazılı ve görsel birçok alanı kullanmaktadır. Sosyal medya konusu propaganda için özellikle önemlidir. Örgütün propagandasını yapmak amacıyla kullandığı başlıca basın yayın organları şunlardır:
El-Manar; örgütün televizyon kanalıdır. Hizbullah liderleri ve ulemalar kanalda siyasi, sosyal ve askeri konularda görüşlerini belirtmekte ve Hizbullah politikalarını açıklamakta, dini, tasavvufi ve felsefi sohbetler yapılmaktadır.
Radyo Nur; örgütün radyo kanalı olup savaş durumlarında halkı birlik olmaya davet edip genellikle Hizbullah marşları çalarak mücahitlere moral verme amacındadır.
Lahit ve El Mukaweme Gazeteleri; Örgütün gazete organları olup örgütün siyasi ve askeri propagandasını yapmakla birlikte savaşçılardan ve şehit olan mücahitlerin fotoğrafları ve öykülerine yer vermektedir. (ERDİN, 2010)


SOSYAL YAPILANMA

Hizbullah`ın Lübnan içerisindeki gücü ve popülaritesi araştırıldığında rahatlıkla görülebilir ki; örgütün oluşturmuş olduğu sosyal hizmetler ağı örgütün ülke içerisinde bulduğu desteklerin en önemli nedenlerinden biridir. Hizbullah oluşturmuş olduğu eğitim, sağlık ve sosyal dayanışma kurumlarıyla birlikte bütün bir halka hizmet etmektedir. Eğitim ihtiyaçlarını karşılayamayan çocuklara kendi kurduğu okullarda eğitim vermektedir ki birçok araştırmacıya göre Hizbullah`ın eğitim kurumları Lübnan`ın resmi eğitim kurumlarından çok daha yüksek kaliteye sahip bir eğitim vermektedir. Bunun yanı sıra vakıf hastaneleri şeklinde hastaneler kurmuş olup, sağlık ihtiyaçlarını karşılayamayan yoksul kesime bu kurumlarda hizmet vermekte veya savaş bölgelerine sağlık hizmeti götürmektedir. Savaşta veya saldırılarda yıkılmış evleri tamir eden veya evini kaybedenler ve evsizler için yeniden ev yapan inşaat kurumları da faaliyet göstermektedir. Babasını savaş v.b. durumlar dolayısıyla kaybetmiş yetimlere veya dullara sosyal yardımlaşma aracılığıyla maddi ve manevi yardımlarda bulunmaktadır. Kendi hakimiyeti altındaki bölgelerde halkın yiyecek ve su ihtiyacından sağlık ve sosyal ihtiyaçlarına kadar her alanda faaliyet gösterip yapmış olduğu faaliyetleri karşısında hiçbir ücret talep etmemektedir. Böylece Hizbullah halkın desteğini kısa bir sürede kazanmış ve zaman içerisinde örgüt ve siyasi parti konumunun da üstüne çıkarak tabiri caizse Lübnan`ın bazı bölgelerinde devletleşmiştir. (QASSAM, 2007)
Hizbullah`ın Lübnan içerisinde faaliyet yürüten bazı kurumları şunlardır; İnşaat Cihadı Kurumu, İslami Uyanış Kurumu, Karzı Hasene Cemiyeti, İslami Hayır Cemiyeti, Şehit Kurumu, İslami Eğitim Kurumu, İslami Direnişi Destekleme Kurumu. (ÇELİK, 2006)



ASKERİ YAPILANMA

Hizbullah kuruluş sürecinde Lübnan İç Savaşı`nı ve İsrail işgalini yaşamış bir örgüt olarak askeri gücün hayati öneminin farkındadır. Bu bağlamda kuruluşunu ilan ettiği yıldan itibaren büyük bir askeri güç ve vurucu etki yaratmak Hizbullah`ın temel amaçlarından biri olmuştur, zira Hizbullah, her an Lübnan`ı yeniden işgal potansiyeline sahip bir düşmanın, İsrail`in sınır komşusudur. Bu nedenle Hizbullah yıllar içerisinde İsrail`e karşı direniş gösterebilmek, bu yolla cihad faaliyetlerini arttırabilmek ve bölgede askeri güç olarak dikkate alınan bir unsur olabilmek amacıyla düzenli bir strateji izlemiş ve İsrail ordusuna karşı sahip olabileceği bütün avantajları kullanmak istemiştir. Böylece Hizbullah, dünya üzerinde devrim ve cihad amaçlarını güden ve düzenli büyük bir orduya karşı savaşan her hareket gibi gerilla savaşı stratejisini benimsemiş ve bünyesinde Lübnan Direniş Tugaylarını organize etmiştir. Çünkü İsrail ordusuna karşı mücadele sürdüren Hizbullah`ın İsrail ordusu gibi uçak, gemi v.b. konvansiyonel silahları yoktur ve İsrail ordusuna karşı açık alanda yapılacak bir mücadelede her hangi bir direniş sergileyemez. 

İsrail gibi dünyanın en güçlü 4. Ordusu olarak gösterilen bir güce karşı izlenebilecek en etkili strateji gerilla savaşıdır.  Çünkü İsrail ordusu gibi büyük konvansiyonel ordular, tıpkı kendisi gibi konvansiyonel ordulara karşı savaşmak üzere eğitilmişlerdir. Hali hazırdaki teknolojik, lojistik ve sayısal üstünlüğü kırmak ve İsrail`e karşı bir direniş gösterebilmek ancak gerilla savaşı stratejisi ile mümkünüdür. Çünkü geçmişte birçok deneyimin kanıtladığı gibi düzenli ordu birlikleri tüm üstünlüklerine rağmen gerilla stratejisi izleyen birliklere karşı kesin bir zafer kazanamazlar. Hizbullah bu durumu İsrail karşısında avantaja çevirerek İsrail`e karşı birçok kez başarı elde etmeyi bilmiştir. 

Gerilla savaşı stratejisinde militan sayısı ve mühimmattan daha önemli bir konu vardır ki; o da halk ile olan ilişkilerdir. Hizbullah halk ile olan ilişkilerine son derece önem göstermiş, bunun için de El Manar ve Radyo Nur gibi yapıları kullanarak en önemi silah olan propaganda olgusunu halk üzerinde son derece iyi işlemiştir. Bunların yanı sıra cihad anlayışına sahip olan Hizbullah, ideolojik olarak son derece disiplinli bir eğitim vermekte ve militanlarının cihad anlayışıyla birlikte kendilerini koşulsuz olarak Hizbullah`a adamalarını sağlayabilmektedir. Ayrıca İslami devrimci bir yapıya sahip olduğunu tüm dünyaya kanıtlamak adına bayrağının üzerine dünyadaki tüm devrimci hareketlerle özdeşleyen silahı AK-47`yi yerleştirmiştir. (npr.org)

Böylece Hizbullah İsrail ordusuna karşı son derece etkili bir gerilla gücü oluşturmayı başarmıştır. Halkın desteği sayesinde gücünü her geçen gün daha da arttıran Hizbullah, dikenleri teller ve askeri üslere sıkışmış durumda olan İsrail ordusunun aksine hareket halinde kalarak, İsrail ordusuna etkili saldırılar organize edebilmektedir. Ayrıca oluşturmuş olduğu istihbarat ağı Hizbullah saldırılarının etkisini arttırmaktadır. 

Hizbullah`ı gerilla savaşını uygulayan diğer örgütlerden ayıran nokta ise kurulduğu günden bugüne mühimmat konusunda İran`ın Hizbullah`a sağlamış olduğu destektir. Hizbullah diğer örgütler gibi piyade tüfeği, mayın, uçaksavar v.b. mühimmatlara ihtiyaç duymamaktadır. Resmi olarak kabul edilmese bile herkesin bildiği üzere İran Hizbullah`a her türlü mühimmat desteğini vermektedir. Böylece Hizbullah İsrail`e karşı direnişte önemli bir avantaj elde etmektedir. Zira Hizbullah`ın İran yardımıyla sahip olduğu füze kapasitesi belki de hiçbir örgütte mevcut değildir. Askeri birliklerin sürekli hareket halinde olması sayesinde Hizbullah, İsrail ordusu militanların yerini saptayamadan İsrail`e füze fırlatıp o bölgeden uzaklaşabilmektedir. İsrail`e karşı direnişin ilk yıllarında Sovyet menşeili Katyuşha füzeleri kullanan Hizbullah, ilk başlarda İsrail tarafından büyük bir tehdit olarak görülmese de yıllar içerisinde füze menzilini ve çeşidini arttırarak İsrail güvenlik sistemi açısından büyük bir sorun haline gelmiştir. Çünkü bugün Hizbullah, İran menşeili Fecr-3, Fecr-5 ve Zilzal füzeleri ile Tel Aviv`i dahi vurabilecek füze kapasitesine sahiptir. (ÇELİK, 2006) Hizbullah`ın elinde bulunan füzelerin menzilleri şu şekildedir: (bbc)
               
Sonuç olarak .,

İran`ın maddi ve mühimmat desteği ile İsrail`e karşı birlikte gerilla stratejisini son derece etkili bir biçimde kullanan Hizbullah, bazı araştırmacılara göre bugün dünya üzerinde en güçlü gerilla yapısına sahip örgüttür ve İsrail`e karşı açık bir tehdittir. Hizbullah`ın İsrail`e karşı yürütmüş olduğu bu stratejinin başarısını 2006 yılında İsrail ile Hizbullah arasında gerçekleşen savaşta ortaya çıkan İsrail zayiatı kanıtlamaya yetmektedir. 33 gün süren savaş boyunca İsrail, 120’den fazla Merkava tankı, 5 helikopter, 3 savaş gemisi, 2 casus uçağı ve yüzlerce asker kaybetmiştir. (ÇELİK, 2006)


İRAN, SURİYE, HİZBULLAH İLİŞKİSİ

Hizbullah, kurulduğu günden itibaren Lübnan`ı İsrail saldırılarına karşı korumak, Şii nüfusun haklarını korumak ve bu hakları geliştirmek ve sonunda bu yolla herkes için eşitlik ilkesinin ve adaletin hakim olacağına inandığı İslam Devleti `ni kurmak amacında olduğunu dünya kamuoyuna açıklamıştır. Hizbullah gibi İsrail`e karşı savaş yürütmekte olan bir örgütün sadece Lübnan halkından destek alarak başarıya ulaşması neredeyse imkansızdır. Bu nedenle Hizbullah bölgede ittifak içerisinde bulunabileceği örgüt ve devletler ile kurmuş olduğu ilişkiler ağına özen göstermiş ve Sünni olmasına rağmen HAMAS ile Irak`taki Şii popülasyon ve liderleri ile, ama özellikle de İran ve Suriye ile derin ilişkiler ağı oluşturmuştur. İran`ın, kuruluşundan günümüze Hizbullah`a vermiş oldu maddi ve manevi destek zaten hali hazırda bilinmekte olup, Suriye yönetimiyle ilişkilerin Hizbullah açısından ne kadar önemli olduğu, Hizbullah`ın Beşar Esad saflarında Suriye iç savaşına müdahil olmasıyla bir kez daha kanıtlanmıştır. Bu bağlamda Hizbullah`ın bölgedeki aktörler ile arasındaki ilişkiler açısından hayatı önem taşıyan iki ilişki, Hizbullah-İran ve Hizbullah-Suriye ilişkileridir.
İran Devrim Muhafızları`nın ve Ayetullah Humeyni`nin desteğiyle kurulan Hizbullah, kabul etmektedir ki Hizbullah`ın yapı taşları İran İslam Devrimi`nden geçer. Zira İran İslam Devrimi bütün bir coğrafyada deprem etkisi yaratmış ve özellikle bölgedeki Şii Müslümanlar için ittifak içinde olacağı bir umut kaynağı olmuştur.  

İran İslam Devrimin lideri Ayetullah Humeyni de devrimin ardından İran İslam Cumhuriyeti`ni tüm dünya Müslümanlarının koruyucusu olarak görmüş ve bu nedenle devrimin özellikle de bölge ülkelerine ihracını önemli bir stratejik adım olarak belirlemiştir. Hali hazırda bölgede yüksek Şii popülasyonuna sahip olan ve sıkça İsrail işgaline maruz kalan Lübnan, devrimin ihracı için ilk ve en önemli ülke haline gelmiştir. (GÖRÇÜN, 2000) Böylece Devrim Muhafızları Hizbullah`ın belkemiğini oluşturmuş ve Hizbullah Lübnan`da giderek güçlenmiştir. 1985`ten bugüne kadar İran, hem Ayetullah Humeyni hem de Ayetullah Hamaney dönemi boyunca Hizbullah`a maddi ve manevi desteği hiçbir zaman kesmemiştir. Çünkü özellikle Saddam rejiminin devrilmesinin ardından İran için tarihi bir fırsat ortaya çıkmış ve bölgesel güç olma imkanı doğmuştur. Bu nedenle İran bölgede özellikle Şii popülasyonun yoğun olduğu bölgelerde hakimiyetini pekiştirmek ve Türkiye gibi bölgesel güç olma potansiyelini barındıran ülkelerle girmiş olduğu stratejik yarışta bir adım öne geçmek amacıyla özellikle Hizbullah ve Suriye`ye maddi ve manevi desteklerini asla esirgememiştir. Ayrıca bölgedeki Arap ülkeleri ile İsrail arasında yaklaşık yetmiş yıldır süregelen sıkıntılar ve Filistin konusu, İran`ın bölgede kendisine olan desteği arttırması için bir avantaj doğurmuş ve Hizbullah`a olan desteği perçinlemiştir. Hizbullah da imamlık öğretisi gereğince yolu takip edilecek olan yaşayan imam olarak öncelikle Ayetullah Humeyni, ardından da Ayetullah Hamaney`i izlemiştir. Zira askeri ve politik ittifakın yanı sıra Lübnan Şiileri ile İran arasında güçlü bir manevi bağ da vardır. Lübnan Şiilerinin medrese eğitimi aldıkları yerin İran`daki Kum kenti olması belki de bunun en güzel kanıtıdır. (AKYOL, 2000)

Suriye ve Hizbullah arasındaki ilişki, İran-Hizbullah ilişkisinden daha farklı bir zemin üzerine oturtulmuş ve bu bağlamda ilerleme kaydedilmiştir. Hizbullah`ın ortaya çıkış sürecinin en başından itibaren İran ile olan maddi ve manevi ilişkililerinin aksine Suriye ve Hizbullah arasındaki ilişki, daha stratejik bir temel üzerine oturtulmuş ve İran ile ilişkilerin aksine Hizbullah`ın ortaya çıkışından çok daha sonra gelişmiştir. 

Hizbullah`ın Şubat 1985`te ortaya çıkışıyla birlikte ilan ettikleri örgütün genel amaçları arasında bulunan İslam Devleti ibaresi doğrudan doğruya laik Suriye yönetimi açısından problem yaratacak bir ibaredir. Hizbullah`ın ilk ortaya çıktığı yıllarda Suriye hükümeti Hizbullah ile değil Emel örgütü ile diyalog ve ittifak içerisinde olup iç savaşla birlikte 1976 yılında Suriye Lübnan`a asker çıkarmıştır. Fakat daha sonra Suriye hem Lübnan resmi hükümeti hem de Hizbullah ile birlikte denge ilişkisi kurmaya başlamıştır. Böylece uzun yıllar boyunca Lübnan siyasetinde ve bürokrasisinde egemen bir güç olarak varlığını sürdüren Suriye, Lübnan`daki askerlerini ancak Mayıs 2005 yılında çekmiştir. (ntv.com.tr)
Körfez savaşının ve Sovyetler Birliği`nin yıkılmasının ardından Suriye politikalarında gerçekleşen bir takım değişiklikler sonucunda İran`ın da etkisiyle birlikte Suriye Hizbullah ilişkileri değişime uğramıştır. Aynı süreç içerisinde Suriye`nin İran ile olan ilişkilerinde ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu süreç içerisinde İran, bölgede yalnızlıktan kurtulmak ve Saddam rejimi yıkılmamış olsa bile sarsılmış olmasıyla birlikte bölgesel güç olmak istemiştir. Artık Sovyetler Birliği`nin yıkılmasıyla birlikte A.B.D. `nin bölgede etkisinin artmasına karşın A.B.D. ve İsrail`e karşı elini güçlendirmek isteyen Suriye de İran ile ilişkilerini güçlendirme yolunu seçmiştir. Böylece bölgede İran-Suriye-Hizbullah ekseni ortaya çıkmıştır.  Giderek artan ilişkiler 2006 yılındaki Hizbullah-İsrail savaşıyla birlikte zirveye çıkmış ve Suriye, Hizbullah`a mühimmat sağlamakla suçlanmıştır. (ALTUNIŞIK, 2007)

Suriye ile olan ilişkiler, Hizbullah ve İran açısından hayati öneme sahiptir. Çünkü İran`ın Hizbullah`a yapmış olduğu maddi yardımlar açısından Suriye, İran ve Hizbullah arasında köprü görevi görmektedir. İsrail nedeniyle Akdeniz üzerinden Hizbullah`a maddi desteğini iletmesi neredeyse imkansız olan İran için Suriye toprakları köprü görevi görmektedir.  

Suriye-İran ve Hizbullah arasındaki ilişki Suriye iç savaşının başlamasının ardından daha da netleşmiştir. İç savaşın ilk zamanlarında Suriye`de herhangi bir askeri unsurunun bulunmadığını dile getiren Hizbullah, iç savaşın derinleşmesi ile birlikte İran Devrim Muhafızlarının ardından Hizbullah`ın da Suriye`ye girdiğini ilan etmiş ve Esad rejimini sonuna kadar savunacaklarını belirtmiştir. Zira Hizbullah`a göre Suriye`deki rejimin düşmesi , İran ile olan bağının kesilmesi ve Suriye`de kurulacak olası bir Sünni yönetimin baskısıyla karşı karşıya kalması anlamına gelmektedir. Bu nedenle Esad rejimine yardım amacıyla Suriye`ye militan göndermektedir. Böylece Suriye iç savaşında İran-Suriye-Hizbullah Şii bloğu oluşmuştur. Hizbullah`ın Suriye iç savaşında vermiş olduğu hizmetleri şu şekilde sıralayabiliriz; rejimin yanında savaşacak birlikler göndermek, Şii bölgeleri için askeri koruma oluşturmak, Suriyeli Şiileri eğitip silahlandırmak ve rejim yanlısı gruplardan savaşçı birimler oluşturmak. (Hizbullah`ın Suriye`deki Askeri Operasyonları ve Olası Yansımaları)

Tüm bunlarla birlikte Suriye İç Savaşı`na Hizbullah`ın müdahil olması 2006 yılındaki savaşın ardından dostluk kurduğu bazı Sünni kesimlerle arasını açmıştır. Bunun en bariz örneği son dönemlerde kötüleşen Hizbullah Hamas ilişkisidir. Arap dünyasının büyük bir kesiminin zalim olarak gördüğü Esad rejimine ve bu rejimin yaptıklarına karşın Hizbullah`ın alenen Esad`ın yanında savaşa müdahil olması 2006 yılında bölgede zirveye ulaşan prestijini yok etmiş ve Arap dünyasında görmüş olduğu destek önemli ölçüde azalmıştır. Özellikle Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar`ın liderliğini yapmış olduğu Sünni blok böylece Hizbullah`a karşı açıkça cephe almıştır. Özellikle Katar ile Hamas arasındaki ilişkiyi anlamak, Hamas ile Hizbullah arasındaki ilişkiyi anlamamız açısından önemlidir. 

SONUÇ

İran İslam Devrimi`nin bütün bir Ortadoğu bölgesini sarstığı yıllarda iç savaşın pençesindeki Lübnan`da Lübnan Şiilerinin haklarını korumak, İsrail`e karşı savaş verip İsrail`i Lübnan topraklarından çıkarmak ve herkes için adaletli olacağına inandıkları İslam Devleti`ni kurmak amacıyla resmi olarak 1985 tarihinde ilk radikal Şii örgüt olarak kuruluşunu ilan eden Hizbullah, aradan geçen yıllar içerisinde belki de hiç kimsenin beklemediği ölçüde geniş halk kitlelerine ulaşmış ve Ortadoğu`da büyük bir aktör haline gelmiştir. Bu süreç içerisinde her daim İran`ın maddi ve manevi desteğini yanına alan Hizbullah izlemiş olduğu uzun soluklu stratejilerle birlikte bugün birçok araştırmacı tarafından dünyadaki en sistemli ve güçlü gerilla birliği olarak adlandırılacak güce ulaşmış ve İsrail`in yenilmezliğini kırarak Lübnan topraklarını terk etmesini sağlamış, özellikle 2006 yılında 33 gün süren savaşın ardından Şii Arap ülkelerinde, hatta bazı Sünni Arap halkları arasında kahraman ve kurtarıcı olarak görülmüş, başta HAMAS olmak üzere birçok cihad örgütüne umut vermiştir. Askeri başarılarının yanı sıra 1992`de Hasan Nasrallah`ın genel sekreter olmasının ardından ilk seçimlere katılmış ve Lübnan siyasetinde önemli bir güç olarak yer almaya başlamıştır. 1992`den bugüne, parlamentoda giderek gücünü arttırmayı başarmış olan Hizbullah, bugün Lübnan siyasetinin en önemli aktörlerindendir. Siyasi başarısının yanı sıra örgütün sahip olduğu sosyal hizmetler profili ile örgüte olan sempati ve destek artmış, zamanla sadece Lübnan Şiilerinin desteklediği bir örgüt olmaktan çıkarak, İsrail ve A.B.D.`nin terörist örgüt iddialarına ve Hizbullah`ın Lübnan`ı maceraya sürüklediği görüşünü benimseyen bazı Lübnanlılara karşın Lübnan`ın genel kamuoyu tarafından İsrail`e karşı savaş veren ve Lübnan Devleti`nin veremediği hizmeti Lübnan halkına veren, kahraman olarak görülen bir örgüt haline gelmiştir. Özellikle İran`ın vermiş olduğu destekle bu mücadeleyi yürütebilen Hizbullah`ın savaş ortamında yapmış olduğu etkili propaganda bu süreçte Lübnan halkının gözünde kahraman olmasında etkili olmuştur.

İran ve Suriye ile olan güçlü bağlarıyla birlikte her geçen gün gücünü arttıran Hizbullah bölgedeki en önemli aktörlerden biri olmuş ve 22 farklı mezhebin bulunduğu, Ortadoğu`nun laboratuvarı olarak adlandırılan Lübnan`da tabiri caizse devletleşmiştir. Öyle ki, bugün Hizbullah`ın aktörü olmadığı veya kararlarının dikkate alınmadığı bir Ortadoğu senaryosu düşünülemez hale gelmiştir. Hizbullah, Suriye iç savaşına müdahil olarak bu realitenin gerçekliğini bir kez daha kanıtlamıştır. 

Özetle İran`ın bölgesel güç olmak için Ortadoğu`da büyük bir mücadele verdiği, Suriye`nin iç savaşla birlikte örgütlerin güçlerini kanıtladıkları bir alana dönüştüğü bu denklemde, özellikle Lübnan Şiilerinin tam desteğini alan ve Şii Arap Dünyası`nda İsrail`e karşı verdiği mücadele ile kahramana dönüşen, Suriye İç Savaşı ile birlikte Hamas gibi müttefiki olduğu bazı Sünni oluşumlarla arasının açılmasına ve Sünni Arap dünyasının ona karşı cephe almasına karşın Hizbullah`ın etkisini sürdürmesi ve bizim Hizbullah adını uzun bir süre daha duymamız muhtemeldir. 

KAYNAKÇA

http://www.mfa.gov.tr/lubnan-siyasi-gorunumu.tr.mfa adresinden alınmıştır
mfa: http://www.mfa.gov.tr/lubnan-siyasi-gorunumu.tr.mfa adresinden alınmıştır
 http://beyrut.be.mfa.gov.tr/ShowInfoNotes.aspx?ID=121399 adresinden alınmıştır
beyrut.be.mfa: http://beyrut.be.mfa.gov.tr/ShowInfoNotes.aspx?ID=121399 adresinden alınmıştır
npr: http://www.npr.org/templates/story/story.php?storyId=130493013 adresinden alınmıştır
 npr.org: http://www.npr.org/templates/story/story.php?storyId=130493013 adresinden alınmıştır
http://www.bbc.co.uk/turkish/indepth/story/2006/08/060802_hizbullah_arsenal.shtml adresinden alınmıştır
 ntv.com.tr: http://arsiv.ntv.com.tr/news/320834.asp adresinden alınmıştır
AKYOL, T. (2000). Hariciler ve Hizbullah. İstanbul: Doğan Kitap.
ALAGHA, J. E. (2007). Silahlı Mücadeleden İktidar Partisine Hizbullah. İstanbul: Doğan Kitap.
ALTUNIŞIK, M. B. (2007). Lübnan Krizi, Nedenleri ve Sonuçları. s. 9.
ATLIOĞLU, Y. (2005, 06 24). www.tasam.org.tr: http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/261/lubnanda_secimler_ve_siyasal_bolunmusluk adresinden alınmıştır
ATLIOĞLU, Y. (2009, Mayıs 24). Ortadoğu`da Seçimler (3): Lübnan Parlamento Seçimleri.
Ayhan, V. (2009). Lübnan Seçimleri ve Etkileri. Orta Doğu Stratejik Araştırmalar Merkezi, 7.
BORAN, Y. (2007). Lübnan`daki İran; Hizbullah. İstanbul: Siyah Beyaz Yayınları.
Cüneyt DOĞRUSÖZLÜ, A. Ü. (2011). Lübnan 2011. Ortadoğu Araştırmalar Merkezi.
ÇELİK, H. (2006). Hizbullah, İşgalcilerin Korkusu Ortadoğu`nun Yeni Ordusu. İstanbul: Birey Yayıncılık.
ERDİN, M. (2010). Hizbullah ve Hamas. İstanbul: Kastaş Yayınevi.
FIĞLALI, E. R. (2007). Şiiliğin Ortaya Çıkışı ve İran`da Din-Siyaset İlişkisi. Avrasya Dosyası.
GÖLPINARLI, A. (1997). Türkiye`de Mezhepler ve Tarikatlar. İstanbul: İnkılap Kitabevi.
GÖRÇÜN, Ö. F. (2000). 1979 İran İslam Devrimi Sonrası Türkiye-İran İlişkileri. İstanbul: Beta Yayınları.
GÜNGÖRMÜŞ, G. Ortadoğu Merkezli Radikal Örgütler ve Türkiye`ye Etkileri. s. 4.
HAMZEH, A. N. (1993). Lebanon's Hizbullah: from Islamic Revolution to Parliamentary Accommodation. Third World Qarterly.
Hizbullah`ın Suriye`deki Askeri Operasyonları ve Olası Yansımaları. (tarih yok). Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 22.
IŞITAN, R. (2008). Terörizm, İslamcılık ve Hizbullah. Trabzon: Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyay Bilimler Enstitüsü.
KAYA, T. (2013, Aralık 3). Lübnan`ın Mezhepsel Yapısı ve Ortadoğu Politikalarına Etkileri. Akademik Perspektif.
Maide Suresi . 
MANNES, A. (2004). Profiles in the Terror: The Guide to Middle East Terrorist Organizations. Oxford, s. 150.
Ortadoğu Analiz. (2009). Orta Doğu Stratejik Araştırmalar Merkezi.
ÖZTÜRK, A. (2014). Ortadoğu`nun Örgüt Haritası; Hizbullah. Süreç Analiz, 20.
Peraino, K. (2006, Ekim 2). Winning Hearts and Minds : The new war in Lebanon is a propaganda battle-and Hizbullah is coming out on top. some tips from a master. Newsweek. adresinden alınmıştır
QASSAM, N. (2007). Hizbullah, Bir Hareketin Anlatılmamış Öyküsü. Karma Kitaplar.
Susan G. MAHAN, P. L. (2003). Terrorism in Perspective. s. 222.
(1994). Yeni Rehber Ansiklopedisi. 270.


https://deu.academia.edu/ahmetc%C3%BCl%C3%BCk

***

ORTADOĞU LABORATUVARINDA DEVLETLEŞEN ÖRGÜT HİZBULLAH BÖLÜM 1


ORTADOĞU LABORATUVARINDA DEVLETLEŞEN ÖRGÜT HİZBULLAH  BÖLÜM 1


Ahmet CÜLÜK*
*Dokuz Eylül Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü


ORTADOĞU`NUN LABORATUVARINDA DEVLETLEŞEN ÖRGÜT: HİZBULLAH

İÇİNDEKİLER
I. ÖZET
II. GİRİŞ
III. LÜBNAN`IN SOSYAL VE SİYASAL YAPISI
IV. HİZBULLAH`IN TARİHSEL GELİŞİMİ
V. HİZBULLAH`IN AMAÇLARI VE İDEOLOJİSİ
VI. ÖRGÜTSELVE SİYASİ YAPILANMA
VII. SOSYAL YAPILANMA
VIII. ASKERİ YAPILANMA
IX. İRAN, SURİYE, HİZBULLAH İLİŞKİSİ
X. SONUÇ
XI. KAYNAKÇA


Özet

Ortadoğu birçok farklı etnik unsurun, kültürün, dinin ve hatta aynı dine mensup farklı mezheplerin yer aldığı birçok ülkeye ev sahipliği yapmaktadır ve hiç şüphesiz uzun ve çalkantılı tarihi boyunca Ortadoğu, bu farklılıkların yaratmış olduğu çatışmalara ve zorunlu birlikteliklere şahit olmuştur. Bu farklılıklar kimi zaman ayrıştırıcı bir unsur olmuş, kimi zaman ise hiç beklenmediği şekilde birleştirici bir güce sahip olmuştur fakat Ortadoğu`nun laboratuvarı olarak adlandırılabilecek bir ülke varsa şüphesiz ki o ülke Lübnan`dır. Ortadoğu`nun Paris`i olarak adlandırılan Beyrut`un başkentliğini yaptığı Lübnan Ortadoğu`daki diğer devletlerden çok daha fazla farklı dini kimliğin yer aldığı bir ülke olup, Lübnan`da neredeyse her dini grubun siyasi gücünü oluşturan yapılar bulunmaktadır fakat içlerinde öyle bir grup vardır ki; zaman içerisinde siyasi ve askeri gücünü giderek arttırarak devletleşme noktasına gelmiştir ve bugün onsuz bir Lübnan düşünülemez; Hizbullah. Bu çalışma Hizbullah`ın laboratuvar ülke olarak adlandırılan Lübnan`da hangi amaçla,  hangi süreçlerden geçerek bugünkü konumuna geldiğini, süreç içerisinde ve bugün hangi devletlerle ittifak içerisinde olduğunu ve Lübnan`ın sosyal ve siyasi yapısının bu süreçte etkisini araştırmaktadır. 
Anahtar Kelimeler: Lübnan, Şii, Sünni, Emel, Hizbullah, Hasan Nasrallah, İran, Suriye


GİRİŞ

Lübnan, birçok akademisyen ve Ortadoğu uzmanı tarafından bölgedeki dini kimliklerin farklılıkları üzerinde kendine has yönetim esasları ile birlikte varlığını sürdüren laboratuvar bir ülke olarak adlandırılmaktadır. Böylesi bir yapıya sahip bir ülkede her mezhep ve o mezhebe bağlı feodal aile, liderliğini yaptığı çeşitli siyasi oluşumlarla ülke siyasetine yön vermektedir. Fakat içlerinde öyle bir siyasi yapılanma vardır ki sadece siyasi bir yapılanma olmakla kalmamış askeri ve sosyal profili ile de ülke içinde ve bölgede etkili bir güç olma stratejisini benimsemiştir. Böylece kriz ve savaş ortamlarında gücünü arttırmak için bulduğu fırsatları kullanabilmiş ve bugün ülke siyasetinde birçok siyasi oluşumdan daha fazla söz hakkına sahip hale gelmiş, ülkenin belirli bölgelerinde zaman içerisinde örgüt ve siyasi partiden ziyade devlet konumuna gelmiştir. Bu örgütün adı Hizbullah`tır. Hizbullah, Lübnan’da 1975-1989 tarihleri arasındaki iç savaş sırasında örgütlenmeye başlayan, 1985’te de resmi olarak kuruluşunu ilan eden hem askeri hem de siyasi kanada sahip radikal İslamcı Şii bir örgüttür. Örgüt, ülke içerisinde sadece siyasi bir oluşum olmakla kalmayıp askeri ve sosyal çalışmalar yürüten büyük bir güç haline gelmiştir. Bu süreç içerisinde sadece Lübnan`da güçlenmekle kalmayan Hizbullah`ın İran ve Suriye ile kurmuş olduğu karşılıklı stratejik ve ideolojik bağlar, Hizbullah`ı bölgede daha önemli bir konuma getirmiştir.
Hizbullah, sadece Lübnan’da değil aynı zamanda bölgedeki en önemli güçlerden biridir. Hizbullah’ın gücü kuşkusuz tesadüf değildir. 1985`ten bu yana düzenli bir strateji izleyen Hizbullah, 30 yıl boyunca uyguladığı program ve stratejiler sonucunda sürecin meyvelerini almış ve bugünkü gücüne erişmiştir . Bu çalışmalar vesilesiyle Hizbullah, bir Şii parti olarak, Lübnan halkının özellikle Şiilerin büyük bir kısmının desteğini kazanmakla kalmayıp Lübnan dış politikasında ve bölgede dikkate alınan önemli bir güç haline gelmiştir. Katı İslami bir ideoloji üzerine kurulmuş olan Hizbullah`ın ana amaçları Lübnan’da bir İslam devleti kurmak, ülkeyi İsrail işgalinden kurtarıp Batı emperyalizminden korumaktır. Hizbullah, Batılı devletlerce tehlikeli bir terör örgütü olarak kabul edilmesine rağmen Arap Dünyası ve Ortadoğu’da özellikle Şii kesimlerce kurtarıcı, koruyucu bir askeri güç, insanlara yardım eden bir sivil toplum kuruluşu olarak görülmektedir. 
Bu çalışmada Hizbullah`ın Ortadoğu`nun laboratuvarında kurulmuş olan bir örgütken giderek devletleşme yolundaki süreci, bu süreci oluşturan altyapı ve ilişkiler ağı ele alınacaktır. Çalışmada ilk olarak Lübnan`ın sosyal ve siyasal yapısı, ardından Hizbullah`ın tarihsel gelişimi, amaçları ve ideolojisi, örgütsel, siyasi, askeri ve sosyal yapılanması ve son olarak İran-Suriye-Hizbullah ilişkisi ele alınacaktır. 


LÜBNAN`IN SOSYAL VE SİYASAL YAPISI


Lübnan`ın sosyal ve siyasi yapısı arasındaki bağ günümüzde birçok ülkeye göre çok daha fazla iç içe geçmiş ilişkiler ağıdır. Ülkenin siyasi yapısı, sosyal yapısındaki farklı oluşumlar, özellikle de farklı dini kimlikler ve feodal düzende gücünü devam ettiren büyük aşiret ve aileler üzerinden şekillenmiş olup, aynı şekilde siyasal yapı ve bu yapının ortaya koymuş olduğu eylemler de bütün bir sosyal yapıyı etkilemektedir. Bu nedenle Lübnan`ın siyasi ve sosyal yapısı birbirinden bağımsız hareket edemez, zira bu iki yapıdan herhangi birinin ortaya koyacağı eylemlerin diğer yapıyı etkilememesi düşünülemez.
Günümüz sosyal ve siyasal yapısı 1861 Cebel-i Lübnan Nizamnamesine dayanan Lübnan, sosyal yapısı ile birçok ülkeden farklı bir karakteristiğe sahiptir. Bunun en önemli nedeni ülkede farklı dini kimliklerin sosyal yapıda belirleyici unsur olmasıdır ve ülkedeki iki büyük din olan Hıristiyanlık ve Müslümanlığın 22 farklı mezhebe bölünmüş olmasıdır. Bu farklı dini kimlikler siyasi partilere şekil vermekte ve siyasi yapıyı oluşturmaktadır. (BORAN, 2007)
Bugün Lübnan`ın sosyal yapısını ele aldığımızda; 5 milyona yaklaşan nüfusuyla %95 Arap, %4 Ermeni ve %1 oranında diğer etnik unsurlar ortaya çıkmaktadır. (KAYA, 2013) 22 farklı mezhebin bulunduğu fakat resmi olarak 18`inin tanındığı Lübnan`da başlıca mezhepler şu şekildedir:
Sünni Müslümanlar; nüfusun %20`sini oluşturmaktadırlar. Genellikle sahil kesimlerinde ve şehir merkezlerinde yaşarlar. Sünni kesimin önemli aileleri Karami, Hariri ve Selam aileleri olup; Hariri ailesi Tayyar El Mustakbal hareketinin, Kerami ailesi Arap Kurtuluş Partisi`nin ve Selam ailesinin Reform Öncüleri Partisi`nin liderliğini yapmaktadır. (ATLIOĞLU, 2005)
Şii Müslümanlar; nüfusun %30 unu oluşturmakta olup ülke içerisindeki en güçlü gruptur. Genellikle Güney Lübnan ve Bekaa vadisinin kuzeyinde yaşayan Şii Müslümanlar, özellikle 1960`lardaki göç ile birlikte Beyrut`ta yoğunlaşmış ve güçlenmişlerdir. En önemli Şii aileler Berri, Asad ve Hamadeh`dir. Şii Müslümanlar ise Emel Örgütü ve Hizbullah etrafında toplanmıştır. (GÜNGÖRMÜŞ)
Dürziler; genel nüfusun yaklaşık olarak %7-8`ini oluşturmakta olup, Lübnan siyasi sistemi tarafından Müslüman olarak kabul edilmekte ve kendilerini Müslüman olarak görmektedirler fakat genel olarak Müslümanlardan farklı ibadet şekillerine sahip olduklarından diğer Müslüman topluluklar tarafından Müslüman olarak görülmemektedirler.  Genellikle Beyrut`un doğusu ve güneydoğusunda bulunan Şuf adı verilen dağlık bölgede yaşamaktadırlar. En önemli Dürzi aileleri Canbulat ve Aslan aileleridir. (ATLIOĞLU, 2005)
Hıristiyan Maruniler; genel nüfusun yaklaşık olarak %19-20`sini oluşturmaktadırlar ve nüfus itibariyle Lübnan`da Şiilerden sonra 2.büyük grupturlar. Buna rağmen Maruniler meclisteki koltuk dağılımında en güçlü grup konumundadır. Batı dünyası ve Vatikan ile iyi ilişkileri vardır fakat 2. Vatikan Konsilinden itibaren Vatikan`dan bağımsız olarak kendi ayinlerini organize etmektedirler. Yoğun olarak Cebel-i Lübnan adı verilen bölgede ve Beyrut`ta yaşamaktadırlar. Ülkedeki diğer önemli dini topluluklar ise; Grek Ortodoks, Grek Katolik,  ve çok daha küçük oranlarda Ermeni Ortodoks, Musevi, Bahai, Mormon, Hindu ve Budistlerdir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi, 1994)
Lübnan`daki siyasi yapıyı ele aldığımız zaman rahatça görebiliriz ki; Lübnan`da siyaset feodal aileler ve onlara kimliklerini veren mezhepleri tarafından şekillenmektedir. Demokratik Parlamenter Cumhuriyet sisteminin ve kuvvetler ayrılığının hakim olduğu Lübnan siyasetinde, siyasi yapının işleyişini belirleyen 2önemli anlaşma vardır. Bunlar; 1943 yılında ortaya konulan Ulusal Pakt ve 1989 yılında imzalanmış olan Taif Anlaşmasıdır. (ATLIOĞLU, Ortadoğu`da Seçimler (3): Lübnan Parlamento Seçimleri, 2009)

2. Dünya Savaşı sırasında Fransa`nın bölgedeki güç boşluğundan yararlanarak bağımsızlığını ilan eden Lübnan`daki siyasi yapı 1943`te ortaya konulan ülkenin kurucu belgesi olarak tanımlanan Ulusal Pakt çerçevesinde siyasi görev ve yapıların ülkedeki mezheplerin nüfuslarıyla orantılı olarak paylaştırılması esasına dayanmaktadır. Ulusal Pakt ile cumhurbaşkanının Maruni, Meclis başkanının Şii, başbakanın Sünni olduğu ve meclisteki dağılımın Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında 6/5 oranında olduğu bir yapı ortaya konulmuştur. (mfa)
1975 yılında başlayıp 1989 Taif Anlaşması`na dek süren iç savaşın ardından 1989 yılında Suriye yönetiminin de baskısıyla imzalanan Taif Anlaşması ile birlikte dinsel toplulukların meclisteki dağılımında değişikliğe gidilmiştir. Taif Anlaşması ile Maruni cumhurbaşkanının yetkileri azaltılıp bazı yetkiler Sünni başbakana verilmiştir. Ayrıca parlamentodaki koltuk sayısı 99`dan 128`e çıkarılmış ve 6/5`lik oran yerine Hıristiyan ve Müslümanlara eşit sayıda koltuk verilmiştir. (Cüneyt DOĞRUSÖZLÜ, 2011)

Günümüzde de yürürlükte olan Taif Anlaşması gereğince Lübnan Parlamentosu`nda mezheplere göre koltuk dağılımı şu şekildedir: Sünniler 27, Şiiler 27, Dürziler 8, Nusayriler 2, Maruniler 34, Grek Katolikler 8, Grek Ortodokslar 14, Evanjelistler 1, Ermeni Katoliler 1, Ermeni Ortodokslar 5 ve diğer azınlıklar 1 koltuğa sahiptir. (Ortadoğu Analiz, 2009) Günümüzde ülkede nüfus olarak en büyük çoğunluğa sahip olan Şiilerin 27 koltuğu varken Marunilerin 34 koltuğa sahip olması Şii kesimin tepkisini çekmekte olup bu tepki kendi seslerini duyurabileceğine inandıkları Hizbullah`a olan desteğin artmasını sağlamaktadır. 

Birçok farklı mezhep ve bu mezheplere ve feodal ailelere bağlı olarak birçok siyasi hareketin var olduğu Lübnan`da iktidara gelebilmek için farklı siyasi hareketler arasında bir ittifak ve koalisyonun oluşturulması kaçınılmaz hale gelmektedir. Nitekim 2009 seçimlerini kazanan 14 Mart İttifakı`n da 6, 14 Mart İttifakı`nın kazandığı 71 koltuğa karşın 57 koltuk kazanabilen 8 Mart İttifakı`nda ise 9 farklı siyasi grup bulunmaktadır. (Ayhan, 2009)  Bu kadar çok siyasi hareketin mecliste bulunduğu Lübnan`da hükümet tabiri caizse pamuk ipliğine bağlı bir şekilde birçok farklı siyasi hareket tarafından kurulmaktadır. Örneğin; 8 Mart İttifakı içerisinde yer alan Hizbullah 2 bakanlığa sahiptir ve Lübnan hükümetinde herhangi bir mezhep grubunun hükümete karşı tutum alması bütün bir hükümeti sallantıya düşürebilmektedir. 

HİZBULLAH`IN TARİHSEL GELİŞİMİ

Hizbullah, ‘’hizb’’ ve ‘’Allah’’ kelimelerinden türetilmiş olup kelime anlamı itibariyle Allah`ın Partisi veya Allah`ın Taraftarları anlamına gelmektedir. Örgütün her şeyden önce bu ismi seçmesi ve kullanmasının temelinde önemli bir atıf yatmaktadır. Bu isim Maide suresinin 55. ve 56. ayetlerinden esinlenerek ortaya konulmuştur. ‘’55 – Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resulüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekatı veren mü’milerdir. 56 –Kim Allah’ı, O’nun peygamberini ve inananları dosta edinirse, bilsin ki şüphesiz Allah taraftarları galiplerin ta kendilerdir’’ (Maide Suresi )
Hizbullah`ın isim babası olarak Molla Muhammed Gaffari`yi gösterebiliriz. Molla Muhammed Gaffari`nin en önemli özelliği İran`da Şah rejimine karşı savaşan; demokrasi, Batılı kurumlar ve çok partili rejime karşı çıkan bir molla olmasıdır. Zira Molla Muhammed Gaffari bu süreçte hapse atılmış ve hapisteyken yazdığı bir mektupta ‘’Tek parti vardır, o da Allah`ın Partisi`dir.’’ diyerek İran`da şah rejimine karşı savaşan Şiilerin büyük desteğini toplamış ve önemli bir sembol haline gelmiştir. (ERDİN, 2010)

İsim babalığını Molla Muhammed Gaffari`nin yapmış olduğu Allah`ın Partisi anlamına gelen Hizbullah`ın tarihsel gelişimini ele aldığımız takdirde genel itibariyle İsrail`in Güney Lübnan`ı işgali, Şii Emel örgütü ve radikal Şiilerin bu örgütten koparak Hizbullah`ın kurulması, Seyyid Hasan Nasrallah`ın Hizbullah`ın genel sekreteri oluşu ve örgütün İsrail ile olan çatışmaları ve nihayetinde 2006`da Beyrut`a gerçekleşen saldırı sonucunda İsrail-Hizbullah çatışması ile birlikte örgütün büyük bir çoğunluk ve özellikle Arap kamuoyunda Şii toplulukların yanı sıra bazı Sünni kesimler tarafından da destek görerek gücünü arttırması örgüt için tarihi dönüm noktalarıdır demek yanlış olmayacaktır.
1943 yılında Lübnan`ın bağımsızlığını ilan ettiği andan itibaren Ulusal Pakt ile birlikte ülkedeki Hıristiyanlar en güçlü toplulukken ülkedeki Şiiler nüfuslarına oranla maddi ve politik olarak güçsüz durumdaydılar. Yıllar içerisinde kırsaldan kente göç ile Beyrut`un kenar mahallelerine ve gecekondulara yerleşen Şiiler, politik olarak yeterince seslerini duyuramayan, hastane gibi kamu kuruluşları için bütçenin sadece %7`sinin ayrıldığı bir gruptu. Mevcut koşulların tepki çektiği bu durumda Şiiler adına ilk örgütlenme,  İmam Musa Sadr`ın kurduğu Şii Emel Örgütü ile 1974 yılında ortaya çıkmıştır. (ERDİN, 2010) Şii Emel Örgütü Hizbullah`a giden yolda Şiilerin kurmuş olduğu bir örgüt olarak ilk adım olmuştur. 

Lübnan`daki ilk Şii örgütlenme olan Emel Örgütü`nün kurucusunun Musa Sadr olması veya bundan sonraki süreçte Hizbullah`ın günümüze dek İran tarafından desteklenmesi tesadüf değildir. Lübnan`daki Şii örgütlenmelerin temeli de aslında İran`da medrese eğitimi almış mollalar tarafından atılmıştır.  İmam Musa Sadr da İran`da doğmuş, Necef ve Kum gibi önemli şehirlerde medrese eğitimi görmüştür. Daha sonra Lübnan`a yerleşmiş olan Sadr 1943 Ulusal Paktının getirdiği eşit olmayan düzenin barış yoluyla değiştirilemeyeceğini düşünerek Şii Emel Örgütü`nü kurmuştur. Örgüt milis kuvvetlere sahip olup, tek amacı Lübnan`daki Şiilerin haklarını korumak olmayıp, İsrail tehdidine karşı da organize edilmiş bir yapılanmadır. (IŞITAN, 2008)

1975 yılında iç savaşın ortaya çıkmasıyla birlikte milis kuvvetlere sahip olan Emel de iç savaşa dahil olmuştur. 1978 yılında Libya`ya yaptığı gezinin ardından ortadan kaybolan Sadr, Emel`i lidersiz bırakmış olup, ardından gelen liderler de Sadr`ın karizmatik liderliğini dolduramamıştır. Ayrıca 1979`da İran`da gerçekleşen İslam Devrimi ile İmam Humeyni, İran İslam Cumhuriyeti`nin resmi ideolojisini bölgedeki Şiilere ihraç etmek istemiştir. Bu koşullarda Lübnan bu strateji için önemli bir adımdır. İç savaşla birlikte 1982 yılında İsrail`in Lübnan`da bulunan Filistin Kurtuluş Örgütü militanlarını bahane ederek Lübnan`ı işgal etmesiyle birlikte birçok Şii militan, uzlaşmacı bir tavır sergileyen Emel`i terk edip radikalleşerek 1982 yılında örgütlenmeye başlayan Hizbullah`a katılmışlardır. (MANNES, 2004)

1982 yılında örgütlenmesine rağmen resmi kuruluş tarihi 1985 olarak kabul edilen Hizbullah`ın isim babası Molla Muhammed Gaffari, İran Devrim Muhafızlarını yardımı ve İran İslam Devrimi lideri Ayetullah Humeyni`nin onayıyla örgütü organize eden kişiler Abbas Musavi ve Suphi el Tufeyli olmakla birlikte örgütün ruhani lideri ve asıl kurucusu olarak Şeyh Muhammed Hüseyin Fadlallah görülmektedir. Fadlallah`ın ortaya koymuş olduğu görüşler Hizbullah`ın dini ve ideolojik altyapısını oluşturmuş olup bu bağlamda Fadlallah birçok kimse tarafından desteklenmiştir. Hizbullah`ın ruhani liderliği gibi bir iddiası bulunmadığını birçok kez belirtse de Fadlallah`ın öğretileri Hizbullah`ın yolunu çizmiştir. Fadlalah`a göre camiler sadece ibadet yeri olmakla kalmayıp, siyasi ve cihad faaliyetlerinin de yürütüldüğü yerler olmalıdır. (ÖZTÜRK, 2014) Nitekim Hizbullah bu tavsiyeyi dikkate almış olup, kısa süre içerisinde halk tabanına inebilmiştir. Hizbullah`ın tabana yayıldığı süreç içerisinde izlediği bazı stratejiler Hamas`ın Filistin`de tabana yayılmak için izlediği stratejilere benzetilebilmektedir. Camilerin sadece ibadethane olarak kullanılmakla kalmayıp halka siyasi mesajların verilebildiği cihad organizasyonların tertip edilebildiği yerler olarak kullanılması, bu iki örgütün de kısa sürede halka ideoloji ve amaçlarını anlatabilmesi ve taraftar toplayabilmesini sağlamıştır. Zira Şeyh Ahmet Yasin de camilerde vermiş olduğu ünlü vaazlar ile birlikte halkın dikkatini çekmiş ve Hamas destekçi sayısını arttırabilmiştir. Çünkü Hamas ve Hizbullah`ın hitap ettiği orta sınıf veya yoksul olarak nitelendirilebilecek olan kesimi toplu halde kendine çekebilmek için en uygun ortamlar camilerdir. (BORAN, 2007)
1985 yılında resmi olarak kuruluşunu ilan Hizbullah`ın yönetici kadrosu aslıdan tam anlamıyla 1989 tarihinden itibaren şekillenmiştir. 5 Kasım 1989`da Hizbullah`ın ilk genel sekreteri olan Suphi El Tufeyli`nin ardından 1991 Mayıs ayında örgütün genel sekreterliğine Abbas Musavi getirilmiştir. Abbas Musavi`nin Şubat 1992`de İsrail tarafından öldürülmesinin ardından örgütün genel sekreterliğine İran`ın da desteğiyle Seyyid Hasan Nasrallah gelmiştir. Nasrallah göreve gelişiyle birlikte İran ile olan derin dostluğunun devam edeceğini belirterek  İran`dan gelecek olan maddi ve manevi desteğin devamını sağlamıştır. (BORAN, 2007)

1992 tarihinde Hizbullah`ın genel sekreterliğine gelişinin ardından Seyyid Hasan Nasrallah yapmış olduğu bir basın açıklamasında aynı yıl içerisinde Bekaa bölgesinde yapılacak olan parlamento seçimlerine katılacağını ilan ederek Hizbullah`ı sadece askeri bir örgüt olmaktan çıkarıp siyasi bir parti haline de getirmiş, böylece Lübnan iç siyasetine politik olarak da müdahale fırsatı kazanmıştır. (Susan G. MAHAN, 2003)

Nasrallah liderliğindeki Hizbullah yıllar içerisinde kendisine olan desteği ve ulaştığı kitleyi genişletmiş, bunun yanı sıra İsrail ile olan mücadelesini sürdürmüştür. 1996 yılındaki İsrail saldırısına karşı ülkeyi örgütleyebilen Hizbullah, 2000 yılında Şeba Çiftlikleri hariç İsrail`i Lübnan`dan çıkartmıştır. Böylece ülke çapında Nasrallah ve Hizbullah`a olan destek sadece Şii gruplarca kalmamış, geniş kesimlere ulaşmıştır. (ÇELİK, 2006)
Hizbullah`ın 2006 yılında 8 İsrail askerini öldürüp, 2`sini esir almasıyla birlikte Temmuz 2006`da İsrail Lübnan`a karşı saldırı başlatmış ve bu saldırıda Hizbullah`ın gücünü tamamen kırarak örgütü halk nezdinde küçük düşürmek ve ona olan desteği kırmak istemiştir. 33 gün süren ve Lübnan`da birçok yerleşimin harabeye dönmesiyle sonuçlanan savaşın ardından, İsrail`in beklentisinin aksine Hizbullah, Lübnan ve özellikle Arap Şii dünyasında en önemli güçlerden biri kabul edilmiş ve Nasrallah bir kahramana dönüşmüştür. (Peraino, 2006)
Böylece 1974 yılında Emel Örgütü`nün kurulmasıyla birlikte ilk adımların atıldığı tarihten günümüze dek izlenen düzeni strateji içerisinde 1985 yılında resmi olarak kuruluşu ilan eden Hizbullah 2006 yılındaki savaşla birlikte tüm dünyaya askeri gücünü kanıtlamakla kalmayıp Nasrallah`ın liderliğinden itibaren siyasi faaliyetler de yürüterek meclise ve kabineye girmiş, bugün Lübnan yönetiminin vazgeçilmezi haline gelmiştir. 

HİZBULLAH`IN AMAÇLARI VE İDEOLOJİSİ

Adını İran`daki şah rejimine karşı vermiş olduğu mücadelede hapishanede işkence ile öldürülen Molla Muhammed Gaffari`nin bir mektubunda Maide suresinin 55. ve 56. ayetlerine atfından alan Hizbullah 1985 yılında resmi olarak kuruluşunu ilan etmesiyle birlikte amaçlarını açıklayan bazı maddeler ortaya koymuştur.

1985 Şubat ayında Hizbullah genel kurulunda alınan kararlara göre:

a- Lübnan’ı problemlerinden kurtarmanın ilk yolu İslami bir devlet kurmaktan geçer. Ancak İslami bir sistem Lübnan halkı arasında eşitliği ve adaleti sağlayabilir.
b- Hizbullah, Batılı emperyalist güçlerin Lübnan’ı terk etmesi için elinden geleni yapacaktır.
c- Ülkenin İsrail tarafından işgal edilmiş olması asıl problemdir. İşgal sona erinceye ve Siyonist düşman yok edilinceye kadar direniş sürecektir.
d- Bütün Dünya Müslümanları bu mücadele de Hizbullah’ın yanındadır. (ERDİN, 2010)
Hizbullah`ın amaçlarını özetleyen bu önemli 4 maddeye ek olarak Hizbullah liderleri tıbbi yardımlarda bulunmak, ihtiyaç sahiplerini ve yetimleri gözetmek, savaştan zarar gören insanlara maddi ve manevi yardımlarda bulunarak bölgedeki halkın eğitiminin sağlanması amaçlarını taşıdıklarını belirtmişlerdir. Özetle Hizbullah`ın ana amacı Lübnan`ın İsrail ve Batı tehdidine karşı korunması ve bu yolda ülke içinde eşit ve adaletli bir yönetim sağlayabilmek için Lübnan`da İslami bir devletin kurulmasıdır. 

Hizbullah`ın ideolojisi ise Muhammed Hüseyin Fadlallah`ın, İran İslam Devrimi ve onun lideri Ayetullah Humeyni`nin öğretilerine ve Şia mezhebi öğretilerine dayanmaktadır. Fadlallah`ın ve Humeyni`nin öğretileri genel itibariyle Şia mezhebinin temel öğretilerini içinde barındırmakta olup, bununla birlikte bu öğretilerin ve şeri hükümlerin esas alındığı bir yönetim şeklinin hakim kılınması İran İslam Cumhuriyeti ve Hizbullah`ın ideolojik olarak ana amacını oluşturmaktadır.

İran İslam Cumhuriyeti ve İran İslam Devrimi lideri Ayetullah Humeyni ile Hizbullah arasında birbirinden asla kopmayan büyük bir bağ vardır çünkü Hizbullah`ın ortaya çıkışı İran İslam Devrimi`nden geçer. 1979 yılında İran`da gerçekleşen İslam Devrimi`nin ardından İmam Humeyni İslam Devrimi`nin bölgedeki diğer ülkelere de ihraç edilmesi kararını almıştır. Bu süreçte en uygun koşullara sahip olan ülke Lübnan`dır. Çünkü Lübnan`daki Şiiler ile İran`daki Şiilerin siyasal ve toplumsal çıkarları arasında bir fark yoktur. Böylece İran Devrim Muhafızlarının da desteği ve Ayetullah Humeyni`nin de icazeti ile Lübnan`da İran İslam Devrimi`nin yolunu ve öğretilerini izleyecek olan örgüt, Hizbullah kurulmuştur. Hizbullah`ın da yolunu çizen ve ortak paydaya sahip olduğu İran İslam Devrimi`nin ideolojisi ise Şia mezhebi ve imamiyye inancına dayanmaktadır. Bu yolda Hizbullah kendisini ve ideolojisini hak olarak görmüş, bu nedenle girdiği mücadeleyi de Batıla karşı Hak savaşı olarak adlandırmıştır.
Şia, Arapça bir kelime olup yandaş anlamına gelmekte ve Hz. Ali`nin yandaşları anlamında kullanılmaktadır. Mezheplerin ortaya çıkışı ile birlikte, Hz. Muhammed`in ölümünden sonra Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman`ın yerine en başından beri Hz. Ali`yi halife olarak gören ve onun ardından Ehl-i Beytin, yani Hz. Ali ile Hz. Fatıma`nın soyundan gelenlerin halife olması gerektiğine inanan toplulukların zaman içerisinde almış olduğu addır. (FIĞLALI, 2007)

Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman`ın ardından halifelik Hz. Ali`ye geçmiştir fakat Hz. Ali ile Muaviye arasında halifelik üzerine sorunlar baş göstermiş, bunun sonucunda Hz. Ali ile Muaviye arasında ünlü hakem olayı gerçekleşmiştir. Hakem olayı ile birlikte halifelik Hz. Ali`nin elinden alınmış olup, Hz. Ali bu olayın ardından Hariciler tarafından şehit edilmiştir. Muaviye ise Hz. Ali`nin ölümünün ardından 2. İmam olan Hz. Hasan`ı şehit ettirmiştir. Muaviye`nin vefatının ardından Muaviye`nin halifeliği bıraktığı oğlu Yezid ise Hz. Ali`nin diğer bir evladı olan Hz. Hüseyin`i şehit etmiş, bu olay tarihe Kerbela olayı olarak geçmiştir.  Böylece İslam dünyasında önlenemez bir ayrılık başlamış ve Şia doğmuştur. (BORAN, 2007)

Şia inancında yer almakta olup İran ile Hizbullah`ın ideolojisinde de son derece önemli yer kaplayan diğer bir konu ise imamiyye konusudur. Şia mezhebine göre Hz. Muhammed`in vefatının ardından hilafet Hz. Ali`ye geçmeli ve Hz. Ali`nin hilafetinin ardından ise Hz. Ali ve Hz. Fatıma`nın soyundan gelenler bu imameti devam ettirmelidir. İmamet insanların seçimiyle değil, ilahi bir kudretin atamasıyla gerçekleşir ve Şia`ya göre Hz. Muhammed imametin Hz. Ali`nin soyundan devam etmesi gerektiği konusunda insanları uyarmıştır. Tıpkı Hz. Muhammed`in Hz Ali`yi imam olarak atadığı gibi Hz. Ali de Hz. Hasan`ı ve Hz. Hasan da Hz. Hüseyin`i imam olarak tayin etmiştir. Genellikle imam sayısı 12 ile sınırlandırılmış olup bu imamlar şu şekildedir; Hz. Ali, ondan sonra İmam Hasan, ondan sonra kardeşi İmam Hüseyin ve onun soyundan gelen dokuz kişidir. Bu dokuz kişi sırası ile İmam Ali, İmam Muhammed’ül Bakır, İmam Ca’fer’us-Sadık, İmam Musa el Kazım, İmam Aliyy’ür-Rıza, İmam Muhammed’üt-Takıy, İmam Aliyy’ün-Nakıyy, İmam Hasan’ül-Askeri ve İmam Mehdi’dir.  Yine Şia inancına göre 12. İmam Hz. Mehdi`dir, İmam Mehdi hayatta olup günün birinde zuhur edecektir. (GÖLPINARLI, 1997)

Hizbullah`ın Şii ideolojisinde ise temel olarak 3 kavram vardır. Bunlar; imamlık öğretisi, takiye ve tabiyadır.
İmamlık öğretisi; 12 İmam`ın tanınması ve onlara sunulacak saygı ile birlikte Kur`an, hadisler ve şeriat hakkında tam bir bilgi sahibi olan yaşayan bir imam takip edilmesidir. Hizbullah için günümüzde yolu takip edilen imam, İran dini lideri Ayetullah Hamaney`dir.
Takiye; örten, koruyan anlamına gelmekte olup Kur`an da Nahl Suresi`nin 106. Ayetine dayanmaktadır. Buna göre Müslümanlar eğer çok zor durumda kalırlar ise inançlarını gizleyebilir veya inkar edebilirler. Hasan Nasrallah`a göre takiye belirli dönemlerde bir gereklilik olup zulüm altındaki Şii Müslümanlar adaletsiz yöneticilerle çatışmamak için takiyeye başvurabilirler.
Tabiya; seferberlik anlamına gelmekte olup insanları haklı davaya katmak için kullanılmalıdır. Hizbullah bu yolda İmam Humeyni`nin yolunu seçmiş ve tevekküle karşın genel bir eylemci çizgiyi benimsemiştir. Bu eylemci çizgi Hizbullah`ı Emel örgütünden farklı kılmış, radikal bir tutumla İsrail ve Şia`ya zulmeden bütün güçlere karşı seferberlik ilan etmesini sağlamıştır. (ALAGHA, 2007)

Özetle Lübnan`dan İsrail ve Batılı güçleri atarak eşitliğe ve adalete dayalı bir İslam Devleti kurma amacını güden Hizbullah`ın belkemiğini oluşturan ideoloji İran İslam Devrimi ideolojisi, dolayısı ile Şia ve imamiyye inancına dayalı öğretilerden oluşan bir ideolojidir Bu nedenlerden dolayı Hizbullah ve İran arasındaki bağ dini ve ideolojik olarak birçok devletten daha güçlü konumdadır.

ÖRGÜTSELVE SİYASİ YAPILANMA

Hizbullah`ın örgütsel yapısına baktığımız zaman görülmektedir ki; Hizbullah kuruluşundan itibaren bireysel liderlik yerine kolektif çalışma yürüten bir yönetimi esas almıştır. Bu kolektif liderliğe şura adı verilmektedir. Şura 9 kişi ile sınırlı olup şura içinden bir genel sekreter seçilmektedir. Bu genel sekreter Hizbullah`ın liderliğini de yürütmüş olmaktadır.1992 yılından bu yana Hizbullah`ın genel sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah`tır. (BORAN, 2007)
İlk yıllarında tabiya anlayışıyla yerel camilerde örgütlenerek halk tabanına kısa sürede yayılan Hizbullah, yıllar içerisinde destek aldığı tabanı ve gücünü büyütmesiyle birlikte örgütsel yapısını tam anlamıyla oturtmuştur. Hizbullah`ın örgütsel yapısı şu şekildedir:

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

12 Haziran 2017 Pazartesi

Katar Üzerinden Yeni Bir Denklem mi Kuruluyor,


Katar Üzerinden Yeni Bir Denklem mi Kuruluyor,



Erdal Tanas Karagöl  
8 Haziran 2017 



Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen, Libya ve Bahreyn’in Katar’la tüm diplomatik ilişkilerini kesmesi, büyük bir krizin başlangıcı. 
Kriz sadece Körfez ülkeleriyle de ilgili değil, etki alanı oldukça geniş.

Tabii şu anda krizin etki alanı olarak yalnızca abluka altına alınan Katar öne çıkıyor. Peki nasıl oldu da Katar için hızlı bir abluka süreci başlatan bu ülkeler 
çok kısa sürede bir araya geldiler? Birçok konuda yarışan bu ülkelerin ortak hareket etme gerekçesi nedir? Katar’a uygulanan diplomatik abluka için öne 
sürülen gerekçeler ne kadar anlamlı? Ya da başka bir oyun mu sahneleniyor? Bölgede yeni bir denklem mi kuruluyor?

Tüm bu soruların cevabı, Katar’ın neden hedef olarak seçildiğinin de cevabı.

KATAR NEDEN HEDEFTE?

Katar son yıllarda ekonomide, enerjide ve dolayısıyla da politik güç olma konusunda Körfez ülkeleri içerisinde önemli bir ülke konumuna yükseldi. 
Politik anlamda Suudi Arabistan’la, ekonomik anlamda da Birleşik Arap Emirlikleri ile ciddi bir rekabet içerisinde olan bir ülkeden bahsediyoruz.

Aslında Katar ve Suudi Arabistan arasındaki rekabet siyasi alanla sınırlı değil. Suudi Arabistan, son yıllarda özellikle petrol fiyatlarının düşmesi nedeniyle 
ekonomik olarak zor bir dönem geçiriyor. Ekonomik sıkıntılarını aşması ve yeni bir çıkış yapması için Suudi Arabistan’ın tercihi, kendisine bağlı ve görünürlüğü 
düşük bir Katar olacaktır. Yani, Suudi Arabistan’ın menfaatlerine uygun Katar profili, siyasi ve ekonomik olarak Suudi Arabistan’ın arkasında bulunan bir 
ülke olması.

Tabii bir de Katar, son dönemde enerji ihtiyacı bulunan ülkeler için güçlü bir alternatif olarak öne çıkıyor. Rusya ve İran’dan sonra 24,5 trilyon metreküp 
doğalgaz rezervi ile dünya sıralamasında üçüncü olan Katar, enerji kaynaklarından yoksun olan Batı ve Uzak Doğu ülkelerinin ilgisini üzerinde toplamış. 
Hatta, 2006 yılından beri dünyanın en büyük sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatçısı konumunda.

Bu yüzden Katar aynı zamanda dünya LNG piyasasının da kurucusu pozisyonunda. Ablukanın bu kadar hızlı gelişmesinin arka planında da Katar’ın LNG 
konusundaki öncü konumu ve giderek artan LNG ihracatı bulunuyor. Uzun yıllardır enerji alanına hâkim olan ülkeleri, bu alanı istedikleri gibi kullanan 
gelişmiş ülkeleri ve tabi ki Körfez ülkeleri, bu durumdan oldukça rahatsızlar.

Katar’ın coğrafi konumu da, bu ülkeler için risk. Çünkü Katar, Körfez ülkeleri içerisinde özellikle uluslararası uçuşlar açısından tüm bağlantıların kavşak 
noktasında. Bu konumunu güçlendirme konusundaki artan çabaları küresel dengeleri değiştirmişe benziyor.

Diğer taraftan, Katar’ın uluslararası işbirliği açısından bölgede Türkiye ile enerji işbirliğine yönelik attığı adımların, Türkiye ile askeri ilişkilerin, 
hatta Katar’daki askeri üssün birçok Körfez ülkesini rahatsız ettiği açık.

Katar’ın Varlık Fonu kanalıyla yaptığı yatırımların artık bildiğimiz ülkelere, şehirlere değil de Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere yönelmiş olması da, 
küresel finans dengeleri açısından kabul edilebilir değil. Belli çevrelerin bu duruma tahammül etmesi kolay değil.

Ekonomik gücünün ve dolayısıyla uluslararası anlamdaki görünürlüğünün önemli bir aracı olan El Cezire televizyonun etkisinden birçok Körfez ülkesinin 
rahatsız olduğunu bilmeyen yok. Çünkü, Katar bu yayınlar sayesinde uluslararası görünürlüğe sahip ve bu sayede, medya aracını da iyi kullanması 
Katar’a ekonomik ve politik alanda güçlü bir aktör olma fırsatını sunmaktadır.

Yaşadığı ekonomik gelişim, dış dünyaya yoğun bir şekilde açılma, dış dünyada yer alma ve söz sahibi olma stratejileri izleyen Katar; ekonomik 
projelerin yanında sosyal, kültürel ve spor gibi alanlarda da birçok atılım gerçekleştirdi.

Dolayısıyla bunları üst üste koyduğumuzda, Katar’ın hem Körfez ülkeleri içerisinde hem de küresel denge içerisinde nasıl bir aktör olduğu ve gücünün 
artarak devam edeceği açık.

Bu yüzden, bilinen, alışılagelmiş bir süreç yaşanıyor. Küresel güçler, bölge ülkelerini araç olarak kullanarak körfezde Katar’ın etkin olacağı denklem 
kurulmasının önüne geçmek istiyorlar.

Yani hedef, yeni bir denklem kurmaktan ziyade, alışılagelmiş denklemin devam etmesini sağlamak. Denklem değiştirme potansiyeline sahip 
Katar gibi ülkeleri güçsüzleştirmek.

[Yeni Şafak, 8 Haziran 2017]


http://www.setav.org/katar-uzerinden-yeni-bir-denklem-mi-kuruluyor/

..

ABD, Silah sattığı Katar’ın terörü desteklediğini bugün mü anladı?



'ABD, silah sattığı Katar’ın terörü desteklediğini bugün mü anladı?'


'ABD, silah sattığı Katar’ın terörü desteklediğini bugün mü anladı?'
Emekli Tuğgeneral Naim Babüroğlu, Katar’a desteğin acele atılmış bir adım olduğunu belirterek, ‘Türkiye, Irak-İran savaşında ikisine de karışmadı. Uzlaşmacı rol oynadı. Katar’a destek olunca hakemlik şansınız ortadan kalkıyor’ dedi.
Emekli Tuğgeneral Naim Babüroğlu, Can Ataklı’nın Yazıişleri programına katıldı. Babüroğlu, Katar’a desteğin acele atılmış bir adım olduğunu belirterek, ‘Türkiye, Irak-İran savaşında ikisine de karışmadı. Uzlaşmacı rol oynadı. Katar’a destek olunca hakemlik şansınız ortadan kalkıyor’ dedi.
Babüroğlu, ABD'nin Katar'a 2016’da 21 milyar dolar silah sattığını belirterek, "ABD yönetimi bunca silah sattığı Katar’ın terörü desteklediğini bugün mü anladı? Katar toprağının yaklaşık 3'te 1'i ABD üssü. ABD'nin Ortadoğu’daki en büyük üssü Katar’da" diye konuştu.
Naim Babüroğlu’nun açıklamaları şöyle:
“Suudi Arabistan 20 milyon dolar savunma bütçesine sahip ve 2 yıldır ordusu olmayan Yemen’e bombardıman yapıyor, yenemedi. 84 milyar dolar savunma bütçesi olan ve iki süper güçten biri olan Rusya Kırım’ı işgal ediyor, Suriye’de masaya oturuyor. Suudi Arabistan neden Rusya’dan daha fazla para harcıyor savunma için, bu para nereye gidiyor? Bunu ABD, Pentagon, CIA, Dışişleri biliyor. (ABD) Dışişleri ve Pentagon genellikle çatışır.
-ABD, Katar'a 2016’da 21 milyar dolar silah sattı. ABD yönetimi bunca silah sattığı Katar’ın terörü desteklediğini bugün mü anladı? CIA yok mu orada? Katar'ın toprağının yaklaşık 3'te 1'i ABD üssü. ABD'nin Ortadoğu’daki en büyük üssü Katar’da, 10 bine yakın asker orada. Oradan Irak, Afganistan, Suriye, Yemen ve Körfez’deki muhtemel operasyonları oradan yönetiyor. ABD Katar’dan vazgeçmez. Körfez ve Arap ülkeleri Türkiye’yi sevmezler. Suudi Arabistan neyi destekliyorsa Katar da onu destekliyor. Mısır ve Suudi Arabistan ABD'den habersiz adım atmazlar. Hedef iran'a karşı cephe açmak. Sıra İran'da. İsrail Ortadoğu'da İran'ı istemiyor. ABD Başkanı Trump’ın damadı ve danışmanı Yahudi ve İsral'i çok seviyor. Bu proje de onun. İran'ı ortadan kaldırmak için Lübnan'ın güneyinde tampon oluşturuyor.
-Katar’ın başkenti Doha, Türk egemenliğindeyken Türk garnizonu vardı. ABD’den önce İngiliz askeri vardı orada. 1971'e kadar İngilizler yönetti. Şu andaki emir İngiltere'de eğitimini gördü. Babası öyle. Şu andaki emir babasını kansız darbeyle devirdi. Ondan önceki de kendi babasını. Katar bu. Katar'da İngiliz etkisi devam ediyor. Mart 2017'de Katar dışişleri 400 kişilik kafileyle İngiltere'yi ziyaret etti. AB'den çıksalar da ilişkiler devam edecek, diye. Trump başkanlık seçimlerinde körfez ülkelerinin güvenliğini biz sağlamıyor muyuz o zaman karşılığını verecekler, dedi. Ana neden para.
-Katar emiri ABD'ye para versin isteniyor. Vermezse kansız bir darbeyle aileden biri gelecek. Katar emiri ABD'ye de Türkiye'ye de gelemiyor. Ülkeyi terk ederse aileden biri gelir korkusu var. Bana göre para verir, ABD yatırımlarına başlar. Suudi Arabistan'la nasıl anlaşma yaptıysa Katar'la da yapar.
-Türkiye ne yaptı, milli çıkarları ne oldu? Hemen Katar tarafında cephe aldı. Türkiye kendini oraya attı, yakın ilişkilerimiz var, dedi. Yatırımları var, üs çalışması var. Uluslararası ilişkilerde altın kuraldır: Ülkeler arasında kişisel dostluklar değil ulusal çıkar esastır. Bu (Katar’ın yanında yer almak) stratejik hatadır. Türkiye’nin 2011'den beri dış politikada çözüm olarak gördüğü her şey bugün sorundur.
(Türkiye) Rus uçağını düşürdü. Stratejik hata. Süleyman Şah türbesini mehter marşıyla çektik. Bu kabul edilebilecek şey değildir. Mustafa Kemal Sakarya'da geri çekilmiştir ama güç toplamak için. Sonra taarruza geçmiştir. Türk toprağını kaybettik.
Çözüm sürecini çözüm olarak gördük, bugünün en büyük sorunu. Çözümde 400 bin kişi göç etti. Bin 700 şehit verdik hala da devam ediyoruz.

-Katar'da taraf tutmak, (Katar’a asker gönderilmesi tezkeresi) TBMM'den hızlıca geçirmek hatadır. 2-3 ay sonra bu da başımıza çorap örecek. Suudi Arabistan'ı, Bahreyn'i, BAE'yi, Mısır'ı karşımıza aldık. Bu acele atılmış bir adımdır. Türkiye, Irak-İran savaşında ikisine de karışmadı. Uzlaşmacı rol oynadı. Katar’a destek olunca hakemlik şansınız ortadan kalkıyor.
-ABD, peşmerge ordusunu eğitti. Şimdi de PYD'ye silah verecek. Trump'la savaş çarkı hızlandı. Katar dünyadaki doğalgaz rezervine sahip 3. ülke. ABD 'biz parayı alır, savaşı da devam ettiririz’ der. Ayda bir Saddam Kuveyt'i işgal edecek, haberi çıkardı. Peçetenin parasını bile Kuveyt'ten tahsil ederlerdi. Katar olayı da böyle.
-Sığınmacıların yüzde 30'u travma geçiriyor. Yüzde 50'si 18 yaşın altında. Okuma-yazma oranı yüzde 10. Şu ana kadar 250 bin bebek doğdu. 3,5 milyon deyince, o 3,5 milyon kalmıyor. Bu Pakistanlılaşma süreci.
-Türkiye'de lise çağındaki çocuklarda sorgulama yaşı yüzde 2'ye düşmüş. Artık sorgulama yerine biat kültürü yerleşiyor. Bu şu andaki Arap ülkelerinin durumuna götürür. Dini hükümler orduya nüfuz ederse o silahlı kuvvetler Balkan Harbini kaybeden silahlı kuvvet olur.

Irak 3 parça, Suriye yok, 4 parçaya ayrılıyor.
Irak'ta Barzani yönetimi var. Kerkük kırmızı çizgimizdi, Barzani aldı. Almanya peşmergeye çok yardım etti, donattı. Barzani'ye Türkiye itiraz ediyor. 25 Eylül'de (bağımsızlık) referandum yapılacak ama uygulama ileriye atılacaktır. ABD ısrar ederse bir bahaneyle erteletmeye çalışırlar. ABD'nin stratejik hedefi bağımsız, birleşik Kürdistan'dır. Suriye ve Irak ne kadar küçük parçaya bölünürse İsrail o kadar rahat uyuyacak.
İran'da 20 yıldır şehirlerde saldırı olmuyor. IŞİD, İran'a 'seni kalbinden vururum' dedi. Bu ABD'nin, İsrail'in projesidir.
Fırat Kalkanı yapılmalıydı ama geç oldu. Süleyman Şah Türbesi risk alınarak eski yerine taşınmalı. Fırat'ın batısında ve doğusunda 10'a kilometrelik koridor sağlanmalı.


VİDEO YU İzle..;

Katar krizinin arkasındaki gerçekler


Katar krizinin arkasındaki gerçekler



06.06.2017

Katar’ın başkenti Doha Osmanlı egemenliğindeyken Doha'nın adı ¨Türk Garnizonu¨ (Kal'atü't‐Türk) idi. Türk garnizonunun bulunduğu yerde, şu anda ABD’nin Ortadoğu’da en büyük askeri üssü konuşlanmış durumda. Garnizonda, ABD’den önce İngilizler vardı. 29 Temmuz 1913'te imzalanan Londra Anlaşması’yla, Osmanlı Devleti’nin Katar egemenliği sona ermiş oldu. 
İngilizler 1971’de bölgeden çekildi, böylece Katar bağımsızlığına kavuştu. Katar’da İngiliz etkisi devam ediyor.
2013’te, Katar emiri Şeyh Tamim 33 yaşında tahta oturdu. Tamim İngiltere’de eğitim gördü. Babası, Mısır’da Mursi’nin (Müslüman Kardeşler’in) destekçisiydi. 61 yaşında olmasına rağmen, koltuğunu oğluna kansız bir saray darbesiyle bırakmak zorunda kaldı.
İran Dışişleri Bakanı 8 Mayıs 2017’de Katar’ı ziyaret etti, Katar Dışişleri Bakanı ve Emiri’yle görüştü. İran Dışişleri Bakanı aynı zamanda, Katar’da Hamas Siyasi Büro Şefi Halit Meşal’le de bir araya geldi. Hamas, Filistin’in Müslüman Kardeşleri olarak adlandırılıyor. 

Oysa Suudi Arabistan ve Mısır, Müslüman Kardeşleri terör örgütü listesine almıştı.
ABD Başkanı Trump, 20 Mayıs 2017’de Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. Suudi Arabistan’la 110 milyar dolarlık silah olmak üzere, 10 yıllık 380 milyar dolar karşılığı anlaşma imzaladı. Trump, Suudi Arabistan ziyaretinde tehdit olarak ilan ettiği İran’a karşı bir cephe oluşturdu. İran’ı terörü desteklemekle suçladı. Önemli bir olay daha gerçekleşti. Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) toplantısında, 21 Mayıs 2017’de ABD tarafından Katar’a, İran’a ve terör örgütlerine verdiği destekle ilgili bir dosya verildi. ABD, aslında Katar’ı yazılı olarak uyarıyordu.
Bu arada, Katar, New York'ta 30 milyar dolarlık yatırım yapacağını açıklamıştı. Fakat 30 milyar dolarlık yatırım, ABD için yetersiz olarak görüldü. ABD, Katar’da İngiltere etkisinde de oldukça rahatsızdı.
Ve nihayet, 5 Haziran 2017’de; Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Libya’nın Tobruk yönetimi ve Yemen’de Suud güdümlü Hadi yönetimi Katar’la tüm diplomatik ilişkilerini kesti, bu ülkelerin sınırları Katar’a kapatıldı. 
Mısır’ın da İran’la işbirliğini artırma yönünde politikalar izlediği ve Katar’ın İran güdümünde hareket etmesinin mümkün olmadığı düşünüldüğünde, asıl sorunun Müslüman Kardeşler ve İngiltere’nin Katar’dan etkisinin yok edilmesi amaçlanıyor. ABD, Katar pastasını İngiltere’yle paylaşmak istemiyor.  
Katar dünya doğalgaz rezervlerinde, Rusya ve İran’dan sonra en zengin üçüncü ülke. İngiltere’de son günlerde, seçim öncesi ortaya çıkan terör eylemlerinin tesadüf olmadığını İngiliz istihbaratı da biliyor.
Katar'da, ana karargahı Florida’da (Tampa) konuşlu ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı'nın (CENTCOM) bölgesel karargâhı bulunuyor. Katar topraklarının neredeyse 1/3’ü ABD üssü. ABD’nin 10 bin askeri var. ABD Katar’dan vazgeçmez.
Sonuç olarak, hedef Katar yönetimi. Öncelikle Saray darbesiyle, mümkün olmadığı takdirde Askeri bir darbe ile yönetimin değiştirilmesi. Ancak, mevcut Katar Emiri ABD’ye istenilen tavizleri verirse, bir süre daha tahtını koruyabilir.  
Müslüman Kardeşler yüzünden 2013 ve 2014’te etkileri daha sınırlı krizler yaşanmıştı. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, finanse ettikleri Sisi darbesinin ardından Müslüman Kardeşlere desteğini kesmeyen Katar’ı önce uyarmış ardından elçilerini çekerek cezalandırmıştı.
Türkiye’nin Suudi Arabistan ve Bahreyn’le ilişkileri iyi de olsa, BAE ile sorunlu. Mısır’la problemli. Katar’ın Türkiye’de önemli ölçüde yatırımları  var. Katar’da askeri üs kurma çalışması devam ediyor. Bu nedenle, Katar’dan sonraki hedefin, en azından ekonomik açıdan, Türkiye olabileceği değerlendirmeleri dikkate alınmalı. Türkiye’nin Müslüman Kardeşlere karşı tutumunu değiştirmesi ve Askeri üssün konuşlanmasını durdurması oldukça önemli.  

Kaynak: Katar krizinin arkasındaki gerçekler - Naim Babüroğlu


***